Kapı kapı büyüyen ve anlatamadıkça insanın omzunda tıpkı ağır taşlar misali biriken suskunluklar...
Bir cümleyle yüreğimden akıp gidecek kadar hafif konuşacak olsam okyanuslar bile yetmeyecek sanki derinliğine. Ben yine de suskunluğa talibim. İçimde kendimle öylesine doluyum kı buna bir de sonsuz bir yalnızlık eklenince hiçbir şeyin gitmesini istemiyorum. Tek bir kelimenin, tek bir düşüncenin hatta tek bir zerrenin bile firarını kaldıramayacak kadar takatsizim...
Yollar yabancı, taşlar soğuk ve insanlar yine bildiğimiz gibiyken ben yalnızca kendi kendime yetme telaşesindeyim.
Bugün karnım tok mu?
Ellerim üşümüyor mu?
Ve sevdiklerim yanımda mı?
İşte o zaman diyorum ki çok bir şeye gerek yokmuş aslında. Aşk beni bulmasa da varsın zenginlik kapımı çalmasa da ve ben dipsiz bir suskunluğa bürünsem de mutluyum.
Sonuçta insan yağmuru izleyebiliyor ve annesine hala gülümseyebiliyorsa ne gerek var derde tasaya değil mi?
Güneşin doğuşuna ve batışına şahit olan gözler aşkına, ay ışığının nuruyla yıkanan aşıklar hürmetine ve masum bir bebeğin ilk tebessümü niyetine, birgün umudum tükenecek olsa da ben mutlu ayrılacağım bu dünyadan.
Ruhumdaki suskunluklar ve sevdiklerimin suretiyle silinip gideceğim ama ben gitsem de mutluluğum hep baki kalacak.
Tıpkı en sevdiğin şarkıyı bağıra çağıra söylerken dudaklarında bıraktığı o tatlı his gibi. Belki şarkının başı ve sonu unutulacak ama nakaratının güzelliği üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin hafızamdan silinmeyecek.
Asıl mesele de bu işte. Zaman ne kadar geçerse geçsin, bazı konularda hiçbir şeyi değiştirmez. Elinden malını mülkünü, varını yoğunu alsalar, bundan ölmezsin. Bunları yine edinebilirsin. Ama senin onurunu kırar, ruhunu öldürürlerse, işte buna çare yoktur...
Son zamanlarda kendi yaşadığım ve gördüğüm çok büyük bir sorundan bahsetmek istiyorum. Özellikle iş arama sürecinde olan ve başvurular yapan arkadaşlar beni daha iyi anlayacaktır. İş ilanlarını açan ve işe alımda olan İK çalışanları bu sorunun ana kaynağıdır. İlanlardaki pozisyon ve içerdiği sorumlulukların absürtlüklerinden mi bahsetsem yoksa birkaç iş kolunu (Grafiker, 3D, Sosyal Medya, UI/UX) tek bir pozisyonla kapatmaya çalışan fırsatçılardan mı bahsetsem bilemedim. Bunlar nasıl bir zihniyet ile açılmış ilanlar açıkcası ben anlam veremiyorum. Üstelik bu yeterlilikleri gerektiren maaş ise ne yazık ki Türkiye şartlarında verilmeyeceğini hepimiz biliyoruz. İK tarafında ise şöyle bir durum söz konusu; özellikle kendi yaşadığım süreçten bahsedeceğim. İlanlar açıldığında yüzlerce insan başvuru yapıyor. Çünkü biliyoruz ki işsizlik almış başını gitmiş durumda. Başvuru yaptığınızda kaç gün geçerse geçsin herhangi bir olumlu veya olumsuz sistem maili almıyorsunuz. Bakın bu sistem maili otomatik olarak gönderilebiliyor. Sizde bu noktada acaba başvurumu gördüler mi ? Değerlendirmeye alındım mı ? Acaba ne zaman haber gelecek ? gibi sorularla bütün gününüz veya haftanız ikircikli bir durumda geçiyor. Sayın İK çalışanları otomatik mail atmaktan bile acizseniz siz ne iş yapıyorsunuz ? İşini hakkıyla yapmak bu mudur ? Etik olan bizim ülkemizde neden bu kadar zor ? daha pek çok şey sayıp söyleyebilirim de yaşayan insanlar ne hissettiğimi gayet iyi anlamıştır. Şimdi karşılaştırmayı şöyle de yapabiliriz. Birkaç yabancı şirkete iş başvurusunda bulunmuştum. Başvurunun hemen sonrası bilgilendirme maili alıyorsunuz. Sonrasında ise sürecin nasıl ilerleyeceğini dair ikinci maili alıyorsunuz. Ve bu süre içinde gerekli aşamalar her şey tarihi ile size bilgi veriliyor. Ayrıca başvurunuz olumsuz olsa bile neden olumsuz olduğuna dair geri bildirim alıyorsunuz. Sonuçta olması gereken bir ütopya değil ? Bizde neden olmuyor sorusuna ile uçsuz bucaksız cevaplar verebiliriz. Buraya hepsini sıralamayacağım sadece Tolstoy'un bir sözüyle bitirmek istiyorum. "Kimse durumdan hoşnut değil ama herkes kendi aklından memnun". Bu cümle Türkiye'nin özeti bir cümledir!
İnsanoğlu o kadar tuhaf ki anlamak için fazlasıyla çaba sarf etmen gerekiyor. Asla memnun edemiyorsun hep bir sorun hep bi kavga. Bu dünyayı ne kadar zaman geçerse geçsin çözemeyecek olmam üzücü.
Ne kadar zaman geçerse geçsin, kendimi ne kadar güçlü hissedersem hissedeyim ben yine aynıyım. Günün sonunda odasında titreyen ya da ağlayan bir zavallı...
Toplum içinde zaman zaman çok sayıda insanın “Değerlerimizi kaybediyoruz” şeklinde şikâyetlerine tanıklık edersiniz.
Nedir değer, nedir değerler?
Ahlak mı ?
Onur mu?
Kültür mü?
Dini değerler mi?
Kentleşmek mi ?
Modernite mi ?
Aile mi ?
Vicdan mı ?
İnsanlık mı ?
Size göre hangisi, yada burada yazmayı atladım hangi değer ve değerler ?
Friedrich Nietzsche’nin “Değerleri yeniden değerlendirmek” sözü üzerinde bira durup düşünmemiz gerekir…
Mesela ahlak, Nietzsche’ye göre ahlak, iyinin ve kötünün ötesindedir. Ona göre erdem, erek, iyi, kötü gibi ahlaksal kavramlar ahlakın belirleyicisi değildir. Bu kavramlar yoktur, üzerine konuşulması gereksizdir. Yaşamı düzene sokmak, dingin ve mutlu bir hayat yaşamak yaşamın özünde olan düzensizliği bir düzene Döndüremezler
AHLAK KAVRAMI GÜNÜMÜZDE ÜSTÜNLERİN AHLAKINA DÖNÜŞMÜŞTÜR
KİŞİLİK, KARAKTER, ONUR = MEVKİ, PARA İLE ÖLÇÜLÜR HALDEDİR
Kültür, tarihten, çağdaştan ve coğrafyadan edinilse de korunması zor bir sürümdür zira toplumlar etkileşim halindedir (kapalı toplum mu?)
Yukarıda değer olarak saydığım kavramların hemen her biri üzerinde zamanında sayfalarca yazmış biri olarak şunu söylemeliyimki mesele; zamansaldır
Bundan 100 sene önce sayılan değer, ondan yüz sene öncenin değeriyle de pekala çelişebilir
Mesele “nerede o bayramlar” meselesinden farklıdır…
Kırsaldan kentli yaşama dönen insanın eski değerlerini kaybetme korkusu nedir? savaşlar pedofili tecavüzler o zamanın toplumunda yokmuydu ? Günümüzde yaygınlaştı dediğimiz bu sapkınlıkların iletişim çağından kaynaklı daha fazla duyulup bilinmesi olabilir mi? Kadın KUŞAĞI programlarına katılanlar ve anlattıkları yeni yaşanılan durumlar mı?
yoksa BATICILIK mı?
Batı karşıtlığı kalelerinin yurtlarında yaşananlar?
Çocuk gelin örfümüz müydü ? Hayvanla seks yapan köy delikanlıları ?
Ya yanlış şeylere değer veriliyordu ise; yine de iyiydi be abi mi diyecektik ya da tersten soralım doğru şeylere değer veriyordu ama atalarımızın geleneklerine veya dine aykırıydı bu nedenle de kötüdür mü diyeceğiz
değerlerini kaybetmek her zaman için kötü değildir. duruma göre değişkenlik gösterebilen bir durumdur. sırf kültürel mirastır diye saçma değerlere tutunmamak onları kaybetmek, yerine daha mantıklı değerler koymak gerekebilir
gerçeğe saygı, kişisel bütünlük, hakkaniyet, insan onuruna yaşamına düşüncesine saygı, hizmet ve sevgi evrenseldir.
Unesco'nun yaşayan değerler eğitimi programında yer verilen evrensel değerler olarak kabul edilen işbirliği, mutluluk, dürüstlük, alçakgönüllülük/tevazu, sevgi, barış, saygı, sorumluluk, sadelik, hoşgörü/tolerans, özgürlük ve birlik/dayanışmadır
Zaman ne kadar hızlı geçerse geçsin, içinde bulunduğumuz çağı “Bilgi Çağı”, “Bilgi Toplumu”, “Enformasyon Çağı”, “İletişim Çağı” ve daha birçok adla isimlendirirsek isimlendirelim, bazı kavramlar değerini hiç kaybetmez.
👉 İNSANİ DEĞERLER
varoluşun toplumun temelidir
BENDENSE DEĞERLİDİR
BENDENSEN DEĞERLİSİNDİR bir değerler bütünü müdür?
Peki bundan kurtulmamın yolu nedir ?
Muhafazakarlık mı ?
değişime direnen her ideoloji sonunda yok olmaya mahkûmdur… Peki muhafazakarlık nedir ?
İnsanlar bazen kendilerinin veya başkasının dünya görüşünü belirtmek,bazen bir tutumu övmek veya yermek, bazen iktidarı bazen de muhalefeti tanımlamak için bu kavrama sürekli başvururlar.
Muhafazakar, Muhafazakarlığı bir tutum anlamında kullananların kastettiği şeydir.
Bu anlamda muhafazakarlık, değişime duyulan bir tepkiyi ifade etmek için de kullanılabilir. Ancak burada değişim karşıtlığını ifade etmek için bu kavramın kullanılması doğru değildir. Çünkü bunun sözlüklerdeki karşılığı “tutuculuk”tur - ki bu tutum, liberalinden ,muhafazakarından sosyal demokratına kadar pek çok insanda varolabilir
DEĞİŞİME KAPALILIK
muhafazakarlığın en çok ifade edildiği durumdur..
bir fikirin veya bir ideolojinin, içinde sahip olduğu değişmezlik değiştirilemezlik kapalılık anlamdır.
DOGMARİZMİN BESLENDİĞİ VERİMLİ TOPRAKLARDIR
Bu anlamda muhafazakarlık, insanın akıl, bilgi ve birikim bakımından sınırlılığına inanan, bir toplumun tarihsel olarak sahip olduğu aile, gelenek ve din gibi değer ve kurumlarını temel alan, radikal değişimleri ifade eden sağ ve sol siyasi projeleri reddederek ılımlı ve tedrici değişimi savunan ve siyaseti, bu değer ve kurumları sarsmayacak bir çerçeve içinde sınırlı bir etkinlik alanı olarak gören bir düşünce stili, bir fikir geleneği ve bir siyasi ideolojidir.
Neden kaybediyoruz onları?
şimdi konunun bak telini oluşturan -tam ortasından - başlayalım: muhafazakarlık
tuhaftır muhafaza etmek üzeredir ama en hızlı değişimci odur.
Değerlerimizi kaybediyoruz? İlk insandan beri en büyük sorundur. Sıraladıklarını değer olarak alırsak onlar sürekli değişmek zorundadır.
İnsanın kendinden başka olußturabildiği değer olmamasına rağmen, "değercidir".
Bu değer konusu aslında bugün siyasal islamcıların dilinden düşmeyen "dava" ile aynı içeriğe sahiptir.
Bu eski değerlerimizi kaybettik diye söyleyenlere o değerlerden üç tane say bakalım deyin susar.
Bizde değer oluşturabilecek "sınıf" da yoktur. Yani aristokrasimiz, burjuvamız yoktur. Yönetende marabadır, yönetilende marabadır.
Marabanın değeri, ağanın sözüdür.
Hele ki demografisi aşure bir coğrafyada değer hiçbir anlam içermez. Boştur içi. O yüzden niceliksel toplumda "değer" anlamsızdır.
Bunu İngiliz Aristokrasisi veya Japon eliti için söyleyemeyiz. Hatta İran entelektüel veya Ayetullah sınıfı için söyleyemeyiz. Burada değer "Etik ve Estetik"tir. Yunanlıların Sokratesle beraber konu ettiği Erdem bunların konusudur, Adalet bunların konusudur.
Yoksa klasik Ahlak, kültür vs. genel geçer dönemseldir.
Değer evrenselleri kapsayabilir. Genel geçerlerde ayar kullanılır (altındaki gibi veya gümüsteki gibi.)
Asıl mesele de bu işte. Zaman ne kadar geçerse geçsin, bazı konularda hiçbir şeyi değiştirmez. Elinden malını mülkünü, varını yoğunu alsalar, bundan ölmezsin. Bunları yine edinebilirsin. Ama senin onurunu kırar, ruhunu öldürürlerse, işte buna çare yoktur...!
Ellerindeki kan sadece kedinin, köpeğin kanı değil. Ellerindeki kan onlarca saat çalışmasına rağmen hâlâ açlık ve yoksulluk sınırının altında köle gibi çalışan milyonlarca emekçinin kanı. Ellerindeki kan son 10 yılda iş cinayetine kurban giden 700’den fazla çocuğun kanı. Ellerindeki kan affedip sokaklara saldıkları katiller tarafından öldürülen kadınların, gençlerin kanı. O kan asla temizlenmeyecek. Bir avuç asalak zenginin iktidarını korumak için her türlü pisliği yapmayı göze alanlar, üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin ellerindeki kanla anılacaklar.