Tumgik
#Kopan Duran
girifit · 29 days
Text
bugün günlerden ne, hangi saatteyiz, ben uyanalı ne kadar oluyor bilmiyorum. karşımda kaçıncı kez gözyaşlarına boğuldun, bilmiyorum. benim içim hiç acımadı ama. bak, ben bunu biliyorum. ne gözlerim doldu ne de elim ayağıma dolandı. ben susmadım. belki de uzun zaman sonra ilk defa. ama yakıp yıkmadım da. sesim fısıltıyı andırırcasına sessizdi. ama biliyordum, beni duyduğunu. hatta kapının ardında duran bedenin bile beni duyduğunu. sessizdim ama işin aslını istersen çığlık çığlığaydım. içimde kopan bir fırtına vardı ve ben bunu yeni anlıyorum. içimde çığlık atan bir kız çocuğu vardı ve ben bunu yeni fark ediyorum. şimdi, küçük balkonumda usulca bir sigara yakıyorum. yanmayı dilemiyorum. yanacak kadar yandığımı anladım. sessiz usulca yitip gidiyorum. olay yalnızca bundan ibaret.
sen buna ne dersen de. ben, vazgeçiş diyorum.
23 notes · View notes
hazanla · 5 months
Text
Her sabah pencerenin kenarına konan kuş artık gelmez olmuştur. Bayat ekmek kırıntıları, alıngan bir kuşun geride bıraktığı son parçalardır. Kim bilir hangi hoyratlığına alınıp gitmiştir buralardan.
Birkaç sabah daha merakla pencerenin kenarına baktığınızda, kırıntılar hâlâ oradaysa, küçük bir iç buruntusu hepsi o kadar...
Bir kuş giderken neler götürebilir ki yanında?
Oysa bir sevgili giderken pek çok şeyi alıp gitmiştir.
Utangaç ilk dokunuşları, akşam vakti sinema çıkışında yağmura yakalandığınızdaki sarılmaları, kimi sayfalarındaki satırların altı çizili şiir kitaplarını, telefon konuşmalarındaki ağlayışlarını, soğuk bir havada boynuna doladığın ve onun kokusu sinmiş kaşkolu, karşılıklı içilen kahvelerin değişmez fincanlarını. Filmlerden ezberlediğiniz ve birbirinize söyleyip durduğunuz replikleri, arkadaşlarınızla birlikteyken kaçamak olarak birbirinize fırlattığınız şehvetli bakışları.
Doymamacasına dinlediğiniz bir Ortadoğu ezgisini, Balat sokaklarına gizlediğiniz gülümsemeleri, sık gittiğiniz bir lokantanın kokusunu, evlenince ilk hafta yapılacak yemekler listesini, simidin yanında şekersiz içilen çayları, minicik ağızlarıyla kurşun emen çocukların acısıyla burkulan yüreğini, tülbendine hain bir bombardımanda ölen kocasının kanı bulaşmış ve ağlayıp duran kadının hüznüyle kan çanağına dönmüş güzel gözlerini, bir ebru deseninden ayırt edilemeyecek ellerini.
Unutulmuş bir randevudan kopan tartışmaları, kendi elleriyle yaptığı ve tuzun fazla kaçtığı bir yemeği tadarkenki yüz buruşturmalarını, her gece ayın şekline bakıp verdiği yeni isimleri, saçlarını çiçek tarlasına dönüştüren minik tokaları, çocukluğundan beri sakladığı ve artık parçalanmaya yüz tutmuş, sağından solundan ipler sarkan bez bebeği.
Solgun gecelerin ayazında birlikte edilen duaları, hayata ve insan olmaya dair bitimsiz konuşmaları, küçük sakarlıkların ardından gözlerimizden yaşlar getiren kahkahaları, sokak lambasının neşeli ışığıyla paylaşılan yalnızlıkları, cızırtılı bir radyoda çalan şarkıya dans ederek eşlik edişleri, bazı satırlarındaki mürekkebi gözyaşlarıyla dağılmış mektupları, lunaparkta bindiğiniz atlıkarıncadan birbirinizin elini tutma isteğini ve çocuklarınkine karışmış neşeli bağırışları.
Gözden uzak, eski, küçücük bir caminin, içinde birkaç yaşlının oturup ta ölümü beklediği avlusundaki hevesli sözleri. Sudan sebeplerle edilen bir kavganın ertesinde özür dileyebilmek için bahane aramaları ve mahcup bakışları, kaybettiğimiz iyi dostları anarken gözlerinin dolup dolup taşmalarını, onun yüzü, bakışları, elleri, hüznü, sevinci, hayatınıza girdiği ilk andan itibaren yaşanılan her ne varsa alıp gitmiştir sevgili.
Bir sevgili gittiğinde, ona baktığınız gözlerinizi de alıp gitmiştir.
Bir sevgili gittiğinde, altında onunla dolaştığınız gökyüzünü de alıp gitmiştir.
Bir kuş, bir sevgili...
İnsan kaybettikleriyle insandır.
Tarık Tufan / Ve Sen Kuş Olur Gidersin
34 notes · View notes
mnsrykt · 1 year
Text
"Bir kuş giderken neler götürebilir ki yanında? Oysa bir sevgili giderken pek çok şeyi alıp gitmiştir. Utangaç ilk dokunuşları, akşam vakti sinema çıkışında yağmura yakalandığınızdaki sarılmaları, kimi sayfalarındaki satırların altı çizili şiir kitaplarını, telefon konuşmalarındaki ağlayışlarını, soğuk bir havada boynuna doladığın ve onun kokusu sinmiş kaşkolu, karşılıklı içilen kahvelerin değişmez fincanlarını, filmlerden ezberlediğiniz ve birbirinize söyleyip durduğunuz replikleri, arkadaşlarınızla birlikteyken kaçamak olarak birbirinize fırlattığınız şehvetli bakışları, doymamacasına dinlediğiniz bir Ortadoğu ezgisini, Balat sokaklarına gizlediğiniz gülümsemeleri, sık gittiğiniz bir lokantanın kokusunu, evlenince ilk hafta yapılacak yemekler listesini, simidin yanında şekersiz içilen çayları, minicik ağızlarıyla kurşun emen çocukların acısıyla burkulan yüreğini, tülbendine, hain bir bombardımanda ölen kocasının kanı bulaşmış ve ağlayıp duran kadının hüznüyle kan çanağına dönmüş güzel gözlerini, bir ebru deseninden ayırt edilemeyecek ellerini, unutulmuş bir randevudan kopan tartışmaları, kendi elleriyle yaptığı ve tuzun fazla kaçtığı bir yemeği tadarkenki yüz buruşturmalarını, her gece ayın şekline bakıp verdiği yeni isimleri, saçlarını çiçek tarlasına dönüştüren minik tokaları, çocukluğundan beri sakladığı ve artık parçalanmaya yüz tutmuş, sağından solundan ipler sarkan bez bebeği, solgun gecelerin ayazında birlikte edilen duaları, hayata ve insan olmaya dair bitimsiz konuşmaları, küçük sakarlıkların ardından gözlerimizden yaş getiren kahkahaları, sokak lambasının neşeli ışığıyla paylaşılan yalnızlıkları, cızırtılı bir radyoda çalan şarkıya dans ederek eşlik edişleri, bazı satırlardaki mürekkebi gözyaşlarıyla dağılmış mektupları, lunaparkta bindiğiniz atlıkarıncadan birbirinizin elini tutma isteği ve çocuklarınkine karışmış neşeli bağırışları, gözden uzak, eski, küçücük bir caminin, içinde birkaç yaşlının oturup da ölümü beklediği avlusundaki hevesli sözleri, sudan sebeplerle edilen bir kavganın ertesinde özür dileyebilmek için bahane aramaları ve mahçup bakışları, kaybettiğimiz iyi dostları anarken gözlerinin dolup dolup taşmalarını, onun yüzü, bakışları, elleri, hüznü, sevinci, hayatınıza girdiği ilk andan itibaren yaşanılan ne varsa alıp gitmiştir sevgili."
45 notes · View notes
sayebulut · 9 months
Text
-2-
Gülce evden çıkacağı zaman henüz evdekiler uyanmamıştı. Otobüs durağına vardığında insanlara bakmaya başladı. Sahi bu insanlar burada olmaktan mutlu muydu? Mesela kırmızı ceketli beyefendi bugün kendine bakınca aynada neler düşünmüşü? Tam o sırada otobüs durağa yaklaştı. Derin düşünceleri nedeniyle otobüse en son binen oldu. Kapı her açılıp kapandığında kendisi kapının bu dansına eşlik ediyordu. Aslında hoşuna gitmişti bu durum. “Sevgili kapı seninle böylesine güzel dans eden oldu mu hiç?” diye sessizce sordu, fark etmeden gülümsüyordu. Yanında duran teyze garip garip bakmasaydı o bu düşünceleriyle devam edecekti. Hafif öksürdü, ineceği durağa kadar kapıyla küsmeye karar verdi.
İnmesi gereken yere geldiğinde kapıya tek laf etmeden indi. Yine geç kalmıştı. Patronu ondan önce gelip fırını hazırladığını görünce sevimli sesiyle ortalığı inletme kararı aldı.
-Günaydınnn Pelin Hanım. Güneş bugün kendi ışığını dünyaya göndermekten vazgeçmiş diye duydum. Sanırım siz erkenden evden çıktığınız için oluyor bütün bu olanlar.
-Bak şu sevimli Gül tanesine
-Ama siz böyle söylerseniz ben nasıl özür dileyeceğim ki geç kaldığım için.
-Özür dilemene gerek yok güzelim. Ben bugün erken gelmek istedim. 12 dakikalık gecikmenin özrü kabul edilmiştir.
Gülce hızlıca gidip eşyalarını dolaba bıraktı. Önlüğünü üzerine geçirdiği gibi bugün yapacağı pastaları düşündü. Kendisi bir akrabasının vesilesiyle çalışmaya başlamıştı bu pasta dükkânında. Pasta yapma fikri başlarda ona ürkütücü gelse de yaptıktan sonra onlara isimler takmak hatta isimlere özel hikâyeler yazmak onu buraya bağlıyordu. İş yeri sahibi Pelin Hanım da onun en çok bu özelliğini seviyordu. Her şey ona özgüydü. Her pasta biriciktir. Gülce insanların da böyle olduğuna inanıyordu. Pelin hanım onu dinlerken pastalarla kurduğu bağa hayran olmaktan kendini alamıyordu. Onun içinde kopan fırtınalar gülüşünde açan çiçeklerle son buluyordu.
Gülce pastaları düşünürken aklına rüyası geldi. Konsept bugün zaman olsun dedi. Pasta hamurlarına şekil verirken Salvador Dali'nin, ‘Eriyen Saatler’ tablosundan esintiler olsun diye uğraştı. Sahi o tabloda zaman hangi saate aitti. 4 saat var her biri bir alem. Yok yok olmuyordu, kendini oyaladığını zannetse de rüyasına gidip gidip geliyordu. O saatler, o kule; peki Derviş ve ney…. Aklı bulutlara karışmışken günün konseptine uygun 5 pastasını tamamladı. Gelen sipariş listesini kontrol etmek için kasa kısmına geçti. Pelin hanım biraz durgun görünüyordu.
-Pelin hanım iyi misiniz?
Ah Gülce'm geldiğini fark etmemişim. İyiyim, bugün Yekta gelmeyecekmiş. Ne yapacağımı düşünüyordum.
7 notes · View notes
Text
Dışarıya çıkıyoruz gelsene dediler, güzelde hazırlandım. İlk defa birbirimizi gördüğümüzde sürdüğüm ruju sürdüm. Belki seni etkilerim diye saçlarımı düzleştirdim, en sevdiğim parfümü sıktım. Arabaya bindik. Aklımda sadece sen vardın. Acaba gelir mi? Sevgilisiyle arası nasıl? Gözleri hala ilk gördüğümdeki gibi parlıyor mu? Arkadaşlarıma da “o gelecek mi?” Diye soramıyordum çünkü duydukları anda sevgilisi var sus artık cevabını verecekler. O karanlık sokakta sessizce gelmelerini bekliyoruz. Sonra birden sokak aydınlandı, beyaz bir araba yanaştı. Sonra onu gördüm. Büyük elleri direksiyonu sıkıca kavramış, uzun kıvırcık bal rengi saçları arabanın sarı ışığının altında parıl parıl parlıyor. O an tekrar o geceye dönüp saçlarınla oynamak istedim. Avuçlarım yanıyordu, sanki o yangını dindirebilecek tek şey senin o lüle lüle saçlarındı. Sonra kafanı çevirdin yavaşça, kaldırımda oturan arkadaş grubuma tek tek baktın. Sonra gözlerin bana değdi. Sanki zaman çok yavaş akıyordu gözlerimiz birbirine değdiğinde. Biz de arabayı görünce yavaşça kalktık ve arabaya doğru ilerledik. Arka koltuğa oturduk. Sen hiç arkanı dönmedin. Sanki benle göz göze geldiğin an o kıza tekrar ihanet edecektin. Büyük ellerinle direksiyonu kavrayıp agresif tavrını belli ederek arabayı son hız kullanmaya başladın. Arabadan yankılanan son ses müzik bile o an kulaklarımdaki baskından içeriye girip kendini duyuramıyordu. İçimde kopan fırtınalara inat sessizce karanlık arabada oturup senin araba kullanmanı izledim. Sonra çalan şarkıyı değiştirmek istedin. Telefonunu açtın. O an benim hayatımın dönüm noktasıydı biliyor musun? Ana ekranında o kızın kahkaha atarkenki fotoğrafını görmek benim içimdeki yangını söndürmemiş sadece daha çok harlamıştı. Beynimde dönüp duran duygulara bir yenisi daha eklendi. “Kıskançlık” öyle bir histi ki bu, sanki benim uğruna kilometrelerce koştuğum bir çikolatayı kızın biri sadece elini uzatarak alıp yemişti. Benim dokunmak için eridiğim o saçlarına, öpmek için her gece dua ettiğim dudaklarına, tutmak için her gün doğumunda namaz kıldığım ellerine o kız hiç çaba göstermeden ulaşmıştı. Ben bütün bunları düşünürken oraya geldik. İlk defa o sıcak ellerine dokunduğum o eve geldik. Herkes güle oynaya arabadan inerken ben yavaşça indim. Belki arkamdan gelip laf falan atardın. Ama hayır, ben eve girene kadar bekledin. Sonra herkes bulduğu bir köşeye oturdu. Sen de girdin ve aç olduğunu, yemek yemen gerektiğini söyleyip kapıya doğru ilerledin. O an sadece keşke gitmesen diyebildim içimden. Keşke gitmeyip burda benimle otursan. Sonra gittin. Bahçeyi gören geniş camdan arabanın karanlığın arasında kayboluşunu izledim. Herkes sohbet ederken ara ara katılsamda aklımda sadece sen vardın. Bir süre sonra içimde yankılanan çığlıklara dayanamayıp sigara dumanı içinde nefes almanın zor olduğu odadan çıktım. Karanlık bahçede ilerlerken bulduğum ilk meyve kasasına oturdum. Temiz hava ciğerlerimden içeriye sızarken neden böyle olduğumuzu düşündüm. Neden bu halde olduğumuzu, neden o kızı tercih ettiğini düşündüm. O kız sana değer vermiyordu ki. Seni hakettiğin gibi sevmiyordu. Ee sende sevmiyordun. Sürekli ona yalan söyleyip duruyordun. Bunları düşünürken ana yoldan geçen her arabada bir umutla gözlerim evin bahçesine sapan yola kayıyordu. Belki tekrar gelirsin diye tek tek bütün arabalara bakıyordum. O sırada evden çıkarken cebime tıkıştırdığım sigarayı yaktım. İçime çektiğim duman sanki büyük bir orman yangınına bir kaç damla su atmışım gibi biraz olsun beni rahatlatıyordu. Bir değişiktim bu gece. Evet seni hep istiyordum ama sanki günler sonra seni tekrardan böyle yakından görmek beni daha çok parçalamıştı. İçimdeki isteği bastırmaya çalıştıkça seni her düşündüğümde soğuktan küçülen bedenim titriyordu. Sigara bittiğinde arkada seni hatırlatan şarkıya odaklandım. Telefonumdan çıkan ses bahçeyi dolduruyor, sana olan aşkımı daha çok azdırıyordu. Sonra bir şey oldu. Bir araba yavaşça bahçeye dönen kavşaktan döndü ve oturduğum meyve kasasının tam önünde durdu. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyor, küçük ellerim bacaklarımın arasında titriyordu.
0 notes
antalyamemurlarcom · 2 years
Text
Antalya'da 2 otomobilin çarpıştığı kazada 5 kişi yaralandı
Tumblr media
Antalya'nın Serik ilçesinde iki otomobilin çarpışması sonucu 5 kişi yaralandı. Alman uyruklu Daiela Keiser (42) idaresindeki 07 AYN 949 plakalı otomobil, Orta Mahalle Antalya- Alanya D 400 kara yolu Gedik Kavşağı mevkisinde Abdullah Işık'ın (50) kullandığı 07 AID 086 plakalı otomobille çarpıştı. Trafik ışıklarının direğine çarparak duran 07 AID 086 plakalı otomobili kullanan sürücü ile eşi Fatma Işık araçta sıkıştı. Kaldırıma çıkarak duran diğer otomobildeki Ahmet Yalavuz, Burhan Sönmez ile 5 yaşındaki Umut Kaan Sönmez de yaralandı. İhbar üzerine kaza yerine polis, itfaiye ve sağlık ekipleri sevk edildi. İtfaiye ve sağlık görevlilerinin yardımıyla sıkıştıkları otomobilden çıkarılan Işık çifti ile diğer otomobildeki 3 yaralı, ambulanslarla ilçedeki hastanelere kaldırıldı. Bu arada, kaza sırasında trafik ışıklarından kopan parçalar nedeniyle yolun alt kısmındaki otoparkta bulunan 2 araçta hasar oluştu. Polis ekibi, kazanın meydana geldiği yolda inceleme yaptı. Read the full article
0 notes
snkalyona · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
10 notes · View notes
ecce-homo-pl · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
#75 Kopan Duran
29 notes · View notes
mesutbahtiyarolacak · 3 years
Text
Tumblr media
Sonra. Sonrası yok işte. İçinizde derin bir boşluk kalıyor. Karanlık ve soğuk bir boşluk. Simsiyah kelimelerin uçuştuğu, fırtınalar kopan, siyah yangınların olduğu derin kapkara bir boşluk. Ve ruhunuz o boşlukta duvarlara çarpmaya devam ediyor, bedeninizde ise yüzünüzde duran pis bir gülümseme.
13 notes · View notes
gecesizbulut · 3 years
Text
"Nereden başlamam gerektiğini inan ben de bilmiyorum. Kopan şeylerin yanında hiç ilerlemeden duran şeyler de var içimde. Buz gibi soğuk verdiği hisler. Avuçlarınızın içini buz keserken de yakan türden. Anlam veremiyorum bazı şeylere. Ya da anlamsız oluşları daha anlamlı geldikleri için. Ama bu her ne ise içimde bunu durdurmam gerektiğini biliyorum. Yoksa tüketecek beni. Tükeneceğiz. Hiç var olmadan tükeniyor olduğumuzu bilmek bazen sessiz bir biçimde son bulduğunu hissetmek gibi. Bak bu bir son değil aslında. Son olması için bu klavyeye çok uzak olmak gerekiyor. Sana bir umut vadettim. Bilmem gördün mü? Ya da görmek istersen eğer.
Yavaşla. Dur ya da durmadan ilerle. Fark etmez bana. Hepimiz farklı şekillerde güçlüyüz. Bunu biliyorum. Bırak ellerini ısıtmaya çalışma. Soğuk oluşu daha sıcak belki de. Belki de benim sana ihtiyacım vardır. Bunu bildiğin halde bekler misin beni ya da gelir misin yanıma. Son zamanlar da bunu düşünüyorum. Çünkü boşluğun içine durmadan düşerken tutunduğum tek ipin sen olduğunu fark ettim. Sen bu berbat hayatta mantıklı gelen tek şeysin. Ellerim soğuk ve bilirim ki seninkisi sıcaktır."
47 notes · View notes
Text
KAŞINTI!
Bu sabah kalktığımda, gözlerimi devirdim aynaya karşı. Benden öte, içimde doğup yaşayan fırtınalara karşı kendini itip kakan bir yalan silsilesinde kaybolduğumu farkettim. Geçen günlerin bedenime işlediği karmaşık hiyeroglifleri tenim dünyaya bir sanat eserinden hallice sergiliyordu. Gölgelerin arasında kendi karanlığımı aydınlatan gözlerimdeki soğuk ateşle çevreledim kendimi. Gerçeklerin ötesinde kendimden arda kalanlara sarıldı ellerim. Bu sahih diye imgelediğimiz havadislerin ötesine dalıyor gözlerim. Olup bitenlerin ufkuna yansıtılmış koca bir yorgunlukla baş başayım. Esen rüzgarlar tenimi okşarken etrafımdaki bu koca koşuşturmaya bulanık bir şekilde bakıyor gözlerim. Hayatlar gelip geçiyor tutunamayan, yalanlarla çevrelenmiş şeffaf bir perdenin ardındaki bulanık gerçeklere kapatılan gözlerin durgunluğunu arıyor kalbim. Yaşamdan kendine düşen payı ağzına yediği fiskelerle kanıksayan, baş parmağı ile dudaklarına birikmiş kanı silerken tadını anımsayan yorgun bir dev.
Oysa ne kadar canlı dünya. Güneşin o nahoş parıltısında lavantaların arasında yürüyorlar. Bu koca hengamenin içerisinde bir yer buluyor herkes kendine. Geçiştirilen hayatlara gelip geçen insanlar dokunuyor. Büyük bir dinginlik hakim gökyüzünde. Kuşlar yeni baharlara doğru uzanırken, kendini sürekli tekerrür eden bu dünyanın içerisinde bir türlü ipin ucunu bulamayan, hep yol üstündeki insanların gözlerine takılıyor aklım. O yorgun bakışların arkasındaki karanlığa gebe duygularla kendilerini dövüyorlar.
Ve bedenim büyük bir kaosla yıkanıyor. Gözlerimden nehirler dolusu yaş aktı bu gece. Kendi karanlığımın içerisinde verdiğim savaşı bedenim kaldırmıyor. Her geçen gün yeni bir urla uyanıyorum. Tenim soluyor, ruhum paramparça oluyor her geçen gece. Yaşama tutunmak için ellerimi geçiyorum o sert kayalıklara. Kanıyor parmaklarım. Yerinden sökülüyor tırnakları. Vahşi bir canavara dönüşüyorum. Kendi bedenimi yiyip bitiriyor aklım. Zehrim içerisinde yüzüyorum. Koca, derin bir asit kazanında çürüyorum sanki. Her geçen gün içimde kopan çığlıkları susturmak için kafamı gömüyorum dünyaya fakat kaldırmıyor aklım. Kronik bir rahatsızlığım var.
Anımsıyorum. Çok iyi hatırlıyorum. 12 yaşımda daha, tek derdim mahallenin bakkalından cips araklamakken, bir öğlen vakti annemlerin yatak odasını savaş alanına çevirmiş, çığlık ata ata ağlamıştım. Tırnaklarımı suratıma geçirmiş, çarşafları yırtmış, gözünü kan bürümüş ve cinnet geçirmiş bir canavar gibi saldırmaktaydım. Kendime ve etrafıma. Kimseler ne olup bittiğini anlamamıştı. Taa ki annem evin halini görmek için aşağı inip kendisi de ağlamaya başlayana kadar. Babamı o yorgun ve donuk sesi ile arayıp bu çocuğu psikoloğa götürelim diyene kadar.
Şimdi tekrar anımsıyorum. Bu gece, saat ikiyi on geçe sokağa çıkıp, büyük bir acıyla, fakat biri duyar diye içime ata ata, hıçkıra hıckıra ağladığımda hatırladım. İflah olmaz bir yaratığım. Aklı dizginlenemez, yalnızlığına merhem bulunamaz, kocamaman bir karanlığın evladıyım. En yakınları bile dokunamaz, çığlıklarını duyamaz, yanına yaklaşamaz.
Tenimi rüzgar süpürürken sigaramdan sadece 3 fırt çekebildiğimi farkettim. Çünkü ağlamakla meşguldüm ve filtrem göz yaşımdan dolayı sırılsıklam olmuştu. Nefesim kesiliyordu. Göğüs kafesime çöken ağrı ve sokağın bu sessizliği kafamda dönüp duran şeytanları daha da net duymama sebep oluyordu. Kendimi uçurumdan atmamak için tek sebebim o an bir uçurumun kenarında olmamamdı sanırım. Kafamı kaldırımın taşına vurmak istedim. Hem de o kadar çok istedim ki, yemin ederim ki şimdiye kadar hayatımda kanlı ve canlı hissettiğim nadir anlardan biriydi o hırs. Sanki içime çöken o koca ağırlığı sadece kafa tasımı kırıp beynimi yerinden sökerek yok edebilirdim. Bu kadar çok istedim. Hiçbir şeyi bu kadar çok istememiştim. Koca sokak sessizliğe gömülmüşken avazım çıktığı kadar bağırmak istedim. Sesim duyulsun istedim. Görsünler istedim. Cehennem benim diye bağırmak istedim. Beni canlı hissettirebilecek tek şeyin bu olduğuna o kadar emindim ki. Ölmek istedim. Koskocaman bir vahşete kapılmak. Tenimi tekrardan 12 yaşımdaki gibi kazımak, altında yatan o iğrenç karanlığı söküp atmak istedim. Bu kelimeleri yazarken bile...
Remembrance çalıyor. Sanırım bu gece 11. Kez çalıyor. Aklıma bir fon müziği koysam, hayatımı anlatmaya kalksam bu parçayı koyardım.
Çok güzel bir gün geçirdim fakat kafamı yastığa koyduğumda başlayan bu krizden kendimi alıkoyamadım.
Neyim var benim? Hangi şeytanla anlaşma imzaladım doğarken, hangi tanrı reva gördú ki bu asla tatmin olmaz kırık kafayı bana? Ben bunu hakedecek hiçbir şey yapmadım. Doğmaktan ve düşünmekten başka hiçbir şey hem de. Hatta sırf düşünmektendir diye kestim onu da. Aylardır elime kalem almadım! Aylardır tek bir cümleyi dökmedim aklımı karalayan!
Fakat anlamalıydım. Ben bu şeytanları 12 yaşında annemlerin yatak odasında, hiçbir yerim kanamıyorken, sokakta düşmemişken, darılacağım veya kırılacağım tek bir şeye bile sahip değilken, o korkunç krizi geçirip kendi yüzümü çizerken aynaya baktığımda çoktan hayata geçirmiştim. Beni gecenin en karanlık ve kuytu köşelerinde sebepsizce avlayacak olanlarla tanışmıştım. Yaşıtlarımın aşkla dolu bir şekilde sokakta top yuvarlayıp misket oynarken ben hiçbirinden tad alamadığımı farkettiğimde anlamalıydım. O gün aynaya bakmış, yüzümdeki belli belirsiz tırnak izleri ve ufak yaraları sayarken, gözlerim kan çanağı bir şekilde ağlamaya devam ederken, kimim ben diye sormuştum.
Kim olduğumu sorduğum günden beri kaybolmuşum. Yolumu bulmak için harcadığım her çaba, attığım her adımda daha da dibe batmışım. Beni görecek ve duyabilecek olanlardan uzaklaşmışım. Kendi annem ve babama bile yabancı olmuşum.
Koca bir tiyatro sahnesinde başrolü çekiyorum. Hissedemiyor, sevemiyor, sevildiğimi hissedemiyorum. Aklımı kalbime bağlayan devreleri yaktım. Şimdi ise bir şeyleri hissedebilmek için, kafamı kaldırım taşında ezmek istiyorum. Kafasına silah dayandığında canlı hissedecek bir insanın kurtuluş çığlığı ve yardım çağrısı kadar çok hem de. Avuçlarımın içine almak beynimi ve korkunç bir gülümsemeyle bakmak ona. İşte, kurtardım seni demek. O karanlık ve nefes almaz kafa tasından kurtardım. Şimdi rüzgarı hisset, demek istiyorum.
Ilık ve sakince akan kan ile birlikte, yaşamdan süzüldüğünü hissedercesine, kanlı ve canlı hissetmek.
Korkunç bir karanlığın içerisinde, akıl almaz bir vahşetle gülümsüyorum. Beni tutabilene aşk olsun. Kafamı ezeceğim! Hem de kaldırım taşlarında!
7 notes · View notes
hetesiya · 3 years
Text
Hiç'i Düşünürken
Tumblr media
insan kendini boşlukta hisseder mi
boşluk kendini insanda hisseder mi
söyle gülüm sen beni HİÇte gördün mü?
- T. D -
Sana Hiç’in türküsünü söyleyemem, sana Hiç’i koklatamam,
seni Hiç’te göremem, ben Hiç’te olmadığım sürece.
Yaşamın sırrı Hiç’teyse eğer, Hiç olmalısın gülüm, ölüpte dirilmelisin,
çünkü ölüm sırra açan kapıdır.
1.
İnsan varoluş putlarını ardında bıraktığı an, Tek’in seyrine başlar. O andan itibaren dünyaya atılmışlığını, köksüzlüğünü, şekilsizliğini, adsızlığını anlayacak. Bu bilinçle hareket eden Tek’in yaşamı, sahici nitelik kazanır. Sahicilikte Tek, Hiç ve Hiç’ten kopan Varlık’la yüzleşecektir. Hiç’i ve Varlık’ı bir arada kavrayacaktır. Burada duyacağı kaygı insan yaşamında daima var olacaktır. Kaygı, kriz ve bulantı gelip geçeci değil, sürekli olandır. Ancak bulantı insana sahici yaşamın olduğunu anımsatır. Tek, buradan yola çıkarak yaşama karşı sorumluluk duyar ve onu düzenleyerek karmaşadan kurtararır. Neticede kendisiyle birlikte tüm varolanları bu bilinçle adlandırır. Sahi olan içinden geldiği hiçliğine geri dönerek yaşamı kurar. (Bu hiç onun doğduğu yerdir.) Buradaki yapıcılık yıkıcılığın tersi değil; ikisi içiçedir. İyi-Kötü ötesidir.
2.
Genelin acısı bir düşünce acısıdır; bir hayaletin acısı. Genel, aynı zamanda »sıradan insan«dır. Sıradanlık Man’ın en açık ifadesidir. Sıralar halinde yürüyen ve düşüncelerin egemenliğindeki genel, Ben’in yüzkarasıdır. Sahi olan, genel ölünce doğar. Genelin ölümü sahi olanın doğuşudur -işte!
Biricik, Man’ın karşısında duran, karşıt olandır. Biricik, Hiç’e dönen ve Hiç ile yaratandır. Tek, ancak biricikliğinde yaratıcı hiçliğine geri döner: Tek, biricikleşir, işte. Genel, Ben’in biriciklik duygusunu kırmaya, zayıflatmaya yönelir, çünkü genel, biricik olandan korkar. Genel, korkuya düşmanca davranır. Korku, geneli düşünceden düşünceye iter ve taştan taşa vurur: birinin egemenliğinden alıp bir diğerininkine sürükler. Oysa kendi meselemi kendim üstlenir ve biricikliğim üzerine kurarsam, o zaman meselem geçici ve ölümlü bir yaratıcının meselesidir. Dolayısıyla söyleyebileceğim tek şey vardır ki, o da ancak şu sözcüklerde ifade bulabilmektedir: Meselemi Hiç’e bıraktım. Meselesini Hiç’e bırakan kişi, bir akış olan zaman içinde Hiç ile Varlık’ın kesiştiği noktada vukuu bulan boş alanın kâhinidir (sahibidir).
3. »Varoluşçu zangoç«un ızdırabı
Man sadece toplumsal yaşamda vardır, toplum onun nasıl yaşaması gerektiğini önceden belirler. Bu yaşam, genel olanın mekanıdır. Buna dolayısıyla »genel mekan« ya da »genel alan« diyebiliriz. Man aynı zamanda belirli olandır, onlar gibi; Man toplumun simgesidir, toplumun kendisidir. O, bir genel alan iken, aynı zamanda bir »onlar alanı«dır.
Tek, Varlık’ın dayanılmaz ağırlığı altında Hamlet-sorusunu kasvetler içinde soracak: Niye Hiç yok da, bir şey var? Tek’in asıl sorusu -bu. Bu soruya korku, tasa ve cansıkıntısı eşlik ediyor. Tek’e sonsuz bir uçurum duygusu veren Hiç-sorusu iç sıkıntısının dışa yansımasıdır. O daima Tek’ledir.
Issız, terkedilmiş ve tenha bir yerde olmanın duygusunu kim bilmez. Modern çağda korku filmleri izleyenler bu duyguyu daha iyi anlar. Tüm evren tenha ve karanlıklarla çevrilidir, Tek’in attığı her adım uçurumla sonuçlanabilir. Ancak Man kendini işte bu Hiç’e bıraktığı an, çok şey kazanabilir: aldatmacalardan sıyrılmanın, tanrılardan arınmanın tek yolu Hiç’te olmaktır. Varlık’a erişmek için bu kasvet göze alınmaya değer. Varlık’ın gizine erişmenin tenhalı, kasvetli yolu Tek’in kendisidir. Yaşam Tek’e iki olanak sunar: asıl olan ve tersi. Varoluş böylece belirlenmiş olarak karşımıza çıkar. Dünya-içinde-olmak bu iki seçenekle sınırlıdır.
4.
Hiç, korku yoluyla açığa çıkar. HBu da Varlık’a ulaşmanın yoludur. Korkuyla açığa çıkan Hiç, Tek’in Varlık’ıdır. Tek, Hiç’te ölümle yüzleşir. Ve ölüm bilinciyle yaşama anlam yükler. Ölüm, yaşamın tek anlamıdır. Ölümsüz yaşam anlamsızdır. Ölüm, yaşamı var eder, Hiç’in, Varlık’ı var ettiği gibi. Ölüm ve yaşam içiçedir, Hiç ile Varlık’ın içiçe olduğu gibi. Biri olmadan, diğeri olmuyor. Ölüm kendi başına yok, Varlık kendi başına yok. Ölüm varken Hiç de var. Ölüm yaşamı var edense, onu düzenleyendir. Varlık’ı düzenleyense Hiç’tir. Varlık kendi başına saçmalıktır. Ölüm bu saçmalığın yokluğudur. Var olmak, aynı zamanda Birlikte-var olmak’tır. Biricik ile Biricik. İle’siz Varlık, Man’ın Varlık’tan kopuşuna benzer. İle ya da de/da Biricik’in dünyayı diğerleriyle »paylaşmasıdır«: Her Biricik bir diğeriyle ancak birlikte var olandır. Bu paylaşma eşit değildir. Çünkü her Biricik kendidir. Kendi olan, onlar alanına girmez. Eşitlik, eşitsizlik egemenliği gibi, dayanılmaz ve çekilmez bir zorbadır. Varoluş korkuda kendi başına ve yalın olmakla birlikte, Man’ın tahakkümünden kurtulur. Bu da Tek’i kendi olmasına götürür. Korku varoluşa sonlu olduğunu açığa vurur, çünkü varoluş kendini korkuda ölümlü Varlık olarak anlar. Böylece neden Man’ın tahakkümünde olduğunu anlar ve kendini bir bütünlük olarak kavrar.
5.
Dünyaya giriş, dünyadan çıkışı haber eder. Başlangıç, sonun habercisidir. Hiç, hem başlangıç hem de sondur, ikisini birbirine bağlayansa Var olmak’tır. Var olmanın putları Varlık’ın örtüsüdür. Man örtüdür. Dünyaya giriş ücretsizdir. Çünkü Varlık-tır. Varlık, kendindedir: Varlık Hiç’tir. Hiç’in ücreti yoktur. Hiç ücretsizdir. Hiç’in ücreti hiçtir. Hiç, kendinin nedenidir -asıl olandır. Ücret, var olmanın bedelidir -Varlık’ın değil. Bedel kendi karşılığını aramaktır. Bedel kendi eşini bulma çabasıdır. Var olmanın dayanılmazlığı kendi eşini bulamayışıdır. Bu acı onun bedelidir -işte. Var olmak kendi kopyasını yarattığı an, kendini aynada gördüğü an Varlık’tan tamamen uzaklaşıp, kendini tamamen yok edecek.
6. (Sartre)
Varoluş bulaşıcıdır, her Tek’in kaptığı bulaşıcı bir hastalık -salgın. Pekmez gibi yapışkan, estetiksel değeri sıfır, yapıştımı bir kez, bırakması mümkün değil, ölüme kadar beden, tin ve ruh onun kölesidir. Tek’in ayrılmazığı. Köşe bucak varoluştan ibaret, her şey var, her yer varoluşla kaplı. Gına! Ey varoluş! Nesin, kimsin sen? Ne istersin benden, ne ararsın? Sensiz olunmuyor, çek git. Bırak yakamı. Çek git, başımın belası! Var git, Varlık’ın bulantısı. Sağım-solum varoluş, önüm-arkam varoluş, içim-dışım varoluş. Yok mu senden kurtuluş? Her şey seninle yoğrulmuş, hayatın hamuru, çek git! Ey saçma, nereden de musallat oldun! Niye varsın, niye Hiç yok da sen varsın? Niye Hiç değil de, bir şey var? Ey rastlantı, en büyük abuk-sabuk sensin; saçmalığın kökeni sen, ne diye varsın? Ey boşluk, her şeyi yutmakla doyamayacak kadar bir ejderhasın sen, evren senin boşluğunu dolduramayacak kadar küçük. Boşluğun ve doyumsuzluğun tek ilkesi sensin. Ey bulantı, yakaladın yine beni, her zamanki gibi boğacak kadar çöktün yine gırtlağıma. Her eylemimde sen varsın. Sokakta, kafede, yatağımda, yazarken... Daha dün seviştiğim kişiyle aramıza sen girdin. Dokunduğum et senin kokunu taşıyordu, çıplak bedenime çamur gibi oturdun ve her zamanki gibi yine seninle birlikte hayvanlaştım. Seni en çok sevişirken duyumsuyorum, kaçınılması mümkün olmayan en büyük bulantı işte o an. Senin varlığın anlık değil, ebedi. Şu taş, şu toprak, şu ağaç, şu kağıt senin eserin. Senin ifade edilemeyişin köklü bir acı. Sen sözcüklerin ötesindesin, nedenin ve (sağlam) bir temelin yok senin. Biliyorum: senin dünyan sözcüklerin dünyası değil. Saçma olduğun kadar adsızsın. Bunu anladığımda başım dönüyor, midem bulanıyor ve tekrarlıyorum: her seviştiğimde bu bulantı tinimi, bedenimi ve ruhumu aşıyor. Aşkın birlikte hayvanlaşmak olduğunu ve bundan daha farklı bir şey olamayacağını o an duyumsuyorum -işte. Çamurda didişen domuzlar gibi seninle yoğruluyorum. Saçma olduğun kadar da bir rastlantısın sen, benim gibi milyonlarca zavallı karıncayla birlikte atıldın evrenin boşluğuna; boşluk senin bir diğer adın. Seni rastlantı savıyla doldurmaya çalışıyorum; oysa sen tam bir vakumsun. Dedim ya! Ve sen sözcüklere sığmayacak kadar da mükemmelsin, mükemmel bir boşluk ve boşunasın. Evren varolanlar kalabalığıdır. Başım dönüyor. Varlık’ın ücreti bulantıdır -işte.
7. (Stirner)
Dünyaya gelmek bir şans meselesidir, bu şans herkesin yüzüne gülmez. Çok çekici, büyüleyici, kazanmadan elde edilen bu şans neredeyse hoş bir mucize kadar caziptir. Bu şans benim mülkiyetimdir. »Hiçbir şey benden üstün değildir«, çünkü her şey benim mülkiyetimdir. En az şu kağıt kadar yer ve gök de benim olandır. Şu kadın, şu erkek, herkes benim hazzımın nesnesidir. Ne yazik ki, tüm hazlar gibi her şey geçicidir. Mülkiyetimde olmayan tek şey ölümdür. Bir boşluk olan şu evreni ancak kendimle doldururum, çünkü ben, Hiç’im derken boş olduğumu asla söylemedim -bunda ısrarlıyım. Benim Hiç’im gözle görünen, elle tutulan bir Varlık’tır. Üstelik kırıcı olan bu Hiç, vakumu dolduracak kadar da yapıcıdır. Dünya benim dünyamdır, gerisi yalan. Hiçbir amacım yok benim, neredeyse bir bitki kadar yalın ve yaşam doluyum. Ancak benim bir mülkiyet düşkünü oldugumu sanmayın -bunu da ısrarla söylüyorum. Her düşkünlük beni tiksindirir. Meselemi Hiç’e bıraktığım için, hiçbir tutku umurumda değil. Ben tutkuların kölesi değil, efendisiyim. Beni var eden benim, çünkü benim nedenim benim. Kimse benden sorumlu değil ve kimseden de ben sorumlu değilim. Bununla özgür olduğumu söylemiyorum, özgürlük kölelerin bir arzu ve tutkusudur, ben özgürlüğün nesnesi olacak kadar nesneci değilim. Özgürlük benimle birlikte doğdu ama ben başkaları gibi özgür olmaya mahkum değilim. Ben özgürlükten de arındım. Ben Biricik’im.
8. Değil
Mir geht nichts über Mich!
Hiçbir şey beni aşacak yücelikte değildir!
Hiçbir şey, önünde, kendimi alçaltmamı gerektirecek bir yücelikte değildir!
Beni hiçbir şey aşamaz!
Hiçbir şey özgünlüğümü aşamaz!
Hiçbir şey benden üstün değildir!
8.1 Değil nedir?
Değil’in bir şey olduğu ve olmadığı yargılama faaliyetiyle bilinir. Değil her zaman yargıyla bilinendir. Her zaman yargıyla bilinen Değil, sadece bir olumsuzluk belirtisidir. Değil, Hiç öncesi değil, sonrasıdır. Hiç, Değil sonrası değil, öncesidir. Hiç ilkseldir, asıl olandır. Değil, Hiç’i yargılayabilir sadece. Hiç yok demek gibi; Hiç yok olandır gibi. Hiç varolan değildir gibi. Hiçbir şey benden üstün değildir cümlesi bir yargı sözüdür. Oysa meselemi Hiç’e bıraktım cümlesi Hiç’e akar. Hiç önceldir, en önce olandır. Hiç var.
Dilde olmayan, dil ötesi Hiç, yargılamaz -yargılanamaz. Yargı dilde vardır. Hiçbir şey, Hiç’i ifade edemez, çünkü Hiç, hiçtir. Hiç, değiller. Değilleyen Hiç’tir. Değilleyen Hiç, değiller. Hiç’i ancak Hiç ifade eder. Hiç, ifade edilebilen değildir; Hiç, ifade edilemeyendir. Hiç, hiçtir.
9. Hiç
Tek’in ruh halini ifade edebilecek bir özellik var. Bu özelliğin adı var: Hiç. Tek, inlerken, iç sıkıntısı yaşarken, gönül darlığında kavrulurken, heves içinde ve heves dışında yoğrulurken, neşeden ve neşesizlikten kudururken, kasvet ve melâl içinde kıvranırken hep Hiç var. Hiç her yerde var, Hiç’siz bir var’dan sözedemeyiz. Hiç, olandır. Hiç, Tek’in ruhunun dışa yansıma biçimidir. Hiç, insan ruhunun kapsamıdır, Tek’in ruh halinin adıdır. İki dev kayayı birbirine bağlayan asırlık bir tahta köprüden uçurumu görmek, Hiç’i duymaktır -işte. Ve Hiç bu duyguyu yaşatandır -Hiç, bu duygudur.
Hiç, şehvetimin adıdır, libidomun öteki adı. Acının doruğunda hiçleşen Ben’in inlemesidir Hiç. Kıvamını bulma efkârına kapıldığımda Hiç’i görürüm; O, neşemle acımın kesiştiği noktadır.. Hiç, realiteyi kucakladığı gibi, rüyaların sorumlusu da odur. Tek’in rüyadaki ruh hali Hiç’in sahici ruh halidir. Hiç, sanal realiteyle banal realitenin uzlaşımıdır aynı zamanda. Hiç, evrendir, çünkü asıl olan hissiyat odur..Gönül darlığından gönül ferahlığına kadar her his, Hiç’in bazen hafif bazen sert esen rüzgârıyla çalkalanan ölüm dürtüsünün habercisidir.
Bu yazının ilk kez yayımlandığı yer: Davetsiz Misafir, Sayı 3, Sonbahar 2003.
Halil İbrahim Türkdoğan
http://isyananarsi.blogspot.com/2011/01/hici-dusunurken.html?m=1
1 note · View note
aynurant · 4 years
Text
Sensizlikmi bu içimde sessizce kopan kıyamet
Çağlayan gibi içime akıp duran gözyaşı..
10 notes · View notes
quaerens-s · 4 years
Text
"Heidegger'in de dediği gibi düşünen ben, kopan fırtınanın içinde "sakince duran" şeydir ve o ben için zaman tamamen durmuştur..."
| Hannah Arendt
13 notes · View notes
uykusuz-balinalar · 5 years
Text
Gün.
Tumblr media
Günün kalbi yok sanıyorlar. Yanılıyorlar.
Her dalga başka birinin ahıdır şimdi vuran kıyılara. Dökülmüş yapraklar biriktirir denizler ve dökülmüş insanlar, en çok kanatan anılarıyla beraber. Her batık geminin bir hazine sandığı vardır, bunları sakladığı. Ahtapotların kalbi yok sanıyorlar. Yanılıyorlar. Taşıyamayacağı bir yükü, derin suların çatlaklarından içeri bırakıyorlar.
Her çekirge sürüsü, bir balina rüyasıdır şimdi mevsimlik hasatların önünde. Düşün ki dünyanın dörtte üçüne sahipsin ama hayalin hiç çıkamayacağın karaların üstünde. Vazgeçer misin? Yoksa, vurur muydun kıyılara gecenin tam üçünde?
Ne zaman ki keşfedilmemiş bir batığın hazine sandığı çıkarılsa denizlerden, başka bir denizci kaybolur kopan fırtına yüzünden. Sular da böyle ağlar, böyle kanar derinden. Günün kalbi yok sanıyorlar. Yanılıyorlar. Beklemek bir deniz feneri gibi, gece ve gündüz, gündüz ve gece, ve üstelik de yüreği ağzında dönüp duran ışığıyla çepeçevre, bilmem kimin ahıdır ve hangi sandıkta saklıdır.
Günün kalbi, yine o deniz fenerinin fırtınalı bir gecenin ortasında dalgalara söylediği şarkıdır.
45 notes · View notes
nufusukac · 4 years
Text
Derin Manalı Sözler
Derin manalı sözler, anlamlı manalı sözler, etkileyici manalı sözler, manalı sözler 2021, manalı damar sözler, manalı kısa sözler gibi en güzel sözler için aliskanlik.com
Derin manalı sözler, hayat koşuşturmacası içinde bir an bile olsa oturup dinlediğimiz hem bizi bir tutam üzen hem de bir tutam düşündürürken sevindiren sözlerdir. Bu sözler çoğu zaman deneyim sahibi ve tecrübe sahibi belki bir arkadaşımızdan ama en çok da yaşça bizden büyük olan kimselerden duyduğumuz sözlerdir. Ayrıca etkileyici manalı sözler olarak da dikkat çekerler.
Manalı sözler, anlamlı manalı sözler olarak da karşımıza çıkar dediğimiz gibi bazen bizi üzebilir. Yaptığınız bir yanlışı ya da bir hatayı bize hatırlatıp yaptığımız hatayı anlatabilir ama tüm bunların tek nedeni hatamızdan ders çıkarmamızdır. Üstelik bu sözler manalı sözler 2021'dir.
Manalı kısa sözler hayatımızda büyük bir yeri olan bu sözlerden kaçınmamak, denk gelinen her an onu dinlemek ve asıl içinde saklı olan manayı keşfetmek gerekir. Manalı damar sözler için ne dediğini ve ne demek istediğini ciddi anlamda düşünme süresi gerektirebilir. Bu sözler, büyüklerin bizleri korumak ve yanlıştan sakınmak adına bizlere söylediği sözlerdir.
Derin Manalı Sözler
Bu aralar canım çok bir ayrı sıkkın, kendi dünyamın içinde sıkışmış da sanki kendi çaresizliğim ile boğuluyor gibiyim.
Hayatından bir anda çıkıp giden insanlar için sakın ha üzülme. Unutma ki çürük meyve dalından en erken kopan meyve olur.
Senin için ölürüm, diyenlere söyleyin. Bizim için zaten bir ölü sayılırlar artık. Tekrar ölmelerine gerek kalmadı.
Haklı olduğuna sonuna kadar inandığın hiçbir mücadeleden sakın ola ki korkma! Unutma ki atın en iyisine doru, yiğidin de en iyisine deli derler.
Okyanuslar içerisinde ilerleyip de boğulmayan insan, gider bir insana aşık olur da bir kalbin içerisinde boğulur.
Kadınlar gerçek birer kasa gibidirler; şifresini bilmeyen açamaz, zorlayıp uğraşan ise anca kırar.
Her şey küçükken doğup zaman içerisinde büyür lakin aşk bazen hiç küçülmeden kocaman olarak doğar.
Dost dediğin kişi zor zamanında yanında olup da duran kişi değil düşmene fırsat vermeyen kişidir.
Sen sadece benim elimi tutmuştun o gün. Oysa ben kendi içimde elime tutmandan bile tutuşmuştum.
Eğer birilerinin sesi arkalardan geliyor ise size, uzun uzun konuşuyorlarsa, dedikodunuz yapılıyorsa bilin ki bu iyi bir şey. Çünkü arkanızdan konuşuyorlar ise siz onlardan öndesiniz demektir.
Ben geçmişi büktüm, katladım ve diğer çer çöplerin arasına attım. Madem şimdi karşıma geçmiş benim geçmişimi konuşuyorsun, o zaman sen de çöp karıştıran kediden ya da bir köpekten farkın kalmadı demektir.
Zenginlik zenginlik diye didinip durdukları nedir ki? Ben senin ellerini tutamayacak, senin gözlerine bakamayacak ve doya doya seni koklayamayacak kadar uzak isem senden ne yapayım cebimde onlarca lirayı?
Etkileyici Manalı Sözler
Güzel gören kişi güzel de düşünme yetisine sahip olan kişidir. Güzel düşünen kişi ise yaşadığı hayattan keyif ve zevk alır. Seni görüyorum ve bir seni düşünüyor olmuşum ya ben şimdi, işte hayatımın lezzeti sensin.
Susmayın artık, biliyorum. Ben yalanlarla dolu bir dünyada oldukça da sessiz sessiz yaşamış olmama rağmen yine de çok gürültülü ölüyorum.
Benim çok düşlerim var, görmekten bile korkup uykusuz kaldığım. Çok fazla hislerim var korkumdan sırf kendime bile anlatmaktan ve hissetmekten çekindiğim ve de şiirlerim var; şiir yazdığımı kendimin bile hala bilmediği…
Her insan bedeninin bir gün toprağa karışıp çürüyeceğini ve sonunda yok olacağını bilir. Üstelik bu çürüme ve yok olma durumunda da oldukça korkar oysa bazı insanlar bedenleri daha toprak ile bile kavuşmadan ruhları kendi içlerinde çürümüş ve yokluğa karışmıştır ama farkında değildirler.
Kişinin sevgiden aşırı yüz bulduğu ve her dediğini kolayca yaptırabildiği aşktan aşk bile usanır.
Ben dostum olan kişi için sırtımı köprü yapmaya bile razıyım yeter ki benim sırtıma basacak ayaklara sahip olan dostumun temiz ayakları geçsin üzerimden.
Bıraktığın ya da uzaklaştığın zaman sana acı vereceğini düşündüğün hiçbir şeyi sakın ola ki sahiplenme. Çünkü kaybetme duygusunun çokluğu insana her şeyi yaptırır.
Arkadan konuşmak sadece ahlaksızlık da değildir aynı zamanda yüzüne konuşacak kadar cesareti olmayan insanların yaptığı korkaklıktır da.
Manalı Sözler 2021
Bir gülü o gülü hak eden kişiye ver. Bir sevgiyi sevginin ne demek olduğunu bilen ve sevgisizliği yaşamış kişiye ver. Ve de bir kalbi de kalp taşıyabilene, kalbin nasıl taşındığı hakkında fikir sahibi olana ver.
Sen dön de bir içine bak muhakkak, yalnız dışın ile meşgul olup da vaktini harcama. Çünkü sen sadece dışınla değil, cisminle değil ruhunla da bir insansın, bunu unutma.
Kadın ve erkek eşit değil, eştir. Sevmek için, sevilmek için ve dünyanın daha iyi bir yer olabilmesi için gereken bir durumdur.
Bir yaprağı ağacından koptu mu kurur muhakkak. Bir gül ise dalından koparıldı mı solmaya başlar, döker tüm yapraklarını. Bir sevgi ise ait olunduğu kalpten bir kere çalındı mı hiç daha yerini bulamaz, aynı gül ve yaprak gibi solar ve kurur gider.
Yaşamak, bu dünyada yapılan en nadir eylemlerden biridir. Çünkü bu dünyada bulunan diğer insanlar sadece doğuyorlar, varlığını sürdürüyorlar ve en sonunda çıkıp gidiyorlar. Yaşamak bu değil ki.
Keşke çocuk olduğum zamanlarda ömrümde olan bütün mutluluk hakkımı kullanmayıp biraz da bu yaşlarıma saklasa idim çünkü bu yaşlarda daha bir mutluluk lazım oluyor sanki…
Sen benim üzülmediğimi düşünebilirsin bu duruşumdan ama asla unutma, her şeyden önce yüreği ağlar insanın. Eğer yürek ağladıktan sonra kişi izin verir ise gözler de ağlar.
Adını yıllara, yollara veya da dağlara yazsam; herkes görür seni kıskanırım. Sussam ama sessiz sessiz sevmeye de gönlüm el vermiyor.
Zaman çoktan geçti artık, ne ben ne de benim çocuksu yanım hala umutlara, ümitlere ve sevgilere kanıyor. Ben çabucak büyüyen hüzünlerim arasında kalmış aslında kaybolmuş bir insanım.
Önce rıhtım üzerinde acı bir çığlık duyuldu şimdi ise koca bir boşluk kaldı benden bile geriye.
Ne benim var artık benim benden bile içeri ne de bir başka kimse kaldı artık benim içimde ve benim kalbimin bir başka köşesi içerisinde.
Bir anlık olmuyor yaşanan şeyler. Aslında her şey bir anlıktan çok daha fazla zevk ve acı veriyor.
İnsan manayı hep parada aradı. Hep paranın peşinde dolandı ama asıl mana ne parada ne de puldaydı. Asıl mana kişinin kalbinin en derininde durmuş insanın keşfetmesini bekliyor idi.
Gözüm, kulağım, kalbim, ellerim ve aklım her zaman senin ile beraber iken ne kalıyor bana benden başka?
Gönlümü açıp içine keşke dereleri, denizleri, sevgileri ve kimsesiz kalmış herkesi bir bir koyup buralardan çok ama çok uzağa gitme imkanım olsa da kimseyi acı, sefalet ve fakirlik içerisinde bırakmasam.
Komşum aç iken uyumak bana düşmanlık gibi geliyor çünkü kim dostunun acı içinde kıvrandığı bir an bile yüzünü gülümsetebilir ve huzur ile içini doldurabilir ki?
Sırası gelmedi daha, bekle. Sırası geldi mi çaba harcamana gerek bile kalmadan her şey yerli yerine oturur.
1 note · View note