Tumgik
#Fahri Yardım
Text
Tumblr media
35 notes · View notes
movienized-com · 6 months
Text
Die Quellen des Bösen
Die Quellen des Bösen (Serie 2023) #HenrietteConfurius #FahriYardım #BettinaLamprecht #CloéHeinrich #AngelinaHäntsch #SophiePfennigstorf Mehr auf:
Serie Jahr: 2023- (Oktober) Genre: Krimi / Drama / Thriller Hauptrollen: Henriette Confurius, Fahri Yardım, Bettina Lamprecht, Cloé Heinrich, Angelina Häntsch, Sophie Pfennigstorf, Till Wonka, Filip Schnack, Nico Ehrenteit, Karsten Antonio Mielke, Patrick Heinrich, Michel Hoppe … Serienbeschreibung: Mecklenburg-Vorpommern, 1993: In einem Wald nahe der Grenze zwischen BRD und DDR wird die…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
ertan2618 · 11 months
Text
Tumblr media
BABAM “BUNLARI ALIŞTIRMA” DEMİŞTİ!..
Ne zaman havalar soğusa rahmetli babamla yaşadığım o hatıram akla geliyor... Şimdi o insanlar da gitti o komşuluklar da kalmadı…
Soğuk karlı bir kış günüydü… Babam o yıllarda odun kömür satan bir tüccardı. Kömürcü Fahri derlerdi. Çevrede herkes bilirdi…
Ben de babamın yanında hafta sonları ve tatillerde takılırdım. Yine bir soğuk kış günüydü… Kar yağmıştı ama sabahleyin de yağmur çiseliyor ayaz insanın iliklerine işliyordu…
Bir kadın geldi kapıdan… Sıcak yazıhaneden içeri de girmeye çekiniyordu. Kırklı yaşlarda bir teyzeydi… Kararsızlığı üzerine ben seslendim:
-Buyur abla, ne istediniz.
Abla konuşmaya çekiniyor gibiydi. Belli ki hâli vakti yerinde değildi. Hiç üstelemeden sordum:
- Odun kömür mü lazım?
- Yalnız param yok. Kocam işsiz. Çocuklarım çok üşüdü de, bilmem bir torba kömür verebilir misiniz?
O ablanın ezik hâli yaktı kavurdu beni. Yerimden fırladım:
- Ne demek abla, ne zaman istersen gel. Kömür al. Bir çuval da odun vereyim.
- Allah sizden razı olsun...
Kadıncağız dualar ederek, gözlerinde süzülen sevinç yaşlarını silerek odun ve kömür torbasını alıp giderken ardından seslendim:
-Abla samimi söylüyorum, ne zaman ihtiyaç olursa gel çekinme… Komşuyuz biz…
Abla ihtiyacını alıp gitti. Akşama doğru babam geldiğinde kendisine ne kadar satış yaptığımızı bildirirken bu durumu da anlattım.
- Bir torba kömür ile bir çuval odun verdim, dedim.
- Parası, dedi babam.
- Ya kadın kocası çalışmıyormuş. İşsizmiş. Çocukları evde üşümüş.
- Oğlum ben ne yapayım? Her param yok diyene kömür verirsek kapatıp gideriz bu dükkânı. Yanlış yapmışsın!
- Ya baba bir torba kömürden ne çıkacak? Sevap ya…
- Ah oğlum sen bunları bilmezsin. Alıştırdığın zaman başını alamazsın...
Babamın öyle demesi çok şaşırttı beni. Gerçekten dediği doğru muydu? Doğru olamazdı. Çünkü alıştırırsan demek yanlıştı. O zaten mağdur olduğu için geliyordu. Sen izin verdiğin için de sürekli gelecekti. O zaman alıştırmış mı oluyordun?
Babama bir şey demedim ama o gece bayağı canım sıkıldı. Babam ki ibadetini de yapan bir kimseydi, dürüst bir adamdı. Ama ticaret mantığı ile olaylara bakıyordu...
Ertesi sabah kalktım muhtara gittim. "Mahallemizde kocası işsiz üç çocuklu bir hanım var. Adresini biliyor musun?" dedim.
Kömür yardımı yaptığım kadıncağızla ilgili hatıramı anlatmaya bugün de devam ediyorum...
Muhtarla birlikte kadıncağızın evine gittik… Evde doğru dürüst hiçbir şey yoktu… Dışarı çıktığımda muhtara dedim ki:
-Abi siz burayı bildiğiniz hâlde niçin devletin yetkili kurumlarına gitmiyorsunuz. Bu aileyi devlete haber vermezsen kim haber verecek? Sen bu konuda önayak ol. Kaymakamlığa mı gidiyorsun belediye ye mi bilemiyorum. Bu çocuklar ne yiyip içecek? Nasıl okuyacak?
Muhtar önce “keşke ama ne yapabiliriz ki?” filan dedi. Sonra bendeki gayreti görünce “tamam ben de üzerime düşeni yapacağım” dedi.
Dükkâna geldim. Babama dedim ki:
“Baba sen normal bakıyorsun bu işlere ama bu işler senin bildiğin gibi değil… 'Allah rızası' diye bir şey var. Ve bu 'razı'ya talibiz hepimiz. Kadın iki sokak ötede komşumuz sayılır. Biz evde öyle rahat yaşarken o, çaresiz anneye ve çocuklarına nasıl yardım etmeyiz? Bu insanlık mı baba? Hiç kusura bakmayacaksın. Kocasını çağırıp iş bulma konusunda da yardımcı olalım. Ama önce o evi ev gibi donatmak lazım. O aileye yardımcı olmak lazım..."
Buna benzer sözler söyledim… Babamın yüreği yufkadır. “Tamam, ben bir bakayım” deyip çıkıp gitti… Ertesi gün de bir adres verdi;
“Seni bekliyorlar. Birlikte gidersiniz” dedi.
Vardım ki bir toptancı gıda şirketi… Güzel bir erzak ayarlamışlar. Mercimektir, peynirdir, salçadır, deterjandır aklınıza ne gelirse… O zamanın parasıyla şirket sahibi Ahmet Amca bir yıllık kira bedelini de üstlenmiş. Nasıl sevindim. Erzakı aldık gittik… Bir sonraki gün de babam bir mobilyacı dostuna söylemiş. Mobilyacılar da evi kendi aralarında anlaşmışlar. Kimi sandalye vermiş kimi çekyat derken evi donattı adamlar. Hatırı sayılır bir esnaftı babam. Onun sözü öteki esnaflar için de geçerli olmuştu...
Bir imece oldu… İki hafta içinde ablanın kocasına da bir iş ayarlandı… Çok şükür bir aile böyle kurtulmuştu… Aradan yıllar geçti… O ailenin çocukları okudu meslek sahibi oldular… Babaları rahmetli oldu ama anneleri emekli maaşıyla geçiniyor. Çocukları da annelerini yalnız bırakmıyorlar...
Diyeceğim o ki, hani "ahilik" dedikleri gelenek babam ve babamın esnaf arkadaşları ile birlikte vücut bulmuştu… Şimdi ne öyle komşular kaldı ne öyle komşuluklar...✍️
Alıntı
27 notes · View notes
Text
MİAD Konteyner Kent’te Yaşam Başladı
Tumblr media
‘MİAD Konteyner Kent’ için Malatya’ya çıkarma yapıldı
Malatyalı İş İnsanları Derneği (MİAD), 11 ilimizi derinden etkileyen deprem felaketinden sonra planına aldığı ve hızla hareket ederek bölgeye kurduğu ‘MİAD Konteyner Kent’in kurulumunu tamamladı. Konteyner kentin açılışı için bölgeye resmen çıkarma yapan MİAD Yönetim Kurulu Başkanı Yunus Akdaş ve Yönetim Kurulu Üyeleri, yanlarında çok sayıda bürokrat ve ulusal ve yerel basın temsilcileriyle birlikte konteyner kentte yaşamın başladığını duyurdu.
Tumblr media
Deprem felaketinden bu yana nakdi ve ayni yardımlarla bölgeden elini hiç çekmeyen MİAD, büyük bir özveriyle çalışarak Fahri Kayahan Bulvarı (Nikah Sarayı arkası) üzerinde kurduğu ‘MİAD Konteyner Kent’e depremzedelerin yerleşerek yaşamaya başladığını bildirdi. 8 Nisan Cumartesi günü bölgeye giderek hem ziyaretlerde bulunan hem de konteyner kentin açılışını yapan MİAD Yönetim Kurulu Başkanı Yunus Akdaş, konteyner kentte yaşamın başladığını, kentin yönetiminin AFAD’a teslim edildiğini ve bundan sonraki süreçte de bölgeye ve konteyner kente yardımlarının devam edeceğini bildirdi. Konteyner kentin teslim töreni için Malatya’ya giden ve bir dizi ziyarette bulunan Yunus Akdaş, şunları söyledi; “Tüm ülkeyi derinden etkileyen ve 11 ilimizde büyük bir felaket etkisi gösteren deprem afetinden sonra kriz masası kurarak tüm gücümüzle Malatya öncelikli olarak bölgenin yardımına koştuk. Aldığımız kararla insanlarımızın bir nebze de olsa daha rahat bir şekilde süreci atlatabilmesi adına konteyner kent kurmanın faydalı olacağını düşündük. Çok şükür ki; yönetim kurulu üyelerimiz, kamu kurum ve kuruluşlarımız ve tüm Türkiye’deki iş insanlarımız var gücüyle yanımızda oldu. Fahri Kayahan Bulvarı (Nikah Sarayı arkası) üzerindeki alanın bizlere tahsis edilmesiyle çalışmalara başladığımız ‘MİAD Konteyner Kent’te yaşamın başladığını görmek bizim için büyük mutluluk. Şu an hali hazırda alanda 354 konteynerde yaşam başladı. Bizler alana toplamda 405 adet konteyner tahsis edeceğiz. AFAD yetkililerinin desteğiyle bu sayıyı 474 adede çıkaracağız.” Malatya’nın bir an önce toparlanması, bölgedeki ekonomik ve ticari hayatın canlanması ve bölge halkının bölgede kalarak yaşamın tekrar normale dönmesi adına çalışmalarına devam edeceklerinin altını çizen Yunus Akdaş, “Yardım ve desteklerimizi ilk günden itibaren bölgeye iletmeye başladık. Bizlere destek veren herkes aynı fikre sahipti; bölgedeki vatandaşların bir an önce huzura kavuşması ve bölgenin en hızlı şekilde ayağa kalkıp eski günlerine dönmesi. Bu sebeple ilk günden itibaren alana; nakdi yardımlar harici, gıda, hijyen, çocuk bezi ve ihtiyaç duyulan diğer ayni yardımlar için MİAD üzerinden 140’ın üzerinde destek tırını ulaştırdık. Yönetim Kurulu arkadaşlarım, Genç MİAD Yürütme Kurulu üyeleri, Kadın Kolları Yürütme Kurulu üyeleri ve hatta Malatyalı olmayan iş insanları dahi yanımızda yer aldı. Süreç boyunca sürekli alana ziyaretlerde bulunduk. Genç MİAD ekibimiz 15 gün boyunca alanda görev aldı ve depremzedelere birebir dokunarak yaralara merhem olmaya çaba gösterdi. Yine aynı şekilde Kadın Kolları üyelerimizin tam desteğini aldık ve tüm imkanlarıyla bölgenin yardımına koştular. Buradan hepsinin özverisi için her birine ayrı ayrı teşekkür ediyorum” diye konuştu. “Malatyamızın geleceği için bölgeye iş insanlarını davet ediyorum ve normalde bölgeyi ziyaret edenlerin artık 10 katı daha fazla gelmesi gerekiyor diye düşünüyorum” diyen Akdaş, “Maalesef depremde çok büyük bir yıkımla karşı karşıya kalan Malatyamızın daima yanında olduk ve yanında olmaya devam edeceğiz. MİAD Konteyner Kent’te yaşamın başladığını görmek bizler için çok kıymetli. Yaşanan süreç hepimiz için çok acı verici. Ancak böyle bir musibetten hayır doğurmak da yine bizlere düşüyor. Bölgenin dönüşümü ve tüm yaşam formlarının normal standartlara gelmesi bizlerin elinde. MİAD olarak bürokratlarımızın da desteğiyle Malatyamız için bir çalıştay düzenlemeyi düşünüyoruz. Bu çalıştayla kentin yeniden yapılanması için gerekecek tüm süreci en ince ayrıntısına kadar ele almak istiyoruz. Bölgedeki bürokratlar, Malatya’da görev almış eski bürokrat ve devlet insanları, akademisyenler, iş insanları ve şehir planlayıcılarıyla yepyeni bir Malatya inşa etmenin mümkün olduğuna inanıyoruz. Bu süreçte herkese normalde olandan çok daha fazla görev ve sorumluluk düşüyor. Ve bizler, böylesi önemli bir görev için kimsenin sorumluluk almaktan çekinmeyeceğine de eminiz. Buradan siz değerli basın mensuplarına da seslenmek istiyorum; tüm ülkeyi yasa boğan deprem felaketinde sizlere çok büyük görevler düştü ve sizler de layıkıyla görevlerinizi icra ettiniz. Bundan sonra da aynı hassasiyet ve özveriyle bizlerin yanında olmanızı istiyorum.”   Konteyner kentin koordinesinin AFAD’a teslim edildiğini ileten Akdaş, “Bugün konteyner kentimizde yaşamın başladığını ve yönetim sürecinin AFAD koordinesine bırakıldığını paylaşıyoruz sizlerle. Kentimizde yaşayacakların belirlenmesi noktasında ilk günden bu yana AFAD ile birlikte ilerliyoruz. Önceliği depremde uzuvlarını yitiren ve ampütasyon geçiren vatandaşlarımıza verdik. Kentimiz, AFAD’ın belirlemiş olduğu şartlara vakıf olan vatandaşların hizmetine sunuldu. Başvuruları AFAD alıyor ve hızlıca alana yerleşimi sağlanıyor. 2 odalı olan konteynerlerimizin içerisinde mutfak, duş alanı ve tuvalet yer alıyor. Ayrıca konteynerlerimizin içerisine vatandaşlarımızın ihtiyaç duyacağı eşyalar da yerleştirildi. Bundan sonraki süreçte de elbet ki tüm gücümüzle vatandaşlarımızın ve Malatyamızın yanından yer alacağız. Önümüzde Ramazan Bayramı var, bayramda en güzel dileklerimizle buradaki yaşayan halkımızı ziyaret edecek, onların yanında var olacağız” dedi.   Read the full article
0 notes
teknogoodcom · 2 years
Text
Apple için çalışmak: Tim Cook, şirketin aradığı beş özelliği paylaşıyor
Apple için çalışmak: Tim Cook, şirketin aradığı beş özelliği paylaşıyor
Apple için çalışma hayaliniz varsa, şirketin CEO’sunun size şirketin işe alırken tam olarak ne aradığını söylemesinden daha fazla yardım alamazsınız. Tim Cook, beş kişi aradıklarını söylüyor. yeni işe alımlar söz konusu olduğunda çok iyi bir formül bulduk… Cook, İtalya’daki Napoli II. Federico Üniversitesi’nden fahri derece aldığı bir törende kriterlerini paylaştı.{2 } Fortune, öğrencilere…
View On WordPress
0 notes
kahtalinice · 6 years
Photo
Tumblr media
106 notes · View notes
evrenim-puslu-benim · 6 years
Text
Tumblr media
Dünya denen olaylar ve insanlar altında sıkışıp kalmak...
20 notes · View notes
sahrahaber · 4 years
Text
Tumblr media
Türkiye İzmir için tek yürek https://sahrahaber.com/turkiye-izmir-icin-tek-yurek-44/?utm_source=dlvr.it&utm_medium=tumblr
0 notes
menemennpastirma · 4 years
Photo
Tumblr media
Fors mors bahane, aslında üstünü örtmeye çalıştıkları, konuşulmasını istemedikleri şey; 80 senedir kıble tayin edip tapındıkları Avrupa'nın; En güçlü ülkelerine Türkiye'den yardım gidiyor olması.
- Fahri Kopar
(Kaynak: https://www.facebook.com/27nisan1909/posts/2810804525622541)
#sözler #anlamlısözler #güzelsözler #manalısözler #özlüsözler #alıntı #alıntılar #alıntıdır #alıntısözler
3 notes · View notes
yusufserkan · 5 years
Text
İstanbul İşgal Orduları Başkomutanı General Harington Cenaplarına… İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden, İngiltere devletine sığınır ve bir an önce İstanbul'dan başka bir yere götürülmemi talep ederim efendim. 16 Kasım 1922. Müslümanların Halifesi Mehmet Vahdettin”
Bundan tam 97 yıl önce dün; 17 Kasım 1922'de, son Padişah Vahdettin, I. Dünya Savaşı'nda yüz binlerce Mehmetçiğin kanını döken, sonrasında Anadolu'yu ve Trakya'yı Yunan ordularına peşkeş çeken, Osmanlı başkenti İstanbul'u işgal eden İngiltere'ye sığınarak Türkiye'den kaçtı.
II. Mehmet (Fatih) 1453'te İstanbul'u fethetmişti. VI. Mehmet (Vahdettin) ise 1922'de İstanbul işgal altındayken İstanbul'u işgal edenlere sığınıp kaçtı.
İşte bugün, İstanbul'u fetheden II. Mehmet'in (Fatih) adeta kemiklerini sızlatarak, İstanbul'dan firar edercesine kaçıp İngiltere'ye sığınan son Padişah VI. Mehmet'in (Vahdettin) kaçışını anlatacağım.
İNGİLİZ GEMİSİYLE KAÇTI
Tarih: 17 Kasım 1922, Cuma.
Yer: Yıldız Sarayı.
Saat: 04.00.
Padişah Vahdettin, daha şafak sökmeden, 9 yaşındaki şehzadesi Ertuğrul Efendi ve 10 kişilik kafileyle birlikte merasim köşkünün arka kapısından çıkıp silahhane kapısına doğru yürüdü. Padişah ve küçük şehzadesi orada bekleyen iki Kızılhaç ambulansından birine, kafile ise diğer ambulansa bindi. Arabalar, kaçış güvenliğini sağlayan İngiliz taburunun selam duruşu arasından geçtiler. İşgal İstanbul'u derin uykudayken Balmumcu-Beşiktaş yoluyla biraz gecikmeli de olsa Dolmabahçe Saat Kulesi önündeki rıhtıma geldiler.
Önceden yapılan plan gereği İngiliz Neville Henderson, Padişah Vahdettin'i rıhtımda bekliyordu. Padişah ve beraberindekiler, İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harington'la birlikte rıhtımdaki bir istimbotla açıkta bekleyen İngiliz Malaya zırhlısına çıktılar. Vahdettin, İngiliz bayrağını selamlayarak çıktığı İngiliz gemisinde İngiliz Amiral Sir De Brock tarafından karşılandı.
Peki, ama Padişah-Halife Vahdettin neden kaçtı? Kaçış nasıl planlandı? Kaçıştan sonra neler oldu?
Vahdettin neden kaçtı?
İşte Vahdettin'in İngilizlere sığınma talebinin belgesi: “Dersaadet (İstanbul) İşgal Orduları Başkomutanı General Harington
Cenaplarına… İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden, İngiltere devleti fahimesine iltica ve biran evvel İstanbul'dan
mahall-i ahara naklimi (başka bir yere götürülmemi) talep ederim efendim. 16 Teşrin-i sani 1922.
Müslümanların Halifesi Mehmet Vahideddin.”
İngiliz emperyalizminin merhametine sığınan Padişah Vahdettin, Prof. Dr. Sina Akşin'in ifadesiyle Milli Mücadele'ye karşı iç savaş başlattı. Milli Mücadele boyunca kardeşi kardeşe düşürdü. Bu nedenle Anadolu'da Milli Mücadele karşıtı 20'den fazla iç isyan çıktı. Vahdetin, Atatürk'ü görevden aldı. Atatürk'ün rütbelerini, nişanlarını, madalyalarını söktü. Atatürk'ü ve silah arkadaşlarını gıyaben idama mahkûm eden Divan-ı Harbi Örfi kararını imzaladı. Atatürk ve silah arkadaşlarının “katli vaciptir” fetvasını onayladı. Milli direnişi önlemek için nasihat heyetleri oluşturdu. Kuvayi Milliyecileri yok etmek için Kuvayı İnzibatiye (Halifelik Ordusu) kurdu. Ahmet Anzavur'a paşalık rütbesi verip milliyetçilere saldırttı. Türklerin idam fermanı Sevr Antlaşması'nı imzalattı. (10 Ağustos 1920).
Vahdettin, kaçtıktan sonra değil, kaçmadan önce bizzat TBMM tarafından “hain” ilan edildi.
Atatürk, daha 25 Eylül 1920'de TBMM kürsüsünden Vahdettin'in “hain” olduğunu söyledi. Milletvekilleri, TBMM'de 8 Şubat 1921 tarihli gizli oturumda, 23 Nisan 1921 ve 9 Temmuz 1921 tarihli oturumlarda Vahdettin'e ağır hakaretler ettiler. 30 Ekim 1922 tarihli oturumda ise birçok milletvekili Vahdettin'e “hain” dedi. Aynı gün, saltanatı kaldırmak için TBMM'ye verilen 78 imzalı önergede de Vahdettin'in vatana, millete “ihanet ettiği” ifade edildi.
Vahdettin her geçen gün daha fazla köşeye sıkıştı.
Şöyle ki:
19 Ekim 1922'de Refet (Bele) Paşa, TBMM adına Trakya'yı teslim almak için İstanbul'a geldi.
1 Kasım 1922'de saltanat kaldırıldı. Vahdettin artık sultan değil, sadece halifeydi.
4 Kasım 1922'de İstanbul'daki Tevfik Paşa Hükümeti istifa etti.
4 Kasım 1922'de Refet Paşa, bir Fenerbahçe-Altınordu maçında, Kadıköy Stadı'nda yaptığı konuşmada, “milli egemenliğe dokunmak isteyecek olan padişah bile olsa vay haline” dedi. (İleri, 5 Kasım 1922).
5 Kasım 1922'de Milli Mücadele karşıtı yazılarıyla tanınan Ali Kemal, İstanbul'dan İzmit'e kaçırılıp orada linç edildi. Bunun üzerine diğer Milli Mücadele karşıtları, İngiliz elçiliğine sığındılar.
Bu sırada İstanbul'da tramvaylara tebeşirle “Kahrolsun Vahdettin!” diye yazılıyor, gazetelerde Vahdettin'in kaçacağı yönünde haberler çıkıyor, Vahdettin'in ihanetlerinden söz ediliyordu.
İşte Vahdettin, bu ortamda hayatını tehlikede görmeye başladı. Milli Mücadele'de yaptıklarının hesabını veremeyeceği için de İngilizlere sığınıp kaçtı.
Vahdettin, 1923'te Mekke'de yayımladığı “beyanname”sinde “yaptıklarının hesabını vermekten korktuğu için değil”, “hayatını göz göre göre tehlikeye atmak gibi Allah buyruğunun kabul etmeyeceği bir şeyden kaçınmak ve peygamberin ‘güçlüklerden kaçınmak' sünnetini yerine getirmek için tıpkı peygamberin Mekke'den Medine'ye hicret ettiği gibi” hicret ettiğini belirtecekti. Görülen o ki Vahdettin, düşmana sığınıp kaçmasını bile dinsel gerekçelerle meşrulaştırmaya çalışıyordu.
Padişah Vahdettin 17 Kasım 1922'de İngilizlerin HMS Malaya Zırhlısı ile İstanbul'dan Malta'ya kaçtı.
İngilizler Vahdettin'i neden korudular? Neden kaçmasına yardım ettiler?
Bu sorunun iki cevabı var. 1. Padişah Vahdettin, Milli Mücadele'nin başından beri Anadolu'daki milli harekete karşı hep İngilizlerin yanında yer aldı. İngilizlerin her istediğini yaptı. 2. İngilizler, Vahdettin'in “halifelik” sıfatından yararlanarak İngiltere'ye karşı ayaklanmaya başlayan dünya Müslümanlarını kontrol etmek istediler.
26 Eylül 1922'de İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold, Londra'daki Lord Curzon'a gönderdiği bir yazıda şöyle diyordu: “Bildiğiniz gibi padişah, kişisel olarak tehlikeye girerse onu korumak için elimizden geleni yapacağımızı kendisine 1920 Ekim başlarında bildirmiştik… Padişah, Mustafa Kemal'e bir kutlama telgrafı göndermeye teşvik edildiğini ama bunu reddettiğini bilgime sunmuştur. Padişahla aramızda aracılık yapan kişi, Kemalistler er geç İstanbul'da başa geçerlerse padişahın tek çare olarak İstanbul'dan ayrılmak zorunda kalacağını bildirmiştir.”
4 Kasıma 1922'de Tevfik Paşa Hükümeti'nin istifa etmesi, 5 Kasım 1922'de Ali Kemal'in kaçırılıp linç edilmesi sonrasında Padişah Vahdettin telaşlandı.
6 Kasım 1922'de Vahdettin, İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold ve yardımcısı Andrew Ryan ile üç buçuk saat süren bir görüşme yaptı. Vahdettin, bu görüşmede, “Bolşevik” olarak tanımladığı Kemalistlerin silahsız bir darbeyle hükümeti ele geçirdiklerini, Kemalistlerin aslında azınlık olduklarını belirtti. İtilaf devletlerinin, İstanbul'u Kemalistlere karşı koruyup korumayacaklarını sordu. İngilizler, İstanbul Hükümeti'nin ortadan kalktığını, Lozan'da Türkiye'yi Ankara'nın temsil ettiğini söylediler. Vahdettin, ülkeden ayrılmaya karar verirse İngilizlerin kendisine yardım edip etmeyeceklerini ve İngilizlerin kendisini nereye; Kıbrıs'a mı Mısır'a mı götüreceklerini sordu. Rumbold, Mısır'ın mümkün olmadığını söyledi.
İngilizler, ellerindeki halife-padişahı kullanmayı düşünüyordu. Örneğin, İngiltere Dışişleri Bakanlığı'ndan Ronald Lindsay, 6 Kasım 1922'de şu açıklamayı yapmıştı:
“Fırsattan yararlanarak padişaha Kıbrıs'ta siyasi barınak önererek veya ona görevinden istifa etmemesini telkin ederek İslam ülkelerinin gözünde saygınlığımızı yükseltme olanağını inceleyelim. Halifenin, İngiltere tarafından milliyetçilere ve Cumhuriyetçilere karşı korunması, Hindistan ve öteki İslam ülkelerinde pek etkili olabilir.”
Lord Curzon, “padişaha siyasi barınak verme” düşüncesini mantıklı buldu, bunun tartışılmasını istedi. İngilizler, Padişah Vahdettin'in “halifelik” sıfatını kullanmak istiyorlar, bunun için halifeyi götürecekleri bir yer arıyorlardı. Özellikle Hindistan üzerinde duruyorlardı. Ancak 10 Kasım 1922'de Hindistan Kral Naibi, İngiltere'nin Hindistan Bakanlığı'na şu gizli telgrafı gönderdi: “Padişahın halifeliği dışında kendisi Hindistan'da pek az tanınmıştır. Türkiye'nin işgali sırasında onun İngilizlerin aleti olduğundan kuşkulanılmaktadır. Onun tahtan indirilmiş olması Hindistan'da ilgisizlikle karşılanmıştır. Mustafa Kemal ise ülkesinin kurtarıcısı ve İslam'ın şampiyonu olarak görülmektedir.”
13 Kasım 1922'de İstanbul'daki İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harington, Vahdettin'in yaverlerinden Fahri Engin'i çağırıp ona “Padişah eğer isterse onu Malaya gemisi ile Malta'ya nakledebileceklerini” bildirdi.
Sonrasını Harington'un anılarından okuyalım: “15 Kasım Çarşamba günü yemekte iken sultanın yaveri geldi. Sultanın, cuma selamlığına çıktığında öldürüleceğini düşündüğünden hayatını kurtarmam için bana haber yolladığını bildirdi. Ben, sultanı kaçırmakla suçlanmamak için bu talebin yazılı olarak yapılmasını istedim.”
Bunun üzerine Vahdettin, 16 Kasım 1922'de İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanı Harington'a şöyle bir mektupla başvurdu:
“Dersaadet (İstanbul) İşgal Orduları Başkomutanı General Harington Cenaplarına… İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden, İngiltere devleti fahimesine iltica ve bir an evvel İstanbul'dan mahall-i ahara naklimi (başka bir yere götürülmemi) talep ederim efendim. 16 Teşrin-i sani 1922. Müslümanların Halifesi Mehmet Vahideddin.”
Dikkat edilirse, Vahdettin, iltica mektubunu “Müslümanların Halifesi” sıfatıyla imzalamıştı. Bu durumda kurusıkı “hilafet” silahı, tam da İngilizlerin istediği şekilde İngiltere'nin eline geçiyordu. Bu İngiliz oyununu Atatürk bozdu. Atatürk'ün işaretiyle hemen harekete geçen TBMM, 18 Eylül 1922'de, Vahdettin'in halifelik yetkilerini elinden aldı. Abdülmecit Efendi'yi “halife” seçti.
Vahdettin, 21 Kasım 1922'de Malta'ya ayak basarken artık “halife” değildi. Bu haliyle İngilizlerin hiçbir işine yaramazdı. İngilizler, “kullan at” politikası gereği devrik padişahtan kurtulmaya karar verdiler. Vahdettin'in İngiliz topraklarında oturmasını uygun bulmadılar.
Hazıra dağ dayanmadı!
Vahdettin, Hicaz Kralı Şerif Hüseyin'in daveti üzerine Malta'dan Mekke'ye gitti. (21 Ocak 1923). Oradan İsviçre'ye gönderildi. Oradan da İtalya'ya geçirildi.
Vahdettin, 20 Mayıs 1923'te San Remo'da 40 odalı Manolya Kasrı'na (Villa Magnolia) yerleşti. Bu köşkte saray hayatını sürdürdü. Çünkü yanında yeterli miktarda parası vardı. 51 ay tahtta kalan Vahdettin toplam 1 milyon 20 bin altın ödenek almıştı. Bazı kaynaklara göre kaçarken Osmanlı Bankası'ndan 70 bin ile 35 bin İngiliz lirası arasında bir para çekmişti. Tütüncübaşı Şükrü Bey'in verdiği bilgiye göre Vahdettin kaçarken yanında ve hesabında 23 bin altın vardı. Yılmaz Çetiner ise ”sandık dolusu mücevher ve 3000 Osmanlı altın lirası” ile saraydan ayrıldığını yazıyor. Turgut Özakman ise –Mediha Sultan ve Kral Hüseyin'in bazı yardımları da eklenince- Vahdettin'in gurbet parasının 140 milyarı geçtiğini belirtiyor.
“Vahdettin, kaçarken hazineyi soymadı” diyenlere de şunu söyleyelim: 1. Vahdettin kaçarken bir gün geri gelmeyi umuyordu, 2. Kaçarken yanında ve banka hesaplarında yeterli parası vardı. 3. Refet Paşa, İstanbul'daki tüm sarayları ve hazineyi kontrol ediyordu. Vahdettin, istese de hazineyi soyamazdı. 4. Ayrıca Vahdettin “hırsız” değildi.
Vahdettin, San Remo'da hem lüks içinde yaşadı hem de Türkiye Cumhuriyeti düşmanlarına ve bazı yakınlarına çok para kaptırdı. Sonunda para bitti. Vahdettin, borç içinde öldü. (1926).
1 note · View note
airborn64 · 6 years
Text
ROCCA VERÄNDERT DIE WELT Trailer German Deutsch (2019)
ROCCA VERÄNDERT DIE WELT Trailer German Deutsch (2019)
Offizieller "Rocca verändert die Welt" Trailer Deutsch German 2019 | Abonnieren ➤ | (OT: Rocca verändert die Welt) Movie Trailer | Kinostart: 14 Mär 2019 | Filminfos Rocca ist elf Jahre alt und lebt nicht etwa bei ihren Eltern, sondern ganz allein in einem großen Haus. Angstfrei und voller Neugierde geht sie durch die Welt, findet in Gerald einen ungewöhnlichen Freund und stellt sich gleich am…
View On WordPress
0 notes
maghaberleri · 6 years
Text
Gülsin Onay Kimdir?
”Harika Çocuk” olarak müzik hayatına başlayan, Ünü 5 kıtada 56 ülkeye yayılmış ve Venezüella’dan Japonya’ya kadar her yerde konser vermiş, ünlü piyanist Gülsin Onay Kimdir? Gülsin Onay Nerelidir? Gülsin Onay Biyografisi ve hakkında bilinmeyenler Gülsin Onay Kimdir haberimizde…
Gülsin Onay Nerelidir? Gülsin Onay Kaç Yaşında? Gülsin Onay Hangi Burç?
Gülsin Onay, 12 Eylül 1954 tarihinde İstanbul’da Erenköy’de bir köşkte dünyaya gelmiştir. 65 yaşında olan piyanist başak burcudur.
Gülsin Onay Kimdir?
Alman bir baba ile Türk bir annenin çocuğudur. Annesi Gülen Erim piyanist, babası Joachim Reusch ise kemancıdır. Annesi Almanya’da konservatuar eğitimi esnasında tanıştığı eşiyle evlenebilmek için müzik kariyerini bitirmiş ve Türk uyruğuna geçen Joachim Resuch, Türkiye’de ticaretle uğraşmakta idi. Müzisyen bir aileden gelen Gülsin Onay’ın ilk piyano eğitmeni annesidir. İlk konserini henüz altı yaşındayken TRT İstanbul Radyosu’nda verdi. İki sene Mithat Fenmen ve Ahmet Adnan Saygun tarafından Ankara’da özel eğitim alarak 12 yaşında Ulvi Cemal Erkin desteğiyle harika çocuklardan biri olarak, yasayla Paris Konservatuarı’na eğitime gitti. Ailecek Paris’e taşındılar. On altı yaşında konservatuarını piyano ve oda müziği dallarında birincilikle tamamladı.
Avrupa’da ilk performansını 18 yaşında sergiledi. Paris dönemlerinde amatör olarak tiyatro ile de uğraştı. Konservatuar öğrenimini bitirdikten sonra bir kaç yıl Almanya’da Hannover Yüksek Müzik Okulu’nda Bernard Ebert ile baraber çalışarak repertuarını ve üslubunu zenginleştirdi.
8 sene Fransa’da, 10 sene Almanya’da, 10 sene İngiltere’de yaşadığı için dolayısıyla üç dili de ana dili gibi aksansız konuşmaktadır.
Ahmet Adnan Saygun eğitmenidir. Gülsin Onay, hem konser programlarından hem de kayıtlarından eksik etmediği Ahmet Adnan Saygun eserlerini mühim orkestralar eşliğinde sayısız ülkede seslendirmiştir. Sanatçı, kendisine armağan olan Saygun’un 2. Piyano Konçertosu ile Stuppner ve Tabakov’un konçertolarının dünya prömiyerlerini gerçekleştirdi. Saygun’un yanı sıra Hubert Stuppner 2. Piyano Konçertosunu, Jean-Louis Petit Gemmes ve Muhittin Dürrüoğlu-Demiriz Bosphorus adlı piyano eserlerini Gülsin Onay’a armağan etmişlerdir. Ünlü virtüöz Marc-Andre Hamelinanche’ı seslendirmiştir.
Dünyanın Aranan İsmi
Gülsin Onay Kimdir Bugüne kadar dünyanın tanınan belli başlı tüm müzik merkezlerinde sevenleriyle buluşan piyanist Gülsin Onay, Dresden Staatskapelle, İngiliz Kraliyet Filarmoni, Philharmonia Orkestrası, İngiliz Oda Orkestrası, Japon Filarmoni, Münih Radyo Senfoni, Saint Petersburg Filarmoni, Tokyo Senfoni, Varşova Filarmoni, Viyana Senfoni gibi mühim orkestralarla konserler verdi. Piyanist Berlin, Varşova Sonbaharı, Granada,  Würzburg Mozart Festivali, Newport, Schleswig-Holstein, İstanbul gibi dünyanın mühim müzik festivallerinin de eleştirmenlerce tam not alan, aranan bir ismidir.
Gülsin Onay ayrıca, uluslararası alanda istisnai bir Frederic Chopin icracısı olarak kabul edilmektedir. Polonya Hükümeti Gülsin Onay’ı Chopin yorumları sebebiyle Polonya Devlet Nişanı ile onurlandırmıştır.
1988 senesinde Boğaziçi ve 2007 senesinde Hacettepe Üniversiteleri tarafından Fahri Doktora ile onurlandırılmıştır.
Bodrum Klasik Müzik Derneği tarafından organize edilen Uluslararası Gümüşlük Klasik Müzik Festivalinin de Sanat Danışmanlığını yapmaktadır. Gülsin Onay ayrıca, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Solistliğini üstlenmiş, Bilkent Üniversitesi’nin de devamlı Sanatçısıdır.
Yurtiçi ve dışında birçok yardım konserine çıkan Gülsin Onay, 2003 senesinde UNICEF Türkiye Milli Komitesi tarafından “İyi Niyet Elçisi” olarak seçildi. Sanatçıya ayrıca Sevda-Cenap And Müzik Vakfı tarafından 2007 yılı Onur Ödülü Altın Madalyası ve Donizetti 2011 yılı  Klasik Müzik Ödülleri Yılın Piyanisti ödülü, 42. İstanbul Müzik Festivali’nin 2014 “Onur Ödülü” Gülsin Onay’a takdim edilmiştir.
İlk evliliğini 19 yaşındayken 1973 senesinde Paris’teyken Paris’te yaşayan piyanist Türk Ersin Onay (d.1949) ile yaptı. Erkin Onay (d.1977) adında oğlu var. Oğlu Ankara Devlet Opera ve Balesi Başkemancısıdır.
İkinci evliliğini matematikçi bir Alman ile 1989 senesinde yaptı. 1999 senesinde da boşandı.
Daha önce iki defa evlenen Gülsin Onay günümüzde ise Cambridge Üniversitesi Cebir ve Sayı Teorisi Profesörü Tony Scholl ile hayatını devam ettirmektedir.
İstanbul’da, Ankara’da, Bodrum’da evi var ama esas evi, Amerika’lı eşi Tony Scholl ile baraber yaşadığı Cambridge’de.
Gülsin Onay’ın 20’den fazla albüm kaydı bulunmakta.
Ödülleri:
1987- T.C. Kültür Bakanlığı – Devlet Sanatçısı
1988 – Boğaziçi Üniversitesi Fahri Doktorası
2003 – UNICEF Türkiye Milli Komitesi İyi Niyet Elçisi
2007 – Hacettepe Üniversitesi Fahri Doktorası
2007 – Polonya Üstün Hizmet Nişanı
2007 – Sevda Cenap And Müzik Vakfı Onur Ödülü Altın Madalyası
2014 – 42. İstanbul Müzik Festivali Onur Ödülü
The post Gülsin Onay Kimdir? appeared first on Magazin Haberleri.
from WordPress https://www.magazinhaberleri.com/gulsin-onay-kimdir/ http://ifttt.com/images/no_image_card.png
2 notes · View notes
oguzhanahmetkara · 6 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Batuhan ÇOLAK
TÜRKMENLER BİZİM DÜŞMANIMIZ MI?
#28eylül2018 Cuma
Ankara'da, Türkiye'nin başkentinde bir insanlık dramı yaşanıyor.
Bu dram öyle 3-5 kişiyle sınırlı da değil... Yüzlerce aileden bahsediyoruz.
Yiyecekleri sınırlı, yattıkları evler köhne, elektrikleri yok, yarınları belli değil, çocuklar okula gidemiyor.
Tek kelimeyle bir sefalet.
Türkmenlerden bahsediyorum. Irak'tan, Suriye'den PKK ve diğer örgütlerin baskısı, vahşeti sonrasında Türkiye'ye sığınmak zorunda kalan soydaşlarımızdan bahsediyorum.
Valilik, belediye, iş adamları, vakıflar, STK'lar ortada yok...
Çünkü buraya yardım yaparlarsa "oy" ya da "maddi" karşılığı yok... O yüzden kaderlerine terk edilmiş haldeler... Ev sahipleri acımasız kümes gibi yerlere bin lirayı aşan kiralar istiyorlar. Evlerde birkaç aile birden yaşıyor. Ailenin en büyük çocuğu, evin babası olmuş. Çünkü çoğunun babası Bayır Bucak'ta, Telafer'de şehit edilmiş.
Bu el kadar sabilere yardımını esirgemeyen, onların ihtiyaçları için çırpınanlar da var: Fahri Bozgeyik ve Sultan Neslihan Seven.
Son olarak çocukların yardımına koşan, ailelerle görüşen hayırsever vatandaşlarımız. Kendileriyle görüştüğümde ailelerin, çocukların dramını birebir olarak aktarmalarını rica ettim.
Ve aşağıdaki satırlar bizzat Türkmen çocuklarının dilinden dökülenlerle yazıldı:
"Ben Aliye, Telaferli Aliye... Babam ben çok küçük yaştayken öldürüldü... Babamı hayal meyal hatırlıyorum. Ve onu çok özlüyorum. Şimdi Ankara'dayım. Bir başıma, yapayalnız. Ben okumak istiyorum, büyüyüp doktor olmak, insanlara yardım etmek istiyorum."
"Ben Osman, Iraklı küçük Osman... Babam şehit olmuş, cennette bizi bekliyormuş annem öyle söyledi. Ankara'da havalar soğumaya başladı. Battaniyeye sarılıp ısınıyorum."
"Ben Süheyl, Bozkurt Süheyl... 2 yıl önce savaşta evlerimiz bombalandı, evimiz yıkıldı, darmadağın olduk. Annem ve kardeşlerim ile birlikte Ankara'ya geldik. Ay Yıldızlı bayrağın gölgesine sığındık. Fahri abi ve arkadaşları bize sahip çıktı kol kanat gerdi. Şimdi ben Türkiye'de okuyup büyüdükten sonra yine Telafer'e gideceğim. Çocuklar ölmesin diye barış götüreceğim vatanıma, öz yurduma."
"Ben Hıdır, Bayır Bucaklı Türkmen Hıdır... Atamız Yavuz Sultan Selim bizi o topraklara yerleştirmiş. Size Türkmen Dağı'ndan Türk'ün dağından selâm getirdim. Şimdi Türkmen Dağı'nın boynu bükük kaldı. Mahsun mahsun bizi bekliyor. Ben yine yurduma Bayır Bucak'a gidip vatanıma sahip çıkmak istiyorum. Elimizi tutun, bizi sahipsiz bırakmayın."
"Benim ismim Kemal... Halep'ten geldim Ankara'ya. Türk yurdu Halep'ten. Kardeşlerimi ve babamı bombalar öldürdü. Babamı ve kardeşlerimi o kadar çok özledim ki. Üzülmüyorum biliyorum ki onlar beni ve annemi cennette karşılayacaklar. Orda yine eski günlerdeki gibi, Halep'teki gibi çok mutlu olacağız."
"Ben Hamza, Telaferli yiğit Hamza. Ben Türkmenem öz be öz Türkmenem! Biz sizlerden yardım etmenizi değil, bize gardaş olmanızı istiyoruz."
Mektuplar, sözler, dilekler, dualar böyle uzayıp gidiyor...
Türkmen analarımız, bacılarımız, gardaşlarımız ve küçük balalarımız bizi bekliyor...
Ankara'da yanı başımızda, hemen burnumuzun dibinde yıkılan hayaller, ezilen hayatlar ve her şeye rağmen dirilecek umutlar, hayaller var!
Gelin, Türkmen kardeşlerimiz ve bütün mazlumlara omuz verelim.
Yoksa bu çocuklar, bilmedikleri sokakların kümese benzeyen evlerinde gözlerindeki ay yıldızın ışığıyla yitip gidecekler.
İçişleri Bakanlığı, Valilik, belediye, Göçler İdaresi Başkanlığı ve siyasi partiler.
Ankara'nın ortasındaki bu insanlık dramına daha ne kadar sessiz kalacaksınız?
"Komşusu açken tok yatan bizden değildir" diyen bir düşüncenin çocuklarıyız.
Peki soydaşlarımız aç yatarken, biz nasıl tok yatarız?
NOT: Konuyla ilgili bilgi almak ve yardımda bulunmak isteyen okuyucularımız, 0533 557 39 65 ve 0532 690 30 53 numaralarından bu işle canla-başla çalışan hayırseverlere ulaşabilirler.
#batuhançolak
1 note · View note
Text
Çınar; “Engelli Kardeşlerimizin Yanında Olmak Asli Görevimiz”
Tumblr media
BAŞKAN ÇINAR, ENGELLİ MEHMET KAÇAN’IN AKÜLÜ ARAÇ TALEBİNİ YERİNE GETİRDİ
Yeşilyurt Belediye Başkanı Mehmet Çınar, Çukurdere Mahallesinde ailesiyle birlikte yaşayan engelli Mehmet Kaçan’ın akülü araç talebini yerine getirdi. Başkan Çınar, engelli vatandaşların taleplerini yerine getirip hayatlarını kolaylaştıracak hizmetler üretmenin asli görevleri arasında yer aldığını söyledi. Yeşilyurt Belediye Başkanı Mehmet Çınar, beraberinde Yeşilyurt Belediye Başkan Yardımcısı Mehmet Nogay ve Çukurdere Mahalle Muhtarı Mehmet Fatih Gönültaş ile birlikte Mehmet Kaçan’a sürpriz bir ziyaret gerçekleştirdi.  Aile fertleriyle sohbet edip taleplerini dinleyen Yeşilyurt Belediye Başkanı Mehmet Çınar, Yeşilyurt Belediyesi Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü bünyesinde başlatılan ‘Madikal Malzeme’ Projesi kapsamında satın alınan akülü aracı Mehmet Kaçan’a hediye etti.  Akülü aracına kavuşmanın sevincini yaşayan Mehmet Kaçan ile annesi, hem ziyareti hem de akülü araç hediyesinden dolayı Yeşilyurt Belediye Başkanı Mehmet Çınar’a teşekkürlerini sundular. Çukurdere Mahalle Muhtarı Mehmet Fatih Gönültaş ise, Yeşilyurt Belediyesinin sosyal yardım faaliyetlerinin örneklik teşkil ettiğini ifade ederken, “Sosyal projeler noktasında örnek çalışmalar uygulayıp vatandaşların her zaman yanında yer alan Yeşilyurt Belediyemiz Emanet Çarşısı başta olmak üzere diğer sosyal sorumluluk projeleri ve yardımlarla her zaman göz doldurmuştur. Belediye Başkanımız mahallemizde yaşayan Mehmet kardeşimizin akülü araç talebini geri çevirmedi, kendisine şahsım ve aile adına şükranlarımı sunuyorum.” şeklinde konuştu. Engelli vatandaşların sosyal hayata katılımlarını artırılmasının toplumsal gelişim açısından önemli olduğunu ifade eden Yeşilyurt Belediye Başkanı Mehmet Çınar, “ Bizim sloganımız Mutlu İnsanların Şehridir, ilçemizde yaşayan bütün vatandaşlarımızın mutluluğu, refahı ve huzuru ile yaşam seviyesini yükseltmek bizim öncelikli hedefimizdir. Çukurdere mahallemizde ikamet eden Mehmet Kaçan ile ailesinin misafiri olduk. Mahallemizde yaptığımız bir toplantıda Mehmet kardeşimizin akülü araç talebiyle ilgili bizlere bilgi verilmişti. Bizde bugün kendisini ziyaret ederek hem aracını teslim ettik hem de güzel bir sohbet yaptık. Sanatsal kurslara katılıp sosyal hayattan kopmayan Mehmet kardeşimiz artık yeni aracıyla birlikte istediği yere rahat bir şekilde gidebilecek, gördüğü eksiklikleri, yapılması gerekenleri bizimle paylaşarak bir nevi fahri görevlimiz olacaktır. Yeşilyurt Belediyesi olarak engelli ve dezavantajlı olan hemşehrilerimizin ihtiyaçlarını gidermek, taleplerini yerine getirmek ve hayatlarını kolaylaştıracak hizmetler sunmak bizim asli görevimizdir. Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğümüzde bu hizmetleri başarılı bir şekilde sürdürüyor. Emanet Çarşımızla, sosyal yardımlarımızla ihtiyaç sahibi hemşehrilerimizin 365 gün boyunca yanlarındayız, onların her türlü ihtiyacını gidermek için seferber olduk. Dün ve bugün olduğu gibi bundan sonra da engelli kardeşlerimizin yanında yer almaya devam edeceğiz. Mehmet Kaçan ile ailesine bu güzel misafirperverlikleri için teşekkür ediyorum. Mehmet kardeşimizle yine bir araya geleceğiz, onu asla yalnız bırakmayacağız. Akülü aracımız hâyırlı uğurlu olsun. Rabbim sağlıkla kullanmasını nasip etsin.” diye konuştu. Read the full article
0 notes
azeturkmankurt · 3 years
Text
Cevşenü’l-Kebîr Duası, Sırları ve Fazileti
Cevşenü’l-Kebîr Duası Fazileti ve Sırları, Cevşen Duası ne için okunur?Hangi Dertlerin Devası İçin Cevşen'in Hangi Bölümü Okunur
Cevşenü’l-Kebîr Duası Fazileti
Cevşenü’l-Kebîr Duası Fazileti ve Sırları, Cevşen Duası ne için okunur? Hangi Dertlerin Devası için Cevşen’in Hangi Bölümü Okunur
Cevşen Nedir?
Cevşenü’l-Kebîr duası tamamıyla Allah’ın isimlerinden oluşan dua ve zikirdir. Allah’ın isimleri ile bir marifetullah dersi ve duası olan Cevşenü’l-Kebîr bu sebepten önem arz etmektedir.
Yüce Peygamberimiz (asm) ism-i azamla yapılan duaların kabul olunacağını hadislerinde bildirmiştir. Rabbimiz de Kur’an-ı Kerim’deki birçok ayette de bize kendi isimleri ile dua etmemizi emretmiştir.
Cevşen duası, gizli sırlar barındıran bir duadır. Cevşen, Hz. Peygamber Efendimizin ümmetine armağan edilmiş eşi benzeri olmayan bir dua hazinesidir. Hz. Ali (r.a) ve ondan torunu olan İmam Zeynel Abidin tavassutuyla nakledilen en önemli dualardan bir tanesidir. Cevşen’in zırh anlamında olduğu Peygamber Efendimiz tarafından bizzat bildirilmiştir.
Uhud’da Cebrail Aleyhisselam tarafından bizzat Hz. Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) zırh olarak indirilmiş ve ümmetine hediye edilmiştir. Cevşen’in pek çok derde deva olduğu, maddi ve manevi sıkıntıları, sorunları giderdiği de tecrübe edilmiştir.
Cevşen’in hadis olarak Kütüb-ü Sitte’de olmaması onun sahih kaynaklardan gelmediği anlamına gelmez. Zira “Cevşen Duası” yaklaşık 30 sahifelik bir bir duadır. Bu nedenle Kütüb-ü Sittede de diğer sahih hadis kitaplarında değil, müstakil bir eser olarak günümüze kadar gelmiştir. Genellikle amelî hükümleri içeren hadislerin mecmuaları olan “Kütüb-ü Sitte” de bulunması gerekmez; çünkü hüküm içremez feyizli bir münacat ve Allah’ın zikrini ihtiva eden tefekkürî bir duadır.
Büyük Cevşen Duası Bölümleri Arapça Yazılışı ve Türkçe Anlamı 
Cevşenü’l-Kebîr Duası Fazileti
Cevşen Duası, 100 bölümden oluşan ve her bölümü Allah’ın isminden on tanesini ihtiva eden uzun bir duadır. Her kırk ismin başında “Allahım bu isimlerin hürmetine Senden istiyorum” mealinde ifadesi vardır. Her bölümün sonunda da “Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim El-Aman El-Aman, bize eman ver, bizi dünyanın  afetlerinden ve cehennem azabından koru!” mealindeki dua ile de cehennemden ve kişiyi cehenneme götürecek her nevi kötülükten ve günahtan Allah’a sığınılır.
İsm-i Azam özelliğini de taşıyan Cevşen Duası’nın maddi ve manevi birçok fazileti, faydası vardır. Sayısız fazileti ve esrarı bulunan Cevşenü’l-Kebîr’i, o faydaların bazılarını bizzat faydasını umarak, isteyerek ve niyet ederek okumamak gerektir. “Cevşen” gibi faziletleri çok olan bir duayı sadece faydalarını düşünerek ve niyet ederek okumak ihlası bozar ve duanın da kıymetini düşürür.
Risale-i Nur’da Cevşen Hakkında Bahisler
Bediüzzaman Hazretleri bu konu hakkında şu tesbiti yapmaktadır.
İKİNCİ MESELE: Ubudiyet, emr-i İlâhîye ve rıza-yı İlâhîye bakar. Ubudiyetin dâîsi emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı Haktır. Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faydalar ve kendi kendine terettüp eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münâfi olmaz. Belki zayıflar için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faydalar ve menfaatler o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz’ü olsa, o ubudiyeti kısmen iptal eder. Belki o hâsiyetli virdi akîm bırakır, netice vermez.
İşte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz hâsiyeti ve faydası bulunan Evrâd-ı Kudsiye-i Şâh-ı Nakşibendîyi veya bin hâsiyeti bulunan Cevşenü’l-Kebîr’i, o faydaların bazılarını maksud-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faydaları göremiyorlar ve göremeyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünkü o faydalar, o evradların illeti olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazlî bir surette, o hâlis virde talepsiz terettüp eder. Onları niyet etse, ihlâsı bir derece bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer.
Yalnız bu kadar var ki, böyle hâsiyetli evrâdı okumak için, zayıf insanlar bir müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faydaları düşünüp, şevke gelip, o evrâdı sırf rıza-yı İlâhî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından, çoklar, aktabdan ve Selef-i Salihînden mervî olan faydaları görmediklerinden şüpheye düşer, hattâ inkâr da eder. On Yedinci Lem’a
CEVŞEN DUASI ARAPÇA OKUNUŞU
Cevşenü’l-Kebîr Duası Fazileti Hakkında
Risale-i Nur’dan Bölümler
Bediüzzaman Hazretlerinin devamlı okuduğu Cevşen-ül Kebir Duası ve Risalelerde geçen Cevşen hakkındaki kısımlar
Yirmi Dördüncü Söz
İşte, nasıl eğer bir adam hem hoca, hem zâbit, hem adliye kâtibi, hem mülkiye müfettişi olsa, onun herbir dairede birer nisbeti, birer vazifesi, birer hizmeti, birer maaşı, birer mes’uliyeti, birer terakkiyâtı; ve muvaffakiyetsizliğine sebep birer düşman ve rakipleri oluyor. Ve padişaha karşı çok ünvanlarla görünüyor ve görür. Ve çok lisanlarla ondan medet ister ve âmirinin çok ünvanlarına müracaat eder. Ve düşmanların şerrinden kurtulmak için, muavenetini çok suretlerle talep eder.
Öyle de, çok esmâya mazhar ve çok vazifelerle mükellef ve çok düşmanlara müptelâ olan insan, münâcâtında, istiâzesinde çok isimleri zikreder. Nasıl ki, nev-i insanın medâr-ı fahri ve elhak en hakikî insan-ı kâmil olan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm, Cevşenü’l-Kebîr namındaki münâcâtında bin bir ismiyle dua ediyor, ateşten istiâze ediyor.
Yedinci Şuâ
Hem binler dua ve münâcâtlarından Cevşenü’l-Kebîr ile, öyle bir marifet-i Rabbâniye ile, öyle bir derecede Rabbini tavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen ehl-i mârifet ve ehl-i velâyet, telâhuk-u efkârla beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife yetişememeleri gösteriyor ki, duada dahi onun misli yoktur. Risale-i Münâcâtın başında Cevşenü’l-Kebîr’in doksan dokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacık bir meâlinin beyan edildiği yere bakan adam, “Cevşen’in dahi misli yoktur” diyecek.
Emirdağ Lahikası – I
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Bir biçare vesveseli ve hassas ve dinsizlerle görüşen bir adam, meşhur dua-i Nebevî olan Cevşenü’l-Kebîr hakkında ve akıl haricindeki sevap ve faziletine dair bir hadisi görmüş, şüpheye düşmüş. Demiş:
“Râvi, Ehl-i Beytin imamlarındandır. Halbuki hadsiz bir mübalâğa görünüyor. Meselâ içinde der: ‘Bu duaya Kur’ân kadar sevap verilir.’ Hem ‘Göklerdeki büyük melâikeler, o dua sahibini gördükçe kürsilerinden inip ona pek büyük bir tevazu ile hürmet ederler.’ Bu ise, aklın ve mantığın mikyaslarına gelmez” diye, Risale-i Nur’dan imdad istedi. Ben de Kur’ân’dan ve Cevşen’den ve Nur’lardan gayet kat’î ve tam akıl ve hikmete mutabık bir cevap verdim. Size gayet kısa bir icmalini beyan ediyorum. Şöyle ki, ona dedim:
Evvelâ: Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında on adet “usul” var, böyle şüpheleri esasıyla keser, izale eder. Ona bak, cevabını al.
Saniyen: Hergün bütün ümmet kadar hasenat ona işlenen ve bütün ümmetin saadetlerine yardım eden ve İsm-i Âzamın mazharı ve kâinatın çekirdek-i aslîsi, hem en mükemmel ve cami meyvesi olan zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, o duanın kendi hakkında o azîm mertebesini görmüş, ona haber veren Cebrail Aleyhisselâmdan işitmiş, başkalarını kendine kıyas etmiş veya edilmiş. Demek o pek fevkalâde ve acip sevap, zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) velâyet-i kübrâsından ona gelmiş. Küllî, umumî değil, belki o duanın mahiyetinde böyle harika bir kıymet var ve ism-i Âzam mazharı olan zâtın tebaiyetiyle başkalara dahi o sevap mümkündür; fakat gayet ehemmiyetli şartları var, yalnız okumak kâfi gelmez. Yoksa muvazene-i ahkâmı bozar, farzlara ilişir.
Salisen: O dua, nasıl ki zât-ı Ahmediyeye baktığı vakit mübalâğadan münezzeh ve ayn-ı hakikat oluyor. Öyle de, o duadaki yüzer Esmâ-i Hüsnânın hakikatlerine baktığı zaman, değil mübalâğa, belki onların nihayetsiz tecellîlerinden gelmesi mümkün ve gelebilen feyizlerin nihayetsizliğini göstermek için pek az bir kısmını Muhbir-i Sâdık (a.s.m.) haber vermiş ve teşvik için müphem ve mutlak bırakmış. Sonra, mürur-u zamanla, o kaziye-i mümkine ve mutlaka, bilfiil vâki ve külliye telâkki edilmiş.
Ne için okunur?
Hangi Dertlerin Devası İçin Cevşen’in Hangi Bölümü Okunur
Bölümleriyle Cevşenü’l-Kebîr Duası Fazileti ve Sırları
Sihir, Afet ve Kötülüklerden, belalardan Kurtulmak İçin:
“6.Bölüm
1 Yâ Men tevâda’a küllü şey’in li’azametih
2 Yâ Meni’stesleme küllü şey’in likudratih
3 Yâ Men zelle küllü şey’in li’izzetih
4 Yâ Men hada’a küllü şey’in liheybetih
5 Yâ Meni’nkâde küllü şey’in limülketih
6 Yâ Men dâne küllü şey’in min mehâfetih
7 Yâ Meni’nşakkati’l-cibâlü min haşyetin
8 Yâ Men kâmeti’s-semâvâtü bi emrih
9 Yâ Meni’stekarrati’l-ardu bi iznih
10 Yâ Men lâ yâ’tedî ‘alâ ehli memleketih
Sübhâneke lâ ilahe illâ ente’l-emâ-ne’l-emâne hallisnâ mine’n-nâr.”
İzzet ve ikram bulmak için:
“3 Bölüm
1 Ya Hayra’l-ğâfirîn
2 Ya Hayra’n-nâsırîn
3 Ya Hayra’l-hâkimîn
4 Ya Hayra’l-fatihîn
5 Yâ Hayra’z-zâkirîn
6 Yâ Hayra’l-vârişîn
7 Yâ Hayra’l-hâmidîn
8 Yâ Hayra’r-râzikîn
9 Yâ Hayra’l-fâsilîn
10 Yâ Hayra’l-muhsinîn
Sübhâneke lâ ilahe illâ ente’l-emâ-ne’l-emâne hallisnâ mine’n-nâr.”
Zafer kazanmak, galip gelmek için:
“4 Bölüm
1 Yâ Men lehü’l-‘izzü ve’l-cemâl
2 Yâ Men lehü’l-mülkü ve’l-celâl
3 Yâ Men lehü’l-kudretü ve’l-kemâl
4 Yâ Men hüve’l-kebîru’l-müte’âl
5 Yâ Men hüve şedîdü’l-mihâl
6 Yâ Men hüve şedîdü’l-‘ikâb
7 Yâ Men hüve serî’u’l-hisâb
8 Yâ Men hüve ‘indehû hüsnü’s-şevâb
9 Yâ Men hüve ‘indehû ümmü’l-kitâb
10 Yâ Men hüve yünşiü’s-sehâbe’s-sikâl
Sübhâneke lâ ilahe illâ ente’l-emâ-ne’l-emâne hallisnâ mine’n-nâr.”
Kalplerde Kabul Görmek ve İstenilen Bir Kişiyi Yanına Getirmek İçin:
“5 Bölüm
Ve es’elüke biesmâike
1 Yâ Hannân
2 Yâ Mennân
3 Yâ Deyyân
4 Yâ Gufran
5 Yâ Burhan
6 Yâ Sultân
7 Yâ Sübhân
8 Yâ Müste’ân
9 Yâ Ze’l-menni ve’l-beyân
10 Yâ Ze’l-emân
Sübhâneke lâ ilahe illâ ente’l-emâ-ne’l-emâne hallisnâ mine’n-nâr.”
İşlerin iyi neticelenmesi için:
“7 Bölüm
1 Yâ Ğâfıra’l-hatâyâ
2 Yâ Kâşife’l-belâyâ
3 Yâ Müntehe’r-racâyâ
4 Yâ Müczile’l-‘atâyâ
5 Yâ Vâsi’a’l-hedâyâ
6 Yâ Râzika’l-berâyâ
7 Yâ Kâdiya’l-münâyâ
8 Yâ Sâmi’a’ş-şekâyâ
9 Yâ Bâ’ise’s-serâyâ
10 Yâ Mutlika’l-üsârâ
Sübhâneke lâ ilahe illâ ente’l-emâ-ne’l-emâne hallisnâ mine’n-nâr.”
Yüksek mertebelere ulaşmak için:
8 Bölüm
1 Yâ Ze’l-hamdi ve’s-senâ
2 Yâ Ze’l-mecdi ve’s-senâ
3 Yâ Ze’l-fahri ve’l-behâ
4 Yâ Ze’l-‘ahdi ve’l-vefâ
5 Yâ Ze’l-‘afvi ve’r-ridâ
6 Yâ Ze’l-menni ve’l-‘atâ
7 Yâ Ze’l-fasli ve’l-kadâ
8 Yâ Ze’l-‘izzeti ve’l-bekâ
9 Yâ Ze’l-cûdi ve’n-na’mâ
10 Yâ Ze’l-fadli ve’l-‘âlâ
Sübhâneke lâ ilahe illâ ente’l-emâ-ne’l-emâne hallisnâ mine’n-nâr.”
0 notes
onderdenizcavuslar · 7 years
Photo
Tumblr media
Zühre
Karamesutlu'da doğmuş. 1952 ya da 1953 senesi o zamanlar nüfus memurluğuna doğar doğmaz kayıt imkanı yok, köy yerlerinde hayat da güç. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan bir ailenin ilk çocuğu başka bir deyişle ilk kızı. Karamesutlu neresi diyenler olur muhakkak. Trakya'nın birbirine benzeyen yüzlerce köyünden biri. Köy halkı, Sultan 2. Abdulhamid Han zamanında, Bulgaristan'ın Lofça ilinin Karahasan (Aleksandrovo) kasabasından 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonunda 1879 yılında göç ederek Sultan 2. Abdülhamid'in kendisine ait olan, şehzadeliği döneminde ticaretle uğraştığı ve hayvan ticaretinde kullandığı bugünkü topraklara yerleşmiş. Babaeski'ye bağlı. Kırklareli il sınırlarında.
Zühre, Kırklareli'nin babaeski ilçesine bağlı Karamesutlu köyünde yaşama gözlerini açtığı sıralar, menekşe gözlü yıldız Elisabeth Taylor, bugün Londra’da yapılan bir düğünle Michael Wilding’le evlenmiş, Frankfurt’ta sis ve yağış nedeniyle bir uçağın iniş sırasında düşmesi sonucu 44 kişi ölmüş, .Orson Weiles’in Othello adlı filmi Cannes Film Festivali’nde büyük ödülü kazanmış, Birleşmiş Milletler savaş uçakları, Kuzey Kore’deki hidroelektrik santrallerini bombalamışlar. Amerikan Hava-kuvvetleri’ne bağlı bir nakliye uçağının Washington’da düşmesi sonucu havacılık tarihinin en büyük kazası meydana gelmiş 1952'de ve 84 kişi hayatını kaybetmiş. Gazeteci ve yazar Ercüment Ekrem Talu'ya Fransız "Légion d'honneur" nişanı verilmiş. .Türkiye ile ABD arasında telefon görüşmelerine başlanmış ilk o sene. Berlin ikiye bölünürken, Napoli'de yapılan Avrupa Güzellik yarışmasında Türk güzeli Günseli Başar birinci olmuş. Et ve Balık Kurumu üretime başlamış. 14 Mayıs 1950 seçimleri ile Türkiye’de CHP’nin 27 yıllık iktidarının kapandığı; 10 yıllık Demokrat Parti döneminin ikinci senesinin yaşandığı yılmış 1952.
Zühre'yi biricik annesi bebeklikten okul çağına kadar binbir itina ile büyütmüş. Buna karşılık olarak, ilkokul yaşlarından itibaren sabahtan öğlene okul sıralarında, öğleden sonraları da tarlada ana ve babasına yardım ederek geçirmiş çocukluğunu Zühre.
Sıcak yaz ayları güneşin altında, kara kışları da Trakya'nın kuru soğuğunda ailesine katkıda bulunarak henüz daha çocukken büyümüştür. İlkokulda en hüzün veren anısını anlattığında gözlerinden iki damla erdem düşer insanın. Soğuk bir kış sabahı ısınmak için ellerini sınıfın içindeki kömürlü sobanın yakınına yanaştırmış ovalayarak ısınmaya çalışırken arkasından birinin onu ittirmesiyle elleri sobaya yapmışmış cayır cayır sıcak soba üstünde elleri yanmıştır.
Genç kızlığı dönemine denk gelir, ailenin ilk erkek çocuğu doğmuştur. Baki adını evin babası koymuştur. Baki kara bir oğlan çocuğu, hayatının büyük bir bölümünü zorluklarla geçirecek olmasını bilmeden açmıştır dünyay gözlerini. Günlerini Baki'ye bakmakla ve okul dışında tarlada çalışarak geçiren Zühre'nin ikinci erkek kardeşi Fahri'de bir kaç yıl sonra dünyaya gelmiştir. Fahri deli dolu bir genç olacaktır sonraları. Zühre'nin yükü ağırdır. Okulu bırakmış. Annesine tarlada yardım etmeye ve kardeşlerine bakmaya devam eder. Baba, Alpullu Şeker Fabrikasında çalışır o sıralar. İstanbul'da yaşayan amcası o esnada Çavuşlar aile reisi Recep ile tanışır.
Recep Zühre'nin amcası Basri ile mesailerde sohbeti ve dostluğu pekiştirir. Sohbetlerin birinde evlilik çağına gelen oğlundan bahseder. Baş göz etsek, yaşı da geldi der. Var mı tanıdığın diye de sorar. Basri'de abisinin biricik kızı Zühre'den bahseder. Evlilik çağına gelmiştir Zühre çünkü. Tarlada, çocuk bakmada ve yemek, temizlik, evi çekip çevirmesi anlayacağın Recep Kardeş elinden her iş gelir der Basri. Recep'in aklına yatmıştır. Helal süt emmiş, elinden her iş gelen bir gelin adayı hayalinde canlanıverir oğlu için: Basri'ye tez vakit tanıştıralım gençleri der.
İstanbul taşı toprağı altın şehirdir. Basri ilk fırsatta köye gider ve abisine durumu açar. Abisi eşine durumu açar. Ve annesi biricik kızına bu kısmeti ana kız duygusallığında iletir. Zühre'nin çocukluk genç kızlık serüveni ailesine yardım ederek tarlalarda yaz kış demeden çalışarak evin hayvanlarına bakarak yeri geldiğinde otlatıp yeri geldiğinde süt sağarak ve iki erkek kardeşini bakıp büyütmekle geçmiştir. Zühre bu kısmetle tanışmak ister.
İlk fırsatta anasıyla birlikte amcasında bir süre kalmak üzere soluğu İstanbul'da alır. Basri yeğeninin geldiğini haber eder Recep'e. Recep de oğluna. Sonra görüşme ayarlanır. Hasan ile Zühre ilk bir pastanede buluşurlar. Zühre çekingen ve ürkektir. İlk kez bir erkekle görüşecektir. Hasan da heyecanlıdır. Makedonya'nın Üsküp şehrinden göç edip İstanbul'un Zeytinburnu ilçesine yerleşen ve okulu bitirip çalışmaya başlayan genç adam için bu izdivaç için erken olsa da, babasının kararı bir emirdir. Pastanede sütlaçlar yenir, çaylar içilir ve sonra Ayhan Işık ve Gülistan Güzey'in başrollerini oynadığı ve yer bulmanın zor olduğu kapalı gişe oynayan Kanun Namına filmine giderler. Heyecan dolu bir filmdir. Ayhan Işık Hasan'ın idolü olur sonrasında. Ve o sinemada ilk kez köylü güzeli Zühre'nin elini tutar Hasan.
Hikaye böyle başlar. Evlenirler. Kıbrıs Barış harekatı sonrası. İki çocukları olur. Acı tatlı yıllar. Çocuklarının doğumuyla her şeye kol kanat germeye çabalayan iki çift yürek. Bu başka bir yazı konusu olacak. Ancak 1952'de başlayan hikaye, 2008 yazında bir sağlık ocağındaki doktorun yüzünüz çok beyaz, betiniz benziniz atmış bir tahlil yaptırın demesiyle dönüşü olmayan bir yola girer. Zühre, tansiyon, halsizlik filan beklerken testler sonucu kanser olduğu ortaya çıkar.
Ameliyat der doktorlar. Ağlaya ağlaya çocuklarından eşinden ve sevdiklerinden kopacak korkusuyla operasyonu olur. Bağırsakları alınmış karnına verilmiştir. Güzeller güzeli Zühre için her şey normale dönmeye, gezmeye dolaşmaya ve evin yemeklerini yapmaya başlamışken dikişleri patlar bir bayram arefesi ve tekrar hastaneye kaldırılır.
Bir ambulansla evinden alındığında evine son kez bakar gibi dalgın gözlerle sedyede lambaları acı ile yanıp sönen araca konur. Akşamına iğnelerle bir nebze toparlayan Zühre, sık sık terlemesini acildeki yaşlı bir teyze ile paylaşır. Ah be teyzecim der terliyorum buraya geldiğimden beri yaşamak istiyorum çocuklarım eşim burada beni bekliyorlar ben kimseye böyle yük olmak ister miyim, iyileşmek istiyorum ama bunlar ecel terleri der.
Doktorlar her şey kontrol altında dediği için aile eve geçer. Telefon gelir gece yarısı fenalaştı Zühre Hanım diye. Acilen yola çıkar eşi ve çocukları.Yoğun bakıma alınmıştır. Saatler geçmek bilmez. Hastane. Yoğun bakım kapı önü. Bir kadın doktor kapıyı açar. Filmlerdeki dizilerdeki gibi. Nasıl annem diyecek olan genç adamın konuşmasına fırsat vermeden üzgün bir vücut dili ve ses tonuyla kadın doktor maalesef der, kaybettik hastamızı. Başınız sağ olsun.
O genç adam yani bendim. Hayat artık anlamsız hale geldi o geceden beri, tüm kemiklerimin kırılmasından daha acı verici bir şeydi, tam da uçurumdan düşmek gibiydi. Peki Zühre kim miydi, Zühre, benim annemdi.
-Önder Deniz Çavuşlar
Instagram: www.instagram.com/onderdenizcavuslar
150 notes · View notes