Tumgik
#küçük yaşanmışlıklar
sonsuzsblog · 10 months
Text
Hayatın duvarlarında yaşadık hayallerle, pişmanlıklarla, sevgilerle, aşklarla, hazlarla; ama hayır insan sadece nefesle yaşar. Bu yaşıma kadar kaç kez düşüp kalktım bilmiyorum ama kalktım önemli olanda bu değil mi? Okudum, yazdım, çizdim elimde bir kalem bir defter aklıma gelen her şey toz duman gibi uçup gitti, sayfalarıma eklediğim en çok bendim. Düşüncelerin önüne geçemeyen benliğimiz hayallerimizi süsleyen bir zavallıdır. Yasa, yararlı olduğu için değil yasa olduğu için yürürlükte kalırmış; işte insanlarda sevdikleri ya da cesaretli oldukları için değil yaşamaya mecbur oldukları için yaşmaya devam ederler. Kimsenin kimseye ihtiyacı yoktur. İnsan en çok kendine muhtaçtır, insan en çok kendini tanımalıdır. Kim derdi insan kendinden çok başka başka şeyleri sever diye? Öyle olmuyormuş... Aklıma yetiştirdiğim her cümle, kendini bana çalıştıran sayfalar yetişti cahilliğimi tedavi etmeye. Ne sen, ne de bir başkası sende olanları, sen kendini tanımadan bulamıyorsun. Kendini öven insan boş insandır, kendinden başka kimseyi düşünmeyen, söylediği her kelimeyi dilindeki sayfalarda bırakan... İnsan dilinde değil elinde bırakmalı eserlerini, uzatmalı, hissetmeli. Sen yap ama başkası bahsetsin senden, adın değil eserlerin dolaşsın elden ele, dilden dile. Aklımda uçuşan binbir kelimelerden birisi kanatlanıp birinin düşüncesine konsa ne güzel olur. Felsefe olur, tartışma olur, yeni yeni kavramlar olur ama adı da bu ya; bir eser olur. Sevmek bir sanattır, nefret etmek bir sanattır, kendini bilmek yaptığın en büyük eserdir. İşte tanıyıp tanıyabileceğim en harika ben dersin. İnsan, beni benden alan değil beni ben yapanı seçmelidir. Kelimelerim düşüncelerimle iş birliği yapıp beynimin emriyle bana kalem ve kağıtla itibata geçmemi söylüyor. Yaşanmışlıklar insanın alabileceği en büyük ders, kendinden alabileceği en iyi tecrübedir. Dünya dönüyor ama insan hissetmiyor, ben dönmüyorum, ben olduğum yerdeyim diyoruz; halbuki ömür gelip geçiyor hangimiz oturup geçen dakikaları sayıyoruz? O sayacağımız zamanda yeni şeyler yaşarız çünkü. Ölüm biraz daha yaklaşır bize. Günler, okunan kitabın çevirdiğimiz sayfaları gibidir, çevrilir çevrilir ve bir de bakmışsın kitap bitmiş. İşte budur hayat dediğimiz şey. Sayfalar bitene kadar, kelimeler, cümleler birbirini kovalar. Bir insanla konuşmak gibidir kitap okumak. Ben okurken kitabımın her sayfasıyla aşk yaşadım, her okuduğumda biraz daha aşık oldum. Beni benden mi aldı kitap, yoksa beni ben mi yaptı? Gözlerimi kapattım, aklımdan binbir kelime geçti, her düşünceme biraz daha su ekleyip içmeye devam ettim. Ben kendimi tanıdım, gelip giden insanları bir kenara bırak, sende kalan seni keşfet. Okurken kendimi bulduğum yerde yeni denemeler ekledim kendimce kendime. Amacım bir sayfada bende olanlardan çevirmekti. Bir bir saydım aklımdaki düşüncelerimi, kelime kelime yazdım bir müzik eşliğinde. Baştan başlayıp okudum daha sonra kendimi. Kim hakkımda ne derse desin, çünkü insanların yaptığı en iyi şeydir kendini tanımadan başkasını tanımaya çalışmak. Kimine göre hastayım, kimine göre vefasız, kimine göre yaş olarak oldukça küçük. Dilediğinizi düşünün ama ben kendimi tanıyorum ve benim hakkımda konuşan insanlardan en büyük farkım bu. İyiki sizden küçüğüm ki kendimi daha erken tanıyıp, bir yol seçebildim kendime. Bir alıntı paylaştım iki gün önce " birileri arkanızdan konuşuyorsa onlardan öndesiniz demektir" işte bu sözü hatırladığımda kendimi tamamen eleştiriye açtım. Bir ay önce karşıma biri çıktı ve çok az kitap okuduğumu söyledi. O an içimden ah demek geçti çünkü kendimi bir kez daha keşfettim. Ben okumak için okumadım, ben kendimi öğrenmek için, okuyacağım yazarı kendimce belirlemek için okuyorum yavaş yavaş. Kitaplığımda biraz daha az kitap olur ama aklımda daha fazla düşünce olur. Şimdi daha iyi okuyorum, daha az eser veren yazar tercih ediyorum.
1 note · View note
doriangray1789 · 2 years
Text
Hayatın duvarlarında yaşadık hayallerle, pişmanlıklarla, sevgilerle, aşklarla, hazlarla; ama hayır insan sadece nefesle yaşar. Bu yaşıma kadar kaç kez düşüp kalktım bilmiyorum ama kalktım önemli olanda bu değil mi? Okudum, yazdım, çizdim elimde bir kalem bir defter aklıma gelen her şey toz duman gibi uçup gitti, sayfalarıma eklediğim en çok bendim. Düşüncelerin önüne geçemeyen benliğimiz hayallerimizi süsleyen bir zavallıdır. Yasa, yararlı olduğu için değil yasa olduğu için yürürlükte kalırmış; işte insanlarda sevdikleri ya da cesaretli oldukları için değil yaşamaya mecbur oldukları için yaşmaya devam ederler. Kimsenin kimseye ihtiyacı yoktur. İnsan en çok kendine muhtaçtır, insan en çok kendini tanımalıdır. Kim derdi insan kendinden çok başka başka şeyleri sever diye? Öyle olmuyormuş... Aklıma yetiştirdiğim her cümle, kendini bana çalıştıran sayfalar yetişti cahilliğimi tedavi etmeye. Ne sen, ne de bir başkası sende olanları, sen kendini tanımadan bulamıyorsun. Kendini öven insan boş insandır, kendinden başka kimseyi düşünmeyen, söylediği her kelimeyi dilindeki sayfalarda bırakan... İnsan dilinde değil elinde bırakmalı eserlerini, uzatmalı, hissetmeli. Sen yap ama başkası bahsetsin senden, adın değil eserlerin dolaşsın elden ele, dilden dile. Aklımda uçuşan binbir kelimelerden birisi kanatlanıp birinin düşüncesine konsa ne güzel olur. Felsefe olur, tartışma olur, yeni yeni kavramlar olur ama adı da bu ya; bir eser olur. Sevmek bir sanattır, nefret etmek bir sanattır, kendini bilmek yaptığın en büyük eserdir. İşte tanıyıp tanıyabileceğim en harika ben dersin. İnsan, beni benden alan değil beni ben yapanı seçmelidir. Kelimelerim düşüncelerimle iş birliği yapıp beynimin emriyle bana kalem ve kağıtla itibata geçmemi söylüyor. Yaşanmışlıklar insanın alabileceği en büyük ders, kendinden alabileceği en iyi tecrübedir. Dünya dönüyor ama insan hissetmiyor, ben dönmüyorum, ben olduğum yerdeyim diyoruz; halbuki ömür gelip geçiyor hangimiz oturup geçen dakikaları sayıyoruz? O sayacağımız zamanda yeni şeyler yaşarız çünkü. Ölüm biraz daha yaklaşır bize. Günler, okunan kitabın çevirdiğimiz sayfaları gibidir, çevrilir çevrilir ve bir de bakmışsın kitap bitmiş. İşte budur hayat dediğimiz şey. Sayfalar bitene kadar, kelimeler, cümleler birbirini kovalar. Bir insanla konuşmak gibidir kitap okumak. Ben okurken kitabımın her sayfasıyla aşk yaşadım, her okuduğumda biraz daha aşık oldum. Beni benden mi aldı kitap, yoksa beni ben mi yaptı? Gözlerimi kapattım, aklımdan binbir kelime geçti, her düşünceme biraz daha su ekleyip içmeye devam ettim. Ben kendimi tanıdım, gelip giden insanları bir kenara bırak, sende kalan seni keşfet. Okurken kendimi bulduğum yerde yeni denemeler ekledim kendimce kendime. Amacım bir sayfada bende olanlardan çevirmekti. Bir bir saydım aklımdaki düşüncelerimi, kelime kelime yazdım bir müzik eşliğinde. Baştan başlayıp okudum daha sonra kendimi. Kim hakkımda ne derse desin, çünkü insanların yaptığı en iyi şeydir kendini tanımadan başkasını tanımaya çalışmak. Kimine göre hastayım, kimine göre vefasız, kimine göre yaş olarak oldukça küçük. Dilediğinizi düşünün ama ben kendimi tanıyorum ve benim hakkımda konuşan insanlardan en büyük farkım bu. İyiki sizden küçüğüm ki kendimi daha erken tanıyıp, bir yol seçebildim kendime. Bir alıntı paylaştım iki gün önce " birileri arkanızdan konuşuyorsa onlardan öndesiniz demektir" işte bu sözü hatırladığımda kendimi tamamen eleştiriye açtım. Bir ay önce karşıma biri çıktı ve çok az kitap okuduğumu söyledi. O an içimden ah demek geçti çünkü kendimi bir kez daha keşfettim. Ben okumak için okumadım, ben kendimi öğrenmek için, okuyacağım yazarı kendimce belirlemek için okuyorum yavaş yavaş. Kitaplığımda biraz daha az kitap olur ama aklımda daha fazla düşünce olur. Şimdi daha iyi okuyorum, daha az eser veren yazar tercih ediyorum.
1 note · View note
yogbecom · 5 years
Photo
Tumblr media
"Anton Çehov ’un Not Defteri ’nden aforizmalar" , https://yoog.be/AgJIy
0 notes
yinedemeliha · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
K a d ı n
Onun yatağından çıkamayacak kadar üzen dertlerini anlatacak güzel kelimeleri yok. Saçları düğümlendiğinde açacak dermanı yok.Ama her şeye rağmen güçlü kalan küçük daha küçük olmanın verdiği hissiyatı ile içinde saf mutluluğun timsali saklı. Ruhu belki yorgun içten dışa yıpranmış evler gibi sadece güvende olacağını bilmeli..
Hayatın kalplerimizi kurutan rüzgarı, yaşanmışlıklar adına söylenmeyen tüm gerçekleri yüzünden çatlamış dudaklarımız, bir gün geçeceğini ve biteceğini biliyoruz ve gülümsemeye devam etmeyi seçiyoruz.. Okyanus dalgaları gibi zamanın bizi her şeyin anlamlı olduğu bir yere taşıyacağı anı bekliyoruz.. Ya çok parlak ya da karanlık, veya şiirsel ruhlarımızla hikayelerin sonu değiliz, hikayelerin bitmesini nasıl istersek öyleyiz. Yarına daha güçlü ve umutla sevgiyle kalın..
28 notes · View notes
nisasamin · 2 years
Text
Yaşına rağmen ' yaşanmışlıklar var' dedirtecek kadar yüzüne büyük geliyordu saçları ve güneşin saklı kızıllıklarını paylaştığı elbisesi, kararmış kirli elli bir küçük kız çocuğuydu.
Kocaman iki bademi andıran gözleri onlara orantılı kederini saklayan kaşları, berrak bir suyun dibindeki yosunlar gibi tatlı yeşilli gözbebekleri, minik yamuk burnu. Çatlamış küçük dudakları, kırmızı ile mor arasında ki savaş sonucu kalan harabe renklerini almıştı. Gözünün etrafına insanların ruhlarını görmüşcesine koyu bir kalem çekilmişti. Hafif ve sık kirpikleri ise gören gözleri gizlice korumakla görevliydi. Yüzünde oluşan güneş lekeleri ve küçük kızın varlığından bile haberi olmayanları kıskandıracak kadar pembe yanakları kirli yüzüne karşın bıraktığı çocukluğunu kanıtlarcasına göze çarpmaktaydı.
Bileğinden sarkan ikisi yeşil biri kırmızı biri Pembe plastikten bileklikleri ve bir çift halka küpesi ile amacı güzel görünmek midir yoksa güzel hissetmek mi bilinmez di bir yandanda...
Tumblr media
#mevlanaanadolulisesiyaratıcıyazarlıkekibi
10 notes · View notes
guzmesblog · 2 years
Text
Bir gün iki kişi birbirine ait olacak tüm kalbiyle. Kendi şiirleri olacak kısacık ama uzun yaşanmışlıklar hissettirecek. Bir şarkıları olacak sustuklarını dile getirecek. Bir kitapları olacak aynı satırları okumuş, altını çizdiği kelimeleri ezberlemiş olacaklar. Bir hayatları olacak zor denilecek ama kalplerinden güç alacak ve bir gelecekleri olacak karanlık günlerindeki küçük ışığın içinde yaşayacaklar.
2022.04.19
Gelmesinibeklediğime'
2 notes · View notes
sahipsizmektuplar · 2 years
Text
8 Nisan 2022
"00.32"
Seni beklemekten bıktım. Seni sevmekten bıktım. YERİNE KİMSEYİ KOYAMAMAKTAN BIKTIM. Akşam olunca sıcak gözyaşlarımın yanaklarıma tebessüm etmesini yasaklamasından bıktım. Kokunu bilememekten bıktım. Haram diye sana dokunamamaktan bıktım. Nereye kadar sabır, sabır, sabır?.. Kafamı karıştırdın hep Şubat, Mart, Nisan demeden. Sen o şehirde ne zaman uyanıp ne zaman yatıyorsun ben nereden bileyim?.. Ağlıyor musun ya da gülüyor musun bizim üstümüze, ben nereden bileyim?.. Seviyorum seni diye gülmeni mi isteyeyim yoksa ayrılık acısına kapılıp beni özlemeni, istemeni, ağlamanı mı isteyeyim gülmen bize saygısızlıkmış gibi? Ben nereden bileyim bunları?..
Baban hala sana kötü davranıyor mu-ve biliyorum ki hiç değişmeyecek- senin, baban yüzünden hissizleşmiş ruhuna ne iyi geliyor, kim sarıyor yaralarını, intihar edecek misin yine? Biz miyiz birbirimizin diğer yarısı, ait miyiz birbirimize, ayrılık kaderin bir oyunu muydu, çok sürer mi daha kavuşmamız, söyle bana başka tenlere mi nasip oluyoruz, o zaman nedendir döktüğümüz bu yaşlar, nedendir göğsümde hissettiğim yaşanmışlıklar, şarkıların o günlerin izlerini bırakması ruhumda ve en önemlisi SEVGİN, o nerede? Kimle beraber? Dayanamıyorum. Bir barut gibi patladım ha patlayacağım. Sus, sus nereye kadar? Ben ağlayınca sen de orada, o şehirde, Bolu'nun herhangi bilemem neresinde eş zamanlı benle ağlıyor musun? Aklına düşüyor muyum mesela? Seni hissettiğimde şu kalbimde, eş zamanlı sen de hissediyor musun kalbinde? Devam ediyor muyum hala sende?.. Seviyorum hâlâ, gitmedim de bana. Eskisi gibi ne olursa olsun yanımda ol. Öyle yapmamış mıydın? Zor şeyler atlatıyordu ama onu bir gün olsun bırakmadım diyordun arkadaşıma. Seninle o kadar güzel anılarımız var ki... Bir kaç hatayla silemezsin tüm güzellikleri! Senin benim ikinci yaram olmaya ne hakkın var?! Umudum olup beni öldürmeye ne hakkın var Enes?! Yanımda ol yine. Yanında olayım yine. Bir akşam internetini açar açmaz benim mesajlarımla karşılaş, yine seni sorayım, nasıl olduğunu bileyim, sevgi dolu sözler söyleyelim, bir kaç saat konuşamayınca senin için yine endişeleneyim, senin de önemsenmek hoşuna gitsin, mutlu ol böylece, ailen olmak istiyorum tekrar, neden bağımızı kopartıyorsun? Sen hiç etin kemikten kopmasını bilir misin? O acının bu acıya denk geldiğini bilir misin? Yüreğimi harabeye çevirdiğini bilir misin Enes? Bir kez daha yetmez, binlerce kez 00.00 saatine birlikte denk gelelim, gecemiz gündüzümüz bir mesajımızla başlasın. Ses kayıtlarını başa sarayım ben yine. Bana şarkılar söylemeni isteyeyim. Tuğkan-Derya'yı söylemiştin, sıra Sen Benim'de. Hani bir gün'ler birikmeye başladı dediğimde bana, "Hayır, biz geleceğimizi çizmeye başladık" demiştin. Bir gün, bir gün diye diye ipleri inceltmişiz biz, yüreğinde bir yerlerde, aklının uçurumlarında mıyım? Hani ayrılırsak bile seni beklerim ki ben demiştim, hatırlıyor musun? Bundan mıdır gelmeyişin? Saçma sapan şeylerin bizi ayrımasına izin vermeyeceğim diyordun sen. O yuvamızı kuracağız, sen, ben, Ezgi, Uzay diyordun. Ama izin verdin?.. Alışamam ben diyen adam nereye gitti Enes? Alıştın mı hakikaten? O çıkarsa hayatımdan benim yaşama sebebim kalmaz diyen adamdan çıt çıkmıyor. Ben sen değilim sevdiğim. Senin gibi dayanıklı değilim. Daha önce terk edilmedim, aldatılmadım ya da sevgilim olmadı. Senden önce karşılıksız ve nedensiz seven bir yüreğim vardı, o da çok yara aldı, üst üste inen darbelere yüreğim uyuştu, artık hissetmiyordu. Sen beni ilk sevensin, ilk sevgilimsin, sevmeyi uzaklardan öğretensin. Bırak bu ilklerimde hatalarımı bana çok görme, senin gibi susturmadılar beni. Ben bilmem ki içime atıp unutmayı. Çıt kırıldımın tekiyim, birine anlatmadan çıldırırım. Ben küçük bir çocuk gibiyim, acımı paylaşarak atlattım, birileri yanımda oldular, belki de tüm bunlar şımarttı beni. Güçsüz, korkak, aptalın tekiyim. Senin gibi değilim... Beni niçin yalnız bırakıyorsun sen? Bak şu an tam da sıcak damlalar seyiriyor gözüm. Sımsıcaklar ama, tenimi yakıyorlar, bu nasıl acıdır?
Sen de ağlıyor musun?
Biz çok güzeldik kurban olduğum. Gülmelerine kurban olurum ama artık ne olur gel, dayanamıyorum...
Ya gel,
Allah'ım ya da al bu aşkı içimden...
3 notes · View notes
llechiess · 3 years
Text
KALP KIRMAK
"Hiç birini kırdınız mı?" ya da " Bir camın kırılması gibi onlarca parçaya ayrıldı mı kalbiniz?" Biriyle konuşurken söylediklerinize dikkat edin. Çünkü istemeden olsa kalbini feci bir şekilde kırabilirsiniz. Kırılan bir kalbi tekrar tamir etmek çok zor oluyor. Günler, aylar hatta haftalar sürebiliyor bazı zamanlar.. Bazen de hiç esksi gibi olmuyor. Hatta gittikçe kötüleşebiliyor. Eee ne demiş Mevlana: " Kopan gülün dalında durması ne kadar zorsa, kırılan kalbinde onarılması o kadar zordur."
  En çok da söylediklerinin son derece farkında olup insanların kalbini kolayca kırabilen insanları anlamıyorum. Çünkü yaptıkları şey sahtekarlıktan başka bir şey değil. İnsanların sadece kalbi kırılmıyor, dünyası da hayalleri de yıkılıyor. Aynısının size yapılmasını hoşlanmayacağınız hiçbir şeyi bir başkasına yapmayın. Hayat anlaştıkça ve sevgiyle güzel. Yapacağınız herhangi bir kötü hareket insanların diğerlerinden ya da dünyadan bıkmasını sağlayabiliyor. Bir insanın yaşama sevincini söndürmek istemezsiniz öyle değil mi? Çünkü aynısı size yapılsa muhtemelen kahrolmaktan başka bir şey elinizden gelmez.. Kalp kırmak kırdığınız bir bardağın kaybolan küçük parçaları gibidir. O parçaları bulmak çok zordur ama istenirse de bulunabilir.
  Bazen birlikte yaşanmışlıklar üzüyor insanı..  Sizin kalbinizi her ne kadar çok kırsa da sizi üzen kişi, onu kalbinizden bir türlü atamadığınız zamanlar olabilir. Ancak kimsenin gittiği için üzülmeyin. Çünkü o sizin kalbinizden hak etmediği için çıkıyor veya hak etmek istemediği için. Bazen iyiliklerin yerini keşkeler alır ve tek yapmanız gereken birinin hatasını göstermeye çalışmak değil de hatasını görmek için zaman vermek olucaktır. Her ne olursa olsun kimsenin o güzel kalbinizi kötüleştirmesine ve kırmasına izin vermeyin!
34 notes · View notes
ramazanserdar · 2 years
Text
BİR BÜYÜK ÇINAR; BERBER ÖMER…
Gürbüz Özen, ya da bilinen adıyla “Berber Ömer…”
85 yaşına ne sevinçler ne acılar ne olaylar sığdırmış bir canlı tarih…
Susurluk’un sosyal, siyasi, kültürel, sportif faaliyetlerinin tamamında bazen yönetici bazen üye olarak ve hiçbir ücret talep etmeden yer almış,
Susurluk için her defasında taşın altına elini sokmuş bir büyük çınar…
Ömer Abiyle ara sıra yolda karşılaşıyoruz. Her zamanki gibi üzerinde takım elbisesini giymiş, kravatını takmış, günlük tıraşını olmuş görmekten,
Bir istikrar abidesiylesohbet etmekten, anılarını dinlemekten mutluluk duyuyorum.
Kendisinden dinleyelim Ömer Abiyi; “Mart 1965, Susurluk’a geldim. Çarşı Cami müezzini Hayri Köroğlu’nun yanında berber kalfası olarak 3 ay çalıştım ve dükkânı devraldım.1968 yılında CHP’ye kaydoldum. 1969 yılında 5 Eylül Spor Kulübüne yönetici olarak seçildim. 1971 yılında Susurluk CHP yönetim kurulunda merhum İbrahim Bozoğlu başkanlığında görev yaptım. 1972 Nisan ayında 5 arkadaşımla o günkü ismi dernek olan Susurluk Esnaf ve Küçük Sanatkârlar Derneğini kurdum. 1973 yerel seçimlerinde CHP’den belediye meçlisine girdim ve grup sözcülüğü yaptım.”
Şu kısacık anlatımda bile ne yaşanmışlıklar var değil mi…
Ömer Abi bulunduğu yere“yenilik”, dokunduğu yere “değer” katan insanlardan.
1972 yılında Bağ-Kur yasası çıkıyor. Ömer Abi, esnafın Bağ-Kur’a girip sigortalı olması için 200’ün üzerinde kişinin işlemlerini dükkanında daktilo ile tek tek yapıyor. Sigortalıların Bağ-Kur işlemlerini hatasız yaptığı için genel müdürlüğe seminere davet ediliyor ve Ankara’da 4 gün seminer veriyor.
“1979 yılındaki kongrede 13 oyla Esnaf Odası seçimini merhum Ahmet Çakar arkadaşıma karşı kaybettim. 10 yıl Esnaf Kefalet Kooperatifi yöneticiliği yaptım.” derken “Şu anki oda başkanı Aydın Sait’i takdirle karşılıyorum” diyor Ömer Abi.
Sene 1978… O zamanlar market falan yok. Toptancılar var. Mahalle bakkallarının ve kahvecilerin küp şekerlerini fabrikadan alıp belediyenin arabası ile iş yerlerinin kapısının önüne kadar götürüyor. -Benim işim değil, bana ne- demiyor Ömer Abi. Ayrı siyasi görüşten olmasına rağmen, dönemin belediye başkanı merhum Nuri Eroğlu’nu şeker dağıtımında belediyenin arabalarını emrine tahsis ettiği için de saygıyla anıyor.
Ömer Abinin Susurlukspor’da yönetici olduğu zamanlar…
Sene 1975… Hakemin kararını beğenmeyen Bodur Hasan, Dalak Niyazi, Mustafa Yeşillik gibi futbolcular hakeme saldırıp maçın yarıda kalmasına sebep oluyor. Adnan Sabah dışında yedekler dahil hepsi ömür boyu boykot cezası alıyor. Susurlukspor, Adnan Yalçınkaya, Kıyma Nejat, Ali Serezli gibi 15-16 yaşında genç takım oyuncularıyla sahaya çıkmaya başlıyor. Ömer Abi; “Bizimle maç yapan takımlar hatıra fotoğrafı çektiriyordu. Çünkü her maçta 5-6 golden aşağı yemiyorduk. Fakat o çocuklar iki üç yıl sonra Balıkesir Amatör Küme şampiyonu oldular. Türkiye Amatör Küme şampiyonasında Balıkesir’i grup maçlarında Adapazarı’nda temsil ettiler. Şunu anmadan geçemeyeceğim, takımı savunması için Bölge Temsilcisi Şerafettin Serezli ile birlikte bölgeye gittik. Bölge başkanı bizi savunan Şerafettin’e ‘Sen benim temsilcimsin sen tarafsız olamazsın’ dedi. Şerafettin cebinden kalemi çıkartıp orada istifasını yazdı ve ‘Ben artık Susurlukspor’un yanındayım’ dedi. O olayın ardından küme düşmekten kurtulduk.”
Bir anısı da babamdan…
“Bir Kurban Bayramı günü Sosyal Güvenlik Bakanı Hilmi İşgüzar geldi. Bayramı falan bıraktık haydi partiye. Hoş beş sonrası ‘Bana Bekir Topraktepe’yi bulun’ demez mi. Seferber olduk. Nihayet bulduk. Meğer rahmetli Bekir Abi, Ormancılar Birliği Sendikası Genel Başkanı iken o da Sinop’ta Orman Bölge Şefi imiş ve çok iyi arkadaşlarmış.”
Kişiliğiyle, davranışlarıyla, yaptıklarıyla, küçük bir berber dükkanından büyük hayat dersleriveren Ömer Abinin değerini,
Kendini ciddiye alıp işini ciddiye almayan insanları gördükçe daha fazla anlıyorum…
Ramazan S.TOPRAKTEPE
1 note · View note
serpsblog · 2 years
Text
Tumblr media
Fotoğrafta her şeyden önce yaşanmışlıkla göz göze geliyorum. Bakıyorum ve evet diyorum. Yaşanmış bir şeyler var. Belki küçük bir kız çocuğu yalnız başına ormanın ortasında, belki savaştan kurtuluyor küçücük aklıyla, ama küçük zamanlara büyük yaşanmışlıklar sığdırılmış. Gözleri üzerine ağaç gölgeleri düşmüş nehirden farksız, gözünün kenarlarıysa siyah çerçevelenmiş. Hasta mı? Burnu mu akıyor? Bir yerden burnuna şeffaf bir sıvı mı sürüldü? Bilemiyorum ama birinden biri olabilir. Elleri belki bir toprak bayıra tırmanmış, belki yakılmış kına kalıntıları... Fakat yıprandıklarını söylemek zor değil. Çok zor bir şeyler aşmış ya da aşmaya çalışıyor olduğunu tahmin edebildiğim kızıl saçlı bu küçük kız çocuğu, aynı zamanda bileklik ve küpeleriyle bir o kadar da özenli gözüküyor. Saçlarıyla kıyafeti ise bütünleşiyor. Baktığımda diyorum ki: Gel otur biraz dinlenmeye ihtiyacın var...
2 notes · View notes
izmaritblog1 · 3 years
Text
bir gece yarısı hıçkıra hıçkıra ağlarken yazıyorum. Işıklar kapalı. İlk defa ilkelerime kadar nefret ediyorum dünyadan. Sesim kesiliyor yavaş yavaş. Boğazıma dolanıyor yaşanmışlıklar. Ruhum intihar ediyor önünde oturduğum pencereden. Kuruyor tüm çiçeklerim. Pakette kalan son iki dal. 2 aydır yaktığımdan çok yanmışlığım. Hiç beceremedim konuşmayı. Güzelliklerin kadını değilim ben. İnce sevmelere denk gelmedim. Elimde kırık bir kalem önümde gözyaşları ilr sayfaları ıslanmış eski bir defterimden başka sahip olduğum bir şey yok. Kendimi bilr kaybettim ben. Kendime verdiğim hiç bir sözü tutamadım. Benliğimi kaybettim. Kendime çok haksızlık ettim. Yarasına merhem olmak istediğim herkes bana yara oldu. Geçmişi unutup geleceğe umutla bakmak istedim olmadı geçmiş bana kendini her seferinde yüzüme vurdu. Satırlara sığdırdığım acılarıma bi haberdiler. Her ne olduysa affetim ben içimde ki yük affetmekle hafifler sandım. Büyüdüm, olgunlaştım ama hep küçüktüm. Bağırılınca gözleri dolan küçük bir kız çocuğuyum ben. Zamana bıraktım zamanla ağırlaştı. Enkazın içindeyim sanırdım meğer ben enkazın kendisiymişim. Gözlerim kan çanağı. Sizin sağır olduğunuz sesimi kesiyorum bu gece. Gök yüzüne uğurladığım herkesin aksine ben yerin bin kat dibine gidiyorum sanki. En çok kendimden, sonra hepinizden..
4 notes · View notes
ballerinashoes · 4 years
Text
...
artık geçmişte yaşamıyorum,geçmişte yaşlanmaktan vazgeçtim. Üstünden adım kadar yıllar geçmiş vakitlerden(anılar,yaşanmışlıklar,hatırlananlar,artık adına ne derseniz) sıyrılıp geleceğe bakmanın sırası şimdi değil de ne zaman?
Bazı küçük değişiklikler hayatımızdaki büyük adımlara tekabül etmez mi? Aman diye geçiştirdiklerimiz hep peşimize takılmaz mı? Sürekli içimizde savaş verdiğimiz duygulara yenilmez miyiz? Yeniliriz çünkü duygular her zaman galiptir. O zaman savaşmamalıyız,zeki insan yenileceğini bildiği savaşa girmez.
Bazı şeyleri kabullenmemiz gerekir. Kabullenmek... tek kelime 11 harf söylemesi ne kadar da kolay,uygulaması ise bi o kadar zor. Çünkü güzel bir kabulleniş için önce yüzleşme gerekir. Bazen bazı şeylerle yüzleşmek iyidir çünkü büyük bir aydınlanma yaşamamız aşikar. Ama hayal kırıklığı ile de sonuçlanabilir. Hayatımızın dönüm noktası dediğimiz anlardan biri olur genelde. Bu sebeple korkmamalıyız. Çünkü geçecek sonunda ‘vay be ben çok güçlüyüm’ diyebileceğiz. 
5 notes · View notes
theelfida · 4 years
Text
Gece sanırsam bizim gerçeğimiz, iç hesaplaşmalarımızı bu zaman diliminde yapabiliyoruz çünkü oyanlanacağımız bir oyuncak -kişi, iş veya olay-  olmuyor. O küçük dünyamız neredeyse sessiz bir hale bürünüyor, belki bir bebeğin ağlaması, belki uzaklara giden bir uçak, belki bir an önce gideceği yere varmak isteyen bir araba, belki kedilerin kavgası, belki sokağımızdan geçen birinin bavulunun tekerleği bir anlığına düşüncelerimizden bizi çekip çıkarıyordur.
Peki ben ne ile hesaplaşıyorum?
Kendimden, sevdiklerimden uzaklaştım. Yapay bir dünya kurdum kendime, istediğim yalanlarla döşediğim. İnsanlara gerçekliğimin bu evren olduğunu söyledim, gösterdim. Ne acıdır ki en yakınımda sandıklarım bile bu dünyaya inandı, onlar inandıkça ben içimdeki renkleri biraz daha kaybettim. Sonra yalanlar arttı, sevdiklerimi teker teker kırdım, hırçınlaşmıştım çünkü bir yalanın içinde olduğumu biliyordum ve kendime bunu itiraf edersem nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum. Kendimi hiç iyi hissetmiyordum, bitmeye yaklaşan bir tiyatro oyununda rol yapma yeteneği olmayan oyuncuydum. Senaryonun son sayfaları hiç yazılmamıştı, gerçi bir senaryo da yoktu, attığım adımların sonunu göremiyordum ve girdiğim yolun sonu gözükmüyordu. Yarattığım her yalanın boğazımda bir yumru olmasına izin verdim, şimdiyse tek yapabildiğim paramparça ettiğim sahnenin ortasında ağlamak. Yalnızım, ertelediğim tüm o yaşanmışlıklar, hisler benimle konuşuyor. Pişmanlıksa boğazımdaki yeni yumrum.
Aşık olduğum biri vardı, acaba bana karşı bir hissi kalabildi mi? Bana hep destek olacağını söyleyen biri vardı, şimdi kimin elini tutuyor?
Bilsem ne değişecek? Geç kalmak da erken gelmek gibi bir problem. Biz senle erken karşılaştık, birbirimizin kıymetini anlayamadık, evrenlerimizi ve hayallerimiz üzerinden birbirimizi incitmekten kaçınmadık. Hırslarımız için, kendimizi kurtarmak için tüm o bencilliklerimizle birbirimizi üzmekten çekinmedik, yapamadık. Şimdiyse ben geç kaldım çünkü senin tepkilerinden korktuğum için sustum. Bana nasıl zarar vereceğini yaşadım, her gün söylediğim yalanlarla renklerimi yitirmemle, üstümden bollaşıp aşağı inen pantolonlarımla, kesikli uykularımla, dostum haline gelmeye başlayan kabuslarımla...
Peki benim peşinden hâlâ gelmeye hevesli olmam neyi değiştirecek? Bilmiyorum.
Uzun zamandır duygularımı bastırmaya dayalı bir evrenin içine hapsettim kendimi. Şu an ise aynanın karşısında dağılmış saçlarıma, kanlı gözlerime, yenmiş dudaklarıma, seyiren gözüme bakıyorum. Ne zamandan beri kendimden kaçıyordum? Yarattığım evrenin gerçekliğine nasıl kabullenemedim? İnsan çevresindekileri kendinden daha çabuk kandırıyormuş, inandırıyormuş. Belki bunu ben istedim, işleri düzeltemeyeceğim bir noktaya getirip yaptıklarım suçluluğuyla ezilmek. Bu gerçeği neden bu kadar geç kabullendim? Tüm yaşadıklarım, kafamda kurguladığım dünyalar, ilişkilerim, zorunlu seçimlerim, tüm yaptıklarım, tüm o boşa kürek çekmelerim... "Asla" dediklerimin beni bulması, "Asla" dediklerime mecbur kalmam... Hayatım aslında tamamen benim kontrollümde değil, diğer olasılıkları hesaba katmayıp sabırsız bir şekilde yol almaya çalışmam, işte bu benim hatalarım başında geliyor. Sabırsızım, yaptığım tüm yanlışları bir an önce düzeltebilmeyi o kadar istiyorum ki fakat tüm yaşanmışlardan sonra çok geç kaldım. "Özür dilerim"in güçsüz kaldığı bir noktadayım, bana bir yardımı olmayacak. İkimiz de çok uzağız, fiziksel bir mesafe kolay aşılır fakat ruhlarımız arasına olan o uzaklık, işte onun temellerini atan bendim fakat yok edecek güce sahip değilmişim, bu gerçeği bilmek sadece hatalarımı düzeltemeyecek kadar aciz bir insan olduğumu hatırlatmaktan öteye geçemiyor. Şimdi seninle eskisi gibi olamayacağımı, senle ortak bir mutluluk anı paylaşamayacağımı, eskisi gibi konuşamayacağımı ve sana sarılıp gülümseyemeyeceğimi kabullenmem gerekiyor, tıpkı geleceğimin seçimini kendim yapmaya çalışırken mecburi bir yöne girmem gibi.
"Asla" neden bu kadar keskin bir kelime, belki "hiçbir zaman" anlamına geldiği içindir. İşte o "hiçbir zaman"ın var olması, belki bu gerçeğe bir kabullenebilsem... Belki işleri çözemeyeceğim kör düğümlere dönüştürmeseydim... "Keşke"lerimin ve "Asla"larımın beni mahvetmesini nasıl engelleyeceğim?
2 notes · View notes
bluesyemre · 3 years
Text
Jean Paul Peters'ın Söke Bayırdamı Köyündeki Küçük Köy Evi (Ruhu Olan Evler #3)
Jean Paul Peters’ın Söke Bayırdamı Köyündeki Küçük Köy Evi (Ruhu Olan Evler #3)
Her köşesi özenle dizayn edilmiş, her duvarında yaşanmışlıklar barındıran ve ruhu olan evleri ziyaret ediyoruz. Ruhu Olan Evler serimizin üçüncü bölümünde, Belçikalı Jean Paul’un Söke Bayırdamı Köyü’ndeki 2+1 köy evindeydik. Jean Paul, evini köyün dokusunu bozmayacak şekilde, modern ve eski Anadolu esintileri ile dekore etmiş. Ev hakkında daha fazla detay görmek için Instagram adresimizi ziyaret…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
musfika-hanim · 4 years
Note
Hani derler ya ununu elemiş eleğini asmış diye bazen aman canım bizden geçti diyecek oluyorum ama geçmedi ne unum var ne eleğim geç kalmışlık hissi yoruyor şair diyordu ya hani kalmışım ara yerde tozdayım dumandayım diye ben ara yerde kalanım işte ayak uydurmaya çalışanım nazar değmesin diye yanlış anlaşılmasın diye çaba sarfedenim belki gururu incinen ama konuşmaya gelince ortada birşey olmadığı için konuşamayanım herkes derdini anlatıyordu birgün çocuk uyutmadı uyuyamadım dedi diğeri büyük
++büyük çocuk daha çok yoruyor arayacaksın bu günleri dedi dört beş kişi dertlerini söylediler bi güzel.olan yoruyor da olmayan da yoruyor be abla yoruldum ben artık ne yapayım bilmiyorum kendi kendime ne yapayım diye dertlenirken postunu gördüm sorun diye aklıma gelmişti önceden rahatsızlık etmemeyim diye sormktan vazgeçtim görünce yazym dedim belki sana da dert diye gelmez bu dediklerim yaşanmışlıklar daha çok yorar elbet bunun bilincindeyim kendimi ne kadar ifade edebildim bilmyrm
Hayırlı sabahlar. Mesajınız geldiğinde ben uykuya yenik düşmüşüm çoktan.
Çok açık yazmamışsınız ama çıkarım yapabildim biraz. Unu da eleği de Allah verir insana. Unu verir, elettirir, artık ne un ne de elekle işin kalmadığında duvara astıran da Allah'tır. Geçse eğer vakit o geç olmayı yaratan da Allah'tır. Evlilik hususu; tamamen kısmete ve kadere dayalı mevzudur. İnsanın çabasının, kendini yiyip bitirmesinin, bekliyor olmasının katkısı yoktur bu sistemin dönmesi için. İnsan elbette aklından geçirir, karşısına çıkacak insanlar için dua eder, hayırlısını ister ve bekler. Bundan sonrası Allah'a kalmıştır. Niye, neden, hani nerde, neden karşıma çıkmıyor, ben ne zaman evleneceğim, ne zaman çocuk sahibi olacağım? sorgulamalarının ve üzmelerinin keşke faydası olsa. İnsan aile olmanın özlemini yaşar kendine ait bir düzeni olsun, hayatı düzene girsin ve biran önce o telaşların sahibi olsun ister, ama kısmet işte. Yaradanın dediği vakitten ne önce ne sonra. Ben "asla evlenmeyeceğim" düşüncesi içinde biriydim. Eskiler şimdi gibi değil, lisede okurken dahi ordan burdan haber yollayanlar, eline oğlunun fotoğrafını alıp kapıyı tıklatanlar, istemeye geleceğiz kızınızı diyen insanlar çok olurdu. Anneme lafını dahi ettirmezdim. Yaşım da daha 17 ve 20 arası. Fakat bundan 22 sene önce tam evlilik yaşı olarak bilinen yaşlar. Hani 21 olsanız evde kalmış gözüyle bakılan zamanlar. Annem "kızım gelsin gitsinler nolacak" dedikçe "kesinlikle kimse gelmesin, istemiyorum" derdim. Kadın korkardı dile getirmekten. Ama nasip, ben herkes için hayır diyorken eşimi sadece bir kere görerek kabul ettim. Bir kere evlilik görüşmesinde, bir kere istemede gördüm ve dedim ki tamam olsun istiyorum. Ve sadece iki kere gördüğüm bir adamla evlendim. Eğer ki karşınızdaki kişi sizin nasibiniz ise eliniz ayağınız, diliniz bağlanır. O dünyanın evlenilecek en iyi insanı, kişisi olur. Hiç aklınızda yokken gelir hayatınıza girer ve dünyanızı biranda güzelleştirir.
Velhasıl kelam güzel kardeşim; Allah vakti gelince seni de bebek mızıldamaları, çıkmayan gazlar, uykusuz gecelerle yorar. Elimizde olan da olmayan da Allah'tan. Dışardan gelen imalara, sözlere kendinizi yormayın. Şu an annem ve babamla yaşayan kız kardeşim.. 31 yaşında. Dünyanın en verici, en ponçik yüzlü, en tatlı, sabırlı, tevekküllü ne bileyim gözümde biricik o. En küçük kız kardeşim. 31 yaşında ve bekar. Evvelki sene bir beyle karşılıklı beğenme, oturup görüşme sonucu, isteme nişan vs oldu. Çok sevdi kız kardeşim, çok bağlandı. 7 ay nişanlı kaldılar ve beyefendi blr anda ben bitirmek istiyorum dedi ve bitirdik. Hiçbir sebep yok, kendince ürettiği içi boş bahaneler. Kız kardeşim bütün çeyizini almıştı, çalışıyor kendisi kamuda. O gence dayamıştı gönlünü, çok sevmişti. Ama büyük bir imtihanın eşiğinden geçti. Şimdi güven unsuru da zedelendi, çünkü o dönem çok üzüldü "iyi ki şimdi bitti ya evlenselerdi daha zor olacaktı bu tür bir şahsiyetsizle" desek bile oldukça yıprandı.
Rabbimden hayırlısını isteyin, o Ol diyince oluveriyor zaten. Doğru anlamışımdır inşaallah endişelerinizi. Biraz üstü kapalı değinmişsiniz çünkü :) Allah hayırlı kısmetlerle buluştursun sizi, üzüntü ve kaygılarınızı, yorgunluklarınızı merhametiyle dindirsin. Ayrıca hiç rahatsız olmam yazın ne zaman isterseniz. Allah'a emanet olun güzel kardeşim.
Selametle 🌸
Okumuş olduğunu bilirsem mutlu olurum.
4 notes · View notes
Text
Selam kendim,
Dün arkadaşlarına hayallerini anlatmaya çalıştığında gülüp geçtiler. Sense seni en iyi anlayan yere geldin. Satırlar anlıyordu seni en iyi. O yüzden şimdi buradasın.
Mutfak senin kalbin, yazmak senin beynin, dans etmek ise bedenin.
Mutfağa girdiğin zaman kendini buluyorsun değil mi? Evet,buluyorsun. Gastronomi okuyup insanlara yemeğini göstermek istiyorsun. Üniversiteni bitirdiğinde Ankara'da küçük bir restoran açıyorsun kendine. Hızla büyüyor, insanlar senin kalbini anlayabilmek için geliyor oraya. Programlara katılıyorsun, şampiyon oluyorsun. Ankara'daki küçük restoranının ikinci şubesi Chicago'da açılıyor. Ünlü bir şefsin ve insanlar senin yemeğine bayılıyor.
Yazmadan yaşayamıyorsun tabii ki. İlk önce bir yemek kitabın çıkıyor. Anlaştığın yayınevi birçok kurgunu bastırıyor. İnsanlar senin satırlarında hem seni, hem kendilerini tanıyor. Satırların onlara huzur veriyor.
Dans ediyorsun, dans ederken kimseyi duymuyor, görmüyorsun. Sahneler alıyorsun, birçok dansçı ile gösteri sergiliyorsun. Dans ederken hem yazıyor hem de yemek yapıyorsun, dansına yaşanmışlıklar katıyorsun.
Sonra hayatına biri giriyor ; aşk
Seni alıyor, cennet ile cehennem arası bir yere götürüyor. Onu severken hem acı çekiyorsun hem de mutlu oluyorsun. Yemeğine aşkı, satırlarına aşkı, dansına da aşkı katıyorsun.
Evleniyorsun.
Bembeyaz bir gelinlik, simsiyah bir damatlık.
Aşık olduğun adam yanında,
Seninle bir yuva kurmak için ağzından çıkan tek kelime ; evet
O evet diyor, sen ölüyorsun.
Sen evet diyorsun, o ölüyor.
Biri erkek biri kız ikizlerin oluyor. Oğlun seni, kızın da babasını kıskanıyor.
Gece uyutmuyorlar sizi, aranıza sızıyorlar. Eşin sabır dileyerek kafasını arkaya atıyor. Oğluna sarılarak uyuyorsun.
Herşey harika, değil mi?
Bu senin hayallerin güzel kızım.
Hayallerinin peşinden koş, koşalım.
2 notes · View notes