Tumgik
#etli türlü
Text
Karımla Karavan Anılarımız! (1) (Gökhan 48 Y., İzmir)
Merhabalar. Adım Gökhan. Bundan 4 sene önce başlayan ve evliliğimi fırtınalı bir şekilde alevlendiren olaylar silsilesini anlatmak istiyordum. O dönemler devletin yurt dışında çalışarak önemli bir mevkiinden müdür olarak 48 yaşında erkenden emekli olmaya hak kazanmış birisiydim. Karım Handan ise 32 yaşında, bembeyaz tenli, sarı saçları olan, düzgün ve şişmana kaçmadan hafif balık etli, dolgun vücutlu, göğüsleri 90C, kalçaları ise yuvarlak, hatlı ve kendini belli edecek şekilde olan bir kadındı.
Takdir edersiniz ki eşimle aramda 16 yaş gibi ciddi bir yaş farkı vardı ve bu yaş farkını her ne kadar kendime kompleks yapmasam da, bazı anlarda ciddi bir rakip gibi görebiliyordum. Bu sebepten ötürü yatakta olsun, aşk hayatında ol sun, romantizmde olsun ve maceraperest şeylerde olsun (Benden daha geçmedi!) havası verebilmek için sürekli kendimi kanıtlama gayreti içerisindeydim. Karım da bazen kavga ettiğimizde, bazen de takılmak ve beni sinir etmek için, "İstesem senden daha gencini bulurdum, ayağını denk al!"� derdi ve beni kızdırırdı.
Her ne kadar bunu sorun etmiyormuş gibi gözüksem de, içten içe bu ihtimalin doğruluğunu bilerek sinir olurdum. Neticede ben artık 50'li yaşlarına yaklaşmış, saçlarında ufak tefek beyazlar çıkan, sırf karısının yanında daha da yaşlı durmamak için düzenli olarak diyet yapan, cilt bakımı yaptıran, spora giden bir erkektim; karım Handan ise 30'lu yaşlarının başında, gayet alımlı, kendini her türlü erkeğe beğendirebilecek bir kadındı. Hatta son birkaç yıldır eşim ile aramızdaki yaş farkının iyice belirginleşmesiyle birlikte dışarıdan gelen delici bakışların bile farkına varmaya başlamıştım.
Bu ufak girizgahtan sonra, seks hayatımızı ve belki de evliliğimizi canlandıran, beni de ilişkimiz hakkındaki tüm endişe ve kaygıdan kurtaran o malum güne geçmek istiyorum. Lakin daha öncesine yine ufak birkaç şey anlatmak isterim. Ben emekli olduktan sonra, karımla birlikte en büyük hayalimiz olan karavan alma işine iyiden iyiye tutulmuştuk. Söylediğim gibi hem yurt dışı görevi, hem de iyi bir makamdan emekli olduğum için güzel de bir tazminat almıştım ve elimize geçen tazminat ile birlikte, yaptığımız birkaç aylık araştırmanın sonucunda Mayıs ayında güzel bir karavan almıştık.
Karım özel okulda bir öğretmenlik yaptığı için yaz aylarına kadar beklememiz gerekiyordu gezi yapabilmek için, ancak bu benim açımdan bir problem değildi. Ben de o sırada bu yeni karavana alışmaya çalışıyor ve onun ufak tefek eksiklerini gideriyordum. Zaten para konusunda da pek sıkıntımız olmadığı için karımın esasında çalışmasına bile gerek yoktu; ancak o prensipler gereği çalışmak istiyordu.
Haziran ayının ilk haftasından sonra okullar da kapanınca önümüzde 3 aylık muazzam bir boşluk oluştu. Ben zaten emekliydim ve beni eve bağlayan bir şey yoktu; karımın da 3 ay boyunca tatilde olması sebebiyle kendimize bir rota çizdik. İlk rotamız (daha önce hiç karavanla seyahat etmediğimiz için) daha bildiğimiz yerler olacaktı. O yüzden de İzmir'den başlayarak Akdeniz'e inecek ve Mersin'e kadar gidecektik. Sonraki seyahat durağımıza (eğer vakit kalırsa) oradan sonra karar verecektik. Biraz da yol bizi nereye götürürse mantığındaydık.
Haziran ayının 16'sında, sabahın ilk saatlerinde yola koyulduk. Gayet güzel geçiyordu ve istediğimiz yerde durup, istediğimiz yerde devam ederek birkaç gün boyunca seyahat etmiştik. Her gittiğimiz yerde denize girmeye ve bol bol gezmeye de çalışıyorduk. Eşim vücudunu sergilemeyi seven ve bundan çekinmeyen bir kadındı. Ben de asla baskıcı bir erkek olmadım. O zamanlar gerçekten böyle bir hissim yoktu ve karıma bakılması veya bakılmaması pek dikkatimi çekmiyordu. Bundan hoşnut durumda olup olmama gibi bir hissiyatım yoktu. Karım ne isterse giyebilir diye düşünen bir erkektim sadece.
Ancak her şeyi değiştiren şey, yolculuğa çıkışımızın 3. günü olan 19 Haziran'da meydana geldi. Karımla o gün bir şey yüzünden tartışmış ve sinirlerimizin de gergin olmasından dolayı daha önce etmediğimiz şekilde ciddi ve ağır bir kavga etmiştik. İkimiz de birbirimizle konuşmuyor, sadece yola bakıyorduk. Tam hatırlamasam da Muğla civarlarında bir yerde devam ederken bir otostopçu genç gördük. En fazla 19-20 yaşlarında olan bu genç muhtemelen üniversite öğrencisiydi ve yaz tatilini değerlendirmek için otostop çekerek geziyordu. İkimiz de otostop konusunda pek bilgili insanlar değildik, çünkü geldiğimiz ailelerin maddi durumları, yaşadığımız yerler gereğince bugüne kadar otostop çekmemiş veya otostopçu almamıştık.
O an o çocuğu almamı sağlayan etken neydi bilmiyorum, ama bir anda arabayı yavaşlatmaya başladım. Karım, uzun süren sessizliği bozarak, "Alma o çocuğu!" dedi; lakin onun dediğinin tersini yapacağım ya, "Alacağım!" diyerek arabayı durdurdum. Tabii daha o bir şey söyleyemeden çocuk hemen karavanın kapısını açarak içeriye geçti. Karım bana öyle ters ve hırçınca baktı ki (Demek sen benim dediğimi yapmazsın, görürsün o zaman!) der gibi bir ifade vardı yüzünde. Çocuk teşekkür ederek karavanın içindeki koltuğa oturdu.
Ben de ortamdaki gergin havayı ve sessizliği dağıtmak amacıyla çocuğa birkaç soru yönelttim. Adı Akın'mış, tahmin ettiğim gibi 19 yaşında ve üniversite öğrencisiymiş. Tüm sene boyunca biriktirdiği parayla birlikte o da bizim gibi gezgin olarak tatil yapmak istiyormuş. Ben o çocukla sohbet ederken, eşimin sinsi planlar yaparak beni yenmeye çalışacağını tahmin edemiyordum tabii. Aşağı yukarı çocuğu 40 kilometre kadar götürecek, sonra onu ayrılması için bir anayolun ayrımında bırakacaktım.
Birkaç kilometre gittikten sonra karım ayağa kalktı ve yanımdaki koltuktan, arkaya geçti. Üstünde, kalçalarının altına kadar gelen bir mini kot şort ile hafif dekolteli bir askılı bluz vardı. Göremiyordum ama karım ayağa kalkıp tüm endamını sergilediğinde, eminim bu 19 yaşındaki genç, karımı baştan aşağı süzmüştü. Karım, işveli bir sesle, "Bir şey içer misin Akıncığım?" dedi. Akın biraz tutukça bekledikten sonra, "Zahmet olmazsa soğuk bir şeyler alırım." dedi. Karım ona bir şeyler ikram ettikten sonra yanımdaki koltuğa oturmak yerine arkada, çocuğun oturduğu koltuğa oturdu. Ben de dikiz aynasından yola bakıyormuş gibi yaparak onları seyrediyordum.
Sohbet bir yerden sonra ben odaklı olmaktan çıktı ve karım ile Akın arasındaki bir diyaloğa döndü. Ben de bir şey demeden yolu takip ediyor ve ara ara da onları izliyordum. Karım bacak bacak üstüne atmış, saçıyla oynayıp ara ara da şuh gülüşler atıyordu. Amacını anlamıştım; beni kıskandırmak ve biraz da kızdırmak istiyordu. Onun oyununa gelmeyeceğim diye hiç sallamıyormuş gibi yapıyordum. Hatta güneşi bahane ederek güneş gözlüğümü takmıştım ki, onları izliyor olduğum belli olmasın diye; ama maalesef hayatımın hatalarından (veya önemli davranışların dan) birisini yapıyordum.
Ona müdahale etmeyip, tepkisiz kaldığımı gören karım biraz daha işi abartarak, konuşurken çocuğa dokunmaya başladı. Davranışları beni bile dimdik eden karım, bu 19 yaşındaki gencecik çocuğun eminim aklını almıştı. Zaten çocuk da oturuş pozisyonunu sürekli değiştirerek, erekte olmuş sikini saklamaya çalışıyordu. Ben ise halen olanları önemsemiyormuş gibi yaparak güneş gözlüğümün altından karımı ve çocuğu izliyordum. Karım o kadar şuh hareketler yapıyor, o kadar tutkulu ve istekli davranıyordu ki, beni bile dimdik etmişti. Karımın en iyi becerdiği şeylerden birisi de, istediği an istediği yerde bir hareketiyle erkeği tahrik edecek kadar becerikli olmasıydı. En yorgun olduğum ve seks istemediğim anlarda bile defalarca kez beni azdırıp benimle sevişmişliği vardı. Tabii benim yaşlarımda bir adam bile dayanamıyorken, 19 yaşında bir çocuğun buna dayanmasını beklemek mümkün değildi.
Bir ara artık ses gelmemeye ve konuşmalar kesilmeye başladı. Dikiz aynasından bir kere daha baktığımda ise karım ile Akın'ın öpüşmeye başladığını gördüm. Akın tamamen gözlerini kapatmış ve olan bitenden habersiz bir şekilde (belki de, Adam arabayı sürüyor, ben arkada karısını götürüyorum!) diye düşünerek öpüşüyordu; ancak karımın gözleri açıktı ve çocuğu öperken bir yandan da beni kesiyordu. O da aptal birisi değildi, elbette onları izlediğimi biliyordu, ama ses çıkartmadığım için onları görmediğimi (!) düşünerek elini çocuğun sikine attı pantolon üzerinden. Karmaşık duygular içerisindeydim; bir yanım çocuğu hemen arabadan atmak istiyordu, ama bir yanım da bu anın keyfi içinde olanların seyrinin doğal bir biçimde sonlanana kadar ne olacağını görmek istiyordu. Müdahale etmedim ve ben müdahale etmedikçe de karım biraz daha işi uçlara sürüklemeye başladı.
Yaklaşık 5 dakika sonra bir fermuar sesi duydum. Karım oturduğu yerden kalkmadan çocuğun önüne doğru eğilerek sakso çekmeye başlamıştı. Akın ise kasıntı ve tedirgin bir şekilde (Acaba fark eder mi?) endişesiyle birlikte mükemmel bir zevk alarak koltukta oturuyordu. Karım, dudaklarını iyice aralamış ve Akın'ın sikini yavaş yavaş, tadını çıkartırcasına emiyordu. Akın'ın dimdik, taze ve kalın siki, karımın dudaklarının arasında iyice ıslanmıştı. Karımın o güzel saksosundan sonra artık geriye kalan tek şey seks olmuştu.
Benden herhangi bir tepki gelmeyince karım yavaşça ayağa kalktı. Hemen üstünkörü, sanki bir bar tuvaletinde yaparmış gibi çabucak bitirmek istercesine şortunu ve külotunu aynı anda indirip, Akın'ın kucağına oturdu. Sırtı Akın'a dönük bir şekilde, Akın'ın sikini yavaşça am dudaklarına dayadı ve bir anda içine aldı. Karım zevkle zıplıyor ve sözde sesini duyurmamak ister gibi de dudaklarını sıkarak inlemesini azaltmaya (!) çalışıyordu. O an aniden direksiyonu sağ ve sola çevirerek şeritlerde zigzag çizmeye başladım ve karımın dengesini bozarak tamamen o çocuğun kucağında oturmasını sağladım. O da anlamış olacak ki, "Hayatım bir sorun mu var?" diye seslendi. Onları sözde göremeyeceğim bir yerde oldukları için bir yandan benimle konuşuyor, bir yandan da Akın'ın kucağında zıplamaya devam ediyordu. "Hayır canım, misafirimizle ilgileniyor musun? Çok trafik var ilgilenemiyorum pek!" dedim.
Karım gülerek, "İlgileniyorum canım, merak etme!" dedi. Birkaç dakika kadar sonra Akın ile eşimin fısıldaşarak konuştuklarını duydum. Fısıltıları duyuyordum, ama ne konuştuklarını anlayamıyordum; fakat karımın hareketlerinden, Akın'ın boşalmaya yakın olduğunu anladım. Herhalde üstünden kalkar ve başka bir yere boşaltır diye düşünmeme rağmen, karım yine aynı hızla hoplamaya başladı ve en sonunda Akın'ın, ne kadar zorlasa da tutamadığı, ufak bir iniltisini duydum. Karımın amına boşalmıştı. Çocuk ne kadar panik olduysa, karım üstünden kalkar kalkmaz hemen toparlandı ve ineceği yere daha 24 kilometre varken, "İzninizle ben burada ineyim." diyerek karavandan indi. Karım ve ben baş başa kalmıştık...
[Gökhan]
145 notes · View notes
sillagen · 2 months
Note
Patlıcan ile nasıl yemekler yapılabilir
Ali nazik, etli türlü, normal zeytinyağlı yemeği, karnıyarık, imam bayıldı, közlenmiş yoğurtlu salatası, közlenmiş normal salatası, közlenmiş şekilde soğanlı şekilde söğürme, mütebbel yapılabilir aklıma gelen bunlar
6 notes · View notes
tripuck · 5 months
Link
0 notes
niyamtedisi · 1 year
Text
lolipopun 1 saati
merhaba,
ben bir lolipopum.
kendimi bildiğimde eritilmiş bir pancar şekeriydim. sonra üstüme biraz aromalı sular, biraz kimyasal maddeler döktüler. bir kabın içine döktüler. sertleşip şekil aldım.
biz şeker pancarıyken beni eken çiftçi babam insan yavrusuna ders anlatırdı bizim tarlada. o yüzden biraz coğrafya, biraz geometri ve dilbilgisi bilirim. buna dayanarak şeklimin dünya ile aynı olduğu ve tam ortamdan bir ekvator çizgisi geçtiğini söyleyebilirim. o yüzden bir gezegen olduğumu zannediyorum. üstümü sert bir poşetle kapladılar ve bir kutuya girdik. sanıyorum uzaya salınacağız.
----------------------------------------------------------------------------
günler geçti, hala aynı karanlık kutudayız. tam sıkılmaya başlıyorum ki koca bir el bizi kucaklayıp hepimizi tek tek sapımızdan bir mekanizmaya saplıyor. burası renkli bir yer. fakat uzay olduğunu sanmıyorum. devamlı insanlar gelip gidiyor. ben ve arkadaşlarım sabit duruyoruz. bazen birini alıp uzaya salıyorlar galiba.
----------------------------------------------------------------------------
sonunda!
beni de aldılar. sanırım uzaya gidiyorum. dünya olacağım. heyecanlıyım. yumuşak ve hışırdayan bir balonun içinde biraz sarsılarak yola başladım. uzay gemisinde olabiliriz ancak burada şeker pancarıyken aşina olduğum bazı meyve dostlarım da var. onlara ne olacak merak etmekteyim. muz bir sandal mı?
------------------------------------------------------------------------------
utanç içindeyim. ben bir insan aldı. hoyratça elbiselerimi soydu ve beni ağzına koyarak sıcak ve ıslak diliyle emmeye koyuldu. bu da ne demek oluyor? eriyorum! üstelik burası pis kokuyor. dişlerinde iğrenç siyahlıklar var. biraz daha emilirsem tamamen sıvılaşıp yok olacağım. bu lanet olası insanoğlu dünyayı yediğinin farkında mı acaba? bir şey yapıp buradan kurtulmam lazım. buldum! hafifçe kaymayı başarırsam şu ortasında et parçası olan deliği kapatabilirim. böylece beni yutamaz ve hava akımı beni dışarı fırlatır.. sonra da bu pis sulu ve etli mağaradan kurtulurum.
------------------------------------------------------------------------------
başardım. hafifçe deliğe doğru kaydım ve insan şiddetli bir şekilde sarsılmaya başladı. içinden gelen sıcak hava beni dışarı doğru sertçe itiyordu ama insan o kadar çok çırpındı ki bir türlü toparlanıp da kendimi toparlayamadım. sonunda şiddetli bir ses ve akımla ağzından dışarı fırladım. sert bir yüzeye hızlıca çarptım. bir parçam kırıldı. bunu beklemiyordum.
------------------------------------------------------------------------------
beni emikleyen insan panik içinde kendini yere attı. derin derin soludu önce. sonra yan dönüp öksürdü. kolay mı lan öyle eme eme bitirmek dünyayı. buldun belanı.
kalktı lıkır lıkır su içti. devamlı aynı şeyi söylüyordu. "ölüyordum amına koyim ölüyordum" sonra aranmaya başladı. yerdeki cismimi gördü.
bana bakarak "senin de amına koyim topitop "dedi. ne demek olduğunu bilmesem de kulağıma hoş gelmedi. insana dik dik baktım. aynı bir tilkiye benziyordu. "sana okkalı bi domdom kurşunu lazım" dedim bağırarak. duymuş gibi değildi. bana pis pis bakmaya devam etti.
ulan her yer yapış yapış olacak ama olsun amına koyim dedi. ayağını kaldırdı. ayağının gölgesi her yeri kapladı. sonra hızlıca çok hızlıca yaklaşmaya başladı. büyük bir patlama hissettim ve derin bir karanlık. yokluk..
------------------------------------------------------------------------------
ayı memet ayağıyla şekeri paramparça etti. terliği zemine yapıştı. "hay amına koyim" dedi. "yer misin öyle ibneler gibi topitop. allah çarptı işte."
böylece derin bir estağfurullah çekti ve terliğine yapışan parçalar halıya geçmesin, annesi kafasını kırmasın diye bir bez bulmaya koyuldu. mutfağa gitti. lavabodaki sarı bezi buldu. terliğinin altını sildi.
bezi yalandan suya tuttu. "anam bununla yemek masasını siliyordu" diye geçirdi içinden. bir tövbe daha etti. bezi aynı şekil katlayıp yerine gitti.
patlamış şekeri orada unuttu. işte big bang böyle oluştu. ve tüm sarı bezler ayı memet'in lanetiyle kirlendi. pis herif. lolipop bile diyemez topitop derdi. topu müstehzi bir biçimde tonlayarak. böylece top eşcinsellere yönelik bir hakaret oluverdi. ayı memet bilmeden nelere sebep oldu işte öğrendiniz. bu berbat insanoğlu hala yaşar. tüm kabalığı, pisliği, lanetlediği her şeyin derin merakı, merakın öfkesiyle, safi zarar olarak.
0 notes
cointahmin · 2 years
Text
En son tahlillerde, kripto analistleri Bitboy ve Cred, kimilerinde %90’ın üzerinde ralli bekledikleri 11 altcoin projesi paylaştı. Cred, bu 4 altcoin için yükseliş yolunu haritalıyor Cred lakaplı anonim kripto analisti, yeni bir Youtube görüntüsünde, son yedi gün içinde yükseliş hareketi başlatan dört altcoin’in sıradaki teknik düzeylerine yer verdi. Kripto analisti, XRP’nin 0,414 dolar direnç düzeyinin üzerinde kaldığı sürece yükselmeye devam edeceğini düşünüyor. Cred’e nazaran XRP, bu türlü bir durumda, 0,50 ila 0,60 dolar bölgesinde konumlanmaya bir adım daha yaklaşıyor. Yazım sırasında, geçen hafta nazaran %16 yükseliş gösteren XRP, 0,414 dolar direncinin çabucak üzerinde 0.4457 dolardan süreç görüyor. Sırada akıllı kontrat protokolü Cardano (ADA) var. Cred, piyasa kıymetine nazaran yedinci en büyük kripto paranın “tekniklere hürmet duyduğunu” ve Şubat ayında ulaştığı 2023’teki en yüksek düzeyi olan 0,42 doları tekrar ziyaret edebileceğini söylüyor. Bence 0,35 doların altına düşmediğimiz sürece ve bu düzey trend değişimin için uygun… Geri kazanımlar devam ederse, bir sonraki düzey 0,41 dolar civarında olabilir. Bu kırılırsa, 0,40 , 0,60 dolar bölgesi ve 0,50 doların orta noktalarına yönelebiliriz. Fakat kısa vadede, 0,35 ile 0,42 dolar ortasında epey net süreç düzeylerine sahip olduğumuzu düşünüyorum. Cred’e nazaran %90’ın üzerinde yükselecek altcoin Solana’ya (SOL) dönen analist, 20 dolar takviyesini tutmayı başardıktan sonra 23 ve 26 dolar dirençleri ortasında çift tabanlı bir formasyon oluşturduğunu söylüyor. Analiste nazaran, 20 – 21 dolar aralığını kaybetmediği sürece, 22 ve 24 dolara kadar güç gösterebilir. Daha boğa bir durumda, kartlarda 26 dolara yükseliş ihtimali bulunuyor. SOL şu anda heyetim başlangıç noktası 20,50 doların üzerinde süreç görüyor. Analistin radarındaki son kripto para Fantom (FTM) oldu. Cred’e nazaran FTM, evvelki direnci olan 0,43 doların üzerinde kalması şartıyla yükseliş eğilimi gösteriyor. Bu kestirim gerçekleşirse, yazı yazılırken 0,46 dolardan süreç gören FTM, %90’ın üzerinde ralli yapacak. Cred’in tahlillerine göre Durum bu türlü olduğu sürece, yaklaşık 0,65 dolar yüksek düzeyin süreç görmesini beklersiniz ve akabinde, hakikaten etli bir rotasyon alırsak, bir sonraki büyük sorun alanı, 0,70 ile 0,90 dolar üzere eski yüksek düzey aralığıdır. Bitboy, son düzenlemeler ışında fiyat kestirimlerini güncelliyor Bitboy Crypto olarak da bilinen kripto fenomeni Ben Armstrong, yakın vakitte potansiyel düzenlemelerle ilgili kaygılar ve kripto para fiyatlarına ait varsayımları de dahil olmak üzere piyasanın geleceği hakkındaki kanılarını paylaştı. Armstrong, hükümetin insanların Bitcoin’i kullanmasını zorlaştırabileceği konusunda uyarıyor. Gary Gensler’in SEC başkanlığı durumunu kazanma olasılığıyla ilgili tasalarını de lisana getirerek, tüm kriptoları düzenleme altına almasının kripto alanı için fecî olacağını belirtti. SEC’in hafta boyunca attığı düzenleyici ataklara cointahmin.com olarak bu sayfada yer verdik. Fiyat tahminleri Armstrong, Bitcoin 50.000 dolara ulaşırsa, bir üstün döngüye bakıyor olabileceğini kestirim ediyor. Kendisinin ve takımının 20.000, 30.000, 40.000, 50.000 ve 60.000 dolar üzere farklı fiyat noktalarına dayalı bir dizi fiyat iddiası sunmayı planladığını söylüyor. Son olarak Armstrong, aşağıdaki kripto para ünitelerinin her birine 2.000 dolarlık bir yatırımla, 2025 yılına kadar en az 100.000 dolar bir portföy elde edilebileceğini söylüyor: Bitcoin (BTC) Cardano (ADA) Filecoin (FIL) Polygon (MATIC) Stellar (XLM) The Sandbox (SAND) Graph (GRT) Mina (MINA) Optimism (OP)
0 notes
tulinh020400 · 2 years
Link
Nguồn: Yemek.com Xem thêm tại: https://tulinh020400.tumblr.com https://daynauan.info.vn/hoc-nau-an
0 notes
antalyamemurlarcom · 2 years
Text
30 Aralık 2022 Cuma kamu personeli yemek menüsü
Tumblr media
ANTALYA VALİLİĞİ PERSONEL  YEMEKHANESİ YEMEK LİSTESİ 30 ARALIK 2022 Cuma (Öğlen) - EZOGELİN ÇORBASI - ROSTO KÖFTE - PİRİNÇ PİLAVI - MOZAİK PASTA (NOT: Menüde yer alan yemekler bazı durumlarda değişiklik gösterebilir.) ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- ANTALYA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ PERSONEL  YEMEKHANESİ YEMEK LİSTESİ 30 ARALIK 2022 Cuma (Öğlen) - TAVUK ÇORBASI - ETLİ TÜRLÜ - BULGUR PİLAVI - YOĞURT (NOT: Menüde yer alan yemekler bazı durumlarda değişiklik gösterebilir.) ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- ANTALYA ADLİYESİ PERSONEL  YEMEKHANESİ YEMEK LİSTESİ Antalya Adliyesinde 12:00 - 12:45 saatleri arası aylık abonelik hizmeti alan personel öncelikli yemek hizmeti verilmektedir. 12:45 - 13:30 arası diğer kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan personele ve personelin misafirine yemek hizmete verilmektedir. 30 ARALIK 2022 Cuma (Öğlen) KIŞ ÇORBASI - IZGARA KÖFTE - PİYAZ - AYRAN ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ PERSONEL  YEMEKHANESİ YEMEK LİSTESİ 30 ARALIK 2022 Cuma (Öğlen) TARHANA ÇORBA SEBZELİ FIRIN TAVUK SALATA ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- ANTALYA İL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ PERSONEL  YEMEKHANESİ YEMEK LİSTESİ 30 ARALIK 2022 Cuma (Öğlen) Güncellenmektedir. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- ANTALYA DEFTERDARLIĞI PERSONEL  YEMEKHANESİ YEMEK LİSTESİ 30 ARALIK 2022 Cuma (Öğlen) TARHANA ÇORBA TAVUK TAVA PİRİNÇ PİLAVI AYRAN  ANTALYA KAMU KURUMLARI PERSONEL YEMEKHANELERİ 12:00 - 13: 30 SAATLERİ ARASINDA HİZMET VERMEKTEDİR. Read the full article
0 notes
haydipisirelim · 3 years
Photo
Tumblr media
Klasik etli türlü yemeğini birde benim tarifimle pişirmeye ne dersiniz?
Tarif için : Etli Türlü Tarifi
0 notes
simurguvercinka · 3 years
Text
Volodya
Geçen yaz mevsimiydi. On yedi yaşında, çirkin sayılabilecek derecede şekilsiz yüzlü, hastalıklı, çekingen bir genç olan Volodya, bir pazar akşamı saat beş sıralarında Şumihin'lerin yazlığında, kameriyede oturuyordu. Canı son derece sıkkındı. Üç şeye üzülüyordu. Birincisi; yarınki pazartesi günü matematikten sınava girecekti. Bu yazılı sınavda başarı sağlayamazsa altıncı sınıfta iki yıl üst üste kalmış olacağı için okuldan atılacağını, matematikten yıllık ortalamasının ikilere üçlere düştüğünü biliyordu. İkincisi; oldukça zengin, kendilerini soylu kişiler sayan Şumihin'lerin yanında kalmak gururunu incitiyordu. Bayan Şumihina ile yeğenlerinin ona ve anasına yoksul birer akraba, birer sığıntı diye baktıklarını, anasını adam yerine koymadıklarını, eğlenip durduklarını biliyordu. Bir keresinde, bahçeye gizlenerek taraçada Bayan Şumihina'nın, kuzeni Anna Fedorovna'ya, anasının hâlâ kendini genç kız sandığım, çok makyaj yaptığını, oyunda kaybettiği parayı hiçbir zaman ödemediğini, başkasının pabucunu giymeye, sigarasını içmeye bayıldığını söylediğini kulaklarıyla duymuştu. Her zaman, Şumihin'lere bir daha gitmemeleri için yalvarırdı anasına, ama dinletemezdi. Orada ne aşağılayıcı bir rol oynadığını bir bir anlatır, bir sürü örnekler verir, ağır sözler söyler, ama şımarık, gençliğinde kocasının da kendisinin de varını yoğunu har vurup harman savuran, daima kendinden üstün kişilerin arasına girmeye özenen, basit düşünceli anasını caydıramaz ve haftada iki kere bu yerebatasıca yazlığa taşınmak zorunda kalırlardı. Üçüncüsü; içinde belirmeye başlayan acayip, pek hoş olmayan, şimdiye dek hiç tatmadığı yepyeni bir duyguydu... Bayan Şumihina'nın kuzeni ve konuğu Anna Fedorovna'ya tutulduğunu sanıyordu. Canlı, gür sesli, güleç, otuz yaşlarında, sağlıklı, sağlam yapılı, al yanaklı, yuvarlak omuzlu, kalın gerdanlı, ince dudaklarından gülümseme hiç eksik olmayan bir kadındı bu. Genç ve güzel değildi, Volodya bunu pekâlâ biliyordu. Gelin görün ki, onu düşünmemek, yuvarlak omuzlarını kaldırarak, etli sırtını kıpırdatarak kroket oynayışını, uzun bir kahkahadan ya da merdivenleri aceleyle çıktıktan sonra kendini koltuğa atıp sık sık soluyarak gözlerini kısıp göğsü sıkılıyormuş gibi yapmasını içi giderek seyretmemek elinden gelmiyordu. Evliydi. Kocası ciddi bir mimardı. Haftada bir gün yazlığa gelir, bol bol uyur ve ertesi gün kente dönerdi. Volodya, bu mimardan böylesine nefret etmesine, onun kente gidişlerini dört gözle beklemesine şaşıyordu. Kameriyede oturmuş ertesi günkü sınavı ve yazlıktakilerin her zaman alay ettikleri anasını düşünürken, birden Nütya'yı (Şumihin'ler, Anna Fedorovna'yı böyle çağırıyorlardı) görmek, kahkahasını, giysisinin hışırtısını işitmek isteğine kapıldı... Oldukça güçlü bir istekti bu. Her akşam yattığında hayâl ettiği, romanlardan tanıdığı duygulu, temiz aşka hiç benzemiyordu. Kendine bile açmaktan çekindiği, korkulu, acayip, anlaşılmaz, iğrenç bir duyguydu bu...
-- Böyle bir duyguya aşk diyemeyiz, diye mırıldandı Volodya. Otuz yaşında, evli bir kadına âşık olamaz insan... Gelip geçici küçük bir cinsel tutkudur, işte o kadar... Evet cinsel tutkudan başka bir şey olamaz bu...Cinsel tutkuyu düşünürken bir türlü yenemediği çekingenliğini, bıyık diye üst dudağındaki sarı tüyleri, çopur yüzünü, ufak gözlerini hatırladı. Hayâlinde kendini Nütya ile yan yana koydu: böyle bir çift imkânsız gibi geldi ona. Onları unutarak, güzel, cesur, zeki, son modaya göre giyinen bir delikanlı olarak hayâletmeye çalıştı kendini...Kameriyenin karanlık köşesinde iki büklüm oturmuş, önüne bakarak iyice hayâle dalmıştı ki, dışarıda hafif ayak sesleri duyuldu. Bahçenin iki yanı ağaçlıklı yolunda biri ağır adımlarla kameriyeye yaklaşıyordu. Biraz sonra ayak sesleri kesildi, kameriyenin girişinde beyaz bir gölge belirdi. Bir kadın sesi,
-- Kimse var mı içerde? diye sordu. Volodya irkildi, bu sesi tanımıştı, başını kaldırdı, kapıya baktı. Nütya içeri girerken,
-- Kim var orada? dedi. Ah, siz misiniz Volodya? Ne yapıyorsunuz burada? Gene düşünüyorsunuzdur tabii! Düşün, düşün, sonu ne olacak bunun?.. Aklınızı kaçıracaksınız!..
Volodya doğrulmuş, şaşkın gözlerle Nütya'ya bakıyordu. Banyodan yeni geliyor olmalıydı: bornoz ve havlusu omzundaydı, beyaz ipek başörtüsünün altından dökülüp alnına yapışan siyah saçları nemli, pırıl pırıldı. Hoş, taze bir banyo kokusuyla badem sabunu kokusu dolmuştu içeriye. Hızlı yürüdüğü için olacak, sık sık soluyordu. Bluzunun üst düğmesi, boyun ve göğsünü gösterecek şekilde açıktı.
Volodya'yı yukarıdan aşağı süzdükten sonra,
-- Niçin bir şey söylemiyorsunuz? dedi. Hanımların sorusuna yanıt vermemek bir erkeğe yakışmaz. Fok balığından farksızsınız, Volodya! Hep oturuyor, filozof gibi düşünüyor, hiç konuşmuyorsunuz. Hayat ve ateş yok sizde! Hiç yakışmıyor size bu ha ... Sizin yaşınızda bir gencin yaşaması, atlayıp zıplaması, gevezelik etmesi, kadınların peşinden koşması, âşık olması gerek. Volodya beyaz, yumuşak elin tuttuğu havluya bakıyor, düşünüyordu...
-- Hâlâ susuyor! dedi Nütya, şaşkınca. Çok acayip... Bakın, biraz erkek olmanız gerek, Volodya! Hiç olmazsa bir gülümseyin, canım! Tüü, iğrenç profesör! Nütya gülümsedi Volodya, bir fok balığından farksız olmanızın nedenini söyleyeyim mi size! Kadınların arkasından koşmuyorsunuz da ondan. Söyler misiniz bana? Niçin siz hiç kadınların arkasından koşmaz, onlarla ilgilenmezsiniz? sizin yaşınıza göre kız yok, haklısınız, ama kadınlar ne güne duruyor? Siz de onlara kur yapın! Örneğin, niçin bana asılmıyorsunuz?
Volodya dinliyor, bir yandan da dalgın dalgın şakağını kaşıyordu. Nütya elini oradan çekerek devam etti:
-- Son derece gururlu insanlar, susmayı ve yalnızlığı sever, biliyor musunuz? Siz de gururlusunuz, Volodya. Niçin başınızı kaldırmıyorsunuz? İzin verin de yüzünüzü göreyim bari! Evet, bir fok balığından farksızsınız!
Volodya, sonu neye varırsa varsın, konuşmaya karar vermişti artık. Gülümsemeye çalışarak alt dudağını gerdi, gözlerini kırpıştırdı ve elini yeniden şakağına götürdü:
-- Sizi... sizi seviyorum! dedi.
Nütya, şaşkınlık içinde kaşlarını kaldırıp gülümsedi. Opera aktristlerinin korkunç bir şey duyduklarında söyledikleri sesle,
-- Ne duyuyorum? diye haykırdı. Nasıl? Ne söylediniz, ne? Bir daha söyleyin, lütfen!..
Titrek sesiyle tekrar etti Volodya:
-- Sizi... sizi seviyorum!
Ve elinde olmadan, hiçbir şey düşünemeden Nütya'ya doğru yarım adım attı, bileğinden tuttu. Gözleri bulanmış, yaşlar yanaklarından aşağı yuvarlanıyordu.
Nütya'nın omzundaki büyük, kalın havludan başka bir şey görmüyordu gözü. Ta derinlerden,
-- Böyle bir duyguya aşk diyemeyiz, diye mırıldandı Volodya. Otuz yaşında, evli bir kadına âşık olamaz insan... Gelip geçici küçük bir cinsel tutkudur, işte o kadar... Evet cinsel tutkudan başka bir şey olamaz bu...
Cinsel tutkuyu düşünürken bir türlü yenemediği çekingenliğini, bıyık diye üst dudağındaki sarı tüyleri, çopur yüzünü, ufak gözlerini hatırladı. Hayâlinde kendini Nütya ile yan yana koydu: böyle bir çift imkânsız gibi geldi ona. Onları unutarak, güzel, cesur, zeki, son modaya göre giyinen bir delikanlı olarak hayâl etmeye çalıştı kendini...Kameriyenin karanlık köşesinde iki büklüm oturmuş, önüne bakarak iyice hayâle dalmıştı ki, dışarıda hafif ayak sesleri duyuldu. Bahçenin iki yanı ağaçlıklı yolunda biri ağır adımlarla kameriyeye yaklaşıyordu. Biraz sonra ayak sesleri kesildi, kameriyenin girişinde beyaz bir gölge belirdi. Bir kadın sesi,
-- Kimse var mı içerde? diye sordu.
Volodya irkildi, bu sesi tanımıştı, başını kaldırdı, kapıya baktı. Nütya içeri girerken,
-- Kim var orada? dedi. Ah, siz misiniz Volodya? Ne yapıyorsunuz burada? Gene düşünüyorsunuzdur tabii! Düşün, düşün, sonu ne olacak bunun?.. Aklınızı kaçıracaksınız!..
Volodya doğrulmuş, şaşkın gözlerle Nütya'ya bakıyordu. Banyodan yeni geliyor olmalıydı: bornoz ve havlusu omzundaydı, beyaz ipek başörtüsünün altından dökülüp alnına yapışan siyah saçları nemli, pırıl pırıldı. Hoş, taze bir banyo kokusuyla badem sabunu kokusu dolmuştu içeriye. Hızlı yürüdüğü için olacak, sık sık soluyordu. Bluzunun üst düğmesi, boyun ve göğsünü gösterecek şekilde açıktı.
Volodya'yı yukarıdan aşağı süzdükten sonra,
-- Niçin bir şey söylemiyorsunuz? dedi. Hanımların so, rusuna yanıt vermemek bir erkeğe yakışmaz. Fok balığından farksızsınız, Volodya! Hep oturuyor, filozof gibi düşünüyor, hiç
konuşmuyorsunuz. Hayat ve ateş yok sizde! Hiç yakışmıyor size bu ha]... Sizin yaşınızda bir gencin yaşaması, atlayıp zıplaması, gevezelik etmesi, kadınların peşinden koşması, âşık olması gerek.
Volodya beyaz, yumuşak elin tuttuğu havluya bakıyor, düşünüyordu...
-- Hâlâ susuyor! dedi Nütya, şaşkınca. Çok acayip... Bakın, biraz erkek olmanız gerek, Volodya! Hiç olmazsa bir gülümseyin, canım! Tüü, iğrenç profesör! Nütya gülümsedi Volodya, bir fok balığından farksız olmanızın nedenini söyleyeyim mi
size! Kadınların arkasından koşmuyorsunuz da ondan. Söyler misiniz bana? Niçin siz hiç kadınların arkasından koşmaz, onlarla ilgilenmezsiniz? sizin ya��ınıza göre kız yok, haklısınız, ama kadınlar ne güne duruyor? Siz de onlara kur yapın! Örneğin, niçin bana asılmıyorsunuz? Besleme Volodya dinliyor, bir yandan da dalgın dalgın şakağını kaşıyordu. Nütya elini oradan çekerek devam etti:
-- Son derece gururlu insanlar, susmayı ve yalnızlığı sever, biliyor musunuz? Siz de gururlusunuz, Volodya. Niçin başınızı kaldırmıyorsunuz? İzin verin de yüzünüzü göreyim bari! Evet, bir fok balığından farksızsınız! Volodya, sonu neye varırsa varsın, konuşmaya karar vermişti artık. Gülümsemeye çalışarak alt dudağını gerdi, gözlerini kırpıştırdı ve elini yeniden şakağına götürdü:
-- Sizi... sizi seviyorum! dedi.
Nütya, şaşkınlık içinde kaşlarını kaldırıp gülümsedi. Opera aktristlerinin korkunç bir şey duyduklarında söyledikleri sesle,
-- Ne duyuyorum? diye haykırdı. Nasıl? Ne söylediniz, ne? Bir daha söyleyin, lütfen!..
Titrek sesiyle tekrar etti Volodya:
-- Sizi... sizi seviyorum!
Ve elinde olmadan, hiçbir şey düşünemeden Nütya'ya doğru yarım adım attı, bileğinden tuttu. Gözleri bulanmış, yaşlar yanaklarından aşağı yuvarlanıyordu.
Nütya'nın omzundaki büyük, kalın havludan başka bir şey görmüyordu gözü. Ta derinlerden,
-- Bravo, bravo! diye bir ses geliyordu kulağına. Niçin bir şeyler
söylemiyorsunuz? Hadi konuşun, ben istiyorum! Hadi!..
Tuttuğu bileğin çekilmediğini görünce Volodya cesaretlenmiş, başını kaldırıp Nütya'nın gülen gözlerine bakmıştı. Sonra beceriksiz, rahatsız bir tavırla beline sarıldı, parmaklarını arkasında kenetledi. Volodya'nın kolları arasında Nütya, ellerini ensesine atıp koltuk altı çukurlarını göstere göstere başörtüsünün altından saçlarını düzeltmeye çalışıyor, bir yandan da sakin bir sesle,
-- Atik, sevimli, hoş olman gerek, Volodya, diyordu. Öyle olabilmen için de bir kadına ihtiyacın var. Konuşmalı, gülmelisin... Evet Volodya, somurtkanlığı bırakmalısın, daha gençsin, korkma, filozofluk yapacak çok zamanın olacak. Hadi bakayım, şimdi bırak beni, gidiyorum! Sana söylüyorum, duymuyor musun! Nütya kolaylıkla belini kurtarıp bir şarkı mırıldanarak çekip gitti. Volodya yalnız kalmıştı içeride. Saçlarını düzeltti, gülümsedi ve kameriyenin içinde üç kere bir köşeden öteki köşeye yürüdü. Sonra banka oturup bir daha gülümsedi. Yaptığından son derece utanıyordu. Utanma duygusunun insanda bu denli güçlü olabileceğine akıl erdiremiyordu. Utancından gülümsüyor, birbirini tutmaz sözler mırıldanıyor, ellerini kollarını sallıyordu.
Biraz önce kendisine çocuk gibi davranılmasından, çekingenliğinden utanıyor, kocasına bağlı, evli, kendinden kat be kat üstün bir kadının beline sarıldığını hatırladıkça utancından yerin dibine giresi geliyordu.
Yerinden sıçrayarak kalktı, kameriyeden çıktı, sağa sola baktıktan sonra bahçenin derinliklerine doğru yürüdü.Başını ellerinin arasına almış, "Ah," diyordu, "bir an önce gidebilsem buradan!
Ne olur, Allahım, bir an önce!" Volodya'nın, anasıyla binip kente gidecekleri tren sekizi kırk geçe kalkıyordu. Bu demek oluyordu ki, gitmelerine daha üç saat vardı. Ama o hemen şimdi, annesini beklemeden gitmek istiyordu.Sekize doğru eve geldi. Her hareketinde, 'Ne olursa olsun!' der gibi bir kararlılık okunuyordu. Cesaretle içeri girecek, herkesin gözünün içine sıkılmadan bakacak, hiçbir şeye aldırmadan yüksek sesle konuşacaktı.
Taraçayı, büyük salonu kararlı adımlarla geçti, soluk almak için konuk salonunun ortasında durdu. Yan salonda çay içenlerin seslerini duyuyordu. Bayan Şumihina, anası ve Nütya birşeyler konuşuyor, neşeyle gülüşüyorlardı.
Volodya dinlemeye koyuldu:
-- İnanın ki yalan söylemiyorum! diyordu Nütya. Başkasından duysam ben de inanmazdım. Düşünün bir kere, beni sevdiğini söylerken kollarını belime doladı.O anda tanınmayacak şekilde değişmişti. Hem biliyor musunuz? İlginç bir yanı da yok değildi hani ya. Çerkezlerinkini andıran vahşi bir ifade vardı yüzünde.
Anası uzun bir kahkaha attıktan sonra,
-- Doğru mu bu? dedi. Babasına çekmiş demek! Volodya sert bir hareketle geri dönüp koşarak bahçeye çıktı.Ellerini ovuşturarak şaşkın şaşkın göğe bakıyor, "Böyle şeyleri nasıl da yüksek sesle konuşabiliyorlar?" diyordu. "Yüksek sesle ve soğukkanlılıkla..." Anası da gülüyordu!.. "Allahım, niçin böyle bir anne verdin bana? Niçin?"
Alıp başını uzaklara, çok uzaklara gitmek istiyordu, ama olmazdı, eve dönmek zorundaydı. Bahçede bir süre dolaşıp biraz kendine geldikten sonra içeri girdi.
Bayan Şumihina sert bir sesle çıkıştı ona:
-- Çay saatinde neden gelmiyorsunuz? Volodya yere bakarak karşılık verdi:
-- Bağışlayın beni... Gitme... gitme zamanı geldi anne; saat sekiz.
Anası isteksiz bir tavırla,
-- Sen git, canım, dedi. Bu gece ben Lili'de kalacağım. Güle güle, yavrum...Yolun açık olsun. Gel öpeyim seni. Volodya'yı yanağından öptükten sonra Nütya'ya dönerek Fransızca ekledi:
-- Biraz da Lermontov'u andırıyor... değil mi?
Volodya bin bir sıkıntıyla oradakilerle vedalaşarak kimsenin yüzüne bakmadan çay salonundan çıktı. On dakika sonra istasyon yolundaydı ve yerebatasıca yazlıktan kurtulduğuna seviniyordu. Artık sıkılmıyor, utanmıyor, rahat soluyabiliyordu.İstasyona yarım verst kala yolun kenarındaki bir taşa oturup yarısına kadar ufka gömülmüş güneşi seyretmeye koyuldu. İstasyonda birkaç ışık yanmıştı. İleride buğulu, küçük, yeşil bir ışık görünüyordu, ama tren daha görünürlerde yoktu.Hareketsiz oturup çevreye akşamın ağır ağır çöküşünü izlemek Volodya'nın sıkıntılarını hafifletmişti. Kameriyenin yarı karanlığı, ayak sesleri, banyo kokusu, kahkaha ve bel... bunların hepsi şimdi kafasından şaşırtıcı bir canlılıkla bir daha geçiyordu. Gurubu seyrederken bütün bunlar o kadar korkunç gelmiyordu ona.
"Önemsiz şeyler bunlar," diye düşünüyordu. "Elimi itmedi, kollarımı beline doladığımda güldü. Hareketim hoşuna gitmeseydi güler miydi? Kızardı, köpürürdü..."
Ve Volodya orada, kameriyede yeterince cesaretli olamadığına içerliyordu şimdi. Böyle aptalca uzaklaşması da anlamsızdı doğrusu. Öyle bir fırsat bir daha eline geçse artık kuşu kaçırmaz, daha pişkin davranır, durumu daha iyi değerlendirirdi... Fırsatı yakalamak o kadar güç değildi ki. Şumihin'lerde her akşam yemeğinden sonra bahçeye çıkılıp biraz dolaşılır. Karanlıkta Nütya'nın yanına yaklaşsa...bundan daha iyi fırsat mı olurdu!
Volodya, içinden, "Döneceğim oraya," diyordu. "Yarın, sabah treniyle giderim...Treni kaçırdığımı söylersem inanırlar."Ve döndü... Bayan Şumihina, anası, Nütya ve yeğenlerden biri taraçada oturmuşlar, briç oynuyorlardı. Treni kaçırdığını söyleyince hepsi birden kaygılanıp sabahleyin erken kalkıp gitmesini, sınava geç kalmamasını tembihlediler. Onlar oynarlarken Volodya bir kenara oturmuş, tutkulu gözlerle Nütya'yı süzüyor, bekliyordu... Kafasında planı hazırdı: Karanlıkta ona yaklaşacak, elinden tutacak, sonra kucaklayacaktı onu. Konuşmaya, bir şeyler söylemeye hiç gerek yoktu. İkisi de konuşmadan birbirini anlayacaklardı. İşe bakın ki, yemekten sonra kadınlar bahçeye çıkmadılar. Oturup oyunlarına devam ettiler. Saat bire kadar oynayıp sonra odalarına dağıldılar.Yatmaya hazırlanırken hayıflanıyordu Volodya: "Tüh be! Ne şans! Ama olsun varsın, yarını var bu işin... Gene kameriyede... Yarın olan olacak..." Uyumaya çalıştığı yoktu. Dizlerini avuçlarının içine alarak karyolasında oturmuş düşünüyordu. Sınavı aklına getirmek bile istemiyordu. Okuldan atılacağını düşünüyor, ama hiç tasalanmıyordu. Her şey hoş, hatta çok hoştu şimdi. Okuldan atılmak bile... Yarın bir kuş kadar özgür olacak, sivil giysi giyecek, açlıktan açığa sigara içecek, istediği zaman buraya gelip Nütya ile oynaşacaktı. Geri kalan meslek ve geleceğini kazanmak problemleri ise kolaydı: ya serbest bir iş tutacak, ya da posta idaresine telgraf memuru olarak girecekti. Bunlardan biri olmazsa eczaneye de girebilirdi. İyi çalıştıktan sonra kalfalığa kadar yükselebilirdi orada insan... Az mı meslek vardı dünyada ki üzülsündü okuldan atıldığına... Aradan iki saat geçmişti, Volodya hâlâ oturuyordu. Odasının kapısı hafif gıcırdayarak dikkatle açıldığında saat üçtü, ortalık aydınlanmaya başlamıştı. Gelen anasıydı. Esneyerek,
-- Uyumuyor musun? diye sordu. Uyu, uyu, hemen gideceğim ben... İlaç almaya geldim...
-- Ne yapacaksınız ilacı?
-- Zavallı Lili'nin sancısı tuttu yine. Sen uyu, yavrum, yarın sınava
gireceksin...
Anası gözden bir şişe aldı, pencereye gidip üstünü okudu ve çıkıp gitti. Aradan bir dakika geçti geçmedi ki, Volodya bir kadın sesi işitti:
-- Bu o damla değil, Mariya Leontyevna! İnci çiçeği bu, oysa Lili morfin istiyor.Oğlunuz uyuyor mu? Rica edin, bir de o baksın...
Bu Nütya'nın sesiydi. Volodya'nın sırtından soğuk terler boşaldı. Yerinden fırlayıp pantolonunu giydi, omuzlarına pijamasının üstünü aldı ve kapıya gidip dışarıyı dinlemeye başladı. Nütya fısıldıyordu:
-- Anladınız mı? Morfin! Kutunun üstünde yazılar belki Latincedir. Volodya'yı uyandırın, o bulur... Anası kapıyı açtı. Volodya, Nütya'ya baktı. Her zaman banyoya gittiği bluzuylaydı. Saçları omuzlarına karmakarışık dökülmüş, gözleri uykulu, rengi loş ışıkta daha bir esmerdi...
-- Bakın, işte Volodya da uyanık, dedi. Volodya'çığım, gözde morfini bulur musun bize, şekerim! Bu da Lili'nin kaderi işte... Her zaman bir derdi olur zavallının.
Anası birşeyler mırıldanarak esnedi ve gitti. Nütya,
-- Bir baksanıza, dedi. Ne dikiliyorsunuz?
Volodya gidip komodinin önünde diz çöktü, ilaç şişelerini ve kutularını
karıştırmaya başladı. Elleri titriyor, içinde soğuk dalgalar koşuşuyormuş gibi göğsünde ve midesinde acayip birşeyler hissediyordu. Titreyen elleriyle boşuna karıştırdığı eter, fenol ve çeşitli ot ilacı şişelerinden sızan kokulardan boğulacak gibi oluyor, başı dönüyordu. "Annem gitti..." diye geçiriyordu içinden. "Bu iyi işte... İşler yolunda demektir..."
Nütya sözcükleri yayarak,
-- Çabuk bulabilecek misiniz? diye seslendi. Volodya, şişelerden birinin üstünde 'Morph...' görünce,
-- Buldum... dedi. Morfin bu olacak... Buyrun! Nütya kapıda, bir ayağı koridorda, bir ayağı içeride kalacak şekilde durmuş, bekliyordu. Saçlarını düzeltmeye çalışıyordu ya, sık ve uzun oldukları için öyle kolay kolay düzelmiyorlardı. Bir yandan da Volodya'ya bakıyordu. Henüz güneşin aydınlatmadığı kurşunî gökten odaya dolan soluk ışıkta Nütya, geniş bluzu içinde, uykulu haliyle, dağınık saçlarıyla Volodya'ya her zamankinden daha bir çekici, olağanüstü gelmişti... Şişeyi ona verirken bu iç gıcıklayıcı bele kameriyede sarılışını başı dönerek anımsadı. Şaşırmış, titriyordu:
-- Ne hoşsunuz... dedi birden. Nütya,
-- Anlayamadım, efendim? diye sordu ve içeri girip gülümseyerek ekledi:
-- Bir şey mi söylediniz?
Volodya, susarak yüzüne bakıyordu. Birdenbire kameriyede yaptığı gibi elini tuttu... Beriki gülümseyerek ona bakıyor, sonunu bekliyordu. Volodya titrek bir sesle,
-- Sizi seviyorum... dedi.
Nütya ciddileşerek bir an düşündü ve,
-- Susun, diye fısıldadı, birisi geliyor herhalde. Kapıya gidip koridora
baktıktan sonra ekledi:
-- Ah siz liseliler! Kimsecikler yok...
Ve tekrar odaya döndü. O anda Volodya'ya oda, Nütya, alacakaranlık ve kendisi birleşerek, insanın uğruna rahat yaşantısını kenara itip sonsuz acılara seve seve atılabileceği olağanüstü, şimdiye dek hiç tadılmamış güçlü bir mutluluğa dönüştüler gibi gelmişti. Ama yarım dakika sonra bu duygu kayboldu. Ablak, çirkin, tiksintiden buruşmuş bir yüz görmüştü karşısında. Ve olanlardan kendi de iğrendi birden. Nütya yüzünü buruşturmuş, ona bakıyordu: -- Durun, gideceğim. Uf, ne de çirkin, zavallı bir şeymişsiniz... İğrenç domuz! Uzun saçları, bol bluzu, adım atışı, sesi ne kadar da iğrenç geliyordu
Volodya'ya şimdi!.. Odada yalnız kalınca, "İğrenç domuz..." diye mırıldandı kendi kendine. "İğrenç olduğum doğru... Ama her şey iğrenç aslında." Dışarısı iyice aydınlanmıştı. Güneş doğmuş, kuşlar cıvıl cıvıl ötmeye başlamışlardı. Bahçıvanın bahçede yürüyüşü, elarabasının gıcırtısı duyuluyordu... Biraz sonra sığırların böğürtüsü, bakıcılarının bağrışması başladı. Güneş ve sesler Volodya'ya bu dünyanın uzak, bilinmeyen bir ülkesinde temiz, mutlu, duygulu bir yaşantının varlığını söylüyorlardı. Ama nerede? Bunu ne anası ne de çevresindeki öteki tanıdıkları söylüyordu ona. Uşak, sabah trenine yetişmesi için onu uyandırmaya geldiğinde uyuyormuş gibi yaptı...
"Cehennemin dibine kadar yolun var!.." dedi içinden.
On birde yataktan kalktı. Aynada saçlarını tararken geceyi uykusuz geçirdiği için renksiz, biçimsiz yüzüne bakarak:
-- Kadın haklı... diye mırıldandı. İğrenç bir domuzdan farkım yok.
Annesi onun sabah treniyle gitmediğini görünce çok şaştı. Volodya,
-- Uyanamadım anne... dedi. Ama merak etmeyin, rapor alacağım.
Bayan Şumihina ve Nütya saat birde uyandılar. Volodya, Bayan Şumihina'nın uyanıp gürültüyle penceresini açışını, kaba seslenişine Nütya'nın şakrak bir kahkahayla karşılık verişini duydu. Çay salonunun kapısının açılışını, kız yeğenlerle sığıntı dizisinin (anası sonunculardandı) kahvaltı masasını kuşatışını, yanında kentten yeni gelmiş mimarın siyah kaşları ve sakalları ile Nütya'nın yıkanmış, güleç yüzünün salonu aydınlatışını izledi. Nütya'nın üstünde ona hiç de yakışmayan biçimsiz bir Ukrayna giysisi vardı.
Mimar kabasaba şakalar yapıyordu. Kahvaltıda verilen köftelere nedense çok soğan koymuşlardı... Bütün bunlar Volodya'ya böyle geliyordu aslında. Nütya'nın bilerek öyle yüksekten kahkahalar attığını sanıyordu. Geceyi tümüyle unuttuğunu, olanları umursamadığını, iğrenç domuzun masada varlığını bile fark etmediğini ona belli etmek için ondan yana önem vermeden baktığına inanıyordu.
Akşamüzeri dörtte anasıyla istasyona gittiler. İnsanın yüzünü kızartan anılar, uykusuz geçen bütün bir gece, okuldan atılma olasılığı, iç sızısı sonsuz bir umutsuzluğa, karanlık bir öfkeye salıyordu onu. Anasının sıska profiline, küçük burnuna, Nütya'nın. armağanı bluzuna bakıyor, bir yandan da kızgın bir sesle,
-- Zorunuz ne? diyordu annesine. Sizin yaşmızdaki bir kadına böyle şeyler yakışmıyor! Güzelleşmek için yapmadığınız kalmıyor, kumar borcunuzu ödemiyor, başkalarının sigarasından otluyorsunuz... Bu çok ayıp şey! Sizi sevmiyorum... Nefret ediyorum sizden!
Oğlunun onur kırıcı sözlerine karşı ana, ürkek ürkek çevresine bakmıyor, ellerini ovuşturuyor, dehşet içinde:
-- Ne oluyorsun, yavrum? diye mırıldanıyordu. Allahım, kondüktör duyacak! Sus, rezil olacağız! Söylediklerini duyuyor!
Volodya, öfkeyle soluyarak devam ediyordu:
-- Sevmiyorum sizi işte... Nefret ediyorum sizden! Ahlâksız, ruhsuz... Bu bluzu bir daha giymeyeceksiniz! Duydunuz mu? Parça parça edeceğim onu...
Ana, ağlıyordu:
-- Kendine gel, yavrum! Arabacı duyuyor!
-- Babamın onca malı mülkü nerde? Sizin paralarınız nerde? Hepsini olur olmaz yerlerde yiyip bitirdiniz, değil mi? Yoksulluğumdan utanmıyorum, ama sizin gibi bir annem olduğu için yüzüm kızarıyor... Arkadaşlarım sizi sordukları zaman yerin dibine girecek gibi oluyorum.Kente daha iki istasyon vardı. Yolda Volodya, hiç kompartımana girmedi. Sahanlıkta dikilmiş sinirden titriyordu. Nefret ettiği annesi orada oturduğu için girmiyordu kompartımana. Kendinden, kondüktörden, trenin dumanından ve titremesinin nedeni sandığı soğuktan nefret ediyordu... Kara kara düşündükçe, o uzak, bilinmeyen ülkedeki sevgi, içtenlik, neşe ve özgürlük dolu, tertemiz, soylu, sıcak, çekici yaşantıyı içinde daha açık seçik duyuyordu... Öyle dalmış, o yaşantının özlemi içini öyle yakıp kavuruyordu ki, yolculardan biri yüzüne uzun uzun bakıp, -- Dişiniz mi ağrıyor? diye sormuştu. Volodya'yla anası, kentte, Mariya Petrovna isminde soylu bir kadının satın alıp oda oda kiraya verdiği oldukça geniş bir dairenin iki odasında oturuyorlardı. Bu odalardan geniş pencereli, duvarlarında altın çerçeveli iki resim bulunanında ananın karyolası vardı. Yandaki küçük, karanlık oda ise Volodya'nındı. Yattığı divandan başka bir eşyası yoktu orada.Döşeme, ananın nedense sakladığı hasır giysi ve karton şapka kutularıyla, ıvır zıvırla doluydu. Volodya derslerini ya annesinin odasında, ya da 'salon'da (kiracıların yemek yedikleri, akşamları toplandıkları büyük odaya bu isim konmuştu) hazırlardı. Eve geldiklerinde Volodya odasına çekilmiş, belki titremesini bastırır diye yatağa girip yorganı başına çekmişti. Şapka, giysi kutuları ve ıvır zıvır aklına gelince anasından, onu sık sık ziyaret eden konuklarından, şimdi 'salon'dangelen seslerden kaçıp sığınabileceği bir odası, yuvası olmadığını anladı...
Nedense birden rahmetli babasıyla bir ara kaldığı Menton geldi gözlerinin önüne. Biarris ve kumda oynadığı iki İngiliz kızını anımsadı... Göğün ve okyanusun o andaki rengini, dalgaların yüksekliğini, ruhsal durumunu hayâlinde canlandırmaya çalıştı, ama başaramadı. Yalnız İngiliz kızları seçikti, geri kalan her şey bulanık, karmakarışıktı..."Olmuyor, burası soğuk," diye geçirdi içinden ve kalkıp pardösüsünü giydi, 'salon'a gitti.Orada çay içiliyordu. Semaverin başında üç kişi vardı: Anası, gözlüklü müzik öğretmeni kocakarı ve parfümeri fabrikasında çalışan şişko, orta yaşlı Fransız Avgustin Mihayloviç.
-- Bugün öğle yemeği yemedim, diyordu anası. Hizmetçiyi ekmek almaya göndersem iyi olacak.
Fransız: -- Dunyas! diye seslendi.
Gelen giden olmadı. Yandan, hizmetçiyi ev sahibesinin bir yere yolladığını söylediler. Fransız, gevrek gevrek gülümseyerek,
-- Zararı yok,' dedi. Ben hemen gider size ekmek alırım. Üzülmeyin!
Kalkıp sert, pis kokulu sigarasını görünür bir yere koydu, şapkasını başına geçirdi ve çıktı. Anası onun arkasından müzik öğretmenine, Şumihin'lerde geçirdiği günleri ve orada ne güzel ağırlandığını ballandıra ballandıra anlatmaya başlamıştı:
-- Lili Şumihina akrabam olur... Rahmetli kocası General Şumihin,
kocamın kuzeniydi. Lili'nin babası Baron Kolb...
Volodya haykırarak sözünü kesti:
-- Anne, yalan bunların hepsi! Niçin yalan söylüyorsunuz?
Annesinin anlattıklarının doğru olduğunu, içlerinde bir sözcüğün bile yalan olmadığını pekâlâ biliyordu. General Şumihin ve Baron Kolb hakkındaki sözleri de doğruydu. Ama nedense hepsi yalanmış gibi geliyordu ona. Anasının ses tonunda, yüz ifadesinde, bakışlarında, her şeyindeydi yalan.
-- Yalan söylüyorsunuz! diye bir daha bağırdı ve var gücüyle bir yumruk indirdi masaya. Öyle ki, semaver sarsılmış, anasının bardağı devrilmiş, çayı üzerine dökülmüştü. Devam etti:
-- Baron ve generalleri niçin anlatıyorsunuz şimdi? Neden yalan söylüyorsunuz?
Müzik öğretmeni şaşırmıştı. Gıcık tutmuş gibi mendilini çıkarıp öksürdü. Anası ise ağlıyordu.
"Ne yapsam acaba?" dedi içinden Volodya.
Sokağa çıkamazdı, arkadaşlarına gitmekten de utanıyordu. Gene İngiliz kızlarını hatırladı... 'Salon'un bir başından öte başına yürüdü, Avgustin Mihayloviç'in odasına daldı. Keskin bir eter ve tuvalet sabunu kokusu vardı içeride. Masanın üstü, pencerelerin içi, hatta sandalyeler irili ufaklı renk renk şişelerle doluydu. Volodya, masanın üstündeki gazeteyi aldı, çevirip ismini okudu:
'Figaro'... Ne de hoş kokuyordu. Sonra yine masadan tabancayı aldı...
'Salon'da müzik öğretmeni anayı yatıştırmaya çalışıyordu:
-- Üzmeyin kendinizi artık!
Olur böyle şeyler, daha gençtir! Onun yaşındaki gençler çoğunlukla böyle olurlar. Kendinizi alıştırmalısınız.
-- Yanılıyorsunuz, Yevgeniya Andreyevna, benimki kimseye benzemez! Başında bir büyüğü yok ki terbiye etsin. Ben çok zayıf kalıyorum. Şanssızlık bende!
Volodya tabancanın namlusunu ağzına soktu, tetiğe benzer bir çıkıntı geldi eline, çekti... Sonra başka bir çıkıntı daha buldu, onu da çekti. Namluyu ağzından çıkarıp pardösüsünün eteğiyle kuruladı, gidip kapının kilidine bir daha baktı. Ömründe ilk kez eline silâh alıyordu...
"Önce burayı kaldırmak gerek herhalde..." diye geçirdi içinden, "evet,
herhalde..."
Bu arada Avgustin Mihayloviç dönmüş, 'salon'da, sesli sesli birşeyler anlatıyor, kahkahayla gülüyordu. Volodya namluyu yeniden ağzına soktu, parmağıyla eline gelen çıkıntıyı itti. Bir patlama oldu... Ensesine bir şey hızla çarptı gibi geldi ona ve yüzüstü masaya, şişelerin üzerine düştü. Sonra babasını gördü. Menton'daydılar.
Bir kadın ölmüş, babası onun yasını tutuyordu. Başında geniş, siyah şeritli bir fötr şapka vardı. Birden Volodya'yı iki eliyle kaptı, birlikte çok karanlık,uçsuz bucaksız bir uçurumun içine uçtular.
Sonra her şey karıştı, kayboldu...
anton çehov
Tumblr media
7 notes · View notes
lemonsherbett · 2 years
Text
Gün geçtikçe daha çok vejetaryen beslenmeye başladım ve bunu bilinçsizce yapıyorum sabah salam yiyemedim midem bulandı ve bu iki ay kadardır böyle . Et ,tavuk yemeklerini hiç sevmedim . Bı etli tavuklu bir şeyi yerken bile midem bulandı bı türlü . Of vejetaryen beslenmek çok iyi olabilir aslında iyi bir şeymiş gibi geliyor
5 notes · View notes
zeynepzahide · 4 years
Text
Tumblr media Tumblr media
Merhabalar...
Bugün bir sebze olarak, faydada kendini aşmış bir yemek tarifi vereceğim. Öyle ki, c vitaminin yanı sıra, kanın pıhtılaşmasında rol alan K vitamini barındıran(şeker hastaları için önerilir), onu yanı sıra içerisinde her türlü mineral olduğu gibi, folik asitte (hamilelere önerilir) ihtiva eden bir sebze yemeğinin tarifini vereceğim...
Bamya yemeği yapıyoruz. Etsiz olanından. Zirâ, etli bamya ile hâlâ barışamadım. Belki de gizli Veganım, ah o kebaplar olmasa diyerek...
İlk olarak 1 adet soğanı yemeklik doğrayarak 3 yemek kaşığı zeytinyağı ile kavururuz, pembeleşince 3 adet, mahsuru yoksa acı sivri doğranmış biberleri ilave ederek soğanla birlikte kavururuz.
Küp küp doğranmış 2 adet domatesi ve de 1 yemek kaşığı biber salçası ilave ederiz.
2-3 dk karıştırıp ve yıkanmış temizlenmiş bamyaları ekleriz.
1-2 dk da bamyalar kavrulunca yarım limon suyunu sıkıp 5 su bardağı kadar sıcak su ilave edip, 1 tatlı kaşığı tuz, yarım çay kaşığı karabiber, eğer acı biber kullanmadıysanız, 1 tatlı kaşığından az pul biber ekleyerek çok karıştırmadan pişmeye bırakırız. Baharat miktarı size bağlı aslında ama baharatı abartmayın derim.
Piştikten sonra dinlendirip öyle yerseniz, rayihâsı daha bir müspet olur...
Afiyetler olsun...
Dip not; Ben yağ olarak zeytinyağı kullanıyorum ve tat/lezzet farkı muhakak var. Yapmış olduğum yemek; etsiz bamya yemeği. Zeytinyağlı bamya değil. Zeytinyağlılar da genelde salça kullanılmaz, domates rendesi verir rengi ve tadı. Zeytinyağlı bamya da baharat da yoktur.
1 note · View note
seoyapcamben · 5 years
Text
Hiç yazasım yok ama yazıyorum niye mi yazmam gerek çünkü ! Herkes birşeyler yapmak zorunda kalıyor bu hayatta kimi çöpten ekmek toplamak kimi yerinden olmak beninkide yazmak. Biliyorum şuan diyosun ne alaka amk kapat git yat saat 1 zaten kim zorluyo deli misin ? Ama işin aslı gerekiyo niyesini belki sonra açıklarım sana ama bir şekilde yazmam gerekiyor. Niye mi adım Kozel Bira Şişesi ? Güzel soru çünkü şişeside kendiside çok hoş bir biradır Kozel ayrıca Kozel şişesine oturtmak istediklerim var. Oturtacak başka birşey mi yokki var ama Kozel şişesi gibi değil Kozel şişesi bir anda löpçük diye girer. Bence bunu yeterince anlattım konumuza geçelim ben ne yazıyorum ? Şuan için tek özelliği yazı olmak olan bir yazı ve Dünya'nın en boş yazısı çünkü yazı olması yeterli benim için. Yazı olayı önemli yazı hayattır en azından benim hayatıma birşeyler katıcak. Neyse ya mutfağa gidip bişeyler alıp geliyom çay bitti bakim kola mola yemekte yiyesim var annem kuzu etli kuru fasulye ve tereyağlı pilav yapmıs ama kilo alabilirim malum evden çıkmıyorum. Şu kelepçede bir türlü gelmedi ha geldi ha gelcek derken gelmiyo diyip çıkıcam en son şak diye gelcek göt gibi kalcam sonra yallah Matepe Kapalı Ceza İnfa Kurumu ama canım sigara istiyo gidip bi sigara alıcam birazdan muhtemelen bir süre boyunca sonkez dışarı çıkıcam tadını alıyim özliyicem. Üff dur şu müziği değişiyim. Bisküvi yedim negro bold bence negro oreodan kat kat güzel bu arada. Haaa unutmadan babamın paketinden 2 dal sigara aldım dışarı çıkmıyom. Ev iyidir ya ev güzel. Bisküvi daha yiyesim var ama hem kilo yapar hemde kardesim yesin. Kola sigara müzik tumblr fena bi gece sayılmaz şu yazı bitsin foruma girer takılırım sonra oyun oynarım sonra başka bişeyler vs işte neyse ben kaçtım iyi geceler.
1 note · View note
Text
Etli Türlü Yemeği En Güzel Etli Türlü Yemeği Nasıl Yapılır?
Etli Türlü Yemeği
Kullanılacak malzeme listesi:
600 gram dana eti
2 adet patlıcan
2 adet domates
1 adet kabak
2 adet kırmızıbiber
1 adet soğan
1 çorba kaşığı domates salçası
1 çorba kaşığı biber salçası
Defneyaprağı karabiber tuz su
  Hazırlanışı: Etli Türlü Yemeğiiçin Zeytinyağını kuşbaşı dilimlenmiş etlerin üzerine kızgın bir tavaya yavaşça ilave ediyoruz. Sonrasında soğanı da sotelenmesi için…
View On WordPress
0 notes
bende-kalsin-blog · 5 years
Text
artık günlük tutmaya karar verdim.
merhaba sevgili günlüğüm,
söze nasıl başlanır bilmiyorum açıkcası; daha önce günlük tutmadım beceremedim daha doğrusu..
11/06/19 salı 21:53 şu an oğlum uyuyor bende çay demledim tv izliyorum bir yandan da sana günümü anlatacağım. geçen hafta 03/06/19 ramazan bayramının arefe günü bende bir baş ağrısı, mide bulantısı, zorla kusma ve halsizlik aynı zamanda gözlerime vuran şiddetli bir ağrı ( annemde de var migren ağrısı gibi )öğlen artık dayanamadım hemen taksim ilk yard. hastanesine acil bölümüne gittim bir koldan bir de popodan iğne yedim rahatladım eve geldim derken hiç halim yoktu annemden rica ettim Yiğit Ali’yi sen elinden tutup getirebilir misin diye? o da sağolsun ablamın küçük kızını alıp gelmişler. Bir önceki günden beri zaten çok iştahsızdı hiçbir şey yemek istemiyor ama anne yüreği işte o halimle bile yavrum ne istese onu pişiriyordum:) annelik zor zanatt vesselam.. Ali’m de keyifsiz ve iştahsız ortalıkta dolanıyordu birden anne karnım ağrıyor deyip midesini tuttu yerdeydik ikimizde bana sarılmasıyla kusması bir oldu fışkıttı halıya içindekileri.. ahh yavrum bir de korkuyor kusmaktan benim üstüm başım kötü vaziyetteydik annemde yanımdaydı Allahtan bi yandan ben Ali ile ilgilenirken o da halıyı falan temizliyor bi yandan bize yetişmeye çalışıyordu işte biz tam böyle bir durumdayken ablam arıyor Elçin yemek yemedi o aç ne zaman getireceksin, o da hasta olacak, hadi gelin vs. vs. bende o halde etli nohut yemeği yapmıştım pişmesine 1-2 dk anca var burda yesin  , ona da yok.. ama geldiklerinde ceviz fındık çikolata falan o tarz şeyler atıştırmışlardı haa bu arada anlatıklarımın hepsi 1-2 saat içerisinde olup bitenler..neyse benle Ali kusmuk kokusundan temizlendik anneme de artık gidin dedim ben iğne oldum daha iyiyim, Ali de kustu rahatladı vs onlarda tam gittiler aradan 2 dk geçmedi Sıla geldi Elçin İ almaya gittiler dedim neyse o da gitti işte.. akşam saat 6-7 civarı ablam ile eniştem geldi ev dağınık biz perişan 5 dk oturdu he içeri girer girmez ay ev çok havasız virüslüler falan halbuki bütün camlar açık içeri gayet havadar en fazla nohut yemeği kokusu vardır. temizlik yapmam lazım halim yok kaç gündür hiçbir şey yapamamışım ablam da duş almış evde de pek bişi yapmamıştı o gün ama o 5dklık oturmada hemen benimde bacağım ağrıyor belim ağrıyor fundalar baraja yürüyelim dedi ama gidemicem şurdan söylerim ya onlar gelsin ya da biz gelmişiz buraya kadar biz gider 5 dk da orda dururuz eve gideriz falan.. neyse kalktılar gece saat 10 u geçiyor ablam aradı (funda ablamın musaybı ve bizim evin karşı tarafında birkaç bina ötesinde oturuyor.) soğuk bi ses tonuyla nasıl oldun ben hala fundalardayım dinlendim evini temizleyek mi gelim.. yok abla sağol ben hallettim dedim. görüşürüz sonra kapadık telefonu.( ben o hastayken onun bana ihtiyacı olduğunu bildiğim halde 5 dk popomu koltuğa koyup kalksamve akabinde hemen çapraz binadaki arkadaşıma gitsem saatlerce orda otursam gece 10:30 seni arayıp gelip evini temizleyelim desem acaba kendisinin verdiği tepki nasıl olurdu? ben söylim trip atar küser, aramazsan aramaz ararsan telefonda soğuk konuşur hemen kapatır. ben neler yapıyorum onlara bak onlar bana nasıl davranıyor bir hasta oldum kapımızı çalan yok çoçuk küçük vs. vs. ama ben öyle yapmadım , öyle değilim zaten hep ılımlı oluyorum özellikle onlara karşı yoksa uzlaşma sağlanamıyor çok gereksiz şeylere karı -koca çocuklar trip atıyor bir sürü laf saygısızlık falan. inan gücüm kalmadı artık )   bu arada bana geldiğinde yarın bayram ya Ahmeti aradım musait olduğu gün biz ona gidelim dedi, ablasına bir mangal yapsın dedi, ben de tamam olur ama kendimi iyi hissetmeyebilirm gelemeyedebilirim dedim. ne zaman gidecekseniz haber verin ona göre konuşuruz dedim. gece yarısı oldu Yiğit Alinin ateşi bir türlü düşüremdim, ılık duş soğuk temas başına bez koyuyorum şurup falan nafile.. muratı aradım gel ateşi düşüremedim bi acile götürelim dedim geldi gece de Ali yi acile götürdük yoğun yorgun ve uykusuz bir geceyi atlattıktan sonra  bayram sabahı oldu öğlen saati falan kayınvallideme uğradım yolda abimi aradım ali ve ben bayramını kutladık, sonra içeri girdim aradan yarım saat geçmedi ablamı aradım açmadı eniştemi aradım sonra size gelcem dedim o da biz hazırlandık birazdan çıkıyoruz Ahmetlere gidicez dedi taam dedeim kendi abisine gidecekler sandım, 10 dk gecti ablam aradı iyi bayramlar dedim size gelcektim sonra dedim  o da biz okmeydanına gidiyoruz Ahmete dedi hım dedim tamam o zaman falan selam söylersiniz neyse görüşürüz dedik kapattık. halbuki daha dün konuştuk ne zaman gidecekseniz bana söyleyin gelebilirsem iyi olursam gelirim demiştim. ya insan telefonda bile nezaketen derki sen hastasın gelemezsin biliyorum ama yine de haberin olsun bugün izinliymiş biz gidiyoruz sende gelmek ister misin? zaten gelemem ama insan bi sorar.. anneme aramış sormuşlar kadın da halim yok ben gelemem siz gidin demiş onlarda dönüp nazlı gelmiyor ya sen o yüzden gelmiyorsun diye yapıştırıyorlar. bir dur düşün kızın bizim şimdi gideceğimizden haberi bile bile yok daha konuşmadık. zaten her olay da nasıl oluyorsa ben kaynaklı bir şeyler oluyor.. ben kayınvelidemlerde iken nesrin abla aradı ablalar geliyor  sen de geliyor musun diye ben bi kaldım haberim yokki, ne diyim kadına bana söylemediler geldiklerinimi? he bilmiyorum ben hastayım abla dün gündüz ben gece ali acildeydik rahatsızız biz gelemeyiz ama ablamlar gelir sonra dedim geçmiş olsun zaten çocuk hastaysa gelemezsin dedi, öpüyorum abime selamlar dedim kapattık telefonu.. neyse bina da amca ziyaretlerini bitirdikten sonra anneme geçtim Ali de orada uyudu. bende markete gittim  alışveriş yaptım tekrar geldim  ben birşeyler yedim Alinin karnını doyurmak için annemle Ali kapının önüne çıktılar o sırada Sibel ile Volkan yoldan geçiyorlarmış annemi görünce teyzee diye bağırdı sibel öyle arabada iki kelam ettiler ben gittim, görüştüm eve gelin çay, kahve yapayım dedim malum bayram trafik yoğun durmadılar gittiler.. bizde parka gittik çok şükür parkta birkaç lokma bulgur et yedi oğlum oynadı geri evimize geldik ve ilaçlarımızı içtik derken gün bitti sevgili günlük..
1 note · View note
tulinh020400 · 2 years
Link
Nguồn: Yemek.com Xem thêm tại: https://tulinh020400.tumblr.com https://daynauan.info.vn/hoc-nau-an
0 notes
antalyamemurlarcom · 2 years
Text
21 Aralık 2022 Çarşamba kamu personeli yemek menüsü
Tumblr media
ANTALYA VALİLİĞİ PERSONEL  YEMEKHANESİ YEMEK LİSTESİ 21 ARALIK 2022 Çarşamba (Öğlen) - TUTMAÇ ÇORBASI - TAS KEBABI - MERCİMEKLİ BULGUR PİLAVI - YOĞURTLU SEMİZOTU (NOT: Menüde yer alan yemekler bazı durumlarda değişiklik gösterebilir.) ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- ANTALYA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ PERSONEL  YEMEKHANESİ YEMEK LİSTESİ 21 ARALIK 2022 Çarşamba (Öğlen) - SEBZE ÇORBASI - KURU FASULYE - PİRİNÇ PİLAVI - CACI (NOT: Menüde yer alan yemekler bazı durumlarda değişiklik gösterebilir.) ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- ANTALYA ADLİYESİ PERSONEL  YEMEKHANESİ YEMEK LİSTESİ Antalya Adliyesinde 12:00 - 12:45 saatleri arası aylık abonelik hizmeti alan personel öncelikli yemek hizmeti verilmektedir. 12:45 - 13:30 arası diğer kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan personele ve personelin misafirine yemek hizmete verilmektedir. 21 ARALIK 2022 Çarşamba (Öğlen) Güncellenmektedir. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- ANTALYA E TİPİ KAPALI AÇIK CEZA İNFAZ KURUMU PERSONEL  YEMEKHANESİ YEMEK LİSTESİ 21 ARALIK 2022 Çarşamba (Öğlen) - EZOGELİN ÇORBASI FIRINDA KALÇALI BUT MANTARLI BULGUR PİLAVI YOĞURT ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ PERSONEL  YEMEKHANESİ YEMEK LİSTESİ 21 ARALIK 2022 Çarşamba (Öğlen) ETLİ TÜRLÜ LAZANYA AYRAN ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- ANTALYA İL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ PERSONEL  YEMEKHANESİ YEMEK LİSTESİ 21 ARALIK 2022 Çarşamba (Öğlen) TAVUK SOTE TEREYAĞLI BULGUR PİLAVI CACIK ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- ANTALYA DEFTERDARLIĞI PERSONEL  YEMEKHANESİ YEMEK LİSTESİ 21 ARALIK 2022 Çarşamba (Öğlen) TOYGA ÇORBA ETLİ NOHUT PİRİNÇ PİLAVI TURŞU  ANTALYA KAMU KURUMLARI PERSONEL YEMEKHANELERİ 12:00 - 13: 30 SAATLERİ ARASINDA HİZMET VERMEKTEDİR. Read the full article
0 notes