Gunlerden oldu 27 Mayis
Dondugumuzde bir sekilde gecti iste diyecegimiz, belki hatirlamakta gucluk cekecegimiz su gunleri belirsizlik ve corona ekseninde hizlica bir toparlayayim istiyorum.
Sirt cantasiyla gezme plani uzunca bir sure kafamizda olan bir seydi. Bircok ulkede cok daha erken yaslarda cikilan bu seruven oncesinde yapmak istediklerimiz nedeniyle ertelene ertelene gezinin baslama tarihi Aralik 2019’a kismet oldu. Tabii cesitli sebeplerle ertlenen bu seyahat de baska seyleri erteleyen bir donem oldu haliyle. Ama neyse, o bir seyleri erteleme konusu, uzerine dusunulesi guzellikte, apayri bir mesele.
Basliyorum hizlica toparlamak istedigim surece. Aralik’ta geziye basladik, her sey gayet guzel. Cok kisa sure icinde gorduk ki yerlesik hayatla birlikte gelen seyleri birakip boyle bir seyahate cikmak ne dinlenmek demek, ne kafa dinlemek demek, ne kindle’daki cok sayida kitabi okuyabilmek demek, ne indirilen podcastleri istenen siklikta dinleyebilmek demek, ne de boylesi bir seruvende otomatik bir sekilde gelecegi dusunulen bireysel bir kesif, bireysel bir farkindalik sureci demekmis. Basli basina ilgilenilmesi gereken bir proje, basli basina bir ismis, zihnen ve bedenen yorulmak demekmis boyle gezmek. Ama sorun yok, eger buysa tercihimiz, yani surekli yer degistirmek ve bir yerde uzunca bir sure durmak yerine yeni yerler gormek istiyorsak, ne gerekiyorsa o yapilacak.
Hal boyle olunca gidecegimiz yerleri belirlemeyi, oralara gidisi ve kalinacak yerleri ayarlamayi, gittigimizde yapilacaklari arastirmayi barindiran bloklari da yerlestirmemiz gereken, bir yandan da gezdigimiz gordugumuz, dolu dolu gunler yasamaya basladik. Biz kaba bir plan haricinde bir plan yapmadan cikmistik yola, sadece ilk varacagimiz sehri ve orada ilk uc gun kalacagimiz yeri biliyoruz. Her seye yolda karar verecegiz. Tahminimce, onden ne kadar plan yapilmis olunursa olunsun, aylar surecek bir yolculuksa eger soz konusu olan, yolda istekler motivasyonlar heyecanlar degisecektir ve yine bu detayli plan program isine girmek gerekecektir, tabii eger her seyi dusunmus bir turla gidilmemisse -ki bu da bazi durumlarda kesinlikle tercih edilmesi gereken bir secenek bence ve bizce.
Eh, biz de dinlenmek ne kelime, bazen her gecen gun daha fazla yorularak yolculugumuza devam ettik.
Ilk durak Hindistan.. Neredeyse her seye karsi tahammulumuzu, esik degerlerimizi arttiran ulke Hindistan. Kalabaliga, sokaktaki kaosa, islerin yurumemesine, insanlarla anlasamamaya, beklemeye, farkliliga, belirsizlige, pis ortamlara, sokaktaki hayvanlara, onlarin ortada oylece birakilan boklarina, kotu kokulara, her seye. Kocaman ulke, her yeri birbirinden farkli diyorlar, hicbir suphen yok. Biz toplamda 23 gun kaldik, hep kuzeydeydik. Bizim daha kuzeyimizde de gidilesi gorulesi yerler oldugu gibi guneyde de cok guzel yerleri var, duyuyoruz okuyoruz. Merak da ediyoruz ama ulke degistirmek, ilerlemek istiyoruz, bir sonraki sefere artik diyoruz. Gordugumuz yerleri gormekten de cok memnunuz, cok degisik, bircok acidan cok zengin ve cok vizyon acici, ama gercekten tum o tahammul edilmesi gerekenler nedeniyle cok yoruluyoruz.
Yeni yila Hindistan’da giriyoruz, 3 Ocak’ta Myanmar’a geciyoruz. Bu gecisler de guzel hikayeler barindiriyor, onlari da bir ara yaziya dokecegim. Ilkine Ispanya’da gittigimiz vipassana kursunun ikincisine Myanmar’da Yangon’da gidecegiz, kurs boyunca derslerini videolardan izledigimiz, audiolardan sesini duydugumuz rahmetli S.N. Goenka’nin memleketi ayni zamanda burasi, heyecanliyiz. Gulen suratlariyla, samimi insanlariyla kalbimizi caliyor Myanmar. Eh bir de ilk ilk kurulan vipassana merkezlerinin birinde agirliyor bizi, kalbimizde yeri ayri.
Ilk trekkingimizi de bu ulkede yapiyoruz, ilk defa cesitli ulkeden insanlarla birkac gun geciriyoruz boylece. Bizim grupta Cin’de cesitli okullarda calisan expatlar var, Guney Afrikali, Japon, Guney Koreli. Bir sure once tatil icin Cin’den cikmislar, is yerlerinden aranip Cin’de yayilan virus nedeniyle tatillerini uzatmalari, geri donmemeleri soyleniyor. Bizim sosyal mesafeye dikkat ettigimiz filan yok, zaten o ara tedbir olarak pek konusulan bir sey de degil daha. O gune kadar gunde bir iki kere haberlerden takip ettigimiz, cok da ustune dusmedigimiz corona, uc gunluk trekkingin son oglen yemeginde gundemimize oturuyor. Herkes neler yasiyor konusuyoruz, panik yapan yok, korkan yok, Cin’de yasayip geri donmemeleri istenenlerde bir suru soru isareti var sadece.
Myanmar’dan sonra Tayland’a gececegiz. Bir ulkeye gecerkenki kafa karisikliklarini ve belirsizlikleri Tayland’a gecmeden onceki kafa mesguliyetimiz uzerinden anlatabilirim. Sunlari dusunuyoruz, dusunmeye calisiyoruz: Acaba buradan Tayland’a kuzeyden kara yoluyla mi gecsek, yoksa guneyden gecebilir miyiz, biz Tayland’in neresine gitmek istiyoruz, Tayland’i nasil gezmek mantikli, kuzeyden guneye mi guneyden kuzeye mi, once Bangkok sonra asagi ya da yukari ve sonra yukari ya da asagi mi, acaba kuzey ya da guneyin birinden vazgecsek mi, Tayland’da bir yerden baska yere nasil hareket ediliyor, ucmak mi mantikli tren var mi otobus mu daha iyi, vb. vb. Oku arastir sor sorustur, sonuc olarak Yangon’dan Bangkok’a ucuyoruz.
Tabii daha ilk gunlerden baslayarak surekli tekrar ettigimiz klasik seyleri bu surecte de tekrar ediyoruz:
- Her seyi yapamaz, her yeri goremeyiz zaten. Secim yapmamiz lazim, bir seylerden vazgececegiz.
- Baska zaman yine geliriz, belki de gelemeyiz tabii, ne yapalim.
- Bir karar verecegiz ve olan olacak. Ne yapmak istiyoruz onu iyice dusunelim de, pisman olacaksak da pisman olacagiz.
- Tek derdimiz/en buyuk derdimiz bu olsun.
Bu arada Yangon havaalaninda (gunlerden 31 Ocak) ilk maske alisverisimizi de yapiyoruz.
Virus yola ciktigimizdan beri gundemde, biz bu yoldayken o da Asya’da dolaniyor, yayiliyor.
Tayland ici icin kararlarimizi verdik, Bangkok’ta iki gunu doldurup trenle kuzeye dogru yol aliyoruz. Tayland’a bayildim, her ama her seyiyle cok guzel. Bir yandan Tayland ici planlari konusurken ve organize olmaya calisirken bir yandan da “Acaba buradayken bi Kambocya’ya gecsek mi?” sorusu yaniyor zihnimizde. Belli ki hareket etmeye alismisiz, Kambocya’ya gitme fikri ‘bi Kambocya’ya gecmek’ seklinde beliriyor. Ara ara da “Oraya gitmek ‘hemen bi gitmek’ demek de degil, bunu unutmayalim” diyor, vazgecsek mi diye dusunuyoruz. Cunku oraya gecmek demek yine yeni yeniden yolu planlamak demek, yeni bir ulkeye alismak demek, kisa kalmak istedigimiz icin cesitli zahmetlere kisa sureligine girmek demek. Bunu istiyor muyuz, bilmiyoruz. Bazen simdi gitmeyelim sonra ayrica geliriz diyoruz, hemen ardindan ne zaman gelecegiz kim bilir diyor, gitmemek icin kendimizi mi kandiriyoruz acaba bakislari atiyoruz. Gidenlerden guzel yorumlar duymuyoruz, kimse orayi tercih etmiyor, herkes baska yerlerle ilgili konusmayi durduramazken Kambocya’ya burun kiviriyor, oranin insanlarindan haz etmedigini soyluyor, orada turist olarak var olmanin zorlugundan, turist gorunce insanlarin gozlerinde resmen dolar isaretleri dondugunden, hatta peslerinden gelerek bi rahat birakmadiklarindan bahsediyor, diger Guneydogu Asya ulkelerine gore daha pahali oldugunu ekliyorlar. Bir an geliyor, garip gorunebilecek bir sebep sonuc iliskisi kurarak “E o zaman simdi gitmek en mantiklisi galiba” diyoruz, cunku daha sonra bu bahsedilen sartlar icerisinde var olmak daha zor. Bir yandan da oradaki bir numarali aktivite olan Angkor Wat’la ilgili bilgilenmeye calisiyoruz ve bilgilendikce heyecanlaniyoruz. “Hadi gidelim ya, ne gerekiyorsa yapalim, arastiralim, gidelim neler olacagini nasil gececegini gorelim”. Tamam, peki, gidelim ama nasil gidelim, vize icin ne yapmak lazimmis, orada nereleri gormek istiyoruz, acaba once nereye gidelim, ulke icinde ucak mi otobus mu tren mi daha iyi, sil bastan ayni sorular. En sonunda karadan gitmenin bircok sebepten daha uygun oldugu sonucuna variyor, Bangkok’tan trene atliyoruz. Gidisimiz korktugumuz, korkutuldugumuz kadar cetrefilli gecmiyor (sinirda dolandirmaya calisanlar olacak, sahte vize vermeye calisacaklar gibi hikayeler okuyoruz cunku). Toplamda bir hafta kaliyoruz, Siem Reap ve Phnom Penh’i goruyor, oradan ucakla Tayland’a geri donuyoruz, bu sefer guneyindeyiz.
Kambocya’ya gittigimiz icin de mutluyuz, oradan kisa sure icinde ayrildigimiz icin de. Tabii her sey hep goreceli, belki de Myanmar ve Tayland’dan sonra gittigimiz icin uzun sure gecirmeyi tercih ettigimiz bir yer olmuyor, yoksa Angkor Wat gorulmeye, ulkenin tarihi ogrenmeye deger.
Kambocya’da virusten buyuk korku var. Bizi gorenler korkmuyor musunuz diyorlar, planlarimizi duyunca sasiriyorlar. Korkmuyoruz, durumun su gun geldigi noktaya gelecegini asla tahmin etmiyoruz -muhtemelen buna ihtimal vermek istemiyoruz. Tedbirlerimizi aliyoruz ve kimseyle temasta olmamaya dikkat ediyoruz, o kadar.
Guney Tayland’da Puket’e iniyoruz. Pasaport kuyrugundayiz, yaklasik iki saat bekliyoruz. Gezmeye kizgin gozlerle bakilmaya baslanan o donemde alanda asiri bir kalabalik var. Coluklu cocuklular da var, yaslisi da var genci de var. Hepimiz maskeliyiz ama dip dibeyiz. Tayland’da Kambocya’daki gibi bir korku gormuyoruz, tam aksine, durumun haberlerde soylendigi kadar korkutucu olmadigini belirten yazilar goruyoruz.
Puket’e indik ancak orada kalmak gibi bir niyetimiz yok, Krabi’ye gitmemiz gerek, orada kalacagimiz yeri ayarladik fakat nasil gidecegimizi o an hala bilmiyoruz. Alandaki kisilere sordugumuzda bizi herkes taksiye yonlendiriyor, internetten bakinca bu yolculugun taksiyle olabilecegi gibi tekneyle ya da otobusle de olabildigini okuyoruz. Hatta internetten birinin hikayesinden ogreniyoruz ki, otobuse binmek icin alandan Puket merkeze kadar gitmesek de olurmus, eger havaalaninin birkac km otesindeki anayola cikarsak ve kendisini gordugumuz anda gerekli el kol hareketlerini yaparsak yoldan gecen Krabi otobusu bizi alabilirmis. Pek olasi gelmese de, daha dogrusu garip gelse de bu secenek ilgimizi cekiyor.
Bizi anayola goturecek otobuse atliyoruz, trafigin yogun oldugu bir yerde iniyor ve ne yapacagimizi cozmeye calisiyoruz. Karsi kaldirima geciyor, kalabaligin oldugu bir otobus duragina ilerliyoruz. Tam cantamdan kagit kalem cikartip buyuk harflerle KRABI yazmaya basliyorum ki bir yolcu otobusu geliyor, durakta ne yapacagimizi cozmeye calistigimizi fark eden biri nereye gitmek istedigimizi soruyor, soyluyoruz, o otobusu isaret ediyor, Cagsun el yapinca otobus gercekten duruyor, trafik de bize yardimci oluyor, Cagsun kosuyor soruyor, bana gel gel yapiyor, ben de daha K harfinin icini karalamaya basladigim kagidi da alip kosuyorum, otobuse atliyorum hareket ediyoruz. Operasyon tamam. Aceleden bizi otobuse yonlendiren kisiye donup tesekkur etmiyorum, o an aklima bile gelmiyor, otobuste bir sure buna uzuluyorum.
Guney Tayland’i da bir sekilde organize ediyoruz. Adalardan ve sahillerden hangilerini gormek istediklerimizi dusunuyoruz, bizi neyin heyecanlandirdigini tartmaya calisiyoruz, ona gore de bir plan yapiyoruz. Ne guzel dertler..
Puket’e geldigimizde gunlerden 18 Subat, bundan sonrasina dair bildigimiz tek sey 6 Mart’ta Singapur’dan Tokyo’ya gececek oldugumuz. Karadan karadan, Malezya uzerinden Singapur’a gideriz bir sekilde diye dusunuyoruz. Tayland’dan Malezya’ya gece treniyle geciyoruz, bayagi konforlu bir yolculuk oluyor, ancak Singapur’a cok uygun bilet bulduk, Penang’dan oraya kara degil havadan gececegiz. Malezya’da sadece uc gun kalacak, sadece Penang’i gorecegiz. Bu karari vermemizde de Tayland’da ayak ustu muhabbet ederken Malezya’da uzun sure kaldigini soyleyen bir gezginin “Malezya’da tek yer gorecek olsan nereye giderdin?” sorusuna verdigi Penang cevabi onemli rol oynuyor. Malezya’ya giris, sinirdaki tren duragindan Penang’a gidisimiz puruzsuz geciyor.
Bu sirada, Penang’a gecisimizde, gunlerden 29 Subat oldu, dunya ufak ufak iyice panige kapiliyor. Biz haberleri takip ederek ama pek bir sey dusunmeden yolumuza devam ediyoruz.
Penang muhtesem, orada olmaktan, orayi gormekten cok memnunuz. Hava inanilmaz derecede sicak, tek derdimiz o, oglen saatlerinde odadayiz. Sadece bir sehir gorerek ulke hakkinda karar verilmez ama yine de kafamdaki Malezya algisi tamamen degisiyor. Geri kalmis, medeniyetsiz bir ortam bekliyordum, cok yaniliyormusum. Detaylara burada girmiyorum, kisaca, ortamlar cok guzel, yemekler bir harika, insanlar cok tatli, bazi semtlerde adim basi sanat var.
Singapur’a ucus gunu geliyor, 3 Mart. Sakin sakin havaalanina gidiyoruz, cunku ne de olsa biletimiz var, herhangi bir belirsizlik yok, zaten virus nedeniyle ortam cok sakin, ucan insan sayisi her gecen gun azaliyor. Alana gidiyoruz, online checkin yapilamadigi icin bankoya checkin yapmaya gidiyoruz. Olacaklardan habersiz pasaportlarimizi veriyoruz, kiz kayit bulunamiyor diyor, bir yanlislik var herhalde diyor pnr kodumuzu veriyoruz, kiz bu sefer biletimizin iptal edildigini, odemenin de karta geri yuklendigini soyluyor. Bu kadar. Bir sey soyleyemeden bakakaliyoruz once, butun ilgili mailleri ve mesajlari gosteriyoruz sonra, karta iadeyi kontrol ediyor ve yapilmadigini goruyoruz, ona da gosteriyoruz. Konuyu sormaya bir yere gidiyor, bir sure bekliyoruz. Geri geliyor, biletin iptal edildigini tekrar ediyor ve maalesef bu ucusa alamayiz sizi diyor, sanki iptal olan sey bir sinema biletiymis gibi, bu olan cok da onemli bir sey degilmis gibi. Hic ama hicbir sey yapmayip, diger musteriyle ilgilenmek isteyince ve ama biz basindan ayrilmayip yardim etmesini isteyince bir biletimizin olmadigini, kendisinin sadece havaalani calisani oldugunu, (Scoot’la ucacaktik) Scoot personeli olmadigini, sorunla ilgili bilgisi olmadigini, hicbir sey yapamayacagini, eger istersek musteri hizmetlerini arayabilecegimizi soyluyor. Bu esnada ucus saati de yaklasiyor. Musteri hizmetlerini aramak ve birine ulasmak, uzerine bir de sorunu cozmek ucagi kacirmak demek olabilir. Ben bu esnada internetten baska ucus bakmaya basliyorum. Scoot musteri hizmetlerine ulasiyoruz, Cagsun sinirlerini kontrol edemiyor “ANLAMIYORSUNUZ GALIBA, BILETIMIZ VAR, AYRICA BU UCUSA BINMEMIZ GEREK!!” diye bagiriyor. Biraz daha ugrasiyor ancak hicbir sey bir ise yaramiyor, olan onun sesine oluyor, kisilmis. Hizmet cok kotu, telefonun ucundakiler de alanda calisanlar da hafizamizda hic guzel iz birakmiyorlar. Iki saat sonraya uygun bir ucus buluyorum (bu sefer AirAsia’dan), bilet aliyoruz ve bagajlari verip ucaga yoneliyoruz. Ucaga giderken son 14 gun icinde Cin ya da Guney Kore’ye girip girmedigimizi soruyorlar, simdilik tedbirler bu kadarla sinirli. Girmedik.
Daha vakit var ama ucagin kapisina gidiyoruz, orada beklemeye basliyoruz. Olayin ve gordugumuz tavrin etkisinden siyrilmamiz biraz zaman aliyor. Goruyoruz ki belirli ve kesin oldugu dusunulen seyler de gerceklesmeyebiliyor.
Singapur da hizli bir durak, iki gece uc gun oradayiz. Ikinci gunun sonunda goruyoruz ki uc gun gayet yeterli. Bu surecte corona her gecen gun biraz daha gundemde, bizim de gundemimizde, her gun takipteyiz. 6 Mart’ta buradan Japonya’ya gececegiz, sonra da 30 Mart’ta Seul’den Bogota’ya biletimiz var. Tum seyahatimiz icerisinde bayagi buyuk etaplar bunlar, bunlar belli oldugundan beri diger kucuk kararlar icin referans noktamiz oluyorlar, cok rahatlatici. Planlarda bir degisiklik dusunmuyoruz, kita degistirmek istiyoruz, Guney Amerika’yi cok merak ediyoruz, hala umudumuzu koruyoruz.
Aralik’ta yola cikarken planimizda Japonya yoktu. Konusmustuk ama bu seyahate sikistirmamaya, daha sonra adam akilli gelmeye karar vermistik. Cagsun’un hayallerinde olan, benim de gordukten sonra “daha once buraya gelmeyi nasil hic hayal etmemisim, nasil burayi hic merak etmemisim” dedigim bir yer. Myanmar’daki trekking’de Japonya konusu acildiginda gidenlerden duyduklarimiz uzerine tekrar degerlendiriyor ve guzergaha eklemeye o sekilde karar veriyoruz. Hakkindaki her sey o kadar guzel ki buralara kadar gelmisken gitmemek icin kalan tek sebep pahali olmasi. Diyoruz ki su anda her turlu setupta kalabiliriz, yani cubicle denen sadece bir kisinin sigdigi yataklarda, ya da hostellerde birkac kisiyle birlikte ayni odada uyuyabiliriz. Konfor arayisimiz yok, standartlarimiz dusuk, sikintiya gelebiliyoruz, marketten beslenmek konusunda bir sikintimiz yok, vs. Gitmek ve hesapli yasamak icin cok uygun bir zaman, daha sonra muhtemelen minimum standardimiz bugunkulerin ustunde olacak.
Ve bu yaziyi bitirdigim gun, 6 Mart’ta girip 20 gun kalmayi planladigimiz Japonya’da 82nci gunumuzun icindeyiz! :)
Ilk uc gunu Tokyo’da geciriyoruz, muzeler kapali, 16 Mart itibariyle acilacagi soyleniyor. Iki hafta boyunca ulke icinde sinirsiz kullanabilecegimiz tren biletimiz var, onu ne zaman baslatsak diye dusunuyoruz. Muzeler kapali oldugu icin 14 gunun sonunda tekrar gelmek uzere daha fazla kalmadan Tokyo’dan ayrilmaya karar veriyoruz.
12 Mart’ta pandemi ilan ediliyor. Virus Asya’yla sinirli degil artik, tum dunyada. O gunden bir hafta sonra Osaka’dayken Kolombiya’nin sinirlari kapattigi haberi cikiyor. E bizim Seul’den Bogota’ya ucusumuz vardi 30 Mart’ta... Ne guzel inkar da ediyorduk olan biteni.. Japonya’dan Kore’ye de gecis icin de bilet bakip bakip, gununu belirleyemedigimiz ve uygun bilet bekleyisinde oldugumuz icin almamistik, iyi ki almamisiz.
Bundan sonra ulkelerdeki kisitlamalar corap sokugu gibi geliyor. Disari cikma yasaklari, yurtdisindan gelenlere karantina uygulamasi, ucus iptalleri.. Biz bu sirada tren biletinin hakkini vermek istedigimiz icin surekli hareket halindeyiz. Trenler sorunsuz calisiyor, cok boslar ama birkac hat haric normal frekansta calisiyorlar. Gittigimiz yerlerde kalabalik sekilde bir arada bulunulan bircok yer kapali. Cok guzel oldugunu duydugumuz bircok muzeye gidemiyoruz bu nedenle.
O ara baska bir ulkeye gitmek imkansizlasiyor. Bir sure duralim, sonra ne olacagina bakariz diyoruz, zaten her gun yeni kararlar aliniyor, bir seyler degisiyor.
Tren biletimizin son gunu, 22 Mart’ta, tekrar Tokyo’dayiz. Ilk etapta bir haftalik tuttugumuz airbnb’yi iki kere birer hafta daha uzatiyoruz. Acilen, bir sekilde Turkiye’ye donmek aklimizin ucundan bile gecmiyor. Zira Mart ortasi ilk vakalar goruluyor orada da ve hizla yayilmaya basliyor. Japonya’da nispeten durum kontrol altinda gozukuyor. Fark ediyoruz ki su anda Japonya haric nerede olursak olalim dort duvar arasida olacak, disari cikamayacaktik. Bir sene oncesine kadar bir ayagimiz Ispanya’da, bir ayagimiz Fransa’daydi. Oralarin durumu malum. Turkiye de yavas yavas eve kapaniyor. Oraya donmek demek eve kapanmaya gitmek demek. E orada bir evimiz de yok. Zaten dondugumuz gibi yeni duzen arayislarina girecegiz, cunku kurulmus olan ve bizi bekleyen bir duzenimiz yok, o arayis da biraz daha bekleyebilir. Ayrica bu olaylar bizi orijinal planimizin ortasinda yakaladigi icin de maddi manevi bir sikinti cekmiyoruz cok sukur. Kisacasi donmeme luksumuz oldugu icin cok sansliyiz. Fakat tabii durumun vahameri nedeniyle kaygiliyiz, cikan haberlere uzuluyoruz, Turkiye icin endiseleniyoruz. Uzaktan takip etmek disinda da hicbir sey yapamiyoruz.
Japonya’da hicbir zaman sokaga cikma yasagi olmadi, istedigimiz zaman cikabildik hep. Tokyo’ya geri geldigimizde ilk gunler yorgunluktan bayagi bir vakti dinlenerek gecirdik, yine de sakura merakiyla birkac yere ciktigimiz oldu. Ulkeye ilk girdigimizde sakuralarin acisini yakalayacak miyiz acaba diye konusurken (cunku her bolgesinde baska tarihte aciyor) agaclarin cicek acisini, her yerin her gecen gun daha pembe olusunu, sonra o ciceklerin dokulusunu ve agaclarin yesillenmesini, hepsini gormus olduk. Muzeler hala kapali, parklar da kapaniyor teker teker, sokak, semt ve magaza geziyoruz. Onlar da turistik aktivite kategorisine girecek kadar renkli ve cesitli.
Belli ki bir sure daha Japonya’dayiz. Okinawa adasi guzel oldugunu duydugumuz yerlerden, ana karada olmaktansa orada olmak daha iyi olur, orayi da gormus oluruz diye dusunerek, 15 Nisan’a bilet aliyoruz. Daha erkene de alabiliriz ama Tokyo’da gormek istediklerimizi gorelim oyle gidelim istiyoruz. Hazir buradayiz, bir daha Tokyo’ya birkac gun vermeye gerek kalmasin.
6 Nisan’da bazi bolgelerde ohal ilan ediliyor. Biz 7 Nisan sabahinda Tokyo’ya cok yakin olan Hakone’ye gidip bir gece cadirda kalmali, iki gunluk bir plan yapiyoruz. Zaten Hakone’ye gitmek coktandir istiyoruz ama hem havanin biraz duzelmesini bekliyoruz (orasi yuksekte, genelde hep soguk ve yagmurlu) hem de internetten cadir alisverisini yapmamiz gerekiyor, onu secmemiz siparisini vermemiz biraz zaman aliyor. Neyse ki siparis iki gun icinde elimize ulasiyor.
Bu erteledigimiz Hakone planini da iyi ki o tarihte yapiyoruz cunku ohal nedeniyle 10 Nisan itibariyle orada kullanilan bircok aracin bir sonraki emre kadar duracagini ogreniyoruz.
Tokyo’da da neyse ki o gune kadar birkac magazaya girmis, gormek istedigimiz bircok yere gitmisiz. 8 Nisan itibariyle orada da neredeyse ilgi cekici her yer kapaniyor, disari cikmak icin pek bir neden kalmiyor. Bu kararlari verirken hukumetin plani da tam olarak bu olsa gerek.
Bu sirada Tokyo-Okinawa seferimizin iptal oldugu haberini aliyoruz: ohal nedeniyle sefer sayisini azaltmislar, bizim sefer iptal. Neyse, sorunsuz bir sekilde onu ayni gun yapilan diger sefere degistiriyoruz. Komik ama ucak kalkana kadar ucabilecek miyiz kaygimdan kurtulamiyorum.
15 Nisan’da Okinawa’dayiz. Tr’ye donus belirsizligi iyice bas gostermeye basliyor. Oradaki durum ic acici degil, sayilar yukseliyor. Japonya’da olmak oraya donmekten hala daha guvenli. Zaten istesek de donemeyiz, ucus yok. 90 gun vizemiz oldugu icin, vize uzatma derdimiz olmayacagi icin seviniyoruz. Bilmiyoruz ki vizenin son tarihi olan 4 Haziran’da hala ucamiyor olacagiz. Uzatmak kolay is, o sorun degil de, 90 gunden fazla mi kalmis mi olacagiz yani?
Bu arada, baska bir ulkeye gecmenin mantiksiz oldugunu bile bile, ara ara internetten ucus kisitlamalarini kontrol ediyoruz hala.
Mayis ayina da girince artik bundan sonraki destinasyonun Turkiye olacagini kabulleniyoruz. Buradan baska bir yere gecmeden donecegiz. Her guzel seyin bir sonu oldugu gibi bu seyahat de bitecek. Hatta ha bitti ha bitecek denebilecek gune de geldik.
Uc ay Asya, uc ay Guney Amerika olan planimiz uc ay Asya, uc ay Japonya seklini aldi. Alti ay boyunca hareketli ve gocebe olacagi dusunulen seyahat uc bucuk ay oldukca hareketli ve gocebe, iki bucuk ay oldukca duragan ve nispeten yerlesik sekilde gecti. Hepsinin artilari ve eksileri var ve insan bir sure sonra hep bir oteki hali ozluyor.
Turkiye diyordum.. Buradayken konsolosluga durumumuzu yazdik, bizi haber verecekleri kisiler listesine aldilar, iki kefe fahis fiyatta ucus bilgisi vermek disinda bir iletisimimiz olmadi, baska hicbir destek gormedik. Japonya’da burada mahsur kalan turistlere Japonya’nin yaptigi herhangi bir yardim var mi acaba diye arastirdik sorduk, o da yok. Kendi yagimizda kavruluyoruz. Cok sukur bir sikintimiz yok, hallediyoruz fakat ya hallolmasaydi?
28 Mayis’ta ucuslarin baslayacagi soylenmisti, vizemizin son tarihi olan 4 Haziran’a bilet almayi planliyorduk. Sonra 28 Mayis tarihinin 10 Haziran’a ertelendigini acikladilar. Biz de dusunup dusunup, dusunmenin hicbir ise yaramadigini fark edince, 10 Haziran’a biletimizi aldik. Ucuslarin baslayip baslamayacagi kesin olmadigi icin bu netlik durumumuza dair hicbir sey degistirmese de psikolojik olarak cok rahatlatti. Aslinda hala hicbir sey net degil ama dusunulecek kocaman bir konu rafa kalkti sanki. Sayili gun var gibi olunca da daha net dusunebilir oldum. Biletimiz yokken ucu acik bir seyde gibiydik, ne zaman ana karaya donelim nerede ne kadar kalalim gibi sorulara karar vermek kolay olmuyordu. Simdi en azindan bi referans noktamiz var. Tabii o referans noktasi da su donemde sabun kopugu aslinda.
Belirsizlikte yasamaya her gecen gun daha fazla alissak da, onun icinde daha bi rahat edebilmeye baslasak da, bir seylerin belirli olmasiyla gelen konforu ve o konforun cekiciligini her defasinda bir kere daha anladim bu birkac aylik surecte ve bazen sirf bir seyler belirli olsun diye karar verdigimi, bu nedenle de cesitli erken ya da yanlis adimlar attigimi gordum. Tabii, bunu hangimiz yapmiyoruzdur ki... Belirliligin psikolojiye katkisi buyuk.
Mesela, su gunlerde duyuyoruz ki 10 Haziran tarihi de ertlenecekmis buyuk ihtimalle. Buna ragmen, o karari vermis ve o bileti almis olmamizin getirdigi buyuk bir hafiflik var ustumde hala, ya da omzumdan aldigi buyuk bir yuk diyelim ona. Belki de birkac hafta daha donemeyecegiz ama olsun, biletimiz var!
Son bir nokta olarak, dun, yani kayitlara gecsin diye tam tarih olarak 26 Mayis’ta, saclarimi kestim. Ilk makas darbesinde dusundugumden cok daha fazla kestim, dolayisiyla diger tarafi da o boyda kesmek zorunda kaldim. Iki tarafi esitleyecek ucuncu makas darbesinden sonra rotuslar yaparken iyice kisaltma korkusuna kapilarak makasi elimden biraktim. Su anda toplanmayan saclarim var. Nasil yorumlamak lazim bu hareketi acaba a dostlar?!?
Ciao ciao !
0 notes
Austin
Benim basima gelen en guzel “sey”lerden biri Austin. Amerika’ya ilk gelisimde cole geldigimi dusunurken, karsimda Turkiye’nin bozkirindan daha yesil bir yer bulunca gozlerime inanamadim. Kucucuk bir sehir merkezi, sehrin ortasindan akip giden nehri, insanlarinin mutlu ve sicak olusu, sehrin canliligi, muzikleri, beni Austin’e hayran birakti. Hele ki ogrenim icin yurtdisina cikarken buyuk beklentilerim olmadi. Gidecegim, 3-4, ya da kac sene surerse surecek, sonra donecegim diye yola dustum, muhtemelen bircok meslektasim gibi. Hayat bana plan yapmamayi biraz gec ve guc de olsa ogretti, ya da oyle saniyor.
Austin’de cok fotograf cektim bos ya da dolu zamanlarimda. Olmadik zamanlarda karsimda beliriveren guzellikler, gariplikler, belki de kimsenin ilgisini cekmeyecek detaylar... Birkacini bloguma koymak istedim.
Austin'in kendine has kafesi: Mozart’in yeri. Acik havada, gol kenarinda kafa dinlemek icin mukemmel bir ortam. Burada gecirdigim zaman omrumun bir yilina tekabul etmistir diye dusunuyorum.
Burasi yuksek lisans/doktora ogrencilerinin konakladigi lojmanlardan birinin bahcesi.
Duvardaki kahramanlar icinde benim de bir kahramanim var. Hemen soyluyorum, sag ust kosedeki: BATMAN :)
Okulun (UT Austin) cok sevdigim camdan kosesi. Maalesef benim bolumum degil. Benim bolumumde disari bakabilecegim bir pencere bulmak bile zor.
Kendi basima yapmayi sevdigim “garip seyler” var. Yurumeye bayilirim. Saatlerce tek basima yuruyebilirim. Yeryuzunde kac insan Whole Foods’a gitmeye bayilir ki! Gidip cikolata dekorasyonlarini, pasta reyonlarini, cicek bolumunu gezmeye, istesem de arkadas bulamam. Spesifik objelerin fotograflarini cekmeye bayilirim: heykeller, pencereler, cicekler, filler, binalar... Hayattan buyuk beklentileri olmamali insanin. Kucuk mutluluklarin keyfine varmak lazim.
Araliga dolusmus yapraklar... Kimbilir o kucucuk dunyada neler fisildaniyor. Kimsenin dikkatini cekmeden neler biriktiriyor bu kucuk araliklar.
“Evim gol kenarinda (Lake Austin)” demis miydim? Cep telefonuyla cikip harika manzara fotograflari cekmek an meselesi. Guzel bir sonbahar sabahinda karsima cikan bu guzellik de kendine hayran biraktirmisti.
Cok sevdigim baska bir kafe. Kendisi ev gibi ve kucucuk bir balkonu var. Austin’in en guzel ekspresosunu burada ictim. Star(f)ucks’tan artan zamanlarimi burada gecirmeye calisiyorum.
Not: Bu fotografla reklam yaparlarsa musterileri katlanarak artar! Telif hakki sakli degildir.
Karsima cikan bu kucucuk detaylar hayati(mi) guzellestiriyor.
Burasi da orumcek ev. Bu sehrin isiklarini da kendisi kadar sevdigim dogrudur.
Mozart’in yerinden gole bakarken...
Bukulen kantin koridoru. Fotografin bulanik olmasi kamera ayarlarini cok iyi bilemememden.
“Bazen dolayli anlatmaya calisirim, kimse anlamaz derdimi...” demis sair. Boyle bir sey yok tabii ki.
Bu sehre yolum dusmeseydi, bu cok sevdigim ortami, cok sevdigim okulumu, cok sevdigim insanlari acaba nasil karsima cikaracakti hayat? Hayati cok sorgulamadan yasamak lazim.
0 notes