Tumgik
#kapıyı açık bırak
mel-inoe · 1 year
Text
"Kendinden utanma, yürüdüğün yoldan da korkma. Kaçmak istersen kaç, bunda utanılacak bir şey yok. Kendin ol. Kendin olabilmek için ismine ihtiyacın yok, yüreğin hep sarı atsın, yeter. Kahramanların bile kırılma noktaları vardır, senin de var, bu yüzden düştüğünde ayağa kalkmak için acele etme. Kırık bir ayakla yola devam edemezsin, iyileşmeyi bekle. Gözünü kırpmadan aşık olduğunu itiraf edenlerden, düştüğünü kabul edenlerden korkma hiç. Bu zamana kadar kim bilir kaç kez düşüp, kaç kez kendini ayağa kaldırdı, bilemezsin. Ummanda bir zerre olduğunu unutma."
18 notes · View notes
tipitip213 · 2 months
Text
Fotoğrafçı ile türbanlı hatun.
Merhaba, adım Vural. 42 yaşındayım ve evliyim. 25 yıldır fotoğrafçılıkla uğraşıyorum. Kendime ait bir stüdyom var. Genelde giyim firmaları için katalog çekimleri yapıyorum. Elbise, mayo vs. çekimleri için gelen modellerle ilişkilerim oldu. Bunlar genelde üniversite öğrencileri olurdu. Yüzü ve fiziği güzel kızlardı çoğu. Karımda bulamadığım cinsel tatmini onlarda buluyordum. İyi kazandığım için maddi problemim yoktu. Ceplerine parayı koyunca onları istediğim gibi sikiyordum. Bir kısmı bakireydi, o yüzden onları sadece götlerinden sikerdim. Bazıları da artık işi orospuluğa vurmuştu. Ben daha bir şey söylemeden amlarını sergilerlerdi. Modellerin soyunma odasına gizli kamera koymuş, onlar soyunurken izler, görüntülerine bakarak da 31 çekerdim. Sikemediklerim için de kendimi böyle avutuyordum.
Bir gün modellik ajansından aradılar. Kıyafet çekimi olacağını söylediler. Firma, çekimi yapılacak elbiseleri getirecek, ajans da fotomodeli gönderecekti. Bir saate kalmadan firmadan geldiler ve elbiseleri bırakıp gittiler. Bu sefer çekim için gelecek modeli beklemeye başladım. Kısa bir süre sonra orta yaşlı, kapalı bir kadınla genç bir kız geldi. “Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordum. Kadın, “Bizi ajanstan yolladılar, burada çekim yapılacağını söylediler.” dedi. Kız annesiyle beraber gelmişti, 19-20 yaşındaydı. Kız uzun boylu, genç ve güzeldi, ama utangaç ve içine kapanık olduğu da belliydi. Annesi ise 40-42 yaşlarında vardı. Annesinin üzerinde uzun bir etek ve gömlekle, başında renkli bir türbanı vardı. Güneş gözlüklerini türbanının üzerine çıkarmıştı. Ayağında da topuklu ayakkabı.
“Evet, ben de sizi bekliyordum…” dedim. İşyerinde benden başka kimse yoktu, o nedenle çekim esnasında kimse rahatsız etmesin diye kapıyı içerden kilitledim. Daha sonra kendilerine çekimin aşağıda yapılacağını ve oraya inmemiz gerektiğini söyledim. Annesi ve kızı önümden geçip aşağı inerlerken, annesinin sallanan götü sikimin sertleşmesine sebep oldu. İnce eteğinin altından külot izi belli oluyordu. Daha önce de birkaç kez annesiyle gelen kız olmuştu. Ben çekimle ilgili konuları anlattım. Kız başıyla anladığını belli ederken, annesi köşede oturmuş, etrafa bakıyordu. Ben kıza soyunma odasını gösterdim. O sırada annesi, “Elbiseler açık saçık değil, dimi?” diye sordu. Ben de, “Hayır, bu normal bir elbise çekimi, pantolon, gömlek, elbise falan. İsterseniz siz de içeri girip bakın.” dedim. Kadın, “Yoksa babası keser ikimizi!” dedi ve kızıyla beraber içeri girdi.
Birkaç dakika sonra kız üzerinde elbise ile çıktı. Annesi de beraberinde çıkmış, köşede çekimi izliyordu. Ben kızın resimlerini çekmeye başladım. İçerisi oldukça sıcaktı. Kapalı bir ortamdı ve spotlar da sıcaklığı artırıyordu. Klima birkaç gün önce bozulmuştu ve halen yaptıramamıştım. Annesi sonunda, “Ay burası çok sıcak, ben içerde oturacağım.” diyerek soyunma odasına girdi ve çekim boyunca orada kaldı. Çekimler birkaç saat sürdü. Neyse, akşamüzeri işimiz bitti. Kıza ve annesine teşekkür ettim. Beraber ayrıldılar. Ben de yapılan çekimler üzerinde çalışmaya başladım. Saat geç olmuştu ve ben de yorulmuştum. Soyunma odasındaki kameranın kaydını izlemek istedim. Açıkçası bu kızdan iş çıkmazdı, ama en azından vücudunu görmek istiyordum. Aşağı indim. Bilgisayarı açıp izlemeye başladım. Görüntülerde kız üzerindekileri çıkarıp, kıyafetleri giyiniyor, tabii bu sırada sutyen, külotla kalıyordu. Biçimli ve düzgün bir vücudu vardı. Ama görüntülerde beni asıl şok eden annesi olmuştu. Annesi de kızıyla beraber elbiseleri deniyordu…
Kadın önce eteğini aşağı sıyırıp çıkardı. Ardından gömleğini. Sutyen ve külotla kaldı. Biraz göbeği vardı. Vücudu beyazdı, güneş görmemişti. Türbanı halen başındaydı. Askıdaki elbiselerden birini alıp giyinmeye çalışıyordu. Elbise vücuduna biraz dar geldiği için yapamıyor, kızından yardım istiyordu. Bu sırada kızı devamlı, “Anne, ne yapıyorsun, bırak şunları!” diyor, ama annesi “Ne var kız, bir bakayım şöyle!” diyordu. Birkaç gün önce bir mayo çekimi olmuştu ve çekim için getirilen mayo ve bikiniler odada duruyordu, henüz almaya gelen olmamıştı. Kadın bikinilerden birini aldı. (Ben de ekran başında elim sikimde kadını izliyordum!). Sutyenini açınca koca memeleri löpür löpür sallanmaya başladı. Üzerindeki pamuklu beyaz külotu çıkarınca, amı ve götü ortaya çıktı. Amı biraz kıllıydı. Kadın bikini altını alıp giymeye çalıştı, ama biraz küçük geliyordu, yine de giymeyi başardı. Odada aynanın karşısında sağa sola dönüyordu. Bikini altı kadının götünde tanga gibi kalmış, götünün arasına girmişti…
Kızı, “Anne, ne yapıyorsun böyle? Çıkar şunu!” dediğinde, “Kızım ne var? Baban izin vermiyor böyle şeyler giymeme, bir bakıyorum şöyle, nasıl bir şeymiş bu diye. Ne olacak yani, yemedim ya!” diyordu. Görüntülerin sonunda kadının bikinilerden birini kızına belli etmeden çantasına attığını gördüm. Galiba bikini giymeyi çok sevmişti. Kadın bu şekilde elbiseleri, mayo ve bikinileri denemişti. Ve bunu yaparken bütün vücudunu sergilemişti. Amı, götü, memeleri olduğu gibi ortadaydı. Sikim kazık gibi oldu. Koltukta oturmuş, ekran başına kilitlenmiştim. 31 çekmeye başladım…
Ertesi gün dayanamadım ve ajansı arayıp, çekim için gelen kızla görüşmem gerektiğini söyledim. Kızın numarasını verdiler. Biraz sonra tekrar aradım. Kıza ulaşamadığımı, evinin yada bir yakınının telefonunu istedim. Bana annesinin cebini verebileceklerini söylediler. “Olur!” dedim. Numarayı aldım. Annesinin adının da Hayriye olduğunu öğrendim bu arada. Aradım, kendimi tanıtınca hemen hatırladı. Kendisine kızının resimlerini, TV yapımcısı bir arkadaşımın gördüğünü ve çok beğendiğini, kızını bir reklam filminde oynatmak istediğini söyledim. Çok sevindi, kızıyla konuşacağını söyledi. Ben de, “Bu aşamada daha kızınıza haber vermeyin, bu konuyu önce sizinle konuşmamız gerekiyor. Yapımcı arkadaşım yarın öğleye doğru saat 11 gibi burada olacak, gelirseniz kızınızın alacağı ücreti falan detaylı konuşuruz!” dedim. Biraz tereddüt etti, ama işin ucunda iyi para ödeneceğini duyunca, “Tamam, yarın 11’de orada olurum!” dedi. Beklediğim olmuştu. Ertesi gün yapacağım çekimleri iptal ettim.
Sabah erkenden işyerime gittim ve Hayriye’yi beklemeye başladım. Saat tam 11’de geldi. Pembe renkli uzun bir etekle, pembe türbanı vardı. Üzerinde de krem renkli diz altına gelen bir pardesü. Güneş gözlükleriyle birlikte çok seksi görünüyordu. Geçen sefer giydiği beyaz renkli topuklu ayakkabıları yine ayağındaydı. Altına parlak ve ince ten renkli çorap giymişti. Kendisine çay ikram ettim. “Hani, reklamcı arkadaşınız gelmedi mi?” deyince, konuyu daha fazla uzatmanın gereği yok diye düşünerek, soyunma odasındaki kameranın kaydettiği kadının çıplak resimlerini koydum önüne. Resimleri görünce bir anda yüzü değişti, kıpkırmızı oldu. Hiçbir şey söylemiyor, resimlere tek tek bakıyordu. Ben sessizliği bozdum ve “Hayriye hanım, siz mankenliğe bayağı meraklıymışsınız. Üstelik vücudunuz da buna müsait!” dedim. Bunu duyunca bana bağırmaya ve küfretmeye başladı. Elimle ağzını kapadım ve “Bana bak, ya beni memnun edersin, yada bunları kocana gösteririm! Haa, bir tane bikiniyi de çantana attığını görmedim sanma!” dedim.
Bu sefer gözleri doldu ve ağlamaya başladı, “Yalvarırım, böyle bir şey yapma. İstersen para vereyim, ama böyle bir şey mümkün değil. Olamaz!” diyordu. Ben de, “Ne parası ulan, istersen ben sana para vereyim. Seni sikmek istiyorum ben!” dedim. Hayriye ağlamaya devam ederken dükkânın kapısını içerden kilitledim ve “Hadi, bu işi fazla uzatmayalım. Başka şansın yok. Neden kızınla çekimlere geldiğin belli oldu. Nerdeyse bütün mayoları, bikinileri giymişsin!” dedim. Hayriye bana hakaretler, küfürler ediyor, “Çoluğum çocuğum var, yapma, etme!” deyip duruyordu. “Kızımın da görüntüleri var mı?” diye sorunca, “Benim kızınla işim yok, ben seninle ilgileniyorum!” dedim. Ağlamaları biraz kesilmişti…
Onu elinden tuttum ve aşağıya götürdüm. İçerisi karanlıktı, bütün ışıkları açtım. Hayriye’ye platformun ortasına geçmesini söyledim. Ben de makinemin başına geçtim. Hayriye’nin resimlerini çekmeye başladım. Pardesüsünü çıkarmasını söyleyince çıkardı. Pembe uzun eteği ve beyaz gömleği ile kaldı. Dar gömleğinin altından memeleri ve sutyeni belli oluyordu. Türbanı halen başındaydı. Ona, “Gömleğinin düğmelerini yavaş yavaş aç!” dedim. “Lütfen yapma, ne olur!” dese de, sonunda düğmelerini açmaya başladı. Sikim gittikçe sertleşiyordu, bir taraftan resim çekmeye devam ediyordum. Sonunda düğmeleri tamamen açtı, sutyeni ortaya çıkmıştı. Memeleri sutyeninden taşacakmış gibiydi.
Gömleğini yanlara açmasını, ama çıkarmamasını söyledim. Dediğim gibi gömleğinin önünü yanlara iyice açtı. Bana bakmıyor, sürekli başka tarafa bakıyordu. Bu şekilde de resimlerini çektikten sonra, “Tamam, şimdi çıkar gömleğini!” dedim. Kol düğmelerini açtı ve gömleğini çıkardı. Şimdi üzerinde sadece sutyenle kalmıştı. Ona sürekli, “Sağa dön, sola dön, arkanı dön!” gibi komutlar verdikçe dediklerimi itiraz etmeden yapıyordu. Elimle işaret ederek sutyenini açmasını söyledim. Bu kez itiraz etti, ama ben ısrarlı olduğumu söyledim. Arkadan kopçasını açınca sutyeninden taşan memeleri öne doğru fırladı. Aynen görüntülerdeki gibi dolgun ve büyük memeleri sallanıyordu. Ancak sarkmışlardı. O şekilde de resimlerini çekmeye devam ettim.
Sıra uzun pileli eteğine gelmişti. Eteğini de çıkarmasını istedim. Arkadaki küçük fermuarını açarak eteğini aşağı sıyırdı. Eteği tamamen sıyırıp çıkarınca, diz üstüne gelen parlak naylon çoraplı bacakları ortaya çıktı. Bembeyaz kalçaları gün yüzü görmemişti, üzerinde yine geçen günkü gibi pamuklu, beyaz bir külot vardı. Külot kalçalarını, kasıklarını sıkıyordu. Arkasını dönmesini işaret ettim. Dönünce küçük külotunun koca götünün yarısını anca kapladığını gördüm. Sikim kazık gibi olmuştu ve pantolonum artık rahatsızlık veriyordu. Ben de soyunmaya başladım ve kısa sürede çırılçıplak kaldım. O sırada Hayriye’nin sırtı bana dönüktü. Bana doğru dönmesini söyledim. Dönünce önümde sallanan kalkık yarağımla karşılaştı. Yüzünü elleriyle kapadı ama ben açmasını söyledim…
Yavaşça ellerini yüzünden çekti. Biraz önce yüzüme bakmayan Hayriye bu sefer sürekli bana ve yarağıma bakıp duruyordu. Hayriye’nin amının kılları külotunun kenarlarından belli oluyordu. Kalçalarında alınmamış tüyler olduğunu gördüm. Bu şekilde de resimlerini çektim. Ama benim de sabrım sınırına dayanmıştı. Bir an önce yarağımı amına sokmak için yanıyordum. Bu sefer külotunu çıkarmasını söyledim. İtiraz etmedi. Küçük külotunu kenarlarından tutarak bacaklarından sıyırdı ve çıkardı. Amı etliydi. Am dudakları kahverengi ve büyüktü. Amının etrafındaki kılları epey bir zamandır almadığı belliydi. Yine sağa, sola dönmesini söylüyordum, o da itiraz etmeden dönüyordu. Bu sefer sırtını bana dönüp domalmasını söyledim. Dediğimi yaptı ve ellerini dizlerine dayayarak eğildi. Ben fotoğraf makinesiyle zoom yaparak amına odaklanıyordum. Göt deliğinin etrafı kıllarla çevriliydi. Göt deliği kılların ortasında kara bir çukur gibi duruyordu.
Tekrar doğrulmasını söyledim. Artık onu sikmek için sabırsızlanıyordum. Kalkık yarağımı sıvazlayarak yanına yaklaştım. Ayağındaki topuklularla boyu 1.75 kadar vardı. Onu elinden tuttum ve köşedeki masaya tutunarak domalmasını söyledim. Domalınca bacaklarını iyice açtım, amı tamamen ortadaydı. Başını arkaya doğru çevirip, “Lütfen söz ver, sadece aramızda kalacak bu olanlar, dimi?” dedi. Ben de, “Sen merak etme!” dedim. Yarağımı tuttum ve yavaş yavaş amına sokmaya başladım. Hayriye, “Ahh, ımm!” diye söylenmeye başladı. Önce yavaş, sonra hızlı hareketlerle amına sokup çıkardıkça, Hayriye de, “Ahh, ımm, ohh!” diye sesler çıkarıyordu. Ben kalçalarından tutmuş onu kendime çekiyordum, yarağımı taşaklarıma kadar amına sokarken onun da zevk aldığı belliydi. Amının içi sıcacıktı ve cayır cayır yanıyordu. Amı yaşından dolayı genişlemişti, yarağımı sokup çıkarırken zorlanmıyordum…
Bir süre sonra Hayriye amını yarağıma bastırmaya başladı. Başını sağa sola salladıkça başındaki türbanı sallanıyordu. Onu hızlı hızlı sikerken masaya sıkıca yapışmıştı, her bir yarak darbemle masa da yerinden oynuyordu. Bir ara türbanının üzerine çıkardığı güneş gözlükleri başından kaydı ve öne doğru fırlayıp yere düştü. Daha önce pek çok kadınla sikiştiğim için deneyimliydim, o nedenle bir makine gibi Hayriye’yi sikmeye devam ediyordum. Onunsa böyle bir sikiş yaşamadığı belliydi. Hayriye sanki nefesi kesilecekmiş gibi soluk alıp veriyor, inliyordu. Bir süre sonra yarağımı amından çıkardım, bana doğru çevirdim. Yüzünü dönünce dudaklarına yumuldum. Vücutlarımız birbirine değdikçe azgınlığım artıyordu. Memelerini göğsümde hissediyordum. Onun da istekli olduğu belliydi. Kollarını boynuma dolamasını söyleyince nefesimi kesecekmişçesine bana sarıldı. Başındaki parlak türbanı tenime değdikçe daha da azıyordum…
Onu kalçalarından tutarak kucakladım. Hayriye bacaklarını belime dolamış, boynuma sıkıca sarılmıştı. Yüzünü, dudaklarını, boynunu öpüp kokladıkça daha da zevk alıyordum. O güne kadar pek çok kadın siktiğim halde böylesine zevk aldığımı hatırlamıyordum. Onu masanın üzerine sırt üstü uzandırdım. Ayağında halen naylon çorapları ile topukluları vardı, o şekilde bacaklarını havaya kaldırdım ve yanlara doğru iyice açtım. Yarağımı yavaş yavaş amına sokmaya başladım tekrar. Hayriye yine inliyordu. Hızlanmaya başladım. Kasıklarım kalçalarına çarptıkça, (şlap şlap şlap) sesleri çıkıyordu. Hayriye masanın kenarlarından sıkıca tutunmuş inliyor, koca memeleri sallanıp duruyordu. Masa, üzerindeki ağırlık nedeniyle gacır gucur sesler çıkarıyor, sanki kırılacakmış gibi yerinde oynuyordu…
Hayriye’nin bacaklarını omzuma attım ve memelerini avuçladım. Bir taraftan yarağımı matkap gibi amına sokup çıkarıyor, bir süre amında bekliyor; bazen yavaş, bazen hızlı hızlı sikmeye devam ediyordum. Hayriye’nin yüzünde ağlıyor gibi bir ifade vardı, masa şiddetle sallandıkça, inlemeye devam ediyor, masaya daha sıkı tutunuyordu. Ben memelerini sıkıca avuçlayıp, yoğurdukça daha büyük bir zevk yaşıyordu. Memelerinin üzerindeki ellerimi sıkıca tuttu, başını sürekli sağa sola sallıyor, derin derin inliyordu…
O zamana kadar pek çok kadın sikmiştim ama böylesi bir zevki hiçbiri bana vermemişti. Hayriye yaşından ve görünümünden oldukça uzak, azgın ve sikişken bir kadındı. Kocasının onu doyuramadığı belliydi. Amının içine girip çıkan yarağım onu zevkin doruklarına uçuruyordu. Şimdi bir eliyle memelerini avuçlamış elimi sıkıca tutuyor, diğeriyle de içinde yarağım çalışan amını üstten ovalıyordu. Her iki bacağı da omzumdaydı. Naylon çoraplı bacakları sikerken öne arkaya gidip geldiğimde, pat pat diye omuzlarıma çarpıyor, yay gibi sallanıyordu. Ayağındaki topuklu ayakkabıları ile birlikte ayakları başımın her iki yanında tavana doğru uzanıyor, sağa sola sallanıyordu. Yüksek topuklu giyen kadınları her zaman sevmişimdir. Şimdiyse ayağında topukluyla bir kadını sikiyordum. Hayriye artık aldığı zevkten inlemeyi bırakmış, adeta çığlık atar gibi sesler çıkarmaya başlamıştı. Koca salonun içinde sesleri duvarlara çarptıkça yankılanıyordu. Sürekli, “Ohh, ahh, uhh, devam et, ahh, ımm!” diye bağıra çağıra inliyordu.
Spotlar yanıyordu, bütün pencerelerde kapalı olduğundan içerisi çok sıcaktı. Dakikalardır Hayriye’yi sikiyordum, ikimizin de vücutları ter içinde kalmıştı. Artık boşalacağımı anlamıştım. Daha da hızlı amının içinde gidip gelmeye başladım. Kalçalarına çarpan ter içindeki vücudum yine (şlap şlap şlap) sesleri çıkarıyordu. Hayriye’nin çığlıkları, inlemeleri birbirine karışmıştı. Bir eliyle halen amını ovalamaya devam ederken, diğeriyle masadan sıkıca tutunmuştu. O esnada yarağımı amından çıkardım, bacaklarını iki yana iyice ayırınca, döllerim yarağımdan büyük bir tazyikle fışkırdı. Döllerim Hayriye’nin yüzüne, boynuna, memelerine, göbeğine bulaşmıştı. Yarağımı kökünden sıvazlayarak tüm döllerimi dışarı çıkarıyor, karnına, amının kıllarına boşaltıyordum. Bu sırada Hayriye de boşalmıştı ve kesik kesik inliyordu.
Boşalmamız birkaç dakika sürmüştü. Üzerine akıttığım döllerim nedeniyle iğrenir gibi olmuştu. Doğrulmak için çabalıyordu. Onu elinden tutup yavaş yavaş kendime çektim. Terden sırılsıklam olan sırtı sanki masaya yapışmış gibiydi. Doğruldu ve masanın üzerinde oturur vaziyette kaldı. Kağıt bir havlu verdim ve bununla yüzündeki, memelerindeki dölleri sildi.
Hayriye’ye sıkıca sarıldım ve “Hayatımda böyle zevk almadım!” dedim. “Ben de öyle! Kocam yıllardır bana böyle bir zevk ve mutluluk yaşatmadı. Zaten son iki yıldır hiç sikişmemiştik!” dedi. “Neden?” diye sordum. “Kendisi hasta, erkekliği öldü. İki yıldır kendi kendimi tatmin ediyorum!” dedi. “Merak etme bundan sonra ben varım. Ne zaman istersen emrindeyim!” dedim mutlulukla. “Hani tek sefer demiştin?” dedi bu kez. Ben de, “Senin tadını bir kere aldım, bir daha bırakmam. Korkma bu yaşananlar aramızda kalacak. Yeter ki sen de iste!” dedim. Boynuma sıkıca sarıldı ve uzun uzun öptü…
Sonra, “Saat kaç?” diye sordu. “İkiye geliyor.” dedim. “Benim gitmem gerek!” dedi. Onu kucakladığım gibi masadan kaldırdım. Bugünlük bu kadar yeterliydi. Sonuçta evli bir kadındı ve aramızda yaşananların ve yaşanacakların bilinmesini istemiyorduk. Bu nedenle ben de sabırlı davranmalıydım. Yoksa aslında istediğim Hayriye’yi defalarca sikmekti. Üzerimizi giyindik ve toparlandık. Birbirimize tekrar sarıldık. Ona, “Beni ne zaman istersen ara!” dedim. “Tamam!” dedi. Ona bir güneş gözlüğü borçlanmıştım, sikişmenin şiddetiyle başından fırlayan güneş gözlüğü yere çarpınca çerçevesi kırılmıştı. Ona, “Gelecek sefer borcumu öderim!” dedim gülerek. Dükkanın kapısını açıp kendisini yolcu ettim.
Hayatımın en zevk verici sikiş deneyimini yaşamıştım. Bir dahaki sikişeceğimiz seferi sabırsızlıkla bekliyorum…
Herkese bol ve güzel sikişler!
135 notes · View notes
sertsiken0606 · 2 days
Text
dertsiz başa dert gerek
merhaba arkadaşlar ben hasan sizlere anlatacağım olay aslında benim dertsiz başıma dert almamla ilgili. Bundan 10 yıl kadar önce bizim mahallede Zuhal diye bir kadın vardı.1965 doğumlu Mutsuz eşi her gece sarhoş gelen 2 erkek 1 kızı olan 160 boylarında 65 70 kg arasında hafif göbekli tam bir Türk kadını. Babam market işletiyor arada bir yardım ediyordum. Konumuza dönelim Zuhal beni görünce hoşgeldin Hasan ne yapıyorsun burada hayırsız dedi yanağıma makas attı yardıma geldim sen ne yapıyorsun Zuhal abla dedim o sırada 15 16 yaşlarında kızı Esma anne dondurma al Hasan abi bol koyuyor dedi bende ikiletmeden hemen dondurmayı külaha koyup Esma ya verdim Zuhal la oğlum para varmı diye sormuyorsun hemen veriyorsun dedi sende alacağım olsun tahsilata eve gelirim dedim gülüştük birden eğildi ciddimisin dedi sessizce anlamadım önce birden jeton düştü evet dedim telefonu mu istedi numarasını biliyorsun dedim ver şunu deyip telefonu aldı birşeyler yazdı bana geri verdi koşar adım binaya girip yok oldu ne yazmış olduğunu merak edip telefonu açtım 5 dakika bekle evin kapısını açık bırakacağım içeride yatak odasına gel yazmıştı biraz etrafta dolaştım babama seslenip biraz gezip geleceğim merak etme dedim . Hemen yukarı çıktım kapı açıktı içeri girdi arkadan kapıyı kilitledim yatak odasına girdim soyunmuş amını parmaklıyordu bana bakıp hadi kocacığım soyun amım götüm seni bekliyor dedi bir çırpıda soyundum yanına uzanıp elimi amına attım dudaklarımız birleşmiş resmen birbirimizi kemiriyorduk beni omuzlarımdan tutup aşağıya doğru itmeye başladı artık memelerine gelmiştim kısa bir süre memelerini okşuyor emiyordum yine beni bu sefer başımdan iterek amını emdirtmeye zorlar gibi yaptı birden dönüp 69 olduk ağzına aldı çok güzel sakso çekiyordu belki inanmazsınız rahat 20 dakika sakso çekti artık geliyordum başımı kaldırıp geliyorum bırak dedim bu sefer ağzında tuttu dili ile ucunu yalarken birden boşaldım bütün döllerimi yuttu o kadar güzel sakso çeken illa yutar zaten . Bacaklarını ayırıp hadi sok ağzımı siktin şimdi amımı banyo da da götümü sık hadi aşkım benim sik beni dedi emre itaatsizlik olmazdı devamı dertsiz başıma dert almak 2 de
9 notes · View notes
master1wayne · 9 months
Text
Gençlik Öfkesi S1 - B7.1
BÖLÜM 7.1 [ACIMA]
Yerimden kalkmak için hareketlendiğim zaman. Ablama baktım yüzünde yorgun ve utangaç fakat zevk almış ifadeyle, gözleri yarı açık bana bakıyordu.
Anneme doğru yürüdüm. Ona doğru yürüyünce endişeyle kafasını "yapma dur, olmaz" der gibi, kafasını salladı.
Amacım, şu an ona dokunmak değildi, saat zaten 5.10 geçiyordu. Yakında Derya gelirdi bu sebeple o anlamadan etrafı toplayıp, duş almam lazımdı.
Annemin önüne doğru çöktüm.
Ayağından tuttuğumda, ayağını çekmeye çalışmıştı ama sertçe tuttuğum için bir şey yapamıyordu.
Cırtları ve bantları kopardım, sonra ayağa kalktım ve elindeki bantı da, cırtı da çözdüm, ben elini çözünce de direk ağzındaki bantı kendi elleriyle çıkarttı.
Kafasını bükmüş yere doğru bakarak, gözlerinden damla damla yaşlar yanaklarından boynuna doğru akıyordu.
Annemin önüne çöktüm ve; bak kızına nasıl da aciz duruma düştü, kendi kardeşi tarafından sikilmiş abla çok acı bir durum değil mi? Tüh tüh!
Aslında şöyle düşün, kızını test etmiş oldum. Bakalım performansı nasıl diye, hatta beklediğimden iyi çıktı.
A:...
Umarım sen de onun kadar iyisindir anne, sonuçta daha seninle de işim var. Daha yeni başlıyoruz hanımefendi.
Kafasını kaldırıp, bana öylece baktı, sol eliyle yüzündeki yaşları sildi. Silerken elleri titriyor ve nefesi hafif hafif kesiliyordu.
Aa canım ya, çok mu üzdüm seni?
A: Lütfen, yalvarırım yapma...
Aynısını ben de söylemiştim anne.
Hatırlıyor musun o geceyi?
A:...
Hatırlamaz olur musun, hiç unutmadın ki. Değil mi?
A: E-evet...
Neyse çeneni kapat, ağlamayı da bırak, hani klasik bir sözümüz var "korkunun ecele faydası yok!" güzel bir söz, bunu herkes anlamaz.
Şimdi ben duşuma giriyorum. Odamdan siktir git! Kalabalık yapıyorsun, hoş olmuyor.
A: Ta-tamam oğlum!
Koşarak odamdan yüzünü tutarak çıktı. Ablam hâlâ yatağın üstünde uzanıyordu. Gözleri açıktı bütün olanı izlemişti ama şu an bir şey düşünmüyordu.
Ben de daha fazla vakit harcamamak için banyoma yöneldim. Kapıyı açıp içeri geçtim ve suyu soğuğa ayarladım.
Altına girdiğimde soğuk su vücudumu şoklamış bir anda ayılmıştım, sanki bütün yorgunluğum gitmişti.
Tam şampuanı alacakken, arkamdan bir ses gelmişti. Arkamı dönüp baktığımda, ablamı görmüştüm.
Pek umursamadan önüme döndüm ve şampuanı elime tekrar aldım.
Ablamın bu hareketi tekrar garibime gitmişti bir an öyle durdum hiç bir şey yapmadan öylece bekledim.
Bir anda su sıcağa dönmüş, vücuduma sıcaklık gelmiş ve hemen mayışmaya başlamıştım.
Kafamı ablama çevirdim ve ona bakarak suyu tekrar soğuğa çevirdim.
Ablam bir anda iki elini de memelerini kapatacak şekilde omzundan tutmuştu.
Kafasını kaldırdı ve bana "lütfen suyu sıcağa ayarla Aras, üşüyorum! Belki sen alışık olabilirsin, fakat ben soğuğa alışık değilim" demişti.
Istemeden suyu tekrar sıcağa çevirdim ve şampuanı da elime alıp sağ elime az bir şey sıktım.
Kafamı şampuanlarken ablam arkada bir şey yapıyor kendi kendine temizleniyordu.
Kafamı suyla şampuandan arındırdım ve sonra elimi keseye doğru attım.
O esnada da ablam da elini keseye atmıştı, ablama dönüp baktığımda o da bana parlayan gözleri ve al al kızarmış yanaklarıyla bakıyordu.
Yavaşça elimi çektim ve "sen işini gör" diyerek bir adım geri attım.
Fakat ablam bana "istersen önce ben seni keseleyeyim, sonra da sen bana yap" demişti.
O an tereddüte düşmüş ve ne yapacağımı düşünmekten öylece bekliyordum.
Biraz avel gibi bekledikten sonra da sorusunu yanıtladım "Tamam olur abla" demiştim.
Evet az önce inlete inlete, amını ve götünü dağıttığım ablamla şimdi bir şey olmamış gibi duş alıyorduk.
Ablam duş jelini keseye döktü ve birazcık köpürtüp sırtımdan başlayarak vücudumu keselemeye başladı.
Sırtımı sonra boynumu, göğüs kafesimi, karnımı ve sonra da bacaklarıma doğru ilerledi.
Elleriyle ilk baş bacak kaslarımı sonra oradan yukarı doğru ilerleyerek, sikime doğru yaklaştı.
Elindeki keseyi sikimin etrafına oradan da ilk baş yarı kalkık olan sikimi tutup önce taşaklarımı keselemeye başladı.
Taşaklarımı keselerken ellerinin sıcaklığından sikim kalkmaya başlıyordu.
Keseleme işi bitince sıcak suyu bütün vücuduma tuttu, özellikle de sikime doğru sıcak suyu bildiğin çeşmeden boşalırcasına tutmuştu.
Ablam ayağa kalktı ve masum bir kız çocuğu gibi duran suratını kaldırdı ve elindeki keseyi bana doğru uzattı.
Keseyi elinden yavaşça aldım ve su tutup jeli dökünce köpürttüm. Ben de sırtından başladım keselemeye.
Yavaşça güzel vücudunu inceleyerek sırtını köpürtüyordum ıslaklıktan dolayı parlayan götünden, gözümü alamıyordum.
Çömeldim yavaşça, sonra da ellerimle kalçasını sabitledim ve güzel kalçasını, keselemeye başladım.
Duş jelinin köpürtüsü, götünün ve deliğinin görüntüsü, alttanda tertemiz bir şekilde gözüken amı...
Mükemmel bir görüntü gözümün içine bakıyordu sanki.
Sikim alttan bu ihtişamlı görüntüye tepkisiz kalamıyor, kalp gibi atarak aç bir insan gibi saldırmak istiyordu.
Yavaş yavaş bacaklarına doğru indim, fakat gözüm hâlâ götünde ve amından başka bir yere bakmıyordu.
Bir ara farketmeden keselemeyi bırakmış, öylece odaklanmıştım.
Ayla'nın bana "keselemeye devam eder misin lütfen?" demesiyle kendime gelmiştim.
Yavaşça sağ elim ile sağ ayağını kaldırdım narin, güzel ve tatlı ayağının tabanına sertçe kese darbeleri vurmaya başladım.
Sonra da diğer ayağının tabanlarını keseledikten sonra kaymasın diye, dikkatlice belinden tutarak, bana doğru çevirdim kendisini.
Ablamı bana doğru çevirince kasığını daha da aralamış ve amını tekrar gözüme sokmuştu.
Yavaşça ayağa kalktım. Ablam benden kısa olduğu için ona yukarıdan bakıyordum.
Ablam kafasını aşağı doğru eğmiş, büyük ihtimalle kalkan sikime doğru bakıyordu.
Ben de o an elimi memesine attım ilk baş sertçe sıkarak 'kalite, kontrol' yapar gibi elledim sonra da memelerini keselemeye başladım.
Yavaş yavaş dibine girmiş artık ikimizin arasında da, 7 cm falan vardı.
Sikimin başı göbeğine doğru değiyor hafiften de vücuduna sikimi sürtüyordum.
Keseleme işim bitince Ayla'nın vücuduna sıcak suyu tuttum ve köpükten arındırdım.
Sıcak su iyice ikimizde ısıtmış, nefes alıp verdikçe de ağzımızdan dumanlar çıkıyordu.
Ablam kafasını kaldırıp bana yine o masum bakışı atınca elimi yüzüne tam olarak sağ yanağına attım ve saçlarına kadar okşamaya başladım.
Diğer elimi de tam amına doğru sanki parmaklarımla adım atar gibi deliğine kadar getirdim.
İlk baş deliğinin başından aşağı kadar, düz bir çizgi çizer gibi okşamaya başladım.
Sonra da ilk işaret, sonra orta ve en son üçüncü parmağımı soktum, yavaş biçimde elimi bir sik gibi kullanmaya çalıştım.
Parmaklarım kaygan ve sıcak amında gidip geliyordu. O esnada ablam kafasını göğüs kafesime yaslamıştı.
Kollarını yavaşça sırtıma sardı. Parmaklarımı hızlandırdım ve boşta olan elimle de götünü avuçlamaya başladım.
Bir süre sonra artık ablam hafiften sanki vücudu şoklanmış gibi titremeye başlayınca boşalmaya yaklaştığını farkettim ve ellerimi amından o anda çıkardım.
Göğüs kafesime dayadığı kafasını kaldırınca, gözlerindeki "lütfen devam et, durma!" der gibi bakan ifadeyi görebiliyordum.
Hâlâ sarılmayı bırakmamıştı sol elimi uzattım ve sıcak suyu soğuğa çevirdim ve ablamın vücuduna doğru tuttum.
Hemen irkilip sarmaladığı kollarını çekti ve elleriyle göğüs kafesini, yani memelerini kapatarak "uuuf soğuk ablam neden yaptın bunu?" dedi.
Suyu tekrar sıcağa çevirdim ve kapattım. Hâlâ ayakta olan sikim tutarak ablama yaklaştım ve ince göbeğine doğru "al sana" der gibi vuruyordum.
Ablam önümde tam eğilecekti ki, saçlarından tuttum ve tekrar ayağa kaldırdım.
Boğazını elimle sıktım ve çenesini sıkıca tuttum. Sol elimi bacağına atıp yukarı doğru kaldırdım, ablamın esnek bir insan olduğunu bildiğim için bacağını omzuma attım.
Uzun olduğum için, sağ ayağının parmak uçlarından destek alarak kendini biraz yukarı doğru kaldırmıştı.
Çenesini tutan elimi bıraktım ve tekrar memesine attım, meme uçlarını baş ve işaret parmaklarımla sıkıp, sıkıp bırakıyordum.
Ablamda, elini aşağıdan havalanmak için bekleyen sikime atmış. Eliyle 31 çekiyordu.
Memesini hafifçe havaya kaldırdım ve kafamı eğerek, yeni doğmuş bebek gibi emmeye başladım.
Biraz emdikten sonra memesinin ucunu ağzımdan çıkarınca ucu kızarmış tatlı bir pembe renge bürünmüştü.
Artık onu beklememek için, sikimi elime aldım ve yavaşça amının girişine yasladım.
Ablam bir sikime bir de bana bakıyordu. Bana baktığı esnada gözlerinin içine derin derin bakarak sikimi içine soktum.
Ablam dişlerini sıkmış gözlerini kocaman açmıştı. Yavaş yavaş git gel yapmaya başladım.
Sikimi içine soktukça "derin tünelinde" kayboluyordum.
Bir süre sonra ablamın diğer bacağını beline doğru atmasını söyledim ve sol omzumdaki bacağını da elimle destek vererek belime kenetledim.
Sıcak suyu da kenardan açmıştım.
Üstümüze su damlaları düşüyor, saçlarından memelerine doğru damla damla düşen su tanecikleri, parlatıyordu.
Sikim içinde daha hızlı ilerlemeye başlayınca ablam sımsıkı sarıldı kafasını omzuma doğru yaslarken bir yandan arada da, yanağımı öpüyor, boynumu emip ısırıyordu.
Sikim çarparken gelen o "şak şak şak" sesleri banyoda yankı yapıyordu.
Ablam artık "ığm ığm sesleri çıkarmıyor" onun yerine derin ve yok bir sesle "ağğğhhh, oğğğğhh" diye inliyordu.
Bir süre sonra vaktimizin kısıtlı olduğunu hatırlamıştım, bu sebeple darbelerimi hızlandırdım, her girdiğimde öncekinden daha şiddetli giriyordum.
Artık ablam enseme tırnak geçiriyor, omzumu ısırmaya başlıyordu.
Acı olmadan kazanç olmayacağını bildiğim için sorun etmiyordum.
Artık vücudum bu zevkin ağırlığı altında eziliyordu, sessizce kulağına doğru "geliyorum" demiştim.
Sikimi son kez soktum, o son sert "şakkk" sesiyle birlikte, taşaklarımın oluşturduğu erkeklik tohumlarımla ablamın amını, sanki bir "tarla sular" gibi boşaldım.
Kafamı duvardaki fayansa dayadım ve bir, iki dakika nefeslendik.
Tekrar güç toplayınca ablamı üzerimden ellerimle iterek yere indirdim ve abdest alıp çıktım.
Arkamdan çıkan ablam yanıma oturmuş ve benim saçlarımı kuruturken usulca beni izliyordu.
Üstümü giyinmek için hemen çıkardığım kıyafetlere elimi uzattım ve üstümü başımı giyinip, ayağa kalktım.
Ablam saç kurutma makinemi almış, saçlarını kurutuyordu. Kurutma işi bitince ayağa kalktı, o esnada ona "odamı toparla yaptığın pisliği temizle ve odamın kapısını kapat siktir git!" dedim.
Böyle söyleyince yüzü asılmış biraz morali bozulmuştu ama sikimde değil, ablam gibi insanların moralleri hiç umurumda olmamıştı zaten.
Hemen aşağı indim, saate baktığımda 6.30 olmuştu, normalde bu saatlerde Derya gelmişti ama herhalde bir şey vardı.
[Tam bu esnada kapı açılır]
Derya içeri girince hemen yüzümde bir tebessüm vardı, beni görünce şaşırmıştı, yanıma doğru sessiz adımlarla geldi ve "sen bu saatte uyanır mıydın?" demişti.
Kendisine yaklaştım ve "Ayla ile tartıştık az uyudum daha yarım saat önce kalktım" dedim.
Söylediklerimden sonra bana "konuyu birazdan konuşuruz" dedi ve mutfağa doğru yöneldi.
Ben de hemen yukarı doğru hızlı adımlarla çıktım ve odamı kontrol ettim. Ablam odamı temizlenmiş ve dediğim gibi kapıyı kapatmıştı.
Hemen dolabımda duran dolarlardan bir tanesini almak için yöneldim, kapağı açtım ve kıyafetlerimin altına elimi soktuğum gibi çıkardım.
Paraları saydım ve 500 dolar çıkardım. Sonra diğer paraları koydum ve Ayla'nın odasına doğru yöneldim.
Kapıyı çalmadan açtım ve ışığı da yaktım. Ayla rol yapmak için uzanmış yorganı da üstüne çekmişti.
Yavaşça yanına yöneldim, yüzüne baktığımda gözlerinin ucuyla kısık şekilde bana bakıyordu.
Benim geldiğimi anlayınca ayağa kalktı ve bana sessizce baktı.
Cebimden 500 doları çıkardım ve avcunu açıp içine koyduğum gibi kapattım.
Ayla olanları anlamış fakat şaşırmıştı, bana "ne bu?" dediğinde "Saatlik ücretin ve hizmetinin bedeli!" demiştim.
Bunu duyunca aniden yüzü kızarmış ve bir çift göz yaşı süzülmüştü yanaklarına doğru, sessizce hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı.
O an kalbime hafif bir acı girdi ama kendime şunu demiştim "asla acıma, hakediyorsa canlarını yak!" demiştim.
Odasından çıktım ve aşağı doğru indim. Derya aşağı da kahvaltıyı hazırlıyordu, daha önceden dolaba koyduğu ısıtmalık hamur işlerini ısıtmıştı.
Hemen yanına yaklaştım ve dudaklarını, dudaklarımla buluşturdum, dilini dilime doluyor şevkle beni öpüyordu.
Öpüştükten sonra geri çekildi.
De: Hayırdır ne bu istek, nereden geldi böyle?
Sevdiğim kadını öpemez miyim?
Hem, seninle bir ara şöyle piknik falan, ne gerekiyorsa vakit geçirmek için, yapalım gitsin.
De: Hahaha tamam, tamam! Tatil zamanımda yaparız.
Hatta şunu yapalım yarından sonra tatilin var. Çalışmana gerek yok!
De: Nasıl yani? Ama ben o gü-...
Şşh ben bu evin yeni sahibiyim unuttun mu, sen de benim sevdiğim tek kadınsın, ben istiyorsam tatilde yaparsın yani, değil mi?
De: Haklısın canım, (sarılır) en kısa vakitte beraber ne istiyorsak yaparız!
Şimdi bizimkileri uyandır, malum ben uyandırmak istemiyorum kendilerini.
De: Tamamdır canım, hemen çağırıyorum.
...
Derya, annem ve ablamı masaya çağırmıştı kahvaltıda yaşadıklarımızdan dolayı gergin ve sert bir hava vardı.
Derya annemle, ablamın suratını görünce de garipsemişti.
Bana baktı ve "n'oluyor" demek ister gibi kafasını sallamıştı.
Ben de karşılık olarak mimiklerimle "bilmiyorum" demiştim.
Yemek faslı bittikten sonra odama çıktım ve takım elbise giydim. Tekrar aşağı indiğimde annem bana dik dik baktı.
An: Nereye gidiyorsun?
Holding'e gidiyorum, n'oldu?
An: Sen baban değilsin, bu işleri nereden bileceksin ki?
Babam da pek bilmiyormuş, baksana milyonlarca dolar çaldı, akladı. Mazlumun hakkını yedi, şimdi yediği bokları ben temizleyeceğim.
En azından ben dürüst bir insanım, bu da şu demek oluyor "ben boş umutlar peşinde, mazlumun hakkını çalarak koşmam!" demektir.
Anladın mı beni anneciğim?
An:...
Cevap vermeyince dibine doğru 4 adım attım, beklenmedik şekilde annem geri adım atmamış dik duruşlu kadın rolü yapmıştı.
Vay be, ne kadar hoş! Güçlü kadınsın sen değil mi?
Kulağına yaklaştım ve sessizce "peki seni de inletirken bu kadar güçlü olacak mısın, yoksa kızın gibi sikile sikile ezilecek misin?" demiştim.
Annem duyduğu karşısında 1 adım geri gitmişti.
Hıh, kısa sürdü güçlü kadın rolün!
Seninle çok güzel vakit geçireceğiz canım annem benim, gel bakalım sarıl bana.
Annem çekinerek bana sarılmıştı, sol elimi yavaşça beline ve oradan da kırmızı elbisesinin içinde diri, dik ve taze duran götüne atmıştım.
Nefes alış-verileri artmıştı ama bir şey yapamıyordu, tepki vermekten çekiniyor ve sessizce katlanıyordu.
Derya'nın topuklu ayakkabılarının sesini duyunca hemen toparladım ve anneme sarılmayı bıraktım.
Derya Hanım size kolay gelsin, ben bir Holding'e uğrayacağım, biraz bugün işim uzun sürebilir, gelemezsem yemeği yalnız başınıza yiyin, herkese iyi günler!
Kapıdan çıktıktan sonra, şoför özel aracı getirdiği gibi binmiş ve şirkete doğru yol almaya başlamıştık...
31 notes · View notes
candeniz57 · 2 years
Text
SİKİCİ
çiftler yani evli kadını kocasının gözü önünde sikmek her zaman en büyük zevkimdi. peki bu Sikicilik nerden başladı. şimdi yıllar sonra bunu en baştan anlatmak isterim. can yaşım 42 bekarım başımdan 3 evlilik geçti her seferinde başka kadınları sikmem yüzünden ayrıldım. hayat böyle güzel ) Yıllar önce bahçeli gece kondular olduğu bir mahallede yaşardım. Aileler genelde koca çalışan kadın ev hanımı ve çocuklar. bende o zamanlar 15 16 yaşında çok haylaz yaramaz bir çocuktum. Liseye yeni başladık. Komşumuzun oğlu Ali ile arkadaşlık yapar okul ve diğer zamanlar evlerine gider ders çalışır oyun oynardık bahçede. Türbanlı annesi Ayşe teyze çok güzel bir kadındı. Kış için kömür aldılar bende yardım ettim ama çok kirlendik. ayşe teyze bizi banyoya soktu yıkanın dedi. Ali ile daha önce yeni ergenlik sikimizi kaldırıp 31 çekerdik. ben banyoda yine azdım 31 çekiyordum Ali yanımda ve birden annesi girdi içeri beni gördü. Hemen çıktı bende boşaldım çıktık bir şey demedi. Bir hafta sonra Aliyi çağırmaya evlerine gittim Annesi babası ve ali pazara gitti dedi. Eve gel bekle dedi. sonra lafı banyoya getirdi. gördüm sizi ama senin sikin çok büyük Alinin siki aynı babası kadar dedi. Ayşe teyze kocası ile sex hayatı iyi olmadığını onu sikmediğini söyledi.Bende genç azgın ergen aklım hep sikişmekte bana kimseye söylemezsem ilk sexi yapacağız deyince hemen yatak odasına geçtik. Ayşe teyze (34 yaş) öpüşüp okşadıktan sonra ben yatağa domalayım sen amıma sok hemen sik. eğer iyi sikersen sonra yine yaparız şimdi çabuk olalım dedi. Bende zaten kalkmış yarragımı amına hemen aceleyle soktum ilk siktiğim amı hiç unutamadım. sikişmek hayatta en zevkli şey. Fakat tam Ayşe teyzeyi domaltır sikerken kapıyı açık bırakmışız Kocası Ahmet amca gelip kapıdan bize bakıyordu. Ayşe teyze karısı önümde domalmış ben hızlı hızlı sikiyorum ve kocası ile göz göze geldim bir anda ama bana sus diye işaret edince sesim çıkmadı ayşe teyze hadı çok güzel sikiyorsun durma devam et deyince ben sikmeye devam ettim. Ahmet amca sadece baktı izledi. bende heyecanla hemen boşaldım. Toplanıp evden kaçar gibi çıktım. Ahmet amca beni gördü yanına çağırdı. boş bir bahçeye gidince ben dövecek öldürecek diye beklerken. --- Mete bak yaptığın çok kötü bir şey. bunu başkaları duyarsa çok kötü olur. ailen komşular bir şey bilmemeli. ---- Ahmet amca ne olur öldürme beni. Ayşe teyze söyledi sik diye. yoksa ben Aliyi çağırmaya gelmiştim. --- tamam can. sana kızmadım. ama sakın başkasına söylersen o zaman seni döverim. ailene söylerim dedi. --- bir daha yapmam söz. sizin eve gelmeyecem. ne olur beni bırak. ----- hayır can yine gel bizim eve Ali ile arkadaşsın sen Ayşe teyzene de sakın benim gördüğümü söyleme ve bana çıkarıp 1 lira verdi kola alıp içersin. sen akıllı bir çocuksun can ama zaten artık sen çocuk değil kocaman Erkek olmuşsun. dedi
( Bu olay benim ilk evli sikişimdi....... peki şimdi ben artık SİKİCİ olmayayım da ne yapayım ) ne düşünüyorsunuz ???
15 notes · View notes
m-bf-y-al-pw-i · 6 months
Text
Hâtta kapıyı açık bırak
Bir şey söyleme
Güneşi hatırlasın
Kendi çıksın
Yeniden yerini arasın
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
Karanlığına Yürüyen Ülke
Tumblr media
Geriye dönülemeyecek, geri düzeltilemeyecek, geri kazanılamayacak bir tahayyül toplamı bildiğiniz ülkeyi sarıp kuşatıyor. Yeniliği salt, sırf lafta kalan bir menzilin her nasıl alenen cerahatin boyunduruğu altına düştüğü belirgin hamlelerle birlikte güncelleniyor. Bu aleni, kötürüm hal içerisinde bir yer, ülke diye bildiriliyor. Madun siyasetin, pragmatist olagelen yansıların, behemehal sağcı, ırkçı, nedensiz ayrımcı, hiç yere ötekileştirici, duraksamadan şiddet öven / ona tapan bir akımın elinde hayat un ufak ediliyor. Bütünün var edildiği yer, düzlemde her şeyin biyopolitik bir deneye rehineliği kesintisiz kılınıyor. Ne ön alma hali söz konusu, ne yaranın müsebbibi olanlardan hesap sormak. Ne günceyi var eden o kadar afaki rezil tahakkümü sınırlandırmak mesele ne de bunca çaresiz kılınmanın hesabını bir şekil, halde ortaklaştırmak mümkün. Baş amir ve avenesi neyse, ortalık yerde gündelik ol hayatı kuşatan eline kan bulaşmış sermayeden, her haltı var etmiş çeteleşmiş ülkenin suç örgütlerine, medyaya, hukuka her şey, her şekilde zehirleniyor. Geri dönülemeyecek olan yaralar var ediliyor. Geri düzeltilemeyecek olan ülke bir hakikat kılınıyor. Gerisin geriye kurtarılamayacak olanın karanlığına doğru ilerliyor ülke. Dönüşümü mutlak yıkımlarla bir ve beraberce şekillendiren ülke. Geri kurtarılamayacak bir ülke yönelimi bugünün sabiti kılınıyor. Her yan cerahat, her gün cürmün.
İki bin yirmi ikinin var ettiği portre, ülke genelinde devletlinin suna geldiği her eylem, alınan her karar, uygulanan her tahayyülle bu geriye dönülemeyecek olan cerahat hali, istikameti kesintisiz sabitimiz kılınır. Bütünüyle normların yerle bir edildiği bir cürüm ile uzlaşmanın var edildiği bir kuytu karanlıktır var edilen. Baş Amir’in ustalık eseri olarak çıka getirdiği yeni ülke şablonunun daha başkanlık sisteminin adının anılmasından o bir türlü açıklanamayan seçimler sonrasında 2015’te gerisin geriye yeniden akp lehine var edilmiş kanlı tekrarından bu yana, bugüne kadar hepten derin bir vahşetin yollarına terk edilir ülke, yer, çukur! Asrın liderinin ekonomik paramtreleri alt üst ederek, kurduğu yeni ülkenin, nebati efendisi ile sermayenin arasındaki danışıklı dövüşünden en çok / tabi ki en kestirmeden sıradan halkın yoksullaştığı bir ülke çıkartılır, misal. Her şey öylesine afaki bir biçimde göstere göstere var edilir ki, altıncı ay yeniden bir güncelleme var edilir. En son açıklanmış olagelen 8.500 liralık asgari ücret beyanının ise, bırak geçinmeyi açlık sınırının dahi altında bir rakam olarak tescillendiği menzilde, hiçbir şeyin onarılması için bir çaba harcanmayacak olduğu, davulla, zurnayla açık edilir.
Hemen her durumda olduğu gibi yoksulluk artık bu ülkede milyonların tek ortak paydası olarak tescil altına alınır. Bir adım ileri adım attırmayan, bir tek gün soluk aldırmayan ol cerahatin var ettiği, tüket tüketin sonu tükeniş olduğu gözlerden kaçırılıp, sömürünün yeni ülkedeki tasarımı nihayete erdirilir. Bütünüyle, topyekun mahvın sınırlarına demirlenen, o asgari yaşam hakkının dahi çok görüldüğü, umudun zerre-i miskalinin dahi geriye alenen hiç bırakılmadığı halle bir başına konulur sıradan insanlar. Bütünüyle gümbürtü içerisinde iyilik / güzellik / refah devleti denilirken ulaşılan seviyenin hilkat garibeliği olduğu afaki bir biçimde örtbas edilmeye çalışılır. Yılın galiba en ağır taarruzlarından birisi olarak ol bir görünüp, bir yok sayılan, kiraların yüzde yüz ellilerden kapıyı açtığı menzil gerçekliği söz konusu edilir. Kiranın altında kalmayan, aidatlar, kredi kartı ödemeleri, gündelik hal için elzem faturaların giderlerine dair sürüyle fatura, hep bir kazıklanma, her gün kazığın bini bir kuruşa, sermayenin ihya edildiği güncelliğe bir dolu hezimet var edilir. Piyangodan size de çıkabilir diye, tüpçü nam çetecinin cebinin doldurmasına vesile olunan o garabet çekiliş heyulasından, yılbaşını halen gavur adeti zannedecek kadar kinle dolmuş, ötekisinden nefreti bir de böyle deneyimleyen bir ülkeye ulaşmak kesintisizdir. Bu hallerin her neresi düzelebilir ki, sahiden?
Yolun, yordamın, anlam ve mananın birlikte beraberce cümbür cemaat yok edildiği bir uzamda insan haklarının da hali içler acısıdır. 2022 yılının hamasetin dibinden, bildiğiniz tüm anlamlarıyla birlikte bir mahvetme retoriğine ev sahibi olduğunu daha önce de defaatle bildirmiştik. Bugün o ekonomik olanın yanında, sosyolojik bir çöküşün de sınırları arasında dolaşılan yerde, o güzergahta hazır fırsat bu fırsat denilerek hakların da ister Türk, ister Kürd, ister Ermeni, o bu ya da şu, buralı olana, burada haymatlos kalana, buradan geçip gitmeye çabalayan mülteciye, herkese ve her bir ötekisine reva gördüğü şey sadece zulümdür. İhlal ve ilhak edilmemiş hakkımızın sıralı bir tam listesini Bianet’te Ayça Söylemez’in haberinden takip edebilirsiniz. Sadece birkaç satırda ortaya dökülen tüm o irin dolu güncelleme ile birlikte onarılamayacak olanın her nasıl bina edildiğini de günbegün yaşadı bu topraklar. Yakın tarihli örneklerden savaşın / kırımın kötücüllüğü hal ve istemine karşı ses verebilen nadir temsillerden birisi olan Türk Tabipler Birliği Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın başına musallat edilmiş devlet / millet düşmanlığı tanımlaması meseleyi biraz olsun bildirecektir. PKK/HPG ya da başka bir adla müsemma bir yapıyla düşük yoğunluklu savaş esnasında kimyasal silah iddialarının gündeme taşınması, belgelenmesi sonrasında tek bir demecin dahi, mahpus edilmeye kafi gelmesidir, mesel olunması gereken. Hipokrat yemini etmiş bir doktorun, bilim insanının, uluslararası sözleşmelerde imzası bulunan bir ülkeye, gerekliliklerini hatırlatması, Kürd sorununun her nasıl biçimlendirdiğini de anlamlandırır. Kırk küsur yıldır tek bir olumlama halini barındırmamış o savaş ikliminden çıkabilmek, bir kez olsun barış iradesini tesis etmek, var edilmiş suçların ta kendisiyle, ama devlet, ama örgüt bir biçimde yüzleşmek mevzu edilmesin denilerek bir insan hakları savunucusu tutsak edilir. Sadece bir örnekle kalsa iyidir, sorumluluğu bildiren Türk Tabipler Birliğinden, İnsan Hakları Derneği eş genel başkanından, üyelerine, her anlamda, politik pragmatist tavrın hedef kıldığı hak savunucuları bu girdapta, bu ülkede insanlık haklarından mahrum edilirler.
Ruken Tuncel’in Bianet’teki haberini aktaralım: “Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği (İHD), “örgüt propagandası” yaptığı iddiasıyla tutuklanan ve yarın (29 Aralık) karar duruşması görülecek Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur- Fincancı için yazılı açıklama yaptı.
Açıklamada, “bilim insanı ve insan hakları savunucusu Prof. Dr. Korur Fincancı’nın iki aydır keyfi ve hukuk dışı bir şekilde tutuklu olduğu” vurgulandı.
Korur- Fincancı’nın, “işkencenin belgelenmesi ve raporlanması için önemli bir Birleşmiş Milletler belgesi olan İstanbul Protokolü’nün yazarlarından olduğu” hatırlatılan açıklamada şöyle denildi:
“Şebnem Korur Fincancı’nın, ilk duruşma için Ankara Sincan Cezaevi’nden İstanbul’a karayolu ile yaklaşık beş buçuk saatlik bir yolculuk boyunca elleri kelepçeli vaziyette getirilmesi üzüntü ve kaygı vericidir.
"İddialar her açıdan dayanaksız"
“Bu kabul edilmez uygulama, evrensel hukuk açısından mutlak olarak yasaklanmış olan işkence ve diğer kötü muamele niteliğindedir.
“Hiç kuşkusuz buna yol açan silsile içindeki tüm sorumlular/failler hakkında derhal etkili ve bağımsız soruşturma başlatılarak cezalandırılmaları için gerekli tüm hukuki girişimlerde bulunacağımızı ifade etmek isteriz.
“Başından itibaren hep söylediğimiz gibi, sevgili arkadaşımız Şebnem Korur Fincancı hakkında açılan bu davaya konu olan iddialar her açıdan dayanaksız ve geçersizdir.
"Yargısal tacize son verin"
“Nitekim, bu gerçekliğe 23 Aralık 2022 tarihindeki duruşmayı izleme olanağı bulan herkes tanık oldu. Zira sevgili Şebnem’in beyanında ve avukatların açıklamalarında da yer verdikleri gibi, bir bilim insanı sorumluluğu ile yürütülen faaliyetler ve yapılan açıklamalar ancak bilimsel özgürlük kapsamında bilimsel kamuoyunca tartışılabilir.
“Bir başka deyişle, doğası gereği bu tür eylemler yargının bir konusu olamaz. Aksine, böylesi bir davanın açılması bilimsel faaliyetleri ve insan hakları savunuculuğunu baskı altına alma çabasından başka bir şey değildir.
“Bir kez daha siyasal iktidarı ve diğer tüm yetkilileri, Şebnem Korur Fincancı’ya ve onun şahsında Türkiye’deki tüm insan hakları savunucularına yönelik -yargısal da dahil- her türlü tacize son vermeye çağırıyoruz.
"Dayanışmayı büyütmeye Çağlayan'a..."
“Sevgili arkadaşımız Şebnem Korur Fincancı, 29 Aralık Perşembe günü ikinci kez hakim önüne çıkacak. Büyük olasılıkla mahkeme heyeti kararını açıklayacak.
“İnanıyoruz ki, bu büyük yanlış mutlaka düzeltilecek ve sevgili arkadaşımız hakkında beraat kararı verilerek özgürlüğüne kavuşacaktır.
“Muhtemel karar duruşmasını izlemek üzere akıl ve vicdanın sesini dinleyen herkesi dayanışmayı büyütmek üzere Çağlayan Adliyesi’ne davet ediyoruz. Bir kez daha yineleyelim: İnsan hakları savunucuları gücünü haklılığından, umudunu dayanışmadan alır…”
Canan Coşkan’ın dava gününde yaşananlara dair haberini Diken’den ekleyelim: “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’ta kimyasal silah kullandığına ilişkin iddiaların araştırılması gerektiğini söyledikten sonra iktidarın hedef gösterdiği Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın yargılandığı davada mahkeme heyetinin reddi talep edildi. Heyet de bu talebi reddetti ve Fincancı’nın tutukluluğunun devamına karar verildi. Bir sonraki duruşma 11 Ocak 2023’te yapılacak.
İstanbul 24’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada Bakırköy Cezaevi’nde tutulan Fincancı hazır edildi. Fincancı, duruşmanın başlamasını beklerken etrafında beş jandarma bekledi. Davayı çok sayıda kişi takip ettiği için seyircilerin çoğu ayakta kaldı, salonun kapısı kapatılamadı. Duruşma salonunun olduğu katta kalkanlarıyla çevik kuvvet polisleri ve sivil polisler bekletildi.
Başkan mütalaayı tekrarlattı
Duruşmanın başında mahkeme başkanı Murat Erten, “Savcıya mütalaasını tekrarlatacağım” dedi. Bunun üzerine duruşma savcısı Doğan Emre Kılıç da bir önceki duruşma açıkladığı esas hakkındaki mütalaasını tekrarladı. Milli Savunma Bakanlığı’nın (MSB) avukatı, geçen duruşma davaya katılma taleplerinin reddedilmesine karşın yine davaya katılma talebinde bulundu. Heyet, bir kez daha reddetti.
Ret kararıyla başladı
Daha sonra Fincancı’nın avukatı Meriç Eyüboğlu söz alarak heyetin duruşmayı küçük salonda yapmasını eleştirdi. Batman Baro Başkanı Erkan Şenses de üç avukat sınırlandırmasına itiraz etti. Heyet, hem duruşmanın büyük salonda yapılması hem de üç avukat sınırının kaldırılması talebini reddetti. Sonra Fincancı’ya söz hakkı verildi. Fincancı sözlerinin savunma olmadığını belirtti.
‘Savcı intihalden kurtulamamış’
Savcıya teşekkür ederek sözlerine başlayan Fincancı, “Çünkü o uzun ve çok sayıda bilim dışı ifadeyle malul iddianameyi epeyce sadeleştirmiş ama intihalden kurtulamamış” dedi. “Bu süreç inanılmaz bir algıyla yürüyor” diyen Fincancı şöyle devam etti:
‘Talimat değil de ne?’
“Başından beri bir talimatla karşı karşıya olduğumuzu düşündüren ifadelerle karşı karşıyayız. İktidarın sözcüleri, küçük ortakları konuşuyor ve ‘vatansız kalsın’ diyor. Bu ülke için kim daha fazla yarar getirmiş biliyor Türkiye halkları. Milli Savunma Bakanı ben yayına katıldıktan sonra ‘iftira’ diyor. Araştırma olmadan iftira demek baştan yalan söylemektir. Neyin iftirası olduğu da meçhul. Bu hafta sonu Milli Savunma Bakanı ‘Milletimiz bu kişileri affetmeyecektir’ dedi. Bu talimat değil de nedir?”
‘Hakikat bükücülük yapılıyor’
Geçtiğimiz hafta görülen duruşma için adliye binası ve çevresindeki güvenlik önlemlerini gördüğünü aktaran Fincancı, “Sanki ben en tehlikeli sanıkmışım gibi davranıyorlar, bu da sizin üzerinde etki etmek için yapılıyor. Siyasi otorite tamamen algılar üzerinden ilerliyor ve hakikat bükücülük yapıyor. Mütalaa da aynı şeyi yapıyor” dedi.
‘İnceleme yapılmalı’
“Akciğerden gelen kanamanın nasıl bir propaganda olduğunu anlamıyorum” diyen Fincancı, kimyasal silah kullanıldığı iddiasıyla ilgili balistik uzmanlarının ve bağımsız heyetlerin olay yerinde inceleme yapması gerektiğini söyledi ve şöyle devam etti:
“Tıbbi görüşümü belirterek nasıl bir meşruiyet kazandırdığımı çok merak ediyorum. Bu ülkede biliyoruz ki eğitim sistemi gereği sebep-sonuç ilişkisi kurmakta zorlanılıyor. Burada da bir sebep-sonuç ilişkisi kuramama durumu var.”
‘Teröristsem hangi örgüt, TİHV mi?’
TTB ve İnsan Hakları Derneği’nin faaliyetlerinden bahseden Fincancı, “Başka örgütüm yok benim. Ben teröristsem hangi örgütten terörist olduğumu merak ediyorum. TİHV’den mi, İşkence Mağdurları için Uluslararası Rehabilitasyon Konseyi mi, Filistinli Mahpuslar Derneği mi, İnsan Hakları için Fizisyenler mi (PHR) benim örgütüm” diye sordu.
At sineği benzetmesi
Fincancı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisine ‘terörist’ diyebildiğini anımsatarak “O dedikten sonra benim hakkımda yargı mensupları nasıl ayrıksı düşünebilir? Ardından da beraat ettiğimiz davada istinaf kararı bozuyor ve yeniden yargılama başlıyor, ne tesadüf” diye konuştu. Siyasi otoriteyle ‘tutkulu bir ilişkileri olduğunu’ söyleyen Fincancı, “Biz onlara bilimsel eleştiriler yaparken onlar bizi teröristlikle, vatan hainliğiyle ve daha çok yakışıksız ifadeyle suçladı. Bunlar karşısında nasıl değerlendirme yapacağınızı merak ediyorum” dedi. Dünya çapında devletlerin işlediği suçlara karşı olduğunu belirten Fincancı, “Ben bu devletin başına musallat olmuş at sineğiyim” diye konuştu.
‘Yeni hayatlar filizlensin diye…’
Mahkeme heyetine “Biz hekimler araç olarak kullanılmayı reddediyoruz, siz de reddedin” diye seslenen Fincancı, son olarak şunları söyledi:
“Yine aynı savcı örgüt üyeliği suçlamasıyla soruşturma başlatmış. TTB’den kurtulmayı istiyorlar, benden de kurtulmak istiyorlar. Dört duvarın arasına koymuşsunuz, tutuklamışsınız… Nazım’ın dediği gibi ‘O duvar, duvarınız vız gelir.’ Mücadeleye devam edeceğimiz muhakkak. Biz yeni hayatlar filizlensin, yaşayanlar hayatlarını onurla devam ettirsin diye uğraşıyoruz. Bunun da bir suç olduğunu düşünmüyor ve suçlamalarınızı reddediyorum.”
Fincancı, konuşmasını tamamladıktan sonra salonda bulunanlar alkışladı.
Bakanlığın avukatı salondan çıkmadı
Fincancı’nın konuşmasından sonra avukatı Eyüboğlu, MSB’nin avukatının davanın katılanı olmadığı için bulunduğu yeri terk etmesi gerektiğini söyledi. Mahkeme başkanı Murat Erten, bu talebi de reddederek bakanlığın avukatının müştekilerin oturduğu bölümde bulunmaya devam etmesine izin verdi.
Heyet reddedildi
Fincancı’nın avukatlarından Meriç Eyüboğlu, “Biz bugün buraya ceza vereceğinizi öngörerek geldik” dedi ve hakkaniyetli ve objektif olmadıkları gerekçesiyle heyeti reddetti. Heyet, ‘duruşmayı uzatmaya yönelik olduğu‘ iddiasıyla talebi reddetti. Adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı gerekçesiyle Fincancı’nın tutukluluk halinin devamına karar verildi. Bir sonraki duruşma 11 Ocak 2023 saat 10:00’da yapılacak.”
Hiçbir şeyin bırakalım düzelmesini, eldekinin de onarılamaz kılındığı bir düzlemin her nasıl bina edildiğine tek başına yeterli bir örnektir; Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın davasında yaşatılanlar. Cürmü ile cerahatin birlikte yüceltildiği, hedef kılınan bir insanın canı yakılarak, Kürd sorununun bir kere daha örtbas edilebileceğini zannedecek kadar bu ülkeyle bağlarını kopartmış bir temsilin var ettiği utanç vesikası karşımızdadır. Neyi her nasıl bir kere daha anlatalım? Fincancı hocanın olana dair tespitinin, dayanaklarını her ne şekilde olursa olsun bir başkasının / ki düşman dahi olsa / alırken uygulanan uluslararası prosedürlerin dahi alt üst edilerek, kimyasal silahla mukabele etmenin, bunu sorgulamaya çalışanı da derdest etmenin her neresini nasıl okuyabiliriz? Kürd halkının bugüne kadar ol silahlı tahayyül dışında var ettiği her mücadele hattı, siyasal örgütlenme, politik bilinçle ve istemle doğrudan devletli karşısında buradayız / haklıyız itirazlarının derdest edildiği bir uzamda kim neyi ne şekilde düzeltebilir ki sahiden? Bir tragedyaya dönüşmüş olagelen ol yargılama süreci sırasında, terör / terörist yaftasının her şekilde kullanıla gelip bir linç örgütlenmesine mahal verildiği zeminde adalet nerededir? Hak ne şekildedir. İşaret verilip, yargı kararlarının Ankara’nın kapalı / karanlık dehlizlerinde alındığı bir yer bir uzamda, kim neyi, her nasıl düzeltecektir, düzeltebilir!
Bir projeksiyona gerek kalmadan sadece belli başlı bir konuda yazılanlarla sayfalar dolup taşıyor. Bir şeyleri düzeltmek yerine, olabildiğince eğip, büküp, onarılması imkansızın ta dibine lehimlemek kesintisiz bir hakikate dönüştürülüyor. Bütünüyle mahvetmenin adına ya reform, ya yeni yüzyıl hamlesi, ya da atılım diye geçiştiriliyor. Ekranlar şen şakrak, laf ola beri gele bir sürü gerçekliği meçhul olanın müjde edilmesine sahne kılınırken, sokağın o sokakta olanın hakikatine kulaklar kapatılıyor. Ne yol, ne izan, ne gelecek tahayyülünün bunca kolay iç edilmesine bir ön alma söz konusu ediliyor. Bir koca yıl geçiyor, havanda dövülen suyun yankısı dışında hiçbir hamle kalıcı kılınmıyor. Adaletin, eşitliğin, hürriyet ve demokrasi pratiğinin dibine kibrit suyu dökülürken alışırsınız buyruluyor. Bu hallere mi alışılacak, daha bunlara da mı alışmak söz konusu edilecektir, nedir yani? Geri dönülemeyecek olan yaralar var ediliyor. Geri düzeltilemeyecek olan ülke bir hakikat kılınıyor. Gerisin geriye kurtarılamayacak olanın karanlığına doğru ilerliyor ülke. Dönüşümü mutlak yıkımlarla bir ve beraberce şekillendiren ülke. Geri kurtarılamayacak bir ülke yönelimi bugünün sabiti kılınıyor. Her yan cerahat, her gün cürmün. Bütün bu hal ve istemlerle şekillendirilmiş olana mı alışılacak, bu da mı geçecektir, gelip geçicidir ya hu! Memleket yaşatan bir yer olmaktan alıkonulurken... emin misiniz, son kararınız mı?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Şebnem Korur Fincancı İçin Yapılan Eylemlerden Bir Kesit – AFP v/Arab News
0 notes
sikildim-gunesten · 2 years
Text
Eğer birazcık özgüvenim olsaydı, karşına geçer bütün hislerimi açık yüreklilikle anlatırdım. Ya da biraz cesaretim olsaydı, bir mektup yazardım belki.
“Cesaret edip yanına gelemedim. Sana seni ne kadar sevdiğimi anlatamadım. Ama bırak, okutayım..” derdim önce. 
“Ne oldu da bu derin duyguların içine girdim, bilmiyorum.” diye devam ederdim. Belki güzel cümleler kuramazdım. Belki gönlümden karman çorman cümleler akardı kağıda. Ama umursamaz, devam ederdim:
“Aslında üç harfli bir kelimeye sığdırıp geçtiğimiz bütün bu duygulara inanmıyordum hiç. Nitekim sana hissettiklerim de beni bir süre sonra terk eder sanmıştım. Altı aydır her gün, her gözüm uzaklara daldığında ya da bulunduğum ortamdan uzaklaşıp  aklımdan geçen cümlelere her kulak verişimde bir çift kara göz belirdi gözümün önünde. Yine de bir süre böyle “Geçecek.” diye teselli etmiştim kendimi.” Belki hafifçe gözlerim dolardı sonra.
“Senin fark dahi etmediğin kazara göz göze gelişlerimiz benim aklımda dolaşırdı. Sanki bütün bu kemikten etten sıyrılıp ruhumu görmüşsün gibi hissederdim. Sanki çıplakmışım gibi. İçim ürperirdi.” Belki tam burada mektuba gözlerimdeki yağmur damlalarından biri kağıda düşerdi.
“O zamanlar bana hissettirdiklerinden yola çıkarak bir takma ad taktım. ‘Mutlu’ dedim sana. Düşünsene, adını bile bilmiyordum. Beni mutlu ettiğin için sana Mutlu dedim. Oysa bir gün üzebileceğini hiç düşünmedim. Hiç haberin yokken beni nasıl bu kadar üzebildin ki ?” Bu bir veda mektubuydu. Başından beri sonumuzu bilirdim.
“Haberin yoktu, seninle uyudum, uyandım. Seninle kendi içimde bir hayat kurdum. Benimle doğmuş fazladan bir uzuv gibi taşıdım seni yanımda. Hiç görmedin beni. Olsun, dedim. Görme. Bağırdım sana, haykırdım. Duymadın. Olsun, dedim. Duyma. Ama bari bakma bana öyle. Nefesimi tutardım bazen yanından geçerken. Bir insan bir insanı nasıl bu kadar etkileyebilir ? , derdim. ” 
“Bazen gergin yüz hatların yerini sıcak bir tebessüme bırakırdı. Küçülürdün gözümde, sanki ufacık bir oğlan çocuğu olurdun. İster istemez benim de dudaklarım kıvrılırdı. Küçük umut tohumcukları yeşerirdi dudağımın kenarında. Bilhassa o zaman dünyanın en mutlu insanı gibi hissederdim.” Elimi kalbime bastırırdım sonra. 'Hayır, böyle atma! Bu bir veda mektubu!' derdim.
“Oysa şimdi bozulmuş bir büyüyü hatırlar gibi yazıyorum bu satırları. Ya da biri pembe camlı gözlüğümü alıp kırmış da gerçek dünyayla tanışmış gibi. Artık sana baktığımda gözlerin ifadesiz bir şekilde dolanıyor yüzümde. Aslında hep öyleymiş. Fakat ben yeni fark ediyorum. Yine de kusursuz gibi gözüküyorsun gözüme. Senin için heyecanlanan kalbim, canımı sıkıyor sonra. Hiçbir şey kendi oluşturduğum dünyadaki gibi büyülü gelmiyor artık. Sarılsaydın geçerdi aslında.” Sonra vazgeçip cümleyi değiştirirdim.
“Sarılsan geçer, yine eskisi gibi baksan, gülsen geçer. Ben yine çırılçıplak soyunurum karşında. Oysa gelmezsin biliyorum. Ve bunu bilmek her şeyden çok yaralıyor.” Başka bir paragrafa geçerdim sonra. Yazıp yazıp silerdim. Ona onu anlatmak güzel de nasıl veda edeceğimi bilemezdim.
“Sanki içimde bir volkan patlamış, lavları kaburgalarımdan akıyor gibi. İçim yanıyor. Canım çok acıyor. Sana “Merhaba.” diyemeden veda etmek çok zor.” Burnumu çekerdim tam burada. Biraz soluklanma ihtiyacı duyardım.
“Hayatını kapı deliğinden izler gibi izledim bir süre. O kapıyı çalmaya hiç cesaret edemedim. Elbet açarsın,  dedim ama çalmadan açılmayacağını biliyordum. Şimdi tüm bunların hiçbir önemi kalmadı. Sessizce çekiliyorum bugün o kapının önünden.”
“Seni benim gibi kör bir tutkuyla sevebilecek ve sana bunu gösterecek kadar cesur biri hayatına girdiğinde, bana yaptığın gibi görmezden gelme onu.”
“Benim güzel Mutlu’m. Aklımdan sayısız düşünce geçiyor yine. Hiçbirini duyamıyorum. Gözlerimin önünde beliren güzel yüzüne karşı yazdığım satırların sonuna geldik şimdi. Hayat hep yanında olsun. Dünya hep ışıl ışıl gülsün sana. Güzel yüzün hiç solmasın. Bu dünyada, bu evrende olmadı ama -şayet varsa-, başka bir dünyada elini tutabilmeyi diliyorum bir tek.”
“Bu koskoca metin sana ne hissettirdi, bilmiyorum. Bu mektup aşkımın ilanıdır. Oysa ben bugün bu aşka olan umudumu, toprağın altına gömdüm. Üstüne dört kürek toprak attım, baş ucuna bir buket gelincik bıraktım. Hakkımı helal ettim ve çıktım mezarlıktan. Bu mektup umudumun cenazesidir. Artık diriltmem onu tekrar.”  Muhtemelen hepten ağlardım burada. Bana dair tek bir cümle yazardım: 
“Ah, benim güzel Mutlu’m. Ben bugün vazgeçtim senden...”  Sonra sessizce kalemimi bırakır, mektubu katlardım. 
En başında dedim ya...
Cesaretim olsaydı....
6 notes · View notes
mel-inoe · 1 year
Text
"hiç düşünmeden yaşayanlar, düşünmesi gerektiğini bilip düşünmekten korkanlar ve düşündüğü için deli sayılanlar olarak üçe bölünmüş durumdayız. insanların 'normal' olarak gördüğü şeylerin biraz dahi olsa dışına çıkan bir şey söylediğin an 'deli misin sen' lafları yankılanır kulaklarında. sırf kendileri yapamıyor diye sen yapmaya çalıştığın vakit çelmelerini en can alıcı yerinden sana takan onlar olurlar. asla laf ettirmedikleri egoları hele bir zedelenmeye görsün yerden yere vururlar seni. insanlar kafayı yemiş durumda, her şey gidebileceği en kötü ne varsa o yöne doğru hızla yol alıyor ve bizler de bu savaşın ortasında "ben varım" demeye çalışan delileriz.
hoş, eğer bunu yaptığım için deli oluyorsam seve seve deli olurum. deliliğin bu kadar güzel bir şey olduğunu bilemedikleri için de insanlara acırım."
13 notes · View notes
tumitutscanlation · 4 years
Text
Heavenly Blessing – 169. Bölüm
Mega // Drive // Wattpad
Bölüm 169: Tepedeki Hayalet Işığı Bağını Açan Efsun
Gümüş kelebek hemen kenara uçarak gizlendi. Gu Zi’nin gözleri ardına dek açılmıştı.
Cevap verdi. “Ben… Ben işiycem!”
Qi Rong cıkladı. “Veletler bokla ve çişle dolu!”
Ve ardından umursamayı bıraktı.
Gu Zi el yordamıyla kenara gitti ve tekrar fısıldadı. “Hurdacı gege, hurdacı gege!”
Xie Lian hala çatıdaydı. “…Daozhang desen olur. ‘Hurdacı gege’ biraz tuhaf, hahaha… Gu Zi. Babanın kaçırdığı bu insanlar çok kötü bir durumda. Onlar bir başkasının evinde yaşıyorlardı ve efendileri babanı dövmek için onu takip ediyor. Onları bırakmamıza yardım eder misin?”
“Biliyorum!” Dedi Gu Zi. “Onlar büyük, siyah bir öküze binen tanrının evinden!” Başını kaşıdı. “Ben de onları bırakmak istiyorum.. ama babam hasta. İyileşmek için insan eti yemesi gerektiğini söyledi, insan eti yemenin çok normal bir şey olduğunu. Ben hala çok küçüğüm, büyüdüğümde nasıl yendiğini bana da öğretecek. Bence iyi bir şey değil…”
İyi bir şey olmamaktan öteydi! Kıl payı yetişmişiz, diye düşündü Xie Lian. Qi Rong’un yanında uzun süre kaldıktan sonra Gu Zi de yoldan çıkmaya başlamıştı. Eğer yanlış yolda yürümeye devam etseydi, belki de sırf alıştığı için her şeyi normal kabul eder ve insan eti yemek de sıradan bir şey olarak gelirdi.
Xie Lian hızla konuştu. “Hiç iyi bir şey değil! İnsan eti yemek her türden korkunç hastalıklara yol açar; yenen kişilerin hayaletleri sana ve babana musallat olur, gece gündüz rahat bırakmazlar. Baban hasta değil, sadece yemeği bırakamayan bir obur. Tekrar yemeden önce onu durdurmanın bir yolunu bulman gerek, yoksa babasız bir çok olacaksın!”
“Ne yapabilirim?” Gu Zi çok korkmuştu.
Hua Cheng Xie Lian’a döndü. “Gege bana bırak.”
Gümüş kelebeğe birkaç cümle söyledi ve diğer taraftaki Gu Zi dinledi, her şeyi hatırlamak için elinden geleni yapıyordu. İşi bittikten sonra Hua Cheng tekrar başını kaldırdı. Xie Lian’la konuştu. “Önce Xuan Ji’yi yoldan çekelim.”
Evin içinde Xuan Ji konuştu. “Bence bu adam çok şüphe çekiyor. Yushi Huang’ın astı olduğunu söyledi ama kötülük enerjisiyle dolu. Doğruyu söylediğini hiç sanmıyorum, onu biraz daha sorgulayacağım.”
Gu Zi’nin uzaklaştığını görünce, Qi Rong sırtını kapıya dönmüş ve tekrar kolu kemirmeye başlamıştı, öylesine cevap verdi. “Tamam.”
Xuan Ji’nin Pei Ming’le karşılaştığı zamanlardaki deliliği olmadığı zaman, Qi Rong’a göre çok daha ayrıntıcı ve dikkatliydi, bir kadındı sonuçta. Ayrıca Gu Zi de ondan biraz korkuyordu, eğer o etrafta olursa çok daha kolay yakalanabilirdi.
Xie Lian başını salladı. “Onu nasıl uzaklaştıracağız ki?”
İki bakıştılar ve aynı anda konuşmuşlardı. “General Pei.”
Xie Lian dua ederek ellerini birleştirdi. “Başka yolu yok. Kısa bir süreliğine kendisini feda etmesini istemek zorundayız. General Pei, kurtulduktan sonra herkes sana teşekkür edecek.”
Hua Cheng’in kol zırhındaki işlemelerden bir kelebek daha ortaya çıktı ve Xie Lian’ın kulağına doğru uçtu. Bir adamın sesi süzülerek onlara geldi, bu Pei Ming’di. Görünüşe göre Hua Cheng onlar ayrılmadan önce birkaç kelebeği arkada bırakmıştı ve diğer taraftaki sesleri onlara taşıyorlardı. Xie Lian bir süre dikkatle dinledi.
Fısıldadı. “Şurayı biraz keselim ve şu cümleleri kullanalım…”
Xuan Ji’nin sırtı pencereye dönüktü, bir şahin gibi gözlerini Yin Yu’ya dikmiş, onu sorguluyordu.
Yin Yu sakince cevap verdi. “Yushi Krallığında, kayıp aç hayaletlerle ilgilenmek benim görevim. Kapıyı çaldıkları zaman onlara pirinç verir ve yollarına uğurlarım, bu nedenle kötülük özüyle sarılıyım.”
Diğer mahkumlar Yushi ülkesinin gerçek çiftçileriydi ve her ne kadar sahiden bu tür yardımcılar olsa da, o kesinlikle onlardan biri değildi. Uydurduğunu biliyorlardı, ama hiçbiri sesini çıkartmadı.
Qi Rong kıkırdadı. “Ho ho, ben de aç bir hayaletim, neden bana yardım etmiyorsun? Sadece birkaç kişiyi yedim ve ölümüne kovalanıyorum, neden o pinti çok cömertmiş gibi davranıyor?”
Diğer yandan Xuan Ji ise sadece küçümseyerek yorum yaptı. “Bu dünyada pek çok aç hayalet var, nasıl hepsine birden yardım eder? Yaptığı sadece göstermelik bir şey.”
Tam bu sırada, ışığı gizlenmiş bir gümüş kelebek sessizce arkasına uçtu, ardından parladı ve gizlendi. Tüm tutsaklar görmüşlerdi, ama hepsi sükûnetini korudu; sessiz bir anlaşmayla, hepsi görmemiş gibi davrandılar. Xuan Ji sorgusuna devam edecekti ki aniden bir erkeğin sesini işitti.
“…Eğer öyleyse,… önce… bunlar. Başka… var mı..? Bana… ver…”
Orijinal cümle ‘Eğer öyleyse, önce bunları, fareleri kızart. Başka yılanın var mı? Bana ver.’
Xie Lian, Pei Ming’in sözlerini ilk duyduğu zaman hem şok olmuş hem acımıştı. Onlara doğru gelen ceset-yiyen fareleri normal fareler sanmış olmalıydılar, Pei Ming de öldürerek Pei Su’ya yemek olarak sunuyor olmalıydı. O fareleri yemek sahiden insana zarar vermez miydi? Hızla geri dönseler iyi olacaktı.
Ancak Hua Cheng cümlelerden birkaç kelimeyi çıkardıktan sonra etkisi oldukça gizemli olmuştu; bir anlamı var gibiydi, ama tam olarak ne olduğu çıkartılamıyordu. Xuan Ji duyduğu anda tir tir titredi ve hızla başını geriye çevirdi. Ancak gümüş kelebek kurnaz bir şekilde atikti; hiçbir ışık yaymıyordu ve o başını çevirdiği zaman çoktan kenara uçarak gizlenmişti. Xuan Ji sarsılmıştı, mahkumları sorgulamak üzere döndü.
“Biraz önce bir şey duydunuz mu? Bir şey gördünüz mü?”
Yin Yu başı çekti ve diğer tüm mahkumlar da başlarını iki yana salladılar. Qi Rong kanla kaplanmış ağzıyla onlara baktı. “Ne duydun?”
Xuan Ji’nin kafası hala karışıktı. “Ben sandım ki… Pei Ming’in sesini duyduğumu sandım.”
“Muhtemelen hayal gördün.” Dedi Qi Rong. “Ben hiçbir şey duymadım.”
Gümüş kelebek Xuan Ji’ye sıkı sıkı yapışmıştı, bu nedenle ses aktarılırken başka hiç kimse duymamıştı.
Xuan Ji şüpheliydi. “Sahi mi? Ama ben… yakınlarda olduğunu hissediyorum. Belki telepatidir? Lordum, neden gidip bir kez daha kontrol etmiyorum?”
Xie Lian bu kadar kolay olacağını düşünmemişti ve sessizce yumruklarını sıkarken Hua Cheng’e gülümsedi. Ancak beklenmedik bir şekilde Qi Rong hayallerini suya düşürdü. “PFFT! Zaten kontrol etmemiş miydin? Ne telepatisi; hayal gördün sadece. Günde sekiz yüz kez onu düşünmekten başka hiçbir şey yapmıyorsun, elbette hayal görürsün.”
Görünüşe göre sözleri Xuan Ji’yi biraz ikna etmişti ve orada kaldı, kararsızdı. Her ne kadar bu girişimleri başarısız olsa da Xie Lian’ın cesareti kırılmamıştı, çünkü birkaç saklı numarası daha vardı. Xuan Ji tam sorgusuna devam edecekti ki bir kez daha Pei Ming’in sesini duydu.
“…Seni küçük aptal! Buraya gel, sana öğreteceğim.”
Kısa bir süre sonra bir kız sesi duyuldu. “…Lütfen, General Pei. Daha önce bir kez yaptım. Artık tecrübeliyim. Bırak ben yapayım…”
Elbette, duyduğu şey Pei Ming’in Ban Yue’ye Minik Pei yesin diye fare kızartmayı öğretişiydi. Ancak kelimeler Xuan Ji’nin kulaklarına ulaştığı anda tümüyle bambaşka bir anlama bürünmüşlerdi. Tiz bir çığlık koyverdi, gözleri kıpkırmızı oldu ve başının üzerindeki hayalet ışığı patladı, sanki kalbindeki kıskançlık alevlenmişti. Kendi saçını çekti ve bağırdı. “BU O!!! EMİNİM, BURADA OLMALI, ONU HİSSEDİYORUM, KALBİM ONU HİSSEDİYOR!!! PEI MING! SENİ GEBERTECEĞİM!!!”
İki kırık bağını sürükleyerek atlarken bir yandan bağırıyordu. Qi Rong lanetler etti. “HEY! XUAN JI! BU NE ŞİMDİ! KIRIK BACAKLARLA NASIL O KADAR HIZLI KOŞABİLİYOSUN? O ERKEK FAHİŞE SAHİDEN BUNA DEĞER Mİ?!”
Xie Lian, Xuan Ji’nin tökezleyen ve savrulan sırtının kayboluşunu izledi ve nedense hüzünlendi. Hua Cheng onun muhtemelen tapınaktakilerin güvenliği için endişelendiğini düşünüyordu. “Endişelenmene gerek yok. Hayalet kelebek onu tam tersi yöne götürecek. Eğer onları bulsa bile onları korumak için RuoYe orada, çemberin içine giremez. Buradaki işimizi çabucak bitirelim.”
Şimdi Xuan Ji gittiğine göre, Gu Zi’nin sahneye çıkma vakti gelmişti. Ayağa kalktı ve ellerindeki çamuru poposuna sildi. Xie Lian biraz endişeliydi. “Sahiden iyi olacak mı?”
Hua Cheng yumuşak bir sesle konuştu. “Gege, güven bana. Eğer işe yaramazsa, başka bir yol buluruz. Bir sürü yedek planımız  var. Eğer bir aksilik olursa, Qi Rong’un ömrünün sonuna kadar konuşamamasını sağlarız ve bu sırada bir yol buluruz.”
“…”
Gu Zi eve girdiği zaman Qi Rong çoktan ellerindeki kanı yalayarak temizlemişti. Onu gördüğü zaman seslendi. “Evlat, buraya gel ve babacının bacaklarına masaj yap!”
Böylece Gu Zi bacaklarına masaj yapmaya gitti. Bir süre itaatkar bir şekilde devam ettikten sonra sordu. “Baba, şu köşedeki insanlar iplerle bağlı olmamalarına rağmen neden kaçmıyorlar?”
Sorusu Qi Rong’a enerji vermişti. “Hehe, tabi ki babacından çok korktukları için hepsinin bacakları pelteye döndü!”
“…” Gu Zi’nin gözleri ve ağzını ardına dek açık kalmıştı. “O KADAR MUHTEŞEM MİSİN?!”
Qi Rong’un egosu tatmin edilmişti, cevapladı. “Evet öyle! Buraya bak, bugün sana babanın ne kadar harika olduğunu göstereceğim! Şu ateş topunu görüyor musun? Ona bir emir verdiğim anda, VUUUŞŞ, ve ölümüne yanarlar, bu nedenle de benden korkuyorlar! Ve diğer iki küçük hayalet, onları unutma.”
Gu Zi tahıl eşeleyen bir civciv gibi başını salladı. Qi Rong devam etti. “Biri Hua Cheng, diğerinin lakabı Kara Su, o ikisi zayıf birer hiçler. O iki pislik çok iyilermiş gibi davranıyorlar sırf biraz şansları yaver gitti diye, ama aslında unvanlarının içi boş. Boş unvan ne demek biliyor musun? Sana öğreteceğim. Bir değim. Anlamı da yüzeyde çok güçlü göründükleri, ama konu gerçek güce geldiği zaman benim yanıma bile yaklaşamadıkları.”
Gu Zi anlamışa benziyordu, ama bir yandan da anlamamıştı. “Aa…”
Qi Rong ekledi. “Sadece şanslılar! Eğer o şans bende olsaydı onlardan on kat daha yüce olurdum! SADECE BEKLE! Bu kez babacın bu testi geçecek ve hemen onları siyah ve maviye dönene dek dövecek! KİMSE BENİ HOR GÖRMEYE CÜRET EDEMEYECEK! SADECE BEN İNSANLARA TEPEDEN BAKABİLİRİM!”
Kararlılığı alevleniyor, bağırarak kollarını sallıyordu ve her ne kadar Gu Zi’nin onun kim olduğuna neden bahsettiğine dair hiçbir fikri olmasa da, gayretle onu yüreklendiriyordu. “YAPABİLİRSİN, BABA!”
“…”
Çatının üzerinde, Xie Lian eliyle yüzünü kapattı.
Qi Rong’un büyüklük konuşması dilinin tutulmasına neden olmuştu. Qi Rong’un onun kuzeni olduğunu düşündükçe utanıyordu, Hua Cheng’e döndü. “San Lang, bu… o… ben…”
Aslında tarih boyunca kendisini övmeyi sevmeyen bir erkek hiç olmamıştı. Kerhanede çalışan bir kızın mendili uçarak bir adamın eline gelirse, adam döner ve saygın fahişelerden en güzelinin ona aşık olduğunu anlatırdı; imparatorunun cariyesinin amcasının torununun kuzeninin cariyesinin ayakkabılarını taşımak ve sandalyesini silmek, kraliyet akrabalarının malikanesinde önemli bir idareci olmak olurdu, statüsünü yükseltirdi. Bu nedenle kendini öven erkekler hiçte nadir değillerdi.
Erkekler ilk olarak kendilerini bir kadına karşı överlerdi, ikincisi, oğullarına karşı. Xie Lian hatırlıyordu, gençken babası sık sık gizli veya aleni bir şekilde kendisinin kahramanlıklarını ve politik konulardaki yüceliğini anlatırdı; tam da bu sebeple gençken babasının soylu ve cesur bir hükümdar olduğuna, adının şüphesiz tarih sayfalarındaki yerini alacağına inanırdı. Sonrasında gerçeği öğrendiğinde, hiçte iyi bir zaman sayılmazdı, bu nedenle de ‘o kadar da iyi değilmişsin’ diye hissetmiş, son derece büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı.
Aklına gelince Xie Lian başını iki yana salladı, komik bulmuştu, Neden Qi Rong’u babamla kıyaslıyorum?
Sahiden öylesine aklına gelivermişti; muhtemelen ikisi de kendisini olduğundan yüce göstermeyi sevdiği içindi. Ancak söz konusu ister babası olsun ister bir başkası, en azından onlar normal sınırlar içerisindeydiler. Qi Rong tam bir utanmazlık, haklı bir terbiyesizlik seviyesine ulaşmıştı. Gözlerden uzak kalan Kara Su’nun bile ondan tiksinmesine ve karşılaştıkları zaman onu dövmek için bahane bulmasına şaşmamalıydı. Ama Xie Lian biraz şaşırmıştı; Qi Rong nasıl diğerlerine küfreder de Xie Lian’ın kendisini pas geçerdi?
Ama Xie Lian bir yandan da neden Qi Rong’un Gu Zi’yi yemek için oyalandığını da biraz olsun anlamaya başlamıştı. Eğer normal birisine böyle şeyler söylese, eğer ondan biraz daha büyük, hayat konusunda bir parça tecrübeli bir insana bahsetmiş olsa kimse ona inanmazdı. Eğer yüzeyde inanıyormuş gibi görünseler bile, samimiyeti hissettiremezlerdi veya tepkileri Qi Rong’un altındaki küçük hayaletler gibi fazlasıyla abartılı olurdu. Ancak Gu Zi’nin övgüleri farklıydı. Bütün kelimeleri kalben söylüyordu; sahiden babasının dünyadaki en güçlü kişi olduğuna inanıyordu!
Muhtemelen Qi Rong uzun zamandır bu kadar içten bir şekilde kendisini övmemişti ve son derece tatmin olmuştu. Tehdit etti. “Uslu olacaksın, duydun mu beni? Eğer beni dinlemezsen, senin de tepene hayalet ışığı koyarım!”
Sahiden Gu Zi korkmuştu ve aceleyle başını örttü.
“Hayır, onlardan takmak istemiyorum… ah sahi, baba.” Hua Cheng ve Xie Lian’ın ona söyledikleri aklına gelmişti, gergin bir şekilde devam etti. “Şu yeşil ışıkları bir kez takınca, bir daha çıkartamıyorsun değil mi?”
Eğer ‘takıldığı gibi geri de çıkartılabiliyordur?’ diye sorsaydı Qi Rong gerçeği söylemeyebilirdi, ama sorusu ‘bir daha çıkartamıyorsun değil mi?’ olmuştu. Şüphe dolu bir soruydu ve elbette Hua Cheng ile Xie Lian ona öğretmişlerdi.
Qi Rong hemen bir tekme attı ve taştan heykellerden birinin kafasını uçarak gönderdi. “SAÇMALIK! EĞER BABACIN BAĞLAMAK İSTERSE BAĞLAR, EĞER AÇMAK İSTERSE AÇAR! BAK! BABACIN SANA GÖSTERMEK İÇİN BİRİNİ AÇACAK!”
Ardından bir çiftçiyi işaret etti ve bağırdı. “İT SİKİCİ XİE LİAN!”
Xie Lian. “…”
Hua Cheng. “…”
Çiftçinin başındaki hayalet ışığı söndü ve o da ayağa kalktı. Ancak çok uzaklaşamadan Qi Rong yüksek sesle tükürdü; bir diğer yağlı yeşil hayalet ışığı ağzından çıktı ve çiftçinin başına kabus gibi çöktü. Qi Rong kahkahalar attı ve Gu Zi’nin başını okşadı.
“Ne dersin? Babacık çok güçlü dimi?”
Çatının üzerinde, Xie Lian yüzündeki terleri sildi. Hua Cheng sakin ve umursamaz görünüyordu ama sesi buz gibiydi. “Bence bu pislik olduğundan daha çöp bir hale gelmek istiyor.”
Eklem yerleri çatırdıyor gibiydi, Xie Lian aceleyle konuştu. “Sorun yok, sorun yok. Beklediğimden çok daha kolay kandırdık!”
Normalde bilgiyi alabilmek için Gu Zi’ye birkaç yol daha göstermişlerdi, ama görünüşe göre hiçbirine gerek kalmamıştı. Qi Rong’un öncesinde Xie Lian’a küfretmemesine şaşmamalıydı; çünkü ona edilen küfür bağları açan efsundu. Sahiden ona olan nefreti çok derinlerdeydi. Bu noktada, ikisinin artık saklanmasına gerek kalmamıştı. Hemen çatıyı delerek aşağıya atladılar!
Gürültü Qi Rong’un şaşkınlıktan sandalyesinden düşmesine neden olmuştu. “KİM VAR ORDA??? KİM VAR ORDA??”
Ve kim olduğunu gördüğü zaman. “İT, İT…”
Muhtemelen ona küfretmek istiyordu, ama bunun çok önemli bir çözücü efsun olduğu aklına gelince Qi Rong hızla ağzını kapatmıştı.
Köşede, çiftçilerden birisi konuştu. “Bence biraz önce efsunu söyledi, ne dersiniz… biz çözebiliyor muyuz diye kontrol edelim mi?”
“Evet, sadece küfretmişti değil mi? Her ne kadar bu Xie Lian kişisi için üzülsem de, sonuçta burada değil, bu yüzden sorun olmamalı!”
Yin Yu ise sakince öğüt verdi. “Burada veya değil, hepinize söylememenizi tavsiye ediyorum, yoksa sonuçları şu anda bulunduğumuz durumdan daha kötü olacak…”
Diğer tarafta, Qi Rong kendisini korumak için Gu Zi’yi kalkan olarak kullanıyordu, ses tonu değişti. “İTİN SİKTİĞİ XİE LİAN! SENİ UTANMAZ! SENİ CASUS! SİNSİ!”
Xie Lian biraz üzgündü. “‘İtin siktiği’ de ne oluyor?”
Qi Rong ekledi. “Eğer efsunu öğrenmiş olsan da işe yaramaz! Kendine mi küfredeceksin? Başkaları sana küfretse umurunda olmayacak mı?”
Bunu duyunca Hua Cheng’in ifadesi karardı. Elleri birkaç kez daha çatırdadı, kendisini tutamayacakmış gibi görün��yordu. Xie Lian ise endişelenmiyordu. “Evet? Önemli değil ki.”
Ardından hiç tereddüt etmeden sözleri beş altı kez tekrar etti, sonuçta her seferinde tek bir kişiyi serbest bırakabiliyordu. Şimdi tüm tutsaklar efsunda küfredilen kişinin o olduğunu biliyorlardı ve kalplerinde ona teşekkür etmekten kendilerini alamıyorlardı, içlerinden ‘gerçek bir adam!’ diye geçiriyorlardı.
Ancak hiçbirinin kafasındaki Hayalet Işığı Bağı çözülmemişti. Xie Lian’ın yüzü hafifçe değişti ve Qi Rong kahkahayı bastı.
“HAHAHAHAHA! YEDİN! EĞER ÇÖZEN BEN DEĞİLSEN İŞE YARAMAZ! BOŞ YERE KÜFRETTİN! HAHAHAHAA…”
Gümüş bir kelebek Gu Zi’nin gözlerinin önünden geçti. İki kez gözlerini kırptı, göz kapakları düştü, ardından hemen uyuyakaldı. Qi Rong hala kendi kendine gülüyordu ki aniden kolundaki bir el onun on sekiz kez dönmesine ardından da duvara çarpmasına neden oldu.
Konuşuverdi. “İT SİKİCİ XİE LİAN!”
O küfrettikten sonra Yin Yu’nun başının üzerindeki hayalet ışığı kayboldu. Yin Yu ayağa fırladı ve hızla aralarına iyi bir mesafe açtı. Qi Rong hemen ağzını kapattı.
Xie Lian hoş bir şekilde konuştu. “Hadi hadi hadi, merak etme, kendini tutma. Bırak, küfretmeye devam etti.”
Sakin bir şekilde konuşmaya devam ederken kollarını sıvadı ve onu yakaladı, Qi Rong bu durumdan ne çıkartacağını sahiden bilemiyordu. Tüm gücüyle bağırdı. “DEVAM ET! VUR BANA! BENİ ÖLÜMÜNE DÖVSEN BİLE BİR DAHA O KÜFRÜ ANMAYACAĞIM!”
Hemen yanlarındaki Hua Cheng buz gibi bir sesle konuştu. “İyi.”
Qi Rong bakmak için döndü. Hua Cheng daha sahte olamayacak bir gülümsemeyle gülüyordu, ama bir anda kaybolmuştu. Bir an sonra ise kafası yerin iki metre altına gömülmüştü.
“…”
Hua Cheng kafasını yerden geri çekti. Qi Rong kükredi. “BENİ BÖYLE TEHDİT ETMEYE NASIL CÜRET EDERSİN! BIKTIM! HEPSİNİ YAKICAM! HEP BERABER ÖLEBİLİRİZ! HUA CHENG SENİ SİKİK! YAN!”
Görünüşe göre ‘Hua Cheng seni sikik’ de yanmayı başlatmak için gereken diğer sözdü. Ancak o bağırdıktan sonra kimseden ağlama veya acı çığlıkları yükselmedi, tereddütle gözlerini açtı. Çiftçilerin hepsi iyiydi, diğer kenarda durmuş onu izliyorlardı. Qi Rong şok olmuştu.
“NELER OLUYOR? NEDEN HİÇBİRİNİZ ÖLMEDİNİZ? GİDİN GEBERİN! KİM SİZİ SERBEST BIRAKTI??”
“Sen.” Dedi Xie Lian.
Hemen yanındaki gümüş kelebeği işaret etti, gümüş kelebek biraz önceki kükremenin aynısını yayınlamaktaydı: “BOŞ YERE KÜFRETTİN! HAHAHAHAA…”
Gümüş kelebek her şeyi kaydetmiş ve sesini taklit etmişti, efsunlar da dahil. Tek bir küfrüyle sonsuza dek bağları açabilirdi.
Hua Cheng konuştu. “Gezegeni tek başına terk ediyorsun. Üzgünüm, kimse seninle gelmiyor.”
Ardından bir diğer vahşi yumrukla Qi Rong yeraltına gömüldü.
Çiftçilerin hepsi kalkıp görmek için yaklaştılar. “O… oradan çıkabilir mi?”
Yin Yu, Hua Cheng’in yumruğunun açtığı delikten aşağıya atladı ve bir an sonra tekrar çıktı, elinde yeşil bir daruma bebeği vardı. “Chengzhu, Ekselansları, onu aldım.”
Yağlı yeşil daruma bebeği dişlerini gösteriyordu, gözlerini geriye atmış, uzun dilini dışarıya çıkartmıştı; sanki birisine güler gibiydi, ama aynı zamanda da birisine yaranmak için gösteri yapıyor da olabilirdi. Her şekilde sonra derece çirkin görünüyordu; çocuklar bile görse tiksintiyle bir kenara atarlardı. Xie Lian bu tasarıma Qi Rong’un kendi kişiliği mi neden oldu yoksa Hua Cheng mi onu böyle yarattı bilmiyordu.
“O şeyi bize verme. Uzaklara götür, çok uzaklara.” Dedi Hua Cheng.
“Emredersiniz.” Dedi Yin Yu.
Dürüst olması gerekirse Xie Lian da o şeyi tutmak istemiyordu, onun yerine Gu Zi’yi yerden aldı. Hayalet kelebekler farklı yönlerden gelerek Hua Cheng’in eline kondular.
Aşağıya baktı ve konuştu. “Hemen kutsal tapınağa dönmemiz gerek.”
Xie Lian hemen başını çevirdi. “Bir şey mi oldu?”
 Çevirmen: Nynaeve
115 notes · View notes
Text
Ablamın Evli Arkadaşını Amdan Götten Siktim! (Orhan 20 Y., Trabzon)
Slm, 31 Seks Hikayeleri sitesinde ilk defa bir hikayemi paylaşıyorum. Ablamın arkadaşı olan Nihali ilkokuldan beri tanıyordum. Meğerse Nihal bana deliler gibi aşıkmış (bunu bana yıllar sonra itiraf etti) ama ben onun beni sadece abla gibi sevdiğini düşünüyordum. Neyse, Ortaokul bitti, Lise bitti, derken Nihal birden ortadan kayboldu, birdaha göremedim. Kısa süre sonra duydum ki, Nihal bir erkeğe kaçmış, evlenmiş. Ama belli ki aklı halen bendeydi, çünkü her fırsatta beni arıyordu, internetten falan chat yapıyorduk...
Birgün internetten yazışırken, kocasıyla geçinemediğini söyledi. İyi gitmeyen evliliği hakkında biraz yazıştık, kocasının onu ihmal ettiğini falan anlattı. Bu arada nedense benim yarak kazık gibi oldu, sıvazlamaya başladım. Bana, "Eee, sen neler yapıyorsun?" diye sorduğunda, şuanda çok sarhoş olduğumu, sıcaklandığımı, hatta sikimle oynadığımı söyledim. O da gerçekten sarhoş olduğumu düşünerekten, beni düşlediğini ve benle sikişmek için can attığını söyledi. İşte o anda heycandan boşaldım. Yazışırken bukadar heycanlı oluyorsa, onunla gerçekten sikişmek kimbilir nasıl zevkli olur diye düşündüm. Üstelik benimle sikişmeye hazırdı ve açık kapıydı. Ama sorun şuydu ki, İstanbulda oturuyordu. Ona Trabzona gelmesini söyledim. Nasılsa ev müsaitti, ailem cümbür cemaat köyde tarlayı işlemeye gitmişlerdi ve 1 aydan erken dönmeyeceklerdi.
Son konuşmamızın ardından 3 gün geçmeden, kocasına, "Ailemi özledim!" diyerek, İstanbuldan Trabzona geldi. Ben onu otogardan aldım. Hemen bir taksiye atladık, eve götürdüm. Kapıyı kapar kapamaz öpüşmeye başladık. Onu hemen o anda ve oracıkta sikebilirdim. Fakat yolcuğun kendisini perişan ettiğini söyleyerek, duşa girdi. Duştan çıkmasını sabırsılıkla ve sikimle oynayarak bekliyordum. Sonunda havluya sarılı olarak çıktı. Hemen odama götürdüm ve yatağa attım. Havluyu aldım üstünden, inanılmaz güzel memeleri ve kalçaları vardı. Eliyle amını kapattığı için amını çok merak ediyordum...
Ben de soyundum, yanına uzandım ve öpüşmeye başladık. Kollarını boynuma dolamıştı. Elimi amına attığımda sulanmış, sıcacık, harika bir am hissettim ve dahada azdım, hatta kudurdum. Çılgınca öpüşüyorduk. İlk defa kocasını aldattığı için biraz çekiniyordu. Ama tam anlamıyla taş gibi hatundu, tam sikilmelikti. Biraz daha öpüştükten sonra 69 pozisyonu aldık, büyük ustalıkla sikimi sömürmeye başladı. Ben de onun o mükemmel amını yalıyor, parmaklıyordum. Yarağım ağzında kocaman olmuştu, nerdeyse ağzına boşalacaktım, kendimi zor tutuyordum...
Bunu sırtüstü yatırdım ve bacaklarını omuzuma aldım. Yarağımın başını amına dayayıp yüklendim. Evli olmasına rağmen sikim amına zor giriyordu. Durdum, "Amın çok dar, kocan seni hiç mi sikmedi kız?" diye sordum. "Sikti sikmesine, ama siki çok ince, girip çıktığını bile anlamıyorum! Bırak şimdi pezevenk kocamı da sikmeye devam et!" dedi. Ben biraz daha yüklenip, amına kökleyince, bu büyük bir çığlık attı ve "İşte bu! Ohhhh! Bastır erkeğim!" diyor, kasıklarını altımda yukarı aşağı oynatıyordu. Sanki ben onu değil de, o beni sikiyor gibiydi. Çok geçmeden bunun amı daha da ıslandı, kayganlaştı ve sarsılmaya başladı. Titreyerek, "Ohhh erkeğim, bittim!" diye inliyordu. Ben de artık kendimi saldım ve amına boşaldım...
Birbirimize sarılıp biraz dinlendik. Bir sigara molası verdikten sonra, yeniden yiyişmeye ve sikişmeye devam ettik. O gün onu deli gibi saatlerce siktim. Bana, "Keşke senle evlenseymişim, kızlığımı sana bozdursaymışım!" deyince, birden aklıma şeytanlık geldi ve "Kocana götten de verdin mi?" diye sordum. Şaşırmıştı, "Yoo, orama elini bile sürmedi, niye ki?" dedi. "Götünün bekaretini de ben bozacağım ozaman!" dedim. Bu önce, "Yaa aşkım çok acıyormuş, ordan yapmayalım!" falan dediysede, zar zor razı ettim ve sonra bakire götünden siktim :))
Nihalle 2 hafta boyunca yedik içtik sikiştik. Sonunda kocası telefon açıp, "Yeter lan bukadar aile ziyareti, İstanbula dön artık, çamaşırlar birikti, giyecek temiz birşeyim kalmadı!" diye çağırınca, istemeye istemeye gitti İstanbula. Ama kocasının aile ziyaretini sevmediği için çok şanslıydık, artık Nihal her bayramda ve tatil günlerinde, tekbaşına atlayıp geliyor ve doyasıya sikişiyoruz!
[Orhan]
49 notes · View notes
Text
Bir doğum günü hazırlığı ve bazı varoluşsal sancılar
https://www.youtube.com/watch?v=X4G-L5WwXPw&ab_channel=SaferBayram
En yakın dostumun doğum günü münasebeti ile, eski fotoğraflara bakmam gerekti bugün. 3 yıl gecikmeli olarak, benim baş nedime (yaa evet) olduğum düğün fotoğrafları nihayet elime geçince, baktım inanılmaz doğal ve güzel birkaç kare yakalamış fotoğrafçı. Kendisi sabahın köründen bizim ikimizin otel odasında hazırlanmamız tamamlanana kadar yüzlerce fotoğrafımızı çekti.
Neyse efendim, bir tanesi favorim oldu. Tam bir crazy cat lady gibi gülmüş (hakikaten histerik bir kahkaha) olsam da, bu kadar içten güldüğüm, ağzımın yüzümün yamulduğu çok az fotoğrafım var, bu içlerinde en güzeli, hayatımın en mutlu anıymış gibi çıkmışım. O, fotoğrafta bile anlaşılacak kadar gergin ama, yine de içten gülüyor. Kare de öyle çıkmıştı ortaya zaten, aşağıdan korna çaldı damat tarafı, bizim “kızı” almaya gelmişlerdi. Canımın içi, niyeyse o anda birden aşırı gerildi. İnsan 9 yıldır beraber olduğu sevgilisi ile evlenirken bile düğün günü gergin olabiliyor demek ki. 
 Neyse, yine konuyu aşırı dağıtma eğilimindeyim, toparlayayım. Dedi ki, “Aybike şu anda aşırı gerginim, elimi tutsana.” Fotoğrafçı da durur mu, yapıştırmış flaşı o saniyede. Böylece o anımız sonsuzluğa kazındı. İyi ki de kazınmış çünkü ben bile unutmuştum o anı, ta ki fotoğrafı görene kadar. Sonrasında bizim kıza dediler ki, artık hazırlan, kapıyı çaldılar. O demişti ki, “Yaa ben şu an buradan kalkmak istemiyorum Aybike’nin elini tutmak iyi hissettiriyor bana.” 
O karede benim yüzümden yansıyan, işte bu duyguydu, bu duygu da dahil birçok güzel, adlandıramadığım duygunun karışımı. 15 yılda beraber büyüdüğün birinin hayatının dönüm noktalarında birinde yanında seni istemesi, birinin sana ihtiyaç duyması, birisine iyi gelmek, birisine bakıp bakıp 15 yılda hiç değişmeyen şeyler görebilmek, birisinin huyunu suyunu artık kesin konuşabilecek kadar iyi bilmek, birisine artık ömür boyu yanında olacağını hissettiğin kadar güvenebilmek... Sanki evlenen benmişim gibi oldu bu satırlar :D Ama ne yalan söyleyeyim, açıkçası kendi evlendiğim gün bile böyle hissedeceğimi sanmıyorum. Bu kesinliği ve güveni, yer çekimin var olduğuna duyduğum inanç kadar katı ve somut olan bu şeyi yaşadığım başka bir insan yok, zaten oldum olası dostluklar aşklardan daha değerli oldu benim için. 
Neyse, bu fotoğrafla beraber, eski bir fotoğrafımızı bulup, aldığım iki çok güzel çerçeveye yerleştirmek istedim doğum günü hediyesi olarak. Uzun zamandır iş yerindeki masaya fotoğraf koymak istiyordu çünkü. 
Mesele şu ki, biz tanıştığımız zamanlarda kamerası olan telefonları bırak, cep telefonu bile lüks sayılırdı 12 yaşında çocuklar için. Aşırı dandik dijital makine ile çekilmiş birkaç karemizin peşine düştüm, ki onlar da, cefakar masaüstü bilgisayarımızın yaklaşık 10 yıl önce vefat etmesinden dolayı hard diske yedeklenmişti. 
 Böylece milyonlarca dosyaya bakmak zorunda kaldım, yüzlerce klasör. Beraber hiç fotoğrafımızı bulamadım (öyle ya “kahve qeyfi” yoktu o zamanlar) ama çok güzel başka anılar buldum, daha da güzeli kaybettiğime korkunç üzüldüğüm eski müzik listelerimi buldum. Muhtemelen limewire ile indirilmiş şarkılar :D Birçoğunun, adı bile yazmıyordu bu da onlardan biri.
Dizi neyle alakalı idi, hatta ne zaman yayınlanmıştı hiç hatırlamıyorum, sadece bu şarkıyı çok sevdiğimi ve eski, çok eski zamanlarda dinlediğimi hatırladım. Birkaç gündür üzerine düşündüğüm şeylerle tık diye oturdu dinler dinlemez. 
Psikiyatristimin son seansta söylediği şeyleri düşünüyordum. “İncinmişsin.” dedi .
Şaka şaka :d
 Benim 7 yıldır kimseyle flört bile etmememin beni ne kadar rahatsız ettiğinden bahsediyorduk. Bu kadar aşık olmak isteyip de kimseye hiçbir şey hissedememenin delirticiliğinden. Oysa ki ben çok şey öğrenmiştim, kendimi tanımıştım, karşı taraftan beklentilerimi, doğrularımı ve yanlışlarımı, hepsini öğrenmiştim artık. Artık hazırdım, ama işte heyhat, aşık olacağım biri çıkmıyordu karşıma. Ayrılıktan bile korkmuyordum artık, çünkü artık güçlüydüm, eskiden beni saatlerce şeylere gülüp geçebiliyordum anlatırken, sanki bunları yaşayan ben değilmişim gibi. 
Sonra o yorum yaptı, hislerime, düşüncelerime, her ne ise işte, anlattıklarıma. 
Sonra gerçekler bir bir serildi önüme. Değil evlilik veya ciddi bir ilişki, değil aşık olmak, birine karşı görsel bir beğeninin ötesinde bir şeyler hissetmekten bile ne kadar ödümün koptuğu mesela. Ben kollarım açık gelecekteki sevgiliyi beklediğimi düşünürken, aslında kimseyi hayatıma almamak, kimsenin hayatına dahil olmamak için tanıştığım herkese çok çeşitli filtreler uyguladığım, dikkatim “yine” dağılmasın da, hedeflerimden “yine” sapmayayım diye. Sadece görsel beğeni kısmını karşılayacak ama içi bomboş insanlara yönelişim, sonra da “Ama gerçekten çok korkunç bir insan, çok aptal, çok sığ” diyerek uzaklaşışım. Veya tam tersi, iki saat önce tanıştığım insanlara dibine kadar hayatımın her noktasını anlatışım, en kötü, en utanç verici ne yaşadıysam önüne serişim. “Ben böyleyim” diyip, beni olduğum gibi, değiştirmeden kimse kabul etmiyor diye üzülüyor gibiyken, aslında ne kadar rahatladığım. 
Böyle karakterler kitaplarda veya filmlerde olur, hani bir aşk acısı yaşamış ve aşka “tövbe etmiş”tir. Ben bu karakterlere hep uyuz oldum ve hatta güldüm, insanların “Artık kimseyi sevmeyeceğim.” diye karar alıp Sims karakteri gibi bir kesinlikle uygulayabilmelerine. Öyle ki ben hayatımın aşkı olduğunu düşündüğüm ilk ilişkimden sonra bile, hep aşık olmak istedim, yeniden sevmek istedim. Karşılıksız olsa bile sadece hissetmek istedim, aşktan daha iyi bir dopamin salgılattırıcı bulunabilir mi?
Ama işin aslı, benim çok çeşitli travmalarla paramparça olduğumdu, kırılan parçalarımı bin bir çaba ile geri bir araya toplamamdı. O kadar paramparçaydım ki, bir başa çıkma mekanizması olarak depersonalizasyon geliştirmiştim, bundandı en ağır travmalarımı gülerek anlatışım. Gündelik hayatta ufacık şeylere üzülüp kırılan ben, en ağır darbelerde kendimi vücudumun dışında hissediyorum artık, kendimi dışarıdan izliyorum gibi, ağlayan bir başkası gibi. Yabancı geliyor ağlayan sesim, aynadaki görüntüm. Böyle anlarda içimde hiçbir şey hissetmiyorum. Derin bir hiçlik sadece.
 Şu son bir yılda çok büyük kazanımlarım var, bunu ancak şöyle tarif ederim, en sevdiğin cam eşya binlerce parçaya ayrılmış da, şans eseri her bir parçasını bulmuş ve bin bir çaba ile bir araya getirmişsin gibi. Uygun yapıştırıcıyı bulmadan, birinin parmağının tek bir darbesi ile yine un ufak etmesine izin verir miydin? 
İşte ben de, bu garanticilikteyim şu an, bir daha kırılmayacağımın garantisini bekliyor gibiyim. yok mu öyle bir garanti, o zaman küstüm oynamıyorum. Madem öyle hiçbir şey hissetmiyorum işte ben de. Durum bu.
Ama hayat bu ve psikiyatristimin dediği gibi böyle bir garantiyi kimseye kimseye veremez, böyle bir garantiyi psikiyatristiniz bile size veremez:d 
Risk almadan mutlu olunmuyor. Ve tamamen dürüst olmak gerekirse ben şu an bu riski almayı aslında hiç ama hiç istemiyorum. 
 İnsana dair her şey çok ilginç ama en ilginci, farkında bile olmadan kendini kandırabilmesi. Kendine en dürüst davrandığını zannettiği anda. Odasında yalnız, kendi içinde, kendi düşünceleri ile baş başa iken bile kendine yalan söyleyebilmesi. Ben ki aranızda belki de kendine karşı en dürüst olan insanımdır, buna rağmen kendimi kandırmışım.
İlk ilişki sonrası kendimi kandırmam kolaydı. Yalanmış hepsi, zaten iğrenç bir insanmış, bittiğine göre “hayatımın aşkı” değilmiş demek ki. 
Sonra yine yıllar süren bir “hissedememe” dönemi. Öyle ki, sonunda “hissedebildiğim” kişiye, mantığıma, iç sesime, sezgime, her şeyime aykırı iken bile koşarak gitmem. 
Sonrası psikolojik şiddet dolu korkunç bir ilişki. 2 yıllık işkence. Bana büyük gelen bir rol biçilmişti, ben de kendimi iki yıl boyunca zorladım o standartlara uymaya. Öyle ya artık büyüme zamanı gelmişti, farkında bile olmadan karşımdaki insanın görmek istediği kişiye dönüşmeye çabaladım, sonunda kendi benliğime dair her parçayı kaybederek. “Öyle bir kadın” olmak istediğimi zannediyordum, kız çocuğu gibi davranma yaşım geçmişti artık. 
Ama ne kadar inkar etsem de, ilişkileri, aşkları, dostlukları silip atmanın, arkana bile dönüp bakmamanın “güçlü ve bağımsız” olma adı altında yüceltildiği şu çağda ben aynı hataları on kere bile affedebilen, sahiden unutabilen, aynı yerden on defa kırılabilen bir insandım. Bu kadar kırılgan olmaktan, narin olmaktan nefret ettim.  Nefret ettim çünkü ilk aşkımda, ilk ilişkimde verilmişti bu sıfatlar bana, sonra beni böyle tarif edip de el üstünde tutan kişi tarafından yere atılıp üstümde tepinilip paramparça edilmiştim.
O yüzden kırılmıyor gibi davrandım, bazı şeyler beni incitmiyor gibi davrandım artık dayanamayacağım noktaya gelene kadar. Ağlamadım, şikayet etmedim. Beklentilerimin, hayallerimin, mutlu olmak, sevilmiş hissetmek için ihtiyaç duyduğum şeylerin neredeyse hiçbiri gerçek olmadıkça elimde olmadan eski ilişkimi hatırladım çünkü o ilişkide çok mutluydum, mutlu olabiliyordum demek ki. Sevilmiş, değerli hissedebiliyordum. Ama sonra hep bastırdım içimdeki bir şeylerin çok yanlış olduğu hissini. Karşı taraf da elinden geleni yaptı bu konuda bana yardım etmek için; ben sorunluydum, ben eksiktim, ben hissedemiyordum, ben özgüvensizdim, ben tatminsizdim.  O diğer ilişki ise, her şeyiyle koca bir yalandı, sevilmiş ve değerli olmaya dair hissettiklerim birer delüzyondu, kendimi buna ikna ettim. Normal bir ilişki böyle olmalıydı, benim beklentilerim hep uçtu, hep delice ve mantıksızdı.
 Ama sanırım içimde bir yerde, ufacık bir ses hiç unutmadı ve hep fısıldadı. Küçük bir ihtimal de olsa gerçekten sevilmiş olabileceğim ihtimalini. Belki de, bir şeyleri benim hatalarımın ve eksikliklerimin sıçıp batırmış olabileceği ihtimalini. Bu sebeple bir noktada ikinci eski sevgiliden özür bile diledim, şu an buna gülüyorum çünkü kara mizah derecesinde absürt bir şey sana düzenli ve sistematik biçimde psikolojik şiddet uygulayan birinden hataların için özür dilemek. Ama olay tam da bu değil mi zaten, birini “Ben böyle biri değildim sen o kadar zorsun ki beni sana böyle davranmaya zorluyorsun, böyle bir insan haline getiriyorsun.”a ikna etmek. Nitekim kendisi, bir önceki eski sevgilim hakkında “Şimdi anlıyorum X seni neden terk etmiş.” bile demişti. Ben de hak vermiştim, o haklıydı, diğeri de haklıydı, ben sevmesi ve katlanması imkansız biriydim.
Ne ironik, ilk ilişkimde gösterdiğim çabanın yüz katını, o ilişkide hissettiğim sevginin onda biri gibi hissedebilmek için gösterişim ve sonunda, hiç olmadığı kadar çok bencil ve sorumsuz olmakla suçlanışım. Buna dışarıdan bir göz gibi baksam, Aybike bu ikinci kişiyi daha çok sevmiş demek ki diye yorumlardım. İşin aslı ben sadece dersimi almıştım, ilk seferinde. Zaten kimsenin beni olduğum gibi sevmeyeceğine ikna olduğumdan, sonu tam bir “identity crisis” ile bitecek kadar uğraşmıştım bu defa başka bir insana, sevilebilir birine dönüşmeye.
 Tabii ki yapamadım, dahası ilk defasında “ çaba göstermediğim için bitti” kafa yapısında iken bu defa “ne kadar uğraşsam da benden bir yol olmaz” kafasına erişmiştim. Tanı almamış DEHB ile de birleşince sonu korkunç bir majör depresyon ile bitti, neredeyse ölüyordum. O süreçte 10 kilo verdim, saçlarımın 3’te biri döküldü.
Köprünün altından çok sular aktı, yıllar geçti. İyileştim, mezun oldum, sonra bir depresif episod daha. Öyle ya, DEHB hep bir kenara konulmuş bekliyordu. Tanıyı aldım, hayatım 180 derece değişti, birçok şeyin kontrolünü elime aldım. Hayatımda ilk kez yüzde yüz yaşadığımı hissettim. Ama bu sırada hayat durup beni beklemiyordu, bedenim 30 yaşına gelmişti. Her yerden korkunç bir baskı pompalandı bana, birçoğu aslında iyi niyetli olsa da. Niye evlenmediğimle ilgili, artık mantık evliliği yapmam gerektiği ile ilgili. Bahanem hazırdı, aşık olsam evlenirdim. “Aşk falan” çocuklukta kaldı dediler, sonra çok pişman olursun, anne olmak isteyip olamazsın dediler, anne olmak hayatta en çok korktuğum üç şeyden biri iken. Resmen gelecekte isteme ihtimalimin olduğu bir şeyi eğer ister de elde edemezsem yaşayacağım üzüntü üzerinden bir karar vermem bekleniyordu.
Hayatta herkesin gerçekliği farklı. Benim gerçekliğim, DEHB’li bir kadın olarak, yürütücü işlevlerimin, duygusal zekamın yaşıtlarımdan yüzde 30 geriden geliyor olması. Bunu öğrendiğimde, yıllardır kendimi hırpaladığım ilişki hataları konusunda affettim kendimi. Çünkü “gerçekten” sevilip sevilmediğimden tamamen bağımsız olarak, duygusal zeka olarak birinde 10 diğerinde 14 yaşlarında olduğum iki ilişkide benden yetişkin gibi davranmam beklenmiş, sonunda da duygusal zeka gelişimime uygun davrandığım için terkedilmiştim. Bu iki ilişkinin de başında, nasıl biri olduğum konusunda tamamen açıktım, sanmıyorum ki benim çok olgun, dengeli ve anlayışlı olduğumu düşünerek benimle ilişkiye başlamış olsunlar. Ben hiç kimseye gül bahçesi vadetmedim, bencilliklerim bir çocuğun annesi yorgunluktan ölürken en sevdiği yemeği yapmasını beklemesi düzeyinde bencilliklerdi ancak. Çocuksu naiflik hep takdir edilen bir özelliğim ama işte o özellik çocuksu bencillikle paket olarak geliyor, bunu anlatamıyorum. Beni ben yapan şeyler (ki bir çoğu DEHB kaynaklı) bir bütün, sevmediklerimizi atalım ama sevdiklerimiz kalsın olmuyor.
Şimdi elimizde fiziksel olarak 30 yaşında, bilişsel zekası epey parlak ama duygusal zekası 20-21 olan bir birey var. Biz bu kadından nasıl bekleyelim evlensin, çocuk büyütsün? Ben daha hala iş hayatında sömester tatili diye bir şey olmadığını hazmetmeye çalışıyorum.
Kırılganım, beni ağlatmak çok kolay. 
İstediğim her şeye istediğim her anda ulaşmak istiyorum üstelik, yapamadığımda çıkıp masaya tepinmek istiyorum. 
Beni sevmemek için yüz tane sebep sayabilirim ama ben birini sevdiğim zaman ölçülemeyecek kadar çok duygu hissedebilirim. Hissettiklerimi çoğu zaman ben bile adlandıramıyorum.
Heves baltalayıcı insanlarla değilken oldukça spontan olabilirim, bir anda bir şeyler yapmaya karar verip diğer insanlar hakkımda ne düşünür hiç umursamadan canımın istediğini yapabilirim.
Mutlu olduğum zaman bu o kadar yoğun olur ki, ağlayabilir veya oturduğum yerde uyuyakalacak kadar yorulabilirim.
 Acı verecek kadar dürüstüm, olmamayı istesem de beceremiyorum zaten.
Elimizde bunlar var.
Fragile, handle with care.
1 note · View note
gecemavisibiri · 3 years
Text
gitmek istersen kapı açık,gidecek gibisin diye kapatmadım. ama istersen ört kapıyı soğuk almasın içerisi üşürsün.giderken açarsın nasıl olsa. giderken örtme kapıyı ardından, bırak beni o acı soğukla.
2 notes · View notes
buny99 · 3 years
Text
Jeff The Killer (Creepypasta) Part 1
"Anne , neden bizi bir çocuğun partisine götürmek istedin ki ? Belki fark etmemişsindir diye söylüyorum , ben bir çocuk değilim. "
Annesi "Jeff." dedi " Buraya yeni taşındık . Zamanımızı onlarla harcamak istediğimizi komşularımıza göstermeliyiz . O partiye gidiyoruz , nokta ." Jeff konuşmaya başlayacaktı ama kendini tuttu , hiçbir şey yapamayacağını biliyordu . Ne zaman annesi bir şey söylese , karşı konulması anlamsız olurdu . Jeff odasına çıktı ve kendini yatağına attı . Tavana bakarken garip bir şey hissetti . O kadar da büyütülecek bir şey değildi , ama...garip bir histi . Sıradan bir şey olduğunu düşünüp umursamadı . Annesinin eşyalarını alması için onu çağırdığını duydu , onları almak için aşağı indi .
Ertesi gün , Jeff kahvaltı edip okula gitmek için aşağı indi . Yemek masasına oturmuş yemeğini yerken yine o garip duyguyu hissetti , bunu daha önce de hissetmişti . Bu kez daha güçlüydü . Ona hafif bir acı veriyordu , ama yine umursamadı . Liu da kahvaltı etmeyi bitirdikten sonra birlikte otobüs durağına yürüdüler. Durakta oturup otobüsü beklemeye başladılar. Sonra aniden kaykayları üzerindeki bir kaç çocuk neredeyse onların bacaklarına değecek mesafede önlerine atladılar. Jeff ve kardeşi şaşırmış bir şekilde yerlerinden zıpladılar. "Hey bu da neydi? "
Çocuk onlara döndü . Kaykayına ayağıyla basıp yukarı kalkmasını sağladı ve eliyle tuttu . Çocuk 12'lerinde görünüyordu ; Jeff'den bir yaş küçük . Aeropostale marka bir tişört ve yırtık modelli bir pantolon giyiyordu.
" İyi , iyi , çok iyi . Görünüşe bakılırsa yeni etlerimiz var . " Bir anda 2 tane çocuk daha belirdi . Biri acayip derecede zayıftı , diğeri de iri . "Pekala , hazır siz burda yeniyken , size kendimizi tanıtmaktan mutluluk duyarım . Şurdaki Keith " Jeff ve Liu sıska olana baktı . Bir tekme atmayı isteyeceğiniz salakça bir ifadesi vardı . "Ve bu da Troy ." Bu kez iri olana baktılar . Doğduğundan beri egzersiz yapmamış gibi bir hali vardı .
"Ve ben , "  dedi " Ben Randy . Şimdi , burda bütün çocukların otobüs bileti için ödemesi gereken küçük bir fiyat var , tabi eğer bana itaat ederseniz. " Liu çocuğun gözüne yumruk atmaya hazır bir şekilde ayağa kalktı . Çocuğun arkadaşlarından biri bıçak çekti " Hey, hey, hey . İşbirliği yapacağını umuyordum , ama anlaşılan zor yoldan gitmemiz gerekecek. " Çocuk Liu'nun yanına yürüdü ve cebinden cüzdanını aldı . Jeff tekrar o duyguyu hissetti . Şimdi ,tamamen hissedilirdi ; yakıcı bir histi . Ayağa kalktı , ama Liu ona oturmasını söyleyen bir işaret yaptı . Jeff onu dinlemedi ve çocuğun yanına gitti .
" Dinle beni seni küçük pislik . Ya kardeşimin cüzdanını geri verirsin ya da... " Randy cüzdanı kendi cebine koydu ve bıçağını çekti .
" Ah ? Ya ne yaparsın ? " Cümlesini bitirdiği anda Jeff çocuğun burnuna bir yumruk patlattı . Randy elini yüzüne götürdüğünde Jeff bileğini tuttu ve kırdı . Çocuk çığlık atarken Jeff bıçağını tuttu . Troy ve Keith Jeff'e doğru koştular , ama Jeff çok hızlıydı . Randy'yi yere fırlattı . Keith ona saldırdı , ama Jeff saldırıdan kaçarak onu kolundan bıçakladı . Keith bıçağını düşürüp bağırarak yere serildi . Troy da Jeff'e saldırmak üzere hamle yaptı , ama Jeff'in bıçağa bile ihtiyacı yoktu . Sadece Troy'un karnına bir yumruk geçirdi ve Troy'un işi bitti . Çocuk yere düşerken etrafa kustu . Liu Jeff'e şaşkınlık içinde bakmaktan başka bir şey yapamadı .
"Sen nasıl...?"  Liu'nun tek söyleyebildiğiydi . Otobüsün geldiğini gördüler ve herkesin suçu onlara atacağını biliyorlardı . Bu yüzden koşabildikleri kadar hızlı bir şekilde koşmaya başladılar . Koşarken arkalarına baktıklarında , otobüs şoförünün Randy ve diğerlerinin yanına gittiğini gördüler . Jeff ve Liu okula vardıklarında , olanları söylemeye cesaret edemediler . Yaptıkları tek şey oturup dinlemekti . Liu bunu abisinin bir kaç çocuğu dövmesi olarak düşündü , ama Jeff olayın bundan daha fazlası olduğunu biliyordu . Bu daha korkunç bir şeydi . Birine zarar verme isteğinin ne kadar güçlü olduğunu hissetti . Bunun kulağa kötü geleceğini düşündü , fakat buna rağmen mutlu hissetmek konusunda yapabileceği hiçbir şey yoktu. Bütün okul zamanı boyunca o garip duyguyu hissetmedi . Durağın yanına olan şeyler yüzünden eve yürüyerek gitti ,  artık okula giderken otobüse binmeyecekti . Mutlu hissetti . Eve geldiğinde annesi ve babası gününün nasıl geçtiğini sordular ve o da huzursuz bir ses tonu ile " Harika bir gündü . " dedi . Sonraki sabah birilerinin ön kapıyı çaldığını duydu. Aşağı indi ve iki polisi kapıda dururken gördü , annesi sinirli bir şekilde ona bakıyordu.
" Jeff , bu polisler bana 3 çocuğa saldırdığını söylüyorlar . Ve sıradan bir kavga değilmiş , onlar bıçaklanmışlar. Bıçaklanmışlar oğlum ! " Bunun doğru olduğunu gösterircesine Jeff başını yere eğdi.
"Anne, bana ve Liu'ya bıçak çeken onlardı ."
"Evlat," dedi polislerden biri "Biz üç tane çocuk bulduk , iki tanesi bıçaklanmış , birisi de karnına darbe almış ve bunları senin yaptığını kanıtlayacak bir görgü tanığına sahibiz. Şimdi , bu bize neyi açıklıyor?" Jeff bunun işe yaramayacağını biliyordu . Onların Liu'ya ve kendisine saldırdıklarını söyleyebilirdi ama ilk olarak onların saldırdıklarına dair bir kanıtı yoktu . Kaçmadıklarını söyleyemezlerdi , çünkü doğrusuna bakılırsa kaçmışlardı. Bu yüzden Jeff kendini veya Liu'yu savunamadı .
"Evlat, kardeşini aşağı çağır. " Jeff bunu yapamadı , çünkü çocukları döven kendisiydi .
"Bayım, o... o bendim . Çocukları döven kişi bendim . Liu beni durdurmaya çalıştı ama yapamadı ." Polisler birbirlerine baktılar ve aynı anda kafalarını salladılar.
"Pekala çocuk , görünüşe bakılırsa bir yıl..." 
" Durun ! " dedi Liu . Herkes ona döndü ve elindeki bıçağa baktılar . Polisler silahlarını çektiler ve Liu'yu hedef aldılar .
"O bendim , o küçük pislikleri döven bendim. Kanıtlara sahibim . " Kollarını sıvadı , kollarında onu kavga edip yaralanmış biri gibi gösteren kesikler vardı . 
"Evlat, sadece bıçağı elinden bırak ." dedi polis . Liu bıçağı yere düşürdü . Ve ellerini havaya kaldırıp polislerin yanına yürüdü .
"Hayır Liu , bendim ! Bunu ben yaptım!" Jeff'in yanaklarından yaşlar akıyordu . 
"Ah,benim zavallı kardeşim. Beni korumak için suçu üstüne almaya çalışman çok cesurca . Pekala, götürün beni . " Polis Liu'yu araca doğru götürdü.
"Liu,onlara benim olduğumu söyle !! Söyle onlara ! Çocukları döven bendim !" Annesi ellerini Jeff'in omzuna koydu. 
"Jeff lütfen, yalan söylemene gerek yok . Bunu Liu'nun yaptığını biliyoruz , artık durabilirsin ." Jeff Liu'nun da içinde bulunduğu polis aracı hızlanırken arkalarından baktı . Bir kaç dakika sonra arabayla gelen Jeff'in babası onun yüz ifadesinden bir şeyler olduğunu anladı .
"Oğlum,sorun nedir?" Jeff cevap veremedi . Ses telleri ağlamaktan hırpalanmıştı . Bunun yerine Jeff'in annesi olayları anlatmak için babasıyla birlikte eve girdi , Jeff hala ağlıyordu . Birkaç saat sonra eve girdi , anne ve babasının üzgün,hayal kırıklığına uğramış yüzlerini gördü. Onlara bakamadı . Bunu Liu'nun yapmış olduğuna inanmalarına katlanamadı . Olanları aklından uzaklaştırmaya çalışarak uyudu . 2 gün geçti , Liu'dan söz edilmedi. Arkadaş yoktu . Sadece üzüntü ve suçluluk vardı. Bu cumartesi sabahı Jeff annesi tarafından mutlu bir şekilde uyandırılıncaya kadar böyle geçti.
Annesi perdeleri açıp odaya gün ışığı girmesini sağladı "Gün bu gün."
Uyanmaya çalışan Jeff "Ne? Bu gün ne var? " dedi.
"Bu gün Billy'nin partisi var." Jeff artık tamamen uyanıktı.
"Anne,şaka yapıyorsun değil mi? Olanlardan sonra bir partiye gitmemi beklemiyorsun değil mi? Liu...-" Uzun bir duraklama oldu.
"Jeff, ne olduğunu ikimiz de biliyoruz. Bu partinin geçmişi aydınlatacak bir şey olabileceğini düşünüyorum.Şimdi giyin." Jeff'in annesi odadan çıktı ve hazırlanmak için alt kata indi . Jeff yataktan kalkmak için büyük bir çaba gösterdi . Rastgele bir üst ve pantolon giyip aşağı indi . Annesi ve babası giyinmişlerdi ; annesi bir elbise,babası da takım elbise giymişti . Neden bir çocuğun partisi için böyle süslü kıyafetler giyiyorlar ki? diye düşündü Jeff.
"Giyeceklerin bunlar mı?" dedi Jeff'in annesi.
"Çok süslü giyinmekten iyidir." dedi. Annesi ona bağırma isteğini bir gülümseme ile sakladı.
"Pekala Jeff, biz aşırı derecede süslü giyinmiş olabiliriz.Ama bu iyi bir izlenim bırakmak için gerekli." dedi babası. Jeff söylenerek odasına çıktı .
 Jeff  "Benim hiç süslü kıyafetim yok!" diye bağırdı.
"Sadece bul bir şeyler." dedi annesi. Süslü diyebileceği bir şeyler bulmak için dolabına baktı.Bir çift siyah üst buldu , ancak altına ne giyeceğini bilemediği için bıraktı. Biraz daha bakındı, sadece normal tişörtler vardı. Sonunda beyaz,kapüşonlu bir üst buldu ve onu giydi.
Annesi ve babası aynı anda "Bunu mu giyeceksin?" dedi. Annesi saatine baktı "Ah,değiştirmek için zaman yok. Hadi gidelim." dedi ve Jeff 'le babasını kapıya doğru itti . Sokağın karşısına geçtiler ve Barbara ile Billy'nin evinin önüne geldiler. Kapıyı çaldılar, açan kişi Barbaraydı . O da anne ve babası gibi aşırı süslü giyinmişti . İçeri girdiklerinde Jeff 'in tek görebildiği yetişkinlerdi , çocuk yoktu .
"Çocuklar bahçede Jeff . Gidip tanışmaya ne dersin?" dedi Barbara.
Jeff çocuklarla dolu bahçeye girdi. Hepsi garip kovboy kostümleri ile ortalıkta koşturuyorlardı ve birbirlerini oyuncak silahlarla vuruyorlardı. Bir anda çocuklardan biri yanına geldi ve ona bir tane plastik silah ve bir şapka verdi.
"Hey,oynamak iştey mişin?" dedi.
"Ah,hayır çocuk. Bu tür şeyler için fazla büyüğüm ." Çocuk garip köpek suratı ifadesi ile ona baktı.
"Yütfeeen?" dedi çocuk. Jeff  "İyi." dedi. Şapkayı taktı ve silahla ateş ediyormuş gibi yaptı . İlk başta bunun çok saçma olduğunu düşündü, ama sonra eğlenmeye başladı. Çok havalı bir şey olmayabilirdi ama bu düşüncelerini Liu'dan uzaklaştıran tek şeydi. Bu yüzden bir süre çocuklarla oynadı , sonra bir ses duydu. Bir şeylerin yuvarlanmasına benzeyen garip bir ses. Sonra aniden ne olduğunu anladı.
Randy, Troy ve Keith kaykayları ile beraber çitlerden atladılar . Jeff oyuncak silahı attı ve şapkasını çıkardı. Randy yüzünden açık açık okunan bir nefretle Jeff'e baktı .
"Selam, Jeff 'di , değil mi?" dedi. "Bitmemiş bir işimiz var."  Jeff yaralanmış burnunu gördü ve  "Bence herkes karşılığını aldı . Ben senin pestilini çıkardım, sen de kardeşimin hapse gönderilmesine neden oldun . " dedi.
Randy'nin gözlerine bir öfke yerleşti "Ah hayır , ben karşılıklı iş yapmam , ben kazançlı işi yaparım.O gün bizi tekmelemiş olabilirsin,ama bu gün olmayacak." Bunu dedikten sonra Randy hızla Jeff'e doğru gelmeye başladı.İkisi de yere düştüler. Randy Jeff'in burnuna bir yumruk attı , Jeff onu kulaklarından tuttu ve kafa attı. Ardından onu üstünden itti ve ikisi de ayağa kalktılar . Çocuklar çığlık atıyordu ve aileleri evden dışarı çıkıyordu . Troy ve Keith ceplerinden silahlarını çıkardılar .
"Yardıma mı ihtiyacın var?" dedi Jeff'i boynundan tutup bahçe kapısına fırlattı.Jeff ayağa kalkmaya çalışırken y.
"Hadi ama Jeff,savaş benimle!" Jeff'i tuttu ve onu mutfağa doğru itti . Randy tezgahta bir kaç şişe votka gördü ve cam şişelerden birini Jeff'in kafasında kırdı.
"Dövüş benimle!" diyerek Jeff'i oturma odasına götürdü .
"Hadi Jeff,bana bak!!" Yüzünden akan kanlarla Jeff ona baktı. "Senin kardeşini hapse gönderen bendim! Ve şimdi sen oturup da onun bütün bir yıl orda çürümesine izin mi vereceksin?! Kendinden utanmalısın!" Jeff ayağa kalktı.
"Nihayet! Kalk ve dövüş!" Jeff ayaktaydı , yüzünde kan ve votka vardı . Tekrar o garip duyguyu hissetti , uzun süredir hissetmediği o duygu. Jeff'e doğru atılan Randy "Sonunda ayakta!" dedi.O anda bir şey oldu,Jeff'in içinde bir şeyler koptu . Aklı yerle bir oldu , mantıklı düşünme yeteneği uçup gitti , yapabileceği tek şey öldürmekti . Randy'yi tuttu ve onu yere doğru fırlattı . Ardından üstüne çıktı ve kalbine bir yumruk attı . Randy nefes almaya çalışırken kalbi atılan yumruk yüzünden bir süreliğine durdu . Jeff ona defalarca kez yumruk attı , Randy'nin vücudundan kanlar fışkırıyordu . Sonunda son nefesini verdi .
Şimdi herkes Jeff' bakıyordu . Ailesi, ağlayan çocuklar , hatta Troy ve Keith bile . Ancak ikisi şok durumundan hemen kurtulup silahlarını Jeff'e doğrulttular. Jeff silahları gördüğü anda merdivenlere koştu . O koşarken Troy ve Keith ateş ettiler,bütün kurşunlar onu ıskalıyordu . Jeff üst kata çıktı ve Troy'la Keith'in ayak seslerini duydu . Onlar son kurşunlarını ateşlerken Jeff kendini banyoya attı . Banyodaki havluyu aldı . Troy ve Keith ellerindeki bıçaklarla içeri girdiler.
Troy bıçağını Jeff 'e doğru savurdu , Jeff geriye çekilip havluyu Troy'un yüzüne doğru çok sert bir şekilde savurdu . Troy yere düştü . Şimdi sadece Keith kalmıştı . Ancak o Troy'dan daha çevikti . Jeff havluyu ikinci kez savurduğunda eğilip saldırıdan kurtuldu . Bıçağı bıraktı ve Jeff'i boynundan tuttu . Onu duvara bastırdı . Raflardan birinde olan çamaşır suyu şişesi üzerlerine düştü ve onları yaktı . İkisi de çığlık attı . Jeff hemen gözlerini sildi . Havluyu mümkün olduğunca hızlı bir şekilde Keith'in kafasına savurdu . Keith yerde kanlar içinde yatarken , rahatsız edici bir şekilde gülümsedi .
"Komik olan da nedir?" dedi Jeff. Keith bir çakmak çıkardı ve ateşledi. "Komik olan şey..." dedi "Sen çamaşır suyu ve alkolle kaplanmış durumdasın." Keith çakmağı ona doğru atınca Jeff'in gözleri şaşkınlıkla açıldı. Ateş ona değdiği anda, alevler votkadaki alkolü ateşledi . Alkol onu yakarken , çamaşır suyu cildini beyazlattı . Ateş her yerini sararken Jeff korkunç,tiz bir sesle bağırdı . Yuvarlanarak ateşi söndürmeye çalıştı ama başarısız oldu . Alkol onu cehenneme göndermiş gibiydi . Koridorda koştu , ve merdivenlere düştü . Jeff'i gördükleri anda herkes bağırmaya başladı . Ateşler içindeydi , yerde yatıyordu ve neredeyse ölmüştü . Jeff 'in en son gördüğü şey annesi ve diğerlerinin ateşi söndürmeye çalışmasıydı.O anda bayıldı.
Jeff uyandığında yüzü bandajlarla sarılmıştı . Hiçbir şey göremiyordu , omzundaki bandajları hissedebiliyordu, bir de vücudundaki yaraları . Doğrulmaya çalıştı ama kolunda kablo gibi bir şey bağlıydı , kalkmaya çalışırken yerinden çıktı . Ve bir hemşire hızla odaya girdi.
Jeff'i yatağa geri iterken  "Yataktan çıkman için çok erken." dedi ve kabloyu tekrar taktı . Jeff sadece orda oturdu ; görmeden , nerede olduğunu bilmeden . Sonunda annesinin sesini duydu .
"Balım,iyi misin?" diye sordu annesi . Jeff cevaplayamadı . Yüzü sarılmıştı ve konuşamıyordu. "Ah balım , sana iyi haberlerim var . Bütün görgü tanıkları olayı anlattıktan sonra Randy sana saldırdığını itiraf etti , Liu'yu serbest bırakmaya karar verdiler." Bu haber neredeyse Jeff'in yataktan fırlamasına neden olacaktı . Ama kolundaki kabloyu hatırlayıp kendine engel oldu .  "Yarın çıkacak ve tekrar birlikte olacaksınız."
Annesi oğlunu kucakladı ve veda etti. Sonraki iki hafta Jeff ailesi tarafından her gün ziyaret edildi . Ardından bandajların çıkarılacağı gün geldi. Ailesi yüzünün nasıl göründüğünü görmek için oradaydı. Doktorlar bandajları açarken herkes sandalyesinin ucuna oturmuştu. Son bandaj da çıkıncaya kadar beklediler.
"En iyisini umalım." dedi doktor . Yüzündeki bezi çekti ve yüzü ortaya çıktı.
Annesi Jeff'in yüzü karşısında çığlık attı . Liu ve babası dehşete kapılmış bir şekilde bakıyorlardı .
"Ne? Yüzüme ne oldu? " dedi Jeff . Yataktan fırladı ve aynaya koştu . Aynaya baktı ve ailesinin verdiği tepkilerin sebebini gördü. Bu...bu korkunçtu . Dudakları yanıp kıp kırmızı bir hal almıştı. Yüzü saf bir beyaz renkteydi , ve normalde kahverengi olan saçı siyaha dönmüştü . Elini yavaşça yüzüne koydu . Yumuşacıktı. . Aynadan ailesine baktı .
"Jeff," dedi Liu "O kadar da kötü değil..."
3 notes · View notes
yasasyon · 4 years
Text
"Ölmekten korkardınKorkularını yenmek için korkularının üzerine gitmeliydin. Sanırım zamanı geldi. Üzerine gittiğin ölümün kucağına düşerek ancak yenebilirdin korkularını."
Gardiyan yalvarıyorum size, acıyın bana. Beni ölümle öldürmeyen acılarıma bağışlayın. Beni yaşamaya götürecek her yolu asın boynuma. Ölmeyi haketmek için şahdamarımı huzurunuzda kurban etmeye hazırım.
Bir resmin içe hapsolsam, baktığınızda beni göremeyeceğiz en koyu renge bulanmış fırçanın darbesinde ezilip ölmüş olsam.
Acılarımın esiriysem ölümümün özgürlüğü olmalıyım. Sizden bir mezar da istemiyorum. Yanarak yaşamaktansa yaşamı son bulmuş cesedimle kül olmayı yeğlerim.
Ölmeyi bana çok görmemelisiniz ben.. ben sadece nefes almamaya layığım. Bana yaşamayı ancak ölmekle vaad edebilirsiniz.
Direncim mi kırılıyor yoksa direncime mi kırılıyorum bilemiyorum. Bir intiharın eşiğinden düşüp celladımın kollarında bulmuş gibiyim ölümü.
Arbededen sağ çıkmış pelte cesetten hallice olan muhayyel realitelerimin harbinde çatışıyorum.
"Fakat His, sen kamburu çıkmış sırtına rağmen başını dik tutmaya çalışan o ihtiyardan farksızsın."
Kürkümü verin lütfen, Mademaseille. Hazır şapkamı ve sandaletlerimi de unutmayınız, atkımı da boynuma atınız. Çıkarken kapıyı yavaş kapatın. Biliyorsunuz ki gürültüye tahammülüm yok. Hayır hayır yavaş hareketlere ve daha birçok şeye de tahammülüm yok. Işıklar açık kalsın kapatmayın. Gece lambasını söndürün, Nazım Bey faturayı kabarık görürse köpürür. Hayır kızgın insanlardan da haz etmem doğrusu.
Nergis Hanım! Rica ediyorum yemeğimi getirin artık ya da şu değneklerden kurtulun, kaç kere dedim size. Ah! Bu tablo neden yamuk! Annemin boynu bükülmüş resmen. Nazım Bey görürse hüzünlenir. Hüzünlü bakan gözler hatrıma güzü salıverir. Ayaklarımla ezerim kurumuş yaprakları, katil olduğumu anımsatıyorum böyle kendime. Nergis diyorum, bana patates çorbamı getirin. Artık Hanım değilsiniz. Gözümden desenlerini bir bir ezberlediğim demode halının en sevmediğim köşesine düştünüz. Siz diye hitap etmem tamamen benim mütevazı ruhum ve zarif yapımla alâkalı.
Nazım Bey gelecek, gazetesini aldınız mı Mademaseille? Yeni sayı değil bir önceki sayı alınacak! Bir sonraki haftanın gazetesini bekleyemez . Hep geriden takip eder. Yok be, o hiç beklemeye gelmez. Hep bekletir ama beklemez hiç. Mine hanımı da beklememişti zaten. Onun yüzünden şu duvara astı kendini, tabloya koyduk portresini. Nasıl olduğunu sen daha iyi biliyorsun Nergis. Anlat bana neden astık onun o ablak yüzünü şu boyası dökülmüş turuncu duvara. Nazım Bey beklemedi diye mi? Biraz öyle. Bunu sonra anlatırsın, dinlemeye mecalim yok. Bitkinim ben. Dizlerim titriyor. Katilim ya, ondandır herhal. Kendimden başka kimseyi de öldürmedim oysaki. Bu çorba soğumuş, Nergis. Isıt bunu, ağzımın üşümesinden ürperiyorum zira ateşli bir insanım ben. Eldivenlerimi de sok şu ellerime. Baş parmağı kopuk eldiveni getireceksin. Güneş gözlüğümü de getir çekmeceden. Çıkıyorum şimdi, geldiğimde evi tertemiz görmek istiyorum. Akı pak olacak. Parkeler o kadar temiz olsun ki, kayıp kafamı şömine taşına vurayım. Oracıkta ölüp şöminede yakın beni. Isınırsınız. Ateşli bir insanım ben. Demiştim. Boşuna değil hiçbir şey. Nazım Bey gelirse radyoyu açın dinlesin biraz. Duymaz, biliyorum. Sağır kulakları onun. Duyduğu âhir ses Mine Hanım'ın sesidir. Hâla daha beyninde çınlar durur. Bilirim ben. Haydi çüs canım. Formidable. Köprünün boynunu kırasım gelir hep. Ayakları sağlam kalır ama ortası çöker. Sağ kalamaz kimseler. Kendini atacak adam zahir. Dur adam! Dur bekle beni, dinle az. Atma kendini şimdi. Köprünün boynunu kırasım var, canına kastım var. Beraber mi atlasak? Mine Hanım'ın yanına gideriz. Bayıla bayıla ağırlar bizi. Gerçi önce bayıldı da sonra ölmüştü o. Anlamadık ilk başta, uykluyor sandık. Ama şimdi şu bizim çatlamış duvarda asılı yüzü. Ölmezcesine astık onu. Tepesinde de öldüğü vakitte pili biten bir saat çakılı. 12.45. Vermiş âhir nefesini sırtında paltosuyla o zaman. Tam 12 yıldır durgun öyle. Akrep ve yelkovanın da canı çıkmış sanki. Madem yutacak seni bu deniz. Bunu dinlemeden atma kendini. İnsan buna belleğinde yer vermeden evvel ecele kurban gitmemeli. Bırakma ellerini, sıkıca tut. Talih kuşu da kafana konduğuna göre zamanın geldi senin. İyi dinle bunu. Kov şu kuşu da. Ölüm saltosu var bugün. Kediye bak sen, attı kendini arabanın önüne geberdi gitti. Kediler öyledir işte. Aptal ve nankördür. Sen de bırak kendini şu mavi gövdeye. İşte böyle. Sakın ha çırpınma. Nefesini tut iyice, dal derine. Sonra ver tüm nefesini. Yön duygum Nazım Bey'in kulakları ne kadar sağırsa o kadar kördür. Otobanda yürüyüş korna sesleri olmasa zevklidir. Hep sol şeritten yürürüm. Kalbimin tarafına doğru. Zincirleme kaza mı olmuş. Kaç sağ var? Nergis dilsizdir zaten, anlatamaz o. Mine Hanımlar ölümsüzdür.
6 notes · View notes
nazimnizim · 3 years
Text
Hislerim, ruhumun yaralı dostu
Dizlerimden güç alarak merdivenlerden kalktım, daha hızlı bir şekilde yürümeye başladım her bir adımımın beni acıya götüreceğini anlamıştım artık ama vaz geçmek istemiyordum.. Son merdiveni inerken içimden derin bir nefes aldım, son nefesim olsa yine senin dudaklarında bitsin isterdim, sanki harcayacak daha güzel bir başka yerim var da. Koridorda yavaş yavaş yürümeye başladım açık camlardan eteklerime hafif rüzgarlar esiyordu Etraf o kadar sesiz di ki etraf acının geleceği çok belli idi, kıyamet öncesi sessizlik gibi adeta. Kapıyı sana açmaları için işaret ettim şimdi karar senin elindeydi ya girecektin yada çıkacaktın ben elimden geleni yapmıştım. Beynimi, bana karşı olanları bir kenara itip krallığımı senin ellerine teslim edecektim, tabi eğer istersen o kadar kör kötük seviyorsan bu krallığı çünkü burasını sevgiden başka bir şey düzeltemezdi. Kapıları açtıkları zaman yüzüne bakacak halim yoktu kafamı aşağı eyip elim ile içeriyi işaret ettim iki seçenek vardı ya ileri ya geri.. Yanımda bir kol hissettim kim diye bakmama kalmadan o konuşmaya başladı, hislerim. Ben geldim Nazlımım diğerleri gibi sana karşı çıkmayacağım merak etme. Tatlı bir ses tonu ile konuşuyordu, kanatları her zamankinden daha çok yıpranmış gözüküyordu, kim bilir nerelerden gelmişti, bana bunları söylemek için, siyah pelerinin başına geçirmişti. Yüzü yaralar ile kaplıydı çok bitkin bir hali vardı gözlerinde kendimi gördüm ne kadar yorgundu. Ben onu izlerken o konuşmaya başladı, Bak Nazlımım sen Nişancıya güvenmek istiyorsun bende çok istiyorum, ama bak onun şimdi gözlerine, çenemi kaldırarak yüzümü sana çevirdim yüzünde tuhaf bir bakış vardı sanki zorla getirilmiş gibiydin buraya. His konuşmaya devam etti, Bak benimde gördüğümü sende görüyor musun, ellerimi tuttu ve hafif bir hamle ile beni şatonun dışına çıkardı ve konuşmaya devam etti, bu krallığı da görüyor musun bak burasına ne kadar çok harabe olmuş ne kadar eskimiş bırak gidelim buradan ne dersin..
1 note · View note