Tumgik
#mesut sert
ncdtgrsy · 9 months
Text
2 notes · View notes
sexcxsblog · 2 years
Text
NASIL BAŞLADI -11
Sabah oldu her zaman ki rütinime başladım önce kahvaltı hazırladım yedik topladım. Sonran ev temizliği derken iyice yoruldum. Duşumu aldım. Mini eteğimi ve dekolteli cropumu giydim oturdum telefonla uğraşmaya başladım. Kapının zili çaldı. Abilerim hararetli bir şekilde içeri girdiler bu sefer ne selam vardı ne sabah. Salona geçmiş tartışıyorlardı. Konu Ali abinin arabasını abim çarpması ve baya hasar vermesiydi. Parayı nasıl bulacaklarını konuşuyorlar. Abimin üstünde çok gidiyorlardı.
M- amk senin Semih ya madem sürmeyi bilmiyorsun ne diye geçtin koltuğa
A- onu bunu bilmem bir şekilde ödeyeceksin bunu
-lsn param mı var amk sanki
A-banane amk
M- doğru diyor çocuk başka türlü halletmeliyiz.
O an gözler benim üzerimdeydi ama kimse cümleye giremiyordu. Ali abi söze girdi
A-bak Semih seni severim kankamsın kardeşimsin ama bana verdiğin hasar az uz değil ya şimdi şak diye parayı elime ver ya da
-ya da ne Ali
A-ya da gönlümü hoş eyle.
-o ne demek
A- şartım şu bu güzel bacını bana verirsin ben de borcunu unuturum. Ha ne zamana kadar tamir olana kadar.
Abim üzgün bir şekilde bana baktı. Bu beni birine ilk verişi değildi zaten. Hem babamın kulağına gitse abim için pek iyi olmazdı zaten Fikret abinin babasına borcu vardı bir de bununla uğraşamazdı. Hoş abiminde bu işten bu şekilde sıyrılması bir nevi işine gelmişti. Namusum umrunda değildi.
-iyi tamam hadi Gül sen artık Ali abinin orospususun onun gönlünü hoş et.
A-Gül kusura bakma ama borcumu bir şekilde almam gerekiyordu. Aklıma da başka bir şey gelmedi. Madem abinin parası yok geriye de seni bana vermek kalıyor.
Bunları söylerken hiç içten değildi. Abime şov yapıyordu. Yaklaştı beni dudağımdan öptü. Elleriyle göğüslerimi okşamaya başladı. Abim bu anı izlemek istemiyordu tam odadan çıkarken.
A-oo nereye Semih
-işine gör ben odama geçicem
A-yok dur burda nasıl karı sikilir öğren.
Abimin sözde delikanlılığı buraya kadardı. Ona söylenene itaat edip. Koltuğun karşısına oturup izlemeye başladı. O sırada Ali abi üstümü çıkardı ve memelerimi emmeye yalamaya başladı. Benim süt gibi bembeyaz memelerimde onun koca kıllı elleri dolanıyordu. Bir mememi ağzına alıp vakumluyor diğer eliyle mememi yoğuruyordu. Ağzını mememden çıkarınca salyaları mememden aşağı süzülüyordu.
A-oh bunlar nasıl memeler Gül bacım doyamıyorum yalamalara.
Şortunu çıkarıp attı.
A-Gül bacım güzel yala ki yarrağımı yerken çok çığlık atma diyerek güldü.
Bende başladım yalamaya. Önce mantar gibi başını sonra yavaş yavaş gövdesini ağzıma almaya çalıştım. Yarrağı bile kıllıydı Ali abinin. Hiç mi kesmiyordu. 5 dk yaladım ardından ağzıma patladı.
A-oh yut bakalım Gül hepsini güzelim benim.
Döllerini yuttum. Yarrağını dilimle temizlerken tekrar dimdik olmuştu.
A-birazda amının tadına bakalım.
Bir güzel amımı yaladıktan sonra o koca yarrağını amıma soktu. Ben de ufak bir çığlık attım. Ali amıma baktı
A-ulan Semih bu saten bozulmuş amk bana bozuk karıyı mı kakaladın.
İkiside birbirlerinden haberi yoktu. Ali abi abimin bilmediğini düşünüyordu abimde bilmemezlikten geliyordu. Ali abi beni domaltıp sikerken götüm ayrı memelerim ayrı sallanıyordu. Hemen yanımda da Mesut abi koca sikini çıkarmış sıvazlıyordu.
M-kankam gül bacımın ağzını ödünç alıyorum izin var mı.
A-al kankam al senin benim mi var.
Abim gıkını çıkarmıyordu bu duruma. Mesut abi başımı yarrağına doğru yaklaştırdı.
M-bak bakalım tadını beğenecek misin Gül.
Tadına çok bakmıştım ama yine bakmaktan zarar gelmezdi. Bu seferde Mesut abinin yarrağını sömürmeye başladım. Hem ağzım hem de amım doluydu. Ali abi tempolu bir şekilde pompalıyordu. Bş anda yarrağını amımdan çıkarıp götüme soktu. Brn o acıyla ağzımdaki yarrağı ısırdım. Mesut abi bir Tokat attı. Dudağımı patlattı hayvan.
M-orospu sikimimi koparcan He
A-gel kanka şu orospuyu tost yapalım da aklı başına gelsin.
Beni aralarına alıp sert sert sikmeye başladılar. Bu sefer abime nispet olsun diye acımadan sikiyorlardı.
A-işte karı böyle sikilir Semih
M-pompala ortak pompala diye güldü.
10 dk sonra ikiside içime boşaldı. Beni alıp banyoya getirip orda da bi posta siktiler.
Araba tamir olana kadar bu böyle devam etti. Sabahtan akşama kadar beni sikiyorlardı. Abimden çekinmiyor bilerek onun yanında beni sikiyolardı. Oyun oynarken yarraklarını yalıyor boşaltıyor porno izleyecekleri zaman azınca beni sikiyorlardı. Birkaç gün bu şekilde devam etti. Ve sonunda arabası tamir oldu. Ali abi de sözünü tuttu. Benim amım ve götümde iyice genişlemişti. Sonrasında üçüde üniversiteyi kazandı ve gitti. Bende yarraksız kalmıştım. Aradan bir yıl geçti. Zamanla genişleyen deliklerim yarraksızlıktan küçülmüştü. İnsanların üstüne atlamamak için kendimi zor tutuyordum. Götüm sikilmekten baya büyümüş ne giyersem belli oluyordu. Bende yapabileceğim tek şey teşhirciliği yapıyordum. Kahvenin ordan geçerken kıvırta kıvırta geçiyor bakkala gidince bir şeyler alıyormuş gibi yapıp domakıyordum. Çoğu kişi beni tanımazdı. Babam ortaokul bitince beni liseye göndermedi ev işi yapayım diye. Dışarıya hiç çıkmazdım lazım bir şey olursa abim ya da kardeşim alırdı. Ama şimdi abim uzak bir şehirde üniversitede kardeşim de okuldaydı. O yüzden kimse karışamazdı hem kimse de tanımazdı. Bir gün mini etek üstüne beyaz bir gömlek sırtıma da bir çanta giydim. İç çamaşır zaten giymem. Okula gidiyormuş süsü vermiştim. Bizim ordaki bakkala gittim. Yine eğilerek bir şeyler bakınıyordum. Amım eğilince kabak gibi ortaya çıktı. Bunu gören bakkal amca fısıltıyla
-uff şu ama bak amına koyayım ne tatlı.
Ben o arada işime devam ediyor bi bacağıma yük veriyor sonra diğer bacağıma yük veriyordum. Bu şekilde etli am dudaklarım birbirleriyle sürtüşüyordu. Bakkal amca daha fazla dayanmayıp arkama geldi.
-ne arıyorsun güzel kızım yardımcı olayım.
Arkadan bana dayayıp o sert sikini sürtüyordu.
-dondurma arıyorum ama yok galiba amca
-olmaz olur mu gel göstereyim.
Amca önce kapıyı kitledi sonra masanın arkasına geçti. Fermuar sesi duydum. Bana yarrağını yalatacaktı belli.
-gel kızım erimeden yala dondurmayı
Masanın oraya doğru gittim. Yarrağı şahlanmış girecek delik arıyordu. Bende de delik boldu. Gittim yarrağını yalamaya başladım.
-nasıl beğendin mi dondurmayı
-çok güzel çok beğendim amca. Amcanın yarrağını bir güzel sömürüyordum. Tabi yılların yarraksızlığı. Bakkal amca dayanamadı ağzıma patladı. Hepsini yuttum.
-sen nerden öğrendin böyle güzel yalamayı.
Bende kikirdedim. Tam fermuarını kapatacakken
-amuşum da dondurma yalamak istiyor amca nolur bir kez daha yalayayım.
Amca şok geçirmiş gözlerle
-tabi kızım sen mi kırcam amuşunda dondurma yalasın.
Kalkık ve ıslak yarrağını benim amımda gezdirmeye, amımın sularıyla amıma fırça çekmeye başladı. Sonunda uzun zaman sonra yarrak yiyecektim.
-kızım hazır mısın amuşunun dudaklarında içeri doğru sokuyorum dondurmayı
-hazırım amca
Amca yavaş yavaş girmeye başladı. Amım sikilmeye sikilmeye baya bir darlaşmıştı. Baktı yavaş olmuyor eliyle ağzımı kapattı. Başıma gelecek olanı anlamıştım. Birden kökledi. Canım çok yanmıştı. Bakkal amcanın umrunda değil o sert sert pompalıyordu.
-ne der amuşun var dondurmamı sıkıştırıyor ama böyle de çok güzel.
Aşırı zevk alıyordum. Bitsin istemiyordum. Beni 10 dakika bacak omuzda siktikten sonra İçime boşaldı. Oluk oluk dölleri amımdan aşağı akıyordu. Eteğimi yukarı çekip bakkaldan çıktım. Bilerek kahvenin ordan geçtim. Kahvedekiler büyük ihtimalle bacağımdan aşağı doğru akan dölleri görmüşlerdir. En azından bazıları görmüştür.
153 notes · View notes
sillagen · 9 months
Text
Üniversite aynı sınıfta olduğumuz sert mizaçlı bir kız vardı. Nişanlanmış bir insanın gözleri her yeri mi güler. Sevgi böyle bir şey demek ki. O mizaç hiçbir videoda yok. Rabbim nazarlardan saklasın ve mutlu mesut etsin. Ama mutluluğu her yerinden belli. Onun adına mutlu oldum.
32 notes · View notes
muratmesutfan · 1 year
Text
Tumblr media
Tesadüf sandığımız o tevafuk, miadını doldurduğunda, biz bahara daha yeni yeni uyanıyorduk… Zaman gösterdi ki, bu kış çok sert geçecek…
Murat Mesut
14 notes · View notes
benmisim · 26 days
Text
doğum günüme az kaldı. 30 oluyorum. dedim şöyle bir harddiski kurcalayayım, son on yılın fotoğraflarına bakayım, bazılarını seçeyim ve bastırayım, bi albüm hazırlayayım kendime. üç günümü verdim, akşam çocuk uyuduktan sonra saatlerce albümlere baktım. ve çok değişik bişi oldu arkadaşlar. normalde zihnimin içinde geçmiş anıları canlandırırken "vay be ulan ne güzel günlerdi ya harikaydı bir daha öylesi olmaz" falan derken, albümlerde geçirdiğim saatler içerisinde "ne alakası varmış ya" oldum :d çok enteresan. hani tamam güzeldi, hoştu. ama mesela son on yıl içerisinde yalnızca tek bir yılmış aslında o çok güzel geçen :D ben onu çok genele yaymışım, geçmiş genel olarak o yıl kadar güzelmiş gibi gelmiş. -ki o yıl bile o kadar kılçıksız güzel değil, orada da arka planda can sıkan şeyler var. neyse. vardığım netice şu oldu. kesinlikle dönüp bir daha yaşamak isteyeceğim zamanlar değil. hiçbiri. tekrar yaşamak isteyeceğim "anı"lar olabilir ama dönemler asla. çok güzel günlerim oldu ama arkaplanda, kuşkusuz fotoğraflarda gözükmeyen çok can sıkıcı ruh halleri içindeydim hep. yani dertler sıkıntılar hep olur ama o ruh hali başka bişey. bir tavırdan, bir bilinç düzeyinden söz ediyorum. o bilinç düzeyinde, o tavırda niye olmak isteyeyim. o yüzden şu otuz yılımın içinde gerçekten ulan bir daha dönüp yaşasam, şöyle bari bir uzaktan izlesem diyeceğim hiçbir yıl yok. insan hiç değilse çocukluğundan bir yıl söyler, çocukluk dediğin en pozitif zamanlardır güya, benimse en istemeyeceğim zamanlar olabilir o çocukluk zamanları. hayatıma dönüp baktığımda kendimi pek göremiyorum ya. yok yani, dürüst bir hilal yok. ortada zaten bir hilal yok. hep birilerinin hilal'i o. "ben" dediğimde düşündüğüm, aklıma gelen, aslında başkalarının hilal'iydi. başkalarının gözünden seyrettim ve değerlendirdim kendimi. anne babasının hilal'i, kardeşlerinin hilal'i, arkadaşlarının hilal'i, sevgililerinin hilal'i, komşularının, hocalarının, yabancıların... lisede iklimler'i okurken beni en etkileyen ve aklımda en çok yer eden pasajın philippe'in "şahsiyeti"yle alakalı pasaj olması boşuna değildi. kendimi philippe gibi hissediyordum: "şahsiyetim birbiri üstüne gelmiş tabakalar halindeydi. en üstte annemin babamın istedikleri sade bir philippe vardı. marcenat'lara vergi göreneklere bağlı, az çok inatçı bir delikanlı. sonra denise aubry'nin philippe'i geliyordu: zaman zaman şehvete düşkün ve kaba. sonra bertrand'ın ince duygulu, gözü pek philippe'i. daha sonra da halff'ınki: keskin düşünceli ve sert genç adam. bunların altında da hepsinden daha gerçek bir philippe bulunduğunu bilmiyor değildim. bununla bağdaşabilseydim beni yalnız o mesut edebilirdi. ama onu tanımak zahmetine bile katlanmamıştım".
-1-
4 notes · View notes
aynodndr · 1 year
Text
Tumblr media
Hep söylüyorum biz çocukken midemiz bulanınca ekmek yedirirlerdi.
grip "Yatınca geçer"di başın ağrıyorsa "Çocukların başı ağrımaz" denirdi uykun kaçıyorsa "Oyuncaklarını düşün güzel rüyalar görürsün" şeklinde konu halledilirdi!
Okuma yazmayı öğrenemiyorsan ya "Tembel"din ya "Yavaştan sağlam sağlam öğreniyor"dun! Hüzünlü bir çocuksan "Yazar olacak herhalde" derlerdi yerinde duramıyorsan etrafa saldırıyorsan bir tane çakarlardı susup otururdun.Kanaatimce pedagojinin zirve yaptığı yıllardı o yıllar.Çünkü sonra sonra koşup oynadıktan sonra öksüren çocuk 'astım başlangıcı' okuma yazmayı zor söküyorsa 'disleksik' hüzünlüyse 'depresif' aşırı hareketliyse 'hiperaktif' diye nitelendirilmeye başlandı ve o sinameki yetiştirilen tipsizler şimdi büyüdüler! O kadar ilgi alaka sonrası ola ola ne oldular? Emo!
Emo ne?
Hani beş-altı yıldır etrafta saçlarını gözlerinin tekini kapatacak şekilde öne öne tarayan miskin görünüşlü asık suratlı beti benzi atmış sıska dar pantolonlu converse'li siyah ojeli ergenler var ya...Taksim'de kaldırımlarda filan oturuyorlar.Aha onlar Emo!
Emo kelimesinin emotional'dan (hissi) geldiği bu yavruların pek bunalımlı pek güvensiz ve duygusal olduğu topluma uyum sağlayamadıkları için böyle takıldıkları söyleniyor.
Bizim zamanımızda punk vardı ya onun gibi bir akım ama bir halta yaramayanı!
*HERKESİN KEYFİNİ KAÇIRDIM*
Ay kıyamaam! Zamanında kendi ergen yıllarımda bu akım daha dünyada yokken 10 gün emo takılmışlığım vardır! Kafam neye bozuktu hatırlamıyorum ama o 10 gün üstelik de yaz tatilinde evin o köşesinden bu köşesine oflaya poflaya nemli gözlerle dolaştım. Saçımı taramadım denize gitmedim sohbetlere katılmadım tebessüm bile etmedim. Akşamları karabasan gibi yemek masasına çöküp herkesin keyfini kaçırdım. Bir akşamüstü balkonda otururken annem "Ne bu surat her gün senin derdin ne kızım aaa..." şeklinde pedagojik bir açılım yaptı.
"Sıkılıyorum... Hayat çok anlamsız" cevabımın üzerinden sanırım
birkaç saniye geçmişti ki acı ve can havliyle bir metre havaya sıçradım.
Annem her Türk annesinin uzmanı olduğu 'mıncırma' hamlesini oldukça sert ve uyarısız gerçekleştirmişti.
Mıncırma malumunuz evlat artık poposuna terlikle vurulmayacak kadar büyüdüyse ancak tekdir ile de uslanmıyor ve hakkı kötekse kullanılan konu komşu bitişik ev duyar ihtimaline karşı avaz avaz bağırmak yerine geçen bir terbiye şeklidir.
Tercihen bel veya bacak bölgesinden bir alan seçilir elle kavranır ve et 180 derece çevrilir!
Hemen ardından daha acım ve şaşkınlığım hüküm sürerken annem kısık sesle
yüzünü yüzüme yaklaştırarak "Alırım ayağımın altına" diye başladı ve "Karnın tok sırtın pek! Aklını başına topla! Sıkılıyorsan da git bakkala evin alışverişini yap sonra da gel yemek kitabından bir kurabiye pişir akşam misafir var hadi yallah..." şeklinde bitirdi!
*NE DERDİM KALDI NE DE TASAM*
Malumunuz eti mıncırılan ergen olay yerinde fazla kalamaz mıncırandan tırstığı için kendisine yalakalık yapar arzu ettiği aktiviteleri gerçekleştirir.
Mıncıran mutlu mıncırılansa artık efendi bir insandır! Aynen öyle oldu.
Mıncırma sonrası ne derdim kaldı ne tasam! Emo'luğum o gün bitti bu yaşa
kadar da hep mutlu mesut uyumlu üretken biri olarak yaşadım. Şimdinin
sokakta bira içen gelen geçenden ihtiyacı var diye değil hayat tarzı sandığı için para dilenen dünyanın bütün derdi sırtındaymış gibi davranıp
bunalım takılıp bir işin ucundan tutmayan emo'larının başında bizim zamanımızın anne babaları olacaktı ki. Ohoo... Muma dönerdi hepsi! Bir kere her şeyden önce bütün o yüzü gözü saçla kaplı eşek herifleri bir eşek tıraşına götürürlerdi kesin!
Ülkenin gençlerine bak.
Tarikat yurtlarında yetiştirilen çocuklar polise atsın diye eline taş verilenler bir de emo'lar!
Gelecekten çok umutluyum çok!
Gülse Birsel
7 notes · View notes
akilfikirgezegeni · 3 months
Text
Tumblr media
Düşünün ki, 9 ay 10 gün sonra dünyaya merhaba diyen, 46 kromozomlu, görünürde ne fiziksel, ne zihinsel, ne de biyolojik bir anormallik görünmeyen biri, çıkıp aynı şekilde doğmuş, aynı kromozom sayısına ve aynı normal kriterlerlere sahip birileri sayesinde başa geçerek ben kralım diyor. Garip olan, o bire öteki birler "Evet sen bir kralsın" diyerek kraliyet hakkını meşru hale getiriyor. Kral; "Ben sizden üstünüm. Ben seçilmiş bir kralım. " Göklerden gelen bir emir vardır" diyerek, kendini kabul ettirip sürekli kutsatıyor. Sonra krallık büyüyor. Seçilmiş olduklarını iddia eden başkaları ortaya çıkıp kraldan çok kralcı davranarak aslında önceden bağlı oldukları öteki birlerden sıyrılıp kendi birliklerini kuruyor. Gerçek çoğunluğu oluşturan birlere soruyorlar; Şayet kral siz olsaydınız ne yapardınız diye? Asıl birlerin içinden birileri çıkıp "Kralımız çok yaşa! İyi ki bizim kralımızsın. Göklerden sana uzun ömürler gelsin" diye bağırırken, kimi birler "Yahu bizler perişan haldeyiz. Hem onu kral yapan da biz değilmiyiz? serzenişleri ile bir zaman önce taç taktıkları krallarını eleştirmeye kalkıyorlar. Bazıları da tıpkı uyanık birler gibi sessiz kalarak " Bir şey demeyelim de ne olur ne olmaz. Bakarsın birgün kral bizi de görür, neme lazım " diyerek orta yolda gitmeye devam ediyorlar. Oysa her şey, herkes gibi bir insanın başına taç takılarak kral ilan edilmesiyle başlanmıştı... İlginç olan ise tacı takan kişi "Bende sizler gibiyim, başımda bulunan şu taca bakıp da değişeceğimi sanmayın. Eğer ki birgün kafama bundan başka bir taç takmış olursam, bilin ki o gün ben... Çok çok uzaklarda bir krallık varmış. Bu krallıkta kralın hep mutlu olabilmesi için diğerlerinin mutsuz olması sartmışmış. Şayet onun dışında birileri mutlu olursa, mutlaka yeni vergiler, sert kanunlar getirerek o mutlukları ya yasaklar ya da ağır cezaları olan suçlara çevirirmiş... Heheytt be! Kral olmak kolay mı? "Yok öyle üç beş vandala papuç bırakmak. Ben mutlu değilsem hiç kimse de mutlu olamaz " diye söylenir, içten içe de "Ulan, bunlar ya benden gizli gizli mutlu oluyorlarsa? Ya ben farketmeden rahat ve huzurlu yaşamayı başardılarsa? Olmazzz! Olamazzz! Şu başımdaki taç şahit olsun. Asla ama asla onların mutlu, mesut, huzurlu olduklarını görmüyecek ve bunu engellemek için ne gerekiyorsa yapacağım. Gerekirse kraliyeti baştan başa yakarım. Yakarım bilirsin...
0 notes
e-haberturk · 2 years
Text
Alman Milli Takımı'nın protestosuna Mesut Özil'le karşılık verdiler
Alman Milli Takımı’nın protestosuna Mesut Özil’le karşılık verdiler
Turnuva öncesi futbolcuların LGBTİ+ topluluğuyla dayanışma göstermek için tasarlanan ‘One Love’ kol bandı takma isteği FIFA tarafından reddedilmiş ve bunu karara rağmen yapacak kaptanların sarı kartla cezalandırılacağı açıklanmıştı. Katar’da suç sayılan LGBTİ+ topluluğuyla ilgili verilmek istenen bu dayanışma mesajına sert bir şekilde karşı çıkan FIFA, kurallar gereği maçlarda ekstra ekipman…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
elazigsurmanset · 2 years
Text
ELAZIĞSPOR DARMADAĞIN
Tumblr media
TFF 3. Lig 1. Grup’un 6. Haftası’nda Entegre Solar Elazığspor, 52 Orduspor FK ile karşılaştı. Yeni Ordu Stadyumu’nda oynanan maça 52 Orduspor FK 17. Dakikada Batuhan’ın golüyle 1-0 öne geçti. Golden sonra Èlazığspor28. Dakikada Ömer Faruk Sezgin’le beraberliği yakaladı. Maçın ilk yarısı 1-1 beraberlikle tamamlandı. İkinci yarıya etkili başlayan 52 Orduspor FK, 53. dakikada Nevzat Bile'nin sert ve etkili vuruşuyla 2-1 öne geçerken 74. dakikada bir kez daha Nevzat'la durumu 3-1 yaptı. ES Elazığspor, Emir Uzun’un 85. dakikada, Erhan’ın 90. dakikada attığı gollere de engel olamayarak sahadan 5-1'lik mağlubiyetle ayrıldı. ES Elazığspor, önümüzdeki hafta kendi saha ve seyircisi önünde Yeni Mersin İdman Yurdu ile karşılaşacak. Stat:Yeni Ordu Hakemler: Sezer Yalçın, Erol Ernek, Ali Gün 52 Orduspor FK.: Taha, Sinan, Sefa Küpeli, Sergen, Nevzat ( Veysel Dk.88), Samet, Furkan ( Efe Kağan Dk.87), Batuhan ( Emir Dk. 46), Nazmi, Erhan, Sefa ( Yusuf Mert Dk. 70) Entegre Solar Elazığspor: Hakan, Recep ( Hasan Dk.62), Hakkı İsmet ( Fırat Dk. 10), Mesut ( Salih Dk.63), Zeki ( Ahmet Dk.87), Yağızcan, Ömer Faruk, Yüksel, Emre, İzzet, M.Ensar Goller: Batuhan ( Dk. 17) Nevzat ( DK.53 ve 74)). Emir( Dk.85), Erhan( Dk.90) Ömer Faruk ( Dk.28) Sarı Kart:Veysel ( 52 Orduspor FK.) Zeki, Hakkı İsmet ( Entegre Solar Elazığspor) Kırmızı Kart: Read the full article
0 notes
vedatcelik13 · 3 years
Text
Saçlarını kimler için bölük bölük yapmışsın
Saçlarını ruhumun evliyalarınca örülen
Tarif edilmez güllerin yankısı gözlerin
Gözlerin kaç kişinin gözlerinde gezinir
Sen kaç köşeli yıldızsınFabrika dumanlarında resmin
Kirli ve temiz haritaları doldurmuşsun
Hâtırasız ve geleceksiz bir iç deniz gibi
Aşka veda etmiş topraklarda durmuşsunBenim geçmiş zaman içinde yan gelip yattığıma bakma
Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim
Bir tek köşen bile ayrılmamışken bana
Var olan ve olacak olan bütün köşelerinin sahibi benim
Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim
Sen kaç köşeli yıldızsın(1954, Nisan) 2.Evlerinin içi ayna döşeli
Ayna hâtıra gözler ve sevmek
Benim aşkım bin bir köşeli ah bin bir köşeli
Bir köşe gidince bin köşe yeniden gelecek
Ayna hâtıra gözler ve sevmekEvlerinin içi kabartma bahar
Köşelerinde keklik gibi bakıp duran saksılar
Halıları öpe öpe nakış yapar nakış gibi ayaklar
Siz söyleyin insan seve seve ölmez ne yapar
Köşelerde keklik gibi bakıp duran saksılarEvlerinin içi yeni güllerden
Görülmemiş güneşleri görülmemiş gözlerine getiren
Sağ köşedeki entari sol köşedeki şapka
Beni katil suların ortasına bıraka
Katil sular güneşi gözlerinden götürenEvlerinin içi gurur döşeli
Benim aşkım bin bir köşeli ah bin bir köşeli(1954, Mayıs) 3.Sen geldin ve benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi ve üstünde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin
Merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu
Bulutlar geldi altında durdukKonuştun güneşi hatırlıyordum
Gariptin yepyeni bir sesin vardı
Bu ses öyle benim öyle yabancı
Bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardıDişlerin öpülen çocuk yüzleri
Güneşe açılan küçük aynalar
Sert içkiler keskin kokular dişlerin
İçinden geçilen küçük aynalarVe güldün rengârenk yağmurlar yağdı
İnsanı ağlatan yağmurlar yağdı
Yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak
Yaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin vardıSen geldin benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi üstünde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin(1954, Mayıs) 4.Taşların ortasında Leylâ'nın gözleri
Leylâ köşe köşe göz göz şiirin ortasında
Ben Leylâ'yı bulduğumdan yahut kaybettiğimden beri
Leylâ ya o adamın bardağında ya o dağın ortasındaBen Leylâ gibi güneş doğarken uyanamam
Şehir gece gündüz benim içime uyur
Leylâ'yı götürüp Londra’nın ortasında bıraksam
Bir bülbül gibi yaşamasını değiştirmez çocukturLeylâ diyorsam kesik yanaklarıyla Leylâ
Üç köşeli dünyasıyla
Okuyla yayıyla yaylasıyla acımasıyla
Leylâ diyorsam şu bizim gerçek LeylâBiz seni işte böyle seviyoruz LeylâO gitti bize ağlamak kaldı kala kala(1954, Aralık) 5.Beni yeraltı sularına karşı iyi savun
Tırnağını taşa sürten yitik keçilere karşı
Bu çeşmenin üç köşesinden hangisinden su içecek
Senin bahtsız ve mesut Eyyub'unAtların en güzel biçimini sessizce kalbime indiriyor
İçimde İstanbul çalkanırken bozbulanık çeşme
Bir dans için can vermeğe hazır bekliyorum
Sen orda gelirayak kuklalara insan gibi konuşmasını öğretmeSu akıyor birikiyor kan lekeleri
Kurtulsam diyorum bir eser buna engel
Öyle büyüyor öyle çoğalıyorsun
İstanbul kalmıyorHangi köşesinde huzur o köşesinde sen
Hangi köşesinde yeni çağlara uygun odalar
Ben bölünmez bir şairsem
Sen bölünmez bir anne
Bir çeşme(1956, Haziran)
3 notes · View notes
tumitutscanlation · 4 years
Text
Heavenly Blessing – 156. Bölüm
Mega // Drive // Wattpad
Bölüm 156: Aşılmaz Dağlar ve Bitmeyen Yollar, Dar Patikalar İse Kapatılmış
Hua Cheng karanlık bir sesle konuştu. “Hayır. Ölümlü diyar.”
Sahiden de ölümlü diyardı, çünkü resimde tasvir edilmiş sıkışık evler, yoğun ormanlar, kalabalıklar vardı; ancak, hepsi ateş ve akan lavlardan engin, sonsuz denizlere batmışlardı.
Evler ve ağaçlar tutuşmuştu, alevler insanların bedenlerini yakmıştı, çığlık atıyorlardı. Korkunç yüzler o kadar gerçekçi çizilmişti ki Xie Lian neredeyse onların çığlıklarını kulaklarında hissediyordu.
Resmin ortasında Ocak gibi sıcaklıkla parlayan, son derece korkunç canlı kırmızı renkte büyük bir dağ vardı. Alevler ve lav bu dağdan çıkıyordu.
“Bu resmin anlamı… yanardağ patlaması, Wu Yong Krallığının düşüşü mü?” Xie Lian kafa yordu.
“Evet. Ve hayır.” Dedi Hua Cheng.
Xie Lian’ın aklına bir fikir geldi. “Sahiden tümüyle doğru değil, çünkü bu… bir rüya.”
Resmin altındaki trajedi tasviri, Wu Yong Veliaht Prensinin rüyasını betimliyor olmalıydı.
Wu Yong’un Veliaht Prensi ve dört koruyucu tanrı altın bir haleyle çevrelenmişti, bunun anlamı çoktan yükseldiğiydi. Rüya ona işkence ederken tasvir edilmişti, bu nedenle rüya durumunun çizgileri ve renkleri ‘gerçeklik’ ile kıyaslanınca daha ‘boş’tu.
Bazı cennet mensupları muazzam ruhani güç taşırdı, yetenekleri anormal derecede etkileyici olurdu ve küçük alametler gördükleri zaman, rüyalarında geleceğe bakabilirlerdi. Bu yüzden de bunlara kehanet rüyaları denirdi. Ekselansları Veliaht Prensin bu rüyası gerçekleşmiş miydi? Wu Yong Krallığı böyle mi düşmüştü?
Bir an düşünen Xie Lian belirtti. “Birileri bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor olmalı. Bu duvar resmindeki hikaye diğerinin devamı olmalı. Bence ‘Ocak’a yaklaştıkça sorularımızın daha büyük bir kısmı cevaplanmış olacak.”
Tam bu sırada penceren dışarıyı izlemekte olan Ling Wen konuştu. “Millet, sormam gereken bir şey var. Siz bunu tuhaf bulmuyor musunuz?”
“Neyi?” Diye sordu Pei Ming.
“Doğru hatırladığımdan emin değilim ama şu iki dağ arası hep bu kadar yakın mıydı?”
Herkes pencereden dışarıya baktı. Sahiden de, öncesinde içeriye girdikleri zaman dışarıda dağlar arasında üç metre kadar boşluk vardı, ama şimdi, inanılmaz yaklaşmış hatta her an birleşecek gibi görünüyorlardı. Xie Lian tam dışarıya çıkıp kontrol edecekti ki bir dizi tuhaf tıkırtı, gıcırtı sesleri duydu, toprak ve ağaçların, taş ve duvarların sıkıştırılmasının rahatsız edici sesi gibiydi.
Şimdi hepsi hissedebiliyorlardı. “Neler oluyor?”
Ayaklarının altındaki toprak sallanıyordu, başlarının üzerindeki tavan da öyle, bir parça, iki parça, pek çok moloz parçası ve toz aşağıya düştü. “Deprem mi oluyor?” Pei Ming merak etti.
Tam kelimeler dudaklarından döküldüğü sırada, duvarlar basınç nedeniyle çoktan şok edici ‘çatlaklar’a bölünmüştü. “Deprem değil bu!” Xie Lian haykırdı. “Bu…”
İki dağ sırası ortalarında durmakta olan Wu Yong tapınağını iki yandan eziyorlardı!
Açıklayacak zaman yoktu. Bağırdı. “KAÇIN!”
Onlara söylemesine gerek kalmadan Pei Ming çoktan bir duvarı tekmelemiş ve onlara çıkış yolu açmıştı. Hep birlikte duvardan geçtiler ve çıktılar, koşuyorlardı. Ancak, mekan çok uzun ve derin olduğu için hala Wu Yong tapınağının içindeydiler ve büyük salon dışında, çok fazla sayıda yan odalar, küçük odalar, tütsü odaları, antrenman alanları ve benzerleri vardı. Bu nedenle koşmaya ve duvarları yıkmaya, kapıları tekmelemeye devam ettiler. Böyle zamanlarda sahiden savaş tanrılarının her zamanki yöntemleri çok faydalı oluyordu. Ancak daha sadece iki yan odayı geçmişlerdi ki, neredeyse bir adam boyutundaki devasa bir kaya parçası çatıdan düşerek Xie Lian’ın hemen ayağının dibine indi.
Her iki taraftaki dağların üzerinden büyük kayalar düşüyordu!
Göklerden daha da fazla taş yağmaya devam ederken çıkan gümbürtülerin ardı arkası kesilmiyordu. Su fıçıları gibi büyük olanları, yumruk kadar küçük olanları vardı ve hepsi çok yükseklerden düştüğü için güçleri inanılmazdı. Neyse ki üstlerinde onları yavaşlatan çatı katmanı vardı ve hepsi fiziksel anlamda dikkate değer kişilerdi, zamanında kaçınmayı başarıyorlardı. Sadece Hua Cheng çok rahat görünüyordu; Xie Lian koşup kaçınmaya çalışırken, aniden Hua Cheng’in ona seslendiğini duydu. “Gege, buraya gelmek ister misin?”
Görmek için başını çevirdi. Hua Cheng hemen arkasındaydı, adımları uçuyormuşçasına istikrarlıydı, elinde tuttuğu, kim bilir nereden çıkarttığı kırmızı bir şemsiye vardı ve o şemsiyenin altında ışıldayarak gülümsüyordu. Düşen kayalar büyük bir gürültüyle şemsiyeye çarpıyordu ama Hua Cheng tek eliyle bir parça bile tökezlemeden onu tutmaya devam ediyordu!
Xie Lian hemen şemsiyesinin altına saklandı. “Oof, çok yakındı. Harikasın San Lang.”
Hua Cheng gülümsedi ve düşünceli davranarak şemsiyeyi daha çok onun tarafına çekti. “Yaklaş.”
Her ne kadar son derece yanlış bir zaman olsa da, Xie Lian yine de kalbinin hızla atmaya başladığını hissetti. “Tutmaktan yoruldun mu? Ben biraz senin yerine tutayım…”
Diğerleri hızla kaçıyor ve kayalardan kaçınıyor, delirmişçesine koşuyorlardı ve diğer ikisinin nasıl mutlu mesut göründüğünü fark edince dayanamayarak bağırdılar. “Hey! Hiçte adil değil!”
“Hua Chengzhu, fazladan şemsiyen var mı acaba??”
“Ben de şemsiyenin altına gelebilir miyim??”
Hua Cheng sahte bir şekilde gülümsedi. “Hayır. Ve hayır.”
Diğerlerinin itirazları karşısında Xie Lian biraz utandı ve mırıldandı. “Ah, bu dağ cidden tuhaf!” Ve tam konuşurken sıvışacaktı ki, Hua Cheng göze çarpmayacak bir şekilde onu durdurdu ve sakince açıklama yaptı. “Gege haklı, dağlar cidden tuhaf. Ruh gibiler. Tong Lu Dağında üç büyük dağ var ve isimleri ‘Yaşlılık’, ‘Hastalık’ ve ‘Ölüm’. Her ne kadar diğer dağlardan bir farkları olmasa da, onlar Tong Lu Dağı alanı içerisinde serbestçe hareket edebiliyorlar, bu yüzden, bazıları onları Tong Lu Dağının sınırları olarak alır.”
Kayalar vahşice düştü, ama şemsiyenin altında barış ve ahenk hakimdi. Xie Lian cevapladı. “Anladım! O zaman öncesinde Rong Guang Hayatı Hızla Söndüren Kılıç İblisi kılığındayken önümüzü kapatan dağ, üç dağ ruhundan birisi miydi?”
Ling Wen, Pei Su’nun sırtında bir aşağı bir yukarı zıplıyordu ama gayretle konuşmaya katılmaya çalıştı. “Bu Wu Yong kutsal tapınağının ‘vadi’nin ortasına tuhaf bir şekilde inşa edilmesine şaşmamalı. Muhtemelen orijinal lokalizasyonu bu kadar ilginç değildi ve o iki dağ ruhu saldırmaya geldiler!”
“Ama ‘Doğum’, ‘Yaşlılık’, ‘Hastalık’, ‘Ölüm’ bir bütündür.” Dedi Xie Lian. “Diğer üçü burada, ‘Doğum’ nerede?” *ÇN: Doğum, Yaşlılık, Hastalık ve Ölüm, Budizm’de dört acı çekme sebebidir-miş.
“Ne yazık ki, ‘Doğum’ yok. En azından ben daha önce görmedim.” Dedi Hua Cheng.
“Yani burada yaşama şansı yok öyle mi? Çok acı!” Dedi Xie Lian.
Hemen ardından Ban Yue haykırdı. “Dağlar yaklaşıyor!”
Vadiye ilk girdikleri zaman, dağ patikası birkaç kilometre genişliğindeydi, onlar ilerledikçe daralmıştı. Wu Yong tapınağının kapılarına ulaştıklarında genişlik otuz metreden daha fazla değildi. Ve şimdi, iki dağ arasındaki boşluk ancak on metre kadardı, bina ve duvarlar basınç nedeniyle tümden çatlamış ve eğiliyordu. Wu Yong tapınağının kirişleri taş ve diğer tür sert yapı malzemelerinden yapıldığı için, aynı anda iki yandan ittirmekte olan iki dağ arasında sıkışıp kalmıştı. Ancak, daha fazla direnemeyebilirdi ve Pei Ming bağırdı. “Ne ilerleyebiliyoruz ne geriye gidebiliyoruz, çatıyı açıp yukarıya gidelim! Bu kaya yağmuru hiçbir şey, parçalayın gitsin!”
Ancak Xie Lian haykırdı. “Olmaz! Şu anda ikisi arasında tapınak duruyor, eğer yukarıya çıkarsak ve dağlar bir hamle falan yaparsa? Ölümüne sıkışırız!”
Konuşmaları esnasında her iki tarafta daha da yaklaşmaya başlamıştı, yerler gümbürdüyor, titriyorken aradaki boşluk altı metreye kadar inmişti. Bu şartlar altındayken, Ling Wen hala hareket edemiyordu ve haykırdı. “BİRİSİ DAHA ÇABUK BİR ÇÖZÜM ÜRETEBİLİR Mİ ACABA??? ÖLÜMÜNE SIKIŞTIRILMAK İSTEMİYORUM, TEŞEKKÜR EDERİM!”
Alevler sırtlarını yakıyordu, ama fikirler o kadar hızlı gelmeyecekti. Alanları küçülmeye devam etti, sadece bir insan boyuna dek ulaştı, Pei Ming aniden bir nara attı ve yan bir şekilde zıpladı. Sol taraftaki dağı kolları, sağ taraftakini bacakları itiyordu, tüm bedeni bir ‘çivi’ye dönmüştü, iki büyük dağın arasında takoz görevi görüyordu. “ÖLÜMÜNE EZİLECEK OLSAM BİLE O İKİ BOKTAN ŞEY BUNU YAPAMAYACAK. ŞİMDİLİK ONLARI TUTARIM, ACELE EDİN VE BİR YOL BULUN!” *ÇN: Ne ara yangın çıktı? Yoksa mecaz anlamda mı kullanılmış? Hiçbir fikrim yok. Belki ‘acele edilmesi gereken durum’ anlamında kullanılmış? Belki de bina yıkılırken yangın çıkmış?
“…”
Herkes yaptığı bu hareketle şaşkına dönmüştü ve hatta Ling Wen büyük bir gayretle onu tebrik etti. “Yaşlı Pei, adam gibi adam!”
Pei Ming dişlerini sıktı. “NE DEMEK!”
Savaş tanrılarının gücünü açıklamaya gerek yok; iki dağ hala ortaya doğru yaklaşmaya çalışıyordu ama görünüşe göre Pei Ming tarafından güçle durdurulmuş ve çıkmaza düşmüşlerdi. Ancak bu Pei Ming’in sahip olduğu tüm ruhani güçleri harcaması demekti ve çok uzun süre dayanamayacaktı. Xie Lian kaçmak için hızla bir yol bulmaya çalışırken, iki dağ gittikçe üstünlüğü ele geçirmeye başlamıştı, Pei Ming’i dizlerini bükmek zorunda bırakmışlardı.
İşlerin iyiye gitmediğini görünce Pei Su haykırdı. “GEN, ERAL, BEN, YARDIMA, GELİ, YORUM!” Omzundaki Ling Wen’i Ban Yue’ye attı ve insandan takozluğa o da katıldı. Ancak şu anda bir ölümlüydü, nasıl ruhani güçlerini kullanabilirdi? Ling Wen’in üzerindeki Brokarlı Ölümsüz faydalı olabilirdi, ama risk çok büyüktü ve onu serbest bırakmak yangına körükle gitmek olurdu, çakal sürüsünün ininde zehirli bir yılana basmak gibi. Bu nedenle Ban Yue Ling Wen’i yere bıraktı ve konuştu. “Ben de…”
Ancak sonuçta küçük bir kızın bedenine sahipti, uzuvları iki erişkin adamın uzunluğuna yaklaşamazdı bile, duvarların arasında durmak için çok kısaydı, bu nedenle avuçlarını Pei Su’nun sırtına yerleştirerek ona ruhani güçlerini gönderdi. İkisinin birleşen güçleri patladı, ikisinin de yüzleri kızarmış ve damaları belirginleşmişti.
Hua Cheng’e gelince, ki gruptaki şu anda en güçlü kişi oydu, elindeki kırmızı şemsiyeyi çevirerek onları izliyordu sadece, bir parça bile endişeli değildi. Aniden Xie Lian kendi avucuna bir yumruk attı ve ağladı. “BULDUM! BULDUM! BULDUM! BULDUM!”
Aklına bir fikir gelmişti. Xie Lian konuştu. “İleriye, geriye veya yukarıya gidemeyeceğiz madem, o zaman aşağıya gidelim! Şimdilik bir çukur kazıp saklanalım!”
Ling Wen hemen anlamıştı. “İyi fikir! Hemen şimdi başlar mısın lütfen!”
Pei Ming dişlerini sıkarak konuştu. “O ZAMAN… LÜTFEN… ACELE… EDİN!!!”
“Tamamtamamtamam.” Xie Lian delirmişçesine bir çukur açmak için Fang Xin’i yere saplarken cevap verdi, kum ve toprak her yere uçuyordu. Hemen yanında Hua Cheng onun üzerine şemsiyeyi tutmuştu ve sadece yardım etmemekle kalmadığı yetmiyormuş gibi bir de onu şımartıyordu. “Gege, artık kazma. Oturup dinlen.”
Artık hepsinin sabrı tükenmişti, bir ağızdan haykırdılar. “HUA CHENGZHU!!!”
“Hm? Bana mı seslendiniz?” Dedi Hua Cheng.
Ling Wen yığıldığı yerden konuştu. “Hua Chengzhu, hem sen hem de Ekselansları da burada bizimle birlikte, eğer aklında bir fikir veya bir numara varsa neden paylaşmıyorsun? Sonuçta hiçbirimiz taşların arasında sıkışmak istemiyoruz.” Ve hiç kimsenin söylemeye cüret edemediği cümle: Eğer aklına bir şey gelmediyse, lütfen gidip sen de insandan takoz olur musun?
Her ne kadar Xie Lian gergin olsa da, yine de içgüdüsel olarak Hua Cheng’e güveniyordu, bu nedenle çukuru kazmaya ara vermeden sordu. “San Lang, aklında bir şey mi var?”
Hua Cheng kıkırdadı. “Sadece beklesen yeter gege, hiçbir şey yapmana gerek yok, biraz sonra hepsi geçecek.”
Alevler artık yanlarına dek ulaşmıştı ve her ne kadar hepsi onun bir planı olduğunu fark etmiş olsa da, yine de ateşin sıcaklığını hissetmeden edemiyorlardı. Ling Wen tam tekrar söze girecekti ki, aniden Xie Lian konuştu. “Bu ses ne?”
Düşen kayaların gürültüleri arasında hızla yaklaşan başka bir tuhaf ses vardı. GIRK GIRK! GIRK GIRK GIRK GIRK! Hızlıydı, gittikçe yaklaşıyordu. Xie Lian’a sanki daha önce bir yerde duymuş gibi tanıdık geliyordu ve delirmişçesine kazmaya ara verdi. “Bu… YOKSA?!”
Tam konuştuğu kelimesini sonlandırdığı sırada, ayağının hemen yanında bir delik açıldı, iki insanın sığabileceği kadar geniş bir kara delik belirmişti. Deliğin içinden bir kürek yükseldi, parlak beyaz bir ışık yansıtıyordu.
Toprak Ustasının kutsal küreği!
Kürek kendini gösterdi ama hızla tekrar deliğe gömüldü. Hua Cheng konuştu. “Biraz geç kaldı, ama en azından yetişti. Hadi gidelim.”
Tek kelime etmeden Xie Lian Ling Wen’i yakaladı ve aşağıya attı, ardından Ban Yue ve Pei Su ve son olarak Pei Ming. Ortadaki ‘çivi’ takoz kalkınca, iki dağ da hızını artırdı ve gıcırtı, titreşim sesleri arasında, Hua Cheng kolunu Xie Lian’ın beline sardı ve onu sıkıca tuttu. “Acele edelim!” Ardından onu tutmaya devam ederek yeraltı yoluna atladı. Xie Lian sadece karanlığa gömülüyormuş gibi hissetti ve kısa bir süre sonra yukarıda yeri göğü inleten bir gürültü koptu.
İki büyük dağ en sonunda, tümüyle birleşmişti!
Eğer şu anda hala yukarıda olsaydılar et yığınlarına dönüşürlerdi. Herkes bir parça sakinleştikten sonra karanlıkta iki küçük ateş topu yanmıştı. Xie Lian şu anda bulundukları yeraltı patikasında etrafına baktı, ne geniş ne dardı, derli topluydu, Toprak Ustasının kutsal küreğiyle kazılmış bir patika da ancak böyle olabilirdi. Diğer atlayan herkes yere serilmişti, ofluyorlardı. Hua Cheng belini bıraktı ve Xie Lian da farkında olmadan onun omzuna attığı elini indirdi, küreği tutan siyah giysili adamı izliyordu.
Siyah cübbeli adam da zor nefes alıyordu, küreğine yaslanmış, alnındaki terleri silmekteydi. Xie Lian birkaç adım daha attı, yakından inceledi. Bu kişi düzenli ve tertipli genç bir adama benziyordu, dikkate değer bir şekilde yakışıklıydı ama en fazla yediydi. Sadece çok karakteristik bir özelliği yokmuş gibi görünüyordu. Normalde varlığı oldukça belli belirsiz olan birisi olduğuna hiç şüphe yoktu.
Xie Lian ona yaklaştı ve siyah cübbeli adam başını kaldırdı. “Ekselansları…”
Ama o daha bitiremeden Xie Lian çoktan bileğini yakalamıştı. “Rüzgar Ustası nerede?”
Siyah cübbeli adam şaşırmıştı. “Ne? Ben… Bunu bilmiyorum.”
Xie Lian derin bir nefes aldı ve ciddi bir sesle konuştu. “Lordum Kara Su, neden rol yapıyorsun? İntikamın beni hiç ilgilendirmez, ama Rüzgar Ustası senin arkadaşındı ve asla hiçbir günah veya suça dahil olmadı, bu yüzden umuyorum ki…”
Tam bu sırada Ling Wen araya girdi. “Kara Su mu? Ekselansları, neden onun Kara Su olduğunu düşünüyorsun? Yüzleri çok farklı.”
Xie Lian arkasına baktı ve tereddütle cevapladı. “Çünkü Toprak Ustasının kutsal küreğini tutuyor. Ayrıca hepimiz iyi bir kılık değiştirmenin özünü bilmez miyiz? Yüzü sıkıcı derecede sade, kalabalıkta hiç dikkat çekmez, sahte olmalı.”
Kılık değiştirmenin inceliklerini öncesinde tartışmışlardı ve önlerindeki siyahlara bürünmüş adam mükemmel bir şekilde kusursuz sahte yüzün ana kriterini taşıyordu: sıkıcı derecede sade.
Eğer birisi iki saat boyunca bu yüze baksa bile, akşam uyuyup uyandıktan sonra, ertesi gün tümüyle yüzünü unuturdu, bu yüzden de bunun şekillendirilmiş bir sahte yüz olduğuna hiç şüphe olmamalıydı?
“…”
Ancak bir an sonra siyah cübbeli genç konuştu. “Özür dilerim Ekselansları, ama ben… ben sahiden böyle gözüküyorum.”
“…”
Hua Cheng de geldi ve hafifçe boğazını temizledi. “Gege, bu kişi, sahiden Kara Su değil.”
“…”
???
“Bu onun gerçek yüzü.” Dedi Hua Cheng.
Yani, bu gerçek, doğal olarak meydana gelmiş sıkıcı bir yüzdü!
Xie Lian avucunu alnına vurdu ve bir an sonra ellerini tümden dua eder gibi önünde birleştirdi, özür dilemek üzere eğilmişti de. “…Özür dilerim.”
Sahiden oldukça duygusuz bir şekilde düşünmüştü. Gidip bir insanın yüzüne sıkıcı derecede sade olduğunu, hiç dikkat çekmediğini söylemişti. Yapacak bir şey yoktu, bu yüz sahiden de mükemmel kılık değiştirmenin muhteşem bir modeliydi!
Siyah giysili adam da durum yüzünden tuhaf hissediyordu ve ellerini salladı. “Merak etme, önemli değil, çoktan alıştım…”
Ardından Ling Wen konuştu. “Ekselansları Yin Yu, neyse ki geldiniz.”
 Çevirmen: Nynaeve
145 notes · View notes
enderinlere · 4 years
Text
evde ikimiz yalnızken iç çamaşırı giyinmezdi. eski ya da yeni bol bluzlarını giyinir ve memelerini özgürleştirirdi. memelerinin büyüklüğü “tomurcukları”nı daha fazla belli ederdi. özel durumlar dışında altına da bir şeyler giyinmez, evin içinde taytla dolaşırdı. deve ağızı hep belli olurdu. ve ben ondan gözlerimi alamazdım. ama bu alamayışım çaktırmadan bakışlarla sınırlıydı.
eğer ki çok yükseldiysem bir hınzırlıkla onu tav etmem veya doğrudan mevzuya girişmem gerekiyordu. genelde kolay olanı seçiyordum. doğrudan müdahale.
kendimi olabildiğince tatmin edip, şortumun altındaki arkadaşı en sert haline getirip, çadır haline getirdiğim şortumla evin içinde iki tur attım. hemen sonrasında fark etmiştim ki iç çamaşırım ıslanmış, bizim arkadaş artık daha fazla beklemek istemiyormuş.
mutfaktaydı. orada bulunan çamaşır makinesine çamaşırlarını atıyordu. çamaşırları çamaşır sepetinden alıp makinenin içine koyuyor, dizlerinin üzerinde makinenin önünde çalışıyordu. kalçaları çıkmış, taytının inceliğinden ten rengi ortaya çıkıyordu.
haberi yokken arkasına geçip ben de dizlerimin üzerine eğildim ve şortumu aşağıya sıyırdım. arkasına eğilirken beni fark etmişti ve hiç ses çıkarmamıştı. sertliğimi kalçalarına dayadım ve sürtündüm. bir elimle hafifçe baldırından diğeriyle kalçasını tutuyordum. benden çıkan zevk suyu taytını lekelemişti bile. ama o hiç bozuntuya vermeyip kirli sepetindeki çamaşırları daha yavaş bir şekilde, ağır ağır ve tek tek çamaşır makinesine koymaya devam ediyordu.
bu sefer belinden sırtına doğru yavaşça ellerimle dokunmaya, ısıtmaya başladım. gayretle uzanıp ensesinden ufakça öptüm. sonra bluzunu ensesine kadar sıyırıp arkasında sürtünmeye devam ettim ve hafif çatlamış ve azıcık sarkık olan beyaz memelerine ardından dokunmaya başladım. önce yuvarlak meme ucu çevresini parmağımla dolaşıp uyardım ve yavaş yavaş okşadım. her şey çok iyi gidiyordu. onun da ıslandığını anlamam lazımdı.
arkadan elimi kasıklarına doğru yavaşça uzattım amının dudaklarını parmak uçlarımda hissettim. önce biraz klitorisini, sonra dudaklarının tamamını okşadıktan sonra parmak ucumla hafiften içini kontrol ettim.
geç bile kalmıştım orada onu becermeye. sırılsıklamdı. daha fazla dayanamayıp taytını sıyırdım sonra. elindeki çamaşırlar da bitmişti, hepsi makinedeydi. o da bedenini ben hala arkasındayken bana doğru itiyor ve boynunu öpmemi sağlıyordu.
üstümüzdeki hiçbir şeyi çıkarmadan içine girdiğimde beni çok sıcak ağırlamıştı. ikimiz de çok tasarrufluyduk. hiç masrafsız ısınıyor, mutlu mesut sevişiyorduk. sonrasında üzerime çıksa da, kontrolü eline alsa da, göğüslerimi tırnakalasa ve ağzımı yamultsa da her şey yolundaydı.
7 notes · View notes
muratmesutfan · 1 year
Photo
Tumblr media
..şimdi bir kemanın yumuşacık, naif notaları arasından, sert kaya gibi acımasız yalnızlığımın izdüşümünün senfonisinin, odamın duvarların köşelerinden yüzümü bilardo topu gibi gördüğü demlerde, sen benim, iç çekişlerime sığdırmaya çalıştığım avazlarımı nereden duyacaksın..?
duyma da zaten, duyma ve uyu, güzel uyu, uyudukça güzelleş, çünkü seninle güzel dünya, seninle güzel şu  yalan dünyada yaşamak...
Murat Mesut
13 notes · View notes
morkedisblog · 3 years
Photo
Tumblr media
Yaşlanıyorum kafam karışıyor beyin kimyam değişti önsezilerim eskisi gibi kuvvetli değil insanlar hakkında yanılıyorum beni son yanıltan kişi:SÜLEYMAN SOYLU!Akpnin gelecekteki başkanı demiştim değilmiş politikacı dediğin diplomatik dil bilecek saygılı olacak 1970-80'leri yaşım gereği hatırlıyorum RAHMETLİ NECMETTİN ERBAKAN çok sivri dilliydi ben gibi bazen kantarın topuzunu kaçırır pot kırardı,RAHMETLİ TÜRKEŞ sert konuşurdu,DEMİREL daha temkinli,ECEVİT diplomatik nezaketin kitapını yazardı,TURGUT ÖZAL biraz Halk jargonuna yakın konuşurdu,MESUT YILMAZ'ın en sert hitapı TANSU ÇİLLER'e "be kadın"demesiydi,ÇİLLER ben gibi hep gaf yapar komedyenlere malzeme olurdu gine de bir araya geldiklerinde birbirlerine bakacak yüzleri olurdu bu uzun tiradın sebebi👉At sineğim ne kadar kaba-nezaketten uzak bir sıfattır?ERDOĞAN geçen gün bir cenazede karşılaştığı KILIÇDAROĞLU'nun elini sıkmadı,DEVLET BAHÇELİ MERAL AKŞENERE fosforlu cevriye diyebildi😲bize acil olarak Diplomatik nezaket ve protokol bilen siyasiler lâzım seviye iyice düştü maalesef!Farkındayım biri CUMHURBAŞKANI diğeri İKTİDAR ORTAĞI,SOYLU da İÇİŞLERİ BAKANI yani hepsinin adresimi bulup beni polise aldıracak güçleri ve çevreleri var amma ben de VATANDAŞIM onları eleştirip uyarma hakkım var her ne kadar DEMOKRASİ ezilip baskıyla susturulmak istensek de SAYGILAR😠 https://www.instagram.com/p/CN-KQkKJJ7n/?igshid=a4e6dwafikw
1 note · View note
aynodndr · 2 years
Text
Tumblr media
Hep söylüyorum biz çocukken midemiz bulanınca ekmek yedirirlerdi.
grip "Yatınca geçer"di başın ağrıyorsa "Çocukların başı ağrımaz" denirdi uykun kaçıyorsa "Oyuncaklarını düşün güzel rüyalar görürsün" şeklinde konu halledilirdi!
Okuma yazmayı öğrenemiyorsan ya "Tembel"din ya "Yavaştan sağlam sağlam öğreniyor"dun! Hüzünlü bir çocuksan "Yazar olacak herhalde" derlerdi yerinde duramıyorsan etrafa saldırıyorsan bir tane çakarlardı susup otururdun.Kanaatimce pedagojinin zirve yaptığı yıllardı o yıllar.Çünkü sonra sonra koşup oynadıktan sonra öksüren çocuk 'astım başlangıcı' okuma yazmayı zor söküyorsa 'disleksik' hüzünlüyse 'depresif' aşırı hareketliyse 'hiperaktif' diye nitelendirilmeye başlandı ve o sinameki yetiştirilen tipsizler şimdi büyüdüler! O kadar ilgi alaka sonrası ola ola ne oldular? Emo!
Emo ne?
Hani beş-altı yıldır etrafta saçlarını gözlerinin tekini kapatacak şekilde öne öne tarayan miskin görünüşlü asık suratlı beti benzi atmış sıska dar pantolonlu converse'li siyah ojeli ergenler var ya...Taksim'de kaldırımlarda filan oturuyorlar.Aha onlar Emo!
Emo kelimesinin emotional'dan (hissi) geldiği bu yavruların pek bunalımlı pek güvensiz ve duygusal olduğu topluma uyum sağlayamadıkları için böyle takıldıkları söyleniyor.
Bizim zamanımızda punk vardı ya onun gibi bir akım ama bir halta yaramayanı!
*HERKESİN KEYFİNİ KAÇIRDIM*
Ay kıyamaam! Zamanında kendi ergen yıllarımda bu akım daha dünyada yokken 10 gün emo takılmışlığım vardır! Kafam neye bozuktu hatırlamıyorum ama o 10 gün üstelik de yaz tatilinde evin o köşesinden bu köşesine oflaya poflaya nemli gözlerle dolaştım. Saçımı taramadım denize gitmedim sohbetlere katılmadım tebessüm bile etmedim. Akşamları karabasan gibi yemek masasına çöküp herkesin keyfini kaçırdım. Bir akşamüstü balkonda otururken annem "Ne bu surat her gün senin derdin ne kızım aaa..." şeklinde pedagojik bir açılım yaptı.
"Sıkılıyorum... Hayat çok anlamsız" cevabımın üzerinden sanırım
birkaç saniye geçmişti ki acı ve can havliyle bir metre havaya sıçradım.
Annem her Türk annesinin uzmanı olduğu 'mıncırma' hamlesini oldukça sert ve uyarısız gerçekleştirmişti.
Mıncırma malumunuz evlat artık poposuna terlikle vurulmayacak kadar büyüdüyse ancak tekdir ile de uslanmıyor ve hakkı kötekse kullanılan konu komşu bitişik ev duyar ihtimaline karşı avaz avaz bağırmak yerine geçen bir terbiye şeklidir.
Tercihen bel veya bacak bölgesinden bir alan seçilir elle kavranır ve et 180 derece çevrilir!
Hemen ardından daha acım ve şaşkınlığım hüküm sürerken annem kısık sesle
yüzünü yüzüme yaklaştırarak "Alırım ayağımın altına" diye başladı ve "Karnın tok sırtın pek! Aklını başına topla! Sıkılıyorsan da git bakkala evin alışverişini yap sonra da gel yemek kitabından bir kurabiye pişir akşam misafir var hadi yallah..." şeklinde bitirdi!
*NE DERDİM KALDI NE DE TASAM*
Malumunuz eti mıncırılan ergen olay yerinde fazla kalamaz mıncırandan tırstığı için kendisine yalakalık yapar arzu ettiği aktiviteleri gerçekleştirir.
Mıncıran mutlu mıncırılansa artık efendi bir insandır! Aynen öyle oldu.
Mıncırma sonrası ne derdim kaldı ne tasam! Emo'luğum o gün bitti bu yaşa
kadar da hep mutlu mesut uyumlu üretken biri olarak yaşadım. Şimdinin
sokakta bira içen gelen geçenden ihtiyacı var diye değil hayat tarzı sandığı için para dilenen dünyanın bütün derdi sırtındaymış gibi davranıp
bunalım takılıp bir işin ucundan tutmayan emo'larının başında bizim zamanımızın anne babaları olacaktı ki. Ohoo... Muma dönerdi hepsi! Bir kere her şeyden önce bütün o yüzü gözü saçla kaplı eşek herifleri bir eşek tıraşına götürürlerdi kesin!
Ülkenin gençlerine bak.
Tarikat yurtlarında yetiştirilen çocuklar polise atsın diye eline taş verilenler bir de emo'lar!
Gelecekten çok umutluyum çok!
Gülse Birsel
8 notes · View notes
aynurant · 4 years
Text
Tumblr media
Hep söylüyorum, biz çocukken midemiz bulanınca ekmek yedirirlerdi, grip "Yatınca geçer"di, başın ağrıyorsa "Çocukların başı ağrımaz" denirdi, uykun kaçıyorsa "Oyuncaklarını düşün, güzel rüyalar görürsün" şeklinde konuhalledilirdi!
Okuma yazmayı öğrenemiyorsan ya, "Tembel"din ya "Yavaştan, sağlam sağlam öğreniyor"dun! Hüzünlü bir çocuksan "Yazar olacak herhalde" derlerdi, yerinde duramıyorsan, etrafa saldırıyorsan bir tane çakarlardı, susup otururdun.
Kanaatimce pedagojinin zirve yaptığı yıllardı o yıllar.
Çünkü sonra sonra, koşup oynadıktan sonra öksüren çocuk 'astım başlangıcı', okuma yazmayı zor söküyorsa 'disleksik', hüzünlüyse 'depresif', aşırı hareketliyse 'hiperaktif' diye nitelendirilmeye başlandı ve o sinameki yetiştirilen tipsizler şimdi büyüdüler!
O kadar ilgi alaka sonrası ola ola ne oldular?
Emo!
Emo ne?
Hani beş-altı yıldır etrafta saçlarını gözlerinin tekini kapatacak şekilde öne öne tarayan, miskin görünüşlü, asık suratlı, beti benzi atmış, sıska, dar pantolonlu, converse'li, siyah ojeli ergenler var ya...
Taksim'de kaldırımlarda filan oturuyorlar.
Aha onlar Emo!
Emo kelimesinin emotional'dan (hissi) geldiği, bu yavruların pek bunalımlı pek güvensiz ve duygusal olduğu, topluma uyum sağlayamadıkları için böyle takıldıkları söyleniyor. Bizim zamanımızda punk vardı ya, onun gibi bir akım, ama bir halta yaramayanı!
HERKESİN KEYFİNİ KAÇIRDIM
Ay kıyamaam!
Zamanında, kendi ergen yıllarımda bu akım daha dünyada yokken 10 gün emo takılmışlığım vardır! Kafam neye bozuktu hatırlamıyorum ama o 10 gün, üstelik de yaz tatilinde, evin o köşesinden bu köşesine oflaya poflaya nemli gözlerle dolaştım.
Saçımı taramadım, denize gitmedim, sohbetlere katılmadım, tebessüm bile etmedim. Akşamları karabasan gibi yemek masasına çöküp herkesin keyfini kaçırdım. Bir akşamüstü, balkonda otururken annem "Ne bu surat her gün, senin derdin ne kızım aaa..." şeklinde pedagojik bir açılım yaptı.
"Sıkılıyorum... Hayat çok anlamsız" cevabımın üzerinden sanırım birkaç saniye geçmişti ki, acı ve can havliyle bir metre havaya sıçradım. Annem, her Türk annesinin uzmanı olduğu 'mıncırma' hamlesini oldukça sert ve uyarısız gerçekleştirmiş ti.
Mıncırma, malumunuz evlat artık poposuna terlikle vurulmayacak kadar büyüdüyse, ancak tekdir ile de uslanmıyor ve hakkı kötekse kullanılan, konu komşu, bitişik ev duyar ihtimaline karşı avaz avaz bağırmak yerine geçen bir terbiye şeklidir. Tercihen bel veya bacak bölgesinden bir alan seçilir, elle kavranır ve et, 180 derece çevrilir!Hemen ardından, daha acım ve şaşkınlığım hüküm sürerken, annem kısık sesle,yüzünü yüzüme yaklaştırarak
"Alırım ayağımın altına" diye başladı ve
"Karnın tok sırtın pek! Aklını başına topla! Sıkılıyorsanda git bakkala evin alışverişini yap, sonra da gel yemek kitabından bir kurabiye pişir, akşam misafir var, hadi yallah..." şeklinde bitirdi!
NE DERDİM KALDI NE DE TASAM
Malumunuz eti mıncırılan ergen olay yerinde fazla kalamaz, mıncırandan tırstığı için kendisine yalakalık yapar, arzu ettiği aktiviteleri gerçekleştirir.
Mıncıran mutlu, mıncırılansa artık efendi bir insandır! Aynen öyle oldu. Mıncırma sonrası ne derdim kaldı ne tasam! Emo'luğum o gün bitti, bu yaşa kadar da hep mutlu mesut, uyumlu, üretken biri olarak yaşadım. Şimdinin sokakta bira içen, gelen geçenden ihtiyacı var diye değil, hayat tarzı sandığı için para dilenen, dünyanın bütün derdi sırtındaymış gibi davranıp, bunalım takılıp bir işin ucundan tutmayan emo'larının başında, bizim zamanımızın anne babaları olacaktı ki. Ohoo...
Muma dönerdi hepsi! Bir kere her şeyden önce bütün o yüzü gözü saçla kaplı eşek herifler ibir eşek tıraşına götürürlerdi, kesin!
Gelecekten çok umutluyum çok.
Gülse BİRSEL.
6 notes · View notes