Tumgik
#halim bey
murat-o41 · 2 months
Text
SAF KOCAMIN KURNAZ MÜHENDİSİ (6) SON.
Murat’ın önüne geçtim. Ellerim belimde, bekledim. Murat okşaya okşaya tanga külodumun iki yanından tutup çıkardı, bacaklarımdan aşağıya sıyırdı. Omuzlarına tutunup dizlerimi kaldırdım. Külodumu çıkarmasına yardım ettim.
Yeni traş ettiğim, kılsız amcığım gözlerinin, burnunun dibindeydi. Gözleri parlayarak amıma, kabarmış dudaklarına bakıyordu. Kocamın yanında hem de… Öyle tahrik olmuştum ki… Suyum akıyordu. Saçlarını parmaklarımın arasına geçirip kendime çektim. İnleyerek,
-“Öp onu Murat… Yala…” dedim. Kocama döndüm, “Hasanım, mühendis bey amımı yalasın mı aşkım? İzin veriyor musun?”
-“Ohhh… Yalasın… Amını yalasın Gül… Abim o benim… Her yerini yalasın…”
-“Hadi sen de memelerimi yala aşkım…”
İki erkek de emirlerimi yerine getirdi. Murat başını kasıklarıma götürüp amcığımın çevresine öpücükler kondururken, kocam da oturduğu yerden kalkıp memelerime yumuldu.
Aynı anda her yerimden zevk alıyordum. İnlemeye başladım. Murat dilini am dudaklarımın arasına kaydırdı. Islak ve sıcak dil klitorisimi yalamaya başladığında kendimden geçtim.
Az sonra Lale geldi yanımıza… Üstünde memelerini sımsıkı saran, meydanda bırakan siyah askılı bir bluz… Belinde minicik tülden bir etek… İçinde hediye gelen önü arkası yanları açık külotlu çorap… Ayağında yüksek topuklu lame ev terlikleri…
Kırıta kırıta geldi yanımıza… Murat yan gözle kızkardeşimi izlerken bir yandan da benimle, amımı yalamakla meşgüldü. Kocam memelerimi yalamayı bırakmış, açık ağızla baldızına bakıp kalmıştı. Alık alık, fakat şehvetle bakıyordu.
Yabancı bir erkek yanıbaşında karısının amcığını yalarken kocamın gözü baldızından başkasını görmüyordu. Kardeşim buğulu bir sesle,
-“Enişte? Çok mu açık giymişim?” Hasan kekeledi,
-“Çok…” Yutkundu. “Çok açık… Giymişsin…”
-“Ama eniştee… Bugün ablamın doğum günü yaa…”
Dudaklarını büzmüş, lolita gibi şımarık bir edayla tül eteğini kaldırmış, eniştemin burnuna dayamıştı külotlu çorabın önünde bembeyaz parlayan amcığını… Kocamın elini tuttu, amına götürdü, avuçlattırdı,
-“Eniştecim… Beni ister misin? Baldızını siker misin eniştem? Bak, amım nasıl sulanmış, elle elle…”
Kocam bir baldızının amına, bir bana bakıyordu. Mühendisinin yanıbaşında amını yaladığı karısına… Orospu kardeşim kocamın başını tutup kendi amına çevirdi, kendine çekti. Burnunu ıslak amına dayadı. Kocam kendinden geçmişti adeta… Gözleri yarı kapanmıştı zevkten… Eli kabarmış önünden ayrılmıyordu. Kardeşimin amını yalarken eli sikinde, okşayıp duruyordu.
Lale kocamı bırakıp odanın ortasına geldi. Bizim duymadığımız bir müziğin ritmine uyar gibi sallanarak yavaş hareketlerle striptiz yapıyordu adeta…
Daracık bluzunu sıyırıp başından çıkardı attı… Tül eteği sıyırdı, ayaklarından silkeleyerek attı. Üstünde sadece özel külotlu çorap ve topuklu terlikler kalmıştı. Gözleri kapalı vaziyette, elleriyle bedenini, uçları kabarmış iri memelerini okşayıp durdu, kıvrandı ayakta… Sonra da gelip eniştesinin elini tuttu, kaldırıp ortaya çekti.
-“Gel enişte… Beni istiyorsan al… Dayancak halim kalmadı artık… Hadi sik beni…”
Yere, tüylü halının üzerine uzandı sırt üstü… Çoraplı bacaklarını ayırdı. Önü açık külotlu çorabın ortasında beyaz teni ve merkezde pembecik dudaklarını açmış ıslak amı meydandaydı. Bacaklarını aralayıp davetkar bir şekilde bacak içlerini okşaya okşaya eniştesini bekledi.
Kocam kendinden geçmiş, hipnotize olmuş gibiydi. Gözü o ıslak pembelikteydi. Lale yerde kıvranıp inleyince kendine geldi. Hızla üstünde ne varsa fıydırtıp attı. Bacaklarının arasında o ezberlediğim kalın siki dimdik duruyordu.
Diz çöküp kızkardeşimin ikiye ayrılmış, sikilmeyi bekleyen bacaklarının arasında yerini aldı ve bir anda o koca sikini hoyratça kardeşimin amına gömdü.
-“Aahhh…” diye inleyerek boynuna sarıldı eniştesinin… “Eniştee… Canım yandı… Sikin çok büyükmüş… İçimi yardın… Amım yarıldı eniştem… Offff…”
Onların sikişmesini görünce ben de kendime geldim. Önünde diz çöktüm, Murat’ın sikini ağzıma aldım. Somura somura yalamaya emmeye başladım. Saçlarımı tutuyor, kendine çekiyor, ağzımı sikip duruyordu.
-“Yeter, bırak yarrağımı emmeyi, bitirdin beni orospu…” diyerek saçımdan çekti, kaldırdı beni… Koltuğun üzerinde domalttı.
Kocamın yanında orospu diye aşağılaması öyle tahrik etmişti ki beni… Kalçamı geriye atarak heyecanla bekledim erkeğimi… Bacaklarımı tutup biraz ayırdı. Ben sikini beklerken dili geldi önce… Islak dili istekle, şehvetle bekleyen am dudaklarımın arasında dolaştı. Yukarıya çıktı, minik deliğimin kenarlarını, büzüğümü yaladı. Zevkten kıvranıyor, inliyordum. Öyle zevk veriyordu ki…
Odanın içinde benim ve Lale’nin şehvetli inlemelerimiz, erkeklerin boğuk nefes alışverişleri duyuluyordu. Kocam her zaman sevişmeye başlar başlamaz koca sikini amıma kökleyip zevk almaya başlar, ben ancak kalın yarak içimde gidip gelmeye başladıktan sonra ıslanırdım.
Oysa bu gece katıksız zevk denizinde yüzüyordum. Amımda, göt deliğimde dolaşan sikicimin dili, ıslak parmakları öldürüyordu beni… Sonra kalktı, dilinin yerine sikini geçirdi. Başıyla sular fışkıran amımı okşayıp sürttü önce, sonra da bir anda amıma kökledi. Belimden tutup hırsla gidip gelmeye başladı. Zevk suyum bacak içlerimden süzülüyor, jartiyer çorabımı ıslatıyordu. Başımı koltuğun koluna koymuş, dizlerim koltuğun üzerinde sikilip duruyordum.
Kocam da baldızını, benim azgın kardeşimi sikiyordu yerde, halının üzerinde… Koca yarak sürekli amına girip çıkıyordu kızın, sürekli orgazm halindeydi… Kolları bacakları kocamın altında kukla gibi sallanıp duruyor, zevkten ölecek hale geliyordu. Eniştesi tüm sarhoşluğuna rağmen hayvani içgüdülerinin emirlerini yerine getiriyor, dişisini döllemek için çalışıyordu.
Murat amımdan çıkardı sikini, arkama sokmaya çalıştı. Girmedi, inledim, bağırdım. Her nasılsa kocam o hengamenin içinde sesimi duymuş,
-“Yapma mühendis bey, karımı götünden sikme… Hem günah, hem canı yanar…” diye seslendi. Bu kez ben tersledim kocamı,
-“Karışma sen aptal herif… Bırak, ne yapmak istiyorsa yapsın…” diye hırladım.
Her zamanki gibi fırçamı yiyince tırstı koca hayvan… Önüne döndü, kardeşimi pompalamaya devam etti sanki hiçbir şey olmamış gibi…
Bir zaman göt deliğimle uğraştı mühendis… Yaladı, emdi, ıslattı… Sikini tükürükleyip kayganlaştırdı iyice, öyle sokabildi götümün deliğine… Dişimi sıkıp acının geçmesini bekledim. Biraz gidip geldi, hevesini aldı, sonra da tekrar amıma döndü.
Zevkten deliriyordum. Biraz sonra ben sikini tutup zevkten deliği iyice açılan arkama soktum. Ön, arka derken ben birkaç kez orgazm oldum. Sonunda o da çıkarıp ağzıma soktu sikini, spermlerini boşalttı, yutturdu.
Kendime geldiğimde kocam sırt üstü yere devrilmiş, kollar bacaklar iki yanda, sızmış yatıyordu. Siki inmiş, ölgün ölgün yatıyordu bacaklarının arasında… Kızkardeşim bize bakıyordu amını avuçlayarak… Murat kalkıp yanına gitti. Sikini kardeşimin ağzına verdi. Az sonra yine aynı sertliği bulmuştu siki… Bana döndü,
-“Bana bal getirsene Gül…” dedi.
Kalktım, gidip mutfaktan bal kavanozunu getirdim. Ne yapacak diye merak ederek uzattım. Elimi öperek kavanozu aldı, açıp kardeşimin göğüslerine, karnına, amına akıttı. Eğilip amını yalamaya, balları eme yalaya temizlemeye başladı.
Lale kıvranıp duruyordu altında… Amını bitirip yukarıya çıktı balları yalaya yalaya… En son memelerindeki balları yalarken sikini amına gömdü. Bir yandan eğilip yalıyor, bir yandan amını pompalıyordu.
Kızkardeşim yine yükselmeye başladı sikilirken… Bacaklarını beline doluyor, altında çırpınıp duruyordu. Sonunda boşaldı kardeşim… Aygır herif önündeki taş gibi sikiyle bana yöneldi bu kez… Kaldırıp kucağına aldı. Yavaş yavaş indirip amıma girdi. Kucağında hoplata hoplata ayakta sikmeye başladı.
Duvara yasladı sikti, kaldırdı, odanın içinde gezdire gezdire kucağında sikti, diğer duvara dayadı, sikmeye devam etti. Kollarımı boynuna sarmış, zevkten geberiyordum. En son yere, kocamın yanına uzandı. İyice kabarıp damarları parmak gibi olmuş sikinin üzerine yerleştim, oturup kalkmaya başladım.
Mühendisin sikinin üzerinde çırpınıp dururken kocama çarptım bir iki kez… Gözlerini açtı. Başını kaldırıp bize baktı. Ben ara vermeden devam ediyordum. Elini kaldırıp çoraplı bacağımı okşadı gülerek… Zıpladıkça sallanan, hoplayan memelerimi tutmaya çalıştı.
Murat da yatmaktan sıkılmış olmalı ki, kalktı, sikini içimden çıkarmadan yere yatırdı, pompalamaya başladı. Kocam kolunu başımın altına koymuş, omuzlarımı sararak destek olmaya çalışıyordu sikilen karısına…
Bir yandan Murat amcığımı pompalayıp dururken, bir yandan da kocamın memelerimi okşayan elleri bitirdi beni… Haykıra haykıra boşalmaya başladım. Arkamdan Murat da geldi. Titreyerek, kasılarak orgazm olurken kocam da eğilmiş memelerimi yalıyor, uçlarını kemiriyordu. İkisi birden delirttiler beni… Bıraktıklarında yerde, deney kurbağası gibi kaslarım zevkten seyirip duruyordu.
Biz ölü gibi yatarken Murat kalkıp toparlandı. Tüm gece kanırta kanırta siktiği biz iki kardeşi, azgın orospuyu öptü. Giyinip çıktı. Yatağa nasıl gittiğimizi hatırlamıyorum.
Telefon çalıp beni uyandırdığında vakit öğleye yaklaşmıştı. Üzerimizde ne çorap, ne çamaşır kalmış… Üçümüz de çırılçıplak, yatakta sızıp kalmışız. Kocam ortada, biz iki yanda yatıyoruz. Murat, nasıl olduğumuzu soruyordu. Telefonun sesini hoparlöre aldım. Lale de başını kaldırmış, eniştesinin sikini okşaya okşaya bizi dinliyordu,
-“Nasıl olabiliriz Murat?” dedim. “Sikilmiş, yorgun, bitkin… Aygır herif… Bizi mahvettin dün gece… İkimizi de acımadan sikip attın.” 
-“Suç bende değil bebeğim… Sizde… Orospu gibi giyinip beni tahrik etmeyecektiniz. Hak ettiğiniz gibi siktim sizi… Sesinden anladığım kadarıyla pek şikayetçi değilsin gibi?”
Mmmm… Yattığım yerde gerindim. Dün gece yaşadıklarım, aldığım korkunç zevkler gelmişti aklıma… Bu arada kocam da uyanmış, masum masum bizi dinliyordu. Dayanamadım, eğilip dudağından öptüm kocacığımı…
“Şikayetçi değilim canım. Çok mutluyum. En kısa zamanda gel, yine becer bizi… Bak, kocam da yanımızda şu anda, bizi dinliyor. Geldiğinde ikiniz birden sikeceksiniz beni… Canım aranızda tost olmak istiyor. Tamam mı?”
Hem ona, hem kocama soruyordum bu soruyu… Kocam sanki tost olmanın ne olduğunu anlamış gibi başını sallayarak onaylarken Murat da telefonda,
-“Tamam Gülüm, tamam… Sen nasıl istersen öyle sikerim seni… Kocanın yanında, kocanla beraber… Seksi kadın… Seni de Lale… İkinizi de seviyorum. İkinizi üst üste koyup öyle sikicem. Akşama bekleyin beni…” dedi.
Telefonu kapattım. Baktım bizimkiler oynaşıp duruyorlar. Ben Murat ile telefonda konuşurken, Lale kocamın sikini okşaya yalaya kaldırmayı başarmış, dikilitaş gibi havaya dikmişti. Benimse karnım acıkmış, açlıktan ölüyordum.
Kahvaltı hazırlamak için yataktan çırılçıplak kalkıp mutfağa giderken kızkardeşim çoktan eniştesinin kalkmış sikinin üstüne oturmuş, yaylanmaya başlamıştı bile…
55 notes · View notes
Text
NASIL BAŞLADI 1
Takipçi mizden gelen devamı olan bir hikaye
Ben 19, sevgilim 17 yaşındaydı, yaklaşık 1 yıla yakındır sevgiliydik, rahat buluşacağımız ortamlar pek olmuyordu, geceleri parklarda veya piknik yerlerinde tenhalarda sevişiyorduk, bakire değildi, ben de sormamıştım nasıl oldu diye, o konuda sorun yoktu ama yer sorunu vardı.
Bir akşam bir mekânda bira içerken bizden en az 10 yaş kadar büyük birisi sevgilim Derya'ya selam verdi, kısaca hatır sordu, o arada samimi bir şekilde bana da selam verdi, izin isteyip uzaklaştı. Derya'nın bir ara kısa süre sevgilisiymiş, aynı zamanda dershaneden de öğretmeni, çok hoşsohbet kültürlü iyi birisi olduğunu söyledi Derya, ben de "adama ayıp oldu davet etseydin masaya keşke" dedim. Derya "Biz gidelim masasına istersen, çok misafirperverdir" deyince biralarımızı alıp masasına gittik, ayağa kalktı “hoş geldiniz ne iyi ettiniz dedi, gerçekten hoşsohbetmiş devamlı ilginç şeyler anlattı, sorular sordu. Güzel bir sohbet oldu, derken zamanın nasıl geçtiğini anlamadık, o arada kaç bira içtiğimizi sayamadık, Derya'nın da benim de kafalarımız çok iyi olmuştu, masada otururken hafif sallanmaya başlamıştık.
“Çocuklar isterseniz benim eve gidelim, hemen iki sokak arkada evim, orada devam ederiz, isterseniz size kahve konyak ikram ederim, burası az sonra kapanacak” dedi
Derya “aa hocam taşındınız mı? eski evin dekoru çok güzeldi ama dedi,
Hoca Timur Bey, "Buranın dekoru daha da güzel, hadi kalkın" deyince kalktık, bu arada Derya'nın eski eve gittiğini de öğrenmiş oldum, daha o zamanlar, küçük yaşta hocasının evine gidiyormuş yani.
Biz hafif sallanarak iki sokak arkada Timur hocanın evine gittik, ev küçük ama çok iyi, modern dekore edilmiş bir evdi, evin içi ayna doluydu, konyaklarımızı içerken Hoca müzik açtı, ben iyice kafayı bulmuştum bu arada, gözlerim yarı açık durumdaydı. Hoca birden ayağa kalktı Derya'nın elinden tuttu, bana dönüp, "dans için izin var mı" diye sordu, ben ağzımı zor açıp yarım yamalak "aa tabii ne demek buyurun hocam" diye geveledim, konuşacak halim kalmamıştı.Birbirlerine sarılıp dans etmeye başladılar, dans ilerledikçe birbirlerine daha sıkı sarıldılar, Derya’nın kolları hocanın boynuna dolanmıştı, hocanın elleri önce Derya’nın beline dolanmıştı, sonra hocanın elleri Derya’nın kalçalarında doğru kaydı mı? Yoksa ben sarhoşum diye bana mı öyle geliyordu derken, dikkatli bakınca hocanın Derya’nın etekliğini kalçalarını okşayarak yukarı doğru yavaşça sıyırdığını fark ettim. Derya'nın arkası bana dönüktü, etek iyice yukarı sıyrılmış, kalçalarının arasına giren siyah tangası ve yuvarlak iri kalçaları ortaya çıkmıştı.
O kadar sarhoştum ki sadece seyrediyordum, o arada bu manzarayı görünce çok sarhoş olmama rağmen aletimin sertleştiğini fark ettim, hem bir şey diyemeyecek kadar sarhoştum hem de tahrik olduğum için ses etmemiştim.
Benim ses etmeden izlediğimi görünce sanırım cesaret aldılar, ben kalçalara bakarken o arada öpüştüklerini fark ettim, dans ederek yavaş yavaş dönüyorlardı. Derya’nın dudakları hocanın ağzının içindeydi, sarmaş dolaştılar. Nasıl oldu tam fark edemedim, Derya’nın tanga külotu iri kalçalarından aşağı sıyrıldı, Derya bacaklarını hareket ettirerek külotunu ayaklarına kadar indirdi, ayak bileğini sallayarak külotu önce tek ayağından çıkarttı sonra diğer ayağından fırlatıp attı.
Artık bu dans değil, seks şov haline gelmişti ve ben de bu şovu ağzımın suyu akarak izliyordum, onlar da bana aldırış etmeden devam ediyorlardı.
Karşımdaki kanepeye geçtiler hoca oturup pantolonunu aşağı sıyırdı, ne zaman kemerini açmıştı fark etmemiştim, Derya etekliğinin fermuarını çözüp aşağı yere bırakıp tekmeledi etekliğini, sonra yüzün bana dönüp ama beni görmezden gelerek bacaklarını açtı, Derya’nın bacaklarının arasından hocanın kocaman sikini gördüm, dimdik kazık gibi duruyordu
Derya hocanın kucağına ata biner gibi otururken ustaca bir hareketle hocanın sikini amının dudaklarının arasına yerleştirdi, sanırım çoktan sırılsıklam olmuş amını gömdü sikin üzerine yavaşça oturarak. Üzerindeki tişörtü çabucak çıkarttı attı memelerini de sutyenin dışına çıkartıp avuçlayıp uçlarını sıkmaya başladı, bir yandan da sikin üzerine hafif hafif oturup kalkıyordu
Ben ise gelmek üzereydim, sevgilimi canlı porno film gibi izliyordum. Gözleri kısık bir şekilde bana doğru bakıyordu ama sanırım içkiden ve zevkten beni fark etmiyordu bile, beni fark edemeyecek kadar kendisini kaptırmıştı, belki de fark ediyor, aldırış etmiyordu.
İkisi de inlemeye başlamıştı, hocanın eski öğrencisini sevgilisine izlettirerek sikmesi ikisine de çok zevk veriyor olmalıydı. O anda ben de kendimi tutamadım, elim sikimdeydi ve boşaldım, gelmem uzun sürdü. Giyiniktim, pantolonumun altında külotuma boşaldım tabii.
Boşaldıktan sonra bir rehavet çöktü, gözlerim kapandı, sızarken her ikisinin de inleyerek “geliyorum geliyorum, ben de geliyorum” seslerini duyduğumu hatırlıyorum.
Sabah uyandığımda kalkıp baktım, hoca mutfakta kahvaltı hazırlıyordu eve şöyle bir baktım, Derya hocanın yatağında çırılçıplak uyuyordu ben kanepede sızdığım yerde uyumuşum.
Sabah uyandığımda ilk işim tuvaleti girmek oldu, elimi yüzümü yıkayıp kendime gelmeye çalıştım, o arada Derya uyanıp giyinmişti, hiç bir şey olmamış gibi hocanın hazırladığı kahvaltı çok az konuşarak yaptık ve çıktık, Derya dışarı çıkınca anlattı Hoca 14 yaşından beri ara sıra evine atıp sikiyormuş Derya’yı, kızlığını da hoca bozmuş, sevişirken parmaklayarak bozmuş, hafif bir kan sızmış, sonra da “pardon kaza oldu kasıt yok, parmağım kaydı” filan demiş, biraz teselli edip Derya sakinleşince de devam etmişler sevişmeye. o olaydan birkaç ay sonra da ayrıldık” diye kısaca anlatmıştı. O olaydan hiç bahsetmedik, taa ki Derya bir ay sonra kadar “Timur Hoca’nın takıldığı mekâna gidelim mi?” sorana kadar, önceden böyle bir şey soracağını bilseydim büyük ihtimalle yok derdim ama o anda nasıl oldu bilmiyorum ağzımdan “olabilir” çıkıverdi.
145 notes · View notes
badass-at-fandoming · 5 months
Note
Is Beckett meant to be a poc (in vtmb)? I think so based on his facial features and his skin being a light shade of brown. But he was born in Britain during the 1700s-1600s which makes being non-white a lot less likely (though there were poc even back then).
This is an interesting question, @chinesegal! Thank you for your patience with me answering it. I was traveling, but now I'm back!
When I look at Beckett in Bloodlines, I interpret him as a white British man. But a lot can change depending on what mods one uses to make the game work. For example, this Beckett...
Tumblr media
...looks much less pale than this Beckett:
Tumblr media
One must also factor in Bloodlines' poor lighting. As any visual artist trying to figure out Sebastian LaCroix's hair color will tell you, the lighting in VTMB is a terrible, mercurial beast. The dingy lighting certainly aides the grimy, uncertain atmosphere, but poor fan artists struggle.
The last sticky point I can think of is how all the Kindred characters are supposed to have a "deathly pallor," especially if they have lower Humanity. Deathly pallor can muck up skin tone wonderfully. I think Strauss would be the best example. He's an older Kindred (LA by Night states he was at the Convention of Thorns in 1493) and made a gargoyle (which involves torture), so he's definitely on the lower end of the Humanity scale. According to VtM's lore, Strauss has trouble maintaining a lively, human appearance. Some fans interpret him as white and often point to his white voice actor, Jim Ward. Others remark on Strauss' resemblance to Morpheus from The Matrix Trilogy, cite the deathly pallor lore, and interpret him as a Black man with graying skin. As in, Strauss looks closer to what a Black man's corpse would look like. The deathly pallor factor allows for this interpretation, and in the gap can nicely fit Cuthbert Beckett. He's an Elder Kindred and has had periods of low Humanity. Maybe he's brown and has been through the wringer.
VtM has a tenuous relationship with history, but if you want to check in with it, real life history doesn't obstruct an interpretation of Beckett as Black or brown. British people have had black or brown skin since forever, as you referenced. The oldest Englishman, Mesolithic era Cheddar man's skin is possibly darker than the reconstruction suggests. Ya gotta remember that white skin came to be because people weren't getting enough Vitamin D. If Beckett is descended from the indigenous Celtic Britons (unlikely but possible), his ancestors might not have been malnourished and lived somewhere the sun could penetrate the mists of Avalon.
So like, given all the above, you can definitely argue that Beckett's a Black or brown British guy. Whatever floats your boat.
That wasn't exactly your question, however. You asked if Beckett's meant to be a person of color or white. This implies you want to know the devs' original intention with the game, which I guess at being Beckett as a white man.
Beckett has been described as white in past White Wolf publications. Or rather, not described, because white is default skin tone in so many works, very unfortunately. In the Victorian Trilogy, much is made of Halim Bey, Theo Bell, and Hesha Ruhadze's black skin, but Beckett's skin tone gets no comment. He's "a long-haired man" with a "wolfish grin one might imagine on a privateer from a past age," (The Wounded King, pg 123-125). Someone describes him as "a pauper's version of Buffalo Bill Cody," (197). When his lover Emma disrobes him, the text notes "his feline pupil slits [and] amber irises," (pg 204). Special attention is paid to Beckett's hands: "dark hair, slick like sable covered the back of his hand, fading to a more human-seeming growth on his forearms" and "His fingers were longer than a man's should be, and the nails were hard and thick like a dog's," (ibid). In Year of the Scarab Trilogy's Land of the Dead, he describes himself with "lean, muscular physique [with] round smoked glasses [hinting] at a pretty boy slumming," (pg 101). By the absence of skin tone description, by the unfortunate reality that white skin is seen as default and therefore unworthy of comment, we can infer that Beckett is white. That's to say nothing of the Vampire: the Masquerade - Beckett comic, which depicts him as white. I wouldn't give the VTMB developers the grace or credit to suddenly deter from this character history.
After all, these are the same devs that failed to come up with a story with Chinese people that wasn't Yellow Peril drivel, created a white PC with "locs," declined to brown Nines' skin, and made Skelter imply that Black Americans make up their own oppression. Just like, all of Chinatown is hard for Chinese and Japanese players to get through. Even by 2004 standards, it's real shitty. With these other missteps, it's hard to imagine they'd have the creativity to re-design Beckett as brown or Black. I think they meant him to be interpreted as white.
But you don't have to! Death to the authors! In your fan art, fan casts, picrew, fanfic, chronicles etc, he can be brown, Black, indigenous, or whatever ethnicity bees your knees. You create the Beckett reality in your Beckett-loving head.
Thank you again for the ask, and I hope the essay made the wait worth it!
48 notes · View notes
ata-1966 · 11 months
Text
Tumblr media
Adalet Hanım ve Halim Bey, bütün mâl varlıklarını yoksullara bağışlamışlardı.
Bir gün Adalet Hanım yayıncısını arayıp
şu ricada bulundu: "Bu kadar uzun yaşayacağımızı düşünmemiştik.
Hiç paramız yok.
Bize biraz borç para gönderir misiniz?"😥
Adalet AĞAOĞLU
Türk Edebiyatının değerli yazarlarından
Adalet AĞAOĞLU Anısına Saygıyla
14 Temmuz 2020
29 notes · View notes
blanketempress · 9 months
Text
Tumblr media
Kindred of London 6/6 : Setite, Lasombra, Nosferatu
Halim Bey, who did nothing wrong ever
Lenoir, who started as a menacing presence and is now squatting our coterie haven
Violet Mary, one of the very few Nosferatu still in contact with the rest of kindred society
_
Canon NPCs' designs inspired by the London by Night book, clan design based on Chris Leland‘s designs
_
Arzel's opinion under the cut
Halim Bey : no opinion yet, we only saw him from afar at the British Museum
Lenoir : Arzel has been working with his men quite a few times back when he was a ghoul, he does have some respect for him though it was recently a little soured due to Lenoir dodging his request for business meetings, it's insulting
Violet Mary : he only met her a couple times, but knew of her through rumors already. He feels for her and when he found her poaching on his territory he granted her permission to come hunt freely
13 notes · View notes
by-hulusi · 10 months
Text
✍️
Hastane santralinin telefonu çaldı. Arayan yaşlı bir büyükanne idi.
Çekingen bir sesle tonuyla sordu:
-Bir hastanın durumu hakkında bilgi verebilecek biriyle görüşmem mümkün mü acaba ?
-Ben size yardımcı olayım hanım teyzeciğim.Hastanın adı ve oda numarası nedir?
Büyükanne yorgun ve titrek sesiyle söyledi:
-Halime Kaya.Oda numarası 114.
-Siz birkaç dakika hatta kalın,ben hemşirelerden durumunu öğreneyim.
Birkaç dakika sonra santral operatörü telefona geldi:
-Haberler iyi teyzeciğim.Hemşiresi bana Halime hanımın durumumun gayet iyi oldugunu söyledi.
Tansiyonu, kalbi şekeri çok iyi durumda olduğunu ve doktoru Sami bey onu cuma günü taburcu etmeyi düşünüyormuş.
-Sağolun ne güzel haberler verdiniz bana, öyle endişeleniyordum ki!
Allah razı olsun evladım.
-Birşey değil teyzeciğim,…
pardon Halime hanım yakınınız ya da akrabanız mı?
“-Yok evladım, Halime Kaya benim…
Hiç kimse bana bir şey söylemiyor da…”
KADIN HER YAŞTA AKILLIDIR. 😊😉
8 notes · View notes
alasestrellas · 7 months
Text
İsmail Bey halime dayanamayıp dahiliyeden randevu ayarlatmış. Hastaneye gidiyorum şu an. Gerginlikten midem daha kötü oldu. Felfenayım..
2 notes · View notes
gulnarsultan · 10 months
Note
Merhaba umarım iyisindir, bir isteğim olucaktı."Diriliş Ertuğrul " dizisini biliyormusun? Ertuğrul Halime Sulatan ile evleniyor ama hatırladığım kadarıyla Halime kısır.Daha sonra başka bir kadın ile evleniyor. Y/N düşman obanın/ kalenin v.s kızıdır Ertuğrul giller onu rehin alıyor ama Y/N çok tatlı ve masum bu yüzden üçüncü karısı olarak (veya ikinci evlendiği karısı yerine readerla) evleniyor.Ve Y/N sürekli hamile kalıyor, (hatta ilk çocukları ikiz eekekler) bu yüzden Halime readeri çok kıskanıyor. Biraz uzun oldu özür dilerim (lütfen smut) iyi günler.
Merhaba. İyiyim. Umarım sen de iyisindir. Geç yanıtım için özür dilerim. Umarım beğenmişsindir. Bu diziyi duydum ve bir kısmını gördüm.
Herkes yeni kadına bakıyordu. Düşman üsse baskın yaparken Ertuğrul bu genç kadını esir aldı. İlk eşinden henüz çocuğu olmayan Ertuğrul, düşmanın itaat etmesi için Y/N ile evlenmeye karar verir. Düğün sırasında herkes Y/N'nin güzelliğinden bahsediyordu. Y/N kısa sürede kocası Ertuğrul'un kalbini kazandı.
Ertuğrul ve Y/N'nin mutlu bir evliliği vardı. İkisinin altı sağlıklı çocuğu vardı.
Gündüz Alp Savcı Bey Osman Bey Asena Hatun Almila Hatun Begüm Hatun
4 notes · View notes
minetteskvareninova · 2 years
Text
Which MC/MCK Character Belongs To Heaven? A Tier List
(All celestial realms only have three circles because I am lazy. Haven’t seen season 2 of Kösem in full, so I didn’t dare to judge. Also, this is about actual morality, quality as a character, as well as about how much I like them.)
Heaven 1st circle (second only to Jesus in God’s eyes): Cihangir, Gülnihal, Leo, Bülbül aga 2nd circle (mistakes were made, but overall we’ve canonized worse people): Anastasia!Kösem, Afife, Daye, Gül aga, Matrakçi, Sadika, Gölge, Sayeşte, Hüsrev pasha 3rd circle (heaven is half-empty anyway, I guess you’ll do): Bayezit (MC), Isabella Fortuna, Armin, Beyhan, Isabella Fortuna, Şeker aga, sultan Ahmet, Mehmet Giray, Mihrünissa, sultan Mustafa, Zülfikar
Purgatory 1st circle (a few months and like one forgiven murder from heaven at most): Hatice, Ayas pasha, Ayşe (MC, season 1), Cevher, Ebu Suud, Efsun, Firuze, Lokman aga, Nigar kalfa, Sümbül, Cennet, Derviş pasha, Handan, sultan Osman 2nd circle (your sins don’t outnumber the times you made this show infinitely better by your mere presence): Hürrem, Mahidevran, Fatma sultan, Mercan, Nurbanu, Şah, Fahriye sultan, Gabriella de Sfeo 3rd circle (I hereby sentence you for being a boring bitch): şehzade Mustafa, Aybige, Dudu, Elif, Esma, Fidan, Helena, Nurbahar, Nazli, Nilüfer, Atmaca, Halil pasha (MCK, s1), Iskender, Yavuz, Zümrüt aga, Fahriye kalfa, Rümeysa, Ayşe (MC season 3), Hadim Süleyman
Limbo (Who? I mean, those I don’t remember well enough): Alvise Gritti, Defne, Iskender pasha, Pedro, Anne of Poland, Gazanfer, Canfeda, Gracia Mendes, Kara Ahmet pasha, Lala Mustafa pasha, Piri pasha, Sinan pasha, Sokollu Mustafa, shah Tamhasp
Hell 1st circle (Satan has a super rad party here and guess what, you’re invited): Fatma (MC, seasons 2&3), Gülşah (see, it’s hell cause they are here together), Rüstem pasha, Safiye, Dilruba, Halime, Davut pasha, Menekşe, Şahin Giray 2nd circle (your only sin is being annoying but boy have you sinned): Mihrimah, s1!Kösem, Esmahan, Huricihan, Nazenin, Taşlicali Yahya, Ahmet pasha (MC, season 1), Haci Mustafa, Hümaşah (MCK), Katerina (MCK), Kiraz aga, Mahfiruz, Mahfiruze, şehzade Mehmet (both) 3rd circle (Fuck you. Just fuck you.): Ayşe Hafsa, Gülfem, Bali Bey, Barbarossa, Louis II. of Hungary (the character, not the historical king whom they absolutely butchered, asjgh...), Meleki, Kuyucu Murat, Zal Mahmut
Superhell (for all of your gay crimes: Ibrahim pasha, Süleyman, Lütfi pasha (he’s not gay, but he is probably homophobic, so this is a double superhell for him), Reyhan aga
18 notes · View notes
ibrahimnerde · 2 years
Note
Dilruba vs Mihrimah character who you liked more? Do you think Dilruba should’ve idolized Mihrimah the same way Safiye idolized Hurrem?
I personally like Dilruba more cause perhaps she managed to do her “duty” as a princess help brother AND achieve her own happiness. She married Davud who is her happiness AND her political supporter. Also Dilruba’s happiness came into achieving power so not just lovable marriage is what she wants, she also wants power and Davud brought her both. That’s why I love her she managed to achieve what truly makes her happy.
Mihrimah tho…she doesn’t view happiness the way Dilruba views it. Dilruba , as I said, happiness comes in love and power but she showed that she could sacrifice one for the other like agreeing to marrying Halil pasha despite not liking it cause she will achieve power through him (or she thought) then she found Davud who will give her power and love as cherry on top. Mihrimah main happiness was shaped in a fairly tale love story. Mihrimah while almost her whole life was regarded in a high position being daughter of Padisah and Haseki sultan , had great wealth and was desired , while Dilruba never had 1/3 of what Mihrimah had , Mihrimah never had 1/3 of Dilruba’s happiness and conent state . That’s because Mihrimah desires in life were different almost unrealistic with her situation. Not saying Mihrimah didn’t do her “duty” no she married Rustem and stole the seal that brought down Mustafa that’s not my point tho.
A point I notice in Dilruba and it isn’t with Mihrimah is that Dilruba’s antics and behavior is explained through her childhood. Meaning little Dilruba always showed signs of disturbance and hunger of power and we know that’s mostly because Halime upbringing to her was always wanting Mustafa on throne to achieve power. We know what shaped Dilruba’s greed of power, Mihrimah tho…what shaped her greed of wanting a fairy tale love? Okay she liked Bali bey but that doesn’t explain her desire to want pure love story and always searching for it plus she got over bali bey. Maybe because she thought her parents love was fairy tale-like? To us viewers it isn’t but to her? But then she witnessed her father cheating on her mother. Honestly imo Mihrimah’s character was done a disservice like how many love arcs we got with her? Why not show her power? Tbf with Mihrimah we got to see her venerable , powerful (girlboss), confused , guilty and many more sides. Dilruba it was almost one dimensional she is always angry , ruthless and greedy. In little moments like getting kidnapped we saw her cry but her ruthless side is shown way more it is hard to sympathize with her. Even her romantic moments with Davud weren’t really that romantic.
Dilruba idolizing Mihrimah? Why? What point of connection Dilruba had with Mihrimah? Like Safiye worshiping Hurrem is justified because Safiye was trained by Mihrimah, Hurrem’s daughter, who probably showed the best side of her mother. Also it fits with Hurrem’s legacy in the show. Dilruba was born to Halime , Halime who was hated by Safiye which means Safiye didn’t carry on what she learned to Halime so it didn’t reach Dilruba. Mihrimah within the show didn’t have any type of legacy or power showcase , she didn’t even carry the ring. Mihrimah to Dilruba is probably just a dead sultana that once lived. Maybe parallelism between them (event tho they were very different) would have been great but to have Dilruba state she idolizes Mihrimah is very random. At the end Safiye carried Hurrem’s ring and learned about her through someone she loved. Dilruba knows Mihrimah from book probably (or she hates her for bringing Safiye)
10 notes · View notes
hopsivava · 1 year
Text
Oooo flört bey dışarı çağırdı. Lakin kicimi kaldıracak halim yok.
Tumblr media
3 notes · View notes
akemansimblog · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Jiro and Halime and Bingwen had to move to another house because Halime had taken to yelling at the younger Leekin. She disliked everything about the girl: her hair, her clothes, her manners. Halime kept saying that Likin dresses like a boy, and that this is unacceptable in decent society. In the end they had a fight, and then Venyan could not stand it any longer.
If you don't like living with us," he said to his younger brother in a stern voice, "you can leave the house and look for another place to live. You will have the money. So they left. Manners spoiled Likin really did not shine, so she was sent for a few years in the closed gymnasium. And the girl came back from there in a beautiful robe and hairstyle.
Oh, what a well-behaved daughter we have! - Anna Naito never tired of admiring her. The well-mannered daughter behaved herself all evening. And then she got a letter from Halime and ran off to walk with her until dawn. Mutual grudges were in the distant past. Little Bey, Leekin's younger brother, was supposed to grow up to be an obedient and glorious child, according to his parents' bold assumptions. But who knows?
The cat, sleeping soundly on someone else's bed, was taken to a local kennel. She refused to eat, and Lystar thought it best to turn her over to her new owners. After all, she had never recovered from the death of the Naito elders. Also, it seems that Venjan Naito made a trade alliance with Michael Dalgor.
6 notes · View notes
illetillet · 2 years
Note
Ozan bey sizi Toy Story'deki binbir suratlı patates oyuncağa çok benzetiyorum durduk yere sürekli aklıma düşüyor bunu sizinle paylaşmak isteğini bastıramayıp tumblr hesabı açtım. Ayrıca çok çok seviliyorsunuz sevgiler.
baya benziyor gibi ya, kabakulak olmuş halim gibi. çok sağ olun & sevgiler......
5 notes · View notes
pazaryerigundem · 1 month
Text
Ertuğrul Gazi Türbesi
https://pazaryerigundem.com/haber/170578/ertugrul-gazi-turbesi/
Ertuğrul Gazi Türbesi
Ertuğrul Gazi Türbesi
Söğüt merkezde bulunan türbenin Çelebi Mehmet tarafından yaptırıldığına dair bazı bilgiler vardır. Türbe 1737’de III. Mustafa tarafından restore ettirilmiştir. Daha sonra II. Abdülhamid zamanında da onarım görmüştür. Bu onarımlar esnasında mezarlığın giriş kısmına iki adet çeşme yaptırılmıştır. Çeşmenin kitabesi, türbenin Abdülhamit döneminde tamir edildiğini göstermektedir. İkinci kitabe ise türbenin kapısı üzerinde yer alır. 1905 yılında türbenin etrafındaki evlerin daha iyi bir biçimde yeniden inşası için istimlâk çalışmaları da yapılmıştır.
        Bu çalışmalar neticesinde, türbe çevresinde geniş bir alan oluşturularak, her yıl Karakeçililerin, Orta Asyalı göçebe kıyafetleriyle Söğüt’e gelmesi, beyitler okuyarak at üstünde geçit töreni yapması ve kutlamalar düzenlemesi sağlanmıştır.
        Türbenin dışında ve hemen yakınında Ertuğrul Gazi’nin eşi Halime Hatun ile oğlu Savcı Bey’in mezarları bulunur. Osman Gazi’nin makam mezarı da burada yer alır. Bunların yanı sıra kardeşi Dündar Bey’in kan kardeşi Akçakoca’nın silah arkadaşları olan Konur Alp, Karamürsel, Abdurrahman Gazi, Hasan Alp, Saltuk Alp, silah öğreticisi Kaplan Çavuş, Osman Gazi’nin silah arkadaşlarından Aktimur Bey, Çoban Mirza Bey, Hamit Bey, Emir Ali, Aykut Alp, Gündüz Bey, Aydoğdu Bey, Pazarlı Bey, Yorgan Ata ve Akbıyık Bey’in mezarları da burada bulunmaktadır.
                Türbe altıgen planlıdır. Beden duvarları bir sıra taş, iki sıra tuğladan ve taşlar arası dikey konumda derzli olarak yapılmış olup saçak silmeleri düz mekanı örtmekte olan kubbe, kurşunla kaplıdır.
        Ertuğrul Gazi Türbesi, Yunan işgalinde tahrip edilmiş, mezarı parçalanmış ve kurşunlanmıştır. Türbenin duvar ve pencerelerindeki kurşun izlerini bugün dahi görebilmeniz mümkündür.
0 notes
aykutiltertr · 2 months
Video
youtube
Gülşen-i Hüsnüne Kimler Varıyor - Hülya Avşar ✩ Ritim Karaoke Orijinal T...  Ayrıcalıklardan yararlanmak için bu kanala katılın: ( Join this channel to enjoy privileges.) ✩ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join Şarkının Orijinal Versiyonunu Linkten Dinleyip Ritim Karaokesiyle Çalışabilirsiniz. ✩ https://youtu.be/lLug4xUttac Aykut ilter Ritim Karaoke Kanalıma Abone Olun Beğenip Paylaşın. Gülşen-i Hüsnüne Kimler Varıyor - Hülya Avşar ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Hicaz 9/8 Aksak TSM) Beste: Rifat Bey Güfte: Ahmet Feyzî Bey (Muâllim) Makam: Hicaz Usûl: Aksak 9/8 Seslendiren: Elif Güreşçi, Muazzez Abacı, Hülya Avşar Gülşen-i hüsnüne kimler varıyor Kim ayağın öperek yalvarıyor Bağrımı şale gibi kim yarıyor Sevdiğim zülfünü kimler tarıyor Hicaz Saz Eserleri Hicaz Hümayun Saz Semaisi (Ross Daly) Hicaz Hümayun Saz Semaisi (Veli Dede) Hicaz Mandıra Hicaz Oyun Havası (Haydar Tatlıyay) Hicaz Oyun Havası (Şükrü Tunar) Hicaz Peşrev (Refik Fersan) Hicaz Peşrev (Neyzen Salim Bey) Hicaz Saz Semaisi (Gazi Giray Han) Hicaz Saz Semaisi (Refik Talat Alpman) Hicaz Sirto (Sultan Abdülaziz) Hicaz Şarkılar Hicaz Fasıl Acaba şen misin kederin var mı Açık bırak pencereni, örtme perdeyi bu gece Açıl açıl gel efendim cihân bahâr olsun Açmazsan eğer kalbime sen yâre-i hicran Ada sahillerinde bekliyorum (Hicaz İstanbul Türküsü) Affeyle suçum ey gül-i ter başıma kakma Ağlamışım gülmüşüm kırılıp dökülmüşüm Ağlar gezerim sahili sanki benimlesin Ağyâr ile sen geşt-ü güzâr eyle çemende Ah nice bir uyursun uyanmaz mısın - Hicaz İlahi Ah nideyim sahn-ı çemen seyrini cânânım yok Ah yakıyor bağrımdaki ateş Akşam erdi yine sular karardı Aldattın beni seviyorum diye kalbimi yaktın Al goncayı deremedim Anladım ki daha dolmamış çilem Anladım sevmeyeceksin beni sen nazlı çiçek Anlatılmaz bin dert ile geçiyor çileli ömrüm Apansız uyanırsan gecenin bir yerinde Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok Aşıkım dağlara kurulu tahtım Âşıklarının hâline ey mâh acımazsın Aşık oldum yavrucağım yüzüne Aşkımız ne güzeldi bittiğinde anladım Aşkı seninle tattı, hicrânla yandı gönül Ateş-i sûzân-ı firkat yaktı cism ü cânımı Aynı çatı altında aşkımız bir yalanmış Ayrılık ateşten bir ok Ayrılık da zor değil, eğer hasret olmasa Bağlanıp zülfü hezârân tâbına Baharın zamanı geldi a canım Bak ne hâle koydu bu baht-ı siyâh Baktıkça hüsn-ü ânına hayrân olur âşıkların Ben bir garip kuşum, yurdum yuvam yok Bende hicrân yarasından da derin bir yara var Ben gamlı hazan sense bahar dinle de vazgeç Beni canımdan ayırdı gönlümü yıkdı temelden Beni kahreder bu kaçışların Benim yarim gelişinden bellidir (Hicaz Türkü) Beni sev rûhumu sar kalbime yaslan beni sev Bırakıp gittiğin akşam beni ey şûh-i şenim Bilmem niye bir bûseni sen çok görüyorsun Bilsem dönüp geleceksin göz yaşımı yol eylerim Bir ateşim yanarım külüm yok dumanım yok Bir bahar akşamı rastladım size Bir bakıp gözlerime her şeyi anlarsın ya Bir bir geçiyor sevgililer gözü yaşlı Bir çapkına yangınım (sarhoşum sarhoş) (Hicaz Tango) Bir dem bulsam da safâ bin cefâ bekler beni Bir dünya yarattım yalnız ikimiz için Bir gün karşılaşırsak ayrıldığımız yerde Bir kere sevdim diye bin pişmân etme beni Bir nigâh et ne olur halime ey gonce dehen Bir rüzgar esti felek mecâlim kesti felek Bir seni bir gülü öptüm gizlice Boğaziçi şen gönüller yatağı Boş kalan kalbimi doldurmada derdim kederim Bu ne acı bu ne keder sus kalbim sus artık yeter Bu yara başka yara Bu yerler ne füsûnkardı Buyruğun tut Rahmân'ın - Hicaz İlahi Bülbül güle konar öter Bülbül ne gezersin Çukurova'da (Hicaz Türkü - Uzun Hava) Bülbülün çilesi yanmakmış güle Camlarda nakışlar belirirken yine yer yer Çaresizim çaresiz Çatılmış kaşlarınla kime düşman gibisin Çeşm-i mahmûrun sebeptir nâle vü feryâdıma Çıksam şu dağların yücelerine Ciğerde nâr-ı hasret açtı dağlar Çok geceler bekledim belki gelirsin diye Çok yaşa sen Ayşe Değdi saçlarıma bahâr gülleri Değdi saçlarıma bahar küleği - Azeri Deli gönül gezer gezer gelirsin Demedim hicrânımı ellere yarar diye Derdimi arz etmeğe ol şûha bir dem bulmadım Derdimi ummana döktüm âsumâna inledim Dil şâd olacak diye kaç yıl avuttu felek Dün gece ye's ile kendimden geçtim (Hicaz Divân) Ebrûlerinin zahmı nihandır ciğerimde Eğilmez başın gibi gökler bulutlu efem Elâ gözlerine kurban olduğum El çek tabib el çek yaram üstünden Elmalıya Vurgunum Aman Enginde yavaş yavaş Entarisi ala benziyor Erkilet güzeli bağlar bozuyor (Hicaz Türkü) Ey büt-i nev edâ olmuşum müptelâ Ey çerh-i sitemger dil-i nalana dokunma Ey dil ne bitmez bu ah-ü vahın Ey mehlikâ ey gül-beden Firkatin aldı bütün nevşe-i tâbım bu gece Geceler yârim oldu aman aman garibem Geçmiş güzel günleri rûhumla anıyorum Gel bu yaz Fenerbahçe'de bir kaç gün kal Gelin gidelim Allah yoluna (Hicaz İlahi) Gel nazlı güzel gel bana can ver gülüşünle Gel sevgilim son ümit yalnız sendedir artık Gemilerde tâlim var (Hicaz İstanbul Türküsü) Gidem dedim aman yârenlerim darıldı (Hicaz Rumeli Türküsü) Gitmek mi zor kalmak mı zor Gitti gelmez bahar yeli şarkılar yarıda kaldı Gittin de bıraktın beni aylarca kederde
0 notes
haytaogluyunus · 3 months
Text
Tumblr media
ANMA
BUGÜN 15 MART (1921)
İTTİHAT TERAKKİ’NİN LİDERLERİNDEN
OSMANLI TÜRK HÜKÜMETİNİN SADRAZAMI
MEHMED TALAT PAŞA’NIN
ERMENİ ÇETESİ TAŞNAK PARTİSİ MİLİTANI TARAFINDAN ŞEHİT EDİLİŞİNİN
YIL DÖNÜMÜ. RAHMETLE ANIYORUM.
Mehmed Talat 1 Eylül 1874 – 15 Mart 1921), Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'nin kurucu lideri, İttihat ve Terakki’nin kurucularından ve önde gelen liderlerinden olan Osmanlı devlet adamıdır.
1908 İhtilali'nin hazırlanmasında önemli rol oynayan Talat Bey, 1908-1918 arasında Osmanlı Devleti siyasetine yön veren en önemli aktörlerden biri olmuştur. Bâb-ı Âli Baskını sonrasında Said Halim Paşa Kabinesinde Dâhiliye Nazırlığına getirildikten sonra devlet siyasetinin en önemli belirleyicilerinden biri hâline geldi. Enver Paşa ve Cemal Paşa ile birlikte Üç Paşalar iktidarını kuran Talat Bey, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmesinde ve Ermeni Tehciri’nde rol oynadı.
1917 yılında sadrazamlık yaptı. Savaşın kaybedilmesinden sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni feshedip Enver ve Cemal Paşalarla birlikte ülkeyi terk etti. 1921 yılında Berlin’de, Soğomon Tehliryan adında bir Ermeni tarafından öldürüldü.
Yaşamı
Mehmed Talat 1874 yılında Edirne Vilayeti'nin Kırcaali şehrinde dünyaya geldi. Babası Ahmed Vasıf Efendi, yakınlardaki bir köy olan Çepleci'den bir kadıydı. Annesi ise Kayseri Dedeler köyünden buraya göçmüş bir aileye mensup Hürmüz Hanım’dı. İlk eğitimini Vize’de gördükten sonra Edirne Askerî Rüştiyesi’ni bitirdi.
Babasının ölümü üzerine annesi ve iki kız kardeşinin sorumluluğunu erken yaşta üstüne almak zorunda kaldı. 1898 ile 1908 arasında, Selanik Postanesinde posta memuru olarak görev yaptı. Bu posta biriminde 10 yıl hizmet ettikten sonra, Selanik Postane başkanı oldu. Memuriyeti sırasında Fransızca dersleri aldı, ayrıca Rumca da konuşabilmekteydi.[5]
Jön Türk Hareketi
Jön Türk düşüncesinden genç yaşta haberdar oldu, alt düzey bürokrat ve zabitlerden oluşan bir muhalefet örgütlenmesine katıldı. 1896’da arkadaşlarıyla beraber tutuklanan Talat Bey, üç yıl hapse mahkûm edilerek Edirne Hapishanesi’ne gönderildi ve memuriyetten azledildi. Bir buçuk yıl kadar hapis yattıktan sonra 1898 yılı Şubat ayında bir irade ile diğer arkadaşlarıyla beraber affedildi, ancak Edirne’de kalmasına izin verilmeyerek Selanik’e sürüldü.
1899’da Selânik Vilâyeti Posta ve Telgraf İdaresi’nde kâtip, 1903’te başkâtip oldu ve 21 Kasım 1907 tarihinde azledilinceye kadar bu görevde kaldı. Posta idaresindeki görevi ona memleket dışındaki muhaliflerin yayınladıkları gazeteleri gizlice alıp Selanik’e getirme fırsatı verdi. Selanik’te resmi işleriyle uğraşmanın dışında Selanik Hukuk Mektebi’ne devam etti.
1903’te İtalyan Obediyası’na bağlı Macedonia Risorta mason locasına girdi. Kimi kaynaklara göre aynı zamanda Bektaşî tarikatı mensubu idi ve her iki kanalı da muhalif siyasi örgütlenme için kullandı. 1903’teki İlinden İsyanı Selânik’teki muhaliflerin de yeniden örgütlenme çabalarına vesile oldu. Muhalifler 1906 yılı Temmuzunda yeni bir örgütlenmenin gerçekleştirilmesine karar verdiler. Talat Bey ile İsmail Canbulat ve Mithat Şükrü Bey’den oluşan bir heyet, adı sonradan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti adını alan örgütün kurulmasına karar verdi. Talat Bey, İsmail Canbolat ve Mustafa Rahmi Bey ile birlikte örgütün idaresini üstlendi. Özellikle düşük rütbeli subayların üye kaydolduğu cemiyet, merkezi Paris’te bulunan “Osmanlı Terakkî ve İttihat Cemiyeti” ile 17 Eylül 1907’de birleşti; “Osmanlı Terakkî ve İttihat Cemiyeti Dâhilî Merkez-i Umûmîsi" adını aldı. Talat Bey bu yeni teşkilâtın kâtibi olarak görevlendirildi. “Hâricî Merkez-i Umûmî”’de benzer bir görevi üstlenen Bahâeddin Şâkir Bey ile beraber örgütün teşkilâtlanmasını denetleyen iki kişiden biri oldu.
Bir jurnal üzerine Kasım 1907’de Posta İdaresi’ndeki görevinden azledilen Talat Bey, memuriyet hayatının bitmesi sayesinde bütün zamanını cemiyet için kullanma imkânı bulmuştur. Meşrutiyet’in İlanından önce iki kere İstanbul’a giderek cemiyetin İstanbul şubesinin kurulması için çalıştı.
1908 İhtilalinden sonra
1908 ihtilalinden sonra örgüt “Osmanlı İttihat ve Terakkî Cemiyeti” adını aldı. Cemiyetin en önemli idarecilerinden biri hâline gelen Talat Bey, 1908-1918 döneminde Osmanlı Devleti’nde en önemi siyaset yapıcılardan biri oldu. Siyasi görevlerinin yanı sıra 1909 yılında kurulan Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locasının ilk büyük üstadı olarak bir yıl görev yaptı.
Talat Bey, Kasım-Aralık ayları içinde yapılan 1908 seçimlerinde memleketi Edirne’den aday olmuş ve doksan oy alarak Meclis-i Mebusan’a girmiştir. Meclisin açılışında Ahmet Rıza Bey 205 oy alarak başkan seçilirken Talat Bey’de 116 oy alarak birinci reis vekili seçildi.[16]
31 Mart isyanı
31 Mart isyanı
31 Mart İsyanı’nda isyancıların boy hedeflerinden biri hâline gelen Talat ve Nazım Beyler, isyanın ilk günü Ali Cemal Bey'in Şehzadebaşı'ndaki evinde saklandılar. Ahmet Rıza Bey'in tarikiyle ikinci gün saklandıkları evden çıkıp Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaksutyun) üyesi ve gazeteci Haçadur Malumyan’ın evinde saklandılar. İsyanın üçüncü günü ise Hareket Ordusuna katılmak, Meclis-i Mebusan ve Ayan azalarını toplayabilmek için Doktor Nâzım Bey’le birlikte Ayastefanos’a gitti. Yat kulübünde toplanan diğer mebusan ve ayanla birlikte padişahın “Kanun-u Esasi”ye sadık kaldıkça saltanat haklarının korunacağına dair sadarete çekilen telgrafa imza attı. Sultan Abdülhamit’in hal edilmesinden sonra Talat Bey, ayan ikinci başkanı Gazi Ahmet Muhtar Paşa ile birlikte Reşat Efendi’ye tahta çıktığını bildiren heyetin başkanlığını yaptı.
31 Mart hadisesinden sonra İngiltere’ye seyahate giden 17 kişilik meclis heyetine başkanlık etti. İngiltere’de resmi ziyarette iken Hüseyin Hilmi Paşa kabinesine Dahiliye Nazırı tayin edildiğini öğrendi.
Bakanlıkları
8 Ağustos 1909 ve 4 Şubat 1911 tarihleri arasında bir buçuk yıl Dahiliye nazırı olarak görev yaptıktan sonra “efkarı umumiyeyi ve matbuatı” hoşnut etmediği gerekçesiyle istifa etti; Edirne mebusu olarak meclisteki görevine devam etti.
4 Şubat 1912 - Temmuz 1912 arasında Sait Paşa kabinesinde Posta ve Telgraf nazırı olarak kabinede yer aldı.
Balkan Savaşı sırasında gönüllü asker olarak Edirne’de görev aldıysa da siyasi propaganda yaptığı gerekçesiyle İstanbul’a geri gönderildi. Bâb-ı Âlî Baskını’nın düzenleyici ve uygulayıcıları arasında yer aldı. Baskından sonra Dahiliye Nazırı vekili olarak görev yaptı ancak kabinede yer almadı. Baskından sonra kurulan hükûmet, savaşa devam etme kararı almıştı. Talat Bey, II. Balkan Savaşı esnasında Edirne’nin geri alınması için askerî harekât kararı verilmesinde önemli rol oynadı ve ardından Bulgar temsilcileriyle yapılan barış görüşmelerinde Osmanlı heyetine başkanlık etti.
Mahmud Şevket Paşa suikastının ardından kurulan Said Halim Paşa kabinesinde 12 Haziran 1913’te yeniden Dahiliye nâzırlığına getirildi. Bu tarihten itibaren Talat Bey devletin siyasetinin en önemli belirleyicilerinden biri oldu. Devrin diğer iki önemli yöneticisi Enver Paşa ve Cemal Paşa ile birlikte Üç Paşalar iktidarını kurarak Osmanlı Devleti’nin son dönemine damgasını vurdu.
Balkan harbinde “hıyanetleri görülen unsurlardan memleketi temizlemeyi” bir devlet politikası hâline getiren Talat Bey, memleketin etnik yapısı hakkında araştırmalar yaptırttı; İttihat ve Terakki Cemiyetinin teşkilatı yoluyla Rumları ürkütüp göçe sevk etti; boşalan yerlere Makedonya Türklerini yerleştirdi.
Mehmet Talat Paşa, I. Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki Cemiyetinin en belirleyici isimlerindendi. Savaşa girme konusunda İttihat ve Terakkî Cemiyeti içinde beliren fikir ayrılığında savaşa katılma taraftarı gruba dolaylı destek vererek Osmanlı Devleti’nin böyle bir karar almasında etkili oldu. 27 Mayıs 1915 tarihli Tehcir Kanunu’nun çıkarılması ve uygulanmasında cemiyet liderlerinden biri ve Dahiliye nâzırı sıfatıyla önemli rol oynadı.
Sadrazamlığı
Brest Litovsk Anlaşması imzalanıyor.
3 Şubat 1917 tarihinde Said Halim Paşa’nın sağlık sebeplerini ileri sürerek istifa etmesinden sonra Talat Bey, vezir rütbesiyle sadrazamlığa getirildi. Böylece Osmanlı tarihinde sadrazamlığa getirilen ilk mebus oldu.
Sadrazamlık döneminin en önemli konularından bir tanesi, devletin I. Dünya Savaşı’na girmesi ile ortaya çıkan iaşe meselesi olmuştur. 18 Ağustos 1917’de “İaşe-i Umumiye Kararnamesi” ile bütün yetkiler orduya devredilmesi, “Talat- Enver”, “sivil-asker” çatışması olarak ifade edilmiş; bu çatışmada Talat yenilmiş ve halkı besleme görevi Talat ve sivillerden Enver ve askerlere geçmiştir. İaşe işlerinin askerlerden alınıp yeniden sivillere verme çabasına giren Talat Paşa, İaşe Nezareti’ni kurarak başına Kara Kemal’i getirdi.
Bolşevik Devriminin gerçekleşmesiyle savaştan çekilen Rusya ile yapılan barış görüşmelerine Talat Paşa bizzat katıldı. Lev Troçki, Karl Radek gibi ihtilalciler ve Çiçerin ile Lev Mihayloviç Karahan gibi Sovyet diplomasisinde önemli rol oynayacak olan şahsiyetlerle tanışma imkânı buldu. 3 Mart 1918’de imzalanan Brest Litovsk Barış Antlaşması’na Osmanlı Devleti temsilcisi olarak imza atan Talât Paşa’nın çabaları neticesinde Rusya, 93 Harbi sırasında işgal ederek aldığı tüm toprakları (Ardahan, Kars, Artvin ve Batum) Osmanlı Devleti’ne geri vermiştir.
1918 yılı Temmuz ayında Sultan Reşad’ın vefatı üzerine usûlen hükûmetin istifasını sunan Talat Bey, Sultan Vahdettin tarafından yeniden sadrazamlığa atandı. Devletin savaşta yenilgiye uğraması üzerine 8 Ekim 1918’de sadrazamlıktan istifasını sundu ve 14 Ekim’de Ahmed İzzet Paşa sadâretinde yeni kabinenin kurulmasıyla görevi resmen sona erdi.
Yurt dışına çıkışı
Osmanlı gazetesi İkdam'ın, I. Dünya Savaşı'nın ardından üç paşanın yurt dışına çıkması sonrası 4 Kasım 1918'de çıkan manşetinde şöyle deniyor: "Ermeni Sorununu ortadan kaldırmak için verdikleri yanıt, Ermenileri ortadan kaldırmaya çalışmak oldu."
Talat Paşa ve kabinesinin istifasından sonra toplanan İttihat Terakki ve Umum Merkezi, Talat Paşa, Enver Paşa, Dr. Nazım ve Dr Bahattin Şakir Bey’lerin ülke dışına çıkmasına karar verdi. Talat ve Enver Paşalar memleket dışına çıkacak olurlarsa bütün düşmanlığın onlarda toplanacağı ve fırkanın diğer üyelerinin bu düşmanlıktan uzak kalacakları ileri sürülüyordu.[16] İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin örgütün feshine karar veren son kongresi 1 Kasım 1918’de Talat Paşa’nın başkanlığında yapıldı. Talat Paşa, o gece Enver ve Cemal paşalar gibi önde gelen cemiyet liderleriyle birlikte bir Alman torpido gemisiyle Karadeniz üzerinden Sivastopol’a geçerek oradan Berlin’e gitti.
Yurt dışına çıkmadan önce Sadrazam Ahmed İzzet Paşa’ya bir mektup bırakan Talat Paşa, mektubunda muhakeme olmak istediğini ama arkadaşlarının ısrarı ile bunu geleceğe bıraktığını, sahip olduğu para ile ilgili bilgi verdikten sonra da memleketin işgalden kurtulduğu gün ilk telgrafta geleceğini ve hesap vereceğini söylüyordu. Talat Paşa’nın yazdığı mektubun Kasım’da Sadrazam İzzet Paşa’ya verilmesiyle olay ortaya çıktı. Talat Paşa ve arkadaşlarının yurt dışına çıkmaları hükûmeti çok zor bir duruma düşen kabine 8 Kasım’da istifa etti; yerine kurulan Tevfik Paşa kabinesi çıkarttığı bir kararname ile Talat Paşa ve arkadaşlarının memlekette kalan mallarına el koydu. Ardından 2 Şubat 1919 tarihinde “Tehcir ve Taktil” olaylarını inceleyecek heyetler kurulmasına dair Meclis-i Vükela kararı çıkarılarak, Talat Paşa ve arkadaşları gıyaben yargılandı. Damat Ferit Paşa hükûmeti kurulduktan sonra İttihat ve Terakki’nin ileri gelenlerini yargılamak için yeni bir Divan-ı Harp kurulmuş; ayrıca Talat Paşa’nın paşalık rütbesi ile nişanlarının geri alınmasına karar verilmiştir.
Yurtdışındaki faaliyetleri
Talat Paşa, kaçışından itibaren İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin yurt dışında yeniden başlattığı faaliyetin idaresinde "Ali Sâî” takma adıyla görev aldı. Bütün faaliyetleri bir araya toplamak ve oradan kontrol edebilmek amacıyla bir büro kiraladı. Arkadaşlarıyla burada Türkiye’nin siyasi durumuna ait haberler özetleyip rapor hâline getiren Talat Paşa, bir gazete çıkarmayı istiyordu. Parasızlık nedeniyle bunu gerçekleştiremeyen Talat Paşa, iktidarda iken Avrupa’da tanıdığı insanlara siyaseti hakkında açıklamada bulunmak için hatıralarını yazdı. Berlin’deki en önemli faaliyetlerinden birisi Şark Kulübü adlı bir kulüp kurması idi. Kulüp adına toplanan paralarla fakir doğulu öğrencilere yardım edilecek, doğuluların Avrupa’yı tanımaları kolaylaştırılacak, doğu hakkında eserler yayınlanacak, doğunun propagandası yapılacaktı.
Talat Paşa ayrıca Tevfik Rüştü, Halide Edip, Celal Bayar, Ankara temsilcisi Bekir Sami Bey ve Galip Kemali beyler ile mektuplaşmalar, Cami Bey, Nuri Conker ile görüşmeler yaptı. Çalışmalarının amacı; Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında anlaşma sağlamak; İngiltere ve öteki Batılılarla ilişki kurmak; Anadolu hareketini desteklemek idi. Bu amaçlarla Avrupa ülkelerinde seyahat etti; Bolşevikler ve galip devletlerle temaslar yaptı. Kendisi bu dönemde ayrıca Mustafa Kemal Paşa ile haberleşti.
Suikastı
Ana madde: Talat Paşa suikastı
Soğomon Tehliryan, Talat Paşa’nın katili
Taşnak Partisi’nin İttihat ve Terakkî erkânının öldürülmesi kararı üzerine suikastçı Soğomon Tehliryan, 15 Mart 1921 tarihinde Talat Paşa'yı Berlin’in Charlottenburg semtindeki Hardenbergstrasse’deki evinin önünde yakın mesafeden başına ateş etmek suretiyle öldürdü.[22] Berlin, Tampelhof'ta inşasına öncülük ettiği camide kılınan cenaze namazına kalabalık bir katılım oldu; imparatorun başmabeyncisinin yanı sıra Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri ve Adalet Bakanlarının temsilcileri cenazede hazır bulundu. Berlin'deki Türk mezarlığına defnedildi.
Yakalanan Tehliryan cinayeti işlediğini itiraf etti. İki günlük yargılamadan sonra, Türk tarafının gösterdiği savunma tanıkları dahi dinlenmeden hakkında beraat kararı verildi. Karara gerekçe olarak Tehliryan'ın tehcirden dolayı travma ve cinnet geçirmesi gösterildi.
Öldürülüşünün ardından TBMM’nin 1926 yılında kabul ettiği bir kanunla ailesine ev tahsis edildi ve şehit aylığı bağlandı. Talat Paşa'nın Berlin'deki Türk mezarlığında bulunan naaşı, 1943 yılında alınan Bakanlar Kurulu kararı ile Türkiye’ye taşındı. Gömüldüğü yerden çıkarılan, bayrağa sarılan ve çiçekler içinde, özel bir vagonla İstanbul'a getirilen naaş, 25 Şubat 1944 günü Sirkeci Garında karşılandı, top arabasıyla ve törenle Abide-i Hürriyet şehitliğine taşındı ve burada defnedildi.[23]
Talat Paşa'nın, İstanbul'un Şişli ilçesindeki Abide-i Hürriyet'in çevresinde yer alan mezarı.
Eserleri
Talat Paşa’nın ölümünden sonra yayımlanan hatıraları dışında yazılı bir eseri yoktur. Bu hatıran özeti New York Times Current History dergisinde Ekim 1921’de ve bir kısmı Yeni Şark gazetesinde Kasım-Aralık 1921’de sansürlenerek yayımlanmış; 1945’te Tanin gazetesinde tefrika edilmiş, 1946’da Hüseyin Cahit Yalçın tarafından kitap hâlinde yayımlanmıştır.
Yeni Şark gazetesinde çıkan sansürlü metin, eksik bölümler, Tanin'deki tefrikadan tamamlanıp 2006 yılında Kaynak Yayınları tarafından yayımlandı. İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin bilhassa savaş sırasındaki icraatını savunmak amacıyla hazırlanan bu metinlerin orijinali elde bulunmaz ve gerçekten Talat Paşa’nın kaleminden çıkıp çıkmadığı hususu tartışmalıdır.
0 notes