#3. enternasyonel
Explore tagged Tumblr posts
hbkultursanat · 6 years ago
Link
Almanya'da kentlerinde 'Yüksekdağ'a özgürlük' eylemleri
21 ARALIK 2019 CUMARTESİ
Almanya'nın Berlin, Stuttgart, Köln ve Kiel kentlerinde "Figen Yüksekdağ'a ve tutsak milletvekillerine özgürlük" eylemleri yapıldı.
Kandıra F Tipi Hapishanesi'nde tutsak bulunan HDP'nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ile dayanışmak amacıyla başlatılan kampanya Almanya kentlerinde devam ediyor.
BERLİN
Almanya'nın başkenti Berlin'de HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ'ın 24 Aralık'ta görülecek duruşması öncesinde Brandenburger Tor kapısı önünde "Figen Yüksekdağ'a ve tutsak milletvekillerine özgürlük" eylemi yapıldı.
19 Aralık 2000 hapishaneler, Maraş ve Roboski katliamında yaşamını yitirenler anısına yapılan saygı duruşu ile başlayan eylemde konuşan Tutsaklara Özgürlük İnisiyatifi–Berlin adına Baki Selçuk, Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve tutsak milletvekillerinin dava sürecine ilişkin bilgi verdi.
HDK-Berlin adına konuşan Nevra Akdemir, "Eş Başkanlarımız Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş, Çağlar Demirel, Gülser Yıldırım, İdris Baluken, Abdullah Zeydan ve daha birçok siyasetçinin siyasi rehineler olarak, ana akım muhalefete gözdağı vermek amacıyla tutulmuyor sadece, Erdoğan karşısında gerçekleri savunmaktan bir adım geri çekilmedikleri için, gerçekten muhalefet ettikleri için de tutsaklar" dedi. Akdemir, 24 Aralık'ta gerçekleşecek mahkemede Figen Yüksekdağ'ın derhal serbest bırakılmasını istedi.
Almanya Sol Parti milletvekillerinden Pascal Meiser, Türkiye'nin yaptığı katliamları ve tutsak aldığı siyasetçileri unutmadıklarını belirterek, Yüksekdağ, Demirtaş ve diğer tutsak HDP'li milletvekilleriyle dayanışma içinde olduklarını vurguladı. Meiser, Alman devletinin Türk devletine verdiği desteği de kınadı ve tutsak milletvekillerinin derhal serbest bırakılmasını istedi.
Eylemde HDP'nin sürgündeki milletvekillerinden Sibel Yiğitalp'da bir konuşma yaptı. Yiğitalp, Türk devletinin HDP'ye yönelik baskılarının ardı arkasının kesilmediğini, milletvekillerin, belediye başkanlarının, aktif siyasetçilerin tutuklandığını, ancak mücadelede geri adım atmayacaklarını belirtti. Yiğitalp, Yüksekdağ, Demirtaş ve tutsak tüm siyasetçilerin serbest bırakılmasını istedi.
DEST-DAN adına konuşan Susanne Rösling'de HDP ile dayanışmayı sürdüreceklerini, Figen Yüksekdağ ve tutsak milletvekillerinin serbest bırakılmasını istedi.
Eylemde sık sık, "Yaşasın enternasyonal dayanışma", "Tüm politik tutsaklara özgürlük" sloganları atıldı ve inisiyatif adına çıkarılan bildiri dağıtıldı.
STUTTGART
Figen Yüksekdağ ve Tutsak Milletvekillerine Özgürlük İnisiyatif, Figen Yüksekdağ'ın 24 Aralık duruşmasına dikkat çekmek amacıyla Almanya'nın Stuttgart kentinde eylem yaptı.
Şehrin en işlek caddesi olan Königstraße'de yapılan eylem, 19 Aralık hapishaneler, Maraş ve Roboski katliamlarında yaşamını yitirenler anısına yapılan saygı duruşuyla başladı.
Eyleme ADHK, DİDF, MLPD, DTKM, ATİK, Alınteri, Corrage ve Frauenbündnis destek verdi.
Eylemde yapılan konuşmada, Figen Yüksekdağ'ın 24 Aralık 2019 tarihinde yeniden mahkemeye çıkacağı, faşizmi ve hukuksuzluğu yine teşhir edeceği, devleti yargılamaya devam edeceği belirtilerek tüm demokrasi güçlerini "Figen Yüksekdağ ve tutsak vekillere özgürlük" talebini sahiplenmeye çağırıldı.
Eylemde "Figen Yüksekdağ'a özgürlük", "Selahattin Demirtaş'a özgürlük", "Yaşasın enternasyonal dayanışma", "Politik tutsaklara özgürlük", "Jin jiyan Azadi", "Yaşasın HDP" sloganları atıldı.
Eylemde Yüksekdağ'ın fotoğrafının bulunduğu, Almanca "Figen Yüksekdağ ve politik tutsaklara özgürlük" pankartın yanı sıra dövizler taşındı.
KÖLN
Almanya'nın Köln kentinde düzenlenen eylem Merkezi Tren İstasyonu önünde yapıldı. Eylemde Figen Yüksekdağ ve tutsak HDP milletvekillerine özgürlük istendi. HDP'nin Diyarbakır eski Milletvekilli Ziya Pir, Solparti Belediye Meclis üyeleri Jörg Detjen ve Hamide Akbayır, AGİF Eşbaşkanı Onur Güler, DTKM ve Dayanışmanın Sesleri Derneği üyelerinin de destek verdiği eylemde tutsak milletvekillerinin fotoğrafları taşındı.
Figen Yüksekdağ ve Tutsak Milletvekillerine Özgürlük İnisiyatif adına konuşan Deniz Boran, "3 yıldır Yüksekdağ, Demirtaş, milletvekilleri ile belediye eşbaşkanlarının tutuklu olduğu, siyasi soykırım operasyonları devam ediyor" dedi.
Ardından konuşan Solparti Köln Belediye Meclis üyesi Jörg Detjen, "4 Kasım 2016'da Yüksekdağ ve Demirtaş'ın tutuklanmasıyla Türkiye'de muhalefete saldırılar yeni bir düzey kazandı. Biz HDP'ye yönelik saldırıları kınıyoruz. Milletvekilleri ve belediye eşbaşkanları başta olmak üzere tüm siyasi tutsaklara özgürlük talebini yeniliyoruz" diye kaydetti.
AGİF Eşbaşkanı Onur Güler ise "HDP eski Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ'ın 24 Aralık' ta ki mahkemesi vesilesi ile Avrupa'nın 11 merkezinde eylemler örgütlendi. Saray rejimi 4 Kasım 2016 operasyonları ile halklarımızın ve ezilenlerin birleşik mücadele aracı HDP'yi susturmak istedi. Sadece eşbaşkanlarımız ve vekillerimiz değil, günde ortalama 15 HDP'li tutuklanmaktadır. Eşitlikten, emekten ve özgürlüklerden yana olan herkes susturulmak istenmektedir. Bu saldırılar yalnızca Yüksekdağ ve Demirtaş şahsına değil, onların temsil ettiği değerlere yönelik bir saldırıdır. Bizde Avrupa'da yaşayan sosyalistler, yurtseverler ve demokratlar olarak her bir yoldaşımız serbest bırakılana, özgürce politika yapma hakkına kavuşana kadar onların sesi olmaya devam edeceğiz" dedi.
KİEL
Almanya'nın Kiel kentinde "Figen Yüksekdağ ve Tutsak Milletvekillerine Özgürlük İnsiyatifi"nin çağrısıyla gerçekleşen eyleme AvEG-Kon, AGİF, SKB, Rojava İnsiyatifi ve DTKM katıldığı eylemde tutuklu milletvekillerinin fotoğrafları taşındı. "Figen Yüksekdağ'a özgürlük", "Demirtaş'a özgürlük", "Yaşasın enternasyonel dayanışma" sloganlarının atıldığı eylemin ardından cadde üzerinde bildiri dağıtıldı.
3 notes · View notes
abstraktdergi · 6 years ago
Text
YAZARLARA ÇAĞRI: #DOSYA06 Komintern’in 100. Yıldönümü
YAZARLARA ÇAĞRI: #DOSYA06 Komintern’in 100. Yıldönümü
Emperyalist-kapitalist sistemin içinde bulunduğu yapısal bunalımın işçi sınıfı ve ezilen halklar üzerinde yarattığı yıkıcı tahribata karşın sonuç alıan devrimci atılımların yaratılamamasının nedenleri tartışılırken proletarya ve ezilenlerin enternasyonal bir örgütünün yokluğu genelde göz ardı edilmekte ya da ivedi bir sorun olarak ele alınmamaktadır. Hakeza içerisinde ciddi devrimci potansiyeller…
View On WordPress
0 notes
mervesoyozen · 7 years ago
Text
Fall in love with London!
Tumblr media
Şimdi buraya Londra Birleşik Krallık’ın başkentidir şeklinde bir giriş yapmayacağım elbette. Hiçbir zaman bu blog platformunda kimseye ders verir havada öğretici bilgiler paylaşmadım. Sanırım burayı daha çok günlük gibi kullanıyorum, kendime itiraf! Kendi çektiğim fotoğraflar ( daha çok grafftitiler) , seyahatlerde yaşadığım farklı anıları paylaşmak ve yıllar geçince kendimin unuttuğu şeyleri bile başkalarıyla paylaşmak için açıp okumak inanılmaz mutlu ediyor. Tabi yazmak hiç kolay olmuyor. Seyahat esnasında aldığım notlarda olmasa, dönünce ha şimdi ha sonra başladı başladım derken aylar geçiveriyor ve birçok şey unutuluyor. Derken döneli 15 gün olmuşken oturdum ve başladım yazmaya.
Londra’ya gitmeye aslında aylar önce karar vermiştim. Kendim için harika bir proje kurgulamış, harika bir hedef yaratmıştım. Çok da güzel başarıyla sonuçlandırdım pek tabii, tek sıkıntımız 2018 yılının Mayıs’ından itibaren boy gösteren döviz krizinin patlak vermesiyle 5 TL civarlarında olan Sterlinin 8,5-9 TL civarlarında yükselmesiydi. Bunu da buraya not düşeyim ki bundan birkaç ay birkaç yıl sonra dönüp baktığımda (ki umarım baktığımda çoktaan hızla gerilemiş olsun :) ) vay canına ülkenin haline bak bu şartlarda ne cengavermişsin sen Merve, Sterlin’e göğüs germişsin diyebileyim...
Gel gelelim aylarca beklediğim Ağustos ayı gelmiş, haftalarca üzerine düşündüğüm bavulum tam kapanacakken, bavulumun içeriğinin Londra’dan daha çok bir Miami, bir İbiza bavulu olduğunu farkedip içine birkaç ceket, uzun pantolon koymayı akıl ederek yola koyuldum. Bu kadar temkinli ve nispeten karaktersiz bir bavul yaptığım için daha fazla sevinemezdim. O meşhur Londra havasının yılın Ağustos ayında 14-15 derecelere düşüp de beni oralarda kaşe kaban almaya zorlamasından anlayacağınız üzere Londra her mevsim hatta her an soğuyabilir bir havaya sahipmiş! Zaten İngilizler dünyanın soğuğa en duyarlı insanları olabilir. Sabah evden şortla çıkıp akşam evlerine dönerken kış havasıyla karşılaşabilirler.
Tumblr media
Gel gelelim Londra’ya ayak basar basmaz heyecanla kendime bir keşif listesi yaptım. Liste öyle bir listeki yıllarca orada yaşamış ve halen yaşamakta olan pek çok kişinin henüz görmediği yerleri bile kapsıyor. Ve hatta kendime 1 şehir dışı 1 ülke dışı yer görmeyi de hedeflerime ekledim ve nihayetinde tüm döviz krizine rağmen seyahat içinde seyahat yaratarak Oxford ve Edinburg’u ziyaret ettim :) 
Londra’da Hayat
Londra’da yaşam tahmin ettiğimden de standart üzeri. Pek çok Avrupa ülkesinde nazaran hayat standartlarını dışarıdan objekitf bir gözle izleyince gerçekten ne kadar yüksek olduğunu tüm netliğiyle görebiliyoruz. Bazı şehirler çerçeden güzeldir, mesela Floransa, mesela Prag. Bazı şehirlerse zoomin yapıp sokaklarına, hayatının içine inince cezbeder. Bence Londra tam anlamıyla ikincisine örnek. Sokaklarda hayat hem çok hızlı, hem birbirine çok yabancı, alabildiğine bireysel ancak standartlar üzeri bir kültüre bezeli. Her geçirdiğim gün bana başka bir bakış açısı kattı. Bu nedenle tüm zorluklarına rağmen 1 aylık bu deneyim her anlamda kazançtı. Ben Londra’da Uganda’dan göçmen zenci bir ailenin yanında kaldım. Bu da bana İngiltere’de aileler nasıl yaşar, ne yerler, inançları nasıldır gözlemi yapma imkanı kattı. En az bizler kadar temiz, en az bizler kadar ailelerine bağlı ve her Pazar aksatmadan kliseye giderek dini görevlerini yerine getirecek kadar inançlı olduklarını gördüm. 
Londra genel görünüm olarak mimari bütünselliğin yanı sıra modern ve tarihi dokuyu harmanlamış durumda. Bir tarafta yüzlerce yıllık tuğla evler bir tarafta camdan yüzlerce metrelik binalar. Bazı evlerin duvarlarındaki yuvarlak mavi plakalar bir zamanlar burada yaşayan ünlüsimaları anar örneğin Mozart, Benjamin Franklin, Charlie Chaplin’in evleri.
Yolculuklar
Londra’ya gidişimde varış noktam Heathrow Havalimanıydı. Burası Türkiye’den THY uçuşlarının yapıldığı havalimanı. Londra’nın en enternasyonel havalimanı ve diğer havalimanlarına göre daha nezih denebilir. Uçakta yanıma oturan kişi dünyanın en alık kişisi olabilirdi. Ben uykuya odaklanmışken , uçakta dağıtılan iniş öncesi ülkeye giriş formundaki her satırı bana tek tek sordu. Herşeye rağmen toplam 4 saatlik uçuşta en az 2 saatinde ölü gibi uyumuş olabilirim :) İndiğimde beni alacak transfer kadındı. Bavulumu taşımama asla izin vermeyerek kendi taşıdı (kuralcılık 101 ). Yola çıktığımızda ilk dikkatimi çeken detaylarda; yollarda daha çok Toyota hibritli arabalara rastladım. Onun dışında da WV, Ford ve Audi çoğunluktaydı. 
Dönüş uçuşum Gathwick’dendi. Burası da en yoğun birinci havalimanı sayılır. İçinde geniş bir mağaza ağı var. Konfor olarak  Heathrow kadar iyi değil. Buradan yine Türkiye’ye THY ve Pegasus uçuşları mevcut. Şehiriçinde Gathwick’e ulaşım trenle direk mevcut.
Charter uçuşları için Londra’nın en bela havalimanı olan Stansted Havalimanı ulaşımı en zor ve pahalı havalimanı ancak RyanAir, EasyJet gibi charter uçak firmaları bu havalimanından yapılıyor. Ulaşım için ise 1,5 saati gözden çıkarığ yaklaşık 17 Pound’a otobüsle veya trenle 35 Pound’a yapabilirsiniz. Dikkat! Siz siz olun 30 Pound’a İskoçya veya Dublin’e uçak bileti alıp 35 pound’a havalimanı ulaşımınızı yapmayın...
Neler Dikkatimi Çekti? 
1- Oyster ulaşım kartı veya telefon kartlarına yükleme yapmak için Charge değil top up kullanılıyor. Charge telefon için vb. kullanılıyor.
2- Birçok adresin sonunda SE1 8SS gibi bir posta kodu benzeri kod bulunuyor. başındaki SE1 (SouthEast) bölgeyi gösteriyor.
3-Metrolarda ve metro koridorlarında asla havalandırma ve klima yok. 
4-Şehirdeki ve evlerdeki tuvaletlerde sıcak ve soğuk su ayrı çeşmelerden akıyor. 
5- İngilizler asla acelesi olan bir millet değil. Bunu ne sokakta yürürlerken, ne trafikde nede herhangi bir sırada beklerken görebiliyorsunuz. 
6- Zone 1 e normal özel araç girmiyor çünkü girdiğinde ekstra ücret ödemesi gerekiyor. Bu nedenle şehir merkezinde taksi ve otobüslerin haricinde çok nadir (genellikle özel transfer araçları) özel araç görebiliyorsunuz.
7-Çıkışlar exit olarak değil wayout olarak geçiyor 
2 notes · View notes
haber33 · 5 years ago
Photo
Tumblr media
New Post has been published on https://www.haber33.net/rekoru-kirilamayan-efsane-at-bold-pilot-16926
Rekoru Kırılamayan Efsane At: Bold Pilot
Türk yarışçılığının bugüne dek en başarılı safkanları arasında yer alan Bold Pilot, yarış birincilikleri kadar, pistteki sıra dışı duruşu ile de yarışseverlerin sevgilisi olmuştu.
İşte Bold Pilot;
Persian Bold ve Rosa Palumbo ikilisinin yavrusu Bold Pilot 21 Nisan 1993 günü safkan bir İngiliz tayı olarak dünyaya geldi.
Yarış hayatına 1995 yılındaki Asuvan koşusu ile başlayan efsane, starttan geç çıkmasına rağmen son 200’deki muhteşem sprinti ile birinciliği elde etmişti.
Bold Pilot, yağmurlu havayı hiç sevmezdi startingbox’a girerken her koşusunda huysuzluk yapar, tehlike yaşardı.
O koştuğu zaman ona özel seyirci gelirdi. Startingbox’a rahat girsin, sakatlanmasın diye hipodromdaki insanlar birbirlerini susturmaya başlar, tribünlerden çıt çıkmazdı.
Kariyerinin ilk dönemlerinde starta girmekte aşırı zorlanmış ancak bu huysuzluğunu zaman içinde yenmeyi başarmıştı.
2 yaşlı tayların en büyük mücadelesi Çaldıran Koşusu ve Sakarya Koşusu’nu kazanan Bold Pilot 1995’i yılın baş tayı olarak noktalar.
Bold Pilot gazi koşusundaki 2.26.22’lik derecesi ile kırılayamayan bir rekorun da sahibi oldu ve rekoruna bugüne dek yaklaşabilen bir İngiliz atı çıkmadı.
Kazandığı Gazi koşusu izlemek isteyenler için
youtube
3 yaş döneminde zirve yapan efsane safkan Gazi koşusu olmak üzere 3 yaşında katıldığı 9 koşudan 8’ini kazandı.
Yıllarca sayısız şampiyonluklar kazanan Bold Pilot, katıldığı 30 yarışta 21 defa birinci, 4 defa ikinci, 2 defa üçüncü, 2 defa dördüncü ve 1 defa altıncı olmuştur.
Halis Karataş’ın hayatına önemli bir yer edinen Bold Pilot, 1996-98 yılları arasında birlikte rekorları kırıp, şampiyonlukları göğüsledi.
İlk gördüğü anda Bold Pilot’u çalıştırmak isteyen Halis Karataş: ‘O zamana kadar öyle bir safkan ne gördüm, ne bindim ne de çalıştırdım’ sözleriyle ifade etmişti.
Sahibi Özdemir Atman ise “Merkez Bankası’nı verseler satmam.” dedi ve şampiyon safkan öldüğü güne kadar el üstünde tutuldu.
1996 yılındaki unutulmaz Enternasyonel Boğaziçi Koşusunu izlemek isteyenler için
youtube
Yıllarca sayısız şampiyonluklar kazanan Bold Pilot, 2003’te artık bir aygır olarak hayatına devam ettiğinde, tam 11 şampiyon yavru çıkarmıştı.
15 sene sonra haradan çıkarılarak Veliefendi Hipodromu’nda Gazi Koşusu günü jübile töreni düzenlendi. Şampiyon son kez piste çıkarak yarışseverleri selamladı. Binlerce kişi ise onu ayakta alkışlıyordu ve sanki o her şeyin farkındaydı.
16 Ağustos 1998 pazar günü katıldığı Başbakanlık Koşusu ile pistlere unutulmaz bir şampiyon olarak veda eden Bold Pilot, 30.04.2015 tarihinde ise 22 yaşında hayatını kaybetti.
0 notes
hetesiya · 6 years ago
Text
Tarihin Derinliklerine Kara Bir El : Mano Negra - Furkan Çelik
Tumblr media
Dünyanın dört bir yanından gelen işçiler, Birinci Enternasyonel’de mücadele yöntemlerini, toplumsal devrimi ve devrime giden yolları tartışmak için bir araya gelmişlerdi. Bakunin, “Özgürlüğe giden yolda, özgürlükten vazgeçilemez.” dediğinde Enternasyonel içerisinde anti-otoriter bir kanat oluşmaya başlamıştı. Bakunin’in bu fikri kırılma yaratmış ve sonrasında 1872 Lahey kongresi ile birlikte anti-otoriter kanat Enternasyonel’den ayrılarak Anarşist Enternasyonel’i kurmuştu. Bu yeni Anarşist Enternasyonel’in kurulmasıyla birlikte farklı coğrafyalarda anarşist hareketler belirginleşmeye başlayacak, temaslar ve etkileşimler hızla artacaktı.
Bakunin’in fikirlerini benimseyen işçiler kendi coğrafyalarına döndüğünde anarşist bir hareket filizlenmeye başlamıştı. 1881 yılında, İspanya Bölgesel İşçi Federasyonu (FTRE) anarşist kolektivizmi benimseyerek İspanya’da mücadeleyi büyütmeyi strateji olarak belirlemiş, kurulduktan bir sene sonra 60 bin üyeye ulaşarak toplumsallaşmıştı.
Eller Karaya Boyanıyor
FTRE ile işçi mücadelesinde anarşist hareket büyürken bir yandan da Endülüs bölgesindeki köylülerde daha radikal bir hareketlenme başlıyordu. Cadiz bölgesinde daha çok hissedilen bu radikalleşme, köylülerin kendilerini sömürenlere karşı koyuşlarından başka bir şey değildi. Kendilerine karşı şiddet uygulayan generallere, toprak ağalarına, patronlara karşı silahlı eylemler düzenliyorlar, zenginlerin mallarına el koyuyorlardı. Tüm bu eylemleri sahipleniş biçimleri de olduk��a ilginçti. Ellerini kara boyaya bulayıp kapılara el izlerini bırakıyorlardı. Bu imza şeklinin Kara El (Mano Negra) adında bir örgüt yaratması kaçınılmazdı…
Açlık Çoğunluktadır
“Ve bilinmez sanılır geleceği
Bir demiryolu makasçısının
Oysa kesinlikle yazılmıştır
Her sevgi kitabında
Aslolan açlıktır…
Açlık çoğunluktadır.”
Turgut Uyar
Mano Negra (Kara El), İspanyalı köylülerin oluşturduğu bir örgütlenmeydi. Kurak geçen yazlar hiç mahsül alınmamasıyla sonuçlanıyor, bu da köylüler için açlık demek oluyordu. Halbuki topraklardan ticaret yapan zenginlerin, üretimi yapan köylüleri sömürenlerin ve burjuvaların ambarları hınca hınç doluydu.
Mano Negra, bir şey yapmalıydı çünkü açlık çoğunluktaydı. Önce birkaç kova siyah boya aldılar ve daldırdılar ellerinin tekini kovalara. Sonra dayandılar, ağzına kadar dolu ambarlara. İlk eylemleri buydu. Zenginlerin ambarlarını soydular ve kendilerinin ürettiklerini, kendilerine dağıttılar. Çünkü, 1880’li yıllarda Endülüslü bir köylünün fazla seçeneği yoktur. Açlık kapıya dayandığında burjuvaların kapısında köle olup yalvarırsın. Yalvarmazsan da açlıktan ölürsün. Ama durun, başka bir seçenek daha vardı. Mano Negra kapkara olmuş elleriyle geliyordu! Zenginlerden çalacaklardı…
Devlet Hep Zengini Korur
Mano Negra’nın ilk eyleminin üstünden yıllar geçti. Kendi adaletlerini sağlamaya devam ettiler. Eylemler arttıkça, kapılardaki kara el izleri de artıyordu. El izleri arttıkça kaçınılmaz olan, oldu. Devletin ordusu burjuvaları korumak için harekete geçti.
Takvim 1892’yi gösterdiğinde Cadiz Eyaleti’nin Jerez şehrinde büyük bir isyan patlak verdi. Yıllardır süre gelen ezilmişliğin, aşağılanmışlığın ve açlığın sonunda isyan kaçınılmazdı. İşçiler, köylüler… Herkes oradaydı. Şehirdeki devlet dairelerinin çoğu yıkılmış durumdaydı. Mano Negra, o gün kocaman bir kara eldi. Herkes Mano Negra’nın kapkara ve sıkılı tek bir yumruğu olmuştu…
General Martinez Campos komutasındaki ordu, Jerez’e gelerek isyanı bastırmak için saldırıya geçmişti. Oldukça kısa sürede, sayısı bilinmeyen bir çok insanı katletmiş, 3 bine yakın kişi tutuklanmıştı. Jerez İsyanı’nı, Mano Negra’nın daha önce yaptığı eylemleri organize ettiği iddiası ve Mano Negra üyesi olduğu gerekçesiyle 4 anarşist Jerez Meydanı’nda idam edilerek katledilmişti.
El İzleri Unutulmayanlar
Jerez İsyanı’nın üzerinden bir yıl geçtikten sonra, Barcelona’da askeri bir tören sırasında General Martinez Campos görünür. Anarşistlerden Paulino Pallás da törendedir. Bir yıl önce katledilen yoldaşları için oradadır Paulino. Katledilen yoldaşlarının el izleri hala bazı kapılarda duruyorken, unutmak Paulino için mümkün olmamıştır. Ve işte şimdi hesap sormak için generalin yanında, elinde bir bombayla durmaktadır. Eylemi gerçekleştirir Paulino fakat general yaralı olarak kurtulmayı başarır. Paulino Pallás ise yakalanır. Pallás yakalandığı sırada Jerez’de idam edilen anarşistleri unutmadığını anarşizm sloganlarıyla haykırır. 2 hafta sonra da Pallás yaptığı eylemden dolayı idam edilir. Fakat el izi hala birçok duvarda onu hatırlatır.
Başka Kara El’ler
Cadiz Bölgesi’nde ellerini kara boyayla boyayanlar farklı yıllarda, farklı coğrafyalara ulaşmıştır. Manu Chao, yıllar sonra bir müzik grubu kurmuş ve adını Mano Negra koymuştur. Cadiz’deki Mano Negra’dan bağımsız olarak Güney Amerika’da aynı isimle bir çok örgüt kurulmuştur.
Hatta Birinci Dünya Savaşı’nın çıkış bahanesi olarak gösterilen Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand’ın Saraybosna’da uğradığı suikasti gerçekleştiren Gavrilo Princip’in de dahil olduğu örgütün adı Kara El’dir. Bu örgütün ideolojik olarak anarşizmle alakası olmasa da Princip, Kropotkin’in yazılarını okuduğundan bahseder, halk hareketinin önemli olduğunu vurgular. Dönem itibari ile bazı halk hareketleri anarşistlerin kral-imparator-generallere yaptıkları eylemlerden ilham alırlar. Kara El örneğinde olduğu gibi anarşistlerin toplumsal hareketlere etkisi sadece yöntemsel anlamda kullandığı tekniklerle değil iktidarlara karşı olan kararlı mücadeleleri ve büyüttükleri pratikler sebebiyle olmuştur.
Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 51. sayısında yayınlanmıştır.
*Jerez hapishanesi’nde bulunan Mano Negra’lı tutsakları resmeden gravür.
https://meydan.org/2019/11/13/tarihin-derinliklerine-kara-bir-el-mano-negra-furkan-celik/
0 notes
ahmetcan-karakadilar · 8 years ago
Text
İlk 2 Günün Ardından
Sıkıcı okımalar bittiğine göre artık işin bunları kullanma ve görmeye çalışmalı eğlenceli kısmına geçebiliriz. Bundan sonraki yazı süreci daha çok "acaba buraya ben de gitmeye kalkışsam nelerle karşılaşırım?"lı geçecek. Bunun yanında ufak ufak bilgi vermeye de devam tabii ki.
İlk günün heyecanı ve yorgunluğuyla o günkü yazı da bugüne ötelenmiş oldu. O yüzden şimdi topluca şöyle bir geziye giriş yapalım.
Uçaktan indikten sonra ilk iş para çevirmek oldu. Orada Türk Lirası bulamam diye parayı Euro'ya geçirip gelmiştim. İyi ki de yapmışım. Havaalanında Türk Lirası yoktu ve 1 euro 59 Ruble ediyordu. Şehir içindeyse 63'müş. En iyisi Türkiye'de birazcık bulup öyle gelmekmiş sanırım. Yüksek meblağlarda kayıp çok oluyor.
Ardından gidip tüm gezi boyunca kullanacağım internet paketli Rus hattımı aldım. O da 1 aylık 10 gb bir internet için 1000 ruble ediyor. Buradan ucuz olduğu kesin. Ve fazlasıyla hızlı.
Halihazırda almış olduğum tren biletiyle atlayıp şehir merkezine geldim. Ardından metroyla direk otelimin olduğu caddeye indim. Ulaşım yorucu olmasının dışında hiç düşünmeyi gerektirmeyecek kadar kolay. Hosteli istediğiniz kadar kötü ayarlayın mutlaka yanı başında en fazla 10 dakikalık bir mesafede metro vardır.
Vagabond Hostel denilen bir hostelde kalıyorum. Müthiş cana yakın insanlar ve arkadaş canlısılar. Direk bana kahve yapıp akşam ki partimsi geceye davet etti.
Tumblr media
İlk günü dinlenip kafa boşaltmaya ve alışmaya ayırdığım için kendime güzel bir yemek ısmarlayıp yakın çevrede geziye çıktım. İlk izlenimlerim genel olarak sanırım her şeyin çok büyük olması üzerineydi. İnsanlar, arabalar, binalar, cadde genişlikleri, porsiyonlar, genel olarak her şeyde alışkın olduğumdan farklı bir oran var. Biraz kendimi Gulliver gibi hissetmedim değil yani.
Tumblr media
D��şarıda ise kısa bir yemek yeri ve market araştırmasının ardından hostele geri döndüm. Genel olarak fiyatlar çok uçuk değil. Uygun fiyatlara (20-40/öğün) yemek yerleri fazla. Süpermarketlerde ise yerel ürünler ithal ürünlere göre çok çok daha ucuz fakat bu fiyatlarla karşılaştığım Tverskaya Caddesi şehrin en işlek caddelerinden. İlerleyen günlerde, ücra yerlerde daha dengeli marketler bulabileceğime eminim.
Akşam otele döndükten sonra kısa bir kaç yazı yazıp, günü derleyip ardından hostelin mutfağındaki partimsiye geçiş yaptım. Aslında biraz daha kızlar gecesi tarzında geçen bir eğlenceydi. Ama insanlar cana yakın olunca sanırım her eğlence herkes için bir miktar eğlenceli geçebiliyor. "Koyverdin Gittin Beni"li gitar faslı ise sanırım en güzeliydi.
Tumblr media
Güne güzel bir kahvaltı ile başlama umudum, hostelin sıcak sütlü yulaf ezmesi ve elma turtasıyla ile son buldu. Tatları çok iyi olmasına karşın, biraz daha çeşit fena olmazdı. Konuştuğum kadarıyla bu tarz bir kahvaltı alışkanlıkları varmış. Bizim sucuklu yumurtalı, hamur işli, reçelli, kızartmalı kahvaltılarımızın yerini tutmasını beklemek zaten saçma olurdu ama insan en azından daha dengeli ve daha az şekerli bir kahvaltı bekliyor.
"Kısa" bir kahvaltının ardından serüvenin ilk durağı olan, gidip de görmeyeni dövdükleri Kremlin ve çevresine doğru yol aldım. Çok bir beklentiyle gitmediğim bu alanı, kocaman duvarlar, kör eden oymalı, işlemeli cepheler, "acaba bu kulede kaç tuğla vardır" gibi sorular ve gördüğüm en etkileyici anıt heykel olan Büyük Anayurt Savaşı'nda kaybedilenler anısına yapılan anıt heykelle hatırlayacağım.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Ardından yazılarımda bahsettiğim, duvar-pencere olayını birbirine sokup, ev kavramını istediği gibi değiştiren ve sonrasında da öğrendiğim kadarıyla çağına çok da yakın olmayan pratik ısıtma ve soğutma sistemleriyle ve teknik çözümleriyle ünlü Melnikov Evi'ni ziyarete gittim. Gezi Rusça olduğu için tüm detayları öğrenemedim ama normalde bilmediğim teknik detayları da sonradan araştırmak üzere bilmek iyi oldu. Evde elle ayarlanabilir soğutma sistemleri ve tüm evi dolaşan ve ısıtan bir kanal sistemi varmış. Bunun yanında salondan atölyeye kadar uzanan ve telefon işlevi gören boş bir kanal daha varmış. Melnikov yaşayacağı evi her açıdan kendine göre tasarlatmış, yatak odasını bile ölene kadar eşine değiştirtmemiş. 3 yatağın bulunduğu ve sadece yatmak amaçlı kullanılan tek hacim bir oda, Melnikov öldükten sonra eşi tarafından tekli bir odaya çevrilmiş. Ama sanırım bunların yanında beni en çok etkileyen şey, evdeki neredeyse her altıgen pencerenin size dışarıya ait farklı bir çerçeve sunması. Hatta bu pencerelerin çerçevelerinin de konumuna göre değişkenlik göstermesi. Çok düşünüldüğü her açıdan belli olan bir evdi.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Ardından 20. yy sanat akımlarının izlerini en iyi sürebileceğimi düşündüğüm yere yani Tretyakov Şehir Galerisi'ne gittim. Çarşamba günleri ücretsiz olduğunu belirtmem de yarar var. Neyse ki zamanı güzel denk geldi. Bu galeri avangard Sovyet sanat stillerinden başlayıp çağdaş sanata kadar yayılan kronolojik bir sırayla size güzel bir zaman tüneli yaratıyor. Ben çoğunlukla 20. yy'nın başıyla ilgilenmek için gitsem de geçişler beni fark etmeden sonuna kadar götürdü. Burada bulduğum en önemli eser ise, şehrin herhangi bir yerinde karşılaşmayı umduğum 3. Enternasyonel Kulesi'ydi. Yeniden inşa edilmiş halini görmek bile çok iyi geldi. Ardından serginin için Vladimir Tatlin'in diğer soyut eserlerini gördükçe bu sanatçının somutlaşma çabası çok daha anlamlı geldi. Ki bu çaba bir çok konstrüktivist sanatçıya da uğraşmış.
Bu ilham dolu galerinin ardından ne yazık ki zamanım kalmadığı için Moskova Mezarlığı'na uğrayamadım çünkü saat 5'te kapanıyormuş. Programımda ileride kaldığım herhangi bir an sıkıştıracağım bir mekanım haline geldi.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Genel olarak bu mekanların hepsini metroyla gezdim. Biraz hatlara alıştıktan sonra metrolar inanılmaz kolay. Önceden de yazdığım gibi en fazla 10 dakikalık mesafede neredeyse her yere metro bulabiliyorsunuz. Rusça metro adları biraz kafa karıştırsa da İngilizce-Rusça bir metro haritasıyla onu da halletmek çok kolay. Sonrasında geriye sadece hangi tarafa giden metroya bineceğini keşfetmek kalıyor. O da bulmaca çözmek gibi bir şey sanırım.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Yorucu ama keyifliydi. Şehre alıştıktan sonra her şey daha da kolaylaşacak gibi.
Ahmet Can.
4 notes · View notes
emlakhabercin · 5 years ago
Text
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Ticaret Bakanlığı, İzmir Valiliği ve Bilim Kurulu ile yaptığı görüşmelerin ardından 89. İzmir Enternasyonal Fuarı’nın (İEF) açılış tarihinde yeni düzenlemeye gitti. İzmir’in kurtuluşunun yıldönümü olan 9 Eylül’ün coşkusunun, Fuar’ın açılışıyla birleşmesi durumunda yaşanacak olası yoğunluk göz önünde bulundurularak İEF’nin 9-13 Eylül yerine, 4-8 Eylül tarihleri arasında yapılmasına karar verildi.
Fuar 5 gün sürecek
Fuar’a 4 Eylül Cuma gününden itibaren gelecek misafirler, Lozan ve Basmane kapılarından girecek. Misafirlerin giriş kapılarında ateşleri ölçülecek, misafirlere İEF için özel tasarlanan maske ve dezenfektan dağıtılacak. Misafirler içeriye metrekare standartlarına uygun ve kontrollü bir şekilde alınacak. Misafirlerin Kültürpark’ta maske takması ve sosyal mesafe kurallarına uyması zorunlu olacak. Bunun için Kültürpark’a uyarılar yerleştirilecek. Çıkış için ise 26 Ağustos ve Montrö kapıları kullanılacak. Fuar, pandemi önlemleri kapsamında 10 gün yerine bu yıl 5 gün sürecek.
İEF’de Akdeniz sıcaklığı Fuara giriş ücreti 5 TL olacak. İEF bu yıl “Akdeniz” temasıyla yapılacak. Akdeniz kültürünün sıcaklığını 5 gün boyunca Kültürpark’ta yaşatacak. Akdeniz’e has lezzetlerin, kulağa hoş gelen tınıların, renkli kültürlerin birleşiminden doğacak Fuar, bölgenin beraberliğine katkı sağlayacak.
Uluslararası İş Günleri online olacak İEF kapsamındaki Uluslararası İzmir İş Günleri’nin altıncısı ise online olarak 3 – 4 Eylül’de yapılacak. 6. İzmir İş Günleri T. C. Ticaret Bakanlığı, İzmir Büyükşehir Belediyesi, İZFAŞ, İzmir Ticaret Odası (İZTO), Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO), İzmir Ticaret Borsası (İTB), Deniz Ticaret Odası İzmir Şubesi (İMEAK) ve Ege İhracatçı Birlikleri’nin (EİB) işbirliğiyle düzenlenecek.
Tekstil, deniz taşımacılığı ve e-ticaret gibi sektörlerden temsilciler arasında ve bakanlar seviyesinde yapılacak görüşmelerde pandemi sonrası ticaretin fırsatları gündeme gelecek.
Konusunda uzman konuşmacılar ve kurum başkanlarının yer alacağı toplantılar iki gün boyunca devam edecek. 4 Eylül’de ise T.C. Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan İzmirli sivil toplum kuruluşlarının başkanları ile bir araya gelerek İzmir’in Türkiye ticaretindeki stratejik önemini değerlendirecek.
#gallery-0-5 { margin: auto; } #gallery-0-5 .gallery-item { float: left; margin-top: 10px; text-align: center; width: 100%; } #gallery-0-5 img { border: 2px solid #cfcfcf; } #gallery-0-5 .gallery-caption { margin-left: 0; } /* see gallery_shortcode() in wp-includes/media.php */
Çim konserleri pandemi önlemlerine takıldı Çim konserleri bu yıl pandemi önlemleri kapsamında yapılamayacak. Onun yerine Atatürk Açıkhava Tiyatrosu’nda sosyal mesafe kuralına uyularak konser, tiyatro gösterimleri ve açık alanda Akdeniz Sinema Filmleri Gösterimleri yapılacak.
Açık alan fuar düzenlenme kurallarına uygun olarak Lozan Kapısı’ndan itibaren kurulacak stantlar sınırlı sayıda olacak. Belediyeler, eğitim, gıda, hediyelik eşya gibi ürün çeşitliliğinin olacağı fuarda yoğunluk oluşmaması için sık sık uyarılar yapılacak. Ev sahibi İzmir Büyükşehir Belediyesi de kuracağı stantla hizmetlerini misafirlere aktaracak.
Ödül töreni 5 Eylül’de İEF boyunca müzik dinletileri, çocuklara özel eğlenceli aktiviteler, Kültürpark’ın farklı noktalarında etkinlikler de düzenlenecek. Sokak sahnelerinde, İzmirli yerel gruplar misafirleri karşılayacak. INTEL ESL Gaming Fest kapsamında, İzmir Büyükşehir Belediyesi desteğiyle bu yıl ilk kez düzenlenen oyun girişimciliği yarışması Next Game Startup’ın kazananları İEF’de belirlenecek. Ödül Töreni 5 Eylül Cumartesi İsmet İnönü Sanat Merkezi’nde yapılacak.
İzmir Enternasyonel Fuarı(İEF) Açılıyor İzmir Büyükşehir Belediyesi, Ticaret Bakanlığı, İzmir Valiliği ve Bilim Kurulu ile yaptığı görüşmelerin ardından 89. İzmir Enternasyonal Fuarı’nın (İEF) açılış tarihinde yeni düzenlemeye gitti.
0 notes
kamu365 · 5 years ago
Text
Deri sektöründe dijital seferberlik
Egeli dericiler, ürünlerini dijital platformdan ihraç edecek
Ege Deri ve Deri Mamulleri İhracatçıları Birliği, deri ihracatında dijital dönüşüm çalışmalarına hız kazandırarak, üretici ve alıcı firmaları buluşturan Dijital Ticaret Platformu’yla dünyada ve Türkiye’de bir ilke imza atıyor.
Ege Deri ve Deri Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Erkan Zandar, platformun detaylarını Ekonomi Muhabirleri Derneği (EMD) İzmir Şubesince düzenlenen ve yaklaşık 50 katılımcının bulunduğu online basın toplantısında açıkladı.
Zandar, 2020’ye birlik olarak çok iyi bir başlangıç yaptıklarını, Birlik olarak ayakkabı ihracatının yılın başında yüzde 30 yükselişle rekor seviyelere ulaştığını ancak global sağlık sıkıntısıyla beraber işlerin durduğunu anımsattı.
Tarih 1-3 Haziran
Martı az bir kayıpla kapattıklarını, nisanda ise ciddi bir düşüş olduğunu belirten Zandar, mayıs ayının sonunda normalleşmeyle beraber ihracatın başlamasını da umut ettiklerini dile getirdi.
“Yaklaşık 2 ay önce koronavirüsün başlamasıyla beraber hızlı bir çalışmayla dünyadaki fuarcılık ve ticaret sisteminin dijitalleşmeye olan ilgisini incelemeye başladık. Bu bağlamda pek çok yazılım firmasıyla çalışmalar yapmaya başladık. Özellikle ayakkabı ve saraciye sektörlerinin dünyadaki ilk dijital ticaret platformunu yapmaya karar verdik. Bununla alakalı 1-3 Haziran tarihi belirledik. Ümidimiz bu tarihlerde hiç dünyada denenmemiş olan ithal ticaret platformunu gerçekleştirmek. Bununla alakalı yazılım şirketleriyle görüşüp tekliflerimizi almaya başladık. Bazı firmalarla anlaşma noktasına kadar da geldik.”
Çok iyi hazırlanmış bir internet sitesi, bütün ürünlerin dijital ortama taşınmasıyla sürecin başlayacağına değinen Zandar, sadece üreticileri değil müşterileri de bu platforma çekmeyi amaçladıklarını vurguladı.
    Ulaşım kolay, maliyet düşük
Bu hafta içinde sektöre gerekli bilgilendirmeleri yaptıklarını ve ön talepleri toplamaya başladıklarını kaydeden Zandar, İZFAŞ’la beraber hareket edeceklerini de söyledi.
“Dünyada sanal fuarlar hibrit olarak fiziksel başlayıp dijital ortamda sürdürülerek devam ediyor. Fuara gidemeyen ya da yetişemeyen firmalar dijitalden katılımcıları görüp irtibata geçiriyorlar. Şimdi ise tamamen dijitale dönüyoruz. Pilot uygulama yapıyoruz. Şu anki beklentimiz öğrenmek ve sektöre müşterilerimize öğretmek. Bugüne kadar kendi firmalarımızda ürün pazarlarken el sıkışıyorduk şimdi ekrandan yapacağız. Zor bir süreç ve firmalarımızı altyapısal olarak desteklememiz gerekecek. Firmalardan gayret istiyoruz. Ürünlerin fotoğrafları, web siteleri, kamera sistemi iyi bir internet altyapısı gibi. Müşteriler bir kere bu sisteme alıştıklarında ufak çaplı alışverişler için fiziksel olarak bir noktadan bir noktaya gitmek istemeyecekler ve birinci sıraya çıkacak. Üstelik firma başı maliyeti de yüksek değil. Ticaret Bakanlığı’ndan hızlı destek mekanizmasını devreye sokmasını ve bu desteği hiç maliyetsiz verme şansını istiyoruz. Ciddi bir destek alırsak üstünü biz tamamlayarak sağlam bir yol katedebiliriz.”
İZFAŞ’tan destek
Erkan Zandar, Dijital Ticaret Platformu’nun pilot uygulama olduğunu, 30 firmayla yapmayı hedeflediklerini sözlerine ekledi.
“100-150 müşteri bir araya gelecek. Firmaların bu platforma kendi müşterilerini davet etmeleriyle olacak. Dijital fuarcılığı İZFAŞ’ın desteğiyle yürüteceğiz. Katılımcı firmalardan dijitalleşme konusunda yatırım bekliyoruz. Tamamıyla yurtdışı odaklı ve bizim müşterilerimizin kendi müşterilerini davet ettikleri bizim de Google reklamlarıyla desteklediğimiz bir uygulama.”
EİB dijitalleşmeye köprü oluyor
Zandar, pandeminin derinden etkilediği İtalya’da bir hareketin başladığını ancak Micam Fuarı’nın hala fiziksel olarak yapılıp yapılmayacağının belli olmadığını şöyle anlattı:
“Eylül’de yapılacak aktivitelerin online olmasını istiyoruz. İnsanlar artık bir yerden bir yere gitmek istemiyor. Bu değişime hazır olmak istiyoruz. Dünyada şu anda 4-5 senedir var olan hibrit fuarları destekleyen platformlar var. Siz bu sisteme dahil olup firma olarak sizin ürettiğiniz ürünlerle ilgili web sitesi oluşuyor. Bu sistemden ziyaretçiler kendilerini üye yaptıktan sonra firma profillerini okuyarak bilgi aldıktan sonra randevulaşıyorlar. Sanki karşısındaymışsınız gibi bir online görüşme yapılıyor.”
Ege İhracatçı Birlikleri’nin dijitalleşmeye köprü olduğunu söyleyen Erkan Zandar, “Şirketlerin kendi taraflarındaki dijitalleşme yatırımları çok önemli. Bununla alakalı Ur-ge çalışması yapılmalı. Fuarcılık ve yurtdışı masraflar azalacak. Buradan gelecek olan kazançlar dijitalleşmeye doğru akacak. Dünya hızlı bir şekilde dijital eksene kayıyor. Örneğin Çinliler Canton Fuarı’nın online olarak yürütüleceğini açıkladı.” dedi.
Türkiye’deki ilk birlik
Fuar teşvikleriyle alakalı Bakanlıklarla görüşme halinde olduklarına değinen Zandar şöyle devam etti:
“Türkiye’de sanal fuar konusunda ilk adım atan birlik biziz. Ankara’ya hızlı bir şekilde sunum yaptık. Ticaret Bakanımız Ruhsar Pekcan’a bu hafta sunum yapılacak, sonuç bekliyoruz. Her halükarda Haziran’daki platformu oluşturacağız teşvik olsun olmasın sektörün kaybedecek vakti yok müşteriyle buluşması gerek. Ankara’dan hızlı bir dönüşü aldığımızda önümüzdeki hafta firmaları belirleyip yurtdışında yaymaya çalışacağız. Bu iş bize bir çözüm yaratacaksa mal satma imkanı yaratacaksa sonuna kadar arkasındayız.”
Zandar, önümüzdeki haftalarda 8 aydan beri çalıştığımız bir telefon aplikasyonunu duyuracaklarını, Apple’dan izin beklediklerini de sözlerine ekledi.
EİB öncü oldu
İZFAŞ Satış ve Pazarlama Müdürü Gökalp Soygül, dijital fuarcılığın artık kaçınılmaz olduğunu söyleyerek, Ege İhracatçı Birlikleri’nin adımıyla sanal fuar organizasyonlarına başlandığını açıkladı.
“Tüm ortak olduğumuz kurumların iştirakleriyle İZKA’ya dijital fuarcılık platformu dosyamızı ilettik. Normalleşme minimum 3-4 ay sürecek. Bizim organizasyonlarımız Eylül sonu Ekim başı gibi başlayacak. Mermerde aynı yolu düşünmüyoruz. Turizmde hibrit fuar, moda fuarlarının etkinlik kısımlarını online’a çevirmeyi planlıyoruz. İzmir Enternasyonel Fuarına da acil durum planı hazırladık. Online festival gibi etkinlik belirledik. Altyapı hazır. Satın alma kısmına geçmek üzereyiz. Önümüzde bir engel yok. Fuarcılık tecrübemizi online’a aktaracağız. Firmaları eğitmek çok önemli. Zorunluluktan doğan evrimleşme yaşıyoruz öğrenme hızı ekran bağımlılığımız arttı. Bu dönemi pozitif kullanmalıyız. EİB gibi kurumların öncü olması gerek. Bu tür bir B2B’ye yaklaşması çok önemli. Kullanıcı kolay bir şekilde ayak uyduracak.”
Dijital fuarcılıkla tüm dünyaya açılma imkanı
Ege Deri ve Deri Mamulleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Halil Gündoğdu ise, salgın sonrasında ticaretin genel anlamda tüm dünyada aksamasının bir yandan kötü etkisi olsa da diğer yandan dijitalleşme sürecini hızlandırması bakımından iyi olduğuna değindi.
“Dijitalleşmek, daha az zaman ve maliyetle tüm dünyaya açılma imkanı tanıyor. Bu süreç firmalara yeni bir maliyet kapısı, bir yük gibi gözükse de fiziksel anlamda yapılan fuarlara göre yüzde 10’luk bir maliyetle tüm dünyaya açılma imkanı sunuyor. Fuarlar daha çok hibrit dediğimiz hem sanal hem fiziksel olarak devam edecek. İZFAŞ’ın desteklerine ihtiyacımız var. Bizde onlara destek olacağız Deri üretimiyle ilgili kaliteli işleme konusunda sıkıntımız yok. Biz deride sıkıntı yaşamıyoruz. İtalya’daki üreticilerin birçoğu açılmaya başlıyor. İthalatta sıkıntı yaşamayacağız. Bütün ülkelerde içe kapanma var. Geçmişten gelen üretimleri değiştirmek kolay değil.”
Ege Deri ve Deri Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkan Yardımcısı Selahattin Güven, e-ticaret ve dijitalleşme konusunda ihracatçı firmaların eksiklerini giderme adına çalışmalar yapacaklarını dile getirdi ve Dijital Ticaret Platformu’nun sektörde Türkiye’de bir ilk dünyada da bir ilk olduğunu çok iyi değerlendirilmesi gerektiğine dikkati çekti.
Hibya Haber Ajansı
Hibya Haber Ajansı
The post Deri sektöründe dijital seferberlik appeared first on Kamu365 | Dünya Gündemi.
from WordPress https://ift.tt/3dkbxot via IFTTT
0 notes
barkoturktv · 6 years ago
Text
Kılıçdaroğlu: Türkiye'nin Suriye topraklarındaki terörle mücadelesi meşrudur
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP'nin 'Suriye'de Barışa Açılan Kapı' teması ile gerçekleştirdiği Uluslararası Suriye Konferansı açılışında konuştu. "Türkiye'nin Suriye topraklarında sürdürdüğü terörle mücadelenin meşruluğuna inanıyoruz" diyen Kılıçdaroğlu, bu mücadelenin Suriye'nin toprak bütünlüğüne saygı gösterilerek ve doğrudan Şam yönetimi ile ilişki kurularak sürdürülmesinin en doğru yol olduğunu ifade etti. Öte yandan Kılıçdaroğlu, Suriye'de barışın ve demokrasinin sağlanması için verilen mücadelede dikkat edilmesi ve yapılması gerektiğini düşündüğü önerileri beş maddede sıraladı. Kılıçdaroğlu'nun önerileri şöyle: 1) Ankara ile Şam arasındaki yolun barışa giden en kestirme yol olduğunu ve Suriye'nin geleceğinin ancak Suriye halkının karar vereceğini asla unutmamalıyız.  2) ABD ve Rusya'nın çıkarları arasında savrulmamak için toprak bütünlüğünü, siaysi bağımsızlık, egemenlik, iyi komşuluk ilişkilerine dayanan bütünlüklü tek bir Suriye politikası izlemeliyiz.  3) Suriye politikası başta olmak üzere uluslararası hukuka ve ilişkilere dayalı meşruluğu olan bütün aktörlerle konuşarak diplomasiyi etkin kılmalıyız. 4) Bugüne kadar uluslararası hukuk ve meşruiyete aykırı bütün hamlelerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz. 5) Suriye yeniden güvenli ülke olduktan sonra ülkemzideki sığınmacıların gönüllü geri dönmelerini teşvik etmeliyiz." Kılıçdaroğlu'nun konuşmasından satır başları şöyle: "Mart 2011'de Suriye'de iç karışıklarla başlayan daha sonra ülke geneline yayılan ve dış müdahalelerin de etkisiyle derinleşen iç savaş kısa sürede küresel ölçekte büyük bir insani felakete dönüştü. Türkiye bölgemizdeki bu yangını söndürebilecek kapasiteye sahip. Güçlü ve itibarlı bir bölge ülkesi iken uygulanan yanlış Suriye politikaları ile komşularımızdaki yangının büyümesine neden oldu. Ve bu yangın hiç tereddütsüz doğrudan Türkiye'yi de etkiledi. İşte bu konferans bölgedeki yangını söndürme istek ve niyetimizin, Türkiye ve Suriye arasındaki tarihsel bağlara ve kardeşliğe verdiğimiz önemin, bölgemizin huzur ve refahına katkı yapma çabamızın ve her şeyden önemlisi Türkiye'nin dış politikasının yeniden barışçıl temeller üzerinde yükselmesine yönelik özlemimizin bir çabasıdır. CHP olarak bu konferansta Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkileri onarmak için Suriye'de savaşın başladığı 2011 yılından bu yana attığımız adımlara bir yenisi ekliyoruz. Hatırlatmam gerekirse 2011 yılından bu yana; Bir; Suriye'de akan kan dursun, bölgemizde barış rüzgârları essin diye Suriye yönetimiyle eylül 2011'de Suriye muhalefeti ile ise Aralık 2012'de temas ederek diyalog ortamı kurmaya çalıştık. İki; Nisan 2012'de TBMM'de genel görüşme önerisi vererek Suriye konusunda bütün siyasi partilerin barıştan yana ortak bir tutum almaları için çaba gösterdik.  Üç; yine Nisan 2012'de İstanbul'da bir Arap Baharı Konferansı toplayarak bölgemizin barışa eşitliğe ve özgürlüğe olan özlemini dile getirdik. Dört; Ağustos 2012'de Suriye'deki savaşa son vermek için Türkiye'nin öncülüğünde bir uluslararası konferans toplanmasını istedik. İktidar tarafından reddedilen önerimizin bir benzeri Cenevre süreci olarak bugün işlemektedir. Beş; Şubat 2013'te Sosyalist Enternasyonel bünyesinde bir Suriye çalışma grubu kurulmasını sağladık. Altı; Mart 2013'te dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'ne Suriye konusunda çözüm içerikli önerilerimizi içeren bir mektup gönderdik.  Yedi; Haziran 2016'da ülkemizdeki Suriyeli sığınmacılar sorununa sosyal demokrat bir perspektifle çözüm önerileri içeren bir kitap yayınladık. Aynı konuda Mart 2019'da da iki adet rapor yayımladık. Sekiz; Mayıs 2018'de açıkladığımız seçim bildirgemizden Orta Doğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı'nın kurulmasını istedik. Gururla ifade etmek isterim ki başta Orta Doğu ülkeleri olmak üzere, hassasiyeti bulunan tüm ülkelerin siyasi ve diplomatik yöneticileri OBİT'i bölge için en önemli önermelerden biri olarak kabul ettiklerini ifade ediyorlar. İlk etapta Türkiye İran, Irak ve Suriye'nin katılımıyla kurulmasını ön gördüğümüz OBİT'in kısa sürede bölgeden tüm dünyaya yayılacak barışın öncüsü olacağına inanıyoruz.  Dokuz; Eylül 2018'de İdlib konusunda 6 maddelik bir çağrı yaparak yaklaşan tehlikeye karşı bütün sorumluları uyardık.  Değerli konuklar bu çabalarımızın tek bir amacı vardı Doğu'nun ve Batı'nın buluştuğu coğrafyamızda akan kanı durdurmak ve bölge halkalarının geleceğe eşitlik ve kardeşlik içinde umutla bakmalarını sağlamaktı. İzlenen dış politikanın Türkiye'nin çıkarlarına endekslenmiş bir dış politika olmadığını, 90 yıllık dış politikamızın kısa sürede perişan edildiğini, ve bütün birikimlerimizin çöp sepetine atıldığını, Orta Doğu'ya mezhep eksenli bakılmasının Türkiye'nin tarihinde görülmemiş olduğunu hep vurguladık. Eskiden Türkiye Orta Doğu coğrafyasına tarafsız bakışıyla bütün bölge ülkelerinden saygı görürdü. Son yıllarda izlenen politika ise tam tersi bir tablonun ortaya çıkmasına neden oldu. Şimdi komşularımız Türkiye bize neden düşman diye soruyorlar. Şu hususun altını özenle çizmek isterim biz uluslararası hukuktan yanayız. Silahlı müdahaleler bakımından uluslararası meşruiyetin tek kaynağı hâlâ Birleşmiş Milletler Güvenli Konseyi'nin kararlarıdır. Uluslararası hukuka ve sağ duyulu bir dış politikaya saygı göstererek hareket etmek zorundayız. 2011 yılından bu yana yaşadıklarımız ve bugün geldiğimiz nokta CHP'nin konuya ilişkin tutumunun ne kadar isabetli olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle doğru bildiğimiz yolda yürüyemeye devam edeceğiz.  Suriye'deki savaşın sona ermekte olduğuna ilişkin kanaat her geçen gün güçlenirken Ankara ve Şam'ın önlerinde yanıt bekleyen sorular bulunduğunu ve barışa doğru atılması gereken adımların olduğunu unutmamalıyız. Öncelikle Suriye Anayasası'nı yazacak bir Anayasa Komitesi'nin oluşturulmasını not ediyor, yeni anayasanın Suriye'nin demokratikleşmesini sağlamasını ve Suriye halkının geleceğini aydınlatmasını diliyoruz. Anayasa Komitesi hepimizin bildiği gibi Suriye yönetiminin, muhalefet yöneticilerin ve sivil toplum kuruluşlarının belirledikleri 150 kişilik bir listedir. Bu komitenin dış müdahalelerden uzak bir biçimde Suriye halkının ortak çıkarlarına zemininde ortak mutabakat çıkarması beklenir. Aynı şekilde Suriye'nin farklı dil, din ve mezhep aidiyetlerinin oluşturduğu çoğulcu ve seküler toplum yapısının korunmasının da özen gösterilmesi gereken bir alan olduğu unutulmamalıdır. Bugün de aynı kararlılıkla savunuyoruz, Suriye'nin geleceğine Suriye halkının karar vermesi, demokrasinin, egemenliğin ve bağımsızlığın olmazsa olmazıdır. Bu nedenle Suriye'deki yeni Anayasa çalışmalarına atıfla rahatlıkla söyleyebilirim ki egemenlik kayıtsız şartsız Suriye halkının olmalıdır. Değerli konuklar İdlib'deki gelişmeler son derece kaygı vericidir. İdlib'de El Kaide ve türevi örgütlere mensup on binlerce teröristin Türkiye'ye sızma olasılığı ülkemiz güven ve istikrarı için ciddi bir tehlikedir. İdlib'de gözetleme noktalarındaki askerlerimizin can güvenliği hepimizin ortak kaygısıdır. Öte yandan iktidarın izlediği savaş politikalarının mağdurları olarak ülkemize sığınan milyonlarca Suriyeli'nin sorunu sadece bizi değil, bütün demokratik dünyayı düşündürmelidir.  Türkiye çok uzun süredir terör örgütlerinin hedefi altındadır. Ülkemizde teröre karşı yürütülme mücadelenin sınırlarımızın ötesinde sürmesi ise uluslararası anlaşmaların ve angajmanların sağladığı bir haktır. Bu bağlamda Türkiye'nin kendi güvenliğini sağlamak amacıyla Suriye topraklarında sürdürdüğü terörle mücadelenin meşruluğuna inanıyoruz ancak terörle mücadelenin Suriye'nin toprak bütünlüğüne saygı gösterilerek ve doğrudan Şam yönetimi ile ilişki kurularak sürdürülmesinin en doğru yol olduğu inancındayız. Aklımızdan çıkarmamamız gereken bir geçek var, o da Suriye'nin barışı ile Türkiye'nin huzurunun iç içe geçmiş olduğudur." "1) Ankara ile Şam arasındaki yolun barışa giden en kestirme yol olduğunu ve Suriye'nin geleceğinin ancak Suriye halkının karar vereceğini asla unutmamalıyız.  2) ABD ve Rusya'nın çıkarları arasında savrulmamak için toprak bütünlüğünü, siaysi bağımsızlık, egemenlik, iyi komşuluk ilişkilerine dayanan bütünlüklü tek bir Suriye politikası izlemeliyiz.  3) Suriye politikası başta olmak üzere uluslararası hukuka ve ilişkilere dayalı meşruluğu olan bütün aktörlerle konuşarak diplomasiyi etkin kılmalıyız. 4) Bugüne kadar uluslararası hukuk ve meşruiyete aykırı bütün hamlelerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz. 5) Suriye yeniden güvenli ülke olduktan sonra ülkemzideki sığınmacıların gönüllü geri dönmelerini teşvik etmeliyiz." Read the full article
0 notes
gafalisi · 8 years ago
Text
TAKSİM CAMİİ UZUN HİKAYESİ!!!
"Şeriat-ı Muhammediye'yi batıranlardan ve beytülmal-ı Müslimini yağma edenler ve ulemayı ve sair Müslümanları kâfirlere tercih edenleri ve kâfir ile İslâm arasında fark yoktur diyen ve gerek (6 nokta) olsun ve gerek ona muayyen eden zalimler olsun onların kanını dökmedikçe durur isek dinimiz kâfir olsun ve Karun gibi mel'un olalım ve Ebu Cehil gibi merdud olalım..." Türkiye’nin ilk başarısız darbe girişimi bundan 157 yıl önce darbenin lideri olan Süleymaniyeli (Irak Süleymaniye) Şeyh Ahmed’in bu fetvasıyla başlamıştı. Fetvada kanının dökülmesine cevaz verilen kişi padişah Abdülmecid’di. Yıllarca yaşadığı odasında ticaret yaparak hayatını sürdüren bir şeyh olarak bilinen Süleymaniyeli Şeyh Ahmed, aralarında paşaların, başka tarikat şeyhlerinin, zengin ailelerin de olduğu bir fedailer cemiyeti kurmuştu. “Süleymaniyeli Şeyh Ahmed ile aramdaki muahedeyi kabul ettim ve ben muvahhid fedaiyim” diyerek yazılı ahid vererek girilen cemiyet 10 bine yakın silahlı fedaiye ulaşmıştı. 14 Eylül 1859 günü Şeyh Ahmed ve cemiyetin önde gelen 41 kişisi Tophane’deki Kılıç Ali Paşa Camii’nde toplanmıştı. Sultan Abdülmecid, Tophane’den geçerken onu öldürecek, yerine dindar bir padişah olan Abdülaziz’i geçireceklerdi. Ama cemiyetin içindeki Tophane-i Amire kâtiplerinden Arif Bey, darbeyi ihbar etti. Kısa süre sonra Kılıç Ali Paşa Camii basıldı ve darbeciler yakalanıp Kuleli Askerî Lisesi’ne kapatıldı. Tarihe "Kuleli Ayaklanması" olarak geçen bu ilk başarısız darbe girişimi 3 yıl önce padişahın ilan ettiği Islahat Fermanı’na karşı toplumda oluşan tepkinin sonucuydu. Şeyh Ahmed’in fetvasında bahsettiği “kâfir ile İslâm arasında fark yoktur” Abdülmecid’in adını ‘gâvur padişah'a çıkaran Islahat Fermanı’ndan sonra gayrimüslimlere verilen haklara karşı bir tepkiydi. O haklardan Müslüman ahalinin en çok gözüne batan tahta tokmak yerine artık kiliselerde çan çalınmaya başlaması ve gayrimüslimlerin kilise, havra, manastır ve mektep inşa ve tamiri konusundaki kısıtlamaların kaldırılmasıydı. Yasağın kalkması üzerine 1867 yılında Beyoğlu’nda içinde tahta bir mütevazı kilisenin de olduğu mezarlık olarak kullanılan bir araziyi satın alan Patrikhane bir kilise yapmaya başladı. 2. Abdülhamid Han devrinde Saray Mimarı unvanı alıp, Darülaceze’yi yapacak mimar Vasilaki Efendi’nin yapmaya başladığı kilisenin mevcut kiliselerden büyük bir farkı vardı. Camilere benzememesi için camiler ve türbeler dışında yasaklanmış olan kubbeli olarak inşa edilecekti. Yanı başında içinde Müslüman ve gayrimüslim mezarlıkları olan en büyük mezarlığı Ayaspaşa Mezarlığı olan görkemli ve kubbeli kilisenin inşaatı sırasında; Osmanlı’daki Ortodoksların hamiliği iddiasındaki Ruslarla Osmanlı orduları bir kere daha karşı karşıya geldiler. "93 Harbi" olarak bilinen büyük savaşta dağılan Osmanlı ordusunu önüne katan Ruslar, İstanbul’a girdiler ve Yeşilköy’e kadar geldiler. Ancak meşhur Ayastefanos Anlaşması’yla çekildiler. Rusların bu ezici zaferinden iki yıl sonra Aya Triada adı verilen kilisenin inşaatı bitti. Beyoğlu’nun girişinde, yanı başında 93 Harbi'nde ölen Osmanlı askerlerinden yattığı mezarlığın yanı başında açılan kilise hakkında; Rusların verdiği parayla yapıldığı, Ayastefanos Anlaşması’nda bu kilisenin şart koşulduğu gibi dedikodular halk arasında yayıldı. Ezeli düşman Rusya’nın hamiliğinde yapılmış olması, büyüklüğü, kubbeli olması, o güne kadar alışık olmadıkları çan sesleri Müslüman ahaliyi rahatsız etmişti. Bir rivayete göre Taksim’de o kilisenin tam karşısına aynı görkemde bir cami inşa etme fikri taa o tarihlere kadar uzanıyor. Ama bu fikrin sebebi sadece Aya Triada’nın rövanşı da değildi. Genel olarak gayrimüslimlerin, elçilerin, Batılı hayat tarzının merkezi olan Beyoğlu’nda 1594 yılında yapılmış Ağa Camii’nden başka caminin (Topçu Kışlası içindeki cami de 1922’de satılıp, yıkılmıştı) olmamasına karşı bir tepkiydi. havsalam almıyordu bu hazin hâli önce ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım; allahımın ismini daha çok candan andım. ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen! böyle sokaklarda ki, anası can verirken, ışıklı kahvelerde kendi öz evladı var... böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar, en kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini, üstünde orospular yükseltiyor sesini. burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor, yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor. kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu, anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen! ey bu caminin ruhu: bize mucize göster mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer bir gün harap olmazsa türkün kılıç kınıyla, baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla!.. 1921 yılında işgal altında olan İstanbul’da, yıkık dökük durumdaki Ağa Camii’ne bakarak bu şiiri yazan şair o günlerde genç bir şair olan Nazım Hikmet’ti. Nazım Hikmet’i de saran bu “İmansız muhitte yalnız kalmış cami” motivasyonu Taksim’e cami inşa etme arzusunun motorlarından biriydi. Daha sonra büyüyen şehir, Beyoğlu bölgesinin değişen sosyolojisi ve bölgedeki tek cami olan Ağa Camii’nin küçüklüğüyle bu motivasyona ihtiyaç da eklendi. Taksim’e bir cami yapılmasıyla ilgili ilk girişimin tarihi 1952’ydi. “Taksim’de büyük bir cami yapılacak” başlıklı 14 Şubat 1952 tarihli Cumhuriyet gazetesinden okuyalım: “Taksim Meydanı, İstanbul’un büyük çapta Türk ve İslam mimari abidelerinden mahrum bir köşesidir. Ağa Camii’nin tamirinden ve Şişli Camii’nin inşasından sonra çehresi biraz daha değişen Beyoğlu semti için Taksim’de bir cami inşa edilmesi düşünülmektedir. Merkezi Ankara’da bulunan Anıtlar Derneği bu hususta şimdiden harekete geçtiğini, düşünülen caminin projesini bile tespit ettirdiğini öğrenmiş bulunuyoruz…” Mevlana ailesinden gelen ve 27 Mayıs darbesinden sonra üniversiteden atılan 142’liklerden biri olan tıp profesörü Feridun Nafiz Uzluk’un başkanlığından Anıtlar Derneği, İstanbul başta olmak üzere çok sayıda şehirde camiler yaptırmış bir dernekti. 1955 yılında derneğe İstanbul Belediyesi’nin Taksim Camii için gerekli arsayı ayırdığı haberleri çıktı ama proje gerçekleşemedi. Taksim’e cami yapılmasıyla ilgili ikinci girişim 1960’ların ortasında yapılıyor. Bu kez girişimin öncüleri ünlü iş adamları. İshakol Boyaları’nın sahibi Rizeli Süleyman İshakoğlu başkanlığındaki dernekte ÇBS boyalarının sahiplerinden Abdülkadir Çavuşoğlu ve Ülker’in sahibi Sabri Ülker de vardır. Caminin maketi bile hazırdır. http://www.ishakol.com/bayi/sosyalsorumluluk İlk somut adımı 1965 yılında Başbakan Süleyman Demirel atar. Bakanlar Kurulu’ndan Taksim Sular İdaresi’nin arkasındaki Ziraat Bankası ve Hazine’ye ait arazinin cami yapılmak şartıyla Vakıflar Müdürlüğü’ne satılması kararı çıkmıştır. Şartın süresi 10 yıldır. Artık cami için arsa, proje ve para vardır ama belediyeler ve bakanlıklar arasında karar gidip gelir. İstanbul’un CHP’li belediye başkanı Ahmet İsvan projeyi mahkemeye götürür. Mahkeme arsa tahsisi kararını durdurur. Bu arada Süleyman İshakoğlu, halen kullanılmakta olan küçük mescidi yaptırır. O da mahkemeye verilir. Sebep, bahçede namaz kılmak için beton dökülmesidir. 1975 yılında 1965’teki Bakanlar Kurulu tahsisinin öngördüğü 10 yıllık süre dolar. 1977 yılında yine Süleyman Demirel Başbakanlığındaki ikinci Milliyetçi Cephe Hükümetinin yıkılmasından kısa bir süre önce Beyoğlu İlçesi İmar Planı’nda değişiklik yapılarak otopark olarak görünen arazi yeniden cami için tahsis edilir. 13 Mayıs’ta MC Hükümetinin AP’li Kültür Bakanı Rıfkı Danışman’ın imzaladığı cami projesi üç ay sonra Bülent Ecevit başbakanlığındaki yeni hükümet zamanında Anıtlar Kurulu’ndan da olur almıştı. Bir cami ve altında çarşıyı içeren Taksim Camii Şerifi Külliyesi Avan Projesi için tek bir engel kalmıştı. Arsadaki diğer mülk sahiplerinin rızası. O mülk sahiplerinden biri 180 m2’lik alanın sahibi olan İstanbul Belediyesi’ydi. Projeyi başından beri engellemiş CHP’li Ahmet İsvan’ın yerine seçilen yine CHP’li Aytekin Kotil’den da onay çıkmadı. Tekrar Başbakan olan Demirel 5 Mayıs 1980’de bir adım daha attı ve arsadaki Ziraat Bankası arazisinin cami yapılmak üzere Vakıflar tarafından satın alınması ve paranın da Hayrat Fonu’ndan karşılanması için bir Bakanlar Kurulu kararı daha çıkardı. 10 Eylül 1980 günü TRT akşam haberlerinde Taksim’e yapılacak cami ile ilgili haberler yapılmış, Taksim Camii Şerifi Derneği yöneticileri İshakoğlu ve Çavuşoğlu’nun görüşlerine yer verilmişti. İki gün sonra darbe oldu. İş adamları projenin peşini bırakmadılar. Kenan Evren’e ulaşmaya çalıştılar. Hatıratına göre Evren Taksim’e cami talebini geri çevirdi. 1981 yılında da darbenin İstanbul Belediye Başkanı orgeneral İsmail Hakkı Akansel 1977’deki Bakanlar Kurulu kararıyla değiştirilen camiye tahsis edilen arsayla ilgili planı değiştirerek katlı otoparka çevirdi. Değişiklik İmar ve İskan Bakanlığı tarafından da onaylanarak Taksim Camii hayallerine bir darbe daha vuruldu. 1982 yılında dönemin Başbakan Yardımcısı, iş adamlarına derneği feshedip cami için bir vakıf kurulmasını önerdi. Darbe döneminde alınan karara dönemin İstanbul Vakıflar Başmüdürü Süleyman Eyüpoğlu, 1983’te 12 Eylül döneminde İstanbul Belediye Başkanlığı’na atanan 3. Kişi olan Orgeneral Abdullah Tırtıl’a gönderdiği itirazla karşı çıktı. İtirazın gerekçesi ilginçti; “Bugün Türk devletinin dış politikası, İslam âlemine ve Arap devletlerine dönük kesif faaliyetler arz etmektedir. Taksim semtinde bir cami yapılması, Arap devletlerinin dikkatini Türkiye’nin üzerine celbedecek, enternasyonel bir hüviyet arz edecektir. Geçen seneler İstanbul’da yapılan İslam devletleri Konferansı’na iştirak eden delegeler bu ihtiyaca işaret etmeler ve bu hususta yardımda bulunma talepleri Taksim’de caminin ne kadar zaruri bir ihtiyaç olduğunu ortaya koymuştur.” Vakıfların ve arsanın eski sahibi Ziraat Bankası’nın itirazları son olarak Danıştay’ın önüne gitti. Ve Danıştay 6. Dairesi, 7 Şubat 1983 günü verdiği kararla Taksim Camii Projesinin “Şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararı açısından uygun olmadığına” karar verdi… Ama Taksim’e cami ile ilgili ümitler bitmemişti. 1984 yılındaki Belediye seçimlerinde ANAP’ın adayı olan Bedrettin Dalan kampanyasında Taksim Meydanı’nın yeniden düzenlenmesi sözü vermişti. Dalan başkanlığının ilk yıllarında Taksim’e cami-çarşı projesine sıcak baktığını söylemişti. Ama 1987’de düzenlediği Taksim Meydanı Tasarım Proje Yarışması’nın jüri başkanlığına 1983’te Danıştay’ın camiye karşı çıkan kararının bilirkişilerinden birini getirmiş, yarışmanın şartnamesinde de camiye yer vermemişti. Vakıflar Müdürlüğü’nün hatırlatmaları da işe yaramadı. 1989’da SHP’li belediye başkanı Nurettin Sözen döneminde de proje otopark olarak plandaki yerini korudu. 1991 yılında Taksim’e cami projesi iş adamı İbrahim Arslan başkanlığında kurulan Taksim Camii Kültür ve Sanat Vakfı ile yeniden gündeme geldi. En dikkat çekici olanı, 86 kişilik vakıf meclisinde olan isimlerdi: Recep Tayyip Erdoğan, Vehbi Koç, Rahmi Koç, Sabri Ülker, Sakıp Sabancı, Semiha Şakir, Şarık Tara, Osman Boyner, Ekmeleddin İhsanoğlu, Kemal Ilıcak, Asım Kocabıyık, Prof. Dr. Esat Coşan, İbrahim Cevahir, Tayyar Altıkulaç, Ahmet Kabaklı, Taha Akyol, Fuat Bol, Necati Özfatura... Hemen harekete geçen vakıfla, Vakıflar Müdürlüğü arasında bir protokol imzalandı. Protokol, arsayla ilgili planın düzeltilmesi için birlikte çalışılmasını ve yapılacak caminin mülkünün vakıflar müdürlüğüne bırakılmasını öngörmekteydi. 1992 yılında Vakıflar Müdürü, tekrar belediyeye planın düzeltilmesi için başvurdu. Ama belediyeden bir cevap gelmedi. Vakfın girişimleriyle 1993 yılında 1 Numaralı Koruma Kurulu’ndan camiye yeşil ışık yakan bir karar çıkartıldı. Karara göre önündeki maksemin boyunu aşmayan bir cami yapılabilecekti. Ama düğümü esas çözecek olan 27 Mart 1994 yerel seçimleri olacaktı. Seçimi kampanyasında Taksim’e cami sözü veren Recep Tayyip Erdoğan kazanmıştı. Erdoğan’ın, “Taksim’e cami iznini vereceğiz, temelini de Cumhurbaşkanı Demirel’e attıracağız” sözleriyle tartışmalar yeniden başladı. Erdoğan’a cevap dönemin İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu’ndan geldi; “Mülki amir benim, izin vermeyeceğim.” Aynı günlerde Refah Partisi lideri Necmettin Erbakan da “Yakında Taksim Camii’nin temelini atacaklarını” duyurdu. Tartışmalara 1994 ve 1995’te Koruma Kurulu’nun verdiği iki karar noktayı koydu. Kurul, cami yapılması için tahsis edilen otopark alanında tarihî su yapılarına ait kalıntılar ve tuğla mezarlardan oluşan bir nekropol olduğunu iddia ederek bölgeyi SİT alanı ilan etti. Artık Taksim Camii hararetli laiklik tartışmalarının en önemli maddelerinden biriydi Tartışmalar o kadar şirazesinden çıkmıştı ki ünlü bir iş adamı, “Eğer Taksim’e cami yapılacaksa hemen karşısında bana da Atatürk’e ibadet edebileceğim bir mabet yapsınlar” bile demişti. Refahyol iktidarının kurulmasından sonra Kültür Bakanlığı koltuğuna oturan İsmail Kahraman “Taksim’de camiye karşı çıkanların yobaz olduğunu” söylemesi tartışmaları büyüttü. 28 Ocak 1997 günkü gazetelerde Taksim Camii’nin temelinin 29 Mayıs İstanbul’un Fethi yıl dönümünde atılacağı haberleri vardı. Ama bir ay sonra 28 Şubat 1997 günkü Millî Güvenlik Kurulu toplantısından sonra bütün planlar altüst oldu. 4 Mart günü İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ilk meclis toplantısında Taksim Camii Projesi gündeme alınmadı. Refah Partisi Meclis Sözcüsü “Taksim Camii şimdilik gündemimizde değil” açıklaması yaptı. Laiklik tartışmalarının en hararetli konularından biri hâline gelen Taksim’e cami projesi, AK Parti iktidarı boyunca da gerilimi artırmama stratejisiyle uzun süre gündeme gelmedi. Başbakan Erdoğan, 2012’de Taksim’e cami fikrinden yeniden bahsetmeye başladı. 2013 Gezi Olayları sırasında bu fikrini tekrarladı. 19 Ocak 2017’de İstanbul İki Numaralı Kültür varlıklarını Koruma Kurulu’nun onayına kadar ise bu konuda bir adım atılmamıştı. Kararın ardından 65 yıllık mazisi olan Taksim Camii’nin temeli atıldı. Taksim’e caminin bir ihtiyaç olduğu açık. Ama bu, sadece Taksim’de cuma günleri namaz kılınacak yer olmaması ya da oradaki teneke minareli mescitten kaynaklı fiziki bir ihtiyaç değil, esas olarak Türkiye’nin uzun modernleşme tarihinin kimlik, laiklik tartışmalarından ortaya çıkmış temsil edilme, var olma taleplerini karşılayacak metafizik bir ihtiyaç da… O yüzden Türkiye’nin normalleşmesi, rahatlaması için de Taksim’e bir cami yapılmalı. Bundan 3 yıl önce bu fikre yükselen itiraz seslerinin, her ne kadar referandum etkisi dense de artık yükselmemesi bu normalleşmenin cami yapılmadan gerçekleşmeye başladığını gösteriyor. İstanbul’a büyük katkıları olmuş Turing Başkanı Çelik Gülersoy 90’lardaki cami tartışmaları sırasında “Camiyi yapalım ama karşısındaki kilise kadar estetik ve görkemli olmayacaksa hiç yapmayalım” demişti. 2012 yılında tartışmalar yeniden başladığında yazdığım yazının sonundaki önerimle bitireyim: “Taksim’e öyle bir cami yapılsın ki, Bienal’e, Film Festivali’ne gelen en modern kalabalıklar bile içinde oturup kitap okumak istesin. Öyle bir cami olsun ki, bakanlar İstanbul’un sadece Doğu-Batı arasında kalmış bir köprü değil, yeni formların üretildiği bir şehir olduğunu da görsün. O cami Türkiye’ye özgü Batı-dışı modernlik tecrübesinin sembolü olsun. Mümkünse ezanlar da minareden, altında kalabalıklar toplayacak kadar makamlarına uygun ve davudi sesli müezzinler tarafından canlı canlı okunsun…”
0 notes