Tumgik
#bana hiç mantıklı gelmiyor ya
guzortasi · 1 year
Text
ablam unutamadıysan niye evleniyorsun evlendin niye çocuk yapıyorsun ya
0 notes
odnoliub0906 · 7 days
Text
Biraz yorgun, biraz kırgın ve biraz hastayım bugün. Ateşler içerisinde kıvranıyorum. Geceye doğru daha kötü bir hale bürüneceğimi bildiğim halde alkol bardaklarıyla dost olup kanıma karıştırdım her bir damlayı. Ateş ve alkolün sersemliğiyle zihnimi yönetemiyor ve mantıklı kararlar alamıyorum, farkındayım :) Bunun farkındayım işte. Zamanında fark edemediğim onca şeye karşılık bunu anlayabiliyorum. Parmaklarım klavyede dans ederken gözlerim sürekli telefona çevriliyor, sanki elimi klavyeden kaldırdığım an ona yazacağım. Dedim ya düşüncelerim mantıklı değil bu gece, ona yazmak istiyorum. Uzun zamandır durum değişmiş olsa bile bu saatlerde dostum olan kişiye kaçasım var. Yönetim benim elimde değil şu an ve buna dayanarak ona yazabilirim ama kırgınlığım izin vermiyor, bir defalığına karşımdaki çabalasın istiyor kalbim. Tilkilerle bir olup ikna etmek istedim onu, karşımızda kalmayı yanımızda olmaya tercih ettiğini, hiç çabalamayacağına... İkna olamadı o kırgınlığa rağmen, tilkiler kuyruklarını ne kadar sardıysa o kadar inkar etti bizi. Anlıyorum onu, kırgınlığı geçsin istiyor, o kişinin bıraktığı kırgınlık geçsin istiyor. Onunsa anlamadığı bir şey var. İsimler aynı kalır insanlar değişir, sonlar aynı kalır hayal kırıklıkları değişir. İnsanlar isimlerini taşır ve sonunda sen bitersin, yapmam dediklerini yapar kurallarından vazgeçersin. O kişiye hep iyi dileklerimi harcadım ama bugün içimden gelmiyor. Günün birinde pişman ol, pişman ol ve ben bunu bileyim olur mu? Niye gittin, niye bir vedayı esirgedin kızdan diye sorarlarsa susma. Söyle onlara korkmadan çekinmeden; çok sevecekti beni bende korktum, sevilmek istemedim diye.
Belki sevgimden kaçtın belki bendeki başka bir şeyden bilmiyorum ama bir gün hayat bizi karşı karşıya getirirse gözlerindeki pişmanlığı gösterme bana çünkü sana ilk kez acımayacağım an olur ilk karşılaşmamız. İyi gecelerin olsun :)
3 notes · View notes
ucakmodundayim · 2 months
Text
Hayatın zorlu adımlarına yavaş yavaş ilerlemeye başladım. Benden birçok kişi aldı, birçok an yaşattı. Yaşamımın hangi yöne eğildiğini anlayamadığım anlar oldu. Git gide yollar oluştu, tökezledim, sonra o yollarda kayboldum. Her zaman kalbimi ve ruhumu dinleyerek mantıklı bir kız olmaya çalıştım. Özümü hiç kaybetmedim. Her zaman olduğum gibi olmaya ve olmak istediğim kişiye yakışır şekilde davrandım. Fakat artık içim hissiz, içim duygusuz. İnsanlara, anlara, hayata karşı. Bu büyümek mi yoksa içimdeki potansiyelin öldüğünü hissetmek mi anlamadım. Birçok şeyi anlamıyor ve çoğu zaman anlamlandıramıyorum. Geçmişteki gibi biri kalmamı beklemezdim, yeniliğin olduğu her an değişim vazgeçilmez bi davranıştır. Hayatımda birçok yeni kapılar açıldı. Kimi kapandı ve bir ders verip gitti bana. Bunun için üzgün değilim, yaşam öğrenmek ile eş değerdir. Görmemiz, bakmamız, hissetmemiz gereken çok şey var biliyorum. Bazen durup, düşünmek gerekli ben kimim?kim olmak istiyorum? ilerleyen zamanlarda bir kişilik oluşturacaksak, bu sahte değil tamamen içimizden biri olmalı. Eskiden her zaman aynı şeyleri hissedebilirim sanırdım. Artık yazı yazmak, eski hobilerimi yapmak, yenilerine başlamak, başarmak, hayatın anlamını sorgulamak çok zor geliyor. Bir nebze kendimi tanıyor, ve aslında kendimi hiç tanımıyorum. İçimde bir sürü güzel şey yavaş yavaş ölüyor ve ben bunun farkında olmama rağmen bir şey yapamıyorum. İçimden gelmiyor. İçim de ölüyor galiba. Hayatın bu koşuşturması, her sorgusu her zaman zihnimi ağrıtıyor. Gelecek planları, kaygıları. Hayata insan nasıl tutunacak bilemiyorum. Sevgi dersek, yalan söylemiş oluruz. Artık kimse kimseyi dürüstçe sevemiyor. Yaşayıp gidiyorum işte ben de her insan gibi, yiyip, içip yatıyorum. Zamanın kıymetini bilemeden. Bu hayat mı bizi bu hale getirdi yoksa biz kendimiz mi bilmiyorum. Gerçekten artık hiçbir şeyin (maddi-manevi) eski tadı yok. Kendime üzülüyorum çoğu zaman, güçlü bir yazma potansiyelim varken bu yeteneğimin durup dururken gitmesini izlemek, çok başarılıyken başarılarımın düşüşünü izlemek, gelişmek için çabalarken yeterli hissetmemek, kendimden uzaklaştığım anlarda ciddi bi uzaklaşma yaşamak.. Bunların hepsi ve daha birçoğu beni üzüyor. Büyüdükçe dertler daha çok çoğalıyor. Aslında biz neyi tercih ediyoruz bulamıyorum. Yaşamı mı ? seyri mi? Kendime ne zaman geldiğimi hissedeceğim? ya da ben kendime gelebilecek miyim? y ada kendimdeyim de bundan haberdar mı değilim? sorguladıkça sorgulayacak çok şey ilerledikçe de yaşayacak çok şey buluyorum aslında. Farkındayım, Farkında olmak neye yetiyor bilmiyorum. Büyük bir iç çatışma var içimde. Sadece farkındayım ve bu yaşamın en başı. Hayatta kariyerim ne olacak? sorumluluklarım ne olacak? hobilerim ne olacak? düzene sokmak nası bir şey başaracak mıyım plan kuracak mıyım ? öylesine ilerliyorum şimdi. Bir anahtar olsaydı da bir yaşamın kapısını açıp, sadece yaşamak gerekseydi. Hiçbir düşünce olmadan, anlamadan. Ne anlamı kalırdı hayatın bilmiyorum. Ama hayat denen sorumluluğu yerine getirmiş olurduk.
0 notes
gozleriniacyanindayim · 7 months
Text
Nietzsche'nin bir sözü var: "unutan iyileşir." Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, gözün gördüğünü aklın unutması mantıklı gelmiyor bana. Unuttum diyen; eşyalarla dolu karanlık bir odada, her şeyin üzerine karanlık bir örtü örtülse mesela; hiç yokmuş gibi onların üzerinden yürüyebilir mi? Görmezden gelebilir, evet, yok sayabilir belki ama inkar edemez. O anlar yaşandı. Sen oradaydın. O duyguları hissettin. Şimdi göğsünden söküp atamazsın öylece. Geçmiş bir kıyafet değil; istediğinde giyip istediğinde çıkamazsın. Ama ya o karanlık odada, her şeyin üzerinde bir örtü olduğunu bilmiyor, adım dahi atmıyorsan ve hiç atmadıysan içeri; bir gölün dibine çökmüş geçmişini hatırlayabilir misin?
1 note · View note
an-lar · 1 year
Text
2-3 gün bir plak takmadım diye bu kadar ağrı olması normal midir acaba 🤦‍♀️🤭 neyse düzelir inşaAllah.Bir yandan da dünden beri boynum ağrıyor... Rabbim hayra çıkarsın.Az önce bahçeye baktım da pembe güllerim açmış çok güzel olmuşlar yaaaaa 😍 çok bi seviyorum 😌 Mutluluk böyle bir şey işte... Geçenler bir şey gördüm onu konuşmak istedim aslında.Şu evlilik teklifine çok meraklı insanlar bir tek bana mı saçma geliyor bilmiyorum. Özellikle saçma gelen kısmıda kapalı insanların sözlendikten ya da nişalandıktan sonra evlilik teklifi almaları.Bir video da gördüm kız soruyor falan adamın cevabı mantıklı ama biraz da kırıcı olmuştu.Yani evleneceğiniz kişi zaten sizi gelip istemiyor mu bu ne oluyor o zaman bu evlilik teklifi değil mi zaten en güzel evlilik teklifi de budur.Hani hiç isteme olmadan bu evlilik teklifi olsa biraz daha mantıklı olurdu ama isteme olduktan sonra olması aşırı saçma geliyor.İslam da kızın da rızası esas zaten o yüzden saçma buluyorum açıkcası. Bir de bekarlığa veda partisi diğer saçmalık da bu bu iki şeyi aşırı saçma buluyorum.Büyük konuşmak gibi olmasın ama inşaAllah ilerde bu iki saçmalığı da yaşamam.Amin. Küçük şeyler bir tek bana mı güzel geliyor ilerde evlenirsem inşaAllah evleneceğim kişiyle bu konularda aynı görüşte oluruz.Söz-nişan hatta kına gecesi falan aileler ve yakın arkadaşlarımın arasında küçük bir şey yapmak isterim bunlar bana hep özel geliyor.Düğün nikah dediğimiz şey özel değildir duyurudur aslında iki gencin evliliğine dair bir duyuru.O zaman akraba,diğer kişiler vs çağırılması gerekildiğini düşünüyorum.Ki zaten bu durumda nikahta yeterli neden çünkü maddi durumu olmayan insanlar düğüne falan gelmiyor.Düğünün amacı yemekli olup maddi durumu olmayan insanları da çağırıp onları doyurup dualarını almaktır.Şuan da takı takamayacak insan bile gelmiyor düğüne ayıptır diye en azından salona vereceğin parayı git araştır ihtiyaç sahibine ver daha güzel olur.Ben mi çok yanlış ne bilim saçma düşünüyorum?
0 notes
jinekologobjektifi · 2 years
Text
DEPREM 6.2.23
Ahlaksızlık, hırsızlık, riyakarlık, yalakalık
Kişiye başka bir kişi tarafından yapılan, kendi şahsına yapıldığı sürece rahatsızlık uyandırmayan, teşekkür edilerek sürdürülegelen, ince davranışlar bütünü = yalakalık
Hakkı olduğuna inandığı kadarını, karşıdaki kişiden habersiz almak, zamanını alanın karşılığında parasını tırtıklamak gibi bir kılıfla süslenen, çevre tarafından da pek mantıklı bulunan bir takas yöntemi = hırsızlık
Birbirine nefret duyan her insanla iyi anlaşma sanatı, küçük bir duruş bozukluğu = riyakarlık
Kısa bir an egolarınızdan arının ve kendi dünyanızda, hangi haksızlıklara sebep oldunuz, nelere göz yumdunuz düşünün lütfen.
Kimden alıp kime verdiniz?
Bunu neden yaptınız?
Kendi çıkarınıza uymayan ama doğru olduğuna inandığınız bir şey yaptığınız oldu mu mesela yakın bir zamanda?
Mesela dolaylı bir çalma yöntemi olarak kendi puanınızı priminizi artırmak için, primer size ait olmayan işler yaptınız mı?
Yanlış olan, etik olmayan, ahlaka aykırı bir duruş sergilediğiniz oldu mu?
Elbette olmadı.
Muhtemelen aklınıza hiç birşey gelmedi çünkü siz mükemmelsiniz!?!.
Şimdi biraz daha zorlayalım, gerçekçi olalım.
Ve şöyle düşünelim, ben bile bunu yapıyorsam, diğerleri..
Başkalarına lanetler yağdırdığımız bu günlerde siz neleri yanlış yaptığınızı sorguladınız mı hiç?
Sorgulayalım ne olur, çünkü tek sorunumuz kolonlarımız değil.
Bizim içerisinde bulunmadığımız, hiç anlamadığımız sektörlerde sizce insanlar nelere göz yumuyor?
Bir kismini ogrendik, peki yaa bilmediklerimiz, henuz karsilasmadiklarimiz, hic karşılaşmayacaklarımız?
Hepimiz bir miktar bu deprem felaketiyle, kendi ülke gerçeğimizle bir kez daha yüzleşmiş olmadık mı sizce de?
Sizce tek sorun kolondan demir ve beton çalanda mı?
Asıl sorun bütünüyle yozlaşmamızdadır belki.
Deprem felaketiyle, inşaat sektörünün ahlaksızlığı çıktı ortaya.
İnsanlar zorda kalınca çay, çorba, battaniye, arsa, villa fiyatları fırladı mı tepelere? Yardım tırları yağmalanmadı mı? Deprem için ödediğimiz maaşlarımızdan kesilen paralarımızın aslında olmadığını öğrenmedik mi?
Ya ortaya cıkmayan diğer ahlaksızlıklar? Keşke tek sorunumuz bu olsaydı diyeceğimiz, suan için en büyük sorun olarak gördüğümüz tek sorunumuz gerçekten kolonlar ve kirişler mi?
Yaşamak çok zor nefes almak çok zor, düşünen bir beyin için burada hayat çok zor.
Buralarda hesap sormak yoktur.
Bu ülkede susmak öğretilir.
Gerçi hesap sorsan da zaten duyulmaz sesin, sorularının bir muhattabı yoktur.
Kafandan geçenlerin onda biri gelmez diline, beynin öyle korkutulmuştur ki yazamazsın, söyleyemezsin, konuşamazsın.
Adalete güvenebilir misin? Güvenmediğin yerde konuşabilir misin? Konuşamadığın yerde yaşayabilir misin?
Bir kalp için çok ağır.
Bizden nasıl normal şekilde yaşamamız beklenebiliyor?
Bizden nasıl yaşamamız bekleniyor? Öfke en güçlü duygum.
Bunlara öfkelenmemek bana normal gelmiyor ancak bu kadar çok öfkeyle gerçekten yaşanmıyor.
Masum insanlar yokoldu.
Birileri çok zengin oldu.
Şehirler kayboldu.
Bir medeniyet kül oldu canım Antakya’da.
İnsanın kalbi nasıl acımaz?
Bu acı nasıl öfkeye dönüşmez?
İnsan bu öfkeyle nasıl yaşar?
Yaşanmıyor.
0 notes
yoksunuzbeyfendi · 3 years
Text
Nietzsehe'nin bir sözü var:"Unutan iyileşir" Dünyanın böyle döndüğünü sanmıyorum. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, gözün gördüğünü aklın unutması mantıklı gelmiyor bana. Unuttum diyen; eşyalarla dolu karanlık bir odada, herşeyin üzerine karanlık bir örtü ortse mesela; hiç yokmuş gibi onların üzerinden yürüyebilir mi? Görmezden gelebilir, evet, yok sayabilir belki ama inkâr edemez. O anılar yaşandı. Sen ordaydın. O duyguları hissettin . Şimdi göğsünden söküp atamazsın öylece. Geçmiş bir kıyafet degil; istediğinde giyip istemediğinde çıkaramazsın. Ama ya o karanlık odada, herşeyin üzerinde bir örtü olduğunu bilmiyor, adım dahi atamıyorsan ve hiç atmadıysan içeri; bir gölün dibine çökmüş geçmişini hatirlayabilir misin?
13 notes · View notes
iyiyimlaben · 2 years
Note
Psikoloğa gidecek durumum olmadığı için psikiyatriye gitmiştim 1 ay önce onların işi dinlemek olmadığı daha çok ilaçla tedavi uyguladıkları için 5 dakika içeride kalabildim ilaç verdi sonra hastanenin psikoloğuna gönderdi ama onlarda benden başka hasta olmamasına rağmen dinlemediler. İlacı aldım ilk gün çok kötü oldum yan etkileri beni mahvetti. Bıraktım sonra bir kaç gün sonra tekrar başladım ama bir etkisini göremedim yanlış olsada bıraktım. Tekrar gidemedim de. Sonra bu işi buldu bir tanıdığımız. Abla senin dediğin gibi annelik iç güdüsü her zaman hepimizde var ama ben küçükken aile sevgisinden mahrum bırakıldığım için sevgi nedir pek bilmiyorum. Hayatım boyunca bir çocuğu sevemedim mesela. Çünkü nasıl sevilmesini bilmiyorum. Mesela bir arkadaşım vardı çocukları çok severdi derdim nasıl böyle sevebiliyorsun ben sevmesini bilmiyorum diye. Mesela o çocuk gelişim okudu sevdiği mesleği yapıyor şimdi. Ama ben kendi çocuğumu bile sevemiycem ona sevgimi gösteremem diye ne evlenmek ne de çocuk sahibi olmak istiyorum. Ona bunu yapmak istemem. Dediklerin cidden mantıklı abla. Çocuklarla vakit geçir demişsin ya orası şöyle abla tek bi amaçları var çocuklar sırayla her derse girene kadar diğer kalanları oyalıyorlar. Resim yapmak mesela yasak. Hocalar tekerleme söylediler, ben bilmece sordum, 2 kere kitap okudum falan böyle böyle oyalıyorlar. Ayrıca otizimli çocuk falan var özellikle onlara nasıl yaklaşıcam bilmiyorum. Yanlış bir şey yapmaktan korkuyorum. Sevmediğim bir işide yapmak istemiyorum açıkcası ama babam bunu bana mecbur bırakıyor. Hiç bir zaman kendimi ifade etmeme izin vermedi. Yanlış yapmama izin vermedi hep mükemmel olmak zorunda bıraktı. Üniversiteye bile göndermeyecek olmuştu. 1 sene kaldım dershaneye gidip tekrar hazırlanmdım üniye mesela, bir akşam anneme dediklerini duydum. Zaten bundan bir şey olmaz boşuna para veriyoruz o dershaneye demişti. Bunu duyunca o kadar üzülmüştüm ki anlatamam. Ve evdeyken ağlama krizlerine giriyordum, nefes alamıyordum. Buraya geldiğimden beri o krizlerim yok mesela. Ama uzkata olmam onun beni azarlamasına yine engel olmuyor ne yazık ki. Akşam olduğunda korkarak gelmesini beklerdim hep. Çünkü her geldiğinde sarhoş olurdu ve sinirini benden çıkarırdı. Hafta sonununda gelmesini istemezdim mesela çünkü yine bir bahaneyle sinirini benden çıkarırdı. Ben evden bir an önce gitmeyi istediğimde 14 yaşımdaydım. Sırf bir erkekle mesajlarımı gördü diye bana bıçak çekip okuldan almakla tehdit etmişti. O günden sonra her gün psikolojik şiddetleri başladı zaten. Büyüyüp bir an önce gitmeyi dilerdim hep. Şimdi o evden gittim ama yine mutlu olamıyorum. Yine psikolojik olarak bir savaş veriyorum kendimle. Şu an o kadar çaresiz hissediyorum ki yarın oraya gitmeyi istemiyorum, içimden gelmiyor. Ve bu kararsızlığımla ne yapıcam bilmiyorum. Eve dönmek istemediğimi biliyorum. Ama burada da kalabilmek için işe ihtiyacım var. Başka bir iş bulabilecek miyim bilmiyorum bile. Az önce bir yere başvuru yapmıştım cvmi istediler cvmi gönderdim bende. Abla gerçekten ölümü aklımdan çıkartamıyorum. İntihar etmekten ölümden korkuyorum ama ölmeyide bi o kadar istiyorum. Büyürsem oradan uzaklaşırsam her şey çözülür mutlu olurum sanmıştım ama hiçte sandığım gibi olmadı. Ben nasıl karar vericem şimdi? Ne yapıcam? Hiç bir şey bilmiyorum cidden bilmiyorum. Eğer eve dönersem tekrar başka bir yere gitmek istesem göndermez bu sefer.. Ve teşekkür ederim abla uzun uzun yazıp bana destek olduğun için çok teşekkür ederim. Yazını gördüğümde gözüm doldu. Çünkü daha ailem beni bu kadar dinlemedi benimle bu kadar uzun uzun konuşmadı..
Başka bir hastane yok mu? Başka doktorlara gitmeyi denemelisin kızçe. Çocuklara gelince aslında onlarla vakit geçirdikçe daha farklı olacaktır her şey. Otizmli çocuklar konusunda ben de nasıl davranmalıyım diye durup düşünürüm. Ama gözlemledikçe üstesinden gelirsin her şeyin ve yanlış yapa yapa doğrusunu bulursun. Ben de aşırı çekinirim yanlış yapmaktan ama mecbur kalınca da yapmam gerekeni yapıyorum ve yanlışsa doğrusunu öğreniyorum. Hiçbir şeyi doğuştan bilmiyoruz sonuçta deneyerek öğreniyoruz. Şu an içinde bulunduğun psikolojiden dolayı bu şekilde düşünüyor ve hissediyorsun. Dediğim gibi aslında her şeyin başı kendini sevmenden geçiyor. Senin sorunun babanla olduğu için ondan uzağa kaçsan bile sonuçta bağını koparmıyorsun, aslında annen yardımcı olsa bunun üstesinden beraber gelebilirsiniz. Önce sen doktora gidersin sonra sorun ailedeyse babanı, anneni de çağırırlar. Yaşlı insanların davranışlarını değiştirmesi daha zordur ama en azından bir doktordan duymak daha farklı bir etki yaratır. Ve şu an kendini düşünerek daha fazla strese sokuyorsun. Günün kalanını kafanı boşaltmaya ayır olur mu? Biliyorum zor ama bunu yapmaya çalış. Dizi izle ya da tak kulaklığını koşuya çık ya da evde aç müziği dans et. Vücudunu yoracak şeyler yap ve sonra da güzelce uyu olur mu? Çünkü sağlıklı düşünemezsin bu şekilde. Yarın uyanınca şu an göremediğin yolları bulacaksındır ama şimdi bulamazsın. Ve her zaman yardımcı olmaya çalışırım, keşke elimden daha fazla bir şey gelse güzel kızım...
2 notes · View notes
epifizz · 3 years
Note
ilk defa isveç'te bir kızla buluşuyorum. muhabbet ediyoruz, kız sevdiğim filmleri soruyor, okuduğum kitapları soruyor, gezdiğim ülkeleri soruyor. ama işimi sormuyor. ben alışmışım türklere, adın nedirden sonra ikinci soru işin nedir. yok abi döndük dolaştık sevdiğimiz yemeklere falan geldik hala sen ne iş yaparsın demiyor kız bir türlü. en son ben sordum, dedim ki ya her şeyi sordun da, sen ne iş yaparsın diye sormadın. dedi ki kız, ne iş yaptığını sorarsam dolaylı olarak sosyal statünü, kaç para kazandığını da sormuş olurum. ayıptır. ben paranı, statünü merak ettiğim için değil seni merak ettiğim için buradayım. o gün anladım ki bizde kast sistemi var. atasözümüz var davul bile dengi dengine diye. meğerse her davul denkmiş. başka gün yüksek mühendis bir amcayla tanıştım. Ne projeler yapmış. tüneller, havaalanları vs.. senin yaşında oğlum var dedi. o da mühendis mi dedim. hayır işçi, duvar ustası dedi. Dedim o nasil oldu, mühendisin oğlu işçi olur mu? bizde olsa babam döve döve okutur mühendis yapar. adam kızdı. niye öyle diyorsun benim oğlum çok iyi bir duvar ustasıdır. zorla kötü mühendis olacağına, iyi bir duvar ustası olmasının ne kötülüğü var dedi. adam gurur duyuyor oğluyla. utandım. utandım çünkü biz toplum olarak buyuz. böyle yetiştik, yetiştirildik. bizde kast sistemi var. mühendisin oğlu gerekirse zorla kötü bir mühendis yapılır, iyi bir duvar ustası olmasına izin verilmez.”
Yani kapitalist üretim ve tüketim dinamiklerinde burjuva övücülüğü ve bunun hayalleriyle süslenen bir beyaz yaka kültürü hemen hemen her toplumda var artık, bunun Türkiye coğrafyasına has olduğunu sanmıyorum. Kaldı ki buradaki ifadeler de çelişkili zaten. Tanıştığı kız mesleklerin statü taşıdığını kabul ederken (ve bu sebeple bu konuyu açmamayı yeğlerken), yaşlı adam mesleklerin statüsünün önemsiz olduğunu söylüyor. Çelişkili ifadeler aynı şeyi ifade ediyormuş gibi sunulmuş burada ama iki farklı bakış ve iki farklı tepki görüyoruz bunları ortak bir anlatı okumak bu sebeple de hatalı bana göre, pek makul bir saptama gibi gelmedi bana bu sebeple burada dile getirilenler. Meslekler günümüzde statü taşır, bunun için aynı meslek grubu içerisinde statü bildiren rütbeler bulunduğu gerçeğini hatırlamak yeterlidir. Bu statü hazzı çarklara itiş gücü kazandırır çünkü, insan yaptığı meslekte statüsünü yükseltmek, sosyal olarak yükseltmek için üretimde yabancılaştığı emeğiyle hayali bir özdeşlik kurmaktadır çünkü, yabancılaşmasını gizlemektedir kendine karşı. Günümüzün ekonomik yapısı arzulanabilir olan ile olmayanı ayırarak insanı sınıflara bölmektedir, bunun Türkiye'ye has olduğunu düşünmek oldukça sınırlı bir bakış açısı gibi geliyor bu sebeple bana. Sorunu kültürel görmek, asıl sorunu, tüketim ve üretim dinamiklerindeki asimetriyi görünmez kılar, bu sebeple bunu yazan arkadaşı hiç de mantıklı bulmuyorum. Övdüğü Avrupa kültürü de bu sorunun merkezlerinden biri elbette. Göçmen kadınlara kendi vatandaşlarını çalıştıramayacağı fiyatlarda çalıştırıp, ağır şart ve düşük bir kalitede çalıştırırken statü farkı yok güzellemeleri de sağlıklı gelmiyor bana, buradaki statü ayrımını bilip eleştirmek mağdur kalan insanları görünür kılmaya yarıyor çünkü.
Duvar ustalığının statüsü meselesinde ise kuzey Avrupa'daki mason locaları sebebiyle pek de düşük bir statüye sahip olmadığını söylemek lazım. Mühendis-mimar-taş/duvar ustası üçgeni Hiram Usta anlatısının dışında değildir ve belirli bir politik güçleri ve derin gelenekleri de pekala vardır.
14 notes · View notes
acid-gramma · 3 years
Note
hazırlık okumanın “zaman kaybı” olarak görülmesi hiç mantıklı gelmiyor bana ya. ingilizceni geliştirmiş oluyorsun, şehir değiştirdiysen şehri tanıma fırsatın oluyor, üniversite hayatına hazırlanmana yardımcı oluyor -bodoslama girip zorlanmak zorunda kalmıyorsun-, hazırlık senesi de pek zorlayıcı olmuyordur o yüzden kendine zaman ayırma fırsatı bulmuş olursun…ne güzel işte. bölümüm ingilizce olsaydı kesinlikle hazırlık okurdum :(
evt... cok fazla avantaji var hazirlik yilinin ama ingilizcesi cok iyi olmayanlar hazirlikta ciddi anlamda zorlaniyor ve gezme alisma firsati bulamadiklari icin tribe giriyorlar keske hazirlik bitse, hazirligi atlasam tribine. anlasilabilir bisi onlar icin hazirlik bir tur tumsek haline geliyor cunku
3 notes · View notes
bertha-h · 3 years
Text
Her zaman bu kadar zor muydu?
Ben mi unutmuşum, yoksa bu hep böyle miydi? Ya da böyle olması normal mi? Bu kadar yorucu olmamalı gibi geliyor. Bu kadar yıpratmamalı. Aksi bir senaryoya hiç rastalamadım ama bu benim yanlışlara meylimin olduğundan diye düşünürdüm. Sanki kalan herkesinki çok kolay da benim seçimlerimde ya da benim yaklaşımımda bir sorun var diye düşünürdüm. Kendime sinirlenirdim nasıl kendime bunu yapacak şekilde davranırım/seçerim diye. İnsanlardaki pürüzsüzlüğe imrenmemek elde değildi. Ama ya hepsi böyleyse? Normali buysa? Hepsi bukadar yorucu, bu kadar yıpratıcı tüketici yıkıcı oluyorsa? Bunun normal olması normal mi? Bana normal gelmiyor
Yanlış anlamayın her şeyin mutlu sonla bittiği peri masallarını fazla dinlediğimden değil. İllaki sorunlar olacak bu normal. Ama! Daha huzurlu olması, bu kadar zor olmaması mantıklı değil mi? Sana böylesine zarar veren ve artıları çok az olan bir şeye neden bu kadar düşkünüz ki ozaman? Huzuru onunla kavgalı olmadığın bir zaman diliminde kucağında sans eseri yakaladığın birkaç saniye hadi dakika için mi? Ben mi güzel yanlarını göremiyorum hiç yaşadıklarımın? Ama geriye dönüp bakıldığında güzel yanlar okadar soluk ve az gibi geliyor ki acıları halbuki hala taze.
Ben unutmuş olmalıyım. Bukadar acılı olmasının normal olduğunu unutmuş olmalıyım. Ya da herkes yanılıyor. Ya da bu kadar acılı değil de cidden hala benim tercihlerimde sıkıntı var, olamaz mı? Olabilir. İki yıl ne güzel kafa dinlemişim ruhsuz bir çakıl taşı gibi. Ama bana hala normal gelmiyor. Bu kadar yorulmayı göze almıyorsan mutluluğu erişemezsin diyin bana. Belki de ben miskinim. Mutluluk için acı çekmek yıpranmak yorulmak çabalamak zor geliyor. Şuan çabamın tamamını kaçmamak için veriyorum. Kaçsam ne olacak? Yeniden gri sıkıcı çakıl taşı olabilecek miyim? Öyle mi olmam gerekiyor? Belkide herkes aşk uğruna çile çekemiyodur bazıları çakıl taşı olmalıdır. Ya da daha beteri boşa çile çekiyorumdur. Gerçek sevgi böyle yıkıcı değil tam tersi sarıp sarmalayıcı kucaklayıcı oluyodur, ona denk gelmeyenler bu acıyı aşk sanıyordur. Drama kraliçesi diyin bana. Ben hala birbirimizin molası olacağımız bi ilişki düşlüyorum.
Biliyorum hala biraz safım. Hala doğruyu ve yanlışı ayırt edemiyorum. Mutlak doğru ve yanlış yok bunu biliyorum. Ama neye ne kadar tolerans gösterip nerede havlu atmak gerek emin değilim. Dayanma eşiğim çok yüksekti en son bıraktığımda, ondan hep sakatlanmadan havlu atmıyordum. Şuanda da ne zaman atmam gerektiğini kestiremiyorum. Erken mi pes ediyorum rahata alıştıuğım için ? ya da kendimi mi kandırıyorum en son raddeye gelene kadar kendimi bu çelişkiler+olmayan aşkın ızdırabıyla süründürüyorum. Nevin olsa öğreneceksin deneye yanıla diyecek. Ama böyle olmamalı diyen kafamdaki ses dinlemiyor. Neyin nasıl olması gerektiğine ben katat veremiyorum bilitorum ama başka türlüsünü bilmiyorum. Öğreneceksin. Öğreneceksin. Tamam öğrenelim. Ne zaman yaşayacağız? Yine isyan. Yine hayatla kendinle kaderle kavga. Sadece kendi kendine boş yumruklar savuracağın bir sonuca ulaşmayacak bir kavga. Kendin yorulacaksın. Senin tarzın bu kabul edelim. Kendi kendine kavga edip havaya yumruklar savurmadan hatta o yumrukların bazıları yanlışlıkla birden bire kendi gözüne saplanmadan öğrenmeye direncin var.
Erken geliyorum haha! Etrafımdakilerin kolay demesine de inanmıyorum, zor demesine de. Doğru bu demesine yaşadık biliyoruz demesine de çiş kaka demesine de. Sadece kendim için en iyi olanı yapmaya çalışıyorum. Hoş bu yıpranmaya bakınca kendimi mağarama kapatıp kalpsiz duygusuz heyecansız, yaşadığımdan emin olmak için nabzımı kontrol edip onu dahi duyamayarak devam ederim. Çünkü kolay. Hiç bişi hissetmemek daha kolay. Aşk da güzeldi elbet. Canımı yakmasını bile göze aldığıma göre bir zamanlar. Geçti mi sahi? Kalabalıpa karışmayo beceremen bir mağada adamı mıyım? Ama acıyo. Acıtmaması gerek bu kadar. Acıtsa da gönül alması gerek. Gönül almasa da bişi olması gerek? Bunları içinde yok sayarak bastırarak kendi kendini sindirerek yaşanmaz ki. Ozaman beni yine saracak ben oluyorum. Belki de esprisi burada, hayatın kendini kendinden başka saracak kol olmadığını anlatmaya çalıştığı bir şov da acıyı aşk sanmımşızdır. Mazosistliğimizden müptelası olduğumuz acının kollarımızı hırçınca itişini sarılma sanmışızdır. İyice hırpalayıp yorup yığratıp tüketmeden birbirimizden uzaklaşamaz olmuşuzdur. Tükendikten sonra bu ızdıraptan uzaklaşıp yeni tüketecek kaynaklar arıyomuşuzdur. Bu bir döngü halini almıştır. Herkes bunu yaptığı bu normaldir. Bul, sev, tüket, ayrıl, yenisini bul. Bana hala doğru gelmiyor. Doğru ne yanlış ne bilmiyorum ama hala bana doğru gelmiyor. Belki de insanlar bende bunu görüyordur. Belki de ben ondan yalnızımdır. Lanet olasıca canım yandı. Dedikleriden çok yapmadıkları yakıyor ya. Ne zavallı bir duygusun sen gönlünün alınmasını beklemek. Hem kendine dermanın yok hem karşıdan derman yok, karşıdan derman olmaması da iyice acıtıyor. Ortada bişi var ama bunu ben halledemiyorum. Sonu gelmez uçurum. Kesip atmaktan başka döngü kırılmıyor. Ama döngüyü kırmak açık kalp ameliyatı.
Molası olmıyoruz. Huzuru. Tatili. Çetrefilli olmalı. Adı aşk olmaz. Sevgi? Hırçın gururlara mağlup, üzgünüz.
Birbirimize değmeden dönüp durduğumuz yörüngemizden etrafımızdakilere anlam vermeye çalışıyoruz. Gerçi yörüngede olduğunun farkında olmadığı bu büyük toplulukta yörüngeden haberi olanların kaçamadıkları farkındalık ile dönüp durmak daha sancılı olsa gerek. Tut ki yörünge kırıldı? Ozaman uzay boşluğunda savrulup sonsuz evrenin yalnızlığına tanık olmak daha mı az korkunç. Hiç değil. Neden o yörüncegeye katlandıklarını şuan daha iyi anlıyorum. Ama bu kadar zor olmamalı.
2 notes · View notes
tumitutscanlation · 4 years
Text
Heavenly Blessing – 163. Bölüm
Mega // Drive // Wattpad
Bölüm 163: Gizemli Baş Rahibin Kafa Karıştırıcı Bilmecesi
Xie Lian’ın kalbi hızla atmaya başladı ve hatta parmakları bile hafifçe titriyordu. Ancak kendine hakim oldu ve hiç ses çıkartmadı, sadece başını biraz kaldırarak Hua Cheng’in kulağına fısıldadı. “…San Lang, kımıldama. Oradaki ses benim ustamınkine benziyor. Fark edilmememiz gerek…”
Her ne kadar çok benzese de, emin olamazdı, sonuçta sesleri birbirine benzeyen insanlar hiç yok değildi. Ayrıca, Baş Rahibi yüz yıllardır görmemişti, bu yüzden pekala yanlışta hatırlayabilirdi. Eğer fevri bir harekette bulunmaz ve olayları sadece sakince gözlemleyebilirlerse belki bir şeyler öğrenebilirlerdi. Hua Cheng de başını hafifçe eğdi, beline sarılmıştı. “Pekala… sen de hareket etme.”
Kayalar ve toprak her yönden onları eziyor, bedenlerini birbirlerine sımsıkı yapışmaya zorluyordu, yüzleri birbirlerininkine sürtünürken, kulakları sıcaktı. Her ne kadar uygun bir zaman olmasa da, bir düşünce Xie Lian’ın zihninde belirdi, Beraber gömülmek, kulağa o kadar da kötü gelmiyor. Tam bu sırada ses aniden tekrar duyuldu. “Peki diğer ikisi? Onlar nereye kaçtı?”
‘Diğer ikisi’? İki kişi daha mı vardı?
Xie Lian yakından dinlemek ve konuştuğu kişinin kim olduğunu öğrenmek istiyordu ama tuhaf olan, ‘Baş Rahip’ – şimdilik ona baş rahip diyecekti – sorusunu sorduktan sonra hiçbir cevap gelmiyordu.
Sahiden de tuhaftı. Bu mesafeden hem Xie Lian hem de Hua Cheng ‘Baş Rahip’in sorusunu duyabiliyorlardı ve sesi de yüksek sayılmazdı, avazı çıkana kadar bağırmıyordu, yani diğer kişi de çok uzakta olamazdı. Eğer cevap veriyorsa en azından bir şeyler duymaları gerekirdi. Ancak duyulan hiçbir şey yoktu.
‘Baş Rahip’ tekrar konuştu. “Çabaları için onlara teşekkür et, ama artık önemsiz meselelerle ilgilenmeye gerek yok, onlardan bir şey çıkmaz. Şu anda çok daha önemli bir işimiz var.”
Neler oluyor?, Xie Lian merak etmişti, Bu apaçık bir cevap aldığını ve birisiyle konuştuğunu gösteriyor?
‘Baş Rahip’ neredeyse kendi kendine konuşur gibiydi veya havayla. Ürpertici bir resim Xie Lian’ın zihninde belirdi ve hemen bu düşünceyi silkeledi, başka bir ihtimal daha olduğunu düşünüyordu, bu da bu kişinin sesini ‘Baş Rahip’ten başka hiç kimsenin duyamıyor olduğuydu.
Zihnindeki şüphe gittikçe güçlendi ve daha da dikkatle dinlemeye başladı, zihninde ‘Baş Rahip’in söylediği sözleri evirip çevirirken ‘Baş Rahip’ ekledi. “Herkes dağın içinde mi? Her şekilde, önce onları Ocak’a götürelim, onlarla teker teker ilgilenmek için bir şeyler düşüneceğim. Ne kadar hızlı olursa o kadar iyi, iki gün içerisinde oraya varmaları gerek.”
Ocak!
Ve o ‘iki gün’ içerinde. Mesafe Kısaltma Rünleri Tong Lu Dağında kullanılamıyordu, nasıl iki gün içerisinde oraya gideceklerd? Ve ‘onlarla ilgilenmek’ de ne oluyordu?
Bir an duraksadıktan sonra ses devam etti. “Diğer ikisini çağır, hep beraber Ocak’a gidelim. Ekselansları Veliaht Prensle yüzleşirken hiçbirimiz eksik olmamalıyız. Şimdilik hala uyanmadı. Eğer uyanırsa… bu kez ne yapacağını kestirmek güç.”
Xie Lian şok oldu. Ondan mı bahsediyorlardı?
Tam bu sırada dağdan patlayıcı bir ses yükseldi. Xie Lian, ‘Baş Rahip’nin sorguladığını duydu. “Neler oluyor?”
Dağın içinde, o da sormak için Hua Cheng’e sordu. “Neler oluyor?”
“Dışarıda bir şey oldu.” Diye fısıldadı Hua Cheng.
Xie Lian daha cevap verememişti ki Hua Cheng alnını onunkine yasladı. Xie Lian’ın sağ gözünde, diğer taraftaki Yin Yu ve Quan Yi Zhen’in bulunduğu mağara bir kez daha belirdi. Ve biraz önceki sesin kaynağı. Yin Yu en sonunda Quan Yi Zhen’i taş duvardan çıkartmış, çalışkan bir şekilde yere indirmiş ve rahat bir nefes vermişti. Ancak beklenmedik bir şekilde bilinçsiz Quan Yi Zhen aniden ayağa fırlamış ve Yin Yu’nun yüzündeki maskeyi çıkartmıştı!
Quan Yi Zhen aslında biraz önce sadece bayılmış taklidi yapıyordu!
Xie Lian şimdi tekrar düşününce, Quan Yi Zhen Yin Yu’nun düşünürken volta atma alışkanlığına oldukça aşina olmalıydı, konuşma tarzına, vururken ki gücüne de ve belki Yin Yu küreği ona doğru attığı anda, çoktan maskenin altındaki yüzü biliyordu. Sadece Quan Yi Zhen gibi birisinin böyle bir aldatmaca yapması oldukça şaşırtıcıydı. Her ne kadar basit bir numara olsa da, yapan kişi Quan Yi Zhen olunca sanki yer yerinden oynamış gibi geliyordu, bu yüzden de hiç kimse tahmin etmemişti.
Maskenin altındaki dehşete düşmüş ve belli belirsiz solgun yüzlü Yin Yu, elbette şaşkınlıktan dona kalmıştı. Quan Yi Zhen ise ölümüne heyecanlıydı, kanla kaplanmış kafasıyla zıplıyordu. “SHIXIONG!”
Yin Yu ise sanki inanılmaz korkunç bir şey görmüş gibi görünüyordu, dudakları büzüldü, ardından aniden başını kollarının arasına aldı. “BİRİSİYLE KARIŞTIRDIN!”
Bağırdıktan sonra fırladı. Koşarken onu durdurmak için arkasındakine yıldırım gönderdi. “BANA YAKLAŞMA! BENİ TAKİP ETME!”
Quan Yi Zhen de arkasından fırladı, yıldırımı tümüyle görmezden gelmişti, sadece bağırdı. “SHIXIONG! BENİM!”
Yin Yu heyecandan konuşuverdi. “LANET OLSUN, SEN OLDUĞUN İÇİN KORKUYORUM YA ZATEN! BENİ TAKİP ETME!”
İkisi tüm yol boyunca koşup dövüştüler, dağın yıldırımlardan yıkılmasına neden oluyorlardı. Kenardaki Baş Rahip ise şaşkındı. “Orada ne yapıyorlar? Bu sesler de ne?”
Hala onunla konuşan kimse yoktu ama Baş Rahip cevabını almış gibiydi. “Anlıyorum. Zamane gençleri fazla enerjik. Ben önden gidiyorum. Ocak’a yaklaştığın zaman beraber devam edelim.”
Gidecekti. Bunu duyunca Hua Cheng Xie Lian’ın kulaklarını tekrar örttü ve Xie Lian gözlerini kapattı. Bir an sonra her yerden vahşi titremeler duyuldu ve bedenlerinin yapıştığı taş duvar en sonunda parçalandı. İkisi beraber zıpladılar, ayakları tekrar yere bastığı zaman bir kez daha taze hava soludular. Ancak dışarısı da boş bir mağaraydı; ne Baş Rahip vardı ne de gizemli ikinci kişi, bedenleri tümüyle ortadan kaybolmuştu.
Xie Lian ve Hua Cheng bakıştılar. Yakalamak için acele etmişlerdi ve daha mağaranın sınırından ayrılmamışlardı ki koşturan siyah cübbeli bir adama denk geldiler. Yin Yu’ydu bu. Toprak Ustası küreğini salladı ve ikisine doğru delirmiş gibi koştu. “CHENGZHU!!! Ekselansları!!!”
Hemen arkasından, aldığı darbeler yüzünden kanla kaplanmış olan Quan Yi Zhen de geldi. Hua Cheng başını kaldırmaya tenezzül etmedi ve sadece parmağını şıklattı. BUM sesi yükseldi ve Quan Yi Zhen hemen korunmak için kollarını kaldırdı ancak Hua Cheng’in kullandığı hamleyi yumruklarıyla savuşturamazdı. Duman dağıldıktan sonra Quan Yi Zhen’in durduğu yerde büyük, yuvarlak gözlü, oldukça masum görünen bir daruma bebeği vardı. Ancak o zaman Yin Yu delirmiş koşusuna bir son verdi, yaklaşırken terini sildi. “Çok minnettarım Chengzhu.”
“Gerçekten korkmana gerek var mıydı?” Diye sordu Hua Cheng.
Yin Yu hala biraz sarsılmış haldeydi ve acı bir şekilde gülümsedi. “Gerçeği söylemek gerekirse, şu anda ne zaman Ekselansları Qi Ying’i görsem, sadece olabileceği kadar uzağa kaçmak istiyorum.”
Xie Lian bunu duyunca aslında komik buldu ama sempati duymaktan da kendini alamadı. Görünüşe göre Quan Yi Zhen’in ‘kişiliği’ Yin Yu’nun kalbinde acı bir gölgeydi. Daruma bebeği hala yerdeydi, kocaman gözleriyle kimse ona dikkat etmeden bir ileri bir geri sallanıyordu. Xie Lian ona acıdı ve tam gidip alacaktı ki yerler aniden sarsıldı, onun bedeni de sarsıntı nedeniyle devrildi, neredeyse daruma bebeğinden daha çok sallanıyordu. Hızla kendisini sabitledi. “Neler oluyor? Deprem mi?”
Her ne kadar Xie Lian’ın yardıma ihtiyacı olmasa da, Hua Cheng yine de kolunu tutarak ona destek oldu ve Yin Yu’ya döndü. “Tünel aç ve gidip bir bak.”
Yin Yu hemen kendisine geldi ve onayladı. “Derhal!”
Ardından Toprak Ustası küreğini kaptı, hızlı ve kısa öz bir şekilde tüneli kazdı. Güneş ışığı içeriye sızdı; Yin Yu bakınca yüzü şaşkınlıkla dolmuştu. Xie Lian sordu. “Ekselansları Yin Yu, bu deprem mi yoksa dağ mı devriliyor?”
“İkisi de değil!” Diye cevapladı Yin Yu. “Dağ ruhu… koşuyor!”
Koşuyor mu? Xie Lian ve Hua Cheng bakıştı, ikisi de dışarıya bakmak için koştu.
Sahiden koşuyordu! Dağın dışarısında, tüm doğa, manzaralar hızla geride kalıyorlardı, neredeyse renkli rüzgarlar gibiydiler. Görünüşe göre, sanki çok hızlı bir atın sırtındaydılar veya delirmiş gibi koşan bir devin omuzlarında!
Tepeler, nehirler, yeşil alanlar, orman, hepsi yol açmak için ezen bu dağ ruhunun ayaklarının altında çiğnenmişlerdi. Açılan delikten rüzgarlar esiyordu ve saçlarıyla kurdeleler rüzgarda dans etmekteydi. Yin Yu belirtti. “Koşma hızına bakılırsa, muhtemelen Ocak’a varması sadece iki gün sürecek…”
İki gün mü? Bunu duyunca Xie Lian bir anda anladı.
Şaşmamalıydı! ‘Diğer kişi’nin cevaplarını duyamamalarına şaşmamalıydı ve Baş Rahibin diğerlerini iki gün içerisinde Ocak’a getirmesini istemesine de.
Çünkü o sırada ‘Baş Rahip’ başka bir kişiyle konuşmuyordu, bu dağın ruhuna hitap ediyordu!
Hua Cheng de anlamış olmalıydı. “İyi. Onun gücünü kullandığımız için artık yavaş yürümemize gerek kalmayacak. Oraya vardığımız zaman taş duvardaki kişi bir kez daha kendisini gösterecek. O zaman ne istediğini öğreniriz.”
Xie Lian ise oldukça kasvetli görünüyordu. Hua Cheng fark etti ve sordu. “Gege sorun ne?”
“Henüz uyanmadı, derken ne demek istedi?” Diye sordu Xie Lian.
Biraz öncesinde ses ‘şimdilik hala uyanmadı. Eğer uyanırsa… bu kez ne yapacağını kestirmek güç.’ demişti, Xie Lian ekledi. “Eğer o sahiden benim ustamsa ve benden bahsediyorsa, tüm bunlar ne anlama geliyor?”
“Gege, şimdilik buna kafa yorma.” Dedi Hua Cheng. “İlk olarak, o adam senin ustan olmayabilir; ikincisi, ‘veliaht prens’ sen olmayabilirsin.”
“Ama ya bensem?” Xie Lian ısrar etti. “Temelsiz birkaç çıkarımda bulundum, beni dinleyip mantıklı olup olmadıklarını söyleyebilir misin?”
“Pekala. Gege, söyle hadi.” Dedi Hua Cheng.
Xie Lian bildirdi. “O adamın ustam olduğunu varsayıyorum, üç dağ ise: Yaşlılık, Hastalık ve Ölüm, Doğum yok. Dağ ruhlarıyla iletişim kurabiliyor. Kendisi bir insan, ama onunla konuşan kişi dağ ruhu. Konuşmalarında ‘diğer ikisi’nden bahsettiler ve onlar da diğer iki dağ ruhu olabilir. Dört kişiler. Düşündüm ki, üç dağ ruhu da insan benliği barındırıyor? Veya belki de, ilk başta insandan dönüştüler, ve Baş Rahip kayıp ‘Doğum’du!”
Gittikçe daha çok düşünüyordu, nefes alıp verişi hızlanmıştı ve devam etti. “Tong Lu Dağı bir zamanlar Wu Yong Krallığının bir parçasıydı. ‘Doğum, Yaşlılık, Hastalık, Ölüm’ bir dörtlü; tesadüfen, Wu Yong’un Veliaht Prensinin de dört Koruyucu Tanrısı vardı; ve aynı zamanda ben büyürken Xian Le’de de dört Baş Rahip vardı! Krallıklarda normalde bu kadar çok sayıda Baş Rahip olur mu? Geçmişte hiç düşünmezdim, ama şimdi sayılarının çok fazla olduğunu fark ediyorum. Sence tesadüf mü? Veya bunların altında daha derin bir anlam mı gizli?”
Hua Cheng cevapladı. “Başka bir şey olduğunu sanmıyorum. Belki de sadece öyle denk gelmiştir. Dört Meşhur Masal da dört tane değil mi? Dört Musibet olmadığı için birisi zorla terfi ettirildi ayrıca.”
Ancak Xie Lian hala kendi düşünce dizini takip etmekteydi. “Haklısın, eğer benim dört ustam Wu Yong’un Veliaht Prensinin dört Koruyucu Tanrısı olsaydılar, neden Xian Le’ye Baş Rahip olmak için gelsinler ki? Neden beni eğitmeye gelsinler? Kendim hakkında farkında olmadığım bir şey mi var? Yoksa, ben aslında…”
Ele geçirilmiş gibi bir şey söyleyecekti ki Hua Cheng onu omuzlarından tuttu, ikna edici bir şekilde konuşuyordu. “Mümkün değil! Sana yemin ederim, sen sensin. Başka hiç kimse değilsin. Güven bana. Bu kadar derin düşünme ve olmayan şeyler hayal etme.”
Ebeveynleri dışında, Xie Lian’ın en yakın ve samimi olduğu kişi Baş Rahipti. Her ne kadar Baş Rahip onu sık sık azletse ve Xie Lian’ın konumu bildiği için mesafeli davransa da, yine de, iyi bir öğretmendi. Aniden tanıdığını sandığın bir kişinin başka birisi olabileceğini öğrenmek kolay kabul edilebilir bir şey değildi. Hua Cheng sesini yumuşattı. “Pekala gege. Dikkatle düşün, Xian Le’nin Baş Rahibi nereden gelmişti?”
Xie Lian mırıldandı. “…Emin değilim.”
Sahiden, ustasının nereden geldiğini hatırlayamıyordu. Bir an düşündükten sonra, Xie Lian tekrar konuştu. “Baş Rahip, ben doğmadan önce de Baş Rahipti, tek bildiğim adının Mei Nianqing olduğu, ama elbette sahte bir isimdi. Geçmişte de böyle düşünürdüm; Baş Rahip inanılmaz birisi, nasıl hiç yükselmedi? Eğer biraz önceki oysa, o zaman bu dünyada geçirdiği zaman, benimkinden bile daha fazla.”
“Her seferinde tek bir sorunu çözeceğiz.” Dedi Hua Cheng. “Unutma, eğer bir şey olursa, ben buradayım. Hep yanında olacağım.”
Xie Lian ona baktı, donakalmış ve konuşamıyordu. Bir an sonra yüzünde küçük bir gülümseme belirdi.
Yin Yu’nun varlığı normalde zaten silikti ve tüm bu zaman boyunca konuşmadığı için de onu direk olarak unutmuşlardı. Ancak şimdi söze girmişti. “Chengzhu, diğerlerini bulamamız gerekiyor mu?”
Onlar çıkmışlardı, ancak Pei Ming ve diğerlerinin hangi köşede dağ ruhu tarafından sindirildiğini kim bilirdi? Xie Lian hızla cevapladı. “Evet! Hadi onları bulalım. Lütfen bekle Ekselansları Yin Yu.”
“Ekselansları, bana Ekselansları demenize gerek yok… ben artık Üst Cennetten bir cennet mensubu değilim.” Dedi Yin Yu.
Xie Lian gülümsedi. “O zaman sen de bana adımla hitap edebilirsin, bu kadar nazik olmana gerek yok. Ben de uzun zamandır veliaht prens değilim.”
Yin Yu, Xie Lian’ın arkasında durmakta olan Hua Cheng’e bir bakış attı ve hızla cevapladı. “Ben… cüret edemem. Hitap edemem. Etmemeliyim.”
“Neden endişendin böyle?” Dedi Xie Lian ve birkaç adım attı, Quan Yi Zhen’in daruma bebeğini almaya hazırdı ki aniden gökten bir kişi düştü ve hemen önüne indi, kemiklerin kırılma çıtırtısı havada yankılandı.
 Çevirmen: Nynaeve
130 notes · View notes
Text
İtiraf edeyim bazen insanların kıro buldukları şeyleri romantik buluyorum. Mesela, yüzük parmağına yapılan dövmeler (evlilik sebebiyle)
Tabi ki Monotype Corsiva ile yazılmış bir "Abuzettin" değil bahsettiğim, özel bir tasarım olmalı.
Çeşit çeşit tektaş yüzük gördüm, ne yalan söyleyeyim hepsi gözüme aynı görünüyor. (Tasarımcıyım bir de güya) dahası, bu kadar küçücük bir şeyin o derece pahalı olması benim için çok rahatsızlık verici
Çünkü küçük şeyleri kaybetmemek benim için her zaman bir mücadele oldu. Çok büyük bir ihtimalle, o yüzüğü de kaybederim. Aksesuar olarak yüzük takmaya oldum olası bayıldım ama, bir yandan da dehb işte. Gün içinde elimi yıkarken vs farkına bile varmadan çıkarıp bir yerlere bıraktığım oluyor, öyle çok yüzük kaybettim. (Mesela Fransız Kültür'de aynanın kenarında, üniversitede stüdyoda vs...)
Sevgililerimin ikisi ile de alakalı hiç dövme yaptırmadım. Ne yalan söyleyeyim ilkinde çok istemiştim ama çok küçüktüm. İleride yaptırırım diye planlıyordum hep, ama ayrıldık, sonra iyi ki yaptırmamışım dedim. İkincisinde de içimden gelmedi bu sebeple.
Kendisi baya bir tutturmuştu yüzük takmamız için. Söz yüzüğü gibi bir şey değil, ilişki başlarda uzak mesafe ilişkisi olduğundan, bir tür "işaretleme" davranışıydı, "bakın bu kızın sevgilisi var" gibi. Ben salak olduğum için romantik bişey olduğunu düşünmüştüm.
Neyse sonra iki üç kere kaybettim buldum bu yüzüğü (korkunç kavga ettik her seferinde, kaybettiğim için) bir de üstüne egzama yaptı parmağımda (Şaka değil, 5 liraya almıştık Karanfil'den) Öyle olunca aklımca değer verdiğimden, gümüş bir zincire takıp boynuma astım kolye olarak. Çünkü onla ilgili bir nesneyi hep yanımda taşımaktı benim için yüzüğün anlamı. Kendisi bunu, "yüzük takarak sevgilim olduğunu göstermek istememem" olarak algılamıştı. Hey gidi...
Ama ne demişler, "Allah'ın hakkı üçtür." 😛 Şaka bir yana bu defa gerçekten özel olacağını hissediyorum. Öyle olmasını istiyorum. "Gökyüzünden dünyaya, muhakkaktan rüyaya temize çekmek" istiyorum bizim için her şeyi.
Tabi ki dövme karşıtı insanlar buna çok saçma argümanlarla yorum yapıyorlar, "Ya pişman olursan?" gibi. Eh be yavrum, evlenmem durumunda, nüfus bilgilerime işlenmiş bu insan kalıcı olarak. Hatta belki çocuk yapacağım. Ayrılmamız durumunda dövmem olmayınca hiç olmamış gibi mi olacak? Yok mu sayacağım kaç sene resmi olarak "aile" olduğum insanı?
Teoman'a sormuşlardı bunu, birkaç tane var çok sevdiğim sevgililerimle alakalı demişti, gerekçesi de şuydu onların hayatımdaki yeri hep özel kalacak o yüzden pişmanlık duymuyorum. Ben önceden bunu çok saçma bulmuştum ama mantıklı, her iki koşulda da.
Şu an ilk sevgilime dair bir dövmem olsa, hiç pişmanlık duymazdım çünkü pişman olduğum bir ilişki değil,çok mutlu olduğum bir ilişkiydi. İkincisi ile alakalı olsaydı, gene hiç pişman olmazdım (eğer dövme güzel bir dövme olsaydı) çünkü o ilişkiye dair pişmanlığım, derimde bir hatırlatıcısını taşımasam da unutmayacağım bir şey. Şu anda mesela, 2 yıl ilişki+2 yıl atlatmam, harcadığım 4 yıla korkunç acıyorum, o 4 yılda neler yaparak geçirebileceğimi düşününce, özellikle okul ve kariyer anlamında. Yarın öbür gün bir sevgilim olsa da, muhtemelen "Keşke o 4 yılı da Abuzettin'le geçirseydim :(" diye pişman olacağım muhtemelen, çünkü tek bir dakika bile çok kıymetli ve geri gelmiyor. O ilişkiyle alakalı sık sık, 4 yıl hapiste yatmışım da çıkmışım, 4 yıl gökyüzü görmemişim gibi hissediyorum. Öyle bir dönemdi hayatımda.
Buna rağmen ilginçtir ki, onun bana aldığı hediyeleri falan hiçbir şey hissetmeden kullanabiliyorum. Herhangi bir nesneden farkı yok şu anda. Biten bir ilişkiden geriye kalan objeler ile alakalı bu hissiyata geleceğimi hiç tahmin etmezdim ama öyle oldu. Dolayısıyla, dövme de, güzel bir dövme olduğu sürece bir aksesuardan farksız olurdu herhalde benim için.
Zaten, hayatta bir insanla beraber çocuk yapmaktan daha büyük bir risk de yok bana göre. Çünkü artık ikiniz arasında ne yaşanırsa yaşansın o insan hep senin hayatının bir parçası olacak mecbur. Dövme ne ki bunun yanında?
Neticede, yüzük parmağına yapılmış bir dövmeden daha güzel bir sadakat jesti olabilir mi? (Tabi bunu yaptıran adamın vücudunda Ayşe, Fatma, Ebru, Melis" gibi çoğul dövmeler olmadığını varsayarsak)
Açıkçası dizilerdeki şu "Bu yüzük büyük büyük annemin yüzüğüydü" mevzusunu da hep çok romantik bulmuşumdur, ama o biraz daha fantastik/masalsı-romantik. Bir de diyorum ya kaybederim, maazallah 100 yıllık yüzüğü kaybederim sonra ömür boyu vicdan azabı. Bu dövme mevzusu benim için daha gerçekçi-romantik. Ayağı yere basan bir hayal. Birinin gerçekten "derinin altına" işlemesi. Beni çok heyecanlandıran bir düşünce.
Abuzettin de dermiş ki "Aybike ne kadar kırosun." Neyse napalım. Koydum kafama, bekle beni Abuzettin.
3 notes · View notes
Text
Duman'ın bir sözü var.
Sevemedim ben bu günü,
Sevemedim basından, Göremedim geçtiğini...
Yanı başımdan Her yanımdan...
İşte aynen öyleyim. Göremedim geçtiğini. Nasıl lan diyorum? Nasıl olur? Kafayı yiyiyorum. çıldırıyorum. Niye bu kadar aciziz?
İnsanoğlu çok çaresiz. İnsanoğlu çok aciz.
Aciz yaratıklarız. Sevdiklerimiz bir bir giderken, sevdiklerimiz ölürken... o kadar aciziz ki!
Sevdiğimiz insanlar geçiyor, gidiyor, ölüyor. Ve insanoğlu bir boka yaramıyor. Elinden bir şey gelmiyor. Ne için varız ki? Nefes alarak, yaşıyoruz demek için mi varız?
Gelelim o çaresizliğe... O çaresizlik var ya insanı öldürecek kadar büyük bir duygu ki öldürüyor da. Duygularımız ölüyor, hevesimiz ölüyor ve hayallerimiz de ölüyor. Ama nefes alıyoruz. Nefes almaya yaşamak dememiz bile ne kadar acizce.. farkında mıyız? Hayır. Değiliz. Hiç bir şeyin farkında değiliz.
Yaşamak bir boka yaramıyor. Ölüm. Tek çaremiz ölüm. Ama ölümde çok geç geliyor. Bize gelene kadar sevdiklerimiz bizden gidiyor. Ölüm gelmezken ölüyoruz. Mantıklı mı bu?
İçim dopdolu. Boş bir yere gidip haykırmak istiyorum. Sesim kısılana kadar, güçsüz düşene kadar ve ölüm bana gelene kadar haykırmak istiyorum. Bu mümkün mü?
3 notes · View notes
dopaminewithdrawal · 4 years
Text
19 Haziran 2020
çok stresli olduğum ya da yalnız hissettiğim zamanlarda oluyor. birden aklıma geliyor, onu ne kadar çok özlediğimi fark ediyorum. üzerine biraz düşünüyorum, sonra aklıma onu bulmak için yapabileceğim farklı şeyler geliyor. her seferinde yeni bir fikir. "bunu daha önce nasıl akıl edemedim?" diye soruyorum kendime. çünkü aklıma gelen şey beni çok umutlandırıyor onu bulacağıma dair. içimde bir yerlerde bir ses biliyor, "her seferinde aynı şey oluyor. yine bir sonuca varamayacaksın. uğraştığın saatlerle kalıcaksın." ama dinlemiyorum onu. denemekten zarar gelmez, diyorum. hem çok inanıyorum onu bu sefer bulacağıma. küçük bir ipucu. bu bile yeter. sonra yapmam gereken ne varsa bırakıyorum, tüm dünya duruyor aniden ve bilgisayarın başına geçiyorum. onu bulmaya çalışıyorum. bu sefer bulacağıma inanıyorum çünkü. saatler geçiyor, hiç farkında olmuyorum. tek odaklandığım ve düşündüğüm şey onu bulmak. ordan oraya tıklıyor ve kayboluyorum. uzadıkça uzuyor ama bir sonuca varmıyor. saatler geçmiş oluyor ama elim bomboş. yine de o birkaç saatlik sürede dış dünyadan tamamiyle kopmuş oluyorum. içinde bulunduğum stres ya da yalnızlık durumundan uzaklaşmış oluyorum. belki de tüm bunları bunun için yapıyorum?
bulsam onu ne mi yapacağım? buna net bir cevabım yok. neden gittiğini öğrenmek istiyorum. ama sanırım bunun cevabını zaten biliyorum. beni yıllardır onu aramaya iten şeyin neden gittin sorusunun cevabını öğrenmek olduğunu düşünüyordum. ama ben bunu birkaç ay önce kendim anladım sanırım. bunu anladığımda bir farkındalık geldi evet ama yine de onu bulma isteğim kaybolmadı. demek ki sebep bu değilmiş. aslında bulduğum cevap onu aramamı bıraktıracak bir cevap değildi zaten. onu bulup söylemeliydim, endişelenecek bir şey yok, sadece ben abartılı şeyler söylemişim sana karşı. kendime kızdım, nasıl bu kadar düşüncesiz konuşmuşum, neden bu kadar düşüncesiz konuşmuşum? gerçi bu, o yıllardaki 'her zamanki' halimdi. ona karşı kızmamı sağlayacak bir cevap değildi bu. en fazla kendime ve anneme kızabilirdim. ama ona değil. yine de sırf bunun için gitmiş olması bana hiç mantıklı gelmiyor. ama yazdıklarından anlaşılıyor ki, o bu konu hakkında çok endişelenmiş ve tam da bu konuşmadan sonra ortadan yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı. 
genelde gördüğüm rüyalar gerçekle alakalı oluyor, gördükten sonra yaşanıyor. iki defa rüyamda onun evlendiğini görmüştüm ve B.’nin de bundan haberi vardı, aslında görüşüyorlardı. sadece benden kaçmıştı yani. bu gerçek olabilir mi? dönüp B.’ye ulaşmış, onunla arkadaşlığına devam etmiş ve sadece benden saklanmış olabilir mi? gidip B.’ye sormak isterdim ama çekiniyorum. birkaç kez onu takip etmeme falan karşılık vermemişti ve son soruşumda biraz ters tepki vermişti gibi hissetmiştim. artık onu aramadığını, beklemediğini söylemişti. onunla da uzun bir süre aradık onu. o yüzden başak'la tekrar iletişim kurduğunu düşünmüyorum. kursa kısa süre içinde kurardı herhalde? ama belki de birkaç sene sonra yazmak istedi.
işte böyle. beynim hep böyle. sürekli teoriler üretiyorum. aslında şu an yazmak söylemek istediklerim onu nasıl bulurumla ilgili değildi. ama birden beynim işe yarar bir yol bulmaya çalışmaya başladı.
bunun sağlıklı olmadığını biliyorum. bu konuda tamamen bilinçsiz ve kendimi kaybetmiş değilim.(en azından eskisi gibi değilim.) gerçekten bu bir takıntı. ya da bir savunma mekanizması. içine düştüğüm sıkıntılardan uzaklaşma yöntemim. geçen bu beş senede, onu iyice kafamda yaşayan hayali bir karakter haline çevirdim. o da büyüdü benimle. varlığını hep hissettim. onu unutmak istediğim(en azından sözde öyle), artık onunla ilgili beklentilerimi sonlandırdığımı sandığım, ve uzun süre onu düşünmediğim zamanlar oldu. ama sonra hep bir şekilde geri geldi, ve her geri gelişinde onun zaten hiç gitmemiş olduğunu anladım. hep aklımın, kalbimin en güzel köşesinde duruyor, o da beni bekliyordu. onu hatırlamamı bekliyordu. ona karşı duygularım çok farklı. insanlıktan uzak duygular. bencillik yok, çıkar yok, kızgınlık veya öfke yok, kırgınlık yok, sitem yok. en tuhafı hüzün bile yok gibi. o bende sadece mutluluk, özlem ve adını koyamadığım, anlatılamayan, sadece hissedilebilen, ama tarifini yapamadığım bir duygu uyandırıyor. sadece iyi ve güzel şeyler. tüm insancıl kötülüklerden arınmış şeyler. inanılmaz.
o olmasaydı hayat nasıl olurdu acaba? bu sorunun cevabını bilmiyorum. sanki doğduğum andan beri benimleydi, bu dünyaya onunla karşılaşmak için gelmiştim. öyle anlamlı benim için. oysaki onunla birkaç ay konuştuk. tam üç ay bile etmez. bu kısa sürede, üzerimde bıraktığı bu kalıcı etki hiç mantıklı durmuyor dışarıdan bakıldığında. zaten böyle şeylerde mantık aranmamalı. o olmasa, dostluk nasıl bir şey bilemeyecektim. iyi insanların olabileceği, güzel dostluklar kurulabileceğine dair inancım olmazdı. şu an hala öyle bir inancım varsa, onun sayesinde. o kadar anlayışlı, iyi kalpli biriydi ki. o benim kafamda kurduğum ideal bir kişilik değil. o gerçekten var ve yaşıyor. 
yine de tüm bunlara rağmen onu bırakmam gerekiyor. en azından öylesi daha sağlıklı. beş sene oldu. gelmeyecek, biliyorum. ama çok uzakta da değil, hissediyorum. onu beklemeyi bırakmış olsam da, onu hatırlamayı bırakmak istemiyorum. onu unutursam, sahip olduğum en güzel anıyı, iyiliğe dair inancımı kaybetmiş olurum.
böyle düşünüyor olsam da, tüm bunların altında yatan sebebi, 'anlamı' bulmalıyım. hayatta hep aynı yerde takılıp kalamam. ilerlerken onu da yanımda götüremem. hayatta tek başımayım. her düştüğümde beni kaldırması için onu bekleyemem. her içinde bulunduğum durumdan kaçmak istediğimde ona koşamam. varlığını hissettirse de, benimle değil. ben onunla olsam da, o benimle değil aslında. bu durum daha ciddi bir hale gelmeden onu geride bırakma cesaretini göstermeliyim. bir zamanlar bir arkadaşımın bana bu konu hakkında söylediği bir şeyi hep tekrar ediyorum kendime: onun güzel bir anı olarak kalmasına izin ver. 
bir gün senin benimle birlikte nefes alan değil de; geçmişte bıraktığım, her sıkıntılı durumda hemen ortaya çıkmayacak, anı olduğu için ben izin vermedikçe olduğu yerde, geçmişte, kalacak güzel bir anı olarak kalmana izin vereceğim. sen bana veda etmemiş olsan da, söz veriyorum ben bir gün sana veda edeceğim. ama o gün bugün değil. çünkü henüz bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum. ama öğreneceğim.
1 note · View note
nesepalamudu · 5 years
Text
günaydın. eskisi gibi kitap okumayı özledim. ispanya iç savaşının içinde kaybolmayı ya da tara'nın toprağına vurgun güçlü bir kadın olmayı. raskolnikov'un kira borçlarını düşünmeyi, o cinayetle pençeleşirken. bazen istiyorum ki, herkes çekip gitsin. fişleri çekilsin bütün bağların da. kitabımla benim arama girebilecek üçüncü hiçbir şey olmasın. ve ben kitaplığımdaki okumadığım tüm kitapları okuyayım günler geceler boyu.
kesintisiz biçimde ve tüm sosyal bağları keserek bunu yapamayacağımı da biliyorum öte yandan. kalabalıkları da seviyorum. geniş caddeleri, dar caddeleri, karanfil'i, yüksel'i. kadıköy'den karşıya geçmek için vapura binmişiz de vapurda wild world söylemişler o gün. şarkılar daha çok yükselsin istiyorum.
bağları kesince insanın bu kadar canının yanması mantıklı gelmiyor. annenin karnından çıktığında bağı kesilip ağlayan bir bebek gibi (bir şeyleri bir şeylere benzetme huyumdan kurtulamıyorum). daha özgür ve daha hafiflemiş olmanın daha iyi hissettirmesi gerekmez mi?
insanların sevgiyi ele alış biçimi farklı farklı. ben sevginin yalnızca bana ait kalabileceği bir şekilde yaşamak istiyorum. seni seviyor oluşum, seni bile o kadar ilgilendirmiyor olabilir. o benim içimdeki bir sensin. yine de somut şeyler de var. yine de gücünü ve gülüşünü. ve çıkmazlarda saplanıp kalmana katlanamıyorum. bir başkası olsa saçını okşayıp dizimde uyutur ninni söylerdim. bir başkası olmaman tam bu anda büyük talihsizlik.
belki de hayatı yeterince ciddiye almıyorum. belki ölümü bile yeterince ciddiye almıyorum. zorlukları ve çukurları ve ayrılıkları ciddiye alamıyorum bir türlü. yaşamayı hissetmem gerek. ben bir ikizler burcuyum. düşersem düşmek istemişimdir ve hiçbir bıdı bıdı beni oradan kaldıramaz. sen bir ikizler burcusun ve kelimenin tükendiği yerdeyiz. kendine kötü sözler yönelttiğin zaman buna içimden antitezler sunuyorum. ama seni sana bu kadar çok anlatamam. sadece, gözlerimi giyip kendine bakabilsen, başının ardındaki güneşi görebilirdin.
her şeyi yavaş yavaş azaltarak bu dünyadan silinebilir miyiz? şekeri bırakmak gibi. bir bakmışsın hiç kalmamışız. -bana verdiği değeri veremediğim herkese bir özür borçlu değilim, yine de buruk bi his-. konudan sapmıyorum aslında bir konu yok. bazı günler öyle olur. uyanırsın ve yaşantını benzetecek bir şey bulamazsın. bir filme benzesek şüphesiz fight club olurdu bu. belki de ben tyler durden'ım, belki de yokum ben, belki de bir anda uyanırım ve bütün bunlar bir düştür. çağlar boyu rüya dünya.
28 notes · View notes