Tumgik
#bir şeyler güzel şekilde değişecek
Text
04.04.2024
2 notes · View notes
philophobiaaa · 2 years
Text
Buraya gelip bir şeyler yazmayalı uzun zaman olmuş. Bakıyorum da, beni gerçekten etkileyen hiçbir şey yaşamamışım. Bir yanım buruk, bir yanım heyecandan kafayı yemek üzereyken yazıyorum bu satırlarımı. Yıllardır aile üyelerim bir şeyler yaşadığı için oradan oraya sürüklenirken en büyük hayalimi gerçekleştirmek üzereyim. Bu sefer kendi isteğimle gideceğim. Özgürlüğüm için, gerçekten ben olmak için, sevmek ve sevilmek için. Hiç bir gidiş bu kadar muhteşem olamaz. Belki de yargılayacaksınız beni şu an. Ama bu inanın zerre umurumda değil. Ben uzun süredir ilk defa çok mutluyum. İlk defa kendim için seçme hakkım var, ilk defa gerçekten yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Bu nedenle buna kimsenin gölge düşürmesine izin veremem. 
Diğer meseleme gelecek olursak; ben, aşık oldum. Hem de 387 kilometre ötemdeki birine. Çok saçma geliyor böyle düşününce. Ben, götümün dibindekine sahip çıkamadığımı düşünürken kilometrelerce ötemdeki birinin kalbine sahibim. Bu benim için çok trajikomik aslında. Onunla tanışmadan kısa bir süre önce yakın bir erkek arkadaşımla sohbet ediyorduk. Aşkından bahsetti, acısından. Ben de tam olarak bana yakışacak şekilde yaklaştım korkuyla, duygusuzca. Yaşamayınca bilemiyormuşsun tabi. Anlatırken onu dinlemediğimi ve sıkıldığımı fark ettiğinde “Doğru kişinin karşına çıkacağına dair olan inancını yitirmişsin. Buna inanmazsan o doğru kişiyi asla bulamayacaksın, bulsan bile anlamayacaksın. Evet çok canın yanacak, belki bu sana söylediğim şey çok bencilce gelecek ama buna inan. Aşk duygusunu tatmanı, onun acısının bile ne kadar güzel hissettirdiğini öğren.” diyerek benim aklımı bulandırdı. Pek sallamamaya çalışırken dalga geçtiğim, uğraşarak eğlendiğim adam bana yeşil ışığı yaktı.
Hiç görmedim. O küçücük olan profil fotoğrafını bile incelemedim. Sadece sesini duydum, yazdıklarını hissettim. Sonra baktım ki arkadaşımın söylediklerine ben ne kadar inanmak istemesem de, kalbim istemiş ve inanmışım. Duası kabul oldu. Bir süre sonra baktım ki burnundan kıl aldırmayan ben, o kırılıp üzülmesin diye asla’larımın hepsini yıkmışım. Şimdi de ondan 119 kilometre uzaklıktaki kendim olacağım şehre gitmek için hazırlanıyorum. Bulduğum ilk fırsatta onun yanına gitmek için oldu bütün bu hazırlıklarım. “Ne buldun bu kadar çok mu yakışıklı, gözleri çok mu güzel, dişleri muntazam bir şekilde mi dizili, fiziği mi çok iyi?” diye sorabilirsiniz. Ondan çok daha yakışıklılarını gördü bu gözler, dişlerine vücudunun her zerresine özen gösterenleri, mükemmel fiziği olanları kaslı olanları. Ama ben onun kalbi kadar güzel bir kalp görmedim, onunkiler kadar güzel gözlerde hiç kaybolmak istemedim. Fiziksel özellikleri neyi değiştirecek ki sevmeyecek miydim, yine sevecektim. Fiziksel özelliklerimizi değiştirmek günümüzde mümkün. Peki, onlar değişse fiziksel olarak değişse bile karakteri değişecek mi ya da kendini nasıl yetiştirdiği? Hayır, bunlar üzerinde hiçbir etkisi olamaz. Hiç bir şeyi beğenmeyen ben enler listemi onun bütün özellikleriyle doldurdum. O sevmese bile, kusur olarak görse bile ben sevdim. 
Bu sıralar pek benimle ilgilendiği söylenemez. Bu yüzden bu kadar üzücüklü bir yanım. Bir kaç gündür ikimiz de birbirimize değil hayatlarımıza ya da farklı şeylere odaklanmış gibiyiz. Eskisi gibi mesajlaşmıyoruz, sesli ya da görüntülü konuşmuyoruz, fotoğraf bile atmıyoruz. Bu değişim kafamda fazlasıyla soru işaretleri bırakmaya, kaygılarımın artmasına sebep oldu. En acı olan da bunu farketmemesi ve her şeyin normal seyrinde ilerliyormuş gibi davranması. Kırıldım, kırgınım. O çalışırken onun eve gelmesini, uyumadan önce sesini duymayı, o ne zaman uyuyorsa o zaman uyumayı, uyandığımda ya da uyandığında ilk duyduğumuz sesin bizim sesimiz olmasını seviyordum. Lakin madem her şey normal ve ben bunları yapmıyorken de normalse, yapmamın ne anlamı varmış ki. Bir yerde okumuştum: "Kadınlar ilişkilerinin başında karşısındaki kişinin ona nasıl davranmasını istiyorsa öyle davranımış. Karşılığını bulamayıp, kırıldığında ise ona nasıl davranlıyorsa o şekilde davranmaya başlarmış. Belki hatalarını görür diye düşünerek." sanırım bu söz çok doğru. Peki ya bunda da her şey normal görülüyorsa karşı tarafta, o zaman ne yapılmalı? Kafam soru işaretleri ile dolu. En büyük korkum gülüşümü, kendimi kaybetmek iken; şimdi en büyük korkum benden sıkılması, soğuması, benden gitmesi oldu. 3 günde 5 kilo verdiren en büyük korkularım...
Aileme bile bana yaptıkları, davrandıkları için bu kadar bağlı olup olmazsa ne yaparım diye düşündüğümde hiç bir kaygım olmazken; hayatıma ansızın giren güzel kalpli adam giderse ne yapacağımı bilemeyecek durumdayım. Hani derlerdi ya o giderse benim kaybedecek hiç bir şeyim kalmaz diye, ben o cümleyi şov olarak görürdüm. Değilmiş. Şimdi ben de diyorum, o giderse hiçbir şeyim kalmaz. 
Aşkın sadece acı çekmek olduğunu, aşkı aşk yapan şeyin kavuşamamak olduğunu düşünürdüm. Şimdi ise tek dileğim güzel kalpli adamıma, dünya üzerinde görüp görebileceğim en güzel gözlere, beni sevmesini istediğim tek insana kavuşmak. Onsuz kalmamak.
  Bana aşk kelimesini öğreten adamın benden gitmemesi dileğiyle
2 notes · View notes
yeryuzugokyuzu · 3 years
Text
iyi olmak yetmiyormuş. çok değer vermek, özen göstermek, incelik yetmiyormuş.. çok sevmek de yetmiyormuş... bir insanın size doğru bir adım atmasını, bir ses vermesini, bir söz bile söyleyebilmesini sağlayamıyorsunuz. değer vermesini, saygı duymasını, kıymet bilmesini, anlamasını vesaire ne yapsanız sağlayamıyor. sevmesine zaten yetmez, yetmiyor.
hiçbir şey yetmiyor...
ben de böyle... yetmiyorum kimseye. kimse için yeterli değilim, kimse için vazgeçmeyeceği değilim, kimsenin kıymetlisi, özlediği, beklediği, sevdiği değilim. olamadım. olamayacağım... hiçbir insanda, hiçbir hayatta ve hiçbir kalpte yer edinemedim. (aileminkiler de bile...)
güzel insan olmak, iyi insan olmak, sevgini göstermek, emeğin, çaban ve daha nicesi yetersiz, değersiz ve eksik kalıyor. hatta görülmüyor, yok sayılıyor. önemsiz, sıradan bir şey gibi davranıyorlar. değersiz, önemsiz bir insan gibi demiyorum bir “şey” gibi diyorum, cansız bir nesne gibi... alışamıyorum buna. kabul edemiyorum artık bunun sürekli tekrar etmesini, böyle davranılmasını. kalbin mi kırılır, duyguların mı incinir, üzülür müsün, dağılır mısın, yorulur musun diye hiç düşünmeden hayatlarına devam ediyorlar. nasıl yapıyorlar? ... sen de bir köşede sessizce bekle istiyorlar. senin için parmaklarını kıpırdatmaya, birkaç söz söylemeye, gönül almaya eriniyorlar. hiçbir şeyi düzeltmeye, onarmaya niyetlenmiyorlar.
anlayamıyorum. tüm bunlar ne anlama gelebilir ki? kendimi kandırmaya devam mı edeceğim? daha ne kadar? tamam, aramızdaki kan bağı ve diğer bağlar sebebiyle, çok değer verdiğimden, çok sevdiğimden veya benim için değerli, anlamlı insanı yüceltmeye meyilli olduğumdan çok fazla şeyi görmezden geliyor, kabulleniyor, anlayışla ve sabırla karşılamaya çalışıyorum.
ama artık bu bana fazlasıyla zarar veriyor. değersiz hissettirilmeye, eksik ve yetersiz hissettirilmeye, duygularım yokmuş gibi davranılmasına, söylediklerimin duyulmamasına, ciddiye alınmamasına, her hâlime tepkisiz kalınmasına, görmezden gelinmeye, sürekli ertelenmeye, duygularımın düşüncelerimin isteklerimin ruh hâlimin önemsenmeyip yok sayılmasına daha ne kadar ve nasıl dayanacağım?... düşünülmek, değer görmek, sevilmek bunları hissettirmez ki insana. yeterince uzun süre böyle hissederek hatta kanıksayıp kabullenerek yaşadım. bir gün bir şeyler değişecek umuduyla yaşadım.
ve bu gün hâlâ en sevdiğim, herkesten ayrı yere koyduğum, en çok değer verdiğim insanlar tarafından böyle hissettiriliyorum. keşke sadece üzülebilseydim. ruhuma, hayatıma ve sağlığıma o kadar çok hasar bırakıyor ki tüm bunlar... ben iyileşmek, iyileştirmek istedikçe hep aksi oluyor.
değersizliğe, sevgisizliğe, görmezden gelinmeye, kötü hissetmeye, eksik- yetersiz- çirkin- kötü- görünmez hissetmeye tahammülüm kalmadı. böyle hissetmeyi, hissettirilmeyi istemiyorum da hak etmiyorum da... iyileşmeme, kendimle aramı düzeltmeme, kendimi sevmeme, yaşamama engel oluyor...
çok yorgunum, çok huzursuzum. üzülüyorum, canım yanıyor fakat kimin, niye umrunda olsun... bir şeyleri değiştirmeye kimsenin niyeti yok. ne de olsa o kadar önemli değil, o kadar önemli değilim... benim çabalarım hep boşa gidiyor. sesim, sözüm duyulmuyor...
değer görmediğin, değer gördüğünü ve sevildiğini hissetmediğin, sesinin duyulmadığı, kalbinin hissedilmediği, varlığının bir önemi ve anlamının olmadığını hissettiğin yerlerde ve insanlarda ısrarla var olmaya, kalmaya çalışmamalıymışım. bunlara izin vermemeliymişim. kendime kötülük etmeye, zarar vermeye devam etmekmiş. gerçekten isteseler bir şeyler yaparlarmış. hayatlarında olman için, iyi olman için çaba gösterirlermiş. ne kadar seversen sev, değer verirsen ver karşındaki insanlar aynı şekilde hissetmiyor veya göstermiyorsa yapmam gerekenler belliymiş.
öyle bir kuyuya düştüm ki çıkamıyorum... saat 05:00, ben burada sayıklıyorum. kendi kendime konuşuyorum. bir faydası olacakmış gibi. ...
...
27/12/2021
34 notes · View notes
derdiderun · 4 years
Note
Belki saçma gelebilir ama bu konuda o kadar doluyum ki. Sırf insanların değişecek olan davranışlarını görebilmek için bir gün zenginliğin kapısı bana da açılsın istiyorum. Sadece açıkların değil, üniv mezunu olanın değil, sadece paranın iyi bir mevki sahibi olanın olamayacağını ve nice bir çok şeyi kanıtlamak için istiyorum. Acı bir durum bu hâl biliyorum, aşırı doluyum bu konuda. Baba parasıyla üniv gidenlerin, yine baba parasıyla başka şekilde başarı sağlayanların, yani onun bunun karşımda konuşarak kendini yüceltmesi konuşularak yüceltilmesi beni doldurdu. Paylaşır cevap verirseniz uzun süre durmazsa sevinirim hesabınızdayım okuyabilirim hemen. Teşekkür ederim.
Anladım. Aslında sizde biliyorsunuz bu düşüncenizin aşağı bir davranış olduğunu. Onlara karşılık vermek sadece hastalığınızı arttırır.
Günümüzde dizilerin, filmlerin bu dolduruşta çok etkisi var. Dizilerde insanlara empoze edilen bir hayat var. Dizilerde insanların algısı değiştiriliyor;
-Başkalarını aşağılamak ve küçük düşürmek seni popüler ve gözde yapar. Popülerliğin yollarından birinin bu olduğu.
-Fakir insanlar asla mutlu olamazlar. Mutlu olmanın tek yolu zengin veya ünlü olmaktır.
-Birinin değerli ve beğenilen olması için güzel/yakışıklı ve zengin olması gerekir. Yoksa değerli değildir.
-Ahlâkının güzel olmasının hiç bir önemi yok. Çünkü insanlar seni kullanır ve enayinin teki olarak kabul edilirsin. Hırslı ve zeki olmalı, zekanı başkalarının kuyusunu kazmak için kullanmalısın.
-Tek ve gerçek mutluluk bu dünyadaki lüks yaşamla kazanılır.
İşte seni kızdıran, dolduran dizilerdeki tiplere özenen, onları rol model almış yakasını dünyaya kaptırmış hasta olmuş insanlar. Sende böyle olmayı istememelisin bizce. Hatta böyle olmadığın için şükretmelisin...
Gelelim asıl konuya: 
Bu durum gönlünde kıymet verdiğin şeyler ile mutluluğu, izzeti, şerefi nerede aradığınla alakalıdır aslında. Kişi başarısını gönlünde kıymet verdiği şeylere yakınlığı ile ölçer. O kıymet verdiği şeye göre kendini ölçer biçer. İnsan dünyaya bir tek iş için gelmiştir, o da kul olabilmektir. Bazen öyle şeylere çok kıymet veririz ki mesela dünya gibi ama baktığımız da dünyanın Allah katında bir sinek kanadı kadar değeri yoktur, haliyle sahibini de kıymetsizleştirir, mutsuzlaştırır… 
Kulluk görevini yerine getiremeyen bir kimse, her ne başarırsa başarsın bir değer ve anlamı yoktur. Mevlana(k.s), bunu hiç unutulmayacak somut bir örnekle açıklıyor;
“Dünyada unutulmaması gereken bir şey var. Her şeyi unutsan da onu unutmasan korku yok. Fakat her şeyi yerine getirsen, hatırlasan, unutmasan da onu unutsan hiçbir şey yapmamış olursun. Hani padişah seni belli bir iş için köye yollasa, sen de gitsen de o işten başta yüzlerce iş başarsan, hangi iş için gittiysen onu yapmadın, başaramadın ya, hiçbir iş başaramamış sayılırsın.
Şu halde insan dünyaya bir tek iş için gelmiştir, maksat odur. Onu başaramadın mı, hiçbir iş başaramamış demektir.” 
-Dünyanın en güzel işine sahipsin ama bir vakit namaz kılmıyorsun ne değeri kaldı? İstediğin kadar mutlu ol, sonunda en mutsuzu olacaksın…
-100 odalı bir eve sahipsin, zenginsin, herkese göre üstünsün ama bir odasında bir vakit bile namaz kılmamışsın, zekat vermemişsin ne değeri kaldı? İstediğin kadar mutlu ol, sonunda en mutsuzu olacaksın…
-Dünyanın en güzelisin ama sana güzelliği veren Allah’tan gafilsin ne değeri kaldı? İstediğin kadar mutlu ol, sonunda en mutsuzu olacaksın…
-Senin için bütün insanlar çok başarılı, çok çalışkan diyor ama asıl olan Allah’ın ne dediğidir? İnsanlar istediği kadar başarılı desin, çalışkan desin. Sen kulluk yapmazsan, ibadet yapmazsan hiç bir değerin yoktur, her şeyin boşa gidecektir.
Biz İzzeti ve şerefi nerede arıyoruz: Dünyalık bir makamda mı? Prestijli bir işte mi? Güzellikte mi? Zenginlikte mi? nerede arıyoruz.
İzzet İslâm'dadır:
Hz. Ömer (radıyallahu anh) Şam'a gelince, Ebû Ubeyde b. Cerrâh hazretleri, emrinde olanlarla birlikte onu karşıladı. Halife Ömer devesinden indi. Yerine kölesini bindirdi. Çünkü kölesi ile nöbetleşe biniyorlardı. O saat, binme sırası köleye gelmişti. Kendisi yuları tuttu, su kenarından geçerken mestlerini çıkardı. Ayaklarını suya soktu. Şam ordusunun kumandanı olan Ebû Ubeyde,
“Yâ halife! Böyle ne yapıyorsun? Bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, müslümanların halifesini görmek için toplandılar. Sana bakıyorlar. Bu yaptığını beğenmeyecekler” deyince Hz. Ömer,
“Yâ Ebû Ubeyde! Senin bu sözün, burada toplananlar için çok zararlıdır. İşitenler insanın şerefini, vasıtaya binmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Şerefin, müslüman olmakta ve ibadet yapmakla olduğunu anlamayacaklar. Bizler bir zamanlar düşük insanlardık. Allah Teâlâ müslüman yapmakla bizleri şereflendirdi. Cenâb-ı Hakk'ın verdiği bu lezzetten, bu şereften başka şeref ararsak, Hak Teâlâ yine bizi zelil eder, her şeyden aşağı eder. İzzet İslâm'dadır. İslâm'ın ahkâmına uyan aziz olur. Bu ahkâmı beğenmeyip izzeti, huzuru, saadeti başka şeylerde arayan zelil olur” dedi.
Şimdi öyle bir şeye kıymet ver ki senin de kıymetin artsın. Bırak o hasta insanlara cevap vermeyi, sen kul olabilmek derdine düş, güzel bir kul ol, ibadet et, senden daha değerlisi yoktur. Allah sana hem dünya da hem ahirette kıymet katar, değer katar. Sen izzeti ve şerefi İslam’ın ahkamına uymakta ara. Eğer böyle yaparsan, içindeki mutsuzluk, sinir hali, dolmuşluk, huzursuzluk gidecek Allah’ın izniyle. Buna inandığın derece de mutlu olursun. Ölçün bu olduğu sürece istikamette olursun.
Allah’a emanet olun...
36 notes · View notes
Text
Nefes alamadığım zamanlar var mesela benimde. Böyle kaskatı kesilip hatırladığım şeyler. Gözlerimi dolduran şeyler. Birazına ben, birazına onlar sebep oldu işte. Birlikte hayal kurduğum insanın şimdi başkasıyla birlikte o hayalde dahil olması, çoğu sevdiğim kişiyi yani hayatına girdiğim herhangi birini felakete sürüklüyorum. Gerçekten bir felakete sürüklüyorum. Bu önemli değil artık kimsenin hayatına girmiyorum. Girdikleriminde hayatından yavaşça çıktım kimse ses çıkarmadı. Hepsi dünden razıymış zaten. Umarım hepiniz mutlusunuzdur. Umarım şimdi eğlendiğiniz kişiler sizi üzmüyordur, umarım şimdi en yakın arkadaşınız sizinle benden çok daha güzel hayaller kurup, yapıyordur. Umarım bana verdiğiniz 3 kuruşluk değeri onlara kat ve kat daha fazlasını veriyorsunuzdur. Aslında o kadar eminim ki diğerlerine verdiğiniz değerin bana çeyreğini bile vermediniz... Ya da verdiyseniz bir şekilde acısını çıkardınız. Bunun 7'den 70'e yani 70 yaşıma da gelsem (ki o kadar yaşar mıyım bilemem de dnnddn) işte 20, 30,40 hiç fark etmez bunun her zaman böyle olacağına eminim kii... Sadece bu olayları karşılama tepkim değişecek. Sizin tepkiniz bana karşı hiç değişmeyecek. Sorun yok. kimseye ihtiyacımın olmadığını biliyorum. Tek birine hariç. Sadece yanımda olmasını isterdim en yakın arkadaşım dediğim insanın o da artık en yakın arkadaşım bile değil artık. Ona göre. Bana göre zaten giden gitmiş, gelen gelmiş alışıyorum bir zaman sonra... Çok uzun yazı oldu, olsun. Bu da geçer bu da gider. Çünkü geçmek zorunda.
Her şey yine güzel olacak. Bende dahil hiç birimiz umudumuzu kaybetmeyeceğiz. Herkes gelip geçici bunu biliyorsunuz.
5 notes · View notes
wmoffice · 4 years
Text
Yeni nesil teknoloji ile gelecek nasıl şekilleniyor?
Kesin kanyağını tam bilmiyorum bir kaç yerde paylaşılmış ve viral olmuş: aynı şekilde bende sizlerle paylaşmak istedim. Alman Yazar Udo Gollub, geçtiğimiz günlerde korkutucu ve bir o kadar da hayatımızı etkileyebilecek, geleceğe dair öngörülerini paylaştığı bir yazı yayınladı. Yazıyı sizler için dilimize çevirdik.
Mercedes Benz‘in müdürü, yakın zamanda verdiği bir röportajda; artık rakiplerinin diğer araba firmaları değil Tesla, Amazon, Google, Apple ve benzeri teknoloji şirketleri olduğunu söyledi. Asla değişmeyen 3 şeyin olduğu söylenir: 
Ölüm, Vergiler ve Değişim!
Önümüzdeki 5-10 yılda yazılımlar, geleneksel endüstrilerin çoğunluğunu rahatsız edecek. Uber, sadece bir uygulama ve bir tane bile arabası yok ancak yine de dünyanın en büyük taksi şirketi konumunda. Airbnb, dünyanın en büyük hotel şirketi ancak hiçbir mülkleri yok.
Yapay Zeka
Bilgisayarlar dünyamızı anlamada katlanarak artan bir şekilde daha iyi oluyorlar. 2016’da bir bilgisayar dünyanın en iyi go oyuncusunu yendi ki bu beklenenden 10 yıl daha önce gerçekleşti. ABD’deki genç avukatların iş bulması çok zor hale geldi. Çünkü IBM‘in Watson uygulaması sayesinde sadece saniyeler içinde yasal danışmanlık alabiliyorsunuz ve bunu 90% oranında başarıyla yapıyor ki insan eliyle yapılanlar başarı oranı 70%. Eğer hukuk okuyarsanız, en kısa zamanda bırakın çünkü gelecekte %90 daha az avukata ihtiyaç olacak ve sadece uzmanlar kalacak piyasada. Watson, insan hemşirelere kıyasla 4 kat daha başarılı bir şekilde kanser teşhisinde bulunabiliyor. Facebook‘un sahip olduğu yüz tanıma uygulaması, yüzleri insanlardan daha başarılı bir şekilde tanıyabiliyor. 2030’da, bilgisayarlar insanlardan daha akıllı olacaklar.
Otonom (Kendi kendini süren) Arabalar
2018’de, ilk kendi kendine giden arabalar halka sunulacak. 2020 civarında tüm endüstri bundan kötü etkilenecek. Artık bir araba sahibi olmak istemeyeceksiniz. Telefonunuzla bir araba çağıracaksınız ve olduğunuz yere gelip sizi istediğiniz yere ***ürecek. Arabayı park etmenize gerek olmayacak, sadecej ücreti ödeyeceksiniz ve yolculuk esnasında çalışabileceksiniz. Çocuklarımız asla ehliyet ve araba sahibi olmayacaklar. Bu durum şehirleri de değişterecek çünkü 90-95% daha az arabaya ihtiyaç duyacağız. Otoparkları, park alanlarına çevirebiliriz artık. Tüm dünyada her yıl yaklaşık 1,2 milyon insan araba kazalarında hayatını kaybediyor. Günümüzde 100 kilometrede 1 kaza anlamına geliyor bu. Özerk arabalar bu oranı 10 milyon kilometrede 1 kazaya düşürecek. 1 milyondan fazla insanın hayatı kurtulmuş olacak her yıl. Araba firmalarının çoğunluğu da büyük ihtimalle batmış olacak. Geleneksel araba firmaları evrimsel bir yolla daha iyi arabalar üretmeye çalışıyor ancak teknoloji firmaları (Tesla, Apple, Google…) devrimsel bir yolu tercih edecekler ve tekerlekleri olan bir bilgisayar inşa edecekler. Audi ve Volkswagen‘daki birçok mühendis, Tesla‘dan korkuyor. Sigorta şirketleri çok büyük sorunlar yaşacaklar çünkü kazalar azaldıkça sigorta fiyatları da düşecek. Araba sigortası modelleri yok olacak. Emlak piyasası da değişecek. Çünkü insanlar evden işe giderken yolda çalışabiliyorlarsa daha uzak yerlerdeki daha güzel mahallelerde yaşamayı tercih edecekler. Elektrikli arabalar 2020’lerde çok yaygın olacak. Ayrıca tüm yeni arabalar elektrikle çalışacağı için şehirlerde daha az gürültü olacak. Elektrik inanılmaz bir oranda ucuz ve temiz olacak: Güneş enerjisi üretimi 30 yıldır katlanarak artıyor ancak şimdiden yarattığı olumlu etkiyi görebilirsiniz. Geçtiğimiz yıl, fosil yakıtlardan daha fazla Güneş enerjisi paneli kuruldu. Enerji firmaları, evlere Güneş enerjisi sektöründe rekabeti azaltmak için çaresizce diğer firmaların sektöre girişini limitlemeye çalışıyor ancak teknoloji bunun da üstesinden gelecektir. Ucuz elektrik, ucuz ve verimli suyu da beraberinde getiriyor. Deniz suyunun arındırılmasının maliyeti metreküp başına 25 cent olmuş durumda. Dünyanın birçok bölgesinde yetersiz su kaynağı yok sadece yetersiz içilebilir su kaynağı var. Eğer neredeyse hiç bir maliyet olmadan herkes istediği kadar temiz suya ulaşabilirse neler olur bir hayal edin.
Sağlık
Tricoder X‘in fiyatı bu sene duyurulacak. Bazı firmalar Tricorder (Star Trek‘de medikal tarama yapan bir cihaz) denilen ve telefonunuzla çalışan bir medikal cihaz üretiyorlar. Bu cihaz sayesinde retina taraması yapabilir, kan ve nefes örneklerinizi sisteme yükleyebilirsiniz. Cihaz, 54 biyogöstergeyi analiz ederek neredeyse tüm hastalıkları tanımlayabilecek. Ve ucuz olacağından neredeyse dünyadaki herkesin bu medikal sisteme erişimi olabilecek. Hoşçakal, tıbbi kurumlar. 3D Yazıcılar
Son 10 yılda en ucuz 3D yazıcının fiyatı 18.000$’dan 400$’a düşerken hızı da yaklaşık 100 kat arttı. Tüm büyük ayakkabı firmaları çoktan 3D yazıcılarla üretime başladılar. Bazı uçak yedek parçaları çoktan 3D yazıcılarla üretilmeye başlandı. Uzay istasyonunda bulunan 3D yazıcı sayesinde de eskiden yanlarında taşımak zorunda oldukları onca yedek parçayı elimine ettiler bile. Bu yılın sonunda akıllı telefonlar 3D tarama özelliklerine sahip olacaklar. Artık telefonunuzla ayağınızı tarayıp evde ayağınıza mükemmel uyan bir ayakkabı üretebileceksiniz. Çin’de 6 katlı bir ofis binası 3D yazıcıyla üretildi bile. 2027’yılına geldiğimizde üretilen her şeyin 10%’u 3D yazıcılardan çıkmış olacak.
İş Fırsatları
Eğer girmek istediğiniz bir iş fikri varsa, kendinize sorun: Gelecekte bu iş var olacak mı?. Eğer cevabınız evet ise bunun gerçekleşmesini nasıl hızlandırabilirsiniz? Eğer bu iş telefonunuzla çalışmayacaksa unutun o fikri. 20. yüzyıl’da başarıya ulaşması için tasarlanan her iş fikri 21.yy.’da başarısızlığa uğrayacaktır.
İş
Önümüzdeki 20 yılda, günümüzdeki işlerin 70-80%’i ortadan kalkacak. Elbette gelecekte yeni işler olacak ancak herkes için yeteri kadar olacak mı bu kadar kısa sürede, orası belli değil. Tarım Gelecekte 100$’lık bir tarım robotu olacak. 3. Dünya ülkelerindeki çiftçiler, tüm gün tarlada çalışmak yerine kendi robot çiftçilerinin yöneticisi olabilecekler. Topraksız tarım çok daha az su ile yapılacak. Petri kapında yetiştirilen ilk et hazır bile ve gelecekte gerçek hayvandan üretilen etten daha ucuz olacak. Günümüzde tüm tarım arazilerinin 30%’u inekler için kullanılıyor. Eğer bu alanlara ihtiyacımız olmazsa neler olur hayal edin. Böcek proteinini yakın zamanda piyasaya sürmeye hazırlanan yeni girişimler var. Böcekler normal etten daha fazla protein içeriyor. Bu ürünler alternatif protein kaynağı olacak etiketlenecekler çünkü birçok insan hala daha böcek yeme fikrine sıcak bakmıyor. “Moodies” adı verilen ve hangi ruh halinde olduğunuzu tespit eden bir uygulama var. 2020’de yüz ifadelerinizden yalan söyleyip söylemediğinizi anlayabilecek uygulamalar olacak. Bu uygulamanın kullanıldığı ve katılımcıların yalan söyleyip söylemediklerinin yayınlandığı bir siyasi tartışma programını hayal edin. Bitcoin, gelecekte dünyanın olağan para birimi haline gelebilir. Uzun Ömür Günümüzde her yıl ortalama insan ömrü yaklaşık 3 ay uzuyor. 4 yıl önce ortalama insan ömrü 79 yıldı, günümüzde ise 80 yıl oldu. Ortalama artışın kendisi bile artıyor. 2036’ya geldiğimizde, ortalama 1 yılda 1 yıldan daha fazla artacak. Yani hepimiz çok çok uzun hayatlar yaşayabiliriz, büyük ihtimalle 100 yıldan uzun hayatlar.
Eğitim
10$ gibi bir fiyata Asya ve Afrika’da en ucuz akıllı telefonlara ulaşabileceksiniz. 2020’ye geldiğimizde insanların 70%’i akıllı telefon sahibi olacak. Herkesin dünya seviyesinde bir eğitime erişimi olacak demek bu. Her çocuk, 1. dünya ülkelerindeki çocukların okulda öğrenmesi gereken şeyler için Khan Academy‘yi kullanabilir. Uygulamayı Endonezya’da yayınladılar bile. Yakında da Arapça, Svahili ve Çince sürümleri de çıkacak. Eğer İngilizce uygulamayı bedava yayınlarsak olağanüstü bir potansiyel görüyorum. Yarım yıldan kısa bir sürede Afrika ve dünyanın geri kalanındaki çocuklar akıcı bir İngilizceye sahip olabilir.
1 note · View note
adam-slx · 4 years
Text
Baktım kimsenin benimle röportaj yapacağı yok, ben de kendimle yaptım. Soruları başkasından duymanın zorluğu heyacanlı olabilir ama kendi kendime kolay soracam şike yapacam ;)
Kimdir adam_SLX?
Adam_SLX adımın anagramı. Bir zamanlar doğan araba vardı slx hiç bir boka yaramazken sırf slx yazısı yüzünden lüks sınıfa giriyordu kendini lüks sanıyordu benimkide işte onun gibi aslında CLK da koyabilirdim söylenmesi zor geldiği için böyle oldu. İsmin çok büyük bir anlamı yok. Yegane olması dışında bir önemi olduğunu sanmıyorum.Zamanında teknik yazılarla, buradaki cinsten yazıları birbirinden ayırmak ve kendimi daha serbest hissetmek istediğimde edindiğim bir müsteardı bu. Öyle devam ediyor şimdilik. Yani duvara toslayana kadar devam
O zaman adam_SLK'i uyduran adam kimdir diyelim.
40 küsür yaşında, fazlasıyla uzamış bir fakülteyi bitirememiş, Evli. Malatya’da yaşıyor. Bir oğlu ve bir kızı var. Kitapların arkasındaki özgeçmişlere gülerdim ama bu da öyle oldu.
Neden yazıyor?
Kendini hafifletmek için. Wittgenstein Tractatus’un takdiminde bu kitap buradaki sorularla daha önce meşgul olmuşlar dışında kimseye cazip gelmeyecektir diyor. Bütün fikir eserlerini böyle anlama eğilimindeyim. Buradaki yazılar da ancak benzer soruları sormuş insanlar tarafından ilgi görebilir. O sebeple popülerlik merakım olmadı
Sorulan sorulara cevap vermeyi pek beceremiyor gibisin
Biraz öyle. Daldan dala. Neden yazdığımı sordun, neden böyle yazdığımı anlatıyorum. Neden yazdığımın mantıklı bir sebebi yok. Dünyayı değiştirmek yazıyla olacak bir iş değil. Yazı kağıtta bulunduğu sürece zararı veya faydası dokunacak bir silah değil. Daha doğrusu insanların, en azından Türkiye’de bilgi edinme yollarının yazıyla pek kesişmediğini düşünüyorum. Bizim yazarlarımızın bu kadar basmakalıp olması da bundan. Sözle tekrar edilemeyecek, konuşmaya aktarılamayacak, lafı edilemeyecek, sadece yazıyla anlaşılabilecek bir konuda yazmıyor kimse.
Yazı sürecin nasıldır?
Kafama takılan bir konuda oturur yazarım. Yazı biterse buraya koyarım. Bir kerede bitmezse muhtemelen hiç bitmez. Sayfalarca yazmayı sevmem. Okuyana da, bana da yazık. Bir meseleyi en kısa şekilde anlatmaya çalışırım ve bunu her zaman becerebildiğimi düşünmüyorum. Yine de uzun yazmanın övünülecek bir tarafı yok. Okunacak materyal artıyor, okuyacak zaman azalıyor. Zor konuların da basit şekilde aktarılabilmesi lazım.
Ne olmak isterdin?
(soruya bak hele birde kendime kolay soru soracaktım)
Senin için en zor şey ne?
(sırayla gelsene kavat teker teker sor)
İnsan için en zoru kendisi olmak sanırım. Internet devrinde buna gerçek olmayı da eklemek mümkün. Adam_slx gibi isimle yazan birinin gerçek olmaktan bahsetmesi biraz tuhaf görünebilir ama zaten mesele bu. İnsanlar, tanıyanlar, yazıyı okuyanlar beni dünkü halimle biliyor veya daha önceki. Bu sabah uyandığımda ne olduğumu, kendim de dahil kimsenin bildiğini sanmıyorum. Bu en zoru.
Bir de taklit etmenin kolaylaşmasından kaynaklı bir sahtelik var. Bunun önüne geçmek zor. İnsanın düşünüyormuş, hissediyormuş, seviyormuş, anlıyormuş, biliyormuş gibi yapmasının kolaylaştığı bir çağda yaşıyoruz. Bunlara kapılmadan, kendini olduğun halinle gösterebilmek zor. Kendimde uğraştığım en önemli sıkıntı bu.
Bir de çalışmak zor. Düzenli olmak zor. İlgi oruspusu biri değilim, Dağınık, biriyim İlgim çabuk dağılır ve yapabileceğim pek çok işin sonunu o yüzden getiremiyorum. Düzenli yazmayı istiyorum ama çok zaman daha çekici işler oluyor. Bir de insan kendini bilgi yönünden hep eksik görüyorsa, onu tamamlamaya, yazmaktan daha önem veriyor.
Dini konulardaki takıntın nereden geliyor?
(la bir de dine girme, illa gireceksin iyiki kendime soram şike yapam dedim insanın kendi kendini.......... Siz anladınız kendime küfür etmiyecem)
Buna takıntı demek ne kadar doğru bilmiyorum.
İnsan kendine bir anlam biçmeye çalışıyor. Din de bu konuda bana bir eksen. Başka bir yerde de arayabilirdim belki, ancak Hz. İbrahim’in güneşi tanrı bilip, battığında vazgeçmesine benzer duyguları pek çok düşünce için yaşadım.
İnsanın kalbi hakkı ve batılı bilir, hangi işin iyi, hangisinin kötü olduğunun çok defa farkındadır. Ben fıtrat üzere yaratanın, su mecraı tabiatlı kurallarına tabi olmanın, aklın ve kalbin en önemli devası olduğuna kanaat ettim.
İslam deyince tek bir din yok, çok değişik anlayışlar var, seninki ne? (la bi siktir git yapmıyorum kendimle röportaj möpartaj)
Evet. Yaklaşık bir milyar kişinin dininden bahsediyoruz. Kendine müslüman diyenlerin bir kısmıyla, belki büyük kısmıyla sokakta karşılaşsan yolunu değiştirmeyi düşünürsün. Buna rağmen neden İslam? Sanırım bunu sormak istedin
Birincisi şöyle bir şey söylemem lazım: Allah insanlara kardeşsiniz demiş. Malum kardeşlik, kişinin kendi iradesiyle oluşturduğu bir ilişki değildir. İnsan arkadaşını seçebilir ama kardeşini seçemez. Hallerini beğenmediğim kardeşlerime de böyle bakıyorum, evet eleştirilecek yönleri çok olabilir ancak onlar aynı kıbleye yöneldiğim kardeşimdir ve bu kardeşlik hukuku benim keyfimle veya onlardan utanmamla değişecek bir hukuk değildir. İnananlar kardeştir ve bu kardeşliğin bir hukuku vardır.
Bunun yanında insan Allah’a, resulüne vahyettiğine ve dünyada yaptıklarının karşılığını göreceğine inanıyorsa müslümandır. Daha doğrusu kendini müslüman görüyorsa öyledir.
Bu çok geniş bir tanım değil mi?
Evet, geniş. Yani birbirlerini tekfir eden pekçok kesimi de bu tanıma göre müslüman görebilirsin. Biri şöyle diyen müslüman olamaz diyor, öteki bunu diyen müslüman olamaz diyor. Bunların hiçbirinin çok verimli tartışmalar olduğunu düşünmüyorum. İnsanların ilmini ilerleten, onları daha iyi yapan tartışmalar değil.
Ortada oluşmuş, benim de içinde yaşadığım bir İslam anlayışı var. Bazıları bu anlayışın doğru olmadığını, bazıları da mutlak doğru olduğunu söylüyor. Şahsen bu tartışmaların hiçbirinin yeni vahiy olmadan çözülemeyeceğine inanıyorum. Biri kalkıp, Kur’an’da aslında üç vakit namaz var gibi bir şey söylediğinde, başkası da hayır efendim, şöyle şöyle diyebilir ancak bu tartışmayı kesin olarak sona erdirmek için birinin, daha önceden kimsede olmayan bir bilgi sunması lazım. Dini konuda o da ancak vahiy olabilir. Neticede herkesin kendi kaynaklarını kendi belirlediği, kendi yorumladığı bir dünya burası.
O sebeple dini içerikli tartışma yapmak bana hayli lüzumsuz geliyor. Doğruyu anlatmak, yaşamak, arızaları göstermek, sorunları teşhis edip çözüm aramak güzel; ancak ben senden daha iyiyim anlamına gelecek kavgalar hoşuma gitmiyor.
(ASW) Efendimiz’in bile Ehl-i Kitab’la bitiremediği cinsten meseleler bunlar. O sebeple Kur’an’ın ahiret gününde hesaplaşmak çağrısının bir ölçüde müslümanlar arasında da geçerli olmasını temenni ediyorum. Herkes kendini kurtulmuş fırka görüyor. Sanırım bir ben değilim.
Hepsine eşit mesafede misin yani? (hepsinin :) yine siz anladınız)
İtikadî konuların ise gereğinden fazla büyütüldüğü kanaatindeyim. Namaz kılmayan insanın meleklerin tabiatı veya Levh’in vasfı konusunda neye inandığı şahsen büyük mesele gelmiyor. Kelam’da zorlama gördüğüm kısımlar yok değil, vahyin tabiatı konusunda siyaseten doğru bir tanım var, bunu savunmak için şöyle olması için böyle olması gerekir diye kabul görmüş pek çok inanç da var. Vahiy şöyledir, böyledir demek için insanın vahiy almış olması lazım, bu sebeple bu konuda son vahiyde ne söyleniyorsa aynen kabul ediyorum ve üzerinde fazla spekülasyon yapmayı lüzumsuz görüyorum mesela. Amel bana sadece lafta kalan bir imandan kat kat daha önemli geliyor. Ehl-i Sünnet’in doğru itikat kurtuluş için yeterlidir demesi mesela bana o sebeple pek makul gelmiyor. Amel iman için yeterli bir karar verici olmayabilir, yani bir insan kötülük işlediği halde imanlı olabilir. Bu tamam. Ancak buradan iman daha çok önemlidir, amel daha az önemlidir diye bir sonuç yerine imanı Allah, ameli insanlar bilir demeyi tercih ederim. İnsan olarak amele bakarım, imanı da onu bilene havale ederim.
İki insan düşünün. Birincisi imanlı, iyiliği olmadığı halde ibadeti tam, falanca itikat kitabında ne yazıyorsa iman etmiş. Diğeri namaz kımıyor, fazla kötülük yapmamaya çalışıyor belkide ateist kur'an da yazan kıssaların illa gerçek olmasının gerekmediğini düşünüyor. Bir cami hocasına sorarsanız, birincisi kurtulmuş, ikincisi kaybolmuştur. Bu anlayışı vicdanıma açıklamakta hayli zorluk çekiyorum.
Peki dini açıklamakta zorluk çekmiyor musun? Yani hayatı kendine bu kadar zorlaştırmaya ne gerek var?
Bir zamanlar attığım bir twetin altına, sen bunları düşünme, bak adamlar teknolojide ne kadar ileri gittiler, biz hala bunları tartışıyoruz diye bir yorum bıraktı.
O zaman ne cevap verdiğimi hatırlamıyorum ancak bu kafa konforuna imrendiğimi hatırlıyorum. Dünyayı böyle algılayabilmek ister miydim? Hayır istemezdim ama bu rahatlık bir an çok çekici gelmişti.
Zamanımızda bir şeylere inanan bir insan olmak :) mağlup başlamak demek. Ateizmin takib edeni az görünse de insanların pek çoğu günlük hayatını Allah yokmuş gibi devam ettiriyor. Dünyevi menfaat varsa, her tür maskeyi takıp, her tür taklayı atabilen insanlar oluyoruz.
İnanıyor olmanın getirdiği sahteliğe bir de insanın para için çalışmak zorunda olmanın getirdiği yıkılmışlık hissini eklemek lazım.
İslam dünyasının zayıflığını henüz bitmemiş bir hikayenin bir perdesi gibi görüyorum. Batı’nın gelişmişliğinin temelinde sömürüyü icad etmesi var ve ona her şekilde meftun olmanın, her tür ahlaksızlığı yaparak zengin olan bir insana meftun olmaya benzediğini düşünüyorum. Bir toplumun ekonomik gelişmişliğine altını araştırmadan hayran olanlar, insanları aldatarak zengin olmuş birine de hayran olabilir.
İslam dünyasının tek derdi ekonomik/endüstriyel değil tabii. Sosyal olarak da, zihnen de kuru, fakir düşmüş bir dünya. Bunların büyük kısmının da doğru yaşamaya önem vermemekten ve Allah’ın emrettiği şekilde yaşamamaktan kaynaklandığını düşünüyorum. Lafı, görüntüyü, siyasi doğruculuğu, idare etmeyi ve benden atlasın da kimde patlarsa patlasın anlayışını, hakikatten, inandığını söylemekten, Allah’tan başka kimseye kul olmamaktan, sorumluluk almaktan öne alınca; tabii ki Allah’ın bu ümmeti getirip bıraktığı hal de bu oluyor.
Naçizane İslam dünyasının bugünkü haline bakıp, bunlar müslümansa ben değilim diyen pek çok insan olduğunu ve onların pek de haksız olmadığını düşünüyorum. Bununla beraber Allah’tan beni doğru yola iletmesini istediğimde, bunu kalpten istediğimde cevapsız kalmadım. İmanımın başka bir sebebi yok. Bundan dolayı bu mesele sözkonusu olduğunda, her zaman ufak sebeplerin, büyük sebeplerden daha önemli olduğunu düşünürüm. Kısacası, Allah’ın kendilerine nimet edilenlerin yoluna ilettiği kul olmaya çalışıyorum, o da rahmetini esirgemiyor diyelim. Allah'ın varlığına ısrarımın Allah’tan başka mebdei de, hedefi de sanırım yok.
Peki inanmayan insanlar hakkında ne düşünüyorsun?
Allah’ın varlığını inkar edenlerin pek çoğunda gördüğüm: Allah şöyle olsaydı, böyle olurdu; şu olsaydı, bu olurdu diye giden bir mantık silsilesi. Allah güçlü olsaydı, falanca çocuğun hastalığını iyi ederdi mesela, veya yeryüzünde savaş olmazdı. Allah’a ne yapması gerektiğini öğretip, sonra onu yapmadığı için onu inkar etmek biraz çocukça. Benim de mantığım duruyor, bir insanın çektiği acıyı gördüğümde, yeryüzündeki adaletsizliği farkettiğimde, namütenahi iyi ve namütenahi güçlü Allah’ın buna nasıl izin verebildiğini merak ediyorum. Bununla beraber bu merak, sadece merak olarak kalıyor; gayba merak olarak. Çünkü bir yandan da, bu gibi soruların hiçbirinin, hiçbir insan tarafından, hiçbir din anlayışı tarafından tam olarak çözülemediğini görüyorum. Bir insanın Allah’ın varlığını inkar edip, kendisinin varlığına nasıl iman edebileceğini sorguladığımda da benzer bir merak alıyor beni. Ateistler Tanrı yok, olsaydı kötülük olmazdı diyip, bu meseleden kurtulduklarını sanıyor olabilir ama neden varız? sorusunun cevabı onlar için de yok. Bu cetvelde giden soruların hiçbirinin tüm insanları ikna edecek bir cevabı yok. Hindular bir meseleyi reenkarnasyon ile çözdüklerini düşünebilir ama reenkarnasyonun nasıl olduğu meselesini çözemez, Zerdüştîler İki Tanrı olduğunu, birinin iyi, birinin kötü olduğunu söyleyebilir ama kainatın büyük boşluğunda olmayan iyilik ve kötülüğün neden başka şekilde değil de bizim dünyamızda, bizim aracılığımızla çatıştığını açıklayamaz.
Bu sebeple buradaki hüccet kişinin kendiyle rabbi arasındaki ilişkiden doğar. İnsan kendi nefsi, hevesleri, yaşadıkları, bildikleri rab olarak kendine yetiyorsa, söylenecek pek fazla şey yok, rabbiyle mutlu olsun. İnsanların rab olarak tanıdıkları hiçbir şeyde bir rablık göremedim. Hepsi sebep sonuç ilişkisi içinde, bugün varsa, yarın yok olabilecek şeylerdi. Allah’ı bu sebep sonucun dışında, hepsinin hakimi olarak görüyorum. Bu konuda sorulan soruların pek çoğuna bilmiyorum diyeceğimin farkındayım, Allah’a Allahlığı, kainata kainatlığı öğretecek halim yok. Yapabileceğim sadece hakikatin tarafında olmak.
Sana dinsizim dilsizim Irksızım cinsiyetsizim dersem bu konuyu kapatırmısın
Nasıl yani sabahtan beri burada din ile ilgili sorduğum tüm sorulara bu yanıt biraz saçma olmadı mı? (demiştim beni anlamak zor, ben bile kendimi anlamıyorken)
benim dinim senin dininden daha kutsal olduğunu söylüyorsa o dinin canı cehenneme
benim dilim senin dilinin konuşmasını engelliyorsa kahrolsun
benim ırkım senin ırkından daha üstün olduğunu söylüyorsa o ırkın........ (siz yine anladınız)
benim cinsiyetim senin cinseyitinden daha üstünse (eeee götünü veren erkekler var onları ne yapacaksınız)
Kutsal saydığım bir atam yok kutsal saydığım bir bayrağım yok kutsal saydığım bir vatanım yok
Bir gün ömrü olan kelebeğin yarım saat daha fazla yaşaması için hiç gözümü kırpmadan canımı verebilirim, kimse beni yukarıda saydığım kutsallar için ölmemi beklemesin :)Varsa bir sorun sor (sorarsan sikerim cevabını) yoksa siktir git :)
2 notes · View notes
marcovaldoca · 5 years
Text
YÜRÜMEK
Siyasal kütüphanesinden çıkıyorum. Samimiyet tazelemek adına, uzunca zamandır konuşamadığım, keyifli muhabbetini özlemle andığım bir dostum ile buluşacağım. Muhabbet ede ede adımlıyoruz Ankara'nın en eski hudutlarını... Sınırsızlığı gözlüyoruz eski duvarların berisinde. Cebeci civarı kaldırımlarını.
''Ne güzel yerlermiş önceden buralar, bu sokaklar, bu taş duvarlı binalar, sek sek oynanan asfaltlar.'' diyor. ''Yürümek!'' diyor sonra: ''Ne güzel değil mi?''
Yürümek.. Aklıma ilk gelen, kitaplığımda okumak için çok önceden arşivlediğim, -ama nedense- okuyamadığım bir kitap geliyor. İşte dostum, anımsadığım şeyin, birazdan muhabbetini açacağı düşündükleriyle özdeş olduğunu belirtecek adımı, o an yaptığımız işle de uyumluyarak anlatmaya başlayacak: ''Sevgi Sosyal okumuş muydun? Yürümek.'' Aklıma, çok önceden yine bahsi açılmış bir başlık geliyor: Sevgi Soysal. Yine dostumun önerisiyle okumuştum 'Yenişehir'de Bir Öğle Vakti'ni. Bizim için, zor, anlaşılmaz bir muhabbet olmasa gerek artık: ''Okudum. Konuşmuştuk ya Yenişehir'de bir Öğle Vakti'ni!'' ''Öyle ya.'' diyor.
Arada çokça muhabbet var, buradan yazmaya kalkışsam, okumaktan bıkacağınız bir ürün olmasından korkacağım. O yüzden kısa kesiyorum. Muhabbetin hemen akşamında başlıyorum kitaba, kısa zamanda bitiriyor, hatta bazı kısımları tekrar tekrar okuyorum. Açıkçası, benim için kötü zamanlardan birisine denk geliyor. ''Ama iyi ki denk geliyor!'' diyorum kendime. ... Yakın zamanda, bana bu kitabı öneren dostuma, hem teşekkürlerimi iletmek, hem de bende bıraktığı etkiyi anlatmak için bir mail atıyordum. Mailimin tamamını buradan veremeyeceğim ama, kitabı okuduğum zaman açısından kötü olan 'günleri', kitabın bende bıraktığı izle uyumlayarak, meramımı anlatmaya çalışacağım:
''Yürümek.. Sevgi Soysal.. Kitabın yargılanma 'tiyatrosunu' bir yana bırakıyorum; gerek yok. Ama bu 'mühtencenlik' içinde toplum baskısını, cinsiyet farklılıklarını gündelik hayat içerisinde ne de güzel anlatıyor; net, açık, doğrudan. Hikaye Ela'dan Mehmet'e yahut Mehmet'den Ela'ya geçerken doğa betimlemeleri dikkatimi çekiyor. Kitap da yürüyor, doğa da, bilinç de.'' diyorum mailimde. ve kitaptaki bu doğa betimlelerinden birini vurguluyorum:
''Yeşil çalıların arasında, çok yavaş bir ilerlemeyle ayırdedilebilirdi kaplumbağa, yoksa donuk yeşil kabuğu, bitki örtüsünün herhangi bir parçası gibi kaynaşmıştı çalılığa. Çalılar, dikenler rüzgarla kımıldadılar, kaplumbağa çekti ayaklarını kabuğunun içine, kımıldamadı. Tahtamsı, yıllanmış, yaşlı, koruyucu kabuk yine gizledi canlılığı. Yıllarca ve yıllarca gizlediği, koruduğu canlılığı. Kaplumbağa ne dikenleri, ne gelincikleri, ne de onları yerden yere savuran rüzgarı, donduran soğukları, boğan, öldüren yağmurları tanıdı. Koruyucu kabuğunun içinde, bitki örtüsünün savaşlar, tehlikelerle dolu gününden saklanarak durdu, durdu. Yağmurlardan, fırtınalardan sonra, kısa ömürlerini tüketmiş çalıları, otları az geride bırakarak ilerledi, yavaş yavaş, çok yavaş, yeni filizlenmiş dikenlere, çalılara doğru, onların aralarına gizlenmek, ama hafif rüzgarlarda kabuğunun içine sinerek onları tek başına dayanmaya bırakmak için. Çok, bütün o çalılardan, dikenlerden, eski ve yeni savaşlarda çok uzun yaşamak için.''
Çok geçmeden, bir kaç saat sonrasında cevabını gönderiyorum dostum. Bu cevabın tamamını aktaracağım:
''Şöyle bir parça vardı Yürümek'de:
"Bir kaplumbağa gibi çekeceksem ayaklarımı kabuğumun içine, yürüyecek ilerleyecek yerde, koruyucu kabuğumun gölgesinde kahramanlık düşleri göreceksem... Önce uzat bacaklarını oğlum, ayaklarının nerelere basıp nerelere basamadığını bil, denizde yürü, geç boyunu. Su yüzünde kalmayı öğren. Nereye bastığını... Nereye basabileceğini... Nereye basman gerektiğini..."
Çok beğenmiştim bu kısmı: net, açık, doğrudan anlatıyor söylemek istediğini.
Fakat bu kısmın içerisinde yer aldığı paragrafta ve kitabın bütününde başka önemli bir düşünce vardı. Bu kadar keskin olan doğru ifadeler ile özneler, bireyler arasında kurulması gereken zorunlu ilişki.
"Kapadı kitabı. Okumak istemiyorum ki. Asıl öğrenmem gerekenin şu kitapta olmadığını biliyorum. Okumak. Doldurmak boşlukları. Ama boşluklar rastgele açılmış asfalt delikleri değil ki. Rastgele zift dökerek kapayasın. Şimdi, kendi yalanlarımı, dar sokaklarımı, korkaklığımı, beceriksizliğimi tanımadan, tanıyıp da üstüne gitmeden, bu kitabı okumanın yararı var mı? Bir şeyler öğrenmek, bir şeyleri bilmek, bir şeylere daha bilen gözlerle bakmak, biraz daha yukarıdan, biraz daha ileriden güvenmek kendine ve sonra…. Ama yine Serpil Hanım’ın karşısında ya da Frere Antoine’ın önünde bir kaplumbağa gibi çekeceksem ayaklarımı kabuğumun içine, yürüyecek, ilerleyecek yerde, koruyucu kabuğumun gölgesinde kahramanlık düşleri göreceksem…
Önce uzat bacaklarını oğlum, ayaklarının nerelere basıp nerelere basamadığını bil, denizde yürü, geç boynunu… Su yüzünde kalmayı öğren… Nereye bastığını… Nereye basabileceğini… Nereye basman gerektiğini… Bütün bunları düşündü mü Memet?"
Bugün bir radyo programı dinliyordum. 87.5. Sanırım A haberin ama programı yapan kadın dikkatimi çeken çok ciddi şeyler söyledi. Etkilendim. Yalnızlıktan bahsediyordu. Bir tür ayrım yaptı yalnızlık için: bir, 'doğal' sebeplerden, bazı zorunluluklardan kaynaklanan tür. İkincisi ise çıplak yalnızlık diye tanımladığı, bu kadar 'sosyal' olabilirken karşı karşıya kalınan yalnızlık. Birincisinden korkmamak gerekiyor ama ikincisi gerçekten fenadır dedi. İkincisinin özel bir yönünü anlatırken, temelde seviyormuş gibi yapılan sevgisizliği hissetmektir dedi. Ve sevgi üzerine de bir ayrıma gitti, bunun hayatımda dönem dönem tam karşılıklarını gördüm. Eğer gerçekten sevdiğiniz bir şeyden uzaklaşır, o anlamda yalnızlaşırsanız bu sizi kamçılar, daha cesaretli, daha girişken, daha olgun yapar. Aksine, örnek olarak; ebeveynlerin ilgi gösteriyormuş gibi yapıp aslında derin bir sevgisizliği zerkettiği çocuklar gibi hırçınlaşır, huzursuzlaşır, sevgisizleşir ve kaba, yabani, saldırgan ve gerçekten bütün insanlık hasletlerinden imtina 'çıplak yalnızlığa' yakalanırsınız dedi. Ve bu sevgisiz insan tipine ilişkin, üst perdeden konuşan, olabilir, haklısın yerine 'yok' öyle değil diye konuşmaya giren, genel olarak emreden, buyuran veyahut buna 'bilinçli' şekilde ikna eden, tıpkı bir şey bilmeyen veyahut hayatındaki boşlukları zift dökerek kapatmış canım ülkem muhalefetini ikna eden tasfiyeciler gibi. İşte cemaat mürit ilişkisinin temelleri. Ve yukarıda anlatılan temel anlaşılmadan, bilmek, okumak, daha fazla okumak, öğrenmek tamamen sevgisizleşenlerin dünyalarında gerçekten korkunç şeyler yaratacağı inancı var. Ve bu 'biliciler'i her zaman okşayan, pohpohlayan, yücelten bir insan tipleri: boşluklarını, yalanlarını, beceriksizliklerini mahkum edemeyenler. Ben bu ilişkinin tarzının hayatın her alanında üretildiği düşüncesindeyim. Yani bizzat tanıklıklarım var. Sevgiliden, arkadaşlığa, dostluğa, her düzeyde. Velhasıl sözü tekrar Sevgi Soysal'a bırakıyorum:
"Ama gerçeği kavramaya yönelmekle bunu gerçekleştirmek arasında aşılması gereken yol uzun ve yorucudur; bir insan ömrünün bütün gücünü içerebilir, fiyat olarak hayatınızı isteyebilir; çünkü gerçeğin kavranması, insanın kendi istemindeki çaba kadar, gerçeğin kavranmasına karşı olan güçlerle çatışmayı da gerektirecektir. Kavranması mümkün olan, uğrunda ölmeye bile değen tek zorluktur gerçek..."
Zaman hızlıca akıp gidiyor şu ağır günlerde; sevgi ve güzellik, aşk ve doğa, kültüre, edebiyata ihtiyaç da çokçadır diye düşünüyorum. Sorgulamamız gereken o kadar fazlaca şey var ki! Ve cesaret, daha fazla cesaret. Önce kendimizden başlamamız gerek. Tiyatro Yazarı Özen Yula, Anadolu'daki hali şöyle anlatıyordu: ''Yanlış sevmeyi öğrettiler bize..'' İşte, sevmeyi öğrendiğimizde, doğru ve gerçek olarak sevmeyi öğrendiğimizde değişecek ya bir şeyler, o yüzden kendimizden başlamalıyız..
2 notes · View notes
Text
Her güne tazelenerek başla. Bir bardak limonlu su, kan akışını harekete geçirecek bir kaç hareket, ılık bir duş. Düşüncelerini de tazele. Bugün yeni bir gün, dün “yapamadım” dediklerini yapabilmen için yeni bir şans!
Haftanın bir gününü vejetaryen/vegan geçir. Tamamen vejetaryen ya da vegan olmak zorunda değilsin, ancak her hafta bir gününü vejetaryen/vegan geçirerek vücuduna bir gün dinlenme fırsatı vermiş olursun.
Arkadaşlarınla zaman geçirirken, telefonunu bir kenara koy. İnsanların en büyük sosyal ihtiyacı tüm dikkatini vererek kendilerini dinleyecek birini bulmaktır. Gerçek bir sohbet ortamı üzerinizdeki stresi dağıtmanıza ve zihininizdekileri toparlamanıza yardımcı olur.
Hiçbir zaman 3 günü üst üste sporsuz geçirme. Bu alışkanlık zaman içerisinde sana düzenli spor yapma alışkanlığı kazandıracak.
Basit şekeri bırak. Basit şekeri bırakmanın en kolay yolu kendine daha sağlıklı tarifler bulmandır. Tatlı ihtiyacın olduğunda daha sağlıklı seçeneklerin olmazsa elin, hemen eski alışkanlıklarına gider.
Sigarayı bırak. Sigara yalnızca kanser oluşumuna sebep olmuyor, aynı zamanda vücudundaki hormon dengesini bozarak seni daha depresif yapıyor.
Evini içinde huzurla ve kendini ait hissederek yaşayacağın hale getir. Bunun için sıfırdan dekorasyon yapman gerekmez. Düzenle, fazlalıklardan kurtul, sana iyi gelecek kullanışlı bir iki detay ekle, hepsi bu..
Uyuyamadığında haplara ya da alkole başvurumayı bırak. Uyku düzenlemekle ilgili internette de bulabileceğin bir çok teknik var, onları denemeye bir şans ver.
Her öğününde tabağının 3/4’ü sağlıklı besinlerden oluşsun. Yani kaçamak için tabağın yalnızca çeyreği kadar hakkın var. Bu kuralın daha sağlıklı olma, kilo verme gibi hedeflerine sıkıntı çekmeden ulaşmanı sağlayacak.
Cebindeki bozuklukları bir kavanozda biriktir. Bu alışkanlık “bütün kazandığım gidiyor” hissini psikolojik olarak yok edecek.
Meditasyon yap. Meditasyon yalnızca belli bir pozda sabit durmak değildir. Vücudunu dinlemektir. İnternette sana uygun bir teknik mutlaka bulabilirsin.Meditasyona bir şans ver.
Marketten aldığın her paketin arkasını oku. Hem bazı ürünleri kullanmaktan vazgeçeceksin, hem de sağlığını temelden kontrol eden gıda endüstrisi hakkında daha çok bilgi sahibi olacaksın.
Bilgisayara baktığın her 20dk için 20sn başka bir yere bak. Bilgisayar, telefon, televizyon üçgeninde yaşayan gözlerimiz için bu alışkanlık çok önemli.
Sinirliyken 10’a kadar say. Yavaşça sakinleşmek ve sonradan daha memnun olacağın kararlar vermek için.
Yapıcı eleştiri yapmayı öğren. Bunun için yalnızca insanların iyiliğini düşünüyor olman yetmiyor. Bu konuda kitap oku.
Aklında en az 3 kombin yapamadığın hiç bir kıyafeti alma. Bu alışkanlık dolabında giysi yığınıyla yaşamamanın en pratik yolu.
YouTube’da egzersiz videoları araştır. Spor yapmak için mutlaka bir spor salonuna yazılman ve saatlerce spor yapman gerekmiyor. Bir çok kısa süreli ama etkili video bulabilirsin.
Kendi temizlik malzemelerini yapmayı öğren. Bu alışkanlık bir çok aşındırıcı ve zararlı kimyasal yerine daha doğal malzemelerle temizlik yapmanı sağlayacak.
Her gün en az 2lt su iç. Ve suyunun içine limon ya da elma sirkesi de koyabilirsin. Su hormon dengeni korur; bu da mutlu ve dingin olmanın temelidir.
Dışarda matara/termos kullan. Suyunu yanında taşıyabilir, kahveyi termosuna koydurabilirsin. Daha az atık ürettiğin için dünyaya karşı sorumluluğunu yerine getirmiş olacak ve kendini içinde yaşadığın gezegenle bir bütün hissedeceksin.
Çıplak ayak çimlere basmaya zaman ayır. Bunu yapmaya ihtiyacın var! Yaz kış farketmez. Toprağa temas et, elektriğini at.
Gün ortasında 5dk “ben zamanı” ayır. Derin derin nefes al içinde yaşadığın ortamı, kendini ve ne yaptığını farket.
Doğru nefes almayı öğren. Bugüne kadar hiç nefes almamışım diyeceksin! Bunun için mutlaka pahalı kurslara gitmen gerekmiyor, internette çok güzel kaynaklar var.
Kimseye haklılığını, doğruluğunu, neyi ne kadar iyi yaptığını ispat etmeye çalışma. Bu hayat senin. Yaptıklarının değerini yalnızca sana kendini iyi hissettirmeleri belirliyor, insanların düşünceleri değil.
Her gün oku, araştır, öğren. Öğrendikçe değişecek, değiştikçe iyileşecek, iyileştikçe dinginleşeceksin
Liste Yapmayı Sever Misiniz?
Bu hafta hayatında değişim yaratmak isteyenlerle “iki liste” tekniğini uygulayacağız. İhtiyacınız olanlar: Kağıt, kalem ve düşünen bir beyin. Hepsi bu!
Bu konuyu yalnızca teknik olarak anlatmak yerine, daha anlaşılır olması açısından  bir örnekle; sigarayı bırakmak örneğiyle açıklayacağız. (Ancak siz her hedefiniz için uygulayabilirsiniz.)
Bir kağıdı dikey şekilde ortadan ikiye bölebilir, ya da iki farklı kağıda yazabilirsiniz. İki tane liste yapıyoruz.
Önce 1. liste ile başlayalım: Bu negatif bir liste olacak. Bu listeye şu an hayatınızda değiştirmek istediğiniz, artık tahammül etmek istemediğiniz her şeyi madde madde yazın. Ve başlığı da şu olsun: Sigara içerken hayatım.
Alakalı alakasız aklınıza gelen her şeyi yazın.
Spor yapmıyorum.
Kahvaltı etmiyorum.
Sağlıksız ve tek düze besleniyorum.
Evim düzensiz.
Çok fazla televizyon seyrediyorum.
Kitap okumuyorum.
Çok çabuk sinirleniyorum.
Vaktimi boşa harcamak konusunda uzmanım.
Aileme yeterince vakit ayırmıyorum.
Hep depresifim.
Düşünmeden para harcıyorum.
Listeyi sonsuza kadar uzatabiliriz eminim. Sizde kendi hayatınızda bunlar ve benzeri değişim hedeflerinizi sıralayın. Acımasız olun ve her şeyi yazın. Sigara içen halinizin nasıl bir hayat yaşadığını en kötü haliyle resmedin.
Gelelim 2. listeye: Bu listeye ise 1. listede yazdıklarınızı, aslında nasıl olmasını istiyorsanız o halleriyle yazın. Adı da şu olsun: Yeni hayatım.
Düzenli spor yapıyorum.
Kendime güne zinde başlamamı sağlayacak kahvaltılar hazırlıyorum.
Hem sağlıklı hem de lezzetli tariflerle keyifli bir beslenme düzeni yarattım.
Kullandıklarımı bekletmeden yerine koyarak evimi hep düzenli tutuyorum.
Televizyonun bana sunduklarını değil yalnızca kendi seçtiklerimi izliyorum.
Her gün kitap okumaya vakit ayırıyorum.
Birinin söyledikleri hoşuma gitmediğinde sinirlenmeden önce onu anlamaya çalışıyorum. Ve kendime insanların bana karşı olmadıklarını, yalnızca kendi cephelerini savunduklarını söylüyorum.
Vaktimi boşa harcamak yerine; beni hedeflerime ulaştıracak ya da bana iyi hissettirecek şekilde değerlendiriyorum.
Ailemle kaliteli vakit geçirmek konusunda oldukça özenli davranıyorum.
Sorun odaklı değil çözüm odaklı yaşıyorum.
Neye ihtiyacım olduğunu biliyor ve alışverişimi ona göre düzenliyorum.
İşte hepsi bu. Aslında yalnızca iki basit liste. Ancak bu iki listeyle iki farklı yaşamı tanımlamış ve böylelikle hayatınıza dair zihin haritanızı da çıkartmış oluyorsunuz.
Peki bunun sigarayı bırakmaya ne faydası var? Ve biz burada tam olarak ne yapıyoruz?
Beyninizin eşleştirme yapmasına yardımcı oluyoruz. Beyin ilişkilendirme yoluyla değişir. Biz de beyninizde sigara içen hayatınızı bütün negatifliğiyle eşleştiriyoruz. Sigarayı bıraktığınız yeni hayatınızı da tam istediğiniz hayatla resmediyoruz ki kriz anında kendinize şu soruyu sorabilin:
“Şimdi yine sigara içerek o eski hayatı yaşayan kişi mi olmak istiyorsun?”
O anda yalnızca sigara içmekle kalmayıp bir anda hayatınızda artık istemediğiniz ne varsa hepsini geri getireceğiniz düşüncesi yaratılmış oluyor. Çünkü biliyorsunuz bir şeyi değiştirirsiniz ve domino etkisiyle bu hayatınızın geri kalanına da etki eder. Ve bu davranış (yani sigara içmek) değiştirmek istediğiniz hayatı yaşayan halinize aittir ve o hayatı geri getirme potansiyeli taşır. Yani konu sadece bir tanecik sigara kaçamağı olmaktan çıkar ve daha geniş kapsamlı bir tehlike için alarm verir.
Siz ise artık farklı bir insan olmak istiyorsunuz! Farklı bir fotoğrafta yer almak istiyorsunuz. İyi fotoğrafta önce sigarayı bırakırsınız, sonra sabah kahve sigara yerine kahvaltı etmeye başlarsınız, kahvaltı bulaşığını lavaboya koymak yerine hemen bulaşık makinesine koyarsınız ve zamanla farkedersiniz ki sizinle beraber hayatınız da dönüşüyor.
Bu tekniği deneyin; ne kadar etkili olduğuna inanamayacaksınız!
1.   Söylenmeyi bırakın ve içinde bulunduğunuz durum ile barışın.
Bir çoğumuzun genel alışkanlığı, içinde yaşadığımız ülke, beraber çalıştığımız insanlar, hava durumu vs. gibi konularda söylenmek ve bunu düzenli olarak her gün yapmaktır. Söylenmeye başladığınızda kendinizi gözlemleyin. Söylenmenin hiçbir şeyi çözmediğini, yalnızca sizi pasif ve negatif duygu durumunda tuttuğunu farkedin. Söylenirken atılsınız. Bunun yerine söylenme ihtiyacı hissettiğiniz şey her neyse, o konuda konuşmayı bırakın ve bir şeyler yapın. Yaşadığınız ülkedeki durumdan şikayetçiyseniz ve insanların eğitimsiz olduğunu düşünüyorsanız, yakın çevrenizden başlayarak insanların hayatına dokunmaya başlayın. Ve bu attığınız adımdan kimseye bahsetmeyin. Kendinizle aranızdaki bu küçük sır zaman içerisinde bu konuya bakışınızı değiştirecek. “İçinde bulunduğunuz ortamı yaşanabilecek en iyi haliyle mi yaşıyorsunuz?” bu soru hep aklınızda olsun…
2.  Yalnızlığınla barış ve bu süreç içerinde kendini yeniden inşa et.
Hayat devam ederken değişiriz ve bu değişim sürecinde ilişkilerimiz/arkadaşlıklarımız bitebilir. Yalnız kalmaktan korkmayın! Tam tersi yalnızlığınızı sahiplenin ve kendinizi yeniden inşa etmek için fırsat olarak değerlendirin. Kendinize ayırabileceğiniz zamanı maksimize edin.
3.   Hayatınıza katkı sağlamayan insanlarla aranıza mesafe koyun.
Hepimizin hayatında toksik insanlar var. Önemli olan o insanların varlığı değil, önemli olan sizin o insanlara hayatınızda ne kadar yer verdiğiniz. Eğer “ne de olsa arkadaşız”, “kaç senelik arkadaşız” gibi bahanelerle bu insanların size çok yakında durmasına izin verirseniz, yeni ve daha faydalı insanlar için hayatınızda hiçbir zaman yer açılmayacak. Çünkü hepimizin yoğun, tempolu hayatları var ve limitli sayıda insana zaman ayırabiliyoruz. Hem ne demişler; hayatta en yakınındaki 5 insanın ortalaması kadar ilerleyebilirsin. O 5 insanı iyi belirleyin!
4.   Ne izleyeceğini kendin belirle.
Malum, dinlenmek denince televizyon insanın aklına ilk gelen seçeneklerden biri. Ancak  ulusal yayında size servis edilenleri izleyip sürüye katılmak yerine, izleyeceğiniz şeyi kendiniz belirleyerek kendi gitmek istediğiniz yönde ilerlemek arasında hayli fark var. Hem bu sayede, senelerdir yapıp da bir türlü bitiremediğiniz “izlemek istediğim filmler” listenizi bitirebilirsiniz de!
5.   Kendinde geliştirmek istediğin bir yetenek/özellik belirle ve tüm enerjinle onu geliştirmeye çalış.
Kafasını kendine takan insanların kendilerine duydukları öz sevgi, öz saygı artar; hayata karşı duyduğu tatmin duygusu yükselir ve daha disiplinli bireylere dönüşürler. Dahası kendileriyle tanışırlar. Bu durum hayata karşı duruşlarında ciddi bir değişim yaratır.
6.   Kendinize koyduğunuz hedeflere bağlı olun.
Kendine sürekli hedef koyan ve koyduğu hedeflere ulaşamayan insanların öz saygılarında zedelenme olur. Zihin kendini acımasızca eleştirmeye başlar. Bunun sonucu genelde depresyondur. Kendinize bir hedef koyduğunuz zaman yapıp yapamayacağınızı ya da yaptıktan sonra neye/kime dönüşeceğinizi düşünmeyin. Siz yalnızca sürece odaklanın ve keyif almaya bakın.
7.   Her gün seni terletecek bir şey yap!
Her gün seni terletecek bir fiziksel aktivite yapmak vücudundaki dolaşımı ve hormon dengesini yeniden düzenleyerek seni depresyondan korur; yüksek bir enerji seviyesinde yaşamanı sağlar, fazla kiloların varsa onları vermene yardımcı olur, fazla kilon yoksa da sabit kiloda dengeli bir yaşam sürmeni sağlar. Hareketin içinde olmak iyidir! İnsan bedeni koltukta uzanmak için değil, doğada hareket etmek için tasarlanmıştır.
Erken yat ve erken kalk.
Her sabah evini düzenle, yatağın dahil!
Her sabah büyük bir bardak su iç.
Seni terletecek bir spor yap.
Sabah ve akşam meditasyon yap.
O gün evde bile olsan, sana kendini iyi hissettiren kıyafetler giy.
Hedeflerini yaz ki, neden çalıştığını sana hatırlatsın!
O günün planını yap.
Senin için çok önemli olan “o konu”ya 1 saat ayır.
Her gün bir yeşil içecek iç.
Ertelediğin şeylerden birini yap.
Her gün yeni bir şeyler öğrenmeye vakit ayır.
Her gün 5 yeni fikir yaz. İster hayatını daha iyi hale getirmekle ilgili olsun, ister yeni bir iş fikri..
Kafandan geçen düşünceleri kağıda dök.
Her gün açık havada en az 30dk geçir.
Samimi olmadığın ya da tanımadığın birine gülümse ya da iltifat et.
Her gün bir şeyi topla: dolabın bir çekmecesi, kütüphanenin bir rafı, bir mutfak dolabı…
Sevdiğin birine güzel bir mesaj yaz.
Hayatın da seni mutlu ve memnun eden 3 şeyi yaz.
Gününü gözden geçir. Neler işe yaradı, neleri daha farklı bir yolla yapman gerekiyor?
Uyumadan önce zihnini temizlemek için, ertesi gün için liste yap
4 notes · View notes
f1turkiye · 3 years
Text
Bu 22 yarış sezonunun 20. Moto GP'ye ev sahipliği yapmış olan Losail
Tumblr media
Bu 22 yarış sezonunun 20. Moto GP'ye ev sahipliği yapmış olan Losail uluslararası pisti, şampiyonluk savaşı kızışırken şimdi F1 padoklarına kapılarını açıyor.
Yeni bir piste ulaşan takımlar, Cuma Antrenmanı sırasında hafta sonuna iyi bir başlangıç yapabilmelerini umarak simülasyon verilerine büyük ölçüde güveniyorlar. Kavurucu çölde kaybedecek zaman kalmadan 5,4 km'lik pistin etrafında hız kazanmak önemli olacaktır. Her iki honda da takımlar Şampiyonası'nda önemli savaşlara kilitlendi ve Max ve Lewis arasındaki mücadele F1 taraftarlarını aksiyona yapıştırdı. Brezilya'da son kez biraz sönen bir hafta sonundan sonra, bu üçlü başlığı güçlü bir şekilde bitirmeyi ve dört arabayla da eve iyi bir sonuç getirmeyi umuyoruz. Toyoharu Tanabe
Tumblr media
 Brezilya Grand Prix'si her iki takımımız için de biraz hayal kırıklığı yarattı, ancak şimdi katar'daki sezonun bu son üçlü başlığının son turu olan bir sonraki yarışa odaklandık. Losail pisti tüm F1 takımları için yeni bir deneyim olacak. Takvimdeki 5,4 kilometrelik uzun pistlerden biridir, esas olarak hızlı ve orta hızlı akan virajlar ve ana düzlüğü özellikle bir kilometrenin üzerinde uzundur. Çöl ortamında ışık altında yarışacağız, Orta Doğu'daki diğer pistlerden iyi alışık olduğumuz bir şey. Gerçek pist verileri olmadan, kendimiz ve iki ekibimizle birlikte birçok simülasyon çalışması gerçekleştirdik ve ne kadar iyi hazırlandığımızı görmek için Cuma günü ücretsiz antrenmanın başlamasını beklememiz gerekecek. Uygulamadan elde edilen gerçek çalışan verilere dayanarak ayarları hızlı bir şekilde optimize etmek çok önemli olacak, bu nedenle hem mühendisler hem de mekanikçiler için çok yoğun bir hafta sonu olacak. Şu anda sadece üç yarış var ve bu zorlu yarışmanın sonunda pişman olacağımız bir şey olmadığından emin olmak için her zaman elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağız.
Max Verstappen 33 Red Bull
Tumblr media
Evet zor bir hafta sonuydu, genel olarak Mercedes'e biraz tempomuz vardı ama yine de sadece birkaç puan kaybettik, bu yüzden çok kötü değil. Tabii ki her zaman kazanmak isterdim ama iyi bir savaş yaptık ve eve ikinci dönmek sorun değil. Üç yarış daha var, bu yüzden her şey takım olarak performansı en üst düzeye çıkarmak için elimizden gelen her şeyi yapmak ve zorlamakla ilgili. Sanırım Katar'a sadece bir kez ödül vermek için gittim, bu yüzden geri dönmek için sabırsızlanıyorum. Bu yeni bir pist ve açıkçası oraya hiç gitmedik, bu yüzden pisti nasıl süreceğini görmek için heyecanlıyım, umarım orada iyi performans gösterebiliriz. Orada Moto GP yarışını gördüğümüzde her zaman havalı görünüyor! Şu anda söylemek zor ama bakalım oraya vardığımızda. Köşeleri anlamak için simülatörde biraz sürdüm ama pisti gerçek hayatta görmek iyi olacak. Uygulama seansları elbette herkesin hız yapması ve araba kurulumunun anlaşılması için çok önemli olacaktır. 
Sergio Perez 11Red Bull
Tumblr media
Evet, Pazar günü podyuma çıkmak için çok şanssızdık, temelde sadece kötü şansa bağlıydı. Ama bu yarış, ve bu şeyler oluyor, bu yüzden üzerinde durmanın bir anlamı yok, sadece devam etmem ve Katar'a bakmam ve orada podyuma geri dönmem gerekiyor. Takım olarak derin bir analiz yapacağımızı düşünüyorum ve Katar Sao Paulo için çok farklı bir pist olacak, bu yüzden işler değişecek. Umarım tüm hafta sonu boyunca orada çok daha güçlü oluruz. Ayrıca benim için, düpedüz tempo açısından nasıl sıraya girdiğimizi görmek için normal eleme formatına geri dönmek güzel. Orada rekabetçi olacağımızı ve umarım onlara zor anlar yaşatacağımızı düşünüyorum. Gerçekten hızlı bir pist, çok fazla downforce gerekiyor, bu yüzden ne kadar hızlı olabileceğimizi göreceğiz. Oraya çok iyi sürdüğümü hatırlamıyorum, uzun zaman önceydi, bu yüzden benim için çok fazla avantaj olduğuna inanmıyorum! Sezonun bitmesine üç yarış kaldı ve hala oynayacak çok şey var. Brezilya çok eğlenceli bir yarıştı, bu yüzden bu hafta sonu da aynı şeyi umalım. 
Pierre Gasly 10 Scuderia AlphaTauri
Tumblr media
Brezilya'dan sonra, Kurucular Şampiyonası'nda hala beşincilik mücadelesindeyiz ama oldukça zor bir hafta sonuydu. Sao Paulo'ya geri dönmek güzeldi ve tüm medya bana en son buraya son geldiğımızda Interlagos'ta ikinci olduğumu hatırlatmaya istekliydi. Bu sefer podyum yok, ancak hem Sprint SıralamaLarı'nda hem de ana yarışta kötü başladıktan sonra, yedinciye geri gelmeyi ve bazı iyi sollama hamlelerinin tadını çıkarmayı başarmak, bir sonraki tura geçerken olumlu bir sonuç ve bir destekti. Simülatörde Katar pistini sürdüm ve MotoGP yarışlarını oradan izledim. Sim'de çok fazla yüksek hız, dördüncü, beşinci ve altıncı vites virajları olduğu için gerçekten ilginç görünüyor ve tüm yüksek hızlı bölümler nedeniyle fiziksel olarak oldukça zorlu olacağını düşünüyorum. Bu benim sevdiğim bir pist, aracı aero yeteneklerinin sınırına kadar itebileceğiniz birçok hızlı viraj var, bu yüzden çok ilginç olmalı.
Yuki Tsunoda 22 Scuderia AlphaTauri
Tumblr media
Bu sefer podyum yok, ancak hem Sprint SıralamaLarı'nda hem de ana yarışta kötü başladıktan sonra, yedinciye geri gelmeyi ve bazı iyi sollama hamlelerinin tadını çıkarmayı başarmak, bir sonraki tura geçerken olumlu bir sonuç ve bir destekti. Simülatörde Katar pistini sürdüm ve MotoGP yarışlarını oradan izledim. Sim'de çok fazla yüksek hız, dördüncü, beşinci ve altıncı vites virajları olduğu için gerçekten ilginç görünüyor ve tüm yüksek hızlı bölümler nedeniyle fiziksel olarak oldukça zorlu olacağını düşünüyorum. Bu benim sevdiğim bir pist, aracı aero yeteneklerinin sınırına kadar itebileceğiniz birçok hızlı viraj var, bu yüzden çok ilginç olmalı. Read the full article
0 notes
yeryuzugokyuzu · 3 years
Text
14/03/2022
· 00:36
aklım yine karmakarışık.
‘hâlâ mı düşünüyorsun? hâlâ mı üzülüyor, önemsiyorsun? ve hâlâ niçin bir neden bir cevap arıyorsun?’ diye kendime soruyorum... kendine kızmak ve sitem etmek, kendine engel olmak, düşünmemeye zorlamak, kaçmak.. hepsini yapıyorum. yine bir şekilde aynı yerde ayağım takılıyor, sendeliyorum.
artık içimden geldiği, aklıma estiği gibi yazmıyorum. yazamıyorum. uzun zaman olmuş bir mektup yazıyorum demiştim, uzun uzun yazdım. çok uzun... gördüğüm, bildiğim, fark ettiğim, düşündüğüm, hissettiğim çoğu şeyi günlerce paragraf paragraf ekleyerek yazdım. o kadar fazla oldu ki... ve sonra bir gün hepsini sildim, fazla düşünmeden, ani ve hızlı bir kararla sildim tüm yazdıklarımı. çünkü biliyorum, sadece bir dakika düşünsem veya tereddüt etsem silmek yerine gönderecektim. ama yine aynı sonuçla karşılaşacaktım. uzun upuzun bir sessizlik... kayıtsızlık, cevapsızlık ve bilinmezlik. ardından üzülmemek, düşünmemek için kendimi kontrol edemeyeceğim günlerle boğuşacaktım.
bir şey değişecek miydi yazdığım onca şeyden sonra? şimdiye kadar yazdığım, söylediğim herhangi bir şey ufacık bir değişmeye, güzel bir şeye sebep olabilmiş miydi? bir işe yarayacak mıydı? kime ne faydası vardı? umrunda olacak mıydı? hiç önemli olmuş muydu ki? bu sorular ve daha fazlası engel oldu bu defa. daha fazla canımın yanmasından uzak durmaya çalıştım fakat ne kadar başarabildim meçhul.
günler, haftalar ve aylar... benim yokluğumun hiçbir etkisi yokmuş demek ki. hatta belki de rahat etti, onun için daha iyi oldu, böyle iyi ve daha mutlu... belki rahatsızlıktan, fazlalılıktan başka bir şey değildi varlığım orada. ve yine belki de susmam, durmam dört gözle bekleniyordu. bilmiyorum. hiçbir şeyi bilmiyorum. hiçbir zaman da bilemeyecek gibiyim. bilmeye, cevaplara, cümlelere, zaman harcamaya ve çabaya değer görülmemişim. ...
günler çok da iyi geçmedi, geçmiyor... sadece öyle veya böyle zaman geçsin diye idare ediyorum, gündelik işler ve kendimle ilgili olmayan birçok şey ile günleri bitiriyorum. bazı şeyler beni deli ediyor ve ben yine de susuyorum. eskiden olduğu gibi... olmak istemediğim zamanlardaki gibi. çok fazla şey oluyor, katlanamayacağım şeyler, ben içime atıp dişimi sıkıp öylece duruyorum...
kendime küçük mutluluk anları yaratıyorum. birkaç dakika, birkaç saat... kendimi kandırma oyunu oynuyorum. dünyada olan çok fazla şey; çok yorucu, üzücü, akıl almaz ve korkunç.. ve ben de zavallı insan topluluğunun bir parçası olarak kendi küçük dünyam ve dertlerim ile dünyanın ve hayatın dertleri, acıları arasında sıkışıp kalmış haldeyim.
sadece güzel bir şeye, bir umuda, bir sıcaklığa, yakınlığa tutunmuştum. tutunabilirim sanmıştım. ben biraz fazla yürekliymişim sanırım...
bilmiyorum.
· 02:20
11 notes · View notes
icselpatlamalar · 3 years
Text
Parametrik Varoluşçuluk
Öncelikle bu konu hakkında çok bilgili olmadığımı kabul ediyorum. Fakat bilgiye gerek olmadığını da biliyorum. Çünkü var oluş parametrik bir kaostur.
Şu sorun benim için bir sorguydu hep. GERÇEK. Ne mutlak gerçektir? Bilim gerçek ve değişmeyendir. Tabi yıllar ilerledikçe bilim değişecek ve büyüyecektir. Bu bir kesinliktir. Fakat bilimin kuralları hep aynı kalacaktır. Bunların bir biri ile etkileşimi değişmez. Koşullar değişince olaylar ona göre değişir. Buna örnek ışık hızı aynı koşulda hep aynıdır. Yada su dediğimiz şey her zaman 1 hidrojen 2 oksijendir. Çok basit örnekler. Fizik kuralları hep ve her zaman aynıdır değişmez. Buradan evrenin hep aynı kurallar etrafında var olduğunu çıkarabiliriz. Bir insan kim olursa olsun, 1 saat boyunca fırına koyarsanız ölür. Yani bazı şeyler hep aynı kalır. Bunlar insana yada herhangi bir şeyle bağlı olmadan, evrenin işleyişine bağlı olan olaylar ve kurallardır. Yani parametreler değişse de, sistem aynı kaldır.
Evrensel gerçeklikte sistem, parametre değerleri ve oluşan aralarında uyumludur. Bu uyumun bir kuralı vardır. Bir modül olarak birbiri ile bağlantılıdır. Bunlar bir parça bütündür. Bunlar evrensel gerçekliktir.
Fakat buna karşılık çok uç bir örnek olarak insan vardır. İnsan sisteme bağlı başka bir sistemdir. Sistemi algılayamaya çalışır ve buna uyum sağlayarak kendisi başka bir sistemdir. Yani kendi gerçekliği, var olan gerçekliğe bağlıdır. Fakat buradaki sorun, evrensel gerçeklik tek ve bir iken, insan gerçekliği bunun üzerine büyüyen bir anlama virüsüdür. Basitçe var olmak onun için bir olgudur, evren gibi. Problem burada evrenin altında olan insan mekanizmasının salt gerçeği algılayıp algılayamadığıdır. 
En basitinden, kırmızı rengi. Bazı insanlar aynı görür, bazıları göremez. Renk körlerine göre anlamı olmayan bu kavram başkalarına anlamlıdır. Hatta onlar içinde bile değişkenlik gösterir. Yani insanlar aralarında farklılaşır. Tabi az biyoloji ile insanların ve canlıların birbirinden farklılaşmasının nedeni evrime göre hayatta kalmalarıdır. Avantajlı kalırken, dezavantajlı kalmaz. Bunun sonucu aslında, insan evreni anlamak için değil, hayatta kalmak için gelişmiş olduğu sonucuna varabiliriz. Belki de bu yüzden okullar, uzun planlamalar ve çalışmak bize terstir. Bizim tasarımımız doğada hayatta kalmak. Bürokrasi değil. Marx’ında dediğine atıfta bulunur bu.
Bunun yanında, insanın algılayamadığı ama bilincinde mantıklılaştırabildiği kavramlar vardır. Mesela, elektirik, atom, yerçekimi. Göremezsin, algılayamazsın. Fakat ne olduğunu biliyoruz, bunu hayatlarımızın bir parçası yapalı asırlar oldu. Yani algılayamadığım şeyleri bile kendi algımıza indirgeyip bir mantığa oturtabiliyoruz. Yani olaylar arası bağlantı yaratabiliyoruz, bunları net ve kesin bir şekilde algılarımızla algılayamazsak da, mantığımız yardımcı oluyor. Yani algılarımız her şeyi algılamaz. Elektiriği algılayan bir algımız yokken, voltmetremiz var. Yani algılamak için icatlar yaparız. Teknoloji insanın uzantısıdır.
Burada metafizik gibi olgularda devreye girebilir. Bunları kanıtlamak daha zordur fakat, aslında buradaki sorun, algılayamadığımız daha neler olup olmadığı sorunudur. Her şeyi algılayamayan, algılarının sınırı hayatta kalmak olan bir makine, salt gerçekliği algılayabilir mi? Yoksa hayatta kalmasına yardımcı olacak kadarı mı algılar? Neresi daha doğru?
İnsanın var olmaya bağımlı olması onu salt gerçeklikten uzaklaştırır. Pragmatik insan doğası ve hedonist yaşam stili beraber çalışsa da, var oluşunun temeli varoluşsal olan bir türdür. Kapitalizim gibi bir hata yapıp algılarımızı bozduysak?
Parametrik insan doğası var olmaya programlanmış ve bunları için şekillenir. Nasıl ve ne olduğuna göre şekillenir. O yüzden herkesin bu algı sistemi farklı ise, bunu ne kadar değiştirmek doğru, neye göre doğru, kimse göre doğru? Rengin önemli olmadığı bir dünyada, renk körlerine sorun yoktur. Çünkü sorun olan renktir, renk körleri değildir. Çünkü rengi görmek bir sorun çözmek değildir. Bir avantajdır. Ama biz bunları bir sorunu çözmek sanıyoruz. Engelli yerine dezavantajlı daha doğru, rengi görenlere göre bu dünyada daha az avantajlılar, ama renk üzerine kurulu bir dünya olmasaydı, avantajları olmayacaktı.
Saçı kıvırcık olan bir insanın düzden bir avantajı var mı? Daha düzel diyebilir bazıları, yada bakımız zor diye bilirler. Ama olaya ve duruma göre şekillenen özellikler nedeni ile bunları değeri vardır.
Değerde var olmak ve mutlu olmak (insan özgü özellik) parametrik şeyler değil mi? Resim yapan kedi yok. Her insanda resim yapmaz. Bazıları yapar. 
Yani uzun lafın kısası, var olmak parametriktir. Her insan farklıdır. Fakat salt gerçeklik var. Algı mekanizması olan insan, algılayabildiği kadardır. Ve bunun ne kadar olması gerektiğinin tek kontrolü var olmak ve üremek. Tezat bir sistem. Güçlü olanın hayatta kalması ile, gerçeği somut algılayanın hayatta kalması arasında bağlantı azdır. Evet insan zekası ile buraya geldi. Kuralı değiştirdik. Temelinde aynı problem yatsa da, bu sefer, insan var olmak için zekasını kullanıp gerçeği algılamaya yöneldi. İnsan gerçeği algılamak için zekasını kullanmadı. Bir çok bar filozofu veya ego kasan insan gibi, bu çok doğal. Çünkü insan zekası ile çiftleşir ve ürer ve toplumda bir yer edinir, yani yaşar hale geldi. “Zeka yeni adonistir”.
Doğanın dengesi bizim türümüzde farklılaştı belki de. İyi mi oldu, kötü mü? Valla bunu sıcak odamda kahve ile yazmak, ormanda, ellerim ile geyik avlamaktan daha güzel. Hiçbir tür bu kadar beynini kullanmıyor. Fakat temelinde yatan nedensellik buna güvenmeyi zor kılıyor. Empati bile toplumda tutunmayı sağlayan bir olgu iken, sevgiye güvenmek bile zor.
Ama işte, bilincin gelişmesi, belki de en önemlisi. Benim var oluşuma göre, benim için bir insanın değeri, bunları algılamasıdır. bu korkunç kaostur. 
Burada ya kabulleneceksin ve gerçeği algılamak için çalışacaksın, ya da bunu bilip ona göre var olmaya kullanacaksın. 1cisinin sonu belli değil, 2 ise seçtiğinde belli bir yol. Yada arası, bun çalışıyorum açıkçası. Ne başkalarına bokluk çıkartarak bencilce var olmaya çalışıyorum, neden nihilizimden kendimi gebertiyorum. Bunun bilincinde, var oluyorum. Kendimden büyük bir şeylerin arayışındayım, insan olduğum için aynı tuzaklara düşsem de. Hayatta kalmak için hayat oyununu daha ne kadar oynayacaksın veya ne kadar inkar ile daha fazlasını arayacaksın?
Ben de bir insan olduğum için bu vardığım sonuç yanlış olup tüm hayatımı bu salakça şeyleri sorgulamakla geçirebilirim. Ya da kendi sikimin keyfi ile daha kolay eğlenceli yüzeysel bir hayat yaşayabilirim. Arada çok bir fark göremiyorum. Ben ikisini de seçtim. Hadi paydos!
1 note · View note
deliliktir · 3 years
Text
Giden 2020 ve Geçen Hayat
Her yıl şu yazıyı fantastik zamanlarda yazmak gibi bir becerim oldu artık. Ne zaman yazacağımı ben bile kestiremiyorum. Normalde Ah Eshot Ah dönemi içindeyiz ama kronolojik yayın sırası önemli benim için.
Neyse en sonunda yine klasik ama kimsenin klasik olduğunu pek bilmediği yazının yenisine. Geçtiğimiz Mayıs'tan beri başıma gelenler olacak özetle. Korona var diye daha mı az şey oldu yoksa o kadar çok şey yaptım ki zaman algım kaydığından hiçbir şey yapmamışım gibi hissediyorum bilmiyorum.
Geçen sene Eurovision'un iptali sonrasında ödevlerle geçen bir süreç oldu başta diyebilirim. Dönem sonuna kadar ödevler yaptım. Hatta okullar salgın nedeniyle tatil edilmeden önce aldığım kitabın süresi uzatıldı. Hatta o kadar uzattılar ki önümüzdeki Ekim ayına kadar kitap bende kalabilir. Kitap bende bir yıldır olmasına karşın hala ceza ödememek garip bir his.
Onun dışında tam kapanmanın etkisiyle stajımın ilk 6 ayının yarısı kapanma ile bitti. Mazbatayı ise 6 ay bittikten bir buçuk ay sonra anca alabildim. Sonrası biraz da açılmalara denk geldiğinden benim için normal ama birçok kişi için esaretten kurtulmuş misali bir süreç oldu. Bu arada söylemem gerek, pandemide yaşadığım en büyük değişiklik ev halkının normalden çok daha fazla evde kalması. Onun dışında -Neredesin Firuze'deki gibi- ben hep evdeyim. Daha doğrusu evdeydim.
Evdeydim diyorum zira stajda bir yerde çalışmak da gerektiği için çalışmaya da başladım. Stajyer olmayı doruklarıma kadar yaşadım diyebilirim. Ve kesinlikle beni liseden tanıyan birçok kişi tam kendin için olan bir ofis bulmuşsun der. Koşmayı seviyorum ama bu kadar çok ve stres altında koşmak yorucu. Bazen gerçekten koşmak bıktırıyor. Esasen yürümeyi her zaman koşmayı tercih ederim ama bazen tüm hızla koşmak insanı güzel deşarj ediyor. İş hayatı özetim bilginin peşinde koşturmaca ve hep bir şeyleri yetiştirmece desem abes olmaz galiba. Süreli iş denen olgu sinir bozucu.
Koşmak demişken, bu arada maske ile tempolu hareket etmek zor. Zaten sürekli maske takılı kondisyon vs. ölüyor. Bende zaten ölü olduğu için daha da öldü. Hız konusunda hala hızlanabiliyorum ama hızı koruma konusunda bitmişim. Ama İzmir'de trafik olduğu için bazen koşmama gerek kalmıyor. Bazen çok absürt mesafelerde az mesafede veya yavaş koşarak ya da hiç koşmayarak otobüse falan yetişebiliyorum. Bu bazen çok garip geliyor. Zamanında bunun için mi koşuyordum diyorum. Ama şartlar her iki dönemde farklı. Koşmak demişken değinmek olmaz, halı sahalarla aram o kadar açıldı ki en son ne zaman halı sahaya gittiğimi hatırlamıyorum.
Bu arada söylemem gerekli, yok lisede bizi zorluyorlar falan diyene iş hayatını göstermek lazım. Ben üniversitede bile öğrencilerin yattığını düşünüyorum. İş hayatının saat düzeni bile başlı başına ayrı konu. Gerçekten üniversite sınavını da dahil ederek söylüyorum: Lise insanın rahat olduğu dönemlerden biri. Üniversite sorumlulukla birlikte serbestinin de arttığı bir dönem olduğu için yine rahat. Ama asıl her şey sonrasında başlıyor bence.
Geçtiğimiz Eylül'den beri çalışıyorum. Evde kalmayı özledim. Onun da ayrı bir rahatlığı vardı. Ve iş gereği insanların dertleriyle uğraştığımız için her şey daha kritik olabiliyor. Uzun uzun iş anılarımı anlatırım ama gerçekten mecalim yok. Ama kendi kendimi strese soktuğum, bazen koşullar gereği yoğunluk altına girmek zorunda olduğum zibilyon an var. Ve tahminimde de yanılmadım. Avukatlık benim için çok stresli, belli ölçüde dengesiz, özellikle duruşma özelinde gereksiz fazla bekleten bir meslek. Üniversiteye girmeden önce aklımda olan her şeyin tek tek karşıma çıkması sürpriz olmadı. Ama gerçekten de insan bazen haklı olmak değil mutlu olmak istiyor. Doğrusu mutsuzum diyemem, sadece yoruluyorum. Fiziksel olarak eskiye göre daha fazla yorulsam da hala sorun olmuyor ama zihinsel olarak bazen çökme noktasına geliyorum. Hatta o kadar çok yazmak zorunda kalıyorum ki artık bir şeyler yazmak istemiyorum bilgisayarda. Bir şey yazmamak tatil gibi hissettiriyor. Ondan dolayı tam bir tüketim insanına dönüşmüş vaziyetteyim.
Tabi bu süreçte de İzmir birçok şeye ev sahipliği (!) yaptı. Korona yokmuşçasına bir deprem oldu. İnsanın ne yapacağını bilemediği, bu sefer gittik dediği bir deprem. Açık söyleyeyim, her ne kadar depremin sonuçları kötü ve acı olsa da çok daha kötüsü olabilirdi (vefat edenlere Allah yeniden rahmet eylesin). Bazen gerçekten şansa yaşıyoruz dediğim anlardan biri. Ondan sonra adliyelerden biri hasar gördüğü için yıkıldı, diğer ikisinde tadilat yapıldı. İş dengesini de etkileyen şeylerden biri. Hatta bu yüzden staj bitişi için başvurumu bir ay daha geç yaptım.
Devamında ise bir buçuk ay sonunda yeminimi ettim ve avukat oldum. Tabi salgının sonucu olarak online tören ile oldum. Her ne kadar fiziki tören daha iyi olsa da kıyafet ve bir yere gitme dertlerinden kurtulmuş olmanın rahatlığı ile tamamladım töreni. Yalnız yemini hatasız yapsam da gereksiz hızlı yapmışım. Ettikten sonra fark ettim. Benden iki-üç ay sonra kısıtlı olarak açtılar. Ama her gelen yanında anca iki kişiyi getiriyordu kuralı saçmaydı yalan yok şimdi.
Online demişken şimdi aklıma geldi. Online ders garabetiyle baro derslerinde de karşılaştım. Hatta bu sefer çalışırken girmek oldukça can sıkıcıydı. Yüksek lisans öğrencisi olduğumdan seçmelilerden muaftım ama seçmeliler yazın, zorunlular Eylül-Ekim döneminde oldu. Yoklama almak en çok burada dert oldu herhalde. Girdiğim derslerde yok yazmışlardı ama daha sonrasında bir şekilde silindi de bitirebildim.
Belirtmem gerek, sorumluluk dışında avukat olduktan sonra hayatımda çok bir şey değişmedi. Belli ölçüde mesleğin sorunları hayatınızı kaplamaya başlıyor ama. Hakimi ayrı, savcısı ayrı, kalemi ayrı, müvekkili ayrı yoruyor. Hoş bir tabir değil belki ama gerçekten de başkalarının derdi bizi geriyor. Öte yandan şu an staj yaptığım yerde devam ettiğim için kendimi şanslı görüyorum. Açıkçası kendi ofisini açmaya pek gönlü olmayan biri olarak -hatta buradan ayrılırsam avukatlık yapmama ihtimalim de yüksek- başlangıç için iyi diyebilirim. Ama ileride ne olur onu bilmiyorum. Sadece şu noktada birçok yararlı şeyi gördüğüm için mutlu olduğumu söyleyebilirim. Yararlı bir süreç oluyor benim için.
Öte yandan işin hayatımdaki somut faydalarından biri de sel felaketinde iş gereği şehir dışında olmamdı. Eskişehir'de gayet güzel bir havada işlerimi yaparken İzmir'de bayağı tatsız şeyler yaşandı. Onun dışında ofisim HDP il binasına yakın bir yerde ama o olay olduğu sırada ben Foça'daydım. Yine vefat edenlere Allah rahmet eylesin.
Yüksek lisans yönünden de tez dönemindeyim. Ama bu sene bitmeyeceği kesin diyebilirim. Öğrencilik hayatımda ilk defa belirlenen alt sürede bir şeyi bitirmeyeceğim sanırım. Ama iş yoğunluğu gerçekten başka bir şey yapılmasını engelliyor. Hafta içi iş sonrası bir şeyler okuyup yazmak zor. Hafta sonu da insan yatmak istiyor. Ondan bu yazı vs. de gecikiyor biraz.
Bu arada DEÜMBM'nin son kez yapılması pandemi yönünden de ilginç oldu. Zaten yapamayacaktık, güzel bir finalle kapattık gibi oldu. Her şeyde bir hayır var diyor insan. Emekli olduğum için de mutluyum artık diyebilirim. MBM dünyası zaten yorucu olmaya başlamıştı.
Bir de şükür ki hala korona olmadım. Aşıda da ilk dozu oldum. İkincisini bekliyorum. Orada da hakkımızda hayırlısı demekten başka bir şey gelmiyor. Kısıtlamalar kalktıktan sonra insanlar yine uzun yıllar süren esaretten kurtulmuş gibi hareket etmeye başladı. Bakalım sonumuz ne olacak?
Bu arada bu seneki tam kapanma benim için pek olmadı. Ben yine işe gidiyordum. Hatta İzmir o kadar boştu ki uzun zamandır bu kadar keyif almamıştım şehir içi yolculuktan (merkez ilçeler için, yoksa Urla, Çeşme ve hatta Nazilli'ye gitmek hobi olmakla birlikte zevkli oluyor). Acaba hep mi kapansak dedim ama hayatın gerçeklerini atlamamak gerek.
İstersem olay olay anlatabileceğim çok şey var ama çok da uğraşmak istemiyorum yalan yok. Arada kısa yazmayı da öğrenmem gerekli sanırım. Ondan dolayı yazmam gerektiğine inandığım birkaç şeyi ekleyip bitireceğim sanırım. Enerjimi Ah Eshot Ah'a saklamam daha iyi sanırım. Orada iş nedeniyle yazabileceğim çok şey var.
Son olarak çevremdeki herkes evleniyor veya nişanlanıyor. Yasakların kalkmasıyla patlama oldu adeta. Sonra aklıma geliyor, mezun olalı iki sene olmuş. Başlaması gayet doğal diye. Pandemi gerçekten herkesten bir sene çaldı dostlar. Üniversite yıllarında kayıp yaşayanlar için gerçekten üzgünüm.
Gelelim yine kendi kendimi çekiştirdiğim bölüme. Bu kısım sanırım bu sefer daha uzun olacak öncekilere göre. Açıkçası iş yönünden de düşününce kendime kızmak için daha çok sebebim var. Hala kendimde sevmediğim, kızdığım birçok şey var. Geçen seneye göre kendime daha öfkeliyim diyebilirim. Bunlar kendi kendimi tüketeceğim şeyler değil ama var olduğu da bir gerçek.
Öte yandan insanı beklentiler yıpratıyormuş. En çok bunu gördüm diyebilirim. Basit bir beklenti olsa bile hatta temel konu ile ilgili hiçbir şeyi değiştirmeyecekse bile işler beklentiyle uyumsuz gidince insan yıpranıyor. Sonucu kendisi için olumlu olacak olsa dahi o gidişat yoruyor. Her işte hayır vardır demiştim. Buna inanarak yaşasam da bazı şeylerin yorucu olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Bir olaya ilişkin yaşanan bütün süreçte insan kendini "bak bu sefer değişecek" dediğinde ama sonrasında hatrı sayılır ölçüde kendisinin de katkısı (!) nedeniyle hiçbir şeyin değişmediğini görünce insan kırıldığı gibi kendine kızıyor. Kendini sorguluyor. Önceki paragrafta da dediğim gibi, sonucu kendisi için daha iyi olacak olsa dahi durum böyle. Hatta bazen işin diğer tarafları için hayır seviyesini görünce insan ne diyeceğini bilemiyor (burada Arka Sokaklar Mesut gülüşü olduğunu düşünün). Ondan dolayı her işte hayır vardır sözü tek yönlü düşünülmemeli gerek sanırım.
Ama her ne kadar beklentilerin yaratacağı potansiyel sorunlardan bahsetsem de beklentiler yine ayakta tutuyor sanırım insanı. Bir beklenti gidiyor, yenisi geliyor. Yeni planlar kuruluyor. Son dönemde hayata dair heyecanım pek kalmamış olsa da birkaç ufak beklenti yine umutları taze tutuyor hayata karşı. İnsan hayatı sürprizlere dolu tabi ki. Ne olacağı hiç belli olmuyor. İnşallah her şey herkesin gönlüne göre ve en hayırlısı olacak şekilde olur.
Bu sene de böyle geçmiş. Sanırım uzun zamandan beri olmadığı kadar kısa oldu. Benim için ne kadar kısa olabilirse. Sanırım Issız Adam incelemesi daha uzundu. Neyse, daha fazla uzatmadan bitireyim. Kapanış şarkısını da aşağı bırakayım (Şarkının özel nedeni yok, son dönemde o takıldı aklıma). Bakalım hayat bizlere daha neler gösterecek? Görüşmek üzere.
Emre Yücelen - Kaldırım Çiçekleri (Ayşegül Özüdoğru ile birlikte) https://www.youtube.com/watch?v=HxwMbZ8zyV4
0 notes
kendimeozlem · 3 years
Text
Birkaç saattir herkesin çekilmesine, yalnız kalmaya ve bir şeyler yazmaya ihtiyaç duyuyorum. Güzel şeyler oluyor. Özümle yeniden tanışıyorum. O kadar içim içime sığmıyor ki bunu olduğu gibi aktarmak mümkün mü ya da ben aktarabilecek miyim bilmiyorum. Bir şeyler oluyor, bir şeyler değişiyor, bir şeyler inşaa oluyor. Bir şeyler değişecek. Çok uzakta değil, bir şeyler olmaya başladı. Ve görüyorum ki bu yolda tek değilim, destek buluyorum. İlk başta bu kararı verdiğimde tek hissediyorum ve bu nedenle vazgeçebilme imkanımı görüyordum. Bir yerde göze alamamaktan korkuyordum. Oysa ben inandıkça, heveslendikçe, çabaladıkça ve anlattıkça yanımda bana inanlar ve destek vereceklerini hissettiren insanlar oluşmaya başladı. Çok heyecanlıyım, az önce aynaya baktım ve gördüğüm bir çift göz çok mutluydu, gülümsedim kendime. Hayatım değişecek ve onun ilmeklerini birer birer örüyorum gözlerimin önünde, direksiyonu kıracağım yolu buldum. O yolun gelmesini bekliyorum artık, geldiğinde neyin yapılacağı belli. Mutluyum, muktedir hissediyorum, ne istediğimi biliyorum, inancım var. Bir yola çıkacağım, gün gelip vazgeçsem de denemiş olacağım. Bugünler kıymetli geliyor bana çünkü yola çıkmadan önceki dönemdeki hazırlık süreci. Hep hatırlayacağım, hep anlatacağım zamanlar.
Kendimi de daha olumlu değerlendiriyorum. Bugün kimseyle iletişim kuramadığını söyleyen iki arkadaşla konuştum. Fark ettim ki kendime bir çıkar yolu bulabiliyorum. Bu dönemde iletişim kurduğum, sohbet ettiğim, güldüğüm eğlendiğim ya da dert yandığım etrafımdaki insanları birer birer hatırladım. Gerçekten bu zenginlik, başka türlü bir ad koyamıyorum kendime. Ne kadar çoğu zaman kendime yüklensem de bu konuda sanırım doğru insanları zor da olsa, emek harcamam gerekse de bulabiliyorum. Belki bir elin parmağını geçmiyor ama oradalar biliyorum, bu dünyada yitmiş değilim. Kendimi bu açıdan bakınca çok şanslı ve zengin hissettim. Dediğim gibi bunu farklı bir şekilde adlandıramıyorum. Bir de şu var benim için iletişimde olmak çok kıymetli, bir bağlantı ve kontağa ihtiyaç duyuyorum. Eğer kimse ile kontak kuramazsam o an uzay boşluğunda salınıyormuş gibi hissediyorum. Bunu şuradan anladım ki birkaç gündür bu kontağı kendim biraz zayıflatmıştım. Başka zaman olsa sohbetine burun kıvıracağım birisiyle sohbet etmekten o kadar çok keyif aldım ki anlatamam. Normalde sohbet ederken zaten keyif aldığım insanlara da teker teker teşekkür metni yazmak istedim. Bazı şeylerin hayatımdaki işlevini çıkana kadar anlamıyorum ancak ortadan kaybolunca hangi ihtiyacımı karşılamak için hayatıma aldığım ayan oluyor. Hiçbir şey nedensiz değil, sadece karanlıkta kalmış olabilir. Deşince ortaya çıkıyor.
Son küçük bir mesele. İnsan ilişkilerinde konumlanmak istediğim yeri buldum. Herkesin hayatında "Onun yeri ayrı." olmak istiyorum ya da düzeltiyorum onun yeri ayrı demesini istediğim insanlar var. Herkes çok yersiz bir genelleme oldu. Bu insanlarla özel bir ilişkimin olmasını önemsiyorum. Daha derin bir ilişki arzusu da olabilir elbet tabi. Başkalarını sevmesin değil, başkalarını daha az sevsin de değil. İlişkimiz özel olsun arzusu sanırım. Yüzeysel ilişkilerdense tatsız bir yalnızlığı tercih ediyorum ve sadece derin ilişkileri yaşatmak istiyorum. Ayrı bir yer talebi ama bunun sorumluluğunu da karşı tarafa yıkmıyorum. İstenirse onu da inşa ederim. Bunun detayını şu anlık biliyorum, zamanla unutabilirim. Özetle açarsam şöyle ki ben yaşanan olayların kronolojik anektotlarını dinleyen arkadaş olmak istemiyorum da o olaylar yaşanırken aslında gözle görülmeyen ama kalpte hissedilenler, perde arkası anlatılan arkadaş olmak istiyorum. Ne hissettiğini, ne düşündüğünü, neyi farklı yapmak istediğini ama yapamadığını, neye gücünün yettiğini ve nerede zayıf kaldığını gibi alt başlıklar. Bu istediğim özel yerin ta kendisi.
youtube
01.11
29.05.2021
(Yazarken yazının yarısı silindi. Aynı yeri yeniden yazmak konusunda beceriksiz ve isteksizim. Bu yazı eksik, not düşüyorum.)
0 notes
selametile · 4 years
Note
O kadar çok kafam karışık ki. 2 yıllık çizimle ilgili bir bölümden mezunum. Okumadan önce mezuna kalmıştım ve şehirdışı gelmişti ve babam göndermemişti 12.sınıftada. Bari memleketimde kalayım da önlisans diplomam olur dedim puanım düşük olduğu için de güzel bölümlere gidemedim önlisans mezunu oldum ve o bölümü sırf parası için okudum. İşe başladığımda ailem rahat eder dedim. Bölüm özel sektöre bağlı iyi bir iş. Ailem okul konusunda özellikle babam hiç destek olmadı. Oku nasıl okursan oku dedi ne para verdi kitap aldı nede başka bişey. Ama ben onları düşünüp sırf ilerde güzel paralar kazanırım onları rahat ettiririm diye düşünüyorum hep. Pandemi girince hepsi tuzla buz oldu.. şimdi ing öğretmenliği için hazırlanıyorum ailem dhbt hazırlan diyor. KPSS girsin polislik geldi gitmek istedim hayır dediler. Sağlıktan sonra en büyük şey aileyle imtihan. Bazen kaçıp gidesim geliyor sonra ahirette nasıl hesap veririm diyorum baya kısıtlıyolar ve üstüne geliyorlar şimdi de babam dört yıl daha okuyup napacaksın her şey okul değil okuyanlar boşta .. bana danıştın mı falan diyor. Sanki danışsam fikri değişecek. Rabbim sabr ver. 30yaşımdan sonrasını düşünüyorsan. Baksana pandemide devlette olan parasını aldı ya özel sektörde olan? Esnaf olan? Çalışamayanlar napsın? 21 yaşındayım ileriyi düşünmek adına tekrar okumayı istiyorum tereddütlerim de çok malum burası Türkiye. Herkes artık bunları düşünüyor.Sence napayım? Güzel fikirlerini almak isterim. (Bayanım)
Merhaba anonim. Dediğin gibi sağlıktan sonra aile ile uğraşmak gerçekten çok zor. Allah kolaylık versin. Aile içerisinde nasıl bir konumdasın, senin kişiliğin nasıl bilmiyorum ama belli ölçüde kendi kararlarımız adına başkaldırmak çok önemli. Mesela sen dedin ya il dışı kazandım ama babam göndermedi, Benim ailemde benim konumumda ben buna müsaade etmeyen bir pozisyonda olabiliyorum. İl dışında okumayı düşündüm bir ara, annem ve babam tabi ki bize yakın ol vb şeyler dedi ama engellemeye kalksalar bir ise yaramayacagini biliyorlardı. Bu yüzden soruyorum senin otoriten hangi konumda diye.Kaçıp gitmek isteğini anlayabiliyorum ama bu çoğu zaman sonu hüsranla biten bir durum. Tabi bir de 21 yasında olduğun gerçeği var. Bu yasta hâlâ üzerinde otorite kurulması benim kabul edebildiğim bir şey değil. Bunu karşılıklı güven ilişkisi içinde çözmeye çalış ve istediğin bolume hazırlan anonim. Hazırlandigin sure boyunca aileni buna alıştır. Tatlı dille ve ikna edici şekilde. Senin kalkistigin eylemlerin sonucuna senin katlanman daha çekilebilir bir sey. Bu yüzden yanlış yapsan da sen yap. Ama hep doğruyu kovalamaya çalış. Diyebileceğim bu kadar. 🌸
0 notes
manuklakaramuk · 6 years
Text
Kaybedenler Kulübü Yolda ya da orada burada
Serinin ikinci (ve umarım son) filmi Kaybedenler Kulübü Yolda, ilk filmi çok seven biri olarak benim için hayal kırıklığı oldu.
Kaybedenler Kulübü’nü çok sevmiştim çünkü benim hiç bilmediğim ama burnumun dibinde yaşanan çok samimi, umudu örgütleyen bir hikaye anlatıyordu. Bu yüzden tüm cinsiyetçi ve kadını alaşağı eden söylemlerine rağmen favori filmlerim arasına almıştım. Çünkü Kaan ve Mete’nin “pompacı”lığından ziyade sadece bir radyo programı ile yüzlerce insanı bir araya getirebilme güzelliklerini sevmiştim. Çaldıkları şarkıları, içi boş gözüken bir sürü cümle arasından yarattıkları anlamları, sisteme karşı umursamaz duruşlarını çok sağlam bulmuştum.
Ama yıllar içinde filmin, halihazırda Kadıköy’de süren yaşam biçiminde ve “yeni nesil” arasında bu sağlam hikayeden ziyade sadece “biz sizinle yatmış mıydık” kültürünü yaydığını fark ettikçe soğumaya başlamıştım. Cem Yılmaz’ın dediği gibi film bir sürü şey anlatırken sen gidip aradan o “küfürü” öğrenmeyi seçiyorsan bu yalnızca filmin hatası değildir herhalde. Bu yüzden yine de filmi yargılamamayı seçtim. Ama giderek artan cinsiyetçiliğin ve etik dışı cinsellik ilişkilerinin koruma kalkanı olması ve bir popüler kültür ikonu haline gelmesi de uzaklaştırıyor, ne yaparsın.
Yine de ikinci filme dair büyük bir heves ve heyecanım vardı. Ama dediğim gibi maalesef hayal kırıklığı oldu.
İlk olarak filmi kendi içinde değerlendirecek olursak sağlam bir olay örgüsü ve hikayesi yok. İlk filmden sonra karakterlerin hayatında neler oldu, neler değişti ya da aynı kaldı diye anlatan bir durum belgesel tadında. İlk filmi izlemeyen kişilere ne hissettirir emin olamıyorum. Yol hikayesi desen yol değil, aşk desen aşk değil. 2 saatlik film boyunca takip edebildiğimiz tek hikaye Kaan-Sevda ilişkisi ki o da başı belli sonu belli halde ağır aksak akmıyor bir türlü. Yan karakterlere dönecek olursak hiçbirinin hikayesi yok. Sadece ilk filmden sonra ne oldukları bilgisini alıyoruz. Bu arada Brit bile reklamcı olmuş mesela, psikolog arkadaşları falan var. Arkadaşlar, standart’ta kalmaya çok diretmeyelim isterseniz, sonunda yine oraya varacaksak hepimiz ufaktan ekmeğimizin yolunu bulalım.  Kaan ve Mete bile sisteme aykırı duruşları ve paraya değer vermeyen tavırlarına rağmen altlarında cillop motorlarıyla haftalarca süren Akdeniz-Ege tatili yapıyor. Öyle çadırlarla kampçılık falan da değil ha, gayet temiz güzel otel odalarında kalıp her akşam rakı sofralarını, ceplerinden pahalı viskilerini eksik etmiyorlar. Biz de Kadıköy sokaklarında en ucuz bira nerede diye aranıp “Allah standarttan ayırmasın” avuntusuyla geziyoruz.
Filmin tek sevdiğim yanı Sevda’nın Kaan’ı kendi silahıyla vurması oldu. Silah ve vurma tabirlerini kullanmak ne kadar doğru bilmiyorum ama teşbihte hata olmazmış. Nitekim filmin sonunda Kaan kendi söylüyor; “Bir erkeği ancak en masum anında vurabilirsiniz” diye.
İlk filmdeki Zeynep’in yerine Sevda’yı daha kararlı ve daha sağlam karakterli buldum. Aslında Zeynep de çok iyi bir karakterdi ama maalesef karşısındakini kendine göre yontma, değiştirmeye çalışma hatasına düşmüştü. Kadın-erkek diye ayırmıyorum, romantik ilişkilerin sık rastlanır bir sorunu sanırım bu. Birini senden çok farklı diye, senin yapamadıklarını yapıyor diye çok çekici bulursun, seversin sonra da senin gibi değil diye kendine benzetmeye çalışırsın. A Zeynep’im, sen bu adamı bu alternatif duruşu sebebiyle sevmedin mi? İstediği anda çıkıp Olimpos’a gidebilme ihtimalini sevmedin mi? Sonra ne oldu da “bu adamla evlenilmez” tribine girdin? Orda Kaan’ın “ben buyum kızım, hep böyleydim” tavrını çok haklı buluyorum. Kaç yaşında adam bir Zeynep için değişecek değildi ya. Neyse ki Zeynep de durumu çok sürmeden idrak etti, nasıl olsa değişir, ben onu ikna ederim saçmalıklarına girmeden ona da kendisine de saygısını korudu, beklentisi karşılanmayacağı için gitti. Acı çekerek de olsa, ağlayarak da olsa gitme cesaretini gösterdi. Ama nedense aşk acısı çeken, terk edilen, mağdur olan Kaan oldu. E Kaan’ım bu sefer de sana sorarım; kadın talebini net bir şekilde ortaya koydu. Sen onun için hiçbir şey yapamayacakken, “ben buyum kızım”dan asla vazgeçemeyecekken bu ilişkinin ömür boyu sürdürülebilir olduğunu hayal etmiyordun herhalde. Bir ilişkinin insanların tavırlarını, duruşlarını değiştirmesi gerektiğine inanmıyorum ama tarafların birbiri için hiçbir şey yapmayacağı, kendinden hiç ödün vermeyeceği, bir adım atmayacağı hiçbir ilişkiyi de sürdürülebilir görmüyorum.
Sevda da Mete’nin “biz özgürlük sibobuyuz kızım, takılıyoruz” lafına uydu, “takıldı”. Ne bir şey vadetti ne de talep etti. Etik dışı hiçbir durum yok ortada. Yani illa etiği sorgulayacaksak evde onu bekleyen nişanlıya yapılmış bir haksızlık olsa da Kaan’a karşı bir hatası olduğunu düşünmüyorum. Tıpkı Kaan ve Mete’nin her zaman yaptığı gibi davrandı. Ama acıtıyormuş değil mi? Kaan’ın dediği gibi “bize tam da bu gerekiyordu”. Evet sanırım anlamanız için tam da yaşamanız gereken buydu.  Amacım misilleme falan değil ama şu modern zamanın “takılmaca” rahat ilişkilerindeki kalp kırgınlıklarına bir cevap bulmak gerek.
Yine kadın-erkek-trans diye ayırmak, ilişkileri belli kalıplara oturtmak istemiyorum ama bu takılma kültürünü belli bir etik çerçeveye oturtmaya ihtiyaç duyuyorum. İnsanlar birbirini tanıyor, hoşlanıyor, takılıyor. Bu bazen tek gecede kalıyor, bazen seks partnerliğine dönüyor bazen de içinde duygusal yaşamsal paylaşımların da olduğu bir ilişkiye dönüşüyor. Hepsi anlaşılır insani şeyler. Ama nerede hata yapıyoruz da birileri bu durumdan üzülen, kırılan, acı çeken taraf oluyor. Tanıştığımız gibi birbirimizle sözleşme mi imzalayacağız, ben şöyle bir ilişki isterim bu kadar veririm şu kadar alırım diye. Bu kişisel olarak da mümkün değil ki. Zira insan da bir insanla beraberken tanıyor kendini, keşfediyor beklentilerini. Ama bu tahmin edilemez ruh hali de birbirimize etik olmama mazereti olmamalı bence. İlk tanışmada kestiremiyorsun evet ama gelin itiraf edelim birkaç buluşma sonrasında tarafların ne istediği ufak ufak belirginleşiyor. İşte bu noktada birbirimizin belki de kendimizin günahına giriyoruz. Hemen bir durup nefes almak, dürüstçe konuşmak gerek. “Ben başlarken böyle olacağını tahmin etmemiştim ama şimdi senin hakkında şöyle düşünüyorum, böyle hissediyorum, benim beklentilerim oluşmaya başladı” diyebilmek, “senin beklentilerini görebiliyorum ama karşılayamamaktan çekiniyorum, karşılamak istemiyorum, benim hiçbir beklentim yok ya da benim de beklentilerim var” diyebilmek bu kadar zor olmasa gerek. Kalp bu, yine de kırılabilir, her zaman kırılmaya müsait bir organ kendisi, ama dürüst olalım, açık olalım, iyi niyeti koruyalım yeter ki. Vicdanlı olup net ifade edelim ki o kalp kırgınlığı hayata, dostluğa, insanlığa küsmeye dönüşmesin. Çok mu zor birbirimize saygı duymak?
Neyse konu filmden uzaklaşmaya başladı. Bu tartışma cidden çok uzayıp gidebilir ama filme dönecek olursak iki film toplamında da benim sormak istediğim tek bir soru var; Kaan’ın İzmir’de bir barda ayaküstü seviştiği (pompaladığı mı demem gerekirdi?) kadınla Sevda arasında ne fark var? Çünkü bardaki kadına “senin adın neydi ya” gibi bir aşağılamayla tabiri caizse köpek çekilirken Sevda “o kız fazla iyi” diye anılıyor. Neden? O iki kadın da hayatını yaşıyor, işini yapıyor, tatile gidiyor, eğleniyor, takılıyor, seviyor, seviliyor, bazen gönlünü eğlendiriyor bazen gönlünü kaptırıyor. Bilmiyorsanız söyleyeyim; vallahi de ikisi de bunların hepsini yapıyor. Ama siz sadece bir an’ına denk geldiniz diye bu kadınlar “eğlenilecek kadın-evlenilecek kadın” diye ayrılıyor mu hemen, ne oluyor? İkisi de kadın ya, kadınlığı geçtim ikisi de insan! Sana birini bedeni üzerinden bu kadar aşağılama hakkını kim veriyor?
Hayır sonra yine aşık yine mağdur yine en yüce olan da bizim adamımız. İki filmde de şu erkeklere sırf beden keyfi diye bakan, Kaan ve Mete’nin erkekliğini söndüren bir kadın göremedik ya ona yanarım.  Aslında kadınlar vardı, sağlamdı ama tabii ki Kaan ve Mete’ciğimiz bir nesne gibi kullanılıp atılamazlar; onlar ancak çok masum, çok aşık, çok felsefik, çok arzulanır, çok acı çeker olabilirler. Erkeklere başka hiçbir bok olmaz. Bütün bokları hak eden kadınlardır(?) Tabii filmde göremedik, yoksa gerçekte senaryonun tam ters hallerini de biliyoruz ama nedense ekranlarda onlar izlenmiyor. Onları da kadın yönetmenler anlatacaklar herhalde ama kadın yönetmenlerin sahiplendiği o kadar çok sorumluluk var ki bunlara sıra gelmiyor. Şimdilik meydan erkek yönetmenlerde olduğu için senaryoların en erkek halini çekiyorlar, çeksinler bakalım… Elbet devran döner.
Şimdi o en masum yerinden vurulan erkekliğini indir de biraz insan ol. Belki de standarttan ayrılmakta biraz insanlık vardır.
 Dipnot: Yazı boyunca çok heteronormatif bir dil kullandığımın farkındayım ama film o kadar cinsiyetçi ki ben ancak bu kadar sıyrılabildim, affola!
 30.03.2018
3 notes · View notes