Tumgik
#Tarih ve Tarihçiler
dipnotski · 10 months
Text
Mark T. Gilderhus – Tarih ve Tarihçiler (2023)
Antik çağlardan günümüze tarih ve tarihçiler ile ilgili son derece bütünlüklü ve kayda değer bir resmi ortaya çıkarır kitabın yazarı Mark T. Gilderhus. Nereden başlamalıyız? Ne okumalı, nasıl bir yol takip etmeli ve kendimizi tarih mesleğinde ileriye götürebilecek hangi araçları kullanmalıyız? Kayıtlar, belgeler, arşivler, kişi ve kurumlar, olaylar, kronikler vb. tüm bunlar tarihin malzemeleri…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
thoughttraill · 1 year
Text
Hasan Sabbah
Ortaçağ dönemine damgasını vuran pek çok ilginç karakter bulunmaktadır ve bu karakterlerin arasında Hasan Sabbah, oldukça gizemli ve etkileyici bir figür olarak öne çıkmaktadır. Hasan Sabbah, Alamut Kalesi'nin lideri ve Haşhaşin örgütünün kurucusu olarak tanınır. Özellikle Batı'da "Haşhaşinlerin lideri" olarak bilinen Sabbah, tarih boyunca birçok efsanenin ve hikayenin konusu olmuştur. Peki, Hasan Sabbah kimdi ve nasıl bir etki bıraktı?
Hasan Sabbah, 1050 yılında İran'ın Rey şehrinde doğmuştur. İyi bir eğitim almış ve felsefe ile ilgilenmiştir. Özellikle İsmaili mezhebine bağlı olan Sabbah, Nizârî İsmaililik hareketine liderlik etmiştir. İsmaililik, Şii İslam'ın bir koludur ve İsmaili mezhebi, imamların soyundan gelen İmam İsmail'e özel bir önem atfeder. Hasan Sabbah da bu mezhebin lideri olarak, örgütünü güçlendirmek ve hedeflerini gerçekleştirmek için önemli adımlar atmıştır.Hasan Sabbah'ın en önemli başarılarından biri, Alamut Kalesi'ni ele geçirmesi olmuştur. Alamut Kalesi, bugünkü İran topraklarında bulunan ve stratejik bir konuma sahip olan bir kaledir. Sabbah, bu kaleyi ele geçirerek bölgedeki siyasi ve askeri gücünü artırmış ve Haşhaşin örgütünü buradan yönetmiştir. Haşhaşinler, zamanlarının en tehlikeli suikastçıları olarak bilinirler ve Sabbah'ın liderliği altında önemli suikast eylemlerine imza atmışlardır.Hasan Sabbah ve Haşhaşinler, siyasi amaçlarını gerçekleştirmek için korku taktiğini kullanmışlardır. Örgüt üyelerine, ölümle sonuçlanabilecek görevler verilir ve bu görevleri başarıyla tamamlayanlar cennete gitme vaadiyle ödüllendirilirdi. Buna karşılık, görevlerini yerine getiremeyenler ya da örgütten ayrılmaya kalkanlar ise ölümle cezalandırılırdı. Bu yöntem, hem düşmanlarını korkutmak hem de örgüt içindeki itaati sağlamak için kullanılan bir stratejiydi.Hasan Sabbah ve Haşhaşinler, özellikle Haçlı Seferleri döneminde Batı Hristiyanları arasında büyük bir korku ve dehşet yaratmışlardır. Haşhaşinler, düşmanlarına karşı suikastlar gerçekleştirerek etkili bir şekilde savaşmışlardır. Sabbah'ın liderliği altındaki örgüt, hedeflerine ulaşmak için cinayetleri bir araç olarak kullanmış ve bu sayede rakiplerini sindirmiş ve korku salmışlardır.Hasan Sabbah'ın etkisi sadece siyasi ve askeri alanda kalmamıştır. O aynı zamanda bir düşünürdür ve felsefi görüşleriyle de dikkat çekmiştir. Sabbah, öğrencilerine gizemli bir eğitim verir ve onları felsefe, bilim, sanat ve ahlak konularında yetiştirirdi. Bu eğitim, öğrencilerinin düşünsel yeteneklerini geliştirmelerini sağlamış ve Haşhaşinlerin entelektüel bir elit olmalarını sağlamıştır.Hasan Sabbah'ın etkisi ve Haşhaşinlerin faaliyetleri, zamanla mitolojiye ve efsanelere konu olmuştur. Örneğin, "Haşhaşin" kelimesi günümüzde uyuşturucu anlamında kullanılsa da, aslında Haşhaşinlerle ilişkisi bulunmamaktadır. Bu yanlış algı, Hasan Sabbah ve örgütü hakkındaki efsanelerden kaynaklanmaktadır. Öte yandan, Sabbah'ın "Cennet Bahçeleri" olarak bilinen güzel ve gizemli yerlerde gençleri eğittiği iddiası da efsaneler arasında yer alır.Hasan Sabbah, 12. yüzyılda ölmüştür, ancak onun ve Haşhaşinlerin mirası ve etkisi hala günümüzde tartışılmaktadır. Sabbah'ın liderlik yetenekleri, siyasi stratejileri ve etkileyici kişiliği, tarihçiler ve araştırmacılar tarafından incelenmiş ve değerlendirilmiştir. Onun hikayesi ve etkisi, Ortaçağ dönemine ve siyasi entrikalara ilgi duyanlar için hala büyük bir ilgi kaynağıdır.Sonuç olarak, Hasan Sabbah gizemli bir figür olmasına rağmen, tarihte önemli bir etki bırakmış bir liderdir. Alamut Kalesi'nin lideri ve Haşhaşinlerin kurucusu olarak, siyasi arenada güçlü bir pozisyon elde etmiştir. Onun liderliği, suikast eylemleri ve korku taktiği, düşmanlarına büyük bir korku salmış ve Batı dünyasında efsanelere konu olmuştur. Bugün bile Hasan Sabbah ve Haşhaşinler hakkında yapılan araştırmalar ve tartışmalar devam etmektedir. Onun felsefi ve düşünsel yaklaşımları, öğrencileri üzerindeki etkisi ve eğitim sistemi hala merak edilen konulardır.Hasan Sabbah'ın etkisi, sadece siyasi ve askeri alanda değil, aynı zamanda kültürel ve sanatsal alanda da hissedilmiştir. Haşhaşinler, çağdaşlarından farklı bir yaşam tarzı benimsemişler ve güzellik, estetik ve sanatın önemini vurgulamışlardır. Bu nedenle, Hasan Sabbah ve örgütü, Ortaçağ İslam dünyasında ilham verici bir figür olarak kabul edilmiş ve edebiyat, şiir, müzik ve mimaride de yansımaları olmuştur.
Hasan Sabbah ve Haşhaşinler, tarihte sadece bir dönemin figürleri olarak değil, aynı zamanda daha genel anlamda güç, liderlik, fanatizm ve örgütlenme konularında da önemli birer örnek olarak değerlendirilebilirler. Onun liderlik tarzı ve örgütlenme yetenekleri, günümüzdeki liderlik çalışmaları ve stratejileri üzerinde de düşünmemizi sağlar.
Ancak, Hasan Sabbah ve Haşhaşinler hakkında yapılan araştırmalarda ve kaynaklarda dikkatli olunması gerekmektedir. Zira efsaneler ve mitler, gerçeklerden ayrılmış ve tarihi kaynaklara dayanmayan hikayeler ortaya çıkmış olabilir. Bu nedenle, onun hakkında yapılan çalışmalarda objektiflik ve tarihçi kaynaklara dayanma önemlidir. Sonuç olarak, Hasan Sabbah ve Haşhaşinler, tarih boyunca ilgi çeken ve merak uyandıran bir figür olmuşlardır. Onun liderlik yetenekleri, siyasi stratejileri ve etkileyici kişiliği, bugün bile araştırmacılar, tarihçiler ve sanatçılar için bir ilham kaynağı olmaktadır. Hasan Sabbah'ın yaşamı ve etkisi, Ortaçağ döneminin karmaşık siyasi atmosferindeki önemli bir köşe taşı olarak değerlendirilebilir ve tarihçiler tarafından incelenmeye devam edecektir.
2 notes · View notes
pazaryerigundem · 30 days
Text
Hakan Boz: Ermeni Tehciri soykırım değil, iskan siyasetidir
https://pazaryerigundem.com/haber/186803/hakan-boz-ermeni-tehciri-soykirim-degil-iskan-siyasetidir/
Hakan Boz: Ermeni Tehciri soykırım değil, iskan siyasetidir
Tumblr media
Avrupa’nın tarihi, sömürgecilikten soykırıma, din savaşlarından etnik temizliğe kadar birçok karanlık olayı barındırıyor. Bu tarihsel gerçeklerin çoğu, Avrupa’nın bugünkü medeni yüzüyle örtbas edilmiş ve yeterince eleştirilmiyor.
BURSA (İGFA) – Avrupa’nın kolonileştirme geçmişi, Afrika ve Asya’daki yerli halklar üzerinde büyük bir baskı ve insanlık suçu olarak tarihe geçti. 20. yüzyılda yaşanan Holokost, Avrupa’nın soykırım tarihinin en acı örneğiydi. Bu olaylar, Avrupa’nın tarihindeki karanlık ve trajik dönemleri yansıtıyor.
Bugün, Avrupa’nın kendi karanlık geçmişine dair sessizliği ve bunları unutturması, Türkiye’ye yönelik haksız suçlamalarla gölgelendi. Özellikle Osmanlı dönemindeki Ermeni Tehciri konusu, uluslararası alanda tartışmalı bir konu olarak hala önümüze çıkıyor.
Tumblr media
“SAVAŞ ŞARTLARININ DOĞURDUĞU BİR ZORUNLULUK HALİDİR “
Ermeni Tehciri meselesi ile ilgili Herkes Duysun’a değerlendirmelerde bulunan Araştırmacı-Yazar Hakan Boz, Ermeni Tehcirini şu ifadelerle tanımladı: 
“Ermeni Tehciri, egemenlik haklarımıza yönelik saldırıları bertaraf etmek üzere gerçekleştirdiğimiz meşru bir hamledir ve savaş şartlarının doğurduğu bir zorunluluk halidir. Tehcir, bir etnik kimliğin topyekûn imhası değil, savaşan bir devletin iç güvenliğini sağlamak üzere bir kısım Ermeni’yi imparatorluğun bir bölgesinden alıp başka bir bölgesinde iskân etmesidir.”
Boz, tehcir uygulamasının İttihatçıların kimsenin malına ve canına kast etmeden yürüttüğü bir süreç olduğunu belirterek, “İttihatçılar bunu uygularken de kimsenin malına ve canına kast etmiş değildir. Tehcir edilen Ermenilerin canlarını korumak üzere asker görevlendirmiş; bu süreçte görevini suiistimal edenler Divan-ı Harp’lerde yargılamış; Ermenilerin taşınmaz malları kayıt altına alınmış ve sahiplerine bedeli ödenmiştir.” ifadelerini kullandı.
24 Nisan 1915 tarihinin, “tehcir değil, Ermeni teröristlerin tutuklandığı tarih” olduğunun altını çizen Araştırmacı-Yazar Hakan Boz, Ermenilerin savaş dönemindeki sabotaj ve isyanlarına karşı alınan önlemleri şöyle açıkladı: 
“Osmanlının her anlamda iflası yaşadığı bir dönemde ayrılıkçı Ermeniler, ‘Bağımsız Ermenistan’ fikriyle silahlanarak terör eylemlerine başlamıştı. 24 Nisan 1915’te yapılan bir operasyonla çetecilerin elebaşlarını tutukladı. Ermeniler bu tarihi, sözde soykırımın yıldönümü olarak anıyor.”
“TEHCİR; SOYKIRIM DEĞİL, İSKÂN SİYASETİDİR”
Tehcirin bir soykırım değil, bir iskân politikası olduğunu vurgulayan Boz, “Tehcir soykırım değil, iskân siyasetidir. Erzurum, Van ve Bitlis vilayetindeki Ermeniler, Musul vilayetinin güney kısmı ile Zor ve Urfa sancaklarına; Adana, Halep ve Maraş civarındaki Ermeniler de Suriye vilayetinin doğu kısmı ile Halep vilayetinin doğu ve güneydoğusuna nakledilerek burada iskân edileceklerdi.” dedi.
Tehcir sürecinde Ermenilerin can ve mal güvenliğinin sağlandığını da kaydeden Boz, “Tehcir sürecinde Ermenilerin can ve mal güvenliğinin sağlanması için gerekli tedbir alınıyor; iaşe ve istirahatlerinin sağlanması için idari memurlar görevlendiriliyordu.” ifadelerini kullandı.
GERÇEKLER VE İFTİRALAR ARASINDAKI FARKLAR
Avrupa’nın geçmişteki karanlık olaylarına rağmen, Türkiye’ye yönelik suçlamalar ve iftiralar, tarihsel gerçeklerle örtüşmüyor. Tarihçiler, Avrupa’nın kendi tarihlerindeki karanlık sayfaları göz önüne alarak, Türkiye’ye yönelik eleştirilerin adil bir şekilde yapılması gerektiğini ifade ediyor.
İŞTE AVRUPA’NIN KARANLIK GEÇMİŞİ:
1. Amerika Kıtası’ndaki Yerli Halkların Soykırımı (15.-19. yüzyıllar)
İspanyol ve Portekiz Sömürgeciliği: Kristof Kolomb’un 1492’de Amerika’ya ayak basmasının ardından İspanyol ve Portekiz sömürgecileri, Amerika’nın yerli halklarına karşı geniş çaplı bir soykırım gerçekleştirdiler. Hastalıklar, zorla çalıştırma, topraklarının ellerinden alınması ve doğrudan şiddet nedeniyle milyonlarca yerli halk öldü.İngiliz ve Fransız Sömürgeciliği: Kuzey Amerika’da İngiliz ve Fransız sömürgecileri de yerli halklara karşı şiddet ve zorla yerinden etme politikaları uyguladılar.
2. Afrika’daki Köle Ticareti ve Soykırım (16.-19. yüzyıllar)
Transatlantik Köle Ticareti: 16. yüzyıldan itibaren Avrupalı sömürgeci güçler, Afrika’dan milyonlarca insanı köle olarak Amerika kıtasına götürdü. Bu süreçte milyonlarca Afrikalı, köle gemilerinde ya da zorla çalıştırıldıkları plantasyonlarda hayatını kaybetti.Belçika Kongo Soykırımı: Belçika Kralı II. Leopold’un kişisel mülkü olarak yönetilen Kongo Serbest Devleti’nde (1885-1908), madenler ve kauçuk plantasyonlarında zorla çalıştırılan yerli halklar üzerinde büyük bir soykırım gerçekleştirildi. Bu dönemde 10 milyon kadar insanın öldüğü tahmin ediliyor.
3. Yahudi Soykırımı (Holokost) (1941-1945)
Nazi Almanyası: Adolf Hitler liderliğindeki Nazi Almanyası, II. Dünya Savaşı sırasında yaklaşık 6 milyon Yahudi’yi sistematik olarak katletti. Yahudilerin yanı sıra Romanlar, engelliler, Polonyalılar, Sovyet savaş esirleri ve siyasi muhalifler de Nazi toplama kamplarında öldürüldü.
4. Bosna Soykırımı (1992-1995)
Srebrenitsa Katliamı: Yugoslavya’nın dağılmasının ardından, Bosna-Hersek’teki savaş sırasında Sırp güçleri, özellikle Müslüman Boşnaklara karşı etnik temizlik ve soykırım yaptı. Temmuz 1995’te, Srebrenitsa’da 8.000’den fazla Boşnak erkek ve çocuk, Bosnalı Sırp kuvvetler tarafından katledildi.
5. İrlanda Patates Kıtlığı (1845-1852)
İrlanda Büyük Kıtlığı: İngiliz yönetimi altındaki İrlanda’da 1845-1852 yılları arasında meydana gelen patates kıtlığı, milyonlarca İrlandalının ölmesine veya ülkeyi terk etmesine neden oldu. İngiliz hükümetinin yetersiz müdahalesi ve tarımsal ihracatı sürdürme politikaları, kıtlık süresince ölümlerin artmasına yol açtı. Bu durum, bazı tarihçiler tarafından soykırım olarak değerlendirilir.
6. Roman Katliamı (1944)
Nazi Almanyası: II. Dünya Savaşı sırasında, Nazi Almanyası, Avrupa genelinde Romanları da hedef aldı ve yaklaşık 250.000 ila 500.000 Roman öldürüldü. Bu, Roman Soykırımı veya “Porajmos” olarak adlandırılır.
7. Namibya Soykırımı (1904-1908)
Alman İmparatorluğu: Bugünkü Namibya topraklarında, Alman sömürge yönetimi, Herero ve Nama halklarına karşı büyük bir soykırım gerçekleştirdi. Alman askerleri, bu halkları zorla yerlerinden etti, toplama kamplarında aç bıraktı ve toplu katliamlar yaptı. Yaklaşık 65.000 Herero ve 10.000 Nama bu soykırımda öldü.  
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
metinakgun · 3 months
Text
Tumblr media
TARİHİ KENDİSİNDEN GİZLENEN MİLLET!
Almanya’daki “İnsan Tarihi Bilimi Enstitüsü” Türkçe’nin 9 bin yıl önce de konuşulduğunu kanıtladı.
Tarihimizi bizden öylesine sakladılar, öylesine çarpıttılar ki, insanımız ancak yabancılar söyleyince inanır oldu! O zaman bir de bizden dinler misiniz?
Bize, Türklerin Anadolu’ya ilk geliş tarihi olarak 1071 Malazgirt Savaşıyla olduğu söylendi. Halbuki 1071’de Anadolu’ya gelen Türkler, Müslümanlığı kabul etmiş Türklerdi.
Ön-Türkler, milattan önce 13 bin yılında Anadolu’da idiler ve Anadolu’nun dip kültürünü oluşturdular.
Esas önemli olan, Anadolu’ya gelen Ön-Türkler; göçebe olarak değil, göçmen olarak geldiler. O tarihte resim-yazıyı biliyorlardı.
Tanrı’nın birliğine inanırlardı. (M.Ö 14 bin yılında ORAL / URAL Dağlarındaki Şölgen Taş Mağarasında, Rus ve Fransız araştırmacılar buldukları yazıtlarda bunu kanıtladılar)
Kırgızistan Saymalıtaş Vadisinde bulunan eserlerde, Türklerin tekerleği icat ettikleri, tekerlekli sabanla çift sürdükleri, geyik-at-köpek gibi hayvanları ehlileştirdikleri ispat edilmiştir.
Çoğumuz, Prof. Dr. Afif Erzen tarafından 1967 yılında Van’da kurulan ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine bağlı “Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırma Merkezini” ve yaptığı hizmetleri bilmeyiz.
Yine çoğumuz, Prof.Dr Erich Feigl, Prof.Dr Justin McCarty, Andrew Mango, Normon Stone, Stanford Shaw, Kazım Mirşan, Servet Somuncuoğlu, Prof.Dr Semavi Eyice, Ord. Prof. Dr. Ali Tanoğlu gibi isimleri ve çalışmalarını bilmeyiz, öğretmezler ki!
Çoğu rahmete kavuşmuş bu değerlerimiz, Ön-Türkler ve Türkler konusunda mevcut tarihi alt-üst edecek buluşlara imza attılar.
Prof. Dr. Erich Feigl ve Stanford Shaw Yahudi’dirler. Bu ikili Ermenilerin soykırım yalanlarına öyle darbeler vurdular ki, Ermeniler onların evlerini yaktılar, defalarca suikast düzenlediler.
Ön-Türklerin M.Ö 13 bin yılında Anadolu’ya geldiğini, İstanbul Üniversitesi Senatosunun “Şeref Doktoru”, Türk Tarih Kurumunun “Onur Üyesi” payesi ile ödüllendirdiği Afif Erzen, yıllar süren araştırmalarını 1984 yılında yayınladığı “Anadolu ve Urartular” kitabında bilimsel olarak kanıtlamıştır.
Kazım Mirşan’ın incelediği, Doğu Anadolu’da mevcut yazı öğelerini içeren kaya resimleri ve kaya yazıtları, rahmetli Servet Somuncuoğlu’nun Orta Asya’dan Anadolu’ya yıllar süren araştırma boyunca belirlediği on binlerce kaya yazıtı, kaya resimleri ve Damgalar, Ön-Türklerin Anadolu’ya M.Ö 13 binli yıllarda geldikleri kesin olarak ispat etmişlerdir.
Göbeklitepe M.Ö 12 bin yılında kurulmuştur. Göbeklitepe Dikilitaşlarının üzerine resmedilmiş çok sayıda hayvan ve insan figürlerinin, damgaların
Türk Dikilitaşlarındakilerle birebir aynı olması, Ön-Türklerin Anadolu’ya geliş tarihini doğrulamaktadır.
Fakat dikkat ederseniz dünya basını ve tarihçiler, dünya tarihini alt-üst edecek bu gelişmeler karşısında nedense sessiz kalmayı tercih ettiler!
Bir an için M.Ö 13 binli yıllardaki bulguların Ermenileri ve Rumları işaret ettiğini düşünün. “Türkler, Anadolu’da işgalcidir” yaygarası tüm dünyayı inletirdi…
Peki, Ön-Türkler M.Ö 13 bin yılında Anadolu’ya gelmiş de, Hıristiyanlar ne zaman gelmiş?
Hz. İsa’nın Havarilerinden Saint Paul M.S 40’lı yıllarda Anadolu’ya (Tarsus) gelmiş ve Anadolu’nun Hıristiyanlaştırılması çalışmalarına başlamıştır.
Ön-Türkler Anadolu’ya, Hıristiyanlardan 13 bin yıl evvel gelmiştir.
Böylelikle, yabancı kaynaklar ve art niyetli bilim insanlarının “Anadolu Medeniyetinin beşiği Helen-Roma-Bizans medeniyetleridir” iddiasının YALAN olduğu ve boşa düştüğü belli olmuştur.
Anadolu, Türklerin öz be öz vatanıdır. Türkler, Anadolu’da yeşermiş medeniyetlere beşiklik etmiştir. Başka bir deyişle; Türkler, Anadolu’da can bulan medeniyetlerin hem anasıdır, hem de babasıdır…Türk Tarih Tezi kitaplarını geri getirmek ve Damgalarımıza sahip çıkmak vazifedir! Tolunoğulları (868-905)
2-Ihşidoğulları (935-969)
3-Eyyubîler (1171-1250)
4-Mısır Memlüklüleri/Devletü’t-Türkiyye=Türk Devleti / (1250-1517)
Ortadoğu ve K. Afrikada kurulan bu devletleri kuranlar Türklerdi, ama Araplaşıp yok oldular!
Lütfen DAMGALARIMIZA SAHİP ÇIKALIM artık! DAMGALAR NEDEN ÖNEMLİ?
Şu "dört koç başlı mezar taşının" biri
Rize'de,
diğeri Ovacık'ta,
bir diğeri Doğu Beyazıt'ta,
en altta solda ki ise, en eskisi ve teee Hakasya'dan.
Hani Doğu Karadeniz Yunandı-Rumdu! Bunu diyenler belki şimdi biraz utanırlar...Sakalar İskitler (Gizlenen Eski Anadolu Halkı)
~ ALINTI ~
1 note · View note
birpaylass · 5 months
Text
Adıyaman'ın Gizemli Tacı Nemrut Dağı
BirPaylaş Paylaşım Platformu https://birpaylas.com/adiyamanin-gizemli-taci-nemrut-dagi.html
Adıyaman'ın Gizemli Tacı Nemrut Dağı
Tumblr media
Nemrut Dağı’nın Gizemi: Medeniyetlerin Buluşma Noktası
Nemrut Dağı’nın Gizemli Hikayesi
Adıyaman’ın Gizemli Tacı Nemrut Dağı, Adıyaman’ın büyüleyici doğal güzellikleri arasında yer alan Nemrut Dağı, tarihin en ilgi çekici anıtlarından biri olarak kabul edilmektedir. Antik dönemlere uzanan bu gizemli yapının, medeniyetlerin buluşma noktası olduğu düşünülmektedir.
Reklam
Adıyaman’ın Gizemli Tacı Nemrut Dağı
Cennet Köyü Slovenya’nın Zümrüt Nehri
Yatırımcılar için Şirketlerin Halka Arz Stratejileri
Sosyal Medya Dili Nedir: Olumlu ve Etkili İletişim Yolları
Elektronik Çeklerle Dijital Dönüşümü Hızlandırın
Antik Dönemin Anıtsal Kalıntıları
Nemrut Dağı’nın zirvesindeki dev heykeller ve anıtsal kalıntılar, ziyaretçileri tarih boyunca büyülemektedir. Bu yapılar, Kommagene Krallığı’nın hükümdarı Antiochos I Theos tarafından M.Ö. 1. yüzyılda inşa edilmiştir. Burada yer alan dev heykellerle bezeli terraslar, bölgenin önemli dinî ve kültürel merkezi olduğunu göstermektedir.
Gizem Dolu Bir Mekan
Nemrut Dağı’nın zirvesindeki anıtlar, binlerce yıllık bir geçmişe sahip olup, medeniyetlerin kesişim noktasını temsil etmektedir. Bu gizemli mekân, arkeologlar ve tarihçiler için hala pek çok soru işareti barındırmaktadır.
Büyüleyici Güneş Doğumu
Nemrut Dağı’nın en büyüleyici özelliklerinden biri de, güneş doğumu sırasında yaşanan eşsiz manzaradır. Ziyaretçiler, dağın zirvesinde toplanarak bu muhteşem görüntüyü izleme fırsatı bulurlar.
Adıyaman’ın Simgesi Haline Gelen Nemrut Dağı
Tarihi Değeri ve Arkeolojik Önemi
Güneş Doğumu İzleme Deneyimi
Medeniyetlerin Buluşma Noktası
Tanrıların Taht Yaptığı Yer: Nemrut Dağı’nın Eşsiz Güzelliği
Nemrut Dağı: Tarih, Mitoloji ve Doğanın Muhteşem Birleşimi
Adıyaman’ın ihtişamlı tacı Nemrut Dağı, dünyanın en ilgi çekici ve gizemli yerlerinden biridir. Bu eşsiz bölge, tarih, mitoloji ve doğanın görkemli bir birleşimini sunar. Yüzyıllar boyunca Kommagene Krallığı’nın hükümdarlarının taht yaptığı Nemrut Dağı, ziyaretçilerini büyüleyici bir maceraya davet eder.
Eşsiz Manzaralar ve Görkemli Heykeller
Nemrut Dağı’nın en etkileyici özellikleri, gökyüzüyle buluşan devasa heykeller ve muhteşem manzaralardır. Dağın zirvesinde, Kommagene Kralı Antiochos I‘in dev heykellerinin yer aldığı bir anıt kompleksi bulunur. Bu heykeller, Tanrılar ve krallar arasındaki ilişkiyi sembolize eder ve ziyaretçileri geçmişin büyüleyici dünyasına davet eder.
Nemrut Dağı’nın Eşsiz Doğası
Nemrut Dağı, sadece tarihi ve mitolojik önemiyle değil, eşsiz doğal güzellikleriyle de dikkat çeker. Dağın zirvesinden, sonsuz ufuklara uzanan manzaralar gözler önüne serilir. Tüm bu görkemin içinde, ziyaretçiler huzur ve dinginlik bulur.
Nemrut Dağı’nı Keşfetmek
Gün batımı ve gün doğumu izlemek için dağın zirvesine çıkın.
Devasa heykellerle fotoğraf çektirin ve bu eşsiz anları ölümsüzleştirin.
Dağın eteklerindeki antik kalıntıları ve kaya mezarlarını keşfedin.
Bölgenin zengin flora ve faunasını gözlemleyin.
Nemrut Dağı, Adıyaman’ın ve Türkiye’nin en görkemli doğal ve tarihi hazinelerinden biridir. Bu eşsiz yerin büyüsüne kapılmak için, bir an önce buraya gelip keşfetmeye başlamanız gerekir.
Adıyaman’ın Görkemli Mirası: Nemrut Dağı’nın Büyüleyici Kalıntıları
Nemrut Dağı: Antik Dünyanın Büyüleyici Anıtları
Adıyaman’ın muhteşem doğal güzelliklerinden biri olan Nemrut Dağı, tarihin en etkileyici anıtlarından biri olarak öne çıkıyor. Bu eşsiz dağ, Kommagene Krallığı’nın görkemli mirasını yansıtan kalıntılarıyla ziyaretçilerini büyülüyor. Dağın zirvesinde yer alan dev heykeller ve antik tapınak kalıntıları, insanlığın inanılmaz başarılarını sergilemektedir.
Güneş Tanrı’nın Gölgesinde: Nemrut Dağı’nın Eşsiz Manzarası
Dağın muhteşem konumu, ziyaretçilere eşsiz güneş batımı manzaraları sunar. Gün batımında, dev heykellerin gölgeleri dağın üzerinde dans eder ve ziyaretçileri büyüler. Bu görüntü, Kommagene Krallığı’nın güneş tanrısına olan derin bağlılığını yansıtır.
Arkeolojik Hazineler: Nemrut Dağı’nın Gizemli Geçmişi
Dağın zirvesindeki kalıntılar, antik dönemin en önemli arkeolojik buluntularından biridir. Burada yer alan dev heykeller, yazıtlar ve anıtlar, Kommagene Krallığı’nın görkemli kültürü hakkında çok değerli bilgiler sunmaktadır. Ziyaretçiler, dünyanın en eski medeniyetlerinden birinin izlerini takip etme fırsatı bulur.
Doğa ve Tarih Arasında: Nemrut Dağı’nın Büyüleyici Deneyimi
Nemrut Dağı, doğa ve tarihin muhteşem bir birleşimini sunar. Ziyaretçiler, dağın etkileyici manzarası, antik kalıntıları ve gizemli atmosferi arasında kendilerini kaybeder. Bu eşsiz deneyim, Adıyaman’ın en önemli turizm destinasyonlarından birini oluşturuyor.
Nemrut Dağı, Adıyaman’ın en önemli turistik çekiciliği
Dağın zirvesindeki dev heykeller ve antik tapınak kalıntıları, görkemli bir mirasın izlerini taşıyor
Güneş batımı manzaraları, ziyaretçileri büyüleyici bir deneyime götürüyor
Nemrut Dağı, doğa ve tarih arasındaki eşsiz bir bağlantıyı temsil ediyor
Nemrut Dağı’nın Görülmeye Değer Antik Heykelleri
Nemrut Dağı’nın Görkemli Antik Heykelleri
Adıyaman’ın göz kamaştırıcı doğa harikası Nemrut Dağı, sadece yüksek zirvesiyle değil, görkemli antik heykelleriyle de ziyaretçilerini büyülemektedir. Bu eşsiz tarihi miras, Kommagene Krallığı’nın hükümdarı Antiochus I tarafından M.Ö. 1. yüzyılda inşa edilmiştir.
Dağın zirvesinde, dev boyutlardaki tanrı ve kral heykellerinin bulunduğu tören alanı, görenleri adeta büyüler. Burada, hükümdar Antiochus I’in kendi heykelinin yanı sıra, Yunan ve Pers tanrılarının devasa heykelleri de yer almaktadır.
Şaşırtıcı boyutlardaki bu antik eserler, Kommagene Krallığı’nın görkemli tarihini gözler önüne sermektedir.
Heykellerin kusursuz işçiliği ve görkemli duruşu, ziyaretçileri adeta hipnotize etmektedir.
Güneşin farklı açılardan vurduğu heykeller, gün içinde değişen gölge ve ışık oyunlarıyla büyüleyici bir görsel şölen sunar.
Nemrut Dağı’nın antik heykelleri, tüm dünyanın ilgisini çeken eşsiz bir kültürel mirastır. Bu görkemli eserleri görmek için, Adıyaman’ın bu gizem dolu dağına mutlaka bir gezi planlamalısınız.
Nemrut Dağı: Adıyaman’ın Gizemli Tacı ve Tarihsel Hazinesi
Nemrut Dağı: Tarihsel Bir Harika
Antik Çağ’ın göz kamaştırıcı anıtsal kalıntılarından biri olan Nemrut Dağı, Adıyaman‘ın en önemli turistik destinasyonlarından biridir. Bu etkileyici dağ, Doğu Anadolu Bölgesi’nin görülmeye değer doğal ve arkeolojik hazinelerinden biri olarak öne çıkmaktadır.
Gizemli Kral Kuruluşu ve Eşsiz Anıtlar
Dağın zirvesinde, Kommagene Krallığı’nın kurucusu Antiochus I tarafından yaptırılan anıtsal heykel ve kabartmalar, ziyaretçileri büyülemektedir. Bu görkemli yapılar, dünyanın en önemli arkeolojik alanlarından biri olarak kabul edilmektedir.
Eşsiz Manzara ve Doğal Güzellikler
Nemrut Dağı’nın zirvesinden açılan panoramik manzara, Adıyaman ve çevre bölgelerin büyüleyici doğal güzelliklerini sergilemektedir. Gün batımı ve gün doğumu saatleri, bu eşsiz manzarayı deneyimlemek için en ideal zamanlar olarak öne çıkmaktadır.
Kültürel Mirasın Korunması
UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Nemrut Dağı, tarihsel ve kültürel değerinin korunması için önemli çabalar harcanmaktadır. Ziyaretçiler, bu eşsiz alan hakkında bilgi edinirken, koruma çalışmalarına da destek olmaktadır.
Dünyanın en önemli arkeolojik alanlarından biri
Kommagene Krallığı’nın görkemli anıtsal kalıntıları
Eşsiz manzara ve doğal güzellikler
UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bir değer
0 notes
ozel-buro · 5 months
Text
TARİH /// Dr. Cengiz Aldemir : Milli Tarih Şuuru
Dr. Cengiz Aldemir : Milli Tarih Şuuru 25 Nisan 2024 Araştırma alanı olarak tarih; insan kayıtlarına yazılı ya da sözlü kaynaklara dayanır. Tarih bilgisi, geçmişteki olaylara ilişkin bilinenlerin tarih düşüncesi çerçevesinde yorumlanmasıyla oluşur. Tarihçiler, araştırmalarında çok çeşitli kaynaklar kullanırlar. Bu kaynakların önem sırasına göre belirli bir hiyerarşi içinde sınıflanması ve…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
yfs-t-t-2623 · 6 months
Text
Tumblr media
Türk ve Moğol İlişkisi: Tarihsel ve Kültürel Bağlantılar
Türk ve Moğol halkları, tarih boyunca birçok ortak noktaya sahip olmuştur. Bu ortaklıklar, dil, kültür, gelenek ve göçebe yaşam tarzı gibi alanlarda kendini göstermiştir. Bu bağlamda, Türk ve Moğolların akraba olup olmadığı sorusu tarihçiler tarafından uzun süredir tartışılmaktadır.
0 notes
hetesiya · 6 months
Text
18 MART 1915 ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞI'NIN KAHRAMANI NUSRAT (NUSRET) MAYIN GEMİSİNİN HAMASETTEN ARINDIRILMIŞ GERÇEK HİKAYESİ (Yetkin İşçen'den nakil.)
Dönemin Osmanlı Donanması, Almanlarla yapılan Askeri Yardım Anlaşması gereğince tüm varlığıyla Alman denizcilere bırakılmıştı. +
Bu nedenle, tüm gemilere birer Alman deniz subayı atanmış, Türk denizcileri de onların emrine verilmişti. Nusrat isimli 1911 yapımı mayın gemisine de Yarbay Reeder atanmış, Türk gemi komutanı Tophaneli Hakkı Efendi de onun emrine verilmişti. +
Gemide görev alan mayın uzmanı, çarkçı, ve teknik personel de yine Alman'dı. Türk personel bu kişilerin emrinde görev yapıyorlardı. Aynı dönemde, yine askeri yardım anlaşması gereği, İstanbul ve Çanakkale Boğazları Komutanlığı'na da Alman Amirali von Usedom ve Amiral Merten +
komuta ediyordu. Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı'na da, Almanya'da eğitim gördüğünden iyi Almanca bilen Albay Cevat (Çobanlı) atanmıştı. Aslen piyade sınıfından olan ve ne deniz ne de topçu eğitimi olmayan Albay Cevat'ın asli görevi de bu +
Bunlardan biri, boğaza giren gemilerin nasıl hareket ettiklerini izlemekti. Amiral von Usedom'un istihbarat subayı Üsteğmen Reader, bu iş için Erenköy sırtlarına gönderildi. Gemilerin boğaz içinde görevlerini yaptıktan sonra boğazdan çıkış için manevrayı +
Karanlık Liman'ın nispeten geniş sularında yaptıklarını belirleyen Reader, raporunu Amiral Usedom'a teslim edince, komutanlıkca o suların mayınlanmasına karar verildi. Bu görev için Nusrat seçilmişti, çünkü yeni bir gemiydi ve daha da önemlisi, az su çektiği için sığ sularda +
Alman komutanlarla Türk personel arasında iletişimi sağlamaktı. İngiliz-Fransız müşterek donanmasının Çanakkale Boğazı'nı abluka etmesiyle başlayan gerilim, Şubat ayında bu donanmanın bir deneme taarruzu ile artınca adı geçen Alman personel bir dizi önlem almayı gerekli gördü. +
daha önce yerleştirilmiş mayınların üzerinde seyir yapabiliyordu. Mayın Grup Komutanı Yzb Hafız Nazmi'den gemideki mayın sayısı soruldu ve İstanbul'dan gelen karbonit mayınlarla eksiklerin tamamlanması istendi. Görev için seçilen tarih, havanın uygun olduğu 7/8 Mart gecesiydi.+
Nusrat, bu tarihte yukarıda adı geçen Alman subay ve Türk mürettebat ile seferine başladı. Bu olay için sonradan düzülen "Cevat Paşa rüyasında 26 rakamını gördü, Nazmi'yi çağırıp emir verdi" gibi hikayelerin hepsi hurafedir. +
Nusrat'ın bu operasyonunun sonuçları uzun yıllar kimsenin dikkatini çekmedi. Örneğin; bu başarılı eylem sonrası kimseye madalya verilmedi. Oysa, Muavenet-i Milliye'nin Goliath operasyonu akabinde hem Alman hem de Türk personele madalya verilmişti. +
Nusrat'ın Türk kaptanı Tophaneli Hakkı Efendi, zaten kalp rahatsızlığı çekiyordu. Görevden 6 ay kadar sonra bir kalp krizi neticesi Kasımpaşa Deniz Hastanesi'nde vefat etti, Kasımpaşa'ya defnedildi. Yoksa, kimi uyduruk tarih kitaplarında anlatıldığı gibi, +
“olayın heyecanından kalp krizi geçirerek vefat ettiği” doğru değildir. İstanbul’dan gelen 26 mayını Nusrat’a yükleten Mayın Grup Komutanı Yüzbaşı Hafız Nazmi ise sefere katılmadı. Muavenet-i Milliye operasyonuna rehber olarak kısmen katıldığı için 50 altın ikramiye alan +
Hafız Nazmi binbaşılığa yükseldi. Ancak, savaşın bitiminden sonra hakkında açılan bir soruşturma nedeniyle askerlikten istifa etti, İstanbul boğazında gemilerde çalışmaya başladı ve nihayetinde orduya kırgın olarak öldü… Nusrat’ın en son görevi de, 1919’da, Mütareke sonrası +
teslim olan Osmanlı ordusunun Çanakkale’de görevli subaylarını alarak İstanbul’a getirmek olmuştu. Nusrat İstanbul’da da işgal subaylarını taşıdı… Nusrat'ın 7/8 Mart'ta ne yaptığı, eyleminin savaşa etkisinin ne ölçüde olduğu, 1930'larda Winston Churchill'in Neue Revue adlı +
Alman dergisine verdiği demeçle konuşulur oldu. Churchill "Küçücük bir gemi savaşın kaderini değiştirdi" demişti... İngiliz tarihçiler bu operasyonun ayrıntılarına girip detaylarına ancak yıllar sonra ulaştılar. Türk tarihçiler ise, ancak 1950'lere doğru farkettiler Nusrat'ı... +
Ne yazık ki, geçen bu sürede Nusrat’ın başına çok işler gelmişti… İşgal süresince İstanbul’daki düşman kuvvetleri tarafından kullanılan Nusrat, İstanbul’un kurtuluşu ve hemen ardından ilan edilen cumhuriyetle birlikte Türkiye Cumhuriyeti donanması’na katıldı.+
1926 ve 1927’de Gölcük’te tadilat gördü ve Marmara’da mayın arama faaliyetinde bulundu. 1937’de dalgıç gemisine dönüştürülüp “Yardım” adını aldı. 1955’te yardımcı sınıf gemiler statüsüne ayrılınca "Nusret" ismini aldı. 1957 yılında da tamamen hizmet dışına çıkarıldı. +
Bu sırada niyetler iyiydi; gemi sahile “müze yapılmak üzere” bağlanmıştı. Hamidiye gemisi ile birlikte müze gemi olarak muhafaza edilmesi düşünülmüştü. Ancak 1958’de ödeneksizlikten bir anda sivile satıldı. Yeni sahipleri Nusret’i Haliç Tersanesi’nde genel bir bakıma soktular +
ve kapsamlı bir tadilatla şilep haline getirdiler. Bu arada ismi de değiştirilmiş ve “Kaptan Nusret” olmuştu. İstanbul Limanı’na artık 13.810 kütük ve 3644 sicil numarası ile kayıtlıydı. Bu olaylardan 12 yıl sonra tekrar sahip değiştirdi. +
Fakat yeni sahibi de ancak bir yıl kullandı gemiyi, sonra satışa çıkardı. Ondan da üç ortak satın aldı. Nusret, 1989 yılında hatalı yükleme yüzünden Mersin Limanı’nda battı. Batmasının nedeni de büyük olasılıkla üzerinde yapılan değişikliklerdi. +
Aynı zamanda usta bir denizci olan gazeteci Mümtaz Soysal, yapılan bu tadilatı, geminin denizden çıkarılmasından sonra, 1999 Mayısı’nda Hürriyet gazetesindeki köşesinde şöyle tarif edecekti: “Mersin Limanı’nın 12 numaralı rıhtımına bağlanmış duruyor. +
İskele baş bodoslamasına ‘işbu tekne ünlü Nusret’tir’ anlamında birşeyler yazılmış; ama öyle olduğuna bin şahit ister. Aslı kasarasızken, başa ve kıça kasara çıkmışlar. Artık balta başlı da değil; baş bodoslaması üstten biraz ileriye uzatılmış. Belli ki demir ırgatını öne alıp +
ambarları büyütmek amacıyla böyle düşünülmüş. Ama, ırgatın üzerindeki Alman markası hala duruyor; Liefen marka...Kısacası, yüzlerce kosterden birine benzetmek için ‘benzetilmiş’… Dokuz yıl denizin dibinde kaldığından her şeyi paslı, çürük yine de yüzüyor…”+
Neticede; Deniz Kuvvetleri ciddi bir araştırma sonucunda, Nusret Mayın Gemisi’ni Türk halkına anlatmak amacıyla, onu aslına sadık kalınarak yeniden inşa etmeye karar verdi. 9 Ekim 2009 tarihinde Gölcük Tersane Komutanlığı’nda kızağa konan gemiye ilk kaynağı +
Oramiral Murat Bilgel yaptı. Geminin birebir benzerinin yapılabilmesi için orijinal inşa planları Almanya’dan istendi, bir kısmı Deniz Müzesi’nde, bir kısmı da askeri ambarlarda saklanan parçaları temin edildi. Ayrıca, geminin 1915’teki iç detayları için de yüzlerce fotoğraf +
incelendi, tefrişat bu bilgilere göre yapıldı. Yeni TCG Nusret’in inşası 11 Şubat 2011’de tamamlandı ve Türk bayrağı toka edilerek Deniz Kuvvetleri’ne katıldı. 8 Mart 2011 günü destanlaştığı Çanakkale’de rıhtıma yanaştı ve +
18 Mart 2011 tarihinde de 27. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner tarafından törenle ziyarete açıldı. Yani, demem odur ki; yukarıda belgelere dayanarak anlattığım hikaye dışında duyduklarınız hurafeden başka bir şey değildir…YETKİN İŞÇEN, Çanakkale 1915 Dergisi yayıncısı.
Ayşe Hür
https://twitter.com/HurAyse/status/1769742273325957631?t=QUWF1z9RR0oj2q6p6mh_CQ&s=19
0 notes
haytaogluyunus · 6 months
Text
Tumblr media
ANMA:
BUGÜN 19 MART (1406)
İSLAM ALEMİNİN ÖNEMLİ AYDINLARINDAN, TARİHÇİ, SOSYOLOG
İBN-İ HALDUN’UN
ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ RAHMETLE ANIYORUM.İ
bn Haldun (27 Mayıs 1332, Tunus - 19 Mart 1406, Kahire), modern tarihyazımının, sosyolojinin ve iktisatın öncülerinden kabul edilen 14. yüzyıl düşünürü, devlet adamı ve tarihçisidir. Ayrıca İslam aleminde Liberalizm ilkelerini kitaplarında bulunduran ilk Müslüman düşünür. Köklü bir aileden geldiği için iyi bir eğitim aldı. Tunus ve Fas'ta devlet görevlerinde bulunduktan sonra Gırnata ve Mısır'da çalıştı. Kuzey Afrika'nın o dönem istikrarsız ve entrikalarla dolu siyasal yaşamı 2 yıl hapiste yatmasına neden oldu. Bedevi kabilelerini çok iyi tanımasından dolayı aranan bir devlet adamı ve danışman oldu. Mısır'da 6 defa Maliki kadılığı yaptı. Şam'ı işgal eden Timur ile görüşmesi bir fatih ile bir bilginin ilginç buluşması olarak tarihe geçti.
Siyasal yaşamdan çekildiği dönemlerde adını tarihe geçiren 7 ciltlik dünya tarihi Kitâbu’l-İber ve onun giriş kitabı olarak düşündüğü Mukaddime'yi yazdı. Eseri, Arap dünyasında etki yaratmasa da Osmanlı tarih anlayışını derinden etkilemiştir. Başta Katip Çelebi, Naima ve Ahmet Cevdet Paşa olmak üzere Osmanlı tarihçileri Osmanlı Devleti'nin yükseliş ve çöküşünü pek çok defa onun teorileriyle analiz etti. Arap dünyasında yeniden keşfedilmesi ancak Arap milliyetçiliğinin gelişmeye başlaması ile oldu. 19. yüzyıldan itibaren ise Avrupalı tarihçiler tarafından keşfedildi ve eserleri büyük takdir gördü. Öyle ki Toynbee, aradan geçen yüzyıllardan sonra onun için şöyle dedi: "Herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından yaratılmış en büyük tarih felsefesinin sahibi."
0 notes
thegazete24 · 8 months
Text
İsrail-Filistin Savaşı(!) Bize Neler Öğretti?
Tarihçiler “tarih tekerrürden İbarettir” derler. Eğer geçmişten ve yaşananlardan ders çıkarılmaz ve önlem alınmazsa yaşanan acılar belli sürelerle …İsrail-Filistin Savaşı(!) Bize Neler Öğretti?
View On WordPress
0 notes
tripuck · 9 months
Link
0 notes
dipnotski · 2 months
Text
Jason Steinhauer – Altüst Edilen Tarih (2024)
İnternet çağıyla birlikte hız, doğrululuktan; viral olmak ise öğrenmekten daha önemli hâle geldi. İnternet; tarihimizi, geçmişimizi ve toplumumuzu kökünden değiştirdi. Zaman alan, uzman merkezli, içsel olarak değerli modeli kullanan akademik tarihçiler; anında tatmin edici, kullanıcı merkezli e-tarih karşısında geri plana itiliyor. Steinhauer, bu kitapta Wikipedia’dan 
Facebook’a, TikTok’tan…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
bilgilikus · 10 months
Text
Efsanevi Tapınaklar Machu Picchu ve Chichen Itza
Tumblr media
Machu Picchu ve Chichen Itza, dünya üzerindeki antik uygarlıkların izlerini taşıyan eşsiz tapınaklardır. Machu Picchu, Peru'nun And Dağları'nda, Inka İmparatorluğu'nun zirvesinde bulunan muazzam bir arkeolojik alan olarak bilinir. 15. yüzyılda inşa edilen bu kayalık şehir, sıra dışı mimarisi ve çevresindeki doğal güzellikleriyle büyüleyici bir atmosfere sahiptir.
1. Kaybolmuş Uygarlıklar
Kaybolmuş uygarlıklar tarih boyunca merak uyandırmış ve sır dolu hikayeleriyle gizemini korumuştur. İsyanlar, doğal felaketler veya diğer nedenlerle yok olan bu eski medeniyetler, arkeologlar ve tarihçiler için büyük bir ilgi kaynağı olmuştur. İnsanlık tarihinin derinliklerinde izlerini bırakan bu kaybolmuş uygarlıklardan bazıları Inka, Maya ve Aztek gibi büyük medeniyetlerdir.
2. İnka İmparatorluğu ve Machu Picchu
İnka İmparatorluğu, Güney Amerika'nın And Dağları bölgesinde hüküm süren etkileyici bir uygarlıktır. Olağanüstü mühendislik becerileri, tarım teknikleri ve sosyal yapıları ile tanınırlar. İnka İmparatorluğu'nun en önemli simgelerinden biri olan Machu Picchu, dünyanın en ünlü antik şehirlerinden biridir. Bu etkileyici tapınak kompleksi, And Dağları'nın zirvesinde yer alır ve muhteşem manzarasıyla ziyaretçilere kendine hayran bırakır.
3. Maya Uygarlığı ve Chichen Itza
Maya uygarlığı, Orta Amerika'da M.Ö. 2000 yıllarında başlayan ve M.S. 1500 yıllarında sona eren önemli bir medeniyettir. Matematik, astronomi, yazı ve mimaride büyük bir ilerleme kaydetmişlerdir. Chichen Itza, Maya uygarlığının en önemli merkezlerinden biridir. Bu antik şehirde bulunan Piramit Kukulkan, Mayaların astronomik bilgilerini temsil eder ve her yıl bahar ve güz ekinoksunda harikulade bir görsel şov sunar.
4. Aztek Uygarlığı ve Teotihuacan
Aztek Uygarlığı, Meksika'da M.S. 14. yüzyılda yükselen bir medeniyettir. Gelişmiş tarım teknikleri, karmaşık toplumsal yapı ve dini ritüelleriyle öne çıkmışlardır. Teotihuacan, Aztek uygarlığının en önemli merkezlerinden biridir. Bu antik şehir, Piramitler Sokağı, Güneş Piramidi ve Ay Piramidi gibi etkileyici yapıları ile ünlüdür. Teotihuacan, Meksika'nın en önemli arkeolojik alanlarından biridir ve her yıl binlerce ziyaretçiyi ağırlar.
5. Caral: Dünyanın En Eski Kenti
Caral, Güney Amerika'nın Peru kıyılarında bulunan, dünyanın en eski kentlerinden biridir. M.Ö. 3000 yıllarında kurulan Caral, karmaşık bir planlamaya sahip olan büyüleyici bir antik şehirdir. Piramitler, tapınaklar ve diğer yapılar, Caral'ın gelişmiş bir sosyal ve kültürel yaşama sahip olduğunu gösterir.
6. Tiwanaku: And Dağları'ndaki Gizemli Şehir
Tiwanaku, Bolivya'nın And Dağları'nda bulunan eski bir şehirdir. M.S. 5. ve 10. yüzyıllar arasında etkili olan Tiwanaku uygarlığı, bu alanda önemli bir siyasi, ekonomik ve dini merkezdi. Tiwanaku'nun etkileyici yapısı, karmaşık taş işçiliği ve monumental tapınaklarıyla dikkat çekmektedir. Bu antik şehir hala gizemlerle doludur ve araştırmacılar tarafından incelenmektedir.
7. Meksika'nın Diğer Efsanevi Tapınakları
Meksika, birçok önemli antik tapınak ve yapıya ev sahipliği yapmaktadır. Uxmal, Puuc tarzı mimarinin en iyi örneklerinden biridir. Bu antik Maya şehri, karmaşık kabartma desenleri ve zarif yapısıyla büyüler. Tulum, Karayipler sahilinde yer alan büyüleyici bir tapınaktır. Denize doğru uzanan tepelerde yer alan bu antik şehir, güzel manzarasıyla ziyaretçileri büyüler. Palenque ise Maya sanatının önceliklerini gösteren önemli bir merkezdir. Karmaşık kabartmalar ve yapılar, Palenque'nin büyüleyici güzellikte olduğunu ortaya koyar.
8. Uxmal: Puuc Tarzı Mimarlara Bir Şaheser
Uxmal, Meksika'da bulunan Puuc tarzı mimarinin en önemli örneklerinden biridir. Bu antik Maya şehri, taş işçiliğindeki ustalığı ve karmaşık geometrik desenleriyle ünlüdür. Piramitler, tapınaklar ve diğer yapılar, Uxmal'ın derin bir kültürel öneme sahip olduğunu kanıtlar.
9. Tulum: Karayipler Sahili'nde Göz Alıcı Bir Tapınak
Tulum, Meksika'nın Karayipler sahilinde bulunan etkileyici bir tapınaktır. Beyaz kumlu plajlar ve turkuaz deniz eşliğinde yer alan bu antik şehir, büyüleyici manzarasıyla ün kazanmıştır. Tulum, maya lüks yaşamının izlerini taşıyan zarif yapılara ev sahipliği yapar. Ziyaretçiler, denizin kenarındaki bu antik şehrin büyülü atmosferinin tadını çıkarabilir.
10. Palenque: Maya Sanatının İncelikleri
Palenque, Meksika'da bulunan önemli bir Maya merkezidir. Bu antik şehir, maya sanatının inceliklerini sergileyen kabartmaları ve yapılarıyla ünlüdür. Kraliyet mezarları, tapınaklar ve diğer yapılar, Palenque'nin zengin ve sofistike bir kültüre sahip olduğunu gösterir.
11. Chan Chan: Güney Amerika'daki En Büyük Öncesi Amerikan Şehri
Chan Chan, Peru'nun kuzeyinde bulunan dünyanın en büyük öncesi Amerikan şehirlerinden biridir. Chimor Krallığı'nın başkenti olan Chan Chan, karmaşık bir surla çevrili ve etkileyici bir mimariye sahiptir. Kabartma desenleri ve süslemelerle bezenen bu antik kent, Perulu kültürün önemli bir sembolüdür.
12. Cahokia: Kızılderili Kültürünün Merkezi
Cahokia, Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan ve Mississipi Nehri vadisinde yer alan büyük bir Kızılderili kentidir. 600 yılında kurulan Cahokia, o dönemdeki Amerika yerlilerinin sosyal, siyasi ve dini hayatının merkeziydi. Bu antik kentin büyüklüğü ve karmaşıklığı, bölgenin en önemli arkeolojik alanlarından biri olarak kabul edilmesini sağladı. Kaybolmuş uygarlıkların gizemli dünyası hala keşfedilmeyi bekliyor. Inka, Maya, Aztek, Caral, Tiwanaku gibi büyük uygarlıkların tapınakları ve şehirleri, arkeologlar ve tarihçiler için büyük bir ilgi kaynağı olmuştur. Bu efsanevi yapılar, geçmişin izlerini sürmek ve bu eski medeniyetlerin olağanüstü başarılarını anlamak için bize paha biçilmez bir mirastır. Read the full article
0 notes
entelektia · 11 months
Text
Selahaddin Eyyubi Kimdir?
Tumblr media
İslam tarihinde önemli bir figür olan Selahaddin Eyyubi, 1137 ile 1193 yılları arasında yaşamış olan bir askeri lider ve devlet adamıdır. Birçokları tarafından "İslam'ın kurtarıcısı" olarak kabul edilen Selahaddin, tarihteki büyük komutanlar arasında sayılmaktadır. Hayatı boyunca pek çok savaşa katılan ve kutsal toprakları koruma amacıyla mücadele eden Selahaddin Eyyubi, özellikle Haçlı Seferleri dönemindeki başarılarıyla tanınır. Selahaddin Eyyubi'nin Gençlik Yılları ve Eğitimi Selahaddin Eyyubi, 1137 yılında Tikrit'te dünyaya geldi. Ailesi, askeri alandaki yetenekleri ve liderlik potansiyeliyle dikkat çeken Selahaddin'i genç yaşlarda askeri eğitime tabi tuttu. Babası, onun yetişmesinde önemli bir rol oynadı ve bu süreç, Selahaddin'in askeri stratejiler ve yönetim becerileri konusunda güçlenmesine olanak sağladı. Aynı zamanda, o dönemdeki ilimlere ve kültüre büyük bir ilgi duyarak geniş bir eğitim aldı. Selahaddin Eyyubi'nin Haçlı Seferleri ve Kudüs'ün Kurtuluşu Selahaddin Eyyubi'nin tarihe damgasını vuran anlardan biri, 1187 yılında gerçekleşen Hıristiyan Haçlı Seferleri'ne karşı kazandığı büyük zaferdir. Hıristiyan güçlerini yendiği Megiddo Meydan Muharebesi sonrasında, Kudüs'ü Haçlılar'dan geri aldı. Bu zafer, onun sadece askeri dehasını değil, aynı zamanda stratejik zekasını ve düşmanlarına karşı olan üstünlüğünü ortaya koydu. Kudüs'ün fethi sırasında, Selahaddin'in hoşgörülü ve adil tavrı tarihçiler tarafından övgüyle anılmıştır. Halkın can ve mal güvenliğini sağlamak adına çeşitli önlemler alması, onu sadece askeri bir lider olarak değil, aynı zamanda insan haklarına saygı gösteren bir devlet adamı olarak da nitelendirmemize sebep oldu. Selahaddin Eyyubi'nin Adil Yönetimi ve Mirası Selahaddin Eyyubi'nin yönetim tarzının temel taşlarından biri adaletti. Adalet kavramını, sadece Müslümanları değil, farklı inançlardan ve etnik gruplardan gelenleri de kapsayacak şekilde genişletti. Vergi politikalarında adaleti gözeterek, halk arasındaki ekonomik dengesizlikleri en aza indirmeye çalıştı. Farklı gruplar arasında adaletsizlik hissi uyandıracak uygulamalara karşı çıkarak, devletin tüm vatandaşlarına eşit haklar tanıdı. Selahaddin, farklı inançlara ve kültürlere saygı göstermekte öncüydü. Kudüs'ün fethi sonrasında, Hristiyan ve diğer gayrimüslim topluluklara karşı hoşgörülü bir tutum sergiledi. Kiliselerin ve diğer ibadethanelerin korunması, dini özgürlüklerin güvence altına alınması ve farklı inançlara mensup olanlara devlette önemli görevler verilmesi, onun yönetimindeki toplumsal uyumu güçlendirdi. Selahaddin, eğitime büyük önem veren bir liderdi. Bilim, sanat ve edebiyat alanlarında gelişmeleri teşvik etti. Eğitim kurumlarına destek vererek, bilgiye erişimi artırdı ve devletin ilerlemesine katkıda bulunan birçok projeyi destekledi. Bu, toplumun genel bilinç düzeyini yükselttiği gibi, devletin uzun vadeli güçlenmesine de katkı sağladı. Selahaddin'in adil yönetimi ve hoşgörü politikaları, onun ölümünden sonra da etkisini sürdürdü. Ayyubî Devleti, onun liderlik ilkelerini devralarak, bu değerleri korumaya ve geliştirmeye devam etti. Devletin genişlemesi, kültürel zenginliklerin korunması ve halk arasındaki hoşgörü atmosferi, Selahaddin'in mirasının canlılığını korumasına yardımcı oldu. Selahaddin Eyyubi'nin Ölümü ve Sonrası Selahaddin Eyyubi'nin ölümü, 4 Mart 1193 tarihinde gerçekleşti. Ölüm nedeni konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte, tarihi kaynaklar genellikle ateşli bir hastalığın veya zehirlenmenin sebep olduğunu öne sürer. Ölümünden kısa bir süre önce, vasiyetnamesinde, devletin ve ordunun güvenliğini sağlamak adına oğulları arasındaki işbirliği çağrısında bulunarak, birlik ve istikrarı vurgulayan önemli bir mesaj bıraktı. Selahaddin'in ölümü, Ayyubî Devleti'nin geleceği konusunda bazı belirsizlikler doğurdu. Ancak, vasiyetnamesinde ifade ettiği gibi, oğulları arasında anlaşma sağlanarak, devletin bütünlüğü korundu. Bu, Selahaddin'in liderlik tarzının ve ailesi arasındaki güçlü bağların devam ettiğini gösterir. Selahaddin Eyyubi'nin ölümü, sadece Ayyubî Devleti'ni değil, aynı zamanda tüm İslam dünyasını etkiledi. Onun adil yönetimi, hoşgörü politikaları ve Kudüs'ü Haçlılardan geri alması, İslam toplulukları arasında bir birlik ve dayanışma duygusu oluşturdu. Selahaddin'in mücadeleleri, İslam dünyasının birliğini simgeleyen önemli bir sembol haline geldi. Selahaddin Eyyubi'nin mirası, sadece askeri başarıları değil, aynı zamanda yönetim tarzı, hoşgörü politikaları ve adalet anlayışıyla da şekillenmiştir. Onun liderliği, hem Müslümanlar arasında hem de dünya genelinde saygı görmüştür. Selahaddin'in adı, İslam dünyası ve Haçlı Seferleri tarihi üzerinde derin bir etki bırakmıştır. Selahaddin Eyyubi, İslam dünyasının önemli liderlerinden biridir. Hem askeri başarıları hem de adil yönetimi ile hatırlanan bu büyük komutan, tarihte derin izler bırakmış ve günümüzde de hala birçok insanın hayranlıkla anmasına neden olmaktadır. Read the full article
0 notes
operasyon · 11 months
Text
Tek Adam'ın henüz birinci cildini bile bitirmedim. Bana özel midir değil midir bilemiyorum. Tarihte ciddi bir eksiğim varmış. 1900-1918 arası benim için bulanık bir devirdi. Bu aralığa balkan savaşları ve ayrıca 1. dünya savaşı sığıyor. İmparatorluk parçalanıyor ama yönetimde kim var, önemli karakterler az bildiğim konularmış.
Belki Türkiye de ki tarih eğitiminin bir sonucudur. Aynı dönem de de anlatılacak tek şey Atatürkmüş gibi anlatır okullarda ki resmi tarih. Tarih anlayışı için ilginç sayılır bence. İttihat Terakki'nin Enveri'ni bizim tarihçiler nerdeyse hayalet etmiş.
Vay vay vayy... Bir Enver paşa var ki Mustafa Kemal onun yanında teferruat bile değil. Tarihi tek başına dolduruyor adam. 1909'un hürriyet kahramanı olduğu andan itibaren yükselen yeni yıldız Enver. Adam yanında kırk kişiyle sarayı basıp padişahı değiştiriyor. Buna güç denmez mi?
Yine ilginç bir yan, Mustafa Kemal'le aynı yaştalar. Aynı yaştalar ama Mustafa Kemal kimsenin tanımadığı bir yüzbaşıyken, binbaşıyken Enver imparatorluğun en güçlü adamı. Bir haftada iki rütbe birden alıp önce albay sonra general oluyor falan filan...
Tarihçiler Enveri neden saklamak istiyorlar?
Ben Enver'in bu kadar önemli biri olduğunu ancak bu kitap sayesinde öğrendim.
Hem kemalist tarihçilerin hem karşıtlarının Enveri saklama, tarihsel rolünün küçültme nedeni farklıdır. Kemalistler Atatürk'le aynı yaşta aynı dönemde başka ve şeklen bile olsa ondan daha yüksek bir otorite olduğunu görmek- göstermek istemediler belkide.
Atatürk karşıtları da tarihin bütün suçunu Mustafa Kemal'in üstüne yıkmak istediklerinden Enver'i görmeyi - göstermeyi - anlatmayı istemediler sanırım.
Hepsinin ortak nedenleri de olabilir. Daha ermeni tehcirine bile girmedim. Tek başına Sarıkamış faciasına yol açan, orda doksan bin askeri dondurarak ölüme sürükleyen Enver bu Enver. İmparatorluğu bir oldu bittiyle 1. Dünya savaşına sokan, tek başına bu kararı alabilen Enver bu Enver. Yani nerden baksak yüzbinlerce insanın katlinden sorumlu. Bu kadar kanlı bir adamı tarihin tozlu sayfalarına saklamak, adı silinemiyorsa bile en azından önemsizmiş gibi gölgede kalmasını sağlamak istediler belkide.
Bir öğretmen arkadaşıma da bahsetmiştim kitaptan ve bu yorumlarımdan. O katılmadı "Osmanlı nasıl olsa yıkılacaktı, şimdi çöken imparatorluğun bütün sorumluluğunu Enver paşanın üstüne atamayız, tam tersine onlar yıkımı görüp hayatları pahasına imparatorluğu kurtarmak için umutsuzca son kurtarma girişimlerini yapan adamlar" diye yorumladı.
Sadece bir kısmına katılıyorum. Osmanlı artık bitmişti. 1.Dünya savaşına hiç girmese de yıkılacaktı ama Enverler'in amacı imparatorluğu kurtarmak mıydı gerçekten?
Sarıkamış üstünden ruslara saldırmaya çalışırken Enver'in bir yakınına söylediği hayaller şöyle " Rusları geçtikten sonra Afganistan üstünden direk Hindistan'a saldıracak"
Arkadaşları da kendinden farklı değil. Arap çöllerine gönderdikleri cemal paşa Mısır'ı yeniden fethedip Mısır kralı olma hayali görüyor.
Bir başkası Hicazdan İngilizleri süpürge sapıyla kovalayacağına dair uçuk hayallerle yaşıyor ve tabii daha ilk saldırılarında İngilizler hem askerlerini hem kendisini öldürüyor.
Kısacası bana imparatorluğu kurtarmaya çalışıyor gibi gelmediler tam tersine dünyanın bu emperyalist paylaşım savaşı kargaşasında, herkes birbirine girmişken biz de yeni yüzyılın fatihleri olabilir miyiz diyen, fetih hayalleri kuran, asker bir yüksek komutana yakışmayacak derecede hayalperest, maceracı silahşörler olarak göründüler.
0 notes
lolonolo-com · 1 year
Text
Türkiyenin Toplumsal Yapısı 2022-2023 Vize Soruları
Türkiyenin Toplumsal Yapısı 2022-2023 Vize Soruları 1. Aşağıdakilerden hangisi modern tarih ve modern sosyoloji disiplinleri arasındaki temel farklardan biridir? A) Tarihçiler kuramdan (teoriden) yararlanmazken; sosyologlar kuramlardan yararlanır ve kuramlar oluştururlar. B) Tarihçilerin kullandığı araştırma teknikleri, sosyologlara nazaran daha kapsamlıdır. C) Tarihçiler geçmişle ilgilenir;…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes