Tumgik
#birdirbir
seyymasensei · 2 months
Text
Erik çiçek açmış da bahçenin kıyısında Sen ona hiç bakmadan geçmişsen oracıktan Leylek dansa durmuş da bacanın tepesinde O baharlım laklakını durup dinlememişsen Şakır şakır bir tren bir gece köprüsünden Islıkla dalmamışsan gurbet türkülerine Akasya mor akasya ak akasya sarı sarı sarkmış da bahar mavilerinden Yaşamak ne güzel şey diye ağlamamışsan Çocuklar birdirbir oynuyorlar da çöplük arsada Dikilip yanıbaşlarına göğüs geçirmemişsen Yanından geçip gitmiş de çilekçinin arabası Kaçtan veriyorsun hemşerim diye yutkunmamışsan İskelenin tepesinden türkü döken gurbetçi gence Varolasın koçum benim diye el sallamamışsan Bahar dalı gömleğiyle utangaç bir uçurtma Bu ne şıklık delikanlım diye laf atmamışsan Ve çapkınca bakmamışsan Göğsü domur domur yeniyetmeye Sesi bambam Sesi ramazan topu Kendini herkül sanan delikanlıyı Yaştaşınmışcasına süzüp selamlamamışsan Öpmemişsen gözlerine bakıp duran bir gözleri şenlikliyi Yaşama itmemişsen iter gibi denize Girmemişsen koluna bir yıkılmışın Yalanla da olsa avutmamışsan umutsuzu Su diyene bir avuç su Bir yaralı parmağa işememişsen Kolay gelsin dememişsen taş kıranlara Günaydınsız bırakmışsan bahçe bezeyenleri Eğilip koklamamışsan çitten gülen çiçeği Bayram bayram donanmamışsan Sevinciyle dostlarının Acısını dostlarının Yüreğinde duymamışsan Kapı kapı dolaşmamışsan iş dilenerek İşsizliğe düşmemişsen hakkım dedikçe Ve bayraklı pankartlı yürüyüşlere Halaylı horonlu grev şenliklerine Katılmayı aşk gibi duymamışsan şuranda Ağrın ağrım Acın acım Dememişsen insan kardeşlerine Ve dilinin en görkemli Ve dilinin bando-davul sövgülerini Sıralayıp sallamamışsan deyyuslar saltanatına Hangi yaşta olursan ol Kardeşim Kaptırıp gönlünü sevda fırtınasına Evin yolunu şaşırmamışsan Sende iş yok be kardeşim Sen artık hapı yutmuşsun Borçlusun sen ağaçlara kuşlara Borçlusun sen trenlere otobüslere Yağan kara esen yele borçlusun Borçlusun sen herşeye Gözdeki ışıltıya Alındaki çizgiye Eldeki şaşkınlığa Borçlusun herşeye Kardeşim Yaşamın kendisine
140724
25 notes · View notes
yaraliruhlarsemti · 6 months
Text
İlkokul da okul bahçesinde birdirbir,yerden yüksek,saklambaç oynayıp piknik yaptığım arkadaşlarımın evlendiğini görmek fenalık geçirtiyor bana
3 notes · View notes
Text
Tumblr media
DANONE YOĞURTLARININ #SAMATYA'DAN DOĞDUĞUNU BİLİYOR MUYDUNUZ?
Sağlıklı sofraların vazgeçilmezi yoğurda Fransız olan Fransa halkına yoğurdu tanıtan kişi Osmanlı tebaasındandı. İstanbul’dan Paris’e hukuk doktorası için giden Samatyalı Aram Dökmeciyan’ın geçimini temin için teşebbüs ettiği yoğurt imalatı ve markalaştırdığı Aram Yoğurtları’nın, Danone olmasıyla neticelenen hazin hikâyesi…
Yoğurt, “derde deva, batna cila ve tertemiz bir gıda” olarak bilinir. Halis sütten imal edilmişlerinden bahsediyoruz elbette, laboratuvarlarda kimyasal zincirine takla attırılarak üretilen hormonlu peltelerden bahsetmiyoruz!
Yoğurdu pek çok millet, eskiden beri severek tüketmiş. Türkçe bir kelime olan yoğurt, diğer dillere de aynen geçmiştir. Bunu pek çoğumuz biliriz. Ancak… Yoğurdun, Osmanlı tebaasından bir Ermeni tarafından Fransızlara “zorla” sevdirildiğini, sonra bunun geri dönerek Türklere “zorla” sevdirilmeye çalışıldığını pek kimse bilmez.
Gerek Avrupa’da ve gerekse dünyanın diğer yerlerinde yoğurdun tanınmasının, çok bir geçmişi yoktur. Türklerin tepelerinde hükümet kurduğu, emirler buyurduğu toplumların, onlardan öğrendikleri faydalı şeylerin arasında, her türlü hastalığa karşı yoğurt kullanmak da vardır. Zaten bütün Batı dillerinde bu besinin adı, Türkçe yoğurt kelimesinden bozmadır. İngilizce; yoghurt, Almanca; joghurt, Fransızca; yaourt, İspanyolca; yogur, Bulgarca; yogirt, İrlandaca; iógart, Portekizce; iogurte, Romence; iaurt, Yunanca; giaoúrti bunlardan bazılarıdır.
Küçük Aram’ın Büyük İşleri
Gelelim Frenk milletine yoğurdu tanıtan şahsa… Bu kişi, Osmanlı tebaasından 18 Eylül 1866 doğumlu Ermeni Aram Dökmeciyan’dır. Ailesi, Kayseri’de ikamet ederken Sultan Abdülmecid zamanında payitahta göçerek “Canımın İstanbul Köşeleri”nden Etyemez semtine yerleşir. Samatya ve Yedikule civarında besledikleri ineklerle sütçülük ve yoğurtçuluk yaparlar.
O yıllarda Kanlıca ve Silivri yoğurtları çok meşhurdu. Samatya gibi İstanbul’un farklı köşelerinde bulunan yoğurt imalathaneleri ise ancak geçimlerini sağlayacak kadar para kazanabiliyorlardı. İnsanlar özellikle yoğurt yiyebilmek için şehrin en uzak noktalarından Kanlıca’ya geliyorlardı. Bu işin üstadı olan Kanlıcalılar, Galata frenklerine, pudra şekeri serperek yoğurt yedirmeyi bile öğretmişlerdi.
Aile, bu atmosferde rızıklarını kazanmaktayken ailenin en büyük oğlu Mihran Efendi, Galata Yüksekkaldırım’da matbaa harfleri dökümcülüğüne başlar. Bu işten büyük paralar kazandığı için soyadlarını bile Dökmeciyan olarak değiştirirler.
Mihran Efendi, mesleği sayesinde İstanbul’un matbuat çevreleriyle iyi bir münasebet kurar. Küçük oğlu Aram’ı, Venedik’e eğitime gönderir. Yüzyıl başlarında eğitimini bitiren Aram, diğer kardeşi Artin (Edouard) ile birlikte Paris’e gider. Sorbonne Üniversitesi’nde hukuk doktorasına başlar. Ne var ki babasının ölümü üzerine Türkiye’den gelen harçlıklar kesilir. Kardeşi ile birlikte büyük bir geçim sıkıntısı yaşar. Aram’ın aklına ilk gelen, birkaç inek sahibi olup, bunların sütünü ve sütten elde ettikleri yoğurdu satmaktır.
Ancak kardeşi bunu mantıksız bulur. Haksız da değildir. Zira o günün şartlarında Frenk milletine yoğurt yedirmek, deveyle birdirbir oynamaktan daha zordur. Ancak Aram, kafasına koyduğu işi yapar ve imal ettiği yoğurtları bir köşebaşında sergiler. Gelip geçene de yoğurdun faydalarına dair hayli nutuk çeker. Ancak Fransızlar, ilk defa gördükleri bu beyaz nesneye bakıp geçerler. Aslında Fransa, yoğurtla ilk defa tanışmıyordur. Frenk tarihçilerinin yazdığına göre 1542’de bağırsak enfeksiyonundan kıvranan Fransa kralı I. Françesko’nun hastalığı uzun sürünce sinirleri altüst olur. Onu taht sahibi yapan Kanuni Sultan Süleyman, bir Türk doktor gönderir. Doktor, koyun sütünden elde ettiği “esrarengiz” bir ürün vesilesiyle kralı birkaç hafta içinde ayağa kaldırır.
İşi biten doktor, İstanbul’a geri döner. Fransızlar, yoğurt mayalamayı beceremezler. Birkaç hafta sonra Türk doktorun geride bıraktığı koyun, Paris’in ayazında ölünce, yoğurt yapmaktan vazgeçerler. Yaşananlar, zaman içinde unutulur gider.
Aram, elimde kalmasın diye satamadıklarını, çevresindeki Fransızlara hediye eder. Korka korka ilk defa yoğurt tadan bu insanlar, halktan insanlardır. Üstelik sağlığa zararı olabilir diye de bir dedikodu çıktığından bir daha hediye edecek insan bulamaz.
Aram, hemen pes etmez; doğruca Paris’in ünlü Pasteur Enstitüsü ikinci başkanı ve Nobel ödülü sahibi Prof. Elie Meçnikof’a başvurur. Rus asıllı bu ünlü profesör, o dönem Frenk illerinde ağzına bakılan büyük adam olarak meşhur olmuştur ki, onun sözü tıp için olduğu kadar, insanlar için de bir senettir. Aram, itinayla hazırladığı birkaç kâse yoğurdu, Meçnikof’a ikram eder. Meçnikof’un ilgisini çekmeyi başarır. Ünlü profesör, günlerce laboratuvarda yoğurdu inceler.
Bu sırada Aram, her gün Meçnikof’a birkaç kâse yoğurt göndermeyi de ihmal etmez. Amacı, Meçnikof’tan iki satır da olsa olumlu bir yazı alabilmektir. İsteğine fazlasıyla sahip oluverir.
Meçnikof şu mealde bir rapor gönderir: “Aram’ın yaptığı yoğurdu yedim. Aynı zamanda tahlil de ettim. Sağlığa zararı olmadığı gibi vücut için faydalı ve dinçlik veren özellikleri bulunduğu kanaatindeyim.” Aram, sevinçten deliye döner. İnek ve çalışacak eleman sayısını artırır ve kâselerin üzerine Meçnikof’un raporunu âdeta marka gibi yapıştırır. Eh, faydasını da görür. Daha önce ağız burun kıvıran Fransızlar “vardır bir hikmeti” diye kapışırlar. “Aram Yoğurtları” her Fransızın sofrasında daima bulunan bir gıda maddesi olarak yerini alır. Âdeta bir moda salgını başlamıştır. Aram, talepleri karşılayamadığından fabrikasyon üretime geçer. Gün gelir 5 bin işçiyle bile siparişlere yetişemez olur.
Aram, milyonlar, milyarlar kazanır bu işten ancak Fransız vatandaşı olduğu için askere alınan oğlu İkinci Dünya Savaşı’nda ölür. Evlat acısı, onu fena vurmuştur. Çalışmaktan ve kazanmaktan keyif alamaz hâle gelir.
İmalathanelerini “Danon” isimli bir firmaya satarak Nice şehri civarında sakin bir köşeye çekilir. 1962 yılında 78 yaşında iken ölür.
Danon firmasına gelince…
Önce Aram olan markasını Danon olarak değiştirirler. Danon, firma sahibinin küçük oğlu Daniel’in Katalanca’daki kısaltmasıdır. Fakat bu isimle yapılan satışlar hızla düşer. Herkes, “Aram Yoğurtları” etiketli ürünleri aramaktadır. Şirketin aklı başına gelir ve markayı tekrar Aram olarak değiştirirler. Bu arada milyarlar harcayarak reklamlarda olayı anlatmak zorunda kalırlar. Günümüz Türkiye’sinde Fransız yoğurdu diye satılan ekşili tatlılı Danone yoğurtlarının geçmişi böyle…
3 notes · View notes
pazaryerigundem · 5 months
Text
Mezopotamya'da hasat ve Bilali Şenliği başlıyor
https://pazaryerigundem.com/haber/170104/mezopotamyada-hasat-ve-bilali-senligi-basliyor/
Mezopotamya'da hasat ve Bilali Şenliği başlıyor
Tumblr media
Mezopotamya’da yaklaşık 8 bin yıldır hasat döneminin başlangıcı kabul edilen Bilali Şenlikleri, 12 Mayıs Pazar günü 7. si yapılacak.
Şehmus EDİS / MARDİN (İGFA) – Artuklu ilçesine bağlı eski adı ‘Bilali’ olan Alımlı köyünde Uluslararası Tasarım Vakfı, ,  ve köy Muhtarlığı işbirliği ile geleneksel  Bilali Şenliği  12mayıs 2024  pazar günü saat 11:00-18.30 saatleri arasında  yedincisi  yapılacak.  Her yıl çevre il ve ilçelerden yoğun katılımla gerçekleşen şenlikte katılımcılar  geleneksel oyunların yanı sıra uçurtmalar ile ile gökyüzünü şenlendirecek. Bereket için duaların okunacağı şenlikte, yöresel sanatçılar rebapçı davul  zurna ve dengbejler yer alacak. Uluslararası Tasarım Vakfı başkanı Nihat Erdoğan, Bilali Şenlikleri’nin Uluslararası Tasarım Vakfı ve  Alımlı muhtarlığı işbirliği ile  Artuklu Belediyesi, Mardin Büyükşehir Belediyesi  ve Mardin Valiliği  katkıları ile gerçekleştirileceğini belirterek  Bilal’i Şenlikleri’nin binlerce yıldır kutlanan bereket bayramları arasında yer aldığını söyledi. 
Tumblr media
Erdoğan, “Bu coğrafyada her tarım hasadı öncesi köylüler toplanır, dua yapılır, yemekler yenilirdi. Ardından da Mezopotamya’da hasat başlardı. Bir hasat bayramı bu. Onun içine bir araya gelip, dualarımızı ediyoruz.. Tarıma geçmemiz eğer 8 bin yıl önceyse, 8 bin yıllık bir geleneğin kaybolmaması için çalışıyoruz. Bir köy yarım asırlık geleneğine tekrar kavuşuyor. Alımlı köyünde, 1958 yılına kadar arpaların sararmasıyla birlikte hasat döneminin başladığını müjdeleyen bir halk şenliği kutlanmaktaydı. Köyün karşısındaki tepede yer alan ve halk arasında Sarı Arpalar Ziyareti olarak bilinen bu mekanda, her yıl mayıs ayının ilk hafta sonunda hasadın bereketlenmesi için kurbanlar kesilir, yemekler pişirilir ve dostlarla, akrabalarla paylaşılırdı. Bereket dualarının yanı sıra hastalara şifa bulmak için de bu tepeye çıkılır ve burada dualar edilirdi. Şenlikte büyük bir pazar yeri kurulur, Mardin’den gelen leblebici ve çerçilerden alışveriş yapılırdı. Alana gelen dengbejler, davul zurnacılar ve rebabiler müzikleriyle şenliğe renk katarken, birlikte halaylar çekilir, çeşitli oyunlar ve eğlenceler düzenlenirdi. her yıl geleneksel olarak düzenlenen Bilali Şenliği ile bölgenin somut olmayan kültürel mirasları arasında olan bir ritüelin köylülerle birlikle tekrar düzenlenerek yaşatılması, sürdürülebilirliğinin sağlanması ve koruma altına alınan Bilali köyünün, kültür turizm destinasyonlarından biri olması hedefleniyor. Bu yıl, 12 Mayıs Pazar günü yapılacak olan Bilali Şenliği’ne herkesi bekliyoruz” dedi. Şenlik kapsamında Yemekler pişecek paylaşılacak, halaylar çekilecek ve Mezopotamya ovasında ilk yetişen bitki olan Arpa hasadı için bereket duaları yapılacaktır. Geleneksek el sanatları ve yemek atölyeleri düzenlenecek, çocuklar ve yetişkinler için binicilik, halk oyunları, rahvan at yarışları ve uçurtma  vb. etkinlikler yapılacaktır. Çocuklar için Oyun istasyonlarında topaç, aşık, yakar top, bezirgan başı, üç taş, beş taş, dokuz taş, misket, ip atlama, salıncak, çuval yarışı, yumurta taşıma yarışı mendil kapmaca ve birdirbir gibi geleneksel çocuk oyunları düzenlenecektir. Mardin’in kaybolmaya yüz tutmuş somut ve somut olmayan kültürel mirasının tanıtılması canlandırılması ve yaşatılmasını sağlamak amacının güdüldüğü  projede   Alımlı Köyünde Bilali ve Mardin’de Haset Marena adı altında bahar aylarında düzenlenen halk şenliklerinin bahar bayram ve ritüellerinin, gelenek göreneklerin , yemek kültürü, geleneksel çocuk oyunları, köy seyirlik oyunları, masal, müzik, halay gibi somut olmayan kültürel miras ögelerinin kaybolmaması için tanıtılıp halkta farkındalık kazandırarak yaşatılması planlanmıştır.
Bu şenliğin itici gücü ile Alımlı köyünde köy turizmi, geleneksel el sanatlarının ve geleneksel köy ürünleri üretimin devam etmesinin sağlanması, Alımlı  köyü  Deyrulzafaran  manastırına 2 km uzaklıkta bulunup din turizmi, köy turizmi, alternatif turizmi  ve kültür turizmi çeşitliliği barındıran Yeni Bir Turizm Destinasyonu Olarak Turizme Kazandırılması ve  köyün yıkılmak tehlikesi bulunan evlerinin restore edilebilmesi için fonların bulunması da hedefleniyor.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Photo
Tumblr media
Karabük Üniversitesi'nin kampüsünde gördüğüm en güzel çalışmalardan biriydi. Beni yıllar öncesine götürdü. Çocukluğumuzun mutluluk kaynağı, en büyük kahkahalarımızı attığımız, arkadaşlarımızla geçirdiğimiz en güzel günlerin hatırası canlandı gözlerimde. Bu oyunları oynayanlar bilirler, anlarlar benim hislerimi... #körebe #80liyıllar #seksenler #ipatlama #lastik #5taş #tahtarevalli #istop #körebe #mendilkapmaca #birdirbir #çocukoyunları #geçmişgünler #çocukluğum #karabüküniversitesi #safranbolu #hislifotoğraflar #dailysabah #instatürk #80lerdeçocukolmak #hayat #life #friends #games # (Karabük Üniversitesi)
8 notes · View notes
mustafasalihbozok · 4 years
Text
İSTANBUL'DA SIRADAN BİR GÜN
İstanbul'da güneş tutuldu;
pembe blucinli bir afet,
savurarak permalı saçlarını
sakallarından yakaladı onu.
Bulutlar, minarelerle birdirbir oynuyordu,
Mahmutpaşa'da podyuma çıkmıştı gecekondular;
gümüş kanatlı bir uçak
zabıtalarla aynı anda saldırıya kalktı.
Yeni Camii önlerinde kuşatıldı çocuklar,
olayı gören bir vapr haykırdı "OLEY",
çımacının kuru ıslığıyla
başladı makinalar Rock'n Roll'a.
Bir elinde eynir, bir elinde zeytin
Eminönü'nde trapeze çıkınca ekmek,
işçiler saçlarının yarısını kestiler,
palyaçolar işsiz kalırız diye düşünmediler ama,
duraktaki izleyiciler ceplerini karıştırarak
taksitli satış mağazalarının yolunu tuttular.
Kırmızıda durmadılar, yeşilde geçmediler,
Sarı yanınca biribirlerini yediler.
Aç martıların son çığlıkları;
son balıkların, son pullarına takılmıştı.
Bizans'tan kalma bir yılan
asfaltın üzerinde intihar etti.
Kimseler görmedi, kimseler duymadı;
Sadece surlar ağladı.
Haliçin dibinde semaya durdu Bizanslı ölüler,
Romanyalı rahibeler, cinsel devrimi anlatıyordu Galata'da.
Karaköy sergisinde deniz mahçup oluyordu ha bire,
azaldıkça azalıyordu balıklar,
Dolmabahçe gerinirken denize karşı,
Boğaz vapuru, gözlerini dikmiş Köprü'nün bacaklarına,
acımasızca saplarken çıpasını Ortaköy önlerine
benzi solmuş balıkçı tekneleri
platonik
bir aşkla Kız Kulesi'ni seviyordu hâlâ.
Ahmet ÜMİT🖌️❤️❤️❤️
Tumblr media
8 notes · View notes
kitaptiryakisi · 4 years
Quote
Bir insanı, diğerinden ayıran hususiyet nedir? Dış şartlar mı? Olamaz. Nedir o halde? Kazanç ve kayıp hakkındaki telakkisidir. Turgut da üniversite giriş imtihanını bin bir zorlukla kazanınca bu hayati sualle karşı karşıya kaldı: ne demekti bu? Kazanç mı, kayıp mı? Acele cevap verdi: ‘Kayıp' dedi. Ah! İşte burada hata etti. Neden bu kadar acele davrandı? Neden acısının biraz hafiflemesini bekleyip de biraz daha soğukkanlı olabileceği bir zamana kadar dayanamadı? Neden, neden? Bu vahim hükmü, ondan sonraki bütün harekâtına da tatbik etmek gibi ikinci elim hatayı da hemen yaptı. Koparıp atsaydı bütünlüğünü bozan bu acıklı tarafını da geri kalanı kurtarsaydı hiç olmazsa. Yapmadı. Kendini, rakipsiz saydığı konuların dışında, bir daha hiçbir zaman tecrübe etmemeyi ve kuvvetsiz olmayı uygun buldu. Tabii, mantıkî neticelere götürme oyunuda birdirbir ve lik gibi bir çocuk oyunu olarak mazide kaldı. İşte, düşüşü de bu anda başladı. Bu satırların yaratıcısı ve yakın arkadaşı, onun bu metamorfozuna şöylece tarih düşürdü: 'Yıl bin dokuz yüz elli üç, baktı Turgut vaziyet güç; Mantık yardım etmedi hiç. Oldu tam bir eyyamgüder. Bana göre, oldu heder.'
Tutunamayanlar, Oğuz Atay
18 notes · View notes
nesrin-c · 5 years
Text
İŞTE BİZİM HİKÂYEMİZ. 50'li yıllarda Demokrat Parti'yle Hayata gözlerini açanlar. Tahta beşiklerde ninnilerle uyuyup, 60 ihtilâlinin ayak sesleriyle uyananlar. Çocukluğunu bu kargaşayla geçirip, 68 'de 18 yaşın heyecanıyla 68 kuşağının çilesini çekenler. Bu hikâye sizin. Bizim o yıllarda çocukluğumuz Hep sıkıntılarla geçmedi. Biz nedense ergenliğe geç girdik. Çocukluğumuzu uzun yaşadık. Bizim oyun alanlarımız çoktu. Yemyeşil çayırlarda,bahçelerde Evimiz kadar güvenli sokağımızda Çeşit çeşit oyunlar oynardık. Biz küçük şeylerden mutlu olmasını iyi bilirdik. Uzun kış gecelerinde içilen semaver çaylarıyla, Aile toplantılarının sıcaklığını hep hissettik. O yıllarda komşuluk bağlarımızda güçlüydü. "Bir maniniz yoksa akşam ANNEMLER size gelecek". Sözü bizi çok mutlu ederdi. Karanlık günlerde önlüklerimiz karaydı ama, Karanlıkları aydınlatan beyaz yakalarımız gibi Umutlarımız,mutlu günlerimiz de vardı. Kitaplarımızı,defterlerimizi itinayla kaplardık. Tahtadan, telden, ağaçtan oyuncaklar yapardık. Yaratıcı, yetenekli , paylaşımcı ÇOCUKLARDIK. Biz, yuvarlak, köşeli kurşun kalemlerimizle Düz, eğik, süslü italik okunaklı yazılar yazardık. Biz halk kütüphanelerine , Halk Evlerine giderdik. Ne omuza asmalı deri,renkli çantalarımız Ne 0,5 uçlarımız, ne kokulu silgilerimiz vardı. Tahta sıralı,varil sobalı sınıflarımızda Kara tahta başı heyecanlar yaşardık. Nohutlu,fasulyeli matematik derslerimiz. Cin Ali serisi okuma saatlerimiz Andımız, Gençlik Marşımız, Cumhuriyet şiirlerimiz Sapanla kuş avımız, derede yüzme yarışlarımız Ömer Seyfettin ,Dede Korkut hikayeleri Kafdağı arkasına uzanan masallarımız. Battalgazi,Köroğlu Destanları Uzun kış gecelerinde uyuklayarak dinlediğimiz Babaların,Dedelerin askerlik anıları. Amerikan yardımı süt tozundan hazırlanmış Beslenme saatlerimizi unutmak mümkün mü? Ya sabahları üzerine ''tereyağı'' sürülmüş Taze yumurtalı,pekmezli sabah kahvaltılarımız. Tarhana Çorbası'nın lezzetini nasıl unuturuz? Pazar sabahları sıcak ekmek kuyruğunda Buharı kokusuna karışmış pidelerden,somunlardan Elimiz yana yana yediğimiz lokmalar... Bizim Amerika'dan ithâl herkesin okuduğu: Teksas Tommiks'imiz Zagor'umuz da vardı. Hayat, Ses Mecmuaları, Hürriyet'in ilâveleri Radyoda Enosis-Makarios, Vietnam haberleri Arkası Yarınlarımız, Liselerarası bilgi yarışmaları, Bizimkiler, Kaynanalar, Radyo Tiyatrolarımız Erkan Yolaç'la Evet-Hayır yarışmalarımız Orhan Boran'ımızla Yuki'miz. Hayatımızın bir parçasıydı. Soğuk kış günlerinde, buzlu yollarda Tahta okul çantalarımızı kızak yapar kayardık. Bizim mahalle bakkalımız Haydar Amca'mız Yolunu hasretle beklediğimiz postacımız Bekci Hasan'ımız, kasabımız, manavımız Aile fertlerinden biri sayılırdı. Lâstik ayakkabıdan naylon ayakkabıya Bez toplardan naylon toplara Batarya pilli radyodan ağır, iri, sandukalı Dântel örtülü Siyah-beyaz televizyona biz kavuştuk. Gazocağından ''Aygaz''lı ocaklara biz geçtik. ''Vita'' yağı tenekelerinden su kapları yapardık. 60'lı sıkıntılı yılların sonunda Amerika Apollo 11'i Ay'a gönderirken Bizim ilk yerli otomobilimiz Anadol'umuz Arkasından 124 Hacı Murat'ımız O yıllarda bizim ne emniyet kemerimiz Ne otomatik klimamız, Cd çalarımız Ne uzaktan kumandamız , ne oto alârmımız Ne hava yastığımız , ne otoyollarımız vardı Çatılarda daha iyi görüntü için!. ölüm tehlikesiyle Antenleri biz çevirirdik. Gurundik, Şaplorenz Philips Marka asker bavulu televizyonlarda Karlı , silik, bulanık görüntülerden oluşan Yerli diziler bizi mutlu ederdi. Arnavut kaldırımlarındaki oyunlarımız Gece muhabbetlerimiz, cambazlı panayırlar Topacımız, ( tendürük ) misketimiz, uçurtmamız, Gizlice içtiğimiz, birinci, bafra, gelincik Yaka sigaraları. Pamuk Şeker, Horoz şeker, Şeker Elma, Kâğıt helvalarımız Uzuneşek, Birdirbir, Saklanbaç, Komen, Elim sende oyunlarımız. Hayatımıza renk katan, bayramlarımız. Biriktirdiğimiz bayram harçlıklarıyla gittiğimiz Dönme dolap, atlı karınca, Langırt Beş atış yirmibeş çadır tiyatrosu. İstop, dokuztaş, mendil kapmaca Gazoz kapağı, sigara kutusu, bilye, düğmelerle ( kopça ) Yaratılmış bir oyun dünyamız vardı Yakan Top, seksek, çelik-çomak oyunları. Okulda Yerli Malı Haftalarımız Evde tasarrufa teşvik edici kumbaralarımız Ada'ya barışı götüren Kıbrıs Harekâtı'mız Sokakta şeker, yağ, benzin kuyrukları. Postahaneden yazdırmalı telefonlarımız Pötükareli, muşamba kaplı odalarımız Kestane pişirdiğimiz Kuzine sobalarımız Mutfaklarımızda Tel Dolaplarımız Duvarında günlük ''Saatli Marif'' takvimimiz Samimi,sıcak aile toplantılarımız At arabası, Hamal arabası, süslü faytonlarımız Austin, Magirüs, Ford Opel Chevrolet marka Bagajı üstünde şehirler arası otobüslerimiz. Futbol sahalarında Lefter'li, Metin Oktay'lı Şenol, Birol'lu Kadri'li Sanlı'lı Kedi kaleci Varol Ürkmez'li Can Bartu'lu Sabri Dino'lu Cemil Turan'lı Metin Kurt, Metin, Ali Feyyaz'lı Unutulmaz derbi maçları. Sinemalarda John Wayne'lı Clint Eastwood'lu Unutulmaz kovboy filmlerimiz Beyaz Perdede Ayhan Işık, Belgin Doruk, Kötü Adam Ahmet Tarık Tekçe Gösel Arsoy, Filiz Akın, Fatma Girik Ediz HUN, Yılmaz Güney. Müzeyyen Senar, Behiye Aksoy, Emel Sayın, Zeki Müren, Erkin Koray, Berkant, Erol Büyükburç, Barış Manco ile dünya turu AŞK dolu, duygu dolu, hüzünlü şarkılar. 70'li yıllarda muhtıralar, sağ-sol çatışmaları. Üniversitelerde Kominist Faşist suçlamaları. Fabrikalarda DİSK-MİSK mücâdeleleri. Grevler, emeğin patronları, sendika ağaları. İdeolojilere kurban edilen zavallı işciler. Okullarda Devrimci Ülkücü kavgaları. Bölünmüş Öğretmenler, taraflı polisler. Ülkesine sahip çıkanlar Bu arada yok olan gencecik fidanlar Denizler, Mahirler, Hüseyinler, Ulaşlar... Taylan'lar Bu öykü sizin. Birbiri ardına devam eden cenaze törenleri . Romantizm ile terör arasına sıkışmış Kayıp bir kuşağın çocuklarının savaşı . Kardeş kavgaları, siyasi cinayetler. Kurtarılmış bölgeler, okullar, mahalleler Yakılan, yıkılan, boşaltılan köyler Deniz Mahir Hüseyin'in idamları Akıl almaz işkencelere göğüs gerenler 68 kuşağının özgürlük savaşcıları. Bu hikâye sizin. Sonra Dallas Köle Izaura Yalan Rüzgarı Cosby Ailesi Uzay Yolu Tatlı Cadı Küçük Ev Amerika Avrupa Berazilya dizileri Beatles Rolling Stones Boney-m Adamo Amerika,Avrupa hayranlığı derken, Hippiler, bitli turistler,ansızın girdi hayatımıza. Benliğimizi yavaş yavaş kaybetmeye başladık. Cola adidas bulujin, Rak-Rok-Pop merakıyla Unutuverdik kendi müziğimizi, öz değerlerimizi Türküleri Bozlakları Halk Oyunlarını, Destanları, Hikâyelerimizi. Sonra 80 de 12 eylül sabahı Hasan Mutlucan'la uyananlar Tutuklananlar, göz altına alınanlar Akıl almaz işkencelere uğrayanlar Bedenlerini, ruhlarını kaybedenler Yeni idamlara, haksızlıklara şahit olanlar. Gönülden yaralanıp gençliğini sürdürenler. Bu öykü sizin. Ulusal değerlere biz sahip çıktık. İstanbul'da Amerikalıları Dolmabahçe'den Biz denize döktük. Bağımsızlık sevdâlısı vatansever gençlerdik. ÖSS 'yi bilmezdik ama, gece en son 23.00 de Radyodan puanları dinler erken davranmak için otobüslerle Geceden yola çıkardık. Eğitimin çilesini de biz çektik. Ülkesini ölesiye seven de bizdik. Erkeklerde İspanyol paça pantolonlar Geniş gösterişli kravatlar, uzun saç ve favoriler Siyasi görüşe uygun, yukarı-aşağı, kalın bıyıklar Deri çizmeler, asker postalları, Parkalar, kalın kemerler, palaskalar, kalpaklar Arka çepte ince dişli taraklar, yuvarlak aynalar Gömlek çeplerinde gelincik, bafra sigaraları Kızlarımızda lüle lüle saçlar, allıklar, küpeler Her genç kızın rüyası!.. Zetina dikiş makinası reklâmları İnce belli mantolar, yüksek topuklu rugan ayakkabılar Döpiyesler, jarseler, koyu kırmızı rujlar, kalın kemerler Doğal güzellikler, tabii kokular, masumâne bakışlar. Kınalı eller, ahh...ah o ince beller... Biz anne-baba sözü de dinlerdik. Çoğumuz görücü usulü ile evlendik. Kim ne derse desin, Hâlâ devam eden çok mutlu evlilikler kurduk. Sevmesini de sevilmesini de iyi bilirdik. Leylâ'yı bilir,Mecnun'u anlardık. Bizim ne unutulmaz AŞKLARIMIZ vardı. Mevsim mevsim yaşadık duygularımızı Şarkılarda sever şarkılarda ayrılırdık. Bizim mektuplarımız renkli kâğıtlara yazılmış Kendi el yazımızla, göz yaşı dökülmüş, Aşk mektupları, asker mektupları Gül kokulu, duygu dolu, gözyaşlarıyla ıslanmış İçinde bir tutam saç, bir küçük el izi, dudak izi taşıyan mektuplar... Ahh... Biz neydik ne değildik. Romanlara konu hayatların sahibiydik. Biz o yıllarda iyi ki vardık. Bütün olumsuzluklara rağmen Mutlu bir çocuk,sevdalı birer gençtik. Biz 2000'li yıllarda yine varız. Biz 60 'larda çocuk, biz 70'lerde gençtik Biz 80 'lerde ihtilâli, biz 90'larda ekonomik krizleri Bir kez daha yaşayanlarız. Şimdi teknolojik gelişmelerle dolu 21.Asrı yaşıyoruz. Kredi kartı, bilgisayar, internet, cep telefonu Süper market, mp 3 çalar, dizüstüler, plâzmalar Artık o kokulu,duygu dolu uzun mektuplar yok AŞKLAR yok oldu, duygular kısaldı, sembôl oldu Gençlerin iletilerinde ''nbr'', ''by'', "slm'' kısaltmaları. Cep telefonlarında kısa mesaj çılgınlıkları. Nerede meyvasını elimizle topladığımız ağaçlar? Korkusuzca oyunlar oynadığımız sokaklar... Nerede o sözünün eri yağız delikanlılar..? Vefalı dostluklar,ölesiye arkadaşlıklar Nerede utangaç al yanaklı kızlar..? Saflık, doğallık, bağlılık nerde...? Bu nedenle ÇOCUKLUĞUMU özlüyorum. El yapması oyuncaklarımı, Uçurtmamı, yaralı dizimi, ANNEMİN ninnisini Kâğıt helvayı, bakkalın sakızını Bahçedeki kiraz ağacını özlüyorum. Ya şimdiki çocuklar!.. çoğu internet başındalar Fesfutlarda süper menülerle beslenerek Bilmem hangi yabancı müziği indirip dinliyorlar Cep telefonlarına,bilgisayarlarına sarılmış Çoğu kilolu, renkleri uçuk, dişleri bozuk Teknoloji çağını yaşıyorlar. Artık 20.asır gerilerde kaldı. Çocuktuk genç olduk, baba olduk, dede olduk. Ne bâdireler atlattık, yıkılmadık ayakta kaldık. Artık yaşadığımız kadar yaşayamayacağımızı, Bir bu kadar daha ömrümüzün olmadığını biliyoruz. Olsun iyiki o yılları gördük, o hayatları yaşadık. Pişmanlık mı asla!.. Sadece o doludizgin unutulmaz yılları Özlüyoruz... Verseler aynı hayatları yeni baştan Büyük bir keyifle yaşamak isteriz. İşte!.. bu bizim hikâyemiz.....!
43 notes · View notes
haberler-kim · 7 years
Text
Kırmızı ışıkta birdirbir oynadılar
Bursa’nın Nilüfer ilçesinde bir grup genç, şehrin en işlek kavşaklarından birinde kırmızı ışıkta duran otomobillerin önünde birdirbir oynadı. O anlar amatör kameraya yansıdı.
Bursa’nın Nilüfer ilçesinde bulunan Orhaneli Kavşağında akşam saatlerinde meydana gelen olayda kırmızı ışığın yanması ile birlikte araçlar beklemeye başladı. Bu sırada yolun karşısına geçmeye çalışan bir grup genç ise…
View On WordPress
0 notes
byerr0r · 7 years
Text
Adana'da kırmızı ışıkta birdirbir oynadılar
Adana’da kırmızı ışıkta birdirbir oynadılar
Adana’nın Kozan İlçesi Turgut Özal Bulvarı Göçyolu, İmam Hatip Lisesi Yol Kavşağında kırmızı ışığın yanması ile birlikte araçlar beklemeye başladı. Bu sırada kaldırımdan bulvar üzerinde yürüyen bir grup genç ise bir anda kırmızı ışığın yanmasını fırsat bilerek kırmızı ışıkta duran araçların önünde uzuneşek oyunu oynamaya başladılar. SÜRÜCÜLER ŞOKE OLDU! İHA’nın haberine göre, trafikteki araç…
View On WordPress
0 notes
bblackrrider · 5 years
Text
Kaldırımda yavaş yürüyenlerin üzerinden birdirbir oynayarak geçme fikri çık aklımdan 😕
3 notes · View notes
sizekitap · 3 years
Text
Oyun Ormanı (Etkinlik)
Tumblr media
Bazı şiddet içerikli bilgisayar oyunlarının, çocukları fiziksel, zihinsel ve ruhsal olarak olumsuz etkilediğine dikkat çekerek, bizim çocukluğumuzda “arkadaş edinerek” oynadığımız oyunlarımızı (körebe, çelik çomak, birdirbir, vs…) çocuklarımıza eğlenceli bir dille tanıtmaktadır. Hayali bir ormanda geçen oyunumuzda, okul kampından bilgisayar oyunu oynamak için uzaklaşan bir öğrenci, oynadığı oyunun olumsuz etkilerinde kalarak, ormanın gizli sakinleriyle eğlenceli ve gizemli bir macera yaşayacaktır. Oyuna, finalde dahil olacak öğretmen (oyun karakteri), araştırmaları sonucu elde ettiği bilgileri, izleyici çocuklar ve velilerle paylaşacaktır.
Yazan: Ubeyd Ünal Yöneten: Ubeyd Ünal Dekor: Nazmi Karabacak Oyuncular Seda Nur Şimşek Mutluhan Kasap Orhan Taşkın Tuğçe Türker Hatayi Gizem Akçay
Kaynak
devamı burada => https://sizekitap.com/etkinlikler/oyun-ormani-etkinlik-3/
0 notes
kelimebulmaca · 3 years
Text
birdirbir
birdirbir ne demek!
Tumblr media
⏬ ⏬ ⏬ ⏬ ⏬ ⏬
birdirbir ne demek!
birdirbir anlamı nedir? Kelime Bulmaca
0 notes
layezalll · 7 years
Photo
Tumblr media
Çimenlikten topladığım papatyaları taç yapıp annemin kafasınıda görmeyi özledim. Sabun köpüğünden balon yapıp onların altına geçip onları patlatmayı özledim. Annem ağzıma yemek doldurmasın diye ağzımı havayla şişirip annemi kandırdım sanmayı özledim. Mağcun yerken mağcundan gözlerimi ayırmamayı özledim. Dönme dolabın en yükseğindeyken yaşadığım gururu özledim. Annemin her defasında uyarmasına rağmen yatağın üstünde saçmaca sıçramayı özledim. Bayramlarda komşuların kapısına el opmeyi para vermeleri için beklemeyi ve şeker verenlere kötü dualar etmeyi özledim. Babam bana para versin diye canımın çikolata çektiğini söylemeyi özledim. Annem bana kızdığında onla mücadele edip kendimi haklı çıkarmayı özledim. Top oynarken komşunun camını kırıp sıvışmayı özledim. Yeni şarkılar öğrenip onları arkadaşlarıma söylemeyi özledim. Balkona çıkıp yetmiş saniyede bir uçağın gelmesini bekleyip gelen uçağın arkasından çıkan beyaz çizgiyi izleyip kaybolmasını özledim. Vitrinde gördüğüm güzel pantolonu anneme gösterip “Iyy çok kötü dimi anne ?” deyip annemin o pantolon üzerine gözlerini dikip incelemesini özledim. Banyo yaptıktan sonra seçtiğim kıyafeti annem giydirsin diye en öne koymayı özledim. Bağcıklı ayakkabılarımı sabırla iki saatte bağlamayı özledim. Kopya çekicem deyip sınavda gözlerimi kağıttan ayıramamayı özledim. Arkadaşlarımla birdirbir oynamayı ben eğilince de belim ağrıyo deyip oyundan çıkmayı özledim. Saklanbaç oynarken kimse sobelemesin diye ablamdan yardım almayı özledim. Komşumuz için bakkala giderken söylenmeyi özledim. Yakar top oynarken can almak için ellerimi açıp “Alamam ve oyundan çıkarım” korkusuyla ellerimi indirmeyi ve hiç bir zaman can alamamayı özledim. Okuldan kaçmak için arka bahçeye gitmeyi ve en arkada ben kalıp kaçamamayı özledim. Camdan milletin kafasına gizlice su atmayı özledim. Zillere basıp kapının önüne oturmayı komşu çıkarsa da “Abla çocuğun teki basıp kaçtı” demeyi özledim. Kafamdan numara sallayıp arayıp “Pardon yanlış numarayı aramışım.” deyip gülmeyi sonrada kontürüm bitti deyip ağlamayı özledim. Gökkuşağını izlemeyi ve hiç gitmemesi için dua etmeyi özledim. Her gün saat başı kıyafet değiştirmeyi özledim. Otobüsten indiğimde kaldırım ne kadar uzak olursa olsun ayağımı kaldırıma uzatmayı ve ayağımın kaldırıma yetişmemesini özledim. İp atlarken birinciliğin verdiği sevinci özledim. Anneme kızıp yemek yememeyi ve aç kalmayı tercih ettiğim günleri özledim. Arkadaşlarımla gelecek planları yapıp hayal kurmayı özledim. Akrabağlarımın ziline uzanmak için ayağımı kaldırdığım günleri özledim. Dayım araba kullanırken onun bacağına oturup direksiyonu sahiplenmeyi özledim. Denizde kumu kazarak göl yapmayı özledim. Çikolatayı her yerime bulaştırarak yemeği özledim. Dondurma almak için babamı öpmeyi özledim. Banyo yaparken şampuanı kafama bol bol sıkıp köpük banyosu yapmayı özledim. Salıncakta sallanırken kafamı aşşağı eğmeyi özledim. Sokakta yürürken köpek gördüğümde yolumu değiştirmeyi özledim. Yastık savaşı yaptıktan sonra evi ben topladığım için ağlamayı özledim.
170 notes · View notes
numanca-blog · 4 years
Text
Gülşen Güzey yazdı: Bakma Zamanları
Tumblr media
Bahar toprağından yükselen tütsü
Umut ve acı, başlayan ve biten,
Yağmurun ve akıp giden hayatın türküsü”diyor Ataol Behramoğlu. Günümüz genç şairlerini merak ederek aldığım ve uzunca bir zamandır okumaya karar verdiğim Numan Çakır’ın Bakma Zamanları1 kitabı da bu dizelere uygun geliyor bana, bitirip kapağını kapattığımda.
Kitabın şairi Numan Çakır, 1990 Samsun doğumlu. Yazmaya, Radikal Gazetesinin Genç ekinde başlamış. İlk projesi olan Sanat Sokak adlı dergiyi, kendi çabaları ile internet üzerinden online olarak yayınlamış. 2014 yılında Türkiye’nin ilk “Âşık Veysel Müzikali”ni Sert Ünsüzler adındaki tiyatro ekibiyle sahneye koymuş. N10 TV’de creative yazarlık, Pijama Dergisi’nde editörlük, Roka Dergisi’nde genel yayın yönetmenliği yapmış. Şiirleri Edebiyatist, Artistik Bellek, Ayı, Başkan Peron, Zalifre; yazıları İsabet gibi dergilerde yayımlanmış. Üç şiir kitabı var Numan Çakır’ın: Kaburga Kemikleri, Bakma Zamanları, Meyus Atlar.
Kitabın kapağı da ismi de oldukça dikkat çekici. Bakma Zamanları’nın kapağı Kazı Kazan Fotoğrafları sergisinden seçilmiş ve Mustafa Cevahir Akbaş ‘a ait. Yaklaşık yirmi fotoğrafın içinden seçilmiş, yaşlı bir adamın fotoğrafı. Numan Çakır, “Şairlik aslında gözlerini kapattığında, görmediğinde, karanlıkta başlayan bir şey. Şairin gözlerini kapatsanız bile o her şeyi hisseder ve her yeri görür.  Aynı zamanda şairlerin hayata bakma açısı ve pencereleri çok farklı ve hayatı sürekli gözlemliyorlar. Bu yüzden kitabın adı Bakma zamanları.” diyor.2
“elbette kuşlar
acının fotoğrafını çekiyor”dizeleriyle başlıyor Bakma Zamanları. Şairin “Mutlu olduğum zaman şiir yazdığımı hatırlamıyorum. Hep sıkılganlık haliyle yazdım.”3 demesi aslında bu dizelerin açıklaması gibi. Kuşlar, şairler olarak düşünüldüğünde şiir acının ifadesidir. Nitekim söz konusu şiir kitabının da hemen hemen bütün şiirleri acıdan az veya çok nasibini alıyor.
Eser, dokuz bölümden oluşuyor diyebiliriz. Her şiir demetinin başındaki kısacık şiirlerden yola çıkarak bu ayrımı yaptım kendimce.
“bu/Hera’nın/öldüğü gün/yazıldı/taşa/toprağa/kâğıda/yani/gözyaşı/akıttığı gün/Zeus’un”Dizeleriyle başlayan ilk şiirlerde Antik Yunan tanrılarının ve tanrıçalarının yaşamlarıyla, yaşamış sayıldıkları şehirleriyle işlendiğini görürüz. Zeus, Hera, Gonia, Osopos, Kibele gibi tanrı ve tanrıçalar; Antik Yunan Çağı’nda yaşamış felsefeci Diyojen ile ozan Homeros başta bu bölümde olmak üzere şiirlerin çoğunda karşımıza çıkar. Numan Çakır’ın Karabük Üniversitesinde Sanat Tarihi Bölümü okuması bu şiirlerde kullanılan konuları açıklar. Bununla beraber tek tanrılı din unsurları ve liderlerine de yer verdiğini görürüz: Âdem ve Havva,  Habil, Kabil, Meryem Ana, Hz. İsa, Hz. Musa… Kısacası Antik Yunan’dan günümüze kadar birçok inanç biçimi şiirlerin çoğunda karşımıza çıkar.
Birinci bölümün ilk şiiri BEN İYONYALILARI GÖRDÜM’de “Güneşi yakıcı sabahların selasız uyanışlarında/Perdesini açar camın İyonyalılar/Ötelerden Zeus’un tuzlu suyla ağzını çalkaladığı/kıyısına Hera’yı uzatıp ayaklarından öptüğü şehir/Şimdi bir kadının evinde yalnızlığa boğulur/Boy verir denizin içinde ve tutunur mavi gözlü adamın diline”dizeleriyle bize İyonya’yı gezdirir. HOMEROS’TAN KALAN ise  “Önce ve her şeyden evvel Âdem/Bütün çıplaklığıyla toprağa uzanmış…”diye başlayarak “Sırtında Karıncalar gezen Âdem’in/ Havva’yı kucaklayıp bir çocuk çıkarması…”şeklinde devam eder. Ardından Homeros’un; Cemal’ler, Ahmet’ler, İskender’ler ile Brecht’ler, Neruda’ların dünyaya gelişi ve şiire ulaşması dile getirilir. Varoluşumuzla ilgili çıkarımları bu şiirde de önceki ve sonraki şiirlerde de karşımıza çıkarır şair. BİR DUVAR DENEMESİ’nde “Ölümü icat eden Kabil/Ölmeyi icat eden Habil gibi/Bugün bir yalnızlığı icat eder oluruz” ve “Bir duvar çekip ikimizin arasına/ Berlin’de gurbet çukurlarına düşmüş oluruz”dizelerinin açıkça gösterdiği gibi yalnızlaşma ve insanların birbirinden giderek uzaklaşması hüzünle dile getirilmiş. OSOPOS’UN GÜZEL KIZINA şiiri bir Sinop şiiridir aslında. Osopos’un güzeller güzeli kızı Snope’nin yaşadığı yerin Sinop olduğu kabul edilir bir efsaneye göre.“Balık kokusu geliyor dar sokaklardan/Dar sokaklarda babamın marşları/Babam geçiyor takım elbiseyle” dizeleriyse bu şiirin otobiyografik özellikler gösterip göstermediğini düşündürecek niteliktedir. MEYUS ATLAR şiiri aynı zamanda Numan Çakır’ın son çıkan şiir kitabının adıdır. Bu kitaba da aldığı şiirin şu dizeleri tarihin eski sokaklarında bize bir gezinti sunar: “Orta Asya’dan şimdi/Seni sevdiğim güne kadar çadırlar kurulurdu öylece/Öyle sulaktı göğsünün arazisi/Beni tut bindir şu atlara/Koştur ayaklarından saçlarına kadar” Bu bölümün son şiiri İŞÇİ, geçmişin de günümüzün de utanç izlerini taşır. Ekmek peşindeki yoksun, yoksul ve çoğu zaman da iş kazasına kurban verdiğimiz işçilerin üzgün yüzlerini resmeder bu şiir bize: “Yırtık atletiyle emeğini inşa eder/Nasıl olsun sabah tebessümleri/Cebinde akrebiyle uyanmışken/Karyoladan düşmüş gibi çalışan adamların/Yorgan dikmiş ölü kokan kadınların arasında/Zehir yutmuş gibi uyanan insanlar”
“Çarşılarda insan gezdim/bulamadım/Dükkânlarda neşe gördüm/alamadım ”dizeleri ikinci bölüme taşır bizi. Bölümün ilk şiiri KÖRPE “Çocukların gözünden kanlar/Kanların peşinden ölüm/Ölümün peşinden feryat/Feryadın peşinden sessizlik getirir bu/Bu, dağların Kerbela’sıdır.”dizeleriyle dükkânlardan neşe alamamasının sebebini dillendirir bir bakıma. HİKÂYE adlı şiirde insanın dünyadaki ilk hali ile gelişmiş hali tahkiye edilmiş. Acının ve terk edilmenin icadıyla şairlerin ortaya çıkışı arasında bağ kurulmuş. BİRDİRBİR şiiri “Birdirbir oynayan insanlar/Elinde secde taşları/Bu kuş/Bu bulut/Bu gökyüzü/Uzayı harçlar kaplamış.”dizeleriyle biter. Şairin gerçekten de çok insan gezdiğinin, çok insanı tanıdığının kanıtıdır bu şiir. Caferilerin veya Şiilerin inancındaki secde taşlarının kullanılması şairin din konusundaki bilgisine işaret eder. ZÜL, ismiyle müsemma olarak kalbe çöken ağırlığın, utancın şiiridir. Aynı zamanda bir kadın dramıdır. “Tanrım/Benden çok uzaklaşma/Yoksa bana dönerim”dizeleriyle biten SANRI şiiri bilinçaltının insana oynadığı garip oyunlarının ortaya dökülüşüdür. SALYANGOZ AĞIZLAR şiiri insanların gelgitlerini yaşamın zıtlıklarını ifade eder.
“ben/senin gökyüzünde/kuş uykusuna/yatıyorum.”dizeleriyle başlayan üçüncü bölümün ilk şiiri ZARİFE’YE MEKTUP’ta “Belki de özlemeye alışmışız/Kim bilebilir yanağını koklamanın/Ne “muzaffer”bir şey olduğunu, benim gibi?”dizeleri Fuzuli’nin sevgiliye kavuşma hasretiyle yanıp tutuşurken bir yandan da aşk acısının ve hasretin devamlılığını istemesini hatırlatır. Acı, aşk acısı, kavuşma isteği sevdayı yücelten duygular olarak görülmüştür divan şiirinde. Bilinçli bir seçim mi bilmem ama “Dudağından öptüm hasretinin”dizesi de aynı şiirde geçince bir Fuzuli tavrı sezdim. Aynı bölümdeki BİRİNCİ TEKİL KADIN şiirinde de kavuş(a)mama teması var. GÜNEŞİN OMUZLARI şiirindeyse bir arayış çıkıyor yine karşımıza. Burada “Göğün her köşesinde”, “Her sokak ağzında” aranan bir sevgili var. ÇAN PAZARI “Senin teninde ölü kaldırımlar var/Benim ayaklarımla yürünemeyecek/Gökyüzünden uzak yerdesin/Güneşi görmeyen/Beynin, düşünen yitik/Kanı midene çekilmiş/Eli ayağı tutmuyor sevmelerin/değnek dayamış gözbebeklerine” dizeleriyle başlar. Kaldırım metaforu bir kenara atılmışlığı, başıboşluğu çağrıştırır bu dizelerde. Aşk acısının, sevgiliye ulaşamamak sızısının, çaresizliğin dillendirildiğini görürüz  şiirde. Özellikle “gökyüzünden uzak yerdesin” sözü tam anlamıyla bir ayrılık imgesidir.
Dördüncü bölüm “öyle/yakıyor ki güneş/içimdeki/çaydanlık/taştı taşacak/ince belli/yüreğine”şiiriyle başlar. Buradaki çaydanlık önemli bir imgedir. Çünkü şiirlerin çoğunda “sofra”ları çağrıştıran ifadeler ya da doğrudan sofra, kahvaltı, çay, semaver sözcükleri vardır. Şairin çay memleketinden gelmesi ve çayın her an her insana eşlik etmesi bu imgenin açıklayıcısıdır bana göre. Hayatın içinden seçilen samimi ve gerçekçi manzaralar, evler, balkonlar ve içlerinde yaşayanlar resmedilir bu bölümdeki şiirlerde. SEN şiiri başlığıyla her ne kadar bir aşkı çağrıştırsa da aslında bir yoksulluk ve düşmüşlük çığlığıdır. BALKONSUZ ÇIKINTILAR, “Semaver güzelliğiyle gelir ve tekrar sevişir yokluğumuz”dizeleriyle sonlanır. Yokluğun kişileştirilmesi dikkati çeken en önemli imgedir burada. Yokluk şairin bütün şiirlerine bir şekilde girmiştir çünkü. YALIN HAL, toplumcu şairlerin imgesiz ve gerçekçi yaklaşımlarını yansıtır gibidir. Bu şiirdeki “Ansızın kar düşmeye başlar/Lap/Lap/lap”gibi dizeler kitaptaki alt alta yazılış şekli ve sesi vermesi açısından Nazım Hikmet’i andırır. BABA şiirinde eski ve yeni aşkların karşılaştırılması anne ve baba arasındaki sevgiyle verilmiş. “Baba ben artık kimi sevsem/Annemin sana bakışı doğmuyor”der şair bu aşka ulaşmak istediğini ifade edercesine. Bu bağlamda şairin Cahit Zarifoğlu’na ayrı bir hayranlık beslediğini ve bunu birkaç söyleşisinde dile getirdiğini ifade etmeliyim. Bu dizeler ve bu anne ve baba ilişkisini yansıtan şiir tarzı Zarifoğlu’nun da bazı şiirlerinde karşımıza çıkar. Zarifoğlu’nun en bilindik şiiri İşaret Çocukları’ndaki“Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan/Geçerdi babam/Başında yağmur halkaları/Anam yeşil hırkalar görürdü düşünde/Daha ilk güzelliğinde/Alnını iki dağın arasına germiş/Bir devin göğsüne benzer/Göğsünden dualar geçermiş”dizeleriyle yine bir anne baba ilişkisine şahit oluruz. Dördüncü bölümün diğer şiiri SAFRANSI’da oldukça sembolik ve kapalı bir anlatım olduğunu sadece “Akşamları sessizliğe bürünürdü kasabalar/Ve çocuklar ezan saatlerinde sofrada ölürdü” dizelerinden bile yola çıkarak söyleyebiliriz. SONRASI şiirinde bir suçlunun itiraflarının anlatıldığını sezeriz. ÂŞIK VEYSEL’e şiiri bubölümün son şiiridir. Âşık Veysel’in ilk eşiyle ilgili talihsizliği ve yine yokluk, yalnızlık çekmesi ayrılıktan bahsedilen bu bölüme alınmasını açıklayabilir. Şairin Âşık Veysel’e duyduğu sevgi ve hürmetle onunla ilgili müzikal yaptığını da hatırlayalım.
Beşinci bölümün başındaki kısa şiir şudur:“çiğneyip/dilimi/ağız boşluğumdan/ ettiğim/bütün yeminleri/yutuyorum”Bölümün ilk şiiri İSTİYORUM Kİ, “Ahmet Erhan’a” ithafıyla başlar. “İstiyorum ki/Meclis kürsüsünde/Ahmet Erhan şiirleri” dizelerinden Ahmet Erhan’ın da Numan Çakır’ı çok etkileyen bir şair olduğunu anlıyoruz. NEM KALDI şiirinde başlıktan da anlaşılacağı üzere Âşık Mahsuni’ye gönderme var. Fakat şiir bir Âşık Mahsuni şiiri değildir. Bu bölümün son şiiri CEVHER HANIM, sokağa bakan bir kadının yaşamına ve kişiliğine bakış gibidir. Cevher Hanım göğü öper, sokağı dinler; biz de onu izleriz.
Altıncı bölüm “gök gözlü/tanrılar/biriktirdim/kumbaramda/cebimde/sonsuz/evren” sözüyle başlar. BALIK şiirinde “Balık kıyıya vurduğunda şair yazmaya başlar/Şair yazdıkça balık kıyıya vurur” dizeleri bir kısır döngüyü anlatır. Şair acıdan ve ölümden beslenir ama yazdıkça da öldürür, acıtır dizeleriyle. Yani şiir her şeye rağmen ve her zaman yazılacaktır. Yazıldıkça da sonsuzluğa ulaşacaktır. Şiir yukarıdaki dizelerde belirtildiği gibi sonsuz evrendir. KOYU İKLİMLER’de tadı kaçan yaşam her sabah kalkan bir cenazeye benzetilir. LUKA şiirindeki “İçimden cenaze kalkıyor Luka/Baştan ayağa gusle boğulmuş/Baştan ayağa El-Fatiha” dizeleri bir dinler sentezidir. Luka, kendi zamânında pek çok kimsenin İncîl yazdığı bir sırada, kendi adıyla anılan İncîli’ni yazmış Antakyalı bir papazdır. Burada hem Hristiyanlıktan hem de Müslümanlıktan beslenildiğini görüyoruz. Şiire genel olarak ölüm, yalnızlık, gitmek-kalmak ikilemi hâkim.
Yedinci bölümün başındaki “ne kadar/yalnızlık gezdimse/o kadar/çokluk dinledim” dizeleriyle yalnızlık anlarının zihindeki yoğunluğu beraberinde getirdiğini ve şiirlerin de buna uygun olacağını hissederiz. Bölümün ilk şiiri ÖFKE AĞACI, “Bin nasırlı öfkeler ağacından/ topluyorum kendimi/Heybemi onlarca meyveyle doldurup/Kendimi de atıyorum heybeme”şeklinde başlayarak yalnızlık uğultularının en bilindik sonucu öfkeyi sunar tema olarak. HAYAT şiirinde ise bir sevgilinin yokluğu hayatı çekilmez çileye çevirir. HASAT MEVSİMİ’nde ayrılık ve yokluk devam eder ve şiirin söyleyicisine “ölü çocukluğunu” toplatır. MURÇ, “Kalbimi/Bir murç marifetiyle/Kırdınız/Her yanımda kalp artıkları/Şirk koştunuz sevgime/Günahkârsınız” diye başlayarak İstanbul ağzıyla ve siz diyerek sitem eder sevgiliye. Kalp kırıklığının somut hikâyesidir bu şiir de. NE YAPSAM şiirinin sonundaki “Çocukların seslerine sarılıyorum” dizesi bu kitabın umuda bakan nadir dizelerinden bir tanesi.
“Kelimeler/seslerin/kıyafetidir”le başlayan sekizinci bölümün ilk şiiri TARLALAR hem konu hem de şekil açısından yine Nazım Hikmet’i çağrıştırır. Ancak kesinlikle bir taklit havası sezilmediğini, aksine şairin kendi sesini bulduğunu belirtmeliyim. Tekrar edilen yansıma seslerle ahenkli bir söyleyiş sağlanmış. KIYAM, adının çağrışımına uygun bir başkaldırı niteliği taşır. SAHİBİNİN SESİ beş dizelik kısa bir şiirdir. Bu şiirdeki “Gidişinde geriye sarmış bir kaset kokusu”imgesi birçok çağrışımı ve yaşanmışlığı beraberinde getiriyor. ZARİFOĞLU, Çakır’ın hayranlığını her fırsatta dillendirdiği Cahit Zarifoğlu için yazılmış. Dört dizeden oluşan şiir Zarifoğlu’nun da kısa yaşamı düşünüldüğünde oldukça anlamlıdır. GÖLGE şiiri özellikle son bendiyle Numan Çakır’ın bu kitaptaki şiirlerinin özeti gibidir: “Ve bu adam/Hangi hüzünden peydah olursa/O hüznün gölgesinde oturur/Buğday tarlalarında yeşeren/Emek vücutlarında/Tanrılarla tanrıçaların görüştüğü çeşmeden/Bir avuç su toplayıp/Kırmızı çöllerdeki Hüseyin’e saklar”.  “Neresinde atlar konulur bu gardırobun/ Çekmecesinde yılkılar büyütür çocukların”dizeleriyle başlayan GARDIROP VE ATLAR şiiri romandaki büyülü gerçekliğin şiirdeki halidir.
“konuşurken/herkes/lafı/kendi yarasına/getirmek ister”dokuzuncu ve tek şiirlik bölümün başlangıcıdır. YENİ ÇAĞ şiiri Mehmet Akif Ersoy’un “Medeniyet, tek dişi kalmış canavar!”dizesini hatırlatır. “Çarklar dönüyor, dedi Barbar/Hepimizin içinden geçip/Tenimizi yırtıyor dikenler”dizeleriyle başlarbu şiir ve çağımızın insanı ezip geçen hallerini dile getiriyor.
Kitabın bölümleri bittiğinde bir kapanış şiiri çıkıyor karşımıza:
“kaç kırlangıç
uçtu gönlümden
kaçının
kanadı elimde
kaçının
elinde kanadım”
Bakma Zamanları, farklı  imgelerin kullanımıyla İkinci Yeni şiirinin, ezilen ve yoksulluk çekenlerin derdini dile getirmesiyle toplumcu gerçekçi Türk şiirinin, dinsel ögelerin kullanımıyla mistik şiirimizin tadını verir. Şairin etkilendiği ve beslendiği bütün şiirleri kendinde sentezlemiş ve özgün bir tarz yaratmış olduğunu söylemek mümkün. Şiirinin taraf tutmamasından yana olan Numan Çakır bu şiir kitabında bunu başarmıştır. Yeni bir şair tanımak için Numan Çakır’ın Bakma Zamanları benim için iyi bir tercih oldu. Size de öneririm.
[1][2]
[1] Numan Çakır, Bakma Zamanları, 2017, Bursa
[2] Burcu Düzgün-Numan Çakır Söyleşisi, Haberin Sesi (https://youtu.be/T76ns3yErjI)
3 Burcu Düzgün-Numan Çakır Söyleşisi, Haberin Sesi (https://youtu.be/T76ns3yErjI)
Kaynak: https://edebiyatburada.com/gulsen-guzey-yazdi-bakma-zamanlari/
0 notes
baranahmet · 5 years
Photo
Tumblr media
Kerametinin çocuk olmakta mı yoksa o yıllarda mı olduğunu bir türlü çözemediğim, Yüzyıl içindeki en iyi, en kıyak kuşaktı 80 ve 90 lar 🤟🏻 . Bir çocuk için harikulade bir şovdu adeta Rio Karnavalıydı 🎉 🎡🎠 . Herkese kendi çocukluğunun geçtiği dönem kuzgun görünür ama hem eski hem yeni olmak, yüz yıllık nesil kültürünü bir porsiyonda almak için bir fırsat niteliğindeydi adeta 👌🏻 . 🕹Ankara’da büyüdüm ben. Kavaklarla, çınarlarla, at kestanelerinin gölgelediği sığırcıkların şen şakrak korosunu dinlediğim masalsı mahallelerin yıllarca tadını çıkardım. . 🕹80 lerde çocuk olmak demek, mahalle kavramını en son yaşayan, sokakta kuka ,uzuneşek, birdirbir, istop oynayan son kuşak olmak demek. . 🕹Misket demek, kemik, başaltı demek Aromalar 5 lik, Kınıklar 1’lik demek, 5 kapak biriktirince bir tane bedava gazoz içmek demek. . 🕹“Saklambaç oynayan kaleye mum diksin”, "Çanak Çömlek patladiii" diye çılgınlar gibi bağırmak demek, . 🕹Pinokyo bisikleti olup BMX sürenlere imrenmek demek . 🕹Topla dışarı çıkınca kimseyi bulamasan bile tek başına duvara şut çekerek zamanın geçmesi demek . 🕹Annenin akşam olunca balkondan bağırıp oyunun en güzel yerinde eve çağırması demek . 🕹Henüz market olmamış mahalle bakkalından alınan turbo paketlerinin kenarını sıyırıp içinden hangi arabanın çıkacağını bilecek kadar kompetan olmak demek . 🕹Hava kararırken 1 litrelik cam şişe Coca Cola’yı garip bir heyecanla taşımak demek. Artan para üstüyle beş liralık top sakızlardan, ağızda patlayan şekerlerden almak demek . 🕹Commodore 64 icin cilginlar gibi kasetler doldurup elimdeki cihaza kafa ayarı demek, kafa ayar programı demek, kafa ayarı programına kafa ayarı yapmak demek 😅 . Eğer okurken gözünde canlanan anılar, yüzünde tatlı bir gülümsemeye neden olduysa 25 Mart’ta çok eğleneceksin 🥳 Afişteki telefon numarasından bizi ara ve biletini al 🎫 🤗 Türkiye’nin en büyük korosunu kaçırıyor olamazsın 😉🎶🙌🏻 . Peki senin çocukluğun nasıl geçti anlatsana biraz 😉 Leblebi tozunu ağıza boca edip ıslık çalmaya çalıştığın oluyor muydu hiç❓ . #terennüm #iyilikkorosu #derindeliler #80s #90s #mersin #adana #çukurova #koro (Ahmetbaran.com) https://www.instagram.com/p/B9CbH1EJkDh/?igshid=g8y20frog22i
0 notes