Tumgik
#Türk Medeniyeti
turkudostu61 · 1 year
Text
0 notes
seyymasensei · 1 month
Text
Cüneyt Arkın'ın çok sevdiğim bi' sözü vardır: "Bakın bizim Türkçemiz bitti. Bizim tam anlamıyla Türkçe konuştuğumuzu söyleyebilen bi' adam çıksın tartışırım. Bizim Türkçemiz bitti. Biz İngilizce karışımı Türkçe konuşuyoruz. Bir milletin var olması hangi sebeplere bağlıdır? 1 dilidir, 2 medeniyeti kültürü ve 3.sü tarihidir. Bir millet bu üç değerle var olur. Dilimizi kaybettik. Kültür diye bir şey tartışırım var mı yok mu? Kültür gitti. Başka bir kültür geldi. Pop kültür, kitle kültürü. Yani bir kıymeti harbiyesi ve derinliği olmayan herkese hitap eden alınıp satılabilen mal haline gelen kültür. Kala kala elimizde bi' tarih kaldı. Ki bugün Türk gençliği tarihini gerçek anlamda biliyor olsaydı kendini biliyor olacaktı. Kendi değerini, kendi sorumluluğunu biliyor amacı olacaktı. Bu tür tarihi filmler bizim ulusal bilincimizi canlı tutar. Onun aksi yapılanlarda ulusal bilincimizi yani milli değerlerimizi, milli bilincimizi, idrakimizi törpüler." 2001 yılında katıldığı programda bunları söylemiştir rahmetli Cüneyt Arkın. O gün kendi toplumundaki gençlerine seslenen Cüneyt Arkın şuan bu toplumdaki gençleri görseydi, pektabii haklı olduğunu anlardı. -şny-
2 notes · View notes
onderkaracay · 1 year
Text
Tumblr media
🗣️ Mu Öğretileri ve Anadolu Bilgeliği
Yorgunluktan pişmiş topraklardır Anadolu.
Yirmi dört büyük medeniyeti üzerinde yaşatmış dünyada başka bir toprak parçası yoktur.
Dünyanın enerji merkez noktası, doğunun batıya, batının doğuya, kuzeyin güneye, guneyin kuzeye ulaşması için kilit bir köprü herkesin gözü kulağı, hevesi Anadolu.
Kültürler, tarihler, ırklar ile yoğrula yoğrula egodan uzak burada yaşayan herkesi sahiplenerek Türk ulusu adı ile onurlandıran kadim bilgeliğin toprakları Anadolu.
Bu bilgeliğin birliği Anadolu'da Türkiye Cumhuriyeti'ni doğurmuş
Dünya şer birliği bunu bozmanın peşine düşmüş!
Türk ulus birliğinin Anadolu'da yaşam bulma sebebi yönetim Türklere geçince kimsenin diline, dinine, kültürüne, yaşam anlayışına karışılmadığı hatta bir harman yapılarak korunduğu için Türk üst kimlik olarak varlığını sürdürmüştür.
Sürdürecektir.
Çünkü Anadolu tarihin her dönüm noktasında bu hezeyanları reddetmiş bu toprakları hak eden Türklere emanet etmiştir.
İnsanlık adına sonsuzluğun devleti ebed devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti doğal bir doğumun sonucudur.
Demografik yapı değişikliği niyeti ve iç karışıklık çabaları bu harman içinde eriyerek tarihe karışacaktır.
İstedikleri kadar yerli işbirlikçi bulsunlar, istedikleri kadar maddi güçleri Türk ulus birliğine karşı kullanmaya kalksınlar behude bir çaba olduğunu öğrenemeden yok olup tarih sahnesinden silinip gidecekler.
Dünyanın enerji merkezi olan Anadolu'da bu frekansı yakalayanlar bu topraklarda hakim olur.
Hileyle frekans yakalamak mümkün değildir.
Batı yıkıcı, Türkler yapıcı medeniyetin ürünü olduğu için Türklere karşı batı tüm maddi güçlerine karşı üstün gelemiyor.
Mustafa Kemal Atatürk sonrası Türkiye Cumhuriyeti'nin yaşadığı yıkım batı bağlantı bir yıkım olup altında kalan kendileri ve yerli işbirlikçileri olmuştur.
Çok yakın bir zamanda bu yıkıcılığın bedelini en ağır bir şekilde Mustafa Kemal Atatürk'ün askerlerine karşı yenilmiş olduklarını kabul ederek insanlığın önünde kaybettikleri bir kez daha tarihi olarak tescillenecek.
21 Aralık 2015 tarihinden bu güne sır dolu kadim bilgiler ile Mobbing Bank kitabı ne anlatıyor?
Ne anlattığını, sonlarının geldiğini bildikleri halde aldattıkları insanlar ile yaşattıklarını yaşamaları için uzatmaları oynuyorlar.
Yarım kalan Cumhuriyet devrimleri bu sürecin sonunda tamamlanacak Türkiye Cumhuriyeti Anadolu'da sonsuzluğun devleti olduğu idraki ile bütün dünyaya hükmeden bir dünyanın merkez devleti olarak metafizik fırtınanın sonrasında Anadolu'da ışık gibi yeniden yükselecek.
Birliğin, beraberliğin ve bütünlüğün medeniyet seviyesine layık tek devletin bu topraklarda Türkler ve Türkiye Cumhuriyeti olduğunu bütün düşmanlar dahil hepsi kabul etmek zorunda kalacaklar.
Gerçekler ile herkes bir asır öncesinde olduğu gibi yüzleşmek zorunda kalacak.
Mustafa Kemal Atatürk'e ve onun sarsılmaz duruşuna sahip çıkan askerleri karşısında herkes bir kez daha saygı duymak zorunda kalacaklar.
Özellikle kendilerini yaratan adına yeryüzünde yetkili görenler canlı helak olduklarını fark ettiklerinde pişmanlıkları hiçbir işe yaramayacak.
Bu kadim bilgileri onları kurtarmak için değil onlardan kurtuluşu hızlandırmak için yayıyoruz.
Türkleri her zaman batı yıkıcılığı uyandırmış ve kendilerine gelmelerini sağlamıştır.
Türklerde uyanış geç olur yalnız sonu insanlığın hayrına olur.
Bugünde bunun bir tekrarı bir daha böyle bir tekrar yeniden yaşanmaması adına mahşer tufanı ve canlı ölüler ibretini yaşatarak bitiriyor onları.
Onlar kim mi?
Maddi güçleri ile zalimleşen, sinsi tehdit eden, çalan, yalan söyleyen, aldatarak zaman kazanacağını ve kendini kurtaracağını düşünen bu zalimlik ile çıkarı için işbirliği yapan herkestir.
Düştükleri tuzak şudur;
Türkler uyanmıyor ise utanmaya gerek yoktur zihniyetine büründüler.
Oysa Türkleri uyandırmaya geçte olsa bir kişi bile yeter. Bugün milyonlarca insan uyandı. Bunun karşısında tutunmak mümkün değildir.
Türkler savaşçıdır. Bu doğru bir bilgidir.
Başka uluslarda da savaşçı uluslar vardır.
Türklerin farkı merhametli ve ahlaklı savaşçı olmalarıdır. Türkler mert savaşır. Şirke batmış batı zihniyeti gibi asla hileye başvurmaz ve sonuçta sürekli haklı oldukları için kazanan olurlar.
Ukrayna ve Rusya arasında yaşanan savaşta merhametsiz ve ahlaksız olan kimdir?
Ukrayna halkının başına kendi adamlarını getirerek Slav kardeşleri birbirine kendi çıkarları için düşürerek Ruslara yem eden hangi merhametsiz ve ahlaksız zihniyet olduğunu bilmiyor muyuz?
Gelelim Putin ve Ruslara:
Putin batı işbirlikçisi burjuvanın kendini kendi çıkarları için desteklediği ve kullandığı bir diktatör. Amerika, İngiltere ve Almanya üçlüsü ürettiği silahları denemek, silah satarak maddi güç elde etmek doğunun doğal kaynaklarına ulaşmak için bölgeyi istikrarsızlık içine sürüklemek için bu oyuna gelmesi için Putin biçilmiş bir kaftandı. Asıl gözden kaçan ise Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuzeyden de kuşatılmasının batı lehine önünü açmaktı. Güç ile zehirlenmiş her diktatör aynı tuzağın içine düşer. Suriye'de de ülkemizi yönetenleri bu tuzağa yine batı'nın Osmanlı havucu ile düşürüldü. Bu iki gelişmeyi birlikte değerlendirmek gerekir. Yarın masada batı şer üçlüsü ile Rusya bize karşı birleşecektir. Çünkü bu savaşta hedef biziz.
Anadolu Roma yıkıcılığı sonrası ilk kez ona benzer bir yıkıcılığı Türkiye Cumhuriyeti ile yaşamak zorunda kaldı.
Üstesinden gelmesini de bu pişmiş topraklar da yaşam mücadelesi veren bu toprakların kahrını çeken bilgelik ile silahlanmış insanlar yeniden insanlığı imar ederek gelecektir.
Türkler en son Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde yurtta barış dünyada barış ilkesi ile kibri tevazuya, ırkçılığı insanlığa, ayrımcılığı birlik beraberlik ve bütünlüğe insanlığı Anadolu'da taşıyarak bütün dünyaya örnek olmuş bir ulustur.
Şirk ve şer içine düşmüş olanların çekmediği ve istemedikleri budur.
Biz Türklerin zulme karşı yaşam felsefemiz şudur;
✓ Sonuna kadar direnmek ve her insanımızın elinden gelenin en iyisini yapması adına dik durmasını bilmektir.
Hırsını, kinini, nefretini, bencilliğini, cehaletini yenememiş, sevgi ve saygı ile kendini tanıştırmamış, iyilik ilkesi olmayan her insan ve bu tür insanların örgütlü kurumsal çabaları yaşamın çirkinliğini besleyen negatif bir enerjiye dönüşür. Buna maruz kalan bir toplumun bu süreçten sağ çıkması doğal bir mucizenin müdahalesi dışında mümkün değildir.
Mu ve Anadolu bilgeliği sırları ile bu sebeple yeniden ortaya çıkmak zorunda kaldı.
Mu öğretilerinin dünya sahnesinde ki serüvenini ledün ilminin son temsilcisi Mustafa Kemal Atatürk'ten öğrendik. Bu öğretileri ve insanlık ahlakını Anadolu bilgeliği ile yeniden harmanlayarak bu vahşi yıkıma dur demenin önünü bu kadim bilgileri ile açıyoruz.
] Önder KARAÇAY [
5 notes · View notes
haziranzede · 1 year
Text
köylü olmak ayıp mı?
en baştan cevabı verip, sonra kendimce izah edeyim: köylülük köyünde kalırsa ayıp değil, büyük şehire gelip de köylülüğüne devam ediyorsan ve şehri köyüne benzetmeye çalışıyorsan ayıp.
neresinden başlasak, nasıl anlatsam az kalır, eksik kalır. ama durumun vahamiyetini anlamak için bir kaç izah yetecektir.
bin yıllık medeniyeti olan şehitlerimiz artık birer köy. köyden gelen düzensiz ve eğitimsiz göç malesef şehri menfi manada dönüştürdü. diploma ve nüfüz sahibi olan köylü ve şehitleşmemiş ınsanalr ise nüfüzlarınında gücüyle köylülüğü matah bişeye dönüştürdü.
Osmanlı döneminde modernleşme süreci başlamıştı. bunu anlamanız için "son Osmanlı hanedanı" murat Bardakçı beyefendinin hazırladığı belgeseli izlemenizi tavsiye ederim. son halife ve padişahların yaşadığı İslam ve yaşadığı Türklük bizim hayalimizden ve dizilerde gösterilerden çok uzak. bugün bizim İslam ve Türk kültürü olarak hayal ettiğimiz çoğu şey taşra, kasaba ve köy kültürü.
toplumda 100 insana Hz Ömer nasıl biriydi desek büyük çoğunluğu; taşrali, köylü ve kasabalı bir insan profili çizecektir..
halbuki hz.ömer ; kentli, kültürlü, entellektuel, tüccar, yönetici, diplamazı bilen bir insandı.
Jon Türklerle başlalyan aydın sınıfın Avrupa sevgisi bu toplumu daha da kötü bir vaziyete düşürdü. şehirli olmayı, Avrupalı olmak, dinsiz olmak sandık. halbuki peygamber efendimiz (sav) yesribe hicret edince şehrin ismini medeni ile aynı kökten gelen Medine ismiyle değiştirmişti.
İslam devletinin yöneticileri, akıl takımı şehirliydi ve bazıları ise Mekke ve Medine dışındaki büyük şehirlerden gelmiş insanlardı.
Osmanlı devleti zamanında İstanbul her isteyenin giremediği, eğitimin, siyasetin , kültürün başkentiydi.
bugün ise İstanbul koskocaman bir köy. köydeki ahlak ve görgüleriyle şehirde işlerini yürüte yürüte şehri yaşanmaz bir hale getirdiler.
2 notes · View notes
marti-livingston · 1 year
Text
Aslında ideal evlilik bu olabilir… Fakat toplum buna ne kadar hazır değil. Sanırım Türk toplumunda yüzük ve evlilik aslında birer ticari faaliyet ve topluma verilen bir mesaj. Sanırım o mesajlardan biri şu; “bakın ben bu kadınla evleniyorum, artık bunu düdüklemeyi aklınızdan çıkarın ulan yavşaklar” demenin bir yolu. Gerçi artık Türk toplumu terbiyesiz tü kaka görülen batı medeniyeti aşmış durumda. O da nereden çıktı diyeceksiniz? Sanki hiç Müge Anlı izlemiyormuş gibi konuşmayın. Aile içinde, köy içinde kimler kimleri düdüklüyor belli değil. Ben namusluyum diyenin götünde çelik külot gözüm arıyor. Kadınlar kendilerini ifşa etme konusunda bayrak yarışı yaparken erkeklerde o kadınlarla gönül eğlendirip eli yüzü düzgün kapalı işinde gücünde hanımlarla evleniyor. Hehe birde buna inanıyorlar…
Kimin kimi düdüklediği, kimin kiminle çıktığı, hangi erkeğin kaç tane yavşak yavşak konuştuğu bir toplumda her şey normal görülüyorken bir kadınla bir erkeğin beraber yaşama fikri çok ayıplanmakta. Günah olmasına günah ama en azından bu iki mert biz birbirimizi düdüklüyoruz diyip günahı boynumuza diyebiliyor. Peki senin yaptığın ne olacak? Senin yaptığın Allah ile arandayken onun yaptığından sana ne?
Şems Makalat’ta anlattığı bir kıssa da diyor ki; “köyün delisine demişler filanca elinde bir şeylerle bir yere gidiyor. Deli demiş bana ne! Devam etmişler ama filanca sizin eve gidiyor. Deli de demiş ki o zaman size ne?”
3 notes · View notes
hanikurumsaldik · 1 year
Photo
Tumblr media
👑 Bugünkü medeniyetin temelinde aslında insanın sosyalleşmeye olan ihtiyacı ile yönetilmeye olan gereksinimi vardır.
👑 Eğer bireysel bir varlık olsaydık büyük ihtimalle medeniyeti inşa etmemiz pek mümkün olmazdı. Zira bilim yapmaya lüzum duymazdık. Sanatla ilgilenmezdik, yazıyı bile bulmazdık. Çünkü ticaretle alakamız olmazdı.
👑 Türk toplumu 7 bin yıllık bir tarihe sahip dünyanın hemen her coğrafyasında devletler kurmuş ve tüm dünyada bilim sanat edebiyat teknoloji geliştirmiş kısacası medeniyetin sürdürülebilirliğine katkı sağlamış bir toplumdur.
3 notes · View notes
menemennpastirma · 2 years
Text
Tumblr media
Bu video Türk polisine hakaret eden, kendi ülkesine fransız kalmış avrupa sevdalılarına gelsin.
Almanya'da laf dinlemeyene özgürlüğü, medeniyeti ve demokrasiyi böyle tekme tokatla yedirirler işte…
Birileri, Hamburg derbisinde, St. Pauli ile Hamburg futbol takımları arasındaki karşılaşma öncesi polislerin bazı fanatik taraftarlara yaptığı muameleyi, kayıda almış.
(Kaynak: https://twitter.com/fussballmafiade/status/1580928072106512385)
2 notes · View notes
pazaryerigundem · 3 days
Text
Prof. Dr. Erbaş Mekke'de Türk hacı adaylarıyla buluştu
https://pazaryerigundem.com/haber/176781/prof-dr-erbas-mekkede-turk-haci-adaylariyla-bulustu/
Prof. Dr. Erbaş Mekke'de Türk hacı adaylarıyla buluştu
Tumblr media
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, Almanya, Fransa, Belçika, Avusturya, Hollanda, ABD ve Kanada başta olmak üzere çeşitli ülkelerden gelen Türk hacı adaylarıyla Mekke’de bir araya geldi.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş burada yaptığı konuşmasında,  “İşgal devleti 76 yıldır Filistin’de zulüm yapıyor. Şimdi görüyorsunuz, bebekleri, masumları, kadınları, yaşlıları, eli silahsız insanları, mabetleri gözünü kırpmadan katlediyor. Müslümanların uyanmasına ihtiyaç var.” dedi.
“MÜSLÜMANLAR SAYESİNDE KUDÜS BARIŞ İÇERİNDE YAŞADI”
Başkan Erbaş, geçmişte zulmün, katliamların, soykırımların, sürgünlerin yaşandığı Kudüs’ün Müslümanlar sayesinde barış yurdu olduğuna dikkati çekti.
“Peygamber Efendimizin vefatından 5 sene sonra 450 yılı aşkın Kudüs, Müslümanlar sayesinde Müslümanı, Hristiyan’ı, Yahudi’si farklı ırktan insanların barış içerisinde yaşadığı bir şehir oldu. 1900’lü yıllarda Kudüs düşünce, Osmanlı’dan İngilizlerin idaresine geçtikten sonra tekrar orada huzursuzluklar başladı” diyen Prof. Dr. Erbaş, “1948 yılında orada bir işgal devleti kuruluyor. İşgal devleti 76 yıldır Filistin’de zulüm yapıyor. Şimdi görüyorsunuz, bebekleri, masumları, kadınları, yaşlıları, eli silahsız insanları, mabetleri gözünü kırpmadan katlediyor. Müslümanların uyanmasına ihtiyaç var. Müslümanlar birlik, beraberlik içerisinde olmalı. Müslümanların bulunduğu yerlerde inancı, ırkı ne olursa olsun insanlar hep huzur içinde yaşamıştır.” dedi.
İslam’ın, savaşta dokunulmasını yasak kıldığı kişilerin olduğunu belirten Başkan Erbaş, “İnancımızda askerlerimizin aldığı bir talimat vardır; eğer bir yerde savaşmak zorunda kalınırsa masumlara, çocuklara, kadınlara, mabetlere dokunmayacaksın, daha da ileri adım atılıyor yeşile, ağaçlara, hayvanlara dokunmayacaksın. İşte biz bu medeniyete merhamet medeniyeti diyoruz.” ifadelerini kullandı.
Haccın Müslümanların birlik, beraberlik içerisinde olması gerektiğini en güzel şekilde sembolize eden bir ibadet olduğunu dile getiren Başkan Erbaş, “Tavafa bakınız, sağınıza solunuza bakıyorsunuz hep farklı dillerde ve renklerde dua eden binlerce insan ama hepimizin yönü Kabe ve tavaf yaparken kalbimiz Kabe’den yana. O, kalbimiz Kabe’de Allah için atıyor demektir.” diye konuştu.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
gundemarsivi · 9 days
Text
Tumblr media
Âkif – Fikret Çatışması
✍🏻 Metin Emre Kuşçu
https://www.gundemarsivi.com/akif-fikret-catismasi/
Türkler; bulundukları jeopolitik konumun da etkisiyle zaman içerisinde birçok milletle etkileşim içerisine girmiş; onlara bir şeyler vermiş, onlardan bir şeyler almışlardır. Bu durum çeşitli Türk toplulukların da bazen kültürel zenginlik nedenlerinden biri olurken bazen ise Türk topluluklarının asimile olması ve kendi benliğini kaybetmesi ile sonuçlanmıştır.
Miryakefalon Savaşı’nın ardından Anadolu’ya kesin olarak yerleşen Türkler, bu güzel toprakları çok sevmişlerdir. Fakat güzel ve bir o kadar da bereketli olan bu topraklar, bir kültür sorununu da beraberinde getirmiştir. Öyle ki Anadolu, Avrupa Medeniyeti ile Asya Medeniyetinin bir geçiş noktası durumundadır. Bu da tarihsel süreçte, kültürel açıdan ikilik yaratmış ve hatta bir medeniyet çatışmasına dönüşmüştür. Bugün sizlerle Osmanlı’nın son dönemlerinde bu çatışmanın edebi bir yansıması olan Mehmet Âkif – Tevfik Fikret tartışmasına bakacağız.
İlk kahramanımızla başlayalım: Âkif, Osmanlı’nın son dönemlerine fikirleriyle damga vurmuş bir edebiyatçıdır. Bunun en önemli nedeni ise Âkif’in bilindik ümmetçilik – İslamcılık anlayışının dışına çıkmasıdır. Âkif, şüphesiz İslamcı bir şairdi. Ancak onun İslam anlayışı Âkif’ten önce de doğuda çeşitli versiyonlarını Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh gibi Müslüman ulemada gördüğümüz reformist İslam anlayışıydı. Bu anlayış Müslüman halklarını bir yandan manevi olarak kendi içine dönmeye davet ederken, diğer yandan somut bilimlerde Batı’nın izinden gitmeyi uygun görüyordu.
Somutlaştıracak olursak Âkif’e göre Batı dünyası ilime önem vermiştir. Batı bunu yaparken Doğu – İslam dünyası ise bir miskinlik içerisine girmiş, tembelleşmiştir. Öyle ki Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu’da verdiği bir vaazda şunları söylemiştir: ‘’Biz Müslümanlar (…) çalışmayı bıraktık. Atalete, sefahate, ahlaksızlığa döküldük. Avrupalılar ise gözlerini açtılar, alabildiğince terakki ettiler. Görüyorsunuz ki denizin dibinde gemi yüzdürüyorlar. Göklerde ordular dolaştırıyorlar.’’
Âkif bu vaazın devamında ise Batılıların ellerinde neler varsa onları elde etmek için çalışmanın tüm Müslümanlara farz olduğunu söylemektedir. Ona göre Batının emperyalizmine karşı ancak böyle mücadele edilebilirdi. Âkif’in bu sözleri bize Tanzimat Şairi Ziya Paşa’nın şu dizelerini hatırlatıyor: ‘’Diyar-ı küfrü gezdim, beldeler, kâşaneler gördüm. / Dolaştım mülkü İslam’ı, bütün viraneler gördüm.’’
Âkif; ‘’Felaketin başı, hiç şüphe yok, cehaletimiz’’ derken topumun başına gelen kötü olay ve durumları yine toplumun cehaletine, devamındaki dizelerde de kitap okunmamasına bağlamıştır. Âkif, medeniyete ancak Batının iyi yönlerini alarak ulaşılabileceğini savunmuştur. ‘’Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atini!’’ dizeleri de Âkif’in bu görüşünün destekçisi olabilecek niteliktedir.
Gelelim diğer şair kahramanımıza. Tevfik Fikret. O da tıpkı Âkif gibi Doğu dünyasının geri kaldığını söylüyordu. Ancak farklılıkların oluştuğu yer izlenecek yollar, başvurulacak yöntemlerdi.
Tevfik Fikret kurtuluşun ancak ve sadece Batı’ya yönelmeyle olacağını düşünüyordu. Ona göre İslam ve Doğu dünyası içinden çıkılamaz bir bataklığa gömülmüştü. Bu bataklıktan çıkmanın tek yolu milletin tüm muhafazakâr duygularını bir yana koyarak yeni, medeni bir millet oluşturmaktı.
Tevfik Fikret duyarlı bir şairdi. Onca savaşlar sürerken yoksulluk içinde debelenen halk, onun hep dikkatini çekmiştir. Han-ı Yağma, Doksan Beşe Doğru gibi şiirlerinde bu konulara değinmiştir. Hiçbir zaman savaşı savunmamış, bunun insan canını değersizleştirdiğini düşünmüştür. ‘’Yeryüzü vatanım, insansoyu milletimdir benim, ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım.’’ diyerek ırkçılık ve dinperestlik yapanları eleştirmiştir.
Aslına bakarsanız Âkif – Fikret ayrımını az önce açıklamış oldum. Fikret, Âkif’in sahip olduğu ümmetçilik duygusunu gereksiz görüyordu. Âkif de ‘’Batı aşığı’’ saydığı Fikret’in dünya görüşüne pek katılmıyordu. Böyle bir dönemde bu ‘’düşünsel fark’’ın kağıda d��külmemesini bekleyemezdik herhalde!
Tevfik Fikret, ‘’Tarih-i Kadim’’ adlı şiirini 1905 yılında yazdı. İslam dinine ve maneviyata eleştirisiyle bilinen bu şiir yazıldığı tarihlerde yayımlanmamış, uzun yıllar boyunca sadece edebi ortamlarda okunmuştur.
Bu şiir ilk defa Osmanlı topraklarında Balkan Harbinin hüküm sürdüğü yıllarda basıldı. Şiirin ‘’Din şehit işter, âsüman kurban’’, ‘’Tanrılar ne derse onu yapacak halk, sabırla ve kahırla olacak iki büklüm.’’, ‘’Yırtılır ey köhne kitap yarın, fikirlere mezar olan sahifelerin.’’ Gibi dizeleri dönemin İslam düşünürlerini sinirlendirmiştir.
Bu sözlere çok kızan Âkif ‘’Süleymaniye Kürsüsü’nde’’ adlı şiirinde Tevfik Fikret’i zangoç diyerek eleştirmiştir: ‘’(…) Deyip de ‘zangoç’a başvurdular.’’ ‘’Şimdi Allah’a söver, sonra biraz bol para yer. / Hiç utanmaz; protestanlara zangoçluk eder!”
Âkif ‘’Süleymaniye Kürsüsü’nde’’ şiirinde Fikret’i Robert Kolejinde öğretmenlik yapmasını kullanarak eleştirmiş, onu gençlerin maneviyatını zayıflatmakla suçlamıştır: “Robert Kolej’deki sanat dâhisinin kalemi / Vurur bu darbeyi isterse çünkü haddine mi / Hükümet’in ona kalkıp da itiraz etmek? / Herifte bandıralar çifte, tek de olsa direk!’’ ‘’Ne var ne yoksa mukaddes onunla bitti demek! / Gençliğe hak veririm, çünkü üç beyinsiz inek / Yazıp dağıttı o isyan beratını; / Çocukların yüreğinden kopardı imanı!’’
Fikret, Âkif’in bu sözlerine ‘’Tarih-i Kadim’e Zeyl’’de cevap vermiştir. Fikret bu şiirde Âkif’e molla sırât diye hitap etmiştir: ‘’Ben ki üç beş pulu tercihinden / Protestanlara zangoçluk eden / Şâirim! Zîver-i Kürsî-yi Yakîn, / Şâir-i müctehid-i dîn-i mübîn, / Hazret-î Molla Sırât’a ebedî / İhtirâmâtımı takdim ile bî- / Bî-tereddüd diyorum: (…)’’
Tevfik Fikret bu şiirinde kendine zangoç yakıştırması yapan Âkif’e hiç kimsenin hizmetçiliğini yapmadığını ve ne Müslümanlık dinine ne de Hristiyanlık dinine inanmadığını söyler. Ayrıca tapılması gereken bir şey varsa bunun doğa olduğunu söyleyerek ‘’Panteizm’’ felsefesine atıfta bulunur. Bu tartışmanın somut olarak bilinen son noktası burası olsa da nesilden nesle aktarılan bir çatışma olarak sürer gider.
Aralarında her ne kadar görüş farklılıkları olsa da Fikret ve Âkif ilme ve fenne verdikleri değer bakımından birbirinden ayrılmazlar. Ayrıca Âkif, Fikret’in şiirinden de etkilenmiştir. Dünya görüşümüz elbette ki bu iki şairden birine daha yakın olabilir. Ama bu iki şairin de Türk Edebiyat Tarihi’ndeki yeri yadsınamaz. Şüphesiz bu iki isim de bizler için çok değerlidir. Size tavsiyem bu tartışmadan kendinize pay çıkarmak yerine olgun bir edebiyat okuru olarak iki şairin de muazzam şiirlerine göz gezdirebilirsiniz!…
Metin Emre Kuşçu
0 notes
haytaogluyunus · 5 months
Text
Tumblr media
ANMA
BUGÜN 18 OCAK (1975)
TÜRK ARKELOGLARINDAN
ARİF MÜFİD TANSEL’İN
ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ. RAHMETLE ANIYORUM.
 Arif Müfid Mansel (1905, İstanbul - 18 Ocak 1975, İstanbul) Türk arkeolog ve akademisyen.
Türk arkeolojisinin öncülerindendir. Lüleburgaz, Kırklareli ve Vize tümülüslerinde gerçekleştirdiği kazılarla Türkiye’nin klasik arkeoloji alanında yaptığı ilk metodik ve sistemli alan araştırmalarını başlatmıştır. Bunların dışında 1940’larda başlattığı Side ve Perge kazıları da Türkiye’de yapılan arkeolojik çalışmaların önde gelenlerindendir. Mansel ayrıca İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Kürsüsünü kurmuştur.
1905 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Evde özel dersler görerek ilköğrenimini tamamladıktan sonra orta öğrenimine İstanbul Alman Mektebi’nde başlayıp 1925’te Fransız Saint Benoit Lisesi’nde tamamladı.
1925 yılında ünlü Alman arkeoloğu Theodor Wiegand’ın Almanya’da iki Türk gencinin arkeoloji alanında eğitim görmesi için sağladığı bursu almak üzere Halil Ethem Bey’in seçtiği iki gençten biri olarak Almanya’ya gitti.[1] Berlin Üniversitesi’nde öğrenim gördü. “Stockwerkbau der Griechen und Römer” başlıklı tezi ile 1929 yılında doktor unvanını aldı.
Doktorasının ardından hemen Türkiye’ye dönerek İstanbul Arkeoloji Müzeleri kadrosunda görev aldı. 1931 yılına kadar Müzeler Umum Müdürü Halil Edhem’in; 1946’ya kadar ise onun yerine alan Aziz Ogan’ın yardımcısı olarak görev yaptı. 1933 sonlarındada Dolmabahçe Sarayı’na çağrılan Arif Müfit Bey’den cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk Türk Tarihinin Ana Hatları'nın 4. bölümü olan, Orta Şark'ın B paragrafını, yani İran'ı yazmasını istedi. 1934 yılında yayımlanan İran'ın Tarih ve Arkeolojisi başlıklı yapıtı böylece ortaya çıktı.
1935'te Soyadı kanunuyla Mansel soyadını alman Arif Müfid, Türk Tarihinin Ana Hatları'nın Ege Medeniyeti bölümüyle ilgili malzeme toplamak üzere, Türk Tarih Kurumu tarafından Yunanistan'a inceleme yapmaya da gönderildi.[2]
Türk Tarihinin Ana Hatları kitabının bölümleri üzerinde çalışmak, Arif Müfid'in de tarih çalışmalarına olan ilgisini perçinlemiş; ömrü boyunca, arkeolojinin yanı sıra tarih alanında da bir kısmı ders kitabı olarak da okutulacak yapıtlar üretmesini sağlamıştır.
Müzedeki görevi devam ederken 1935 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Eski Çağ Tarihi kürsüsünde ders vermeye başlayan Mansel, 1936 yılında doçent oldu. 1944’te kendi kurduğu Klasik Arkeoloji Kürsü’sünde Arkeoloji dersleri vermeye başladı ve kürsü başkanlığı yaptı. Aynı yıl profesör olan Mansel, 1946’da müzedeki görevinden ayrıldı. Ege ve Yunan Tarihi derslerini ve kürsü başkanlığı görevini ölümüne kadar sürdürdü. 1956'da ordinaryüs profesör unvanını aldı. Kazı çalışmalarına 1932’de Atatürk’ün ilgi duyduğu Yalova kaplıcalarında başladı; 1933 yılında İstanbul Laleli’deki Balabanağa Mescidinde kazılar yaptı.
1936’da Türk Tarih Kurumu tarafından Trakya kazıları başkanlığına atandı.[1] Trakya Tümülüslerindeki kazılar 1936-1940 arasında devam etti. 1938-1941/1948 yıllarında İstanbul Küçükçekmece'deki Rhegion kazı çalışmalarını gerçekleştirdi. 1943 yılından itibaren Türk Tarih Kurumu adına Pamfilya bölgesinin sistemli bir şekilde incelenmesi görevini üstlendi; bu konudaki çalışmalarını 1974 yılına kadar kesintisiz sürdürdü. Bu çalışmalar kapsamında 1946’da Perge, 1947’de Side kazılarını başlattı. 1954 yılında İstanbul Üniversitesi Antalya’da Arkeoloji Araştırmaları İstasyonu'nu kuran Mansel buranın ilk müdürü oldu.
Mansel, 18 Ocak 1975 tarihinde geçirdiği kalp rahatsızlığı sebebiyle öldü. Stockwerkbau der Griechen und Römer (1932, Berlin)
İstanbul’da Bulunan Bir Prens Lahdi (1934, İstanbul)
İran’ın Tarih ve Arkeolojisi (1934, İstanbul)
Yalova Kılavuzu (1936, İstanbul)
Arif Müfid Mansel (1938), Trakyanın kültür ve tarihi, Wikidata Q105988790
Mısır ve Ege Tarihi Notları (1938)
Silifke Kılavuzu (1943, İstanbul)
Ege ve Yunan Tarihi (1947, Ankara)
Türkiye‟nin Arkeoji, Epigrafi ve Tarihi Coğrafyası için Bibliyografya (1948, Ankara)
Perge’de Kazılar ve Araştırmalar (1949, Ankara),
Die Ruinen von Side (1963, Berlin)
Side Klavuzu (1967, Ankara)
Side 1947-1966 Yılları Kazıları ve Araştırmalarının Sonuçları (1978, Ankara)
0 notes
theheartofmuses · 5 months
Text
Tumblr media
Ve muhtemelen orjinale yakın olması muhtemel bu kız, alman, ingiliz, fransız, ispanyol, italyan, ruslara bile benzemiyor.
Bu kızın katili iran arap türk medeniyeti olduğu gibi diğer alman rus kelt roma medeniyetlerde aslında
Bu kız aslında yok kardeşim. Fetiş ve ölü
Ölmüş zaten
0 notes
yavuzbay-fan · 7 months
Text
LÜTFEN BU YAZIYI OKUYUN, OKUTUN, ARŞİVLEYİN...
"Anadolu'nun çeşitli yerlerinde yapılan kazılarda çıkan kemiklerin DNA analizleri şaşırtıcı gerçekleri ortaya koyuyor.
Herodot tarihi der ki;
M.Ö.625 yılında Zile yakınlarında Pers ordusu bir hile ile Saka/iskit ordusunu (Alper Tunga'yı) yenene kadar tüm Anadolu'ya Saka'lar hakimdi.
Saka'lar MÖ. 5. Yy.da Altından elbise yaparken, o tarihte ne Rus vardı, ne Alman ne de Fransız vardı.
Biraz daha geriye gidelim...
Sümerlere (yani orta Asyalı Kengerler)
Turukku'ya, "Türk" Turku krallığına gidelim...
Çünkü Anadolu medeniyetini kuranların eski Yunan Medeniyeti olduğu tezi bize yıllardır yutturulmuştu ya. Biraz öfkeliyiz bu tarihi yalanlara karşı!
Işte, şimdilerde dünya çapında Arkeoloji Profesörleri topraktan çıkardıkları kemiklerin DNA'larıyla o yöredeki köylülerin DNA'larını karşılaşınca şok geçiriyorlar çünkü DNA'ları yüzde 97 uyumlu.
Örneğin;
Antik Burdur -İsparta tarihi Ağlasun kazılarından...
Burdur ve Isparta'da ki SAGALASSOS uygarlığı da Ön-Türk uygarlığı çıktı.
Belçika LEUVEN Katolik üniversitesinden Prof. Dr. Matc WAELKENS, Ağlasun kasabasında yaptığı kazılar esnasında ortaya çıkan kemiklerin DNA’sını köylülerle karşılaştırınca şok oldu. Toprak altından çıkan 6-8 bin yıl öncesinin kemikleriyle çalıştırdığı işçi-köylülerin DNA'sı yüzde 97 aynı çıktı) yani onlar da Ön-Türklerin bir kolu olan SAGALASSOS çıktı.
Frigya'sı da böyle Yazılıtaş'ı böyle,
Urartu'su da böyle Hitit' i de böyle...
Eskiden Batılı Arkeologlar buluntuları çalıp çırpıp ülkelerine kaçırıp, Anadolu tarihini uyduruk Helen diye bize kakalasalar da bizimkiler de aksini ispat etmeyi başarıyor hele şükür...
buna bir örnek de Assos;
Assos'u kuranlar da Ön-Türklerin bir kolu Lelegler ve Pelasglar çıktı....
Ey Atatürk sen ne büyük adam çıkıyorsun her geçen gün böyle...
Teee Alacahöyük kazılarını yaptırdığında bunları söylemiştin, sana inanmayanlar utansın!
Kemalist tarih tezi diye küçümseyip kenara atılan "Türk Tarih Tezinin Ana Hatları" kitabını okullardan kaldırtanlar utansın!...
Anadolu uygarlığını eski Yunan'ın kurduğu tezi bize yutturuldu demiştik!
Oysa Helenlerin bile 3/4'ü Ön-Türk çıktı.
Ön-Türk Pelasglar ile Kuzey Batı Avrupa topluluğu olan Dorların karışımından oluşmuş Helenler.
Daha sonra da bu karışıma diğer Ön-Türk halkları Traklar ve Mekadonlar eklenmişti.
Sırada ne var?
Tabi ki Göbeklitepe Ön-Türk uygarlığıyla, Turukku Krallığı ve yine Urumiye deki Urmu teorisini de halkımıza öğreteceğiz..
S.N Kramer ile Prof. Osman Turan hoca,
Sümerce 'deki 950 kelimenin kökeni Türkçedir dedi ve batıda ki diaspora tarihçileri sus pus oldular....
Ahh bu kelimeler Türkçe değilde, örneğin; Yunanca yada Ermenice çıksaydıııı....
o zaman dünyayı ayağa kaldırırlardı...
Anladınız sebebini de değil mi?...
Sonuç:
Bugün Hun/Macarlardan,
Almanlara, İtalyanlardan (Etruksler=Ön-Türklerin bir kolu), İspanyol'a, hatta İngiliz ve İskoçlara kadar neredeyse tüm batı tarihini Sakalara /İskitlere bağlama telaşında...
Hemen hepsi köklerini Azerbaycan'ın Gobulistanına, Albania'sina, Gabanasına ve daha kuzeyine bağlamaya başladı...
çünkü biraz geri gidince tarihleri kökleri olmadığını öğrendiler.
Antik Yunan tanrılarının bile Mısırdan çalıntı olduğunu öğrendiler.(bunu ilk kez Herodot da demişti ama her ne hikmetse unutmuslardı...)
Batı artık "Kara Atena" yı yazdı...
tarihi ile yüzleşip köklerini Türklere bağlıyor....
Bu aslında iyi bir şeydir, ticari açıdan da tarihi bir firsat olabilir. İs bilenin demiş atalarımiz...
Artık Türklüğümüzle Atatürk gibi gurur duyabileceğiz, tabi Atalar kültüne inanan bizim gibi köklü hissiyatı olanlar duyacak... "
Bahtiyar Aydın.
26 Ağustos 2018 Istanbul
0 notes
harfzen · 9 months
Text
demzen 71
Burayı okumasını istemediğim kadın, kadınlar hakkında yazmamı istemiyormuş. Yazdıklarımın travmalarımdan kaynaklandığını ve bu konularda aptal saptal laflar etmek yerine, kendimi yaptırmam gerektiğini söylüyor. Neden gözünü tedavi ettirmek yerine tüm bakışını bozan bu hastalığın sana söylettiklerini etrafa yayıyorsun? Blogundan kadınlar hakkında yazdıklarını çıkarsak ne kalır acaba? diye de sordu. Açıkçası bilmiyorum ne kalır, hiç öyle bakmadım ama itiraf etmek gerekirse benim de yazmaktan hoşlandığım bir konu değil. Yine de genel olarak önemsiz bir konu diyemeyiz herhalde. Erkeklerin bütün bu medeniyetteki rollerinin gerisindeki motivasyon kadın. Kadın, medeniyeti üreten tarihte görünmediğini iddia edebilir, rolünün inkar edildiğini. Bununla beraber erkekler olarak biliyoruz ki kadınların olmadığı bir dünyada, erkeklerin de birbirini öldürüp yaşamak derdinden kurtulmak dışında bir hayat gayesi kalmazdı. Kadın meselesi mühim yani. Erkekler ulaşabilecekleri en yüksek mevkiye ve zenginliğe ulaşsalar da kadın konusunu çözmüş olamıyorlar. Normal şartlar altında başarılı ve zenginliğe ulaşmış adamların kadın konusunda hata yapmayacağını düşünürsün ama her gün örneklerini gördüğümüz vakalarda, erkekler bütün bu zenginlik ve kariyerlerini kadın uğruna riske atabiliyor. Konuya bir uzaylı gibi baktığında bu itibar ve güce erişmiş erkeklerin, herhangi bir kadın için kendilerine zarar vermesini, diyelim falanca kadından boşanacağım diye milyonlarca dolar vermesini veya filana aşık oldum diye aldatmasını beklemezsin. Bununla beraber bütün bu olaylar oluyorsa, erkeklerin bütün bu güç motivasyonunun gerisinde (sadece ondan kaynaklanmasa bile) kadınla ilgili bir derdin bulunduğunu söylemek mümkün. Yani kadın konusu her iki taraf için, Türk toplumunun da, insanlığın da en önemli meselesi olabilir. Nasıl yaşamak lazım diye sorunca cevapta kadının ve erkeğin ilişkisi temel bir yer tutuyor. Bununla beraber söylediklerimin bu kadar kişiselleştirmeye açık olmaması da lazım tabii. Belli birinden bahsetmediğimi, yazdıklarımın çoğunun teorik gözlemlerle alakalı olduğunu da söylemem lazım sık sık. Buranın çok takip edilmediğini, okuyanların da serencamımı aşağı yukarı bildikleri için söylediklerimi mazur görebileceklerini düşünüyorum. Onun için de sosyal bilim makalesi gibi ne kokar, ne bulaşır yazılar yerine daha polemikçi yazabiliyorum. Kimsenin kalbini kırmak veya itham etmek derdinde değilim. Kırılan, üzülen, alınan varsa özür dilerim. Zamansız Mektuplar https://ift.tt/AlJkLMm
1 note · View note
hetesiya · 10 months
Text
Lozan’a ‘Anadolu Türk yurdu’ keşfiyle gidildi
Anadolu’nun demografik yapısından milleten Türk ve dinen Sünni İslam olmayanın tasfiyesiyle kalınmadı, tarihi de temizlendi. Türk Kurtuluş Savaşı yıllarında İslamlaştırılan/Türkleştirilen Anadolu’nun tarihinin de Türk olduğuna hükmedildi. Burada kalınmadı, 1930’larda Türk Tarih Tezi’yle dünya medeniyeti kaynağının da Türkler olduğu kararlaştırıldı.
Tumblr media
Nevzat Onaran
Türk Tarih Tezi’ni yazmaya 1922’de başlandı. Hıristiyan milletlerden temizlenen Anadolu’nun ezelden beri ‘Türk yurdu’ olduğu keşfi yapıldı. Bununla kalınmadı, Hıristiyan Ermeni ve Rum milletlerinin de sonradan geldiğine hükmedildi. Anadolu’ya egemen Türk’ün, artık Anadolu tarihini de Türkleştirdiğinin ilanıydı. Ankara’dan Lozan’a bu atmosferde gidildi. Bugünkü atmosferde de 16 asırlık Sümela Manastırı’nda yılda bir kez ayin yapılmasından ya da İmroz’da bir sergi açılmasından korkuluyor; paranoyak durum vesselam. Irkçılık, Türk milliyetçiliğinin yapısal unsurudur.
Lozan’da, masadaki Fransa ile 20 Ekim 1921’deki Ankara Antlaşmasıyla sorunlar çözümlenmiş geriye İngiltere kalmıştı; o da anlaşmak niyetindeydi. Nitekim İngiltere’nin Sömürgeler Bakanı Churchill’e göre, 1921 başından itibaren Ankara’yla antlaşmak hükümetin gündemindeydi.(1) İngiltere’nin bölgede asıl derdi Ankara değil, Moskova’daki Sovyet iktidarıydı. Bizzat 14 bin askeri(2) ve devrim karşıtlarıyla birlikte yaptığı harekât, Kızıl Ordu karşısında tutunamadı. 1919 başında İngiltere’nin desteklediği karşıdevrimci güçler, 1920 baharında tasfiye edildi. Artık İngiltere’nin gündemi, Malta tutukluları ve Ankara’nın elindeki İngiliz tutsaklarıydı. Mustafa Kemal ve Kâzım Karabekir planıyla Erzurum’da tutuklanan Albay A. Rawlinson’un(3) ağabeyi Lord Rawlinson, kardeşi için sürekli hükümete başvurdu.(4) “Gerek Türkiye’de gerek Kafkasya’da Ermenilere ya da öteki ırklara karşı zorbalık etmek” dâhil yedi suçlamayla(5) Malta’ya götürülen tutuklular, hiç yargılanmadı; toplanan belgeler ‘Türk Savaş Suçluları’ dosyasında(6)kaldı. Zamanla tutuklular karşılıklı serbest bırakıldı, Kasım 1921’de. Artık anlaşmamak için sorun da kalmamıştı. Masaya bu gelişmelerden sonra oturuldu.
Türk Kurtuluş Savaşı’yla Osmanlı’nın son yılları ve toprak kaybı meselesi hep hatırlanır. Osmanlı/Türk milliyetçiliği yapılarak, Osmanlı’nın sömürge imparatoru olduğu gerçeği göz ardı edilir ve zincirin kopartılacağı gerçeği ihanet vesaire bir sürü zehirli dille aktarılır. Diğer sömürge imparatorlukları İngiltere, Rusya hakkında ne analizler yapılır. Bütün gayret, “Benim sömürgecim iyidir” içindir. Neden ‘iyi’ olsun ki? Sömürgeci sömürgecidir ve hiçbir sömürge milletin ayaklanması da ihanet değildir.
Aynı zihniyete devam edilir. Osmanlı’nın bütün askeri, idari ve iktisadi imkanları kullanılarak sürdürülen Türk Kurtuluşu Savaşı için de neler yazılmaz ki? Her cephe savaşının sonunda imzalanan mütareke antlaşması sadece Yunanistan’la Mudanya’da 11 Ekim 1922’de imzalandığı halde, yedi düvele savaşıldığı iddia edildi. Halen de sürdürülüyor. Lozan’daki masada, İngiltere, Fransa vesaire ülkelerin Birinci Paylaşım Savaşı’nın yani MondrosMütarekesi’nin muhasebesi nedeniyle varlığı hatırlanmak istenmiyor.
Lozan’da 17 Kasım 1922’de masaya oturuldu. Antlaşma, 24 Temmuz 1923’te imzalandı ve TBMM’de(7) 23 Ağustos 1923’te dört kanunla onaylandı. Antlaşmanın 100’üncü yılında gizli maddeleri açıklanacak ve petrol çıkartılacak, eğitim şöyle-böyle ‘maneviyatçı’ olacak gibi söylemini sürdüren Sünni İslamcı cenahtan, iddialarının sonuçlarıyla ilgili açıklama yapmasını bekliyoruz.
1922 HAZİRAN’DA İLAN EDİLDİ
“Anadolu Türk yurdu” keşfi, Pontos harekâtının sonucuyla ve 1920-1922’de Anadolu’dan Hıristiyanların ilgili kararnamelerle(8) kovalanmasıyla doğrudan ilişkilidir. Hatta 26 Ağustos-9 Eylül 1922 Büyük Taarruz harekâtı yapılmamışken böyle bir tespitte bulunulması, Ankara iktidarının, ne yaptığını (ve yapacağını) ve sonucun ne olduğunu bildiğini ortaya koymaktadır.
TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayın, 1995
Dönemin propaganda aracı olarak Ankara Hükümeti Matbuat Müdiriyet-i Umumisi tarafından hazırlanan Pontus Meselesi kitabı(9) 1922 ve 1923 yıllarında iki kez basıldı. Dahiliye Vekili [İçişleri Bakanı] Ali Fethi [Okyar], 10 Haziran 1922 günü Pontos meselesinin tartışıldığı TBMM gizli celsede kitabın yazıldığını ve Fransızcaya da tercüme edileceğini anlattı.(10) Bu, ikinci kitaptı. Birinci kitabı İttihatçı Hükümet, Ermeni meselesiyle(11) ilgili olarak 1916’da bastırıp, dağıtmıştı. Kitap, resmi tez savunucuların Ermeni meselesiyle ilgili başvuru eseridir. Nitekim Pontus Meselesikitabı da öyledir.
Bakan Ali Fethi, kitap hakkında açıklamayı Pontos harekâtıyla ilgili müzakerede açıkladı. Harekâtı yapan Merkez Ordusu, 1920 sonunda Koçgiri ve Pontos harekâtı için kuruldu ve görevini tamamlamasının ardından 1922 başında lağvedildi. Kumandanı Nureddin’in (Sakallı) olduğu Merkez Ordusu, 1921’de Nisan-Mayıs’ta Koçgiri ve Haziran sonrasında Pontos harekâtını gerçekleştirdi; Karadeniz, Rumlardan temizlendi. Ne mi oldu? Karadeniz Rumlarının bir kısmı öldürüldü, bir kısmı kovalandı ve kalanlar da Sünni İslamlaştı. Koçgirililere yapılan da farklı değildi; yüzlerce insan öldürülmüş, kovalanmış ve onlarca köy yakılıp yıkılmıştı.
‘ANADOLU YABANCI MEMLEKET’
Anadolu’nun demografik yapısından milleten Türk ve dinen Sünni İslam olmayanın tasfiyesiyle kalınmadı, tarihi de temizlendi. Türk Kurtuluş Savaşı yıllarında İslamlaştırılan/Türkleştirilen Anadolu’nun tarihinin de Türk olduğuna hükmedildi. Oysa sekiz ay evvel 1921’in Maarif Vekili [Milli Eğitim Bakanı] Hamdullah Suphi’nin [Tanrıöver], Anadolu hakkındaki açıklaması hayli dikkat çekiciydi. 10 Kasım 1921’de bakanlığının faaliyeti hakkında TBMM’ye bilgi veren Hamdullah Suphi’ye göre Anadolu, Türkler için ‘yabancı’ memlekettir:
“Arkadaşlar, Avrupalılar bütün memleketlerde, bütün muasır ve medeni memleketlerde tetkikat yaptırıyorlar ve bunu eğer muallim kendisi yapmazsa hükümet birtakım heyetleri memur ederek memleketleri parça parça tetkik ettirir.Anadolu yabancı bir memleket kadar bizim için yabancı bir yerdir. Ne asarı atîkasını [geçmişini] tetkik ettik ne kitabelerini ne şarkılarını toplamışındır. Anadolu bizim için meçhul olan bir memlekettir. Arkadaşlar bunları kim tetkik etmiştir bilir misiniz? Ermeniler tetkik etmiştir. Komidas Vartakes [Gomidas Vartabed] isminde bir Ermeni Anadolu’nun bütün [Ermenice, Türkçe, Kürtçe] şarkılarını toplamıştır ve bütün bunları Avrupa’da kitap halinde tab’ettirmiştir. Avrupa’da bu şarkılar Ermeni musikisi olarak çalınıyor. Bir Macar gelip Anadolu’da kelimeleri ve şarkıları toplamıştır. Birtakım yabancılar memleketimizin aksamı muhtelif esini ve ezcümle Konya havalisini tetkik etmiş, gitmiş Sivas’ı tetkik etmişfakat biz memleketimizi tetkik etmemişizdir. Eğer hocalar arasında hususi bir meram ile kendi yaşadığı bir memleketi, kendi milletine aidolan tarihini ve oradaki asarı atîkayı tetkik etmiş bir zata mükâfat verdimse bundan dolayı takdir mi, yoksa, tenkid mi edilmelidir?”(12)
ANADOLU’DA ‘TARİHİ TEMİZLİK’
Bakan Hamdullah Suphi açığa düşürüldü. Hamdullah Suphi’nin, Anadolu “Bizim için meçhul bir memleket” beyanından sekiz ay sonra Haziran 1922’de Anadolu’nun aslında bir ‘Türk yurdu’ olduğu tespiti yapıldı. Burada kalınmadı, 1930’larda Türk Tarih Tezi’yle dünya medeniyeti kaynağının da Türkler olduğu kararlaştırıldı. Türk’ün dili, Türkçe de unutulmadı. O da dünya dillerinin kaynağıydı. Hıristiyanlardan temizlenen ve İslamlaştırılan/Türkleştirilen Anadolu’nun aslında Türk yurdu olduğu keşfi Pontus Meselesi kitabında şöyle yazıldı:
“Her şeyden önce, dünya kamuoyu bilmelidir ki Anadolu toprağı baştan sona kadar Türk’tür. Binlerce yıldan beri Türk’ün öz vatanı, Türk’ün öz yurdudur […] Gerçekte Türkler Anadolu’ya Ertuğrul Gazi ile hatta Selçuklu devletini teşkil edenlerle gelmiş değildirler. En eski ve bilinmeyen zamanlardan beri Anadolu’da Türk ırkı vardır. Anadolu’nun ilk sakinleri tarihin ortaya koyduğu bilgilere göre Turanîlerdir. Değil yalnız Anadolu, hatta Irak ve Filistin topraklarının bilinen eski devirlerde ne ‘Arî’ ne de ‘Sâmi’ olmayıp en büyük ihtimalle ‘Turanî’ olan bir kavim ile iskân edilmiş olduğu tarih ve tarih öncesi bilginlerin ciddi gayret ve himmetleri sayesinde günden güne daha büyük bir açıklıkla ortaya çıkmaktadır […] Milattan 3000-2000 yıl önce Irak; 2000-1000 yıl önce de Anadolu’da görkemli bir devlet kurmuş ve saltanat sürmüş oldukları bilinen ‘Sümer’ ve ‘Hitit’ adı altındaki kavimlerin ise geniş anlamıyla ‘Moğol-Türk’ veya ‘Turanî’ oldukları kanıtlanmıştır.”(13)
Ve Sümerler de Turanî’ydi: “Sümerlerin Turanî bir köke mensup olduklarını ırk ve dillerinin özelliklerine dayanarak en önce kuvvet ve hararetle ileri süren -bildiğimize göre- ünlü Alman bilgini Fritz Hummel olmuştur. Bu bilgin, Babil ve Asuriyye Tarihi adlı eserde, en eski zamanlardan beri Güney Babilistan’da oturan Sümerler’le MÖ IV. bin yılı başlarından itibaren Kuzey Babilistan’da görülen ‘Samiler’ arasında dış görünüş bakımından son derece fark bulduğu gibi, öncekilerin dillerinde de yapı bakımından Altay dilleri dediği Türk dilleriyle dikkate değer bir yakınlık görüyor.”(14)
Zaten ‘Turanî’ denilen Hititliler de bir yıl öncesinde hatırlanmıştı. Şehir adlarının Türkleştirilmesi amacıyla Kütahya Mebusu Besim Atalay’ın önergesi 9 Mayıs 1921’de görüşüldü. Besim Atalay, öyle bir sunum yaptı ki, 3000 yıl öncesine gitti: “Biz de üzerinde yaşadığımız şu toprağın –ki tâ üç bin sene evvel bizden olan Hititlerin vârisiyiz- bu toprağın ismi Türkçe ve İslamca’ya çevirmek mecburiyeti katiyesindeyiz. Bunu seferberlik bidayetinde hükümet düşünmüş ve tamim etmişti ve bu yolda vilâyet merkezlerinde, liva merkezlerinde, kaza merkezlerinde birtakım isim listeleri hazırlanmıştı. Onlar burada Dahiliye Encümeninde mi olacaktır, nerede olacaktır? Bunlar getirilmeli ve birer millî isim verilmelidir.”(15)
Besim Atalay, seferberliğin başlangıcında kentlerin isminin değiştirilmesinin [dahi] planlandığını hatırlatmakla, gerekçesi ‘dış düşman’ olan seferberlikte, içeride de neler yapılmış olabileceği hakkında bilgi vermektedir.
‘RUMLAR VE ERMENİLER SONRA GELDİ’
Mezopotamya özelinde Sümerlerin Turanî olduklarıyla ilgili analize devam edilirken, hiçbir şekilde Mezopotamya’nın halklarından Kürtlerden tek kelime bahsedilmemesi de ne tesadüftür!(16)
Anadolu’nun Türk yurdu olduğu keşfiyle, temizlenen Ermeni ve Rum milletleri de unutulmadı: “Özet olarak Anadolu, tarihin ilk devirlerinden beri Türk’tür […] Şu hale göre Anadolu’da en eski zamanlardan beri Turanlı bir millet vardır […] Rum ve Ermeniler ise Anadolu’ya sonradan gelmişlerdir ve sahillerde bulunan Rumlar gibi, Van ve Bitlis bölgelerinde de bir miktar Ermeni vardır. Rumca ve Ermenice bilmeyen, ana dilleri olan Türkçeyi konuşan Hıristiyanlar ise Türk’tür ve bu kabileden olanlar diğerlerine nispeten pek büyük bir çoğunluk oluşturmaktadır.”(17)
Türkçü analize devam edildi: “Türk idaresi altında, bütün Hıristiyanlar böylece her türlü himayeye kavuşurken gayrimüslim unsurlar Türk’ün bu yüceliğini, cömertliğini hakkıyla takdir ederek kendisinden ayrılmak fikrini taşımamıştır. […] Türkiye’de yaşayan Rumların bu ihaneti doğuda Türklerin zararına büyük yararlar bekleyen Avrupalılar için önemli bir araçtı. […] Mora ayaklanması, Türkiye’de yaşayan Rumların düşmanlığını, Avrupa’nın ikiyüzlü siyasetini tam olarak ortaya koydu […] Türkiye idaresinde yaşayan diğer gayrimüslim unsurlar da yavaş yavaş ve kademe kademe Rumları taklit ettiler. Bulgarlar, Ermeniler, Suriye Hıristiyanları biri diğerini izleyerek aynı yolu aldılar.”(18)
Irkçı zihniyetin analizinde, İslam Arap ve Arnavut milletlerinin Osmanlı’dan ayrıldığı hatırlanmayıp, yalnız Hıristiyan milletler ayrılmış/ayaklanmış gibi hedef gösterildi. Ve sonunda Anadolu’nun kadim Hıristiyan milletleri Ermenilerin ve Rumların sonradan geldiğine karar verildi. Öyle dahi olsa, Rumlar ve Ermeniler Anadolu’da niye yaşamaya devam etmesin ki.
MUSTAFA KEMAL: ADANA ÖZ TÜRK MEMLEKETİ
TBMM Reisi Mustafa Kemal, 1923 başında çıktığı yurt gezisinde, uğradığı her vilayette ve kasabada güncel konuları değerlendirdi. 15 Ocak’ta Eskişehir’de başlayan gezi, 24 Mart’ta Kütahya’da bitti. Farklı konulara değinildi; İzmit’te Kürt meselesinin çözümü, İzmir’de İktisat Kongresi’nde ekonomi ve Adana’da tarih gibi. 16 Mart’ta Adana’da esnaflarla buluşmasında Mustafa Kemal’in, “Adana’nın muhterem sanatkârları” hitabıyla başlayan konuşmasında, gündem Adana’nın tarihiydi ve “öz Türk memleketi” tespiti yaptı:
“[…] Artık tarihe karışan Osmanlı hükümeti, maatteessüf [ne yazık ki] asırlarca yanlış bir zihniyet sahibi oldu. Çünkü onlar sanatı ve sanatkârları kendi milletlerinden yetişmiş görmekten zevk almazlardı. […] Asil milletimiz sanattan mahrumdu. Sanatkârlar azdı. Mevcut olanlar da icap eden derecede sanatta mahir değildi. Arkadaşımız beyanatında demişlerdir ki Adana’mıza müstevli olan [istila eden] anasırı saire, şunlar, bunlar, Ermeniler sanat ocaklarımızı işgal etmişler ve bu memleketin sahibi gibi bir vaziyet almışlardır. Şüphesiz haksızlık ve küstahlığın bundan fazlası olamaz. Ermenilerin bu feyizli [verimli] ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketimiz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde [bugün de] Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır. Gerçi bu güzel memleket kadim asırlardan beri çok kere ecnebi istilalarına maruz kalmıştı. […] Memleket en nihayet yine sahibi aslilerinin elinde takarrür etti [geçti, yerleşti]. Ermeniler vesairenin burada hiçbir hakkı yoktur. Bu bereketli yerler koyu ve öz Türk memleketidir. Arkadaşlar, bu memleketin halkı üzerinde kimsenin hak ve salahiyeti olmadığı gibi bu memleketi harice muhtaç ettirmemek de size terettüp eden [gereken] bir vazifedir.”(19)
‘ÂDEM DE TÜRK’TÜ’
Sümerlerin ve Hititlerin/Etilerin Türk olduğu tezi, resmi ideologları kesmemiş olacak ki, dinsel şahsiyetler de kapsama alındı.
1930’lu yıllarda Tarih Kongrelerinde bunun tebliğleri sunulacak olsa da İstanbul’daki saltanatın ve halifeliğin müzakere edildiği 1 Kasım 1922’deki oturumda TBMM Reisi Mustafa Kemal, dünyada 500 milyon Türk’ün bulunduğunu ve bunun bir tarihsel derinliğinin olduğunu belirtti. “Bu mikyasa göre Türk milletinin ceddi âlâsı olan Türk namındaki insan, ikinci eblülbeşer Nuh Aleyhüsselâmın oğlu Yasef’in oğlu olan zattır”(20) diyen Mustafa Kemal, Nuh’un oğlu Yasef’in oğlunun adının Türk olduğunu söyledi.
Devam edildi, 1930’lu yıllarda daha ileri keşifler yapıldı. Nasıl olsa bilimsel bulgu soran da yoktu.
Türk Tarih Tetkik Cemiyeti Umumi Kâtibi Dr. Reşit Galip, Birinci Türk Tarih Kongresi’nin 3 Temmuz 1932 tarihli oturumunda sunduğu tebliğinde, Âdem’in Türk ırkından olduğu iddiasının ardından, Anadolu’da yaşayan tüm insanların, Etilerin ve Mezopotamya’daki Sümerlerin Türk olduğunu ifade etti.(21)
Birinci kongrede unutulan konular ikinci kongrede gündeme getirildi.
İkinci Türk Tarih Kongresi’nde 23 Eylül 1937’de sunulan tebliğler sonrası tartışmada söz alan Prof. İsmail Hakkı İzmirli,Peygamber Hazreti Muhammed’in bir hareminin Türk olduğu, peygamberin Türkçe bir mektup yazdığı ve Kuran’da Türkçe kelimelerin bulunduğu analizini yaptıktan sonra, “Arap yarımadasında Türk kültürünün izleri görülüyor. Peygamber’in ırk itibariyle Türk’lüğü bile bahsolunabilir” iddiasında bulundu.(22)
Tarihi keşifte, 5 Şubat 1937’de laiklik Anayasa’da yer aldığı halde yedi ay sonra peygamberin bir karısının Türk ırkından olduğu iddiasına kadar gelindi.
Bu, laikliği de Türk’ün tarihinin derinliğini de yeterince izah etmektedir.
TÜRKLER, ORTA ASYA’DAN GELMEMİŞ MİYDİ?
Ermeniler, 1915’teki tehcirle yani yerinden-yurdundan kovalamayla Anadolu’dan temizlenmişti. Rumlar da Türkiye ve Yunanistan Mübadele Sözleşmesiyle Anadolu’dan gitmişti, denebilir, ama yanlış. Çünkü 1,2 milyon Rum mübadilinancak 112 bini antlaşma gereği gitmiştir.
Böylece İslamlaştırılan/Türkleştirilen Anadolu’nun Türk yurdu ve Sümerler ile Hititler/Etiler de Türk’tü keşfinde kalınmadı. İsimler kurumlarda yaşatıldı, yakın döneme kadar. 1933’te tekstil sanayiiyle ilgili olarak Sümerbankkuruldu. İki yıl sonra 1935’te de madenciliğe finansman kullandıracak Etibank faaliyete geçti. Her iki banka özelleştirme kapsamında satıldı.
Türkçülük kurmacasında sınır yoktur. Sümerler ve Etiler, Türk’tü dense de yeni dönemde yeni keşifler yapılmaktan geri kalınmadı. 1922’de Türk yurdu ilan edilen Anadolu’ya, 1930’larda Türk Tarih Tezi’yle Türklerin, kuruyan Orta Asya’dan geldiğine hükmedildi. Sadece Anadolu’ya değil, Orta Asya’dan dünyanın her tarafına giden Türkler, medeniyet de götürmüştü.
1922’den 1930’lara gelindiğinde resmî tarihe, “Türk yurdu Anadolu’ya, Türkler geldi” esprisi de yazıldı! Ve Türkler geldiğinde, Anadolu’da da Ermeniler, Rumlar, Kürtler, Süryaniler vesaire milletler vardır!
NOTLAR:
(1) Martin Gilbert, Churchill Bir Yaşam, çeviren: Süha Sertabiboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul-2011, s. 480, 502-518, 531.
(2) Martin Gilbert, age, s. 488-489.
(3) Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, cilt: 1, 2. baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara-1986, s. 498-499; Nutuk, cilt: 3, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara-1989, s. 1748-1749, belge 226 (b).
(4) Aktaran Bilâl N. Şimşir, Malta Sürgünleri, Milliyet Yayınları, İstanbul-1976, s. 201-204, 374.
(5) Aktaran Bilâl N. Şimşir, age, s. 42-43.
(6) Vartkes Yeghiayan, Malta Belgeleri, Belge Yayınları, İstanbul-2007.
(7) TBMM ZC, devre: 2, cilt: 1, 21 ve 22 ve 23 Ağustos 1923, sf. 111-241 ve 245-261 ve 264-291.
(8) 1920-1922 dönemi BCA’da ilgili kararnameler (Fon: 30.18.1.1), K: 1, D: 11, S: 17 ve K: 1, D: 12, S: 10 ve K: 2, D: 33, S: 5 ve K: 2, D: 35, S: 3 ve K: 3, D: 19, S: 7 ve K: 3, D: 23, S: 15 ve K: 3, D: 24, S: 12 ve K: 3, D: 26, S: 4 ve K: 3, D: 26, S: 10 ve K: 3, D: 28, S: 3.
(9) Pontus Meselesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Matbuat Müdiriyet-i Umumisi, Matbuat ve İstihbarat Matbaası, Ankara-1338 (1922), Dr.Yılmaz Kurt (hazırlayan), TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No: 68, TBMM Basımevi, Ankara-1995.
(10) TBMM GCZ, cilt: 3, 10.6.1922, s. 409.
(11) Ermeni Komitelerinin A’mâl ve Harekât-ı İhtilâliyyesi, İ’lân-ı Meşrutiyyet’den Evvel ve Sonra, Matbaa-i Orhaniyye, İstanbul-1332 (1916), H. Erdoğan Cengiz (hazırlayan), Başbakanlık Basımevi, Ankara-1983.
(12) TBMM ZC, devre: 1, cilt: 14, 10.11.1921, s. 169.
(13) Pontus Meselesi, s. 3.
(14) Pontus Meselesi, s. 4.
(15) TBMM ZC, devre:1, cilt: 10, 9.5.1337 (1921), s. 269.
(16) Pontus Meselesi, s. 4-6.
(17) Pontus Meselesi, s. 12.
(18) Pontus Meselesi, s. 17-19.
(19) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt: 2, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara-1989, s. 129-130.
(20) TBMM ZC, devre: 1, cilt: 24, 1.11.1922, s. 305.
(21) Birinci Türk Tarih Kongresi, Ankara: 2-11 Temmuz 1932, Türk Tarih Kurumu, Ankara-2010, s. 99-161.
(22) İkinci Türk Tarih Kongresi, İstanbul: 20-25 Eylül 1937, Türk Tarih Kurumu, Ankara-2010, s. 280-289.
http://ozguruniversite.org/2023/08/23/lozana-anadolu-turk-yurdu-kesfiyle-gidildi/
0 notes
vishnyasoju · 11 months
Note
"Türkiye'de en az Suriyelinin yaşadığı kent ise Bayburt. Şehirde sadece 25 Suriyeli bulunuyor." Türkiyenin cenneti Bayburtmuş. Bayburtta yeni bir Türk medeniyeti kuruyoruz gelen gelsin
Geriye kalan 25i de akpnin kalesi erzuruma sınır dışı edildi gibi
1 note · View note
gomecpostasi · 1 year
Text
Yazar İsmail Sarıçay’dan yeni kitap ’Kalemin İzi’
Tumblr media
Balıkesirli Eğitimci yazar ve BAYŞAD üyesi İsmail Sarıçay’ın 9’ncu kitabı ’Kalemin İzi’ adlı eseri kitap raflarında yerini aldı. Balıkesirli yazarlar eser üretimine devam ediyor. Eğitimci İsmail Sarıçay’ın ’Kalemin İzi’ adlı eseri Sidas yayınlarından çıktı. Daha önce İciklerde Düğün, İşkence Medeniyeti, İciklername, Canbaz ile Gambaz, Sidas, Tarihi Türk İdealleri, Hac Anıları ve Eğitim Mimardır adlı eserleri yayımlanan Sarıçay, Kalemin İzi’n de günlük gazetelerde yayımlanan günlük makalelerini bu kitapta topladı. Eğitimci Yazar Sarıçay, 3.Altıeylül Kitap Fuarında Balıkesir Yazarlar ve Şairler standında yeni basılan eserini okuyucularıyla buluşturdu. Okuyucular yazarın kitabını imzalı olarak almanın mutluluğunu yaşadılar. Fuar da stantları gezen Altıeylül Belediye Başkanı Hasan Avcı ve Başkan Yardımcıları Feyyaz Çiftçi, Kadir Uzun ve Fikrettin Kocaman BAYŞAD standını ziyareti esnasında diğer yazarların kitaplarını incelerken, Yazar Sarıçay’ın son eseri ’Kalemin İzi’ hakkında yazarla görüş alışverişinde bulundu. Eğitimci Yazar Sarıçay son eseri hakkında şu ifadelere yer verdi. “Yıllarca kalemin dilinden veya izinden, film şeridi gibi akan, olaylar ve değerlendirmelerimiz, “Kalemin izinden” eserimizle, siz değerli okuyucularımızın, okuyup değerlendirmelerine bırakıyoruz. On yıllarca takip ettiğimiz dünya ve ülkemizdeki olayların ve değerlendirmelerimizin, bugünlere nasıl ışık tuttuğunu, bu eseri okudukça göreceksiniz. Bu eserde, yakın geçmişte dünyanın, bölgemizin ve Türkiye’nin geçirmiş olduğu tarihi değişim, gelişme ve olayları, zamanında yazılan yazılarımızla, gerçekleşen sonuçları, daha iyi değerlendirecek ve anlayacaksınız. Kısaca kalemimizin bıraktığı izlerle, tarihe ve geleceğe not düştük. Bu notları okuyup değerlendirecek olan, siz değerli okuyucularımızdır. Kısaca; “Ahvali yazdık kalemin iziyle. Tarihe not düştük kâğıt yazıyla”
0 notes