"İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar."(Acluni, Keşfu'l-hafa, 11/312) hadisinde de ifade edildiği gibi insanoğlu büyük bir gaflet uykusundadır. Ölüm ise bu gafleti parçalayan en büyük hadise. Fakat ölüm anında uyanmak insana bir fayda vermiyor, pişmanlık dışında bir şey getirmiyor.
Ey nefsim! Her gün bu dünyadan göçüp giden insanlar sana ölümü hatırlatmıyor mu, Allah'ın vaadi sana güven vermiyor mu ki gaflet halinde ısrarcısın?
Allahım. MÜSLÜMANLARI Zslim ve kafir bir topluluğa karşı sen koru Ülkeme selamet ver.
Bizleri kafirlerin içerisinde imtihan aracı yapma.
Ben sessiz bir çocuktum, yalnızdım. Ailem ile vakit geçirmeyi sevmezdim. Bu yüzden onların boşluğunu kitaplarla doldurmaya çalıştım hep. Hem de ta yedi yaşımdan beri. Ben asosyal bir çocuk oldum, kalabalık ortamları hiç bir zaman sevmedim. Gerçek hayattaki kalabalığı sevmediğim için de kitaplardaki kalabalığa karıştım. “ Seni silen olmadı.” diyor şarkıda. Beni silen olmadı. Ben kendi kendimi sildim. Bomboş arzularla kendime eziyet ettim. Hayaller dolu bir alemde yaşayıp durdum hep. “Rüyalar Ülkesini anayurdu sananlar, uyandıklarında evlerini kaybederler.” demişti okuduğum bir kitapta yazar. Ben hep Rüyalar Ülkesini anayurdum sandım. Hayata hep tozpembe baktım. Ve uyanınca bir baktım her şey alt üst olmuş. Evim yoktu. Ailem yoktu. Arkadaşlarım yoktu. Ve en önemlisi biricik dostum yoktu. Yıkılmak nedir bilir misiniz. Ben söyleyeyim. En sevdiğin insanların elinden alınması demektir. Benim en sevdiğim insan yanımda yoktu. Onu anne babamdan bile daha çok seviyordum düşünsenize. Taşınmak bana hep eğlenceli bir iş gibi gelmişti. Eski evimizi sevmiyordum orada bir karantina içinde gibiydim. Ama en azından yanımda çok güzel bir insan vardı. Dostum diyebileceğim bir insan. Sonra taşındık ve karantina bitti belki. Ama beni ondan ayırmışlardı. O gün şunu fark ettim. Tıpkı Zeynep gibi, tıpkı Onur gibi, tıpkı Mert gibi, Burak gibi ikimizin ruhunu bir arada tutan yerdi o ev. Ben karantinayı sevmeyi öğrenemedim dostum affet beni...
“ Mesele hiçbir zaman karantinadan kurtulmak değildi, mesele karantinayı sevmekti...”
Ey zaferle salınan vatan, ey ışıyan bakış
Hak mührü var her yanında nakış nakış
Destanlar yazanım, anayurdum ve çarem
Her parçam senindir kınalı türküm, Türkiye' m
ZAFER BİZİM BAYRAMIMIZDIR.. KUTLU OLSUN !
🔴Takht-e Soleyman🔴 (Throne of Solomon) ⚫It is situated on a remote plain surrounded by mountains in northwestern Iran , West Azerbaijan province. ⚫Folk legend relates that King Solomon used to imprison monsters inside a nearby 100 m deep crater which is called "Prison of Solomon". ⚫On this fortified oval platform are an artesian lake, a Zoroastrian fire temple, a temple dedicated to Anahita (the divinity of the waters), and a Sasanian royal sanctuary. 🌊The lake is roughly 260 by 400 feet (80 by 120 metres), and its overall depth averages about 230 feet (70 metres) and drops to about 400 feet (120 metres) at its deepest 🔥In the Zoroastrian religion, fire together with clean water are agents of ritual purity. ⚫The area surrounding Takht-e Soleymān was probably first inhabited in the early Achaemenian dynasty (559–330 BCE). ⚫This site was destroyed at the end of the Sasanian era, but was revived and partly rebuilt in the 13th century. ⚫It was recognized as a World Heritage Site in July 2003. . . Follow me @historical_grams to enjoy more and more posts about our world's marvelous History.❤ . . #TakhteSoleyman #WestAzarbaijan #Azarbaijan #AnaYurdum #Iran #IranisSafe #photography #iran #tehran #historical_grams #iranian #art #persian #fashion #tourism #travel #tourist #nature #vacation #trip #adventure #wanderlust #turismo #tour #love #traveler #explorepage #traveltheworld #traveller #landscapephotography (at The Archaeological Site of Takht-e Soleyman مجموعه تاریخی و باستانی تخت سلیمان) https://www.instagram.com/p/CP0-Xxpnv11/?utm_medium=tumblr
Marx ve Bakunin arasındaki çatışma, büyük oranda Karl Marx ve Mikhail Bakunin’in Entemasyonal’in kontrolü için birbirlerine karşı verdikleri mücadele tarafından şekillendi.
Bakunin epey geç bir tarih olan Temmuz 1868’e kadar Entemasyonal’e katılmadı ve görünüşte Marx’la aralan harika denecek kadar iyiydi. Bakunin 1840’larda, Arnold Ruge’un Deutsch-Französische Jahrbücher gazetesinin yayınlanması sürecinde Marx ve Engels’le dostluk kurmuş ve onlarla birlikte çalışmıştı. 1849’da hapsedilmesinin ve Rusya’ya sürgüne gönderilmesinin ardından Avrupa siyasetinden on iki yıl uzak kaldı, sonunda Sibirya’dan kaçarak 1861 sonlarında Londra’ya geldi. Bakunin’in İtalya’ya doğru yola çıkmasından kısa süre önce, Kasım 1864’te, Marx Bakunin’e karşı oldukça dostça bir yaklaşım sergiledi ve ona, dedikoduların aksine, kendisinin Rus ajanı olduğu iftiraları karşısında Bakunin’i desteklediğini söyledi. Marx, Engels’e mektubunda da “[Bakunin’i] çok sevdim, eskiden sevdiğimden bile çok” diye yazar ve onun “on altı yıldan sonra geriye değil, ileriye doğru gittiğini gördüğüm çok az insandan biri” olduğunu ekler.16 Marx, dostluğunun bir göstergesi olarak Bakunin’e yeni basılmış Kapital’in imzalı bir kopyasını bile gönderir.
Bakunin bu jestlere bir süre tepki vermedi. Kendi anarşist örgütünü, Cenevre’de merkez bürosu ve İtalya, Fransa ve İsviçre’de şubeleri bulunan bir ağ olan Uluslararası Sosyalist Demokrasi İttifakı’nı kurmakla meşguldü. (Aynı süreçte gizli, seçkin ve oldukça disiplinli bir öncü grup olan Uluslararası Kardeşlik örgütünü de kurmaya çalışıyordu). İttifak’m kendi tüzüğü ve programı vardı ve dinin yok edilmesini, cinsiyetlerin eşitliğini, mirasın ortadan kaldınlmasını ve başka çeşitli fikirleri savunuyordu. Görünüşe bakılırsa Bakunin bu örgütün hem Enternasyonal içerisinde hem de dışarısında faaliyet göstermesini hedeflemişti; örgüt IWMA içerisinde ekonomik meselelere yapılan vurgunun üzerine giderek felsefi ve dini meselelere eğilecekti. Bakunin, Kasım 1868’de İttifak’m Entemasyonal’e görece bağımsız bir kol olarak kabulünü isteyen talebini Londra’daki Genel Konsey’e sundu.
Bu noktaya kadar, Franz Mehring’in de belirttiği gibi, Marx “eski devrimci Bakunin’e karşı dostluk beslemeye devam etmiş ve kendi yakın çevresinde Bakunin’e yapılan veya planlanan çeşitli saldırılara hep karşı çıkmıştı.”17 Fakat Marx, İttifak’m program ve tüzüğündeki çözümlemelere şiddetle karşıydı; bu da Bakunin’e karşı sonradan kişisel dedikodular aracılığıyla körüklenecek bir muhalefet geliştirmesine yol açtı. Üstelik İttifak’m katilım için başvurmuş olması, her biri kendi merkezi yapışma sahip ve eninde sonunda çatışmaya girecek iki ayrı Enternasyonal oluşturulması için de facto bir teklif niteliğindeydi. Bu da Marx’in Bakunin’in Entemasyonal’e katılmaktaki niyetlerine dair kuvvetli şüpheler oluşturmasına sebep oldu.
Belirtmeye bile gerek yok, Genel Konsey İttifak’m başvurusunu reddetti ve ironik bir biçimde bu karar, Bakunin’in Marx’ın kendisi hakkında geliştirdiği şüpheleri dolaylı olarak haber alıp bunlara cevap yazdığı gün alındı. Bakunin şöyle yazıyordu:
“Hâlâ senin dostun olup olmadığımı soruyorsun. Evet, sevgili Marx, her zamankinden fazla dostunum, çünkü zamanında ekonomik devrim yoluna sapıp hepimizi seni takip etmeye davet ettiğinde ve milliyetçiliğin, salt siyasi girişimciliğin dar yollarına sapardan eleştirdiğinde ne kadar haklı olduğunu şimdi her zamankinden daha iyi anlıyorum… Artık benim anayurdum, senin en ilk kurucusu olduğun Enternasyonal’dir. Görüyorsun sevgili dostum, ben senin öğrencinim ve bununla gurur duyuyorum.”
Marx bu mektupta “siyasi girişimin” önemini reddeden Proudhoncu bir alt- metin sezmiş olabilir. Öyle de olsa Genel Konsey, İttifak’ı tümden reddetmedi. Bunun yerine Bakunin ve destekçilerini, bir uluslararası örgüt olarak Itti- fak’ı dağıtmaları ve alt dallarını IWMA şubeleri haline getirmeleri şartıyla Entemasyonal’e kabul etti. Bakunin buna onay verdi, ancak o zamana kadar yaratmış olduğu tek başarılı uluslararası örgütü gerçekten dağıtmaya niyetli olup olmadığı hâlâ tartışılan bir meseledir. Genel Konsey, şaşırtıcı bir şekilde Bakunin’in Cenevre’deki merkez bürosunu bir propaganda merkezi olarak elinde tutmasına izin verdi ve Bakunin’le yandaşları bunu derhal kabul ederek orayı kendilerine farklı bir örgüt merkezi biçiminde yapılandırdılar. Marx ve Bakunin arasındaki tartışmanın giderek tırmandığı 1870-71 yıllarında eski İttifak şubelerinin genelde liberter kimlik ve fikirlerini koruduklarına dair yeterince veri mevcuttur. Bunların Marx’ın belirttiği gibi paralel bir örgüt olarak varlık göstermeye devam ettikleri ise tartışmalıdır.
Bakuninciler ve Marksistler arasındaki tartışmaya dair pek çok araştırma, bu sürecin nahoş entrikalardan oluşan bölümüne fazla ağırlık verdiği için, bu cephelerin teorik ve örgütsel farklılıkları dikkatlerden kaçmıştır. Marx, prensip olarak, güçlü ve oldukça merkeziyetçi bir işçi hareketi, sonrasmda da siyasi arenayı tüm işçi sınıfını devlet iktidarını ele geçirmek üzere mobilize edecek bir işçi partisi fikrine inanıyordu. 1840’ların zanaatkâr sosyalistleri devletin yalnızca birlikleri desteklemesini savunmuşken, Marx ısrarla ekonominin millileştirilmesini, planlı üretim ve dağıtımı savunuyordu. İşçilerin kapitalizmle devrimci hesaplaşması başarıyla sonuçlandıktan sonra, kâr amacıyla değil, “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” prensibiyle hareket eden komünist bir toplum ortaya çıkacaktı.
Marx’a göre bu yaklaşım, ilk başta burjuvaziyi bastırmak ve işçilerin kamusal hayata katılımını kısıtlayan uzun çalışma saatlerini azaltmak amacıyla maddi gereksinimleri azaltmak için üretici güçleri hızla geliştirmek üzere diktatörlük gücünü kullanacak bir devletin -aslında işçi devletinin, ama öyle ya da böyle bir devletin- olmasını gerektiriyordu. Marx, 1850’ler ve 1860’lardaki yazılarında kapitalizme “tarihsel olarak ilerici bir rol”, yani onsuz yorucu çalışmanın ve maddi kıtlığın yok edilemeyeceği modem sanayi teknolojisini geliştirme rolü atfetmişti. Üstelik Marx’a göre modem fabrika, işçileri büyük sanayi birimleri olarak örgütlemekte ve onları sanayi burjuvazisinin karşısına geçirmekte ek bir rol oynayacaktı.
Bu teorik yönelimin belli siyasi sonuçları vardı muhakkak. Marksçı sosyalistler; lonca kısıtlamaları, zanaatkârlık, küçük ölçekli köylü tarımı ve benzerleri gibi kapitalizmin önünde engel olarak duran tüm yapılann, hatta devlet ile ekonominin merkezileşmesini yavaşlatabilecek tüm ademi merkeziyetçi siyasi ve ekonomik yapıların yıkılmasını ve iç pazarın kapitalist yayılmaya açılmasını sevinçle karşıladılar. Dolayısıyla Marx, merkeziyetçi ulus devletlerin kurulmasını da sanayi ve teknolojinin gelişmesi için en uygun zemin olarak görüp hararetle destekledi.
Benzer şekilde, şartlar uygunsa seçim yoluyla, değilse isyan yoluyla, ya da iki yolu da kullanarak, burjuvazinin siyasi iktidarının karşısına çıkacak oldukça merkeziyetçi bir işçi partisinin kurulmasını da destekledi. Marx, En- temasyonal’in “Başlangıç Bildirgesi”nde kendi temel fikirlerini, çoğu zanaat- kârlardan oluşan işçi sınıfını memnun etmek için bastırmış ve o zaman işçiler arasında birliktelik oluşturmanın doktriner farklılıkları vurgulamaktan daha önemli olduğunu düşünmüştü. Kapitalizmin sonunu getirip komünist bir toplumu yaratabilecek olanın ancak sanayi proletaryası olduğuna inanıyordu.
Bakunin’in Marx’a ait pek çok fikri -tarihe ve çağdaş toplumsal problemlere materyalist yaklaşımı, sınıf mücadelesine yaptığı vurgu ve ortak mülkiyeti savunması- paylaştığı kesindir. Fikirlerinde çeşitli belirsizlikler olmakla beraber, bu iki adam da ister hızla ister aşama aşama olsun, özel mülkiyetin ve sınıfların ortadan kalkacağı; baskı, sömürü, yoksulluk ve ezen-ezilen ilişkisiyle belirginleşen “tarihsel sorunu” çözecek kolektivist bir topluma inanıyordu. Ancak Bakunin’in Marx’tan farklı olduğu noktalar da oldukça fazlaydı. Bakunin, sanayi proletaryasını esas alan Marx’m aksine, Rusya ve İtalya deneyimlerinden yola çıkarak küçük çaplı zanaatkârları, köylüleri ve hatta lümpen proletaryayı kapitalizmi yıkacak hegemonik toplum katmanının unsurları olarak görüyordu. Ayrıca devleti en büyük baskı aracı olarak gören Bakunin, burjuva devletine de, işçi devletine de ihtiyaç olmadığım savunuyordu. Hatta onun bakış açısına göre devletin merkezileşmesi köylülerin ve işçilerin toplumsal değişim beklentilerim karşılamaya yaramayacak, işçi ve köylüleri kendi teknokratik ve bürokratik suretinde yeniden yaratarak onlar üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip olacaktı. Devlet, insanların direniş ve devrim “içgüdülerini” öldürüyor ve “doğal” özgürlük yönelimlerim köreltiyordu. Bakunin’e göre politikaya girmek ve özellikle de merkeziyetçi partiler kurmak, işçi ve köylülerin eninde sonunda kendilerine yönelik ekonomik ve siyasi baskı mekanizmalarıyla işbirliği yapacak merkezi siyasi bürokrasiler oluşturulmasına yol açardı.
Marx’m merkeziyetçi ve devletçi bakış açısma göre, Proudhon’dan etkilenen Bakunin, konfedere19 bir üretim ve toplumsal yönetim sistemini savunuyordu. Konfederalizm bu bağlamda kendi mensupları tarafından kolektif olarak yönetilen atölyeler, fabrikalar ve toplulukların sözleşmeye dayalı işbir- liğiyle bir araya gelmeleri ve kolektif işlerin, yetkilendirilmiş ama yetkileri ellerinden alınabilir nitelikte delegelerden oluşan konfedere konseyler aracılığıyla görüldüğü bir sistem oluşturmaları anlamına gelmektedir. Bakunin, bu konseylerin bir devlet oluşturmayacaklarına, temel işlevlerinin belli bir komün içerisinde ve konfederasyonun bölgesel, ulusal ve uluslararası seviyelerindeki insanların kararlarını koordine eden bir yönetimden ibaret olacağına inanıyordu.
Bakunin’in anarşist toplum görüşü, en iyi şekilde, “her zaman tüm sakinlerinin çoğunluk oyuyla temsil edilen mutlak otonomiye sahip komünler” ile “işçi birliklerine” dayanan, bölgesel ve ulusal konfederasyonlar olarak piramit halinde örgütlenen “federal hükümet”in taslağım çizdiği “Uluslararası Kardeşlik’in İlkeleri ve Örgütlenmesi” metninde özetlenir. Bu toplum, Proudhon gibi Bakunin’in de destekçisi olduğu bireyin “mutlak ve tam özgürlüğü” ile bağdaşır yam olmayan “yasaları”, “mahkemeleri” ve “parlamentolarıyla” kendi liberter “toplumsal anayasa”sına sahip olacaktı.
Bakunin’in “toplumsal anayasa”, “yasalar”, “mahkemeler” ve “parlamentolar” gibi sözcükleri gerçek anlamlarıyla mı yoksa mecazi anlamlarıyla mı kullandığını kestirmek zordur. Ekonomi ya da tarih konusunda çok da eğitimli olmayan Bakunin’in, işlemesi mümkün olan kolektivist anlaşmalara ulaşabilmek için kitlelerin “devrimci içgüdüsüne” ve komünizmi andıran ilkelere dayalı adaletli bir anarşist toplumu yönetebilmek için de kamuoyuna güvendiğini varsayabiliriz. Marx ise proletaryanın sınıf bilincine ve devrime “devrimci içgüdü” ile değil, kapitalist ekonomik gelişmenin “değişmez” yasalarının zorlamasıyla ulaşacağı fikrine bağlıydı.
Marx’ın merkeziyetçi, politik ve devletçi yaklaşımı ile Bakunin’in ademi merkeziyetçi, politika karşıtı ve konfederalist yaklaşımı bu isimlerin takipçileri tarafından dogmalara hapsedilerek katılaştırıldı ve bu iki anlayış arasında kapatılması imkansız gibi görünen, belki de iki fikir sahibinin de arzulamadığı, bir uçurum oluştu. Fakat bu uçurum oluşmadan önce Marx ve Bakunin olağanüstü esnek bir tutum içindeydiler ve siyasi fikirleri üzerinde yeni toplumsal gelişmelerin yapacağı etkilere son derece açıktılar. Zaman zaman, özellikle toplumu değiştirme yöntemleri konusunda, görünüşte bir hayli katı olan ideolojik öncülleriyle oldukça çelişen fikirler de geliştirdiler.
Örneğin Bakunin, “devrimci kendiliğindenlik” fikrine bağlı olmasma rağmen, kitleleri bir toplumsal devrime doğru yönlendirmek için oldukça disiplinli ve gizli bir öncü örgütün, hatta (Uluslararası Kardeşlik için yazdığı çeşitli programlarda isimlendirdiği şekliyle) bir “kurmaylar birliği”nin gerekli olduğuna inanıyordu. Bu örgüte “diktatörlük ve vasilik” yetkileri verilmesine tamamen karşıydı, fakat onun kapitalizmin yıkılması sürecinde en azından bir rehber rolü oynaması gerektiği kesindi.
Hatta, Bakunin’in liberter inancının temel ilkelerinden birisi devlet kuramlarına dâhil olmaktan kaçınmak olmasma ve Bakunin de bunu tüm gücüyle savunmasına rağmen, zaman zaman destekçilerini parlamento seçimlerine katılmaya teşvik ettiği de oluyordu. Takipçilerinden biri olan Carlo Gambuzzi’ye yazdığı bir mektupta, onun Italyan Temsilciler Meclisi’ne girmesi fikrine tamamen katıldığı anlaşılmaktadır. Şöyle yazıyordu mektupta:
“Kararlılıkla ve tutkuyla politikadan uzak durulmasını savunan bir kişi olarak benim şu anda dostlarıma [İttifak üyelerine] milletvekili seçilmelerini tavsiye etmem karşısında belki de şaşkınlığa düşeceksin, ancak şartlar değişmiş durumda. Öncelikle tüm dostlarım ve tabii ki sen, fikir ve ilkelerimize o kadar bağlı ve onlardan o kadar eminsiniz ki, sizler için bunları unutma, terk etme ve eski politik alışkanlıklara kapılma tehlikesi söz konusu değil. İkincisi, çok zor zamanlardayız ve tüm ülkelerin özgürlüğünü tehdit eden tehlike çok güçlendi, bu nedenle tüm iyi niyet sahiplerinin, özellikle de olaylar üzerinde mümkün olan en büyük etkiyi sağlaması icap eden dostlanmızın üzerlerine düşeni yapması gerekiyor.”
Bakunin’in, destekçilerinin anarşistliğine olan güveni şüphesiz temelsizdir. Pek çoklannın Marksiste, kah parlamentere ve zamanla daha da kötü şeylere dönüştüğünü defalarca görmüştü.
Bakunin, ademi merkeziyetçi görüşlerine rağmen, IWMA’run Genel Kon- sey’ine muazzam yetkiler -hatta daha sonra kendisine karşı oldukça etkili biçimde kullanılacak yetkiler- verilmesine sıcak bakıyor, hatta bu fikri destekliyordu. 1869 Basel Kongresi, Konsey’e, bireysel veya grup halinde yapılan üyelik başvurularını kabul etme veya reddetme ve Entemasyonal’in çıkarlarına aykm hareket ettiğine karar verdiği gruplan uzaklaştırma yetkisi verdi. Konseyin bu tür kararlan bozma yetkisi sadece Enternasyonal’deydi ve kongrelerde kararların iptali için başvuru yapılabiliyordu. Ancak Bakunin’in ve Marx’m kuvvetli desteğiyle geçen bu karar, Entemasyonal’in, daha önce hiç olmadığı kadar merkezi bir yapıya kavuşmasına neden oldu.
Tüm bunlara paralel bir şekilde, Marx da zaman zaman en az Bakunin kadar liberter görünebiliyordu. Marx, Genel Konsey adına yazdığı bir dizi bildiriden oluşan Fransız İç Savaşı’nda, 1871 Paris Komünü’nü şaşırtıcı bir şekilde liberterliğe yakın tanımlarla övüyordu. Daha sonra göreceğimiz gibi, Paris Komünü, tam olarak devletin merkezileşmesine karşı bir isyandı ve kon- federalizmin anti-otoriter kavramlanndan oldukça etkilenmiş bir hareketti. Şaşırtıcı ve kararlı bir şekilde, Marx, devlet merkezileşmesine yönelik bu muhalefeti reddetmiyordu. Bu kitabın liberter yanı, Marx’m devlet hakkında yazdığı tüm diğer yazılara bakıldığında, oldukça sıradışı kaçmaktadır ve 1850 tarihli “Bildirge”ye hakim olan merkeziyetçi fikirlerle taban tabana zıttır. Göreceğimiz gibi, bu bağlamda Komün’ün ademi merkeziyetçi örgütsel yapısından övgüyle bahsediyordu ve bir süreliğine bunu proleter devrimlerin izlemesi gereken model olarak değerlendirdi.
1868’den sonra Marx ve Bakunin arasındaki çatışmalar kendisini Enternasyonal kongrelerinde gösterdi. 1868-69 sürecinde, Bakunin’in Genel Kon- sey’e verdiği sözün aksine İttifak’m Enternasyonal ile tam olarak kaynaşmadığı görüldü. Bakunin, özellikle politika karşıtlığı konusunda ve özel mülkiyetin kaldırılmasında önemli bir adım olarak mirasın kaldmlması fikrini desteklerken, İttifak’m programını savunmaya devam etti. Marx’a göre özel mülkiyetten önce mirası kaldırmak, atın önüne arabayı koymak gibiydi. Miras yalnızca ikincil niteliğe sahip bir meseleydi, ona göre bu da-kapitalist ilişkilerin tüm diğer öğeleri gibi- proletarya bir ülkede çoğunluk haline geldiğinde ve özel mülkiyeti tamamen ortadan kaldırdığında kökten çözülecek bir sorundu.
Bakunin de toprakta özel mülkiyet hakkının varlığım (Proudhon gibi) kabul etmeyi sürdürdü. Bunun da, miras bırakılan mallar topluma iade edildiğinde ortadan kalkacağım savunuyordu. Öyle görünüyor ki, kişisel olarak özel mülkiyetin kaldırılmasını savunduğu sırada, köylülerle ve muhtemelen zanaatkâr destekçileriyle zıtlaşmamak için bu (Proudhon’un fikirleriyle çelişen) mülkiyet karşıtı tarafım gizlemiştir. Tekrar etmek gerekirse, Marx, toprak mülkiyetinin de özel mülkiyetin tümden feshiyle ortadan kalkacağım savunuyordu. Hatta Marx’a göre kapitalizm sonunda neredeyse tüm sanayi öncesi sınıfları ortadan kaldıracak veya onları kapitalist piyasanın yörüngesine sürükleyecekti. Dolayısıyla kapitalist toplumu ortadan kaldırabilecek tek güç, diğer katmanların da yardımıyla, proletaryaydı.
Bu çaüşmalar, Bakunin ve yandaşlarının miras meselesini, 1869 Basel Kongresi’nde, G. D. H. Cole’un ifadesiyle gündemin “en ateşli tartışılan meselesi” haline getirmeleriyle, iyice açığa çıktı.22 Epeyce süren tartışmaların ardından çok sayıda delege Bakunin’in görüşünü destekler yönde oy kullandı; ancak bu görüşün Enternasyonal tarafından resmen benimsenmesi için gereken salt çoğunluğu sağlayamadılar. Marx’ın ve Bakunin’in taraftarları, bir sonraki kongrede kozlarım paylaşmaya hazırlanıyorlardı ki, 1870 kongresinin toplanmasına yalnızca iki hafta kala, Louis Napoleon, kışkırtmalar sonucunda, Prusya’ya savaş ilan etti.
Tarih, Entemasyonal’i arka plana attı, çünkü asıl yakıcı meseleler hem tüm soyut teorik tartışmaları akademik alana itmiş, hem de Marksizmin ve anarşizmin tarihinde inanılmaz derecede önemli olacak 1871 Paris Komünü’nün yaratılmasına giden yolu açmıştı.
Ne zaman otursam gecenin başına
Ne zaman müziğin;
yazamıyorum sözünü etmek istemediğim şeyleri
birbirinden ışığını saklayan uzak yıldızlar gibi
çekiliyor herşey kendi karanlığına
parmak uçlarımda yıldız tozlarıyla kapıyorum gözlerimi
Ey ruhumun en büyük şartı olan tedirginlik!
Şimdi saat on iki
Şimdi gece ve müzik
Ne zaman otursam gecenin başına
Ne zaman müziğin
göçüyorum boş kağıdın sessizliğine
kalbim, kapatılmış kireç kuyusu akıyor kendine
bakıyorum gençliğim geçiyor uzaktan
dudaklarında bir ıslık
kitapların on lira olduğu zamanlardan
anayurdum gece, kalbimi yazdım mürekkebinle
gün bir çocuk, yaralanmış
akşamın kıyılarına vuran
yürekteki gizli yemin
gidiyor bir şiirden ötekine
ardında yıkılmış kentler
bayındır düşler var ilerde
gün bir çocuk, yaralanmış
ütopyaları kalelerle değiştiren
güdümlü gündüzlerde
anayurdum gece,
öt pelerinini ışıkları sönmüş odalarda
radyo dinleyen çocukların üstüne
saf kokunun sindiği oturma odaları
zamanın tortusu eşyaların duruşunda
duvarlarda içi boşalmış resimler
yıllardır dağılmayan bir sis
akşam yemeklerinin yendiği muşamba masada
kilit altına alınmış duygular, düşünceler
bütün tetikler çekili durur
gerginliğin geometrik nizamında
ışıkları yanmamış akşam alacası
okul dönüşü saat beş radyoda fasıl çalar
bütün gün iç geçiren
ölgün kadın yüzleri sobanın etrafında
ağrı eşiği alçak,
acı frekansı yüksek
okul ve aile birliğinde parçalanmış çocuklar
bir oda, bir dönümlük dünya
kol demiri iner az sonra
çıplak yara gençlik
günden geceye ilerleyen
yüksek gerilim hattında
odam, yaralı hayvan
gecenin gümüş alaşımında gölgelenen eşyalar
müziğin dördüncü duvarı, karanlığın kundağı
sarıyor gündüzün yaralarını
kendime yerleşmek, kendimden uzaklaşmak için gözlerimi kapıyorum
dinliyorum uçurumlara oturmuş ağaçlar gibi başka odalardaki yalnızlıkları
odam yasak kitaplar
suç ortağı şiirler
sevdiğim bir kaç poster
odam bir karaduygu fotoğrafı
o çember zaman içinde
yoktu ki varolmanın başka yolları
yastığımın altında
tutukluk yapmaz silahım
uykumu bekleyen kelimeler
geri dönüyorum
geçmişte çalınan bir gecenin kapılarından
yarım kalmış bir sevişme hatırlıyorum
bir daha hiç tamamlanmamış olan
sonra bir diğerini, bir diğerini daha
derken dağılmış kristal
odalarda sızlayan
sonra seni
siyah motorsikletli çocuk
deri ceketin odamın duvarında asılı kaldı
yıllar yılı birbirimizi paralamaktan
vazgeçip seviştiğimiz ilk ve tek akşamdı
benim için sus payı bir kaç şiirsin artık eski hatıra
ya sen ne yaptın bunca zaman
değişmesi gerekeni sağlaştırmaktan başka
bak duyuyor musun
Deep Purple, Led Zeppelin
Emerson, Lake and Palmer
plak zarflarında yitirdiğimiz ritüel
bugün birinci viteste yaşıyormuş gibi
bir duyguya kapılıyor musun ara sırada olsa
buluştuğun birileri var mı
gecenin, müziğin, şiirin toprak hattında
kapamadan gittiğin arka kapı
bak açık duruyor hala
uğrar mısın bir gün unuttuğun ceketini almaya
Hırsızlığın ürpertili monologu:
Kendime hayatımı anlatıyorum
Daha o zamanlar biliyordum
Yapmaya çalıştığım her şeyin
Kendime hayatımı anlatmak olduğunu.
Sözcükleri sevmeyi, büyütmeyi, büyülemeyi,
onları sivriltip silah yapmayı, yaralamayı da
süsleyip gönül almayı da
aynı zamanlarda öğrendim.
Sözcüklerin karbon ve elmas gücünü keşfettim.
Gecenin geometrisinde, müziğin matematiğinde
Saklı duruyor şimdi gizli sözlüğüm
Uzakta değil
Hırsızlığın ürpertili monologu
dilimin ucunda siyanürüm.
Duvarlarda uzak bir geleceğin koyu gölgeleri
Şiirlerimizi okurduk mahcup bir fısıltıyla
plaklar dinletirdik birbirimize, filmler anlatırdık
Sonra gizlerimizi vermeye gelirdi sıra
dünyayı anlamanın yakıcı isteğiyle
gömüldüğümüz kitaplar, genç ölenlerin matemi...
Hiçbir şey ilham vermezdi aşka ve kavgaya
Eric Clapton'ın gitarı, Genesis'in tarihi
ve Ayın öteki yüzü kadar
Şimdi radyoyu açsam
Biliyorum dünyanın bütün radyolarındasınız
Gençliğini kirletilmiş takvimlerde yaşayanlar!
Artık ne montumun cebindeki çakı
Ne yüreğimde tetiği düşmüş sözcükler
Çok zaman oldu
Odamızın kapısını çekip
O evlerden çıkalı
Ellerimizi ve yüreğimizi kirletmeden geçtik
vahşetin yakın tarihinden
ucuza yaralandık, pahalıya ölmedik
Biz radyonun son çocukları
anayurdum gece,
ört pelerinini ıslığını yenileyen
çocukların üstüne
gece ve müzik
kapanış programı
bu kitabın da
kili dağılıyor
kendime yazdığım serüvenin
her şiir tabletler halinde bölünüyor birbirine
çoğalıyor birbirinin içinden
gündelik dile transpoze edilmiş şarkıların
biliyorum, kimi derin yaralar okunmaz kalp ağrısı
kırgınlıklarım
kimi eski hatıra ecza dolaplarında saklı mırıldanlıklarım
Dulcinea, seni en çok andığım
Bu garip, bu bilinmez akşamlardır
Büyülü kırık dökük hanları
Kral saraylarına dönüştüren
Anlaşılmaz gizidir akşamların!
. . . . . .
Olmazlıkta kurar insan sevincini
Tutku herşeyi yeniler
Yüreklilik bir çeşit yalnızlıktır
O aptal yel değirmenlerine gelince
Sen onları benden daha iyi tanırsın
Aldı mı yere vurur adamı
Kaldı ki sen onlardan da kahramansın!
Aşılmazlığınla aydınlat yolumu
Dulcinea doğallığım sevincim anayurdum!