Tumgik
#Türklük bilinci
tungaeralp · 2 years
Text
Uyan Ey Türkoğlu! Uykudan Uyan
Türk’ün düşmanı çok bitmez saymakla,Başa çıkılamaz popo yaymakla,Bir an önce başlamalı aymakla,Uyan ey Türkoğlu! Uykudan uyan. Kalk ayağa kalk ki zinde kalasın,Hakkını almaya imkân bulasın,Uyan ki dertlere çare olasın,Uyan ey Türkoğlu! Uykudan uyan. Görevden kaçış yok, sen yok desen de,Dert senin de derdin söylemesen de,Anla artık çare, çözüm de sende,Uyan ey Türkoğlu! Uykudan uyan. Ey evladı…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
onderkaracay · 5 months
Text
Tumblr media
Din eğitimi ve öğretimi ve dinin siyaset gibi kirli bir alana alet edilerek hedefe konulan Türkler müslüman kimliği ile melez haline getirildi. Ortadoğu'da yahudi sami geleneği ile yaşayan toplumlardan bir farkı kalmadı.
Türklük bilinci yerinde ve Mustafa Kemal Atatürk'ün yolundan gidilmesi gerektiğini savunan bir avuç Türk ise önümüzdeki yüzyılın ve sonsuza kadar Anadolu toprakları üzerinde huzur içinde yaşamanın tek umudu ve adresidir.
Önder Karaçay
7 notes · View notes
aybarskagan · 5 months
Text
Anadolu'da yeniden alevlenen Türklük ateşiyle, Türk olmanın bilinci ve kudretiyle, bu toprakların kime ait olduğunu bir yumruk gibi düşmanın suratına indirerek hatırlatan Cemal,Talat ve Enver Paşalarımızın aziz hatıralarına saygı ile…Ruhları şad olsun.🇹🇷
Tumblr media
5 notes · View notes
tp-siyaset · 3 years
Link
Peki bunlar nasıl olacak?
Yıllarca " MİLLİ DEVLET " diye haykırmamızın belli sebeplerden sadece birisi bu. MİLLİ DEVLET GÜÇLÜ IKTIDAR olmadıktan sonra Turan Coğrafyasında ağıtlar yakmak kaderimiz olacaktır.
MİLLİ DEVLET olamadıktan sonra Türk Dünyasına maalesef yine kör ve sağır kalmaya mahkumuz.
Doğan Ay ___ Makalenin tümünü okumak içiçn lütfen bağlantıyı tıklayın.
0 notes
mantikutayr · 3 years
Photo
Tumblr media
"şeyh ve arzu dünyevilik ve uhrevilik, gündeliklik ve aşkınlık, inanç ve vicdan, tanrısallık ve ölüm gibi psikanalizi olduğu kadar dinsel düşünceyi de yakından ilgilendiren sorunlar hakkındaki yazılardan oluşuyor. bu yazıları bir araya getirmemdeki amaç, insanı belli bir kültürel oyun içinde sorunsallaştırma, ona bu oyunun gündelikliğinin dışından, belli bir mesafeden bakabilme isteğidir. bu yüzden buradaki kavrama çabası kültürel kimlik sorunlarından varoluşsal çatışmalara, oradan da varlığın mahiyeti sorusuna doğru evriliyor. bu kitap eğer günümüz insanı gibi gündelikliğe teslim olmuş bir okurda evren karşısındaki çocuksu hayranlığı yeniden uyandırabilmişse vazifesini yerine getirmiş sayılmalıdır."
kitabın ilk bölümü “şeyh ve ayna”,  17. yüzyılda üsküp’te yaşamış olan asiye hatun’un mürşidine yazdığı rüyalarının analizi oluşturuyor. 
ikinci bölümü “bir ses gelseydi eğer”de de tura, bir psikoterapi hikâyesi kurgulayarak, kişinin kendilik problemini, varlık karşısındaki tavrını irdeliyor.  raskolnikov’a çok yakın kişilik özellikleri olması hikayeyi benim için daha ‘anlamlı’ kıldığını söyleyebilirim. 
üçüncü bölümde, bilgin saydam’ın 1997’de yayımlanan ‘deli dumrul’un bilinci’ adlı çalışmasına dayandırdığı türklük ve müslümanlığın işaret ettiği anlamları, deli dumrul’un ölümle yüzleşmesine karşın dünyeviliği aşamaması ve uhreviliğe yönelik bir bilinç geliştirememesi sebepleri üzerinde durmuştur. 
‘’doğmak ve ölmek’’ bölümünden: ‘’sanırım ayrılık ve ölümlülüğün sıradan insan yaşamının temel travmaları olduğunu duymak kimseye şaşırtıcı gelmeyecektir. en ideal doğal ve toplumsal koşullarda bile kaçınamayacağımız travmalardır bunlar; demek ki hakkını vererek, ‘ derinlemesine çalışarak’’ yaşamaktan başka şansımız yoktur.’’ 
beşinci bölüm: solaris: ‘’esas mucize, mucizenin olmamasıdır.’’ 
‘‘..belki filmi seyredenlerin çoğu gibi solaris’in dünya olduğunu sezdim ben de. giderek bizi kuşatan zarfları, beyinlerimizin yarattığı ortak yanılsamalı oyun- gerçekçiler olarak kavramaya başladım: her zaman biraz garipsedim, yabancısı olduğum, daima içinden uyanmak istediğim bu ortak rüyalar ve oyunlar gezegeninde cemaatler karşındaki bütün inançsızlığıma rağmen kendi biyolojik türümün kültürel uyun gerçekliklerine ilişebilmemin, insani çembere girmenin yolu neydi acaba?’‘ 
altıncı bölüm: ‘’üçüncü sır’’, ‘’ her şey bizim için iyi ya da kötü, güzel ya da çirkindir. gerçekteyse atomlar ve boş uzay vardır.’’ 
...
4 notes · View notes
olguunal · 3 years
Text
Tarih Kemalistleri Çağırıyor!
Türk demokrasisi çeşitli krizlerin içinde debelenerek bugünlere geldi. Bu demokrasi yolculuğunu milli mücadeleyi referans alarak başlatırsak, “radikal bir realizm” olan Kemalist devrim yaşandı, çok partili hayata  geçildi, bir başvekil ve bakanları asıldı, yaklaşık 10 yılda bir askeri darbeyle demokrasi kesintiye uğradı, sağ ve sol çatışmasıyla “ufak çaplı bir iç savaş yaşandı” ve tarihin en uzun soluklu Kürt isyanı ise hala sürmekte. Son olarak da “sivil otoriterlik” olanca hışmıyla “gündemi” dayatmakta ve belirlediği “gündemle” de bütün kurumların içini boşaltmakta.
Yukarıda kaba bir özetini yaptığımız bu demokrasi serüveninin omurgasını Kemalizm ekseninde, yeni bir bakış açısıyla yorumlamaya çalışacağız. Önce bir Kemalizm tanımı yaptıktan sonra Türkiye’nin kangren olmuş sorunlarını bugüne getirip sorunlara şimdilik çözüm önerisi sunmadan hangi temelle yaklaşmamız gerektiğini belirleyeceğiz. Kemalizmi, “tarih olarak” Kurtuluş Savaşı’ndan 1950 seçimlerine kadar olan süreçte yapılan devrimlerin toplamı anlamlandırdığımı ifade etmek isterim.
Kemalizm “o çok sevdiğim tanımlamayla” yurdumuzun kendi koşullarından doğan ve gelişen ; tam bağımsızlık, anti-emperyalizm ve Misak-ı Milli temelleri üzerinde yükselen, içinde evrensel değerler barındıran ulusal bir çağdaşlaşma ideolojisidir. Aynı zamanda bu ideoloji; komünizm, kapitalizm gibi “katı” ideolojilerin “motivasyonundan” ayrılmakta, ülkesine dair sorunları “doktriner” çabaların sıkışmışlığını aşarak, evrensellik barındıran bir vizyonla çözme iddiası taşımaktadır.
Kemalizm “radikal bir realizmdir”. Yani Kemalizm, kendisine kadar birikmiş bir çok sorunu, birikmiş olan o “entelektüel çabayı” da dikkate alarak “radikal ve gerçekçi” çözümlerle sonuca ulaştırmayı hedeflemiş ve başarmıştır. “Gökten zembille geldi” gibi eleştirilerin “tabii ki” aksine hemen hemen bütün temel devrimler çok çeşitli tartışma zeminleriyle olgunlaşmış ve “radikal iradenin” vizyonuyla da hayata geçmiştir. Saltanat ve hilafetin ilgasından cumhuriyete geçiş de , Latin harfleriyle yazıya geçişe kadar hemen her şey Osmanlı’dan beri süregelen tartışmaların bir eseridir.
Kemalizm “eskiyi” tasfiye edip, “yeniyi” inşa ederken “pozitif ilerlemeyi” kurgulamış, “geçmişin yükleriyle” yaşamayı değil “geleceğin umuduyla” yaşamayı senkronize etmeye çalışmıştır. Örneğin “vatandaşlık bilinci” veya “Türk milliyetçiliğini” bu şekilde açıklamak mümkündür. Osmanlı’nın son dönemlerinde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında bu coğrafya, demografik olarak “olağanüstü” değişimler yaşamıştır. Ermenilerin tehciriyle bir kadim halk maalesef Anadolu’dan “uzaklaştırılmış”, Yunanlılar ile “mübadeleye girilmiş”, Kafkaslardan Anadoluya göçler yaşanmıştır. Bu “olağanüstü” demografik değişimlerle oluşan “yük”; nefret veya negatif duygularla oluşan bir motivasyonla değil “yeni bir insan” yaratmak ve bunu da “Türklük” ile ilişkilendirilmekle aşılmıştır. İnsanlar “tebaadan”, “vatandaşlığa” yükselmiştir!
Kemalizm aynı zamanda bir “ülkelerle eşitlik” çabasıdır. İmparatorluk mirasına sahip bir ülke olarak, içinden çıkan ülkelere karşı “eşit olma” çabası güden bir anlayış geliştirmeye çalışmıştır. Yüzyıllarca “hükmedilen” Balkanlara da Arap coğrafyasına ve bunların “trajik kaybına” rağmen “nefret” veya dar bir milliyetçilik anlayışıyla yaklaşılmamış, “eşit ülke” anlayışı çok uzun yıllar ülkemizin temel motivasyonu olmuştur. Yunan başbakanı Venizelos’un, Atatürk’ü “Nobel Barış” ödülüne aday göstermesinin anlamını da bu anlayışın bir getirisi olarak yorumlamak mümkündür.  Diğer pek çok imparatorluk geçmişine sahip ülkelerin “bu vizyona sahip bir şekilde” davranmadığı da oldukça açıktır.
Osmanlı’da siyaset daha çok “askerlerin” veya “yüksek görevli bürokratların” ilgilendiği bir alan olmuştur. Herhangi bir baskı sınıfının -yani burjuvazi veya işçi sınıfının (vb)- gelişmemesi “sivil siyasetçi” kavramının oluşmasını engellemiş, dolayısıyla iktidar değişimleri “askeri yöntemlerle” olmuştur. Bir kısım padişahlar “askeri güçle” devrilmiş, kimi sadrazamlar asılmış, kimi zaman da padişahlar askeri kurumları tasfiye etmiştir. Yani “askeriye” veya “gücün silahlı hali” siyasette hemen her zaman en “hareketli” kurum olmuştur. Kemalist önderlerin önemli bir kısmı aynı zamanda birer asker oldukları için, içinden çıktıkları kurumun siyaset girdabına girdiğinde neleri yaşatabileceğinin en derin halini – Balkanların kaybı,1. Dünya savaşı vs vs- yakınen görmüşler ve buna dair önlemler de almışlardır. Sonuçta askerin siyaset dışı kalma durumu için “çaba” gösterilmiş, en azından 27 yıl boyunca (1923-1950 arası) asker, siyaseti hareketliliğin dışında kalmıştır. Sonuçta Kurtuluş Savaşı “bile” Meclis’ten yönetilmiştir. Bunu da “Meclisin askere” hükmedeceği bir sistemin inşası olarak yorumlamak mümkündür.
Kemalizm aynı zamanda bir çok Batı ülkesine göre dahi “kadın ve kadın hakları konusunda” oldukça radikal bir çabaya girmiş, “kadınlara seçme ve seçilme hakkını” sağlayan ilk ülkelerden biri olmuştur. Sosyal yaşamda oldukça geride olan “kadın görünümünü” eğitimle ve “farklı” çabalarla aşmaya çalışmış, nüfuz ettiği bütün “kurum” veya “yapılarda” kadın temsiline dair bir anlayış geliştirmiştir.
Seküler bir yaşam formu yaşatma geliştirme ve laiklik de Kemalizmin bu ülkeye “armağan ettiği” en etkili “devrimlerden bir tanesi”.  “Dinin siyasi tahakkümü” ve “dinin günlük yaşama etkisi”, “laiklik” vizyonuyla “geriletilmiş”, “seküler yaşama formu” ülkeye kazandırılmıştır. Çoğunluğun Müslüman olduğu bir ülkede “dini bireyselleştirme çabası” ve buna dair reformlar “hala daha” başka bir Müslüman ülkede “görülmüş değil”.
Yukarıda özetlediğim konular Kemalizmin altı ilkesinin içinde ve/ veya dışında değerlendirilebilecek önemli mihenk taşları. “Radikal bir realizm”, “pozitif ilerleme”, “ülkelerle eşitlik çabası”, “kadın haklarında ilk” ve “laiklik” vizyonlarını ise bugüne taşıyıp Türk demokrasisinin bugünkü sorunlarının çözümüne dair “temeli” işlemeye başlayacağız.
1950 seçimleriyle birlikte, “Kemalizm” iktidarı “oldukça barışçıl” bir şekilde Demokrat Parti’ye (DP) bırakmış;  bu konuda da “dünyada çapında bir öncü davranış” sergilemiştir.  Maalesef DP iktidarı bir askeri darbeyle devrilmiş ve bu çok partili demokrasi deneyimi “kötü” bir yol kazasına uğramıştır. Bir cuntanın bu darbeyi başarması ise “ordunun sürekli kaynayan bir kazan” halini 1960-1980 yılları arasında ülkeye yaşatmış; 1980 yılında  “emir-komuta” zinciri dahilinde yapılan darbe, “cuntaların yarıştığı bir ordu” hüviyetine son vermiştir. 1990’lı yıllarda “postmodern darbe” hevesiyle iktidarlar kansız bir şekilde “düşürülmüş”  ve en son da “islamcı cemaatin” 15 temmuz kalkışması yaşanmıştır . 1960 darbesiyle başlayan “askerin siyasetin direk içinde olma hali ve isteği” bugünlere kadar sürmüştür. Ordunun “tarihi gücüne” yaraşır şekilde; yeni ve demokrasi içi bir konuma yükseltilme ihtiyacı vardır!
Cumhuriyetin ilanından sonra Dersim isyanına kadar bir çok Kürt isyanı çıkmış ve bunlar da bastırılmıştır. İsmet Paşa’nın deyimiyle “Kürt sorunu vardır, sindirilmiştir ama vardır” durumu 80’li yıllara kadar “suskun” bir şekilde gelmiş, bu sorun daha sonra PKK’nın çıkmasıyla terör-özgürlük denklemine oturmuştur. Sonuçta var olan bir “sorun” PKK’nın şiddetiyle hem görünür hale gelmiş hem de “terörize” olmuş, 40 yıllık bir “çözümsüzlükle” de günümüze gelmiştir. Devletin bu soruna yönelik “ sadece askeri yaklaşımı”, sorunu hem karmaşıklaştırmış hem de ciddi insan hakları ihlallerine sebebiyet vermiştir. “Kürt sorununun sivil sahiplerinin” de hala “hapsedilme siyasetine” maruz kalması ve kendilerinin de terör-özgürlük alanında bir sivil siyaset üretememesi  de “olanca görkemiyle” devam etmektedir.  Her ne kadar bu sorun etnik bir çatışmaya dönüşmemiş olsa da “yeni bir pozitif kimlik inşa etme ihtiyacı” bu sorun özelinde belirmiştir.
Türkiye hemen her zaman ciddi insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir ülke olmuştur.  Buna dair bilincin de “hala daha oldukça zayıf olması” fevkalade şaşırtıcıdır. Hemen her kesim, ciddi insan hakları ihlallerine uğramış ve “ağır insan hakları ihlalleri” de devam etmektedir. Menderes, Polatkan ve Zorlu ile Gezmiş, İnan ve Aslan siyasi kişileri asılmış, Diyarbakır cezaevinde insanlara dışkı yedirilmiş, ülkücü ve solcu gençler 12 Eylül zindanlarında işkencelere uğramış, Aleviler Sivas’ta “yakılmış”, başörtülü insanlar başörtüsüyle okullarına girememiş, askerler  ve Kemalistler de Balyoz ve Ergenekon davaları sürecinde ciddi insan haklarına uğramışlardır. Az ya da çok olmasına bakmadan  her kesim “insanca siyasi mücadele sürdürme” hakkından “en azından bir süre” mahrum kalmışlardır. Maalesef “gücü eline alan” da “geçmişte mağdur olmasına bile” bakmaksızın “karşı kimliklerden” öç alma duygusuyla hareket etmiştir. AİHM’de insan hakları konusunda en çok “ceza ödeyen devletin” Türkiye olması “şaşırtıcı değil belki” ama “onur kırıcı”!
Kadın hakları konusu ise ülkenin “en dinamik” sorunlarından bir tanesi. Kadınların hem “eşitlik” konusunda hem de “şiddetin önlenmesi” konusunda ciddi bir muhalefeti, güçlü örgütlenmeleri haklı ve güçlü sesleri var. Cumhuriyetin kadın hakları konusunda attığı ilk adımlar, o gücüyle maalesef devam edememiş ve sonra da “hep sallantıda” bugünlere gelmiştir. Türkiye’nin tabandan gelen “en örgütlü” hareketi diyebileceğimiz kadın hareketi elbette hepimize çok şey öğretecek!
Laiklik/sekülerlik eksikliği ve “sivil otoriterlik” konuları ise birer “tamlamayla” tanımlanabilecek konular: birisi ekmek ve su kadar hayati, diğeri ise zehir içmişçesine “yok edici”...
Yukarıda özetlediğimiz şekilde, Türkiye’de “siyaset” kötü bir şekilde tıkanmış durumda ve kendisinin önünü açacak bir “radikal bir realizm” arıyor. İngiltere ve İspanya vb “medeni” ülkelerin yaptığı gibi, kendi kimlik sorunu olan “Kürt sorununu” çözmüş; tarihi gücü oldukça yüksek olan orduyu demokrasi içinde yüksek bir makama yerleştirmiş; Ortadoğu’da Şiiler ve Sünniler birbirini boğazlarken, Aleviler ile Sünnileri “huzur  ve adalet“ içinde yaşatacak formülü bulmuş; kadın hakları konusunda %99.9’u Müslüman bir ülkede” “eşitliği” sağlamış; laikliğin islamcılar için bile su kadar gerekli olduğunu “islamcılara” öğretmiş; her türlü “otoriterlikten” uzak, “insanca” ve “demokratik” bir düzeni bulmuş Türkiye.
Yani, tarih Kemalistleri çağırıyor!
2 notes · View notes
remzi3438 · 5 years
Photo
Tumblr media
Çok Teşekkür ederiz kardeşler. İşte Türklük bilinci bu.. En derin saygı ve sevgilerimizle. İyi ki varsınız🤗 https://www.instagram.com/p/B7wt45ngk6u/?igshid=s08a6hswqg1f
1 note · View note
tcmustafaacar · 6 years
Text
ESKİDEN TÜRKLÜK BİLİNCİ YOKTU DEMEK ESKİDEN TÜRKLER VE TÜRKLÜK YOKTU DEMEKTİR BU TÜRKLÜĞE HAKARETTİR DÜŞMANLIKTIR YOK ETME ÇALIŞMASIDIR VEDE EN BÜYÜK YALANDIR.
Eskiden Türklük bilinci yoktu diyen Tarihçi geçinen devşirme çocuklarına sözüm odur ki sizler Türk tarihini Osmanlıdan ibaret sanan bilgisi kıt Türk tarihinden bi haber çaşıtlarsınız.
Sizler TÜRK Tarihini sadece Osmanlı sanan budalalarsınız, sizler binlerce yıllık Türk tarihinden bi haber Türk tarihini okumamış veya Türk tarihini Müslümanlığa bağlayıp öncesini yok sayan Tarihçi geçinen tarih özürlü sinsice Türk düşmanlığı yapan Türkleri kökenlerinden kopartıp, asimile etmeye çalışan çakallarsınız. Eskiden Türklük bilinci yoktu diyen çaşıtlar önce Türk tarihini ve destanlarını okuyun lütfen;
Kaşgarlı Mahmut'un; Tanrının devlet güneşini Türk burçlarından doğurmuş olduğunu ve Türklerin ülkesi üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi. Ve yer yüzüne hakim kıldı. Cihan imparatorları Türk ırkından çıktı. Dünya milletlerinin yuları Türklerin eline verildi. Türkler Tanrı tarafından bütün kavimlere üstün kılındı. Haktan ayrılmayan Türkler, Tanrı tarafından hak üzerine kuvvetlendirildi. Türkler ile Birlikte olan kavimler aziz oldu. Böyle kavimler Türkler tarafından her arzularına eriştirildi. Türkler, himayelerine aldıkları milletleri kötülerin şerrinden korudular. Cihan hakimi olan Türklere herkes muhtaçtır, onlara derdini dinletmek, bu suretle her türlü arzuya nail olabilmek için Türkçe öğrenmek gerekir.
Timur'un; Ben Turanın sahibi ve Türklerin amiriyim. Ben Türk oğluyum. Ben en güçlü ve en eski ırk olan Türklerin lideriyim..
Biz ki Melik-i Turan, Emîr-i Türkistan'ız, Biz ki Türk oğlu Türk'üz; Biz ki milletlerin en kadîmî ve en ulusu Türk'ün Başbuğuyuz! dediğini.
Tong Yabgu'nun ; Türke karşı gelmek Tanrıya karşı gelmektir kimki Türke karşı gelirse silin yok edin dediğini.
Cengiz Han'ın; Eğer Türkler kendi soyundan kadınlarla evlenselerdi dünyada başka millette devlette olmazdı dediğini.
Atilla'nın; Ben sizler gibi soylu biri değilim ben Soylu bir millettenim dediğini.
Bilge Kağan'nın Kültigin'in Tonyukuk'un hayatlarını ve sözlerini hiçmi okumadınız görmediniz anlamıyorum ki? bu konuda Mete Han'a kadar Türkçü söylemler ve eylemler vardır, eğer bu örnekler yetmezse Türklük bilinci eskiden yoktu diyenler bana sorsunlar ben bolca örnek ve kaynak gösteririm bu tarihçi geçinen yalaka çakallara.
Böyle Tarihçi geçinen Türk düşmanlığı Türkçülüğe Türk milliyetçiliğine Türklüğe düşman olanlara sözüm odur ki evet Osmanlıda devlet kademelerinde Türklük bilinci yoktur, ama bu sadece Osmanlıda ve Selçuklu da böyledir. Çünkü bunlar İslamla yayılmayı yeğlemiş ve bu uğurda mücadele ederken Türklüklerini unutmuşlar bireyselleşip birlik ve bütünlüğünü korumak içinde kendilerine kattıkları milletlere değer verip yönetimlere alınca yönetiminide ellerinden kaçırmışlardır.
Osmanlıda devlet yönetimi İmparatorluğa dönüşünce Bizanslılaşmış. Yabancılaşan devlet yönetiminde bu Türk düşmanlığına kadar gitmiştir. Osmanlı devleti ne kadar Türktür ki Türklük bilinci olsun.? Fakat Türk Tarihi,Osmanlıdan ibaret değildir, Selçuklu öncesi, gerçek Türk Tarihidir,Tarihçi geçinen fakat asıl amaçları milleti İslam adı altında Ortadoğululaştırma, devşirme Osmanlıcı yapma Türk tarihini karartıp Türklüğü yok etmeye çalışan bunun için Türk tarihini Osmanlı tarihi yapan Anadolu Türklüğünü de bu sebeple 1071 yapmanın savaşını veren çakallar ve soysuzlar olup soysuzluğu ilke dava edinmiş Tarihçi geçinen Türk düşmanı çaşıtlardır.
İsmail Kalay.
2 notes · View notes
erezegilmez · 3 years
Text
Bir Ulusun kaderini İleri akıl belirler
Baktınız kişinin ruhu taşıdığı değer kadar onu diplomasıda olmasada  insan yapar. 
Bir ulusun kaderi sadece zenginliği ve taşıdığı değer ile ölçülmemelidir.
Zamanın verdiği olanaklar ve cevresel sorunlar daima olacaktır. 
Bu bilinci asla akıllarınızdan çıkarnayınız. 
Nedenin sonuca varmasında ve bir ulusun ilerleyişinde asla unutulmaması gereken ilim ve bilimi yerinde kullanılırken dünya normlarının değer taşıdığı külterel sanat bilincinide memlekete öğretmek ve alıştırmak olacaktır.
Yetişecek her fert bir ulusun kaderini ancak ve ancak aklında taşıdığı bilgiyi pratiğe geçirdiği vakit değerine değer katar.
Sevgili eğitmenler sizlere düşecek en büyük görev taşıdığınız bilgi dağarcığını kendi bilgi normlarınızda değil yetiştireceğiniz ögrencilerinizin ve değerli Türk gençlerinin algı kapasiteleri kadar onlara vereceğiniz bilgi dağarcığında gerçekçikik bulacaktır.
Çünkü her öğretici bilgi ayrı bireylerde dogru eğitim ile geleceğe büyük ufuklar açacaktır. 
Geçmişte olduğu gibi üzülerek belirtiyorum ki günümüzde de yetiştirmede gençlere vereceğimiz öz güven bazı akılsal yanlış ve yöneyimsel sapmalardan dolayı yolunu şaşırmıştır. 
Ancak yerine tekrar oturtulması zor değildir. 
Çünkü akıl ve ilim el ele tutuştuğunda aşılamayacak sorun yoktur.
Sanat bir ülkenin medeniyetler cemiyetinde o ülkeye verilecek puanın aldığı değeri taşır. 
Ülkeyi değerli politikacılar yaptığınız işler ve yapılanlar da istek ve azim doğrultusunda doğruluklar varsa da gördüğüm kadarıyla üslup  sezgisel yanlış ve bunların doğurduğu sonuçlardaki yönettiginiz ülkenin vatandaşlarının huzursuz mutsuz ve ekonomik değerler seviyesinde insani değerlerin altında kalmasını sağlamakta ve buda çok üzücü.
Sizler politikacı olabilirsiniz ama iyi bir eğitimci akla sahip değilseniz yönetttiğiniz toplumlarda sorun daima var olacaktır.
Türk insani kalbinde taşıdığı sevgi müsafirperverlik ve merhamet duygusu ile politikacıların yaptıkları yanlışları içlerine atsalar da unutmayınız ki gün ve zamanı geldiğinde yapılan yanlışları bir tokat gibi yüzünüze vurmayıda bileceklerdir.
Türk milletinin asilliği geçmişinde varlığı ile kanıtlanmıştır bu kanıtı yok etmeye çalışmak büyük bir hata  olacağı gibi sanatsız bırakılmaya yüz tutmuş bir toplumda gelecekte Türklük kavramına zarar verecektir.
Din miras bırakılmaz yaşanır ve insan maneviyatına huzur verir.
Tumblr media
Ancak toplumları yöneten politikacıların her biri yaptıkları iyi yada kötü işler ise  geleceğe miras degil geleceği şekillendirip insanların gekecek yaşamlarındaki refah seviyelerine katkı sağlarlar. 
Değerli politikacılar sizlerin her birinizin birer kutsal görevleri vardır Cumhuriyeti yüceltmek içinde yaşayan her bir biyeyinde yaşamsal mutluluğunu sağlamak sizlerin esas asil görevi olmalıdır.  Çünkü sizlerin asil olması yönettiğiniz toplumlarıda öncü olarak asıl kılar.
Saygılar sunarken,
Türk halkı yakın gelecekte gerçekleşecek büyük bir değişim akımı ile dünya medeniyetler cemiyetinde en üst sırada yerini alacaktır. 
Sevgilerimle 
Erez Eğilmez 
Bireylerin eşit üstünlük yapısı 
0 notes
ozel-buro · 4 years
Text
ANALİZ /// Osman TURNA : Amerika/Rusya ile İslamcılar/Türkçüler
Osman TURNA : Amerika/Rusya ile İslamcılar/Türkçüler Türk Milletinin tarihsel sürecinden günümüze kadar değerini yitirmeyen ve her türlü soyculuk ötesi davalarının ögesi olan “Türklük Bilinci ve Türklük Ülküsünün” dava anlayışlarının temel yapı taşı olduğunu, öncelikle İngilizler ve Almanlar, sonra da Amerikalılar tarafından anlaşılması ve kendi emperyalist amaçlarında kullanılması açısından,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
yfs-t-t-2623 · 4 years
Link
Azerbaycan neden önemlidir ?
  BİZ KİM'MİYİZ  !  BİZ TÜRK ULUSUYUZ , ADRİYATİK DEN ÇİN SEDDİNE Azerbaycan neden önemlidir ?Unutmadık , Özal'ın , Azerbaycan'ın toprakları Ermeniler tarafından işgal edilir , Hocalı'da soykırım yapılırken , onlar Şia , İran'a daha yakın , İran yardım etsin dediğini . Bugün Azerbaycan , topraklarını işgalden kurtarıyor  , Azerbaycan'ın bu yeniden diriliş savaşında Türkiye'nin katkısının  , Devlet Bahçeli'nin , dillendirilmeyen görünmez desteği , hatta arka planda hükümete baskısı olduğunu düşünüyorum .Türkiye tarihi bir yanlıştan dönmüş , hem dil hem din kardeşlerinin yardımına koşmuştur . Türkiye olaylara sadece mezhep cephesinden değil , Türk'lük penceresinden de baktığını bu savaşta kardeşlerini açıkca ve alenen desteklemek ile göstermiş ve tüm dünyaya ilan etmiştir  . Türk'ün bir kızıl elma düşü , bir Turan hayali varsa ;Şemsiye her daim Türk'lük olmalı .. Altında her türlü inancın serbest ve hoşgörü ile karşılandığı bir Türk'lük penceresi .. Türk İslam gözlüğünden baktığınız zaman , soru şu , Türk belli .. Türküm diyen , Türkçe konuşan , Türk adet ve geleneklerini yaşatan , kendini Türk olarak gören ve Türk olarak konumlandıran herkes Türk'tür . İslam , yada Hangi İslâm ? Keşke asrı saadet dönemindeki İslam'da uzlaşabilsek .Günümüzde Sayısız tarikat ve cemaatlerin birbirlerini tekfirlik ile suçladığı , din dışı gördüğü , hangi İslam !Bu Şia , bu Nuseyri , ya da bu alevi , bir diğeri , selefi düşüncede olup birbirlerini kestikleri hangi İslam ?Sorun maalesef burada !Tarikat ve cemaat bölünmelerini yazmıyorum bile  , siz hangi İslâm ile , diğerlerini dışlamadan ittifak yapacaksınız . Bir Bakın İslâm ülkelerine .Din adına katlettikleri yine Müslümanlar , İsrail dahil tek bir gayri Müslime kurşun sıkan , sözüm ona İslam adına hareket ettiğini söyleyen bir tek İslami örgüt var mı ? Bu nedenle çatı , İslam yada ümmet değil , Tüm inançlara saygılı ve hoşgörülü , Türk ve Türklük olmalı , Batı'nın tuzağında , Türkiye enerjisini Ortadoğu bataklığında Arap ve Kürt coğrafyasında  harcamamalı . Türkiye ve Türkler için gelecek Doğu'da , ve Türk güneşi doğudan doğacaktır . Turan , Türk'ün kızıl elmasıdır Sadece Türklük millî şuuru bilinci ile gerçekleştirilebilir . Bu bağlamda kısa dönemde ;Karabağ savaşında , Azerbaycan'ın Nahçivan ile kara sınırı sağlanmalı ,  İran ve Ermenistan karasal bağlantısı kesilmeli . Edirne'den , Yakutistan'a , Uygurlar'a ,Türk dünyasını birbirine bağlayan karasal hattır bu hat . Güney ve Kuzey Azerbaycan'ın birleşmesi için çaba sarf edilmeli .Azerbaycan Türk kardeşlerimiz Pers tasallutundan kurtarılmalı Azerbaycan ile başlayarak .. Türk Cumhuriyetleri artık konfederasyonu konuşur hale gelmeli . İşte O gün , Adriyatik den Çin seddine  Türk'ün ayağa kalktığı gündür .Ve Azerbaycan , Kızıl elmanın Turan'ın kilit taşıdır Okuduğunuz için teşekkür ederim Ahmet Atam
0 notes
baybaykus · 5 years
Text
1960-1970’ li yıllarda, ABD’nin kanatları altındaki üçüncü dünya ülkeleri, “Dolaylı Saldırı-Askeri Darbe ve Kontrollü Darbe-Ekonomik Saldırılara” muhatap oldular, ve bu yöntemlerle kullanıldılar.
1980 yılından sonra ABD yeni bir sistem uygulamaya başladı!
Türkiye’den örnek vermek gerekirse, Türk Milletinin kontrolü için ABD destekli cemaatler, tarikatlar, vakıflar, sivil toplum örgütleri, NATO Paşaları kullanıldı.
Siyasetçiler, üniversite öğretim üyeleri, belli gazeteciler, tv programcıları “ihanet çetesinin” gönüllü ve ücretli neferleri oldular.
Türk Kültürü, Türklük şuuru, Millet olma bilinci, Ulus Devlet, Üniter yapı, bunların eliyle sürekli olarak törpülendi. Milli birlik ve beraberliği savunanlar gerici-kafatasçı diye damgalandı. Özellikle genç nesil, tamamen paraya, marka giyimlere yönlendirildi. Okumayan, bilmeyen, tarihini ve geleneklerini öğrenmeyen nesiller yetiştirildi.
ABD 2000’ li yılların başında cüretini bir kademe daha arttırdı. Bazı ülkelerin başına istihbarat örgütlerinin planlaması ve modern propaganda yöntemleri ile “Yönetici” atamaya başladı!
Atayacağı kişilerde aradığı önemli hususlar şunlardı;
Kişi fazla akıllı biri olmayacak, vatan sevgisi ve milli duyguları eksik olacak, en önemlisi de paraya tapacak derecede ahlaki zafiyet içinde olacak.
Tabii ki kişinin açıklarının belgelenmesi, yeri ve zamanı geldiğinde kullanılması oyunun değişmez kuralı olacak.
Böylelikle ABD, tek kurşun atmadan, tek dolar harcamadan o ülkeyi kendi etki alanına çekmiş olacak…
Türkiye’nin 2002 yılından beri bu oyunun etkisindedir.
Ekonomik tetikçilerin tezgahladığı 2001 ekonomik krizi, AKP Genel Başkanının Başbakan olmadan Oval Ofiste ağırlanması ve orada konuşulanların Türk Devleti tarafından bilinmemesi, Devlet Bahçeli’nin Genel Seçimlere henüz 1,5 yıl olmasına rağmen emir almış gibi ülkeyi erken seçime götürmesi ve AKP’ye yapışması, kafalardaki bazı sorulara yanıt olur diye düşünüyoruz.
Türkiye’nin tüm Cumhuriyet tarihi boyunca yaptığı borçlanmanın tam üç katının borçlandırılması, Cumhuriyetin tüm eserlerinin peşkeş çekilir gibi satılması,
CIA elemanı FETÖ ile yapılan ortaklıklar, Çözüm süreci-Barzani yönetiminde Kürt Devletinin ilk parçasının kurulması, Suriye politikası ve PYD yönetiminde Kürt Devletinin ikinci parçasının kurulması, TSK’nın çökertilmesi, vatan topraklarının ve askeri fabrikaların Araplara satılması hepsi bu planın parçalarıdır.
Dindar ve kindar nesiller yetiştirileceğinin açıkça söylenmesi, dini cemaatlerin tarikatların eğitime ve devletin en önemli birimlerine kadar yerleştirilmesi,
AKP Genel Başkanının halifelik özentisi, İslam Dininin Muaviye kafasına ve İhvan anlayışına indirgenmesi, hep AKP döneminin eserleridir.
ABD, AKP’nin süratle oy kaybettiğini görünce her zaman yaptığı gibi kendi adamının üzerini çizmiş ve yeni AKP’cikleri hazırlamaya başlamıştır!
Tüm bu olayların mimarlarından olan Serok Ahmet ve İngiliz tefecilerinin elemanı olan Babacan piyasaya sürülmüştür. Satılmış basının ve sadece parayı düşünen iş dünyasının desteği peşinen bu iki sabıkalı siyasetçiye verilmiştir.
AKP Genel Başkanı, Davutoğlu, Babacan gibi siyasetçiler sayesinde T.C Devleti “Rehin Devlet” durumuna düşürülmüştür. Osmanlının Düyun-u Umimiyesine denk gelen Borçlanma Genel Müdürlüğü kurulması ve ABD Temsilciler Meclisinin, Erdoğan-ailesi-bakanlarının yurtdışındaki mal varlıkları için araştırma başlatmasının adı, Türk Devletinin rehin alınmasıdır.
Türk Milletinin önünde iki yol kalmıştır;
Ya teslim olup, Cumhuriyetin tamamen yıkılmasına ve İran tipi İslam Devletine razı olacak,
Ya da, kendisini demokratik rejim içinde bu beladan çekip çıkaracak kadrolara sahip çıkacak! Bir üçüncü yol yoktur.
Günümüz Türkiye’sinde partiler maalesef liderleri ile anılır haldeler!
Ülkemizin bu hale düşmesinden en büyük suçlu elbette ki AKP ve yöneticileridir.
Peki, AKP’yi her hal ve şartta destekleyen MHP’nin suçu yok mu?
Bu gidişi Türk Milletine anlatamayıp durduramayan, AKP’ye dolaylı olarak destek veren CHP ve İYİ Partinin hiç suçu yok mu?
Ya, yıllarca AKP bünyesinde çalışan ve hiç seslerini çıkaramayan Serok Ahmet ve İngiliz Babacan günahsız mı?
Biz sizlere Çoban Ateşi Hareketi olarak “Türk Milletinin” partisi olacak yeni bir parti sunacağız.
Düşmüşü kaldıracak, bölünmüşü bütünleştirecek, kötülerden hesap soracak, yeniden üretecek ve hakça, insanca paylaştıracak, Ulus Devleti ve üniter yapımızı koruyacak bir siyasi yapıyı emrinize vereceğiz.
Takdir Yüce Türk Milletinindir…
Ne Mutlu Türküm Diyene…
Sağlık ve başarı dileklerimle 30 Aralık 2019
Rifat Serdaroğlu
0 notes
tp-siyaset · 3 years
Link
Erşat Salihi'ye düşmanlık beka mıdır?
Türk'üm dediği için andımız kaldırıldı.
Devlet Korolarında Türk ismi kaldırıldı.
Devlet Madalyasından Atatürk kaldırıldı.
Türkmenlerin Denktaş'ı Erşat Salih. Dün rahmetli Denktaş'ı kovanlar "yes be annem!" diye Ada'ya çıkartma yapanlar elbette boş durmayacaktı
Doğan Ay ___
Bütün makaleyi okumka için lütfen bağlantıyı tıklayın.
0 notes
huseyinerol3453 · 5 years
Photo
Tumblr media
DEĞERLİ DOSTLAR, BİR FACEBOOK ARKADAŞIMIN ÖNYARGILI, SAYGISIZCA YAZISINA VERDIGIM CEVABI SİZLERLE DE PAYLAŞMAK İSTİYORUM. SAYGILARIMLA BU YORUM SİZE YAKIŞMADI. BU YORUMU KINIYORUM. ANCAK ÜMMET BİLİNCİ MÜSLÜMAN OLMAK KADAR İSLAMİDİR. KURAN AYETLERİ İLE SABİTTİR. "MÜMİNLER BİR BİRİNİN KARDEŞİDİR. SORUN OLDUĞUNDA ARALARINI DÜZELTİN " "O İMAN EDENLER İHTİYAÇ İÇİNDE DAHİ OLSALAR, DİĞER MÜSLÜMAN KARDEŞLERİNİ KENDİLERİNE TERCİH EDERLER ". BUNLARA BENZER BELKİ YÜZLERCE AYET, BİNLERCE HADİS VAR. IŞİD DENİLEN SAPIK HAÇLI ZİHNİYETLİ, VE BİZİM EZELİ DÜŞMANLARIMIZ TARAFINDAN KURULAN, EL ALTINDAN DESTEKLENEN BU SAPIK ÖRGÜTÜ HANGİ HALİS MÜSLÜMAN SAVUNABİLİR? BİZLER EĞER MÜSLÜMANSAK ÜMMET BİLİNCİNE DE SAHİP OLMAK ZORUNDAYIZ. TÜRKLÜK İLE İSLAM ADETA ÖZDEŞLEŞMİŞTİR . ÇÜNKÜ TÜRK OLAN EBU MÜSLİM DEDEMİZ 750 YILINDA EMEVİ DEVLETİNİ YIKTIKTAN SONRA TÜRK OLAN MİLLETİMİZ AMA ÖYLE AMA BÖYLE İSLAM DÜNYASINDA ASLI UNSUR OLARAK BELİRLEYİCİ OLMUŞTUR. HRİSTİYAN , YAHUDİ, BUDİST VB, DİNLERİNE GİRENLER GENELDE HEM DİLLERİNİ, HEM DE KÜLTÜRLERİNİ KAYBEDİP ASİMİLE OLMUŞLARDIR. BİZLER ASLI TÜRK OLAN VE TÜRKLERİN İSLAMLAŞMASI İÇİN ÇOK BÜYÜK EMEKLERİ GEÇEN AHMET YESEVİ DEDEMİZİN DEDİĞİ GİBİ DERİZ. TÜRKLÜK KADERİMİZDİR, İSLAMİYET TERCİHİMİZDİR. " BİZLER HEM TÜRKÜZ HEM MÜSLÜMANIZ . KURAN EMRİNDEN VE PEYGAMBERİMİZİN SÜNNETLERİNDEN DOLAYI TÜM MÜSLÜMANLARI KARDEŞ BİLİRİZ. YOLDAŞ BİLİRİZ CANDAŞ BİLİRİZ, BİLİRİZ DE BİLİRİZ . HEM TÜRK HEM MÜSLÜMAN OLUNCA BİZİM İÇİN ÇOK DAHA ÖNEMLİ. BENCE MİLLETİMİZİN TARİHİ BAŞARISININ EN BÜYÜK SEBEBİ ÜMMET BİLİNCİDİR. HOŞ GÖRÜSÜDÜR . TARİH BOYUNCA ÜMMET DÜŞMANI OLANLAR GENELDE İSLAM DÜŞMANI OLANLARDIR. ZATEN BAŞKA SEÇENEK TE YOKTUR. BUGÜNKÜ KONJEKTÜRDE DÜNYADA İSLAM DENİNCE DAHA ZİYADE MİLLETİMİZİN UZUN ASIRLAR BOYU BAYRAKTARLIĞINI YAPTIĞI TÜRK -İSLAM MEDENİYETİ AKLA GELİYOR. GEREK İSLAMİ GÖRÜNEN ŞIA, VAHHABİ GİBİ AŞIRI DİNİ MEZHEPLER, GEREKSE HAÇLI ZİHNİYETLİ EZELİ DÜŞMANLARIMIZ DA BÖYLE BİR OLUŞUMDAN KORKUYORLAR. RAHATSIZLAR. TARİH GÖSTERİYOR Kİ MİLLETİMİZ GEÇMİŞTE OLDUĞU GİBİ İNŞAALLAH YİNE ŞAHLANACAKTIR. 25 TEMMUZDA BUNUN MESAJINI VERDİ. TARİH BOYUNCA OLDUĞU GİBİ KUDURTULMUŞ İTLER, HAİNLER, DÜŞMANLAR ÜRÜYORLAR , SALDIRIYOR https://www.instagram.com/p/B6bWYgPg9Np/?igshid=3zqvwvtor94t
0 notes
ugurgundogan · 5 years
Text
Tumblr media
Mihail ÇAKIR (1861-1938)
Gökoğuz Türkleri’nin soy bilinci için ömrünü adamış bir Türk milliyetçisi; eğitimci, yazar, kültür adamı, şair, tarihçi…
Şimdi sıkı durun!..
O bir Hristiyan ve üstelik papaz.
34 kitabın ve“Gagauzların Tarihi ve Etnografik Özellikleri” adlı kitabın yazarı.
Gökoğuzların Türkçeyi kaybettiğinde Türklüğünü kaybedeceğinin bilincindeydi. Bunun için köy köy gezerek çocuklara, gençlere Türkçeyi öğretti. Bu çalışmaları 40 yıl aralıksız sürdü. Her köye yetişemeyeceğini anlayınca 1931’de Bükreş Büyükelçimiz Hamdullah Suphi Tanrıöver’den yardım istedi. Mihail Çakır’ın bu yardım isteği Atatürk tarafından karşılıksız bırakılmadı. Bölgeye Türkçe öğretimi için hemen 30 öğretmen gönderildi, 300 Gökoğuz genci üniversite öğretimi için Türkiye’ye getirildi ve bir de Çakır'a "Türklüğe Üstün Hizmet Nişanı" gönderildi.
Yaşar Nabi Nayır da 1936'da Balkanlar'a yaptığı gezide Kişinev'de Mihail Çakır'ın evinde misafir olmuş ve "Balkanlar ve Türklük" (Ankara 1936) adlı eserinde ondan övgüyle bahsetmiştir.
Ruhun şad ola Mihail Çakır.
0 notes
turkbirligitr-blog · 7 years
Photo
Tumblr media
Türklük bilinci , AKP iktidarının engellemelerine rağmen yayılmaktadır !
7 notes · View notes