Tumgik
#orta avrupa film günleri
filmkafa · 5 years
Text
Bu yıl 4. Orta Avrupa Filmleri, Tuna Nehri Festivali konsepti ile (24-27 Ekim 2019 tarihlerinde) İzmir’e geliyor. Çekya, Macaristan, Polonya ve Slovakya’dan seçilmiş filmler, kelimenin tam anlamıyla su, nehirler ve denizler temasını ve aynı zamanda metaforik anlamları ele alıyor. Çevresel ve sosyal bağlamların yanında akışkanlık ve bilinçsizlik konuları işleniyor.
Çek sinematografisi, Andersen’in peri masalının çarpıcı bir uyarlaması ile temsil edilecek. Denizden yoksun bir ülkede yaşayan bir yönetmen olan Karel Kachyňa, su altı krallığının fantastik bir görüntüsünü yaratıyor.
Acı tatlı bir komedi olan Jan Hřebejk’in Pupendo’su, 80’li yıllarda bir ailenin hikayesini anlatıyor. Yugoslavya’dan deniz yolu ile kaçmayı hayal eden ailenin hikayesi Macaristan’daki Balaton Gölü’nün sisli ve soğuk sularında sona eriyor.
Štefan Uher A Net’deki Güneş, genç otantik kahramanlara ve onların gerçekliğin tekil deneyimine odaklanan bir hareket olan Slovak Yeni Dalgası’nı başlattı. Tüm sinefillerin mutlaka izlemesi gereken bir film.
Miloslav Luter’in ‘’Tuna Karşısındaki Bir Yol’’ sıradan insanların kahramanlığını ve savaş sırasında dört orta Avrupa ülkesinin ortak kaderini anlatan özellikle ilginç bir yapıt.
Polonya sineması, dünya çapında ödüllü iki ilk filmle temsil edilecek: Roman Polański’nin Mazuristan Gölü’nde gerçekleşen ilk drama filmi: “Sudaki Bıçak” ve Agnieszka Smoczyńska’nın “The Lure / Deniz Kızlarının Şarkısı” adlı genç deniz kızlarını konu eden çok ilginç ve ödüllü filmi.
Macaristan son yıllarda yapılan 7 kısa film tarafından temsil edilecek. Ortak konusu su olan kısalar, belgeselden kurmacaya, akarsulardan göllere Macar sanatı ve coğrafyaları gezdirecek. İster Tuna nehrinin kenarındaki bir kulübün hikayesi, ister usta şair Attila József’in Tuna şehrini yeni açıdan anlatımı olsun, tümünü ilgi çekecek bir koleksiyon olarak göz önüne seriyor.
  nóż w wodzie (1962) yön. roman polanski
chodník cez dunaj (1989) yön. miloslav luther
slnko v sieti (1962) yön. stefan uher
İzmir Mimarlık Merkezi’nde gerçekleşecek film günlerinin programı şöyle:
24 Ekim 2019, Saat 19.00
Açılış kokteyli
The Lure [Deniz Kızlarının Şarkısı] (2015) yön. Agnieszka Smoczynska (24 Ekim 2019, saat 20:00)
İki Deniz Kızı Varşova’da bir gece kulübünde kıyıya vuruyor. Polonyalı yönetmen Agnieszka Smoczynska’nın kendi gençliğini yansıttığını söylediği, annesinin gece kulübünde büyürken yaşadıklarından ilham alarak yazdığı film, yönetmenin ‘ilk vodkasını, ilk sigarasını, ilk kalp kırıklığını ve ilk aşkını’ anlatıyor. Film, Hans Christian Andersen’in Küçük Deniz Kızı masalına bambaşka bir yorum getiriyor.
the lure (2015) yön. agnieszka smoczynska
Su Konulu Macar Kısa Filmleri (25 Ekim 2019, Saat 19:00)
Macar Kültür Merkezi’nin desteğiyle gerçekleşecek kısa film gösterimi
Slnko v sieti [Ağda Güneş] (1962) yön. Štefan Uher (25 Ekim 2019 Cuma 21.00)
Bu film Slovak Yeni Sinema Dalgası için temel olan her şeyi içeren bir eser olarak tanımlanır: sahte karakterler ve çizimler, gizli drama ve otantik atmosferin çağrışımı. Ağdaki Güneş genç kahramanlara olan ilginin de artmasını bekliyordu. Štefan Uher onları istisnai hale getirmenin yollarını aramıyordu; sessiz bir gözlemci, çağdaş Bratislava’daki sıradan bir apartmana girer ve sakinleri arasından iki ergen seçer. Fajolo, kız arkadaşı Bela’ya yarı varoluşçu bir sözlü taciz yönlendirir.Bela gönüllü bir yaz çalışma kampına katılmak için terk eder. Tuna nehri kenarında olan bu kampta büyükbabası ile karşılaşır.
slnko v sieti (1962) yön. stefan uher
Nóż w wodzie [Sudaki Bıçak] (1962) yön. Roman Polanski (26 Ekim 2019 Cumartesi, Saat: 19.00)
Polonyalı bir çift, Andrzej ve Krystyna, yolda karşılaştıkları genç bir otostopçuyu tekne gezisine davet eder. Suya açıldıktan sonra, Andrzej, Krystyna’yı etkilemek için yakışıklı genci aşağılamaktan kendini alamaz ve hoşnutsuz kadın, kendine aşırı güvenen adam ve yakışıklı yabancı arasında cinsel gerilimi yüksek bir güç, sınıf ve kıskançlık didişmesi başlar.
Polanski’nin Polonya yapımı ilk ve tek filmi olan Sudaki Bıçak, En İyi Yabancı Film dalında Oscar’a aday gösterilmişti.
nóż w wodzie (1962) yön. roman polanski
Chodník cez Dunaj [Tuna Nehri Üzerinde Bir Yol] (1989) yön. Miloslav Luther (26 Ekim 2019 Cumartesi, Saat: 21.00)
Savaş zamanı Slovak Devleti , Bohemya ve Moravya Koruma Bürosu’ndan sonraki dönemde iki genç arkadaşın trajik bir hikayesi. Slovak demiryolu şirketinin bir çalışanı olan Slovak Viktor, düzenli olarak Slovak ve Çek sınırlarındaki tren istasyonuna posta gönderir. Gençliğin dürtüsüzlüğüyle, önemli bir posta teslimini kasıtlı olarak yanlış yönlendiriyor. Gestapo kasabada ortaya çıktıktan sonra, Çek Yahudi dostuyla birlikte sınırdan kaçmak zorunda kalır. Slovakya’ya giden bir kargo treni ile Tuna’yı geçerek Macaristan’a kaçmaya karar verirler.
chodník cez dunaj (1989) yön. miloslav luther
Malá morská víla [Küçük Denizkızı] (1976) yön. Karel Kachyňa (27 Ekim 2019 Pazar, Saat: 19.00)
Küçük deniz kızı bir prensi boğulmaktan kurtarır ve ona aşık olur. Onunla birlikte olmak için, kötü büyücüyle bir anlaşma yapar: karadaki bir hayata karşı güzel sesinden vazgeçer. Başta işe yarar gibi gözüküyor, Prens güzel görünümüyle büyülüyor. Fakat yabancı bir prensesin hatırası hala onu etkiliyor: denizkızının onu terk ettiği sahilde ve kurtarıcısı olduğuna inandığı kişi. Bu hatayı çözmek dilsiz küçük denizkızı için çok zor ve tüm denizlerin kralı olan babası bile yaklaşmakta olan felakette ona yardım edemez.
malá morská víla (1976) yön. karel kachyňa
Pupendo (2003) yön. Jan Hřebejk (27 Ekim 2019 Pazar, Saat: 21.00)
Pratik sosyalizm’ döneminde 1984’ten hemen önce başlayan acı tatlı bir komedi. Politik sebeplerden dolayı, Bedřich Prag Sanat Akademisi’nde öğretmenlik yapmaktan vazgeçmek zorunda kalır. ve seramikçi eşi ve iki oğlu ile Prag’ın banliyösünde küçük bir dairede yaşar. Okul müdürü Míla ve Bedřich’in Akademi’den arkadaşı olan iddialı eşi yıllardır konformist bir yaşam sürdü. Davranışlarının gerekçesini olağan sözlerle anlatırlar: ‘ Toplumu iyileştirmek için onlarla birlikte yüzmek zorunda kaldık; Birileri bu fedakarlığı yapmalı!
pupendo (2003) yön. jan hřebejk
  Bu yıl 4. Orta Avrupa Filmleri, Tuna Nehri Festivali konsepti ile (24-27 Ekim 2019 tarihlerinde) İzmir’e geliyor. Çekya, Macaristan, Polonya ve Slovakya’dan seçilmiş filmler, kelimenin tam anlamıyla su, nehirler ve denizler temasını ve aynı zamanda metaforik anlamları ele alıyor.
2 notes · View notes
erkankarakiraz · 5 years
Photo
Tumblr media
Bu sene dördüncüsü yapılacak V4 Orta Avrupa Filmleri, İzmir Tuna Günleri kapsamında izleyicilerle buluşuyor. Çekya, Macaristan, Polonya ve Slovakya’dan seçilmiş filmler, su, nehir ve denizler konusunu hem gerçek, hem metaforik – çevresel ve sosyal bağlamda akışkanlık ve bilinçsizlik – anlamda anlatacak. ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ İzmir Tuna Günleri’nin amacı, Türkiye ve Tuna Bölgesi arasındaki yüzyıllarca mevcut etki ve bağlarının çağdaş sanatla göstermesidir. Tuna nehrinin kenarında yaşayan halklar yüzyıllardır birlikte yaşamış, birbirleriyle savaş ve ticaret de yapmıştır, ortak efsaneler, şiirler ve şarkılar beslemiş. Ücretsizdir. Türkçe altyazılı. Rezervasyon alınmamaktadır. DALGALARIN PEŞİNDE: V4 ORTA AVRUPA FİLMLERİ ~ 24/10 Perşembe 19:00 ~ ~ ~ AÇILIŞ KOKTEYLİ (open event) 20:00 Deniz Kızlarının şarkısı (PL) ~ 25/10 Cuma 19:00 Su Konulu Macar Kısa Filmlerden Seçki (HU) 21:00 Ağda Güneş (SK) ~ 26/10 Cumartesi 19:00 Sudakı Bıçak (PL) 21:00 Tuna Üzerinde Bir Yol (SK) ~ 27/10 Pazar 19:00 Küçük Deniz Kızı (CZ) 21:00 Pupendo (CZ) EDEBİYAT SÖYLEŞİ ve SERGİ PROGRAMI ~ 25/10 Cuma, 14:00, Yaşar Üniversitesi Edebiyat söyleşi – Tuna Nehrine Öyküler ÇAĞDAŞ DANS GÖSTERİSİ ~ Slovakya'dan fiziksel tiyatrosu ~ 25/10 Cuma, 20:30, Aziz Vukolos Kilisesi, Konak/İzmir Nový Priestor: DUAL ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ İzmir Tuna Günleri kapsamında artık geleneği olan V4 Film Festivali Çek, Macar, Polonyalı ve Slovak filmler gösterecek, bunun yanı sıra programda Tuna konulu fotoğraf sergisi, çağdaş dans performansı ve edebiyat etkinliği de yer almakta. Macar Kültür Merkezi öncülüğüyle, Türkiye Avrupa Vakfı ve Kalem Derneğinin ortaklığıyla gerçekleşen Birlik içinde Çeşitlilik: Tuna Dalgalarında Kültürlerarası Diyalog projesi kapsamında yapılan Tuna Günleri’nin bir sonraki durağı İzmir. Projemiz AB-Türkiye Kültürlerarası Diyalog Programı kapsamında hayata geçiriliyor. AB-Türkiye Kültürlerarası Diyalog Programı, Yunus Emre Enstitüsü tarafından yürütülüyor ve Avrupa Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti arasında sivil toplumun güçlenmesine yönelik mali iş birliği kapsamında ortak finanse ediliyor. (İzmir Mimarlik Merkezi) https://www.instagram.com/p/B31vowSjqFsNSKfmfEx1hBTG3tNu-u9R4Lv7Vw0/?igshid=1bdtivq3mi730
0 notes
barkoturktv · 5 years
Text
Güneş: Türkiye figüran değil, biz büyük bir ülkeyiz
Tumblr media
A Milli Futbol Takımı Teknik Direktörü Güneş, Barış Pınarı Harekatı'na ilişkin, "Türkiye oyun oynamıyor, film çevirmek isteyenler bizi figüran olarak kullanmak istiyor, biz figüran değiliz, biz büyük bir ülkeyiz." dedi. A Milli Futbol Takımı Teknik Direktörü Şenol Güneş, ay-yıldızlı ekibin 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası (EURO 2020) Elemeleri H Grubu'nda yarın Arnavutluk ile yapacağı maç öncesinde düzenlenen basın toplantısında, "Barış Pınarı Harekatı" ile ilgili de değerlendirmede bulundu.  Şenol Güneş ile milli futbolcu Ozan Tufan, Riva'daki Hasan Doğan Milli Takımlar Kamp ve Eğitim Tesisleri'nde düzenlenen basın toplantısında soruları yanıtladı. Türkiye'nin güney sınırında oluşturulmaya çalışılan terör koridorunu yok etmek, bölgeye barış ve huzuru getirmek amacıyla başlatılan "Barış Pınarı Harekatı"na değinen Şenol Güneş, şöyle konuştu: "Türkiye bulunduğu konum itibarıyla uzun zamandır sıkıntılı dönemden geçiriyor. Geçmişe baktığımız zaman da sıkıntıları olan bir ülke. Bir ara Sevr ile beraber tamamen ortadan kaldırılmaya çalışılan bir ülke iken, yeniden küllerinden doğdu, Mustafa Kemal Atatürk ile beraber, silah arkadaşları ve tüm milletimiz ile ayağı kalktı. O dönemden bu döneme kadar üzerimizde hesap görenlerin bazen bizi suçlayarak işgalci gösterdiğini görüyoruz. Savaşı kimse istemez, siz ister misiniz? Ben istemem, benim ülkem de istemez. Savaş bize saldırı olduğu için oldu, şiddet bizim istediğimiz bir şey değil. Bizi rahat bıraksınlar işimizi yapalım. Kendi ülkelerinde savaş çıkarmak istemeyenler, başka ülkelerde nifak tohumları atarak bu savaşı körüklüyorlar. Bizi de birbirimize vurduruyorlar. Türkiye millet olarak sevgiden, sahiplenmeden yana. Yunus Emreler, Mevlanalar bunların çok iyi mesajlarını verdi. Kim olursa olsun gelsin derken, teröristleri istemiyoruz. Kendileri de istemiyorlar ama ekonomimize saldırıyorlar, kendini koruyan ülke olma konumunda bulunmaktan bıktık. Sınırlarımız içerisinde kalmak istiyoruz." "Bu savaştan benim ne karım olacak. Vatandaş olarak en yaşlılarınızdan bir tanesiyim. Her dönemde bu önümüze koyuluyor. Bu savaşları çıkartarak ekonomik dengeler bozuluyor." ifadelerini kullanan Güneş, sözlerini şöyle sürdürdü: "Oraya giden askerlerimizin yanındayız, her saldırının karşısındayız, savaş nerede olursa olsun nefretle kınıyoruz. Biz savaş yapmak istemiyoruz ki, kendimizi, ülkemizi korumak istiyoruz. Kalkınmamıza engel olmak isteyenlere dur, demek istiyoruz. ABD nerede Rusya nerede hiç bizi ilgilendirmez. Irk, dil, din ayrımı yapmadan yaşamak istiyoruz. Aslında dünyada bir kriz var, savaşı çıkartıp arkasından suçlama yapacaksın, bu anlaşılır bir şey değil. Çocukların aklına savaş gelir mi? Oyuncak silahları çocukların eline kim veriyor? Yine bu sektör veriyor, çiçek yok mu? Savaşın olduğu yerde insanların ölüp öldürüldüğü yerde hiçbir şey konuşmaya gerek yok. Oyunda bile güzellikler olsun diyoruz. Yok etmek için gidiyoruz, oyun değil bu, Türkiye oyun oynamıyor, film çevirmek isteyenler bizi figüran olarak kullanmak istiyor, biz figüran değiliz, biz büyük bir ülkeyiz. Sınırlarımız belli, insanlarımız belli. Ama bu ülke sürekli taciz altında, olacak şey değil. Biraz daha aklıselim tavsiye ediyorum."  "En güzeli 6 puan" Arnavutluk maçının önemini vurgulayan Şenol Güneş, savunmada daha çok birlikte oynayan futbolcuları tercih edeceğini söyleyerek, "Rakibe göre de bazı oyuncuları değerlendireceğim çünkü arkasından da Fransa maçı var. Zihinsel yorgunluğu oluyor, öncelikle bu maçı düşünüyoruz. Bu maçta hücuma dönük, kazanmaya dönük ne yapabiliriz onu planlıyoruz. Arnavutluk, son maçlarda aldığı sonuçlarla bir güven kazandı, burayı bir final maçı olarak görüyorlar. Biz de öyle görüyoruz. Kendi oyunumuzu güzel bir şekilde oynayıp, iyi bir sonuç almayı düşünüyoruz. O gücümüz var. Bunun için de akıllı, sabırlı, yürekli, çok koşan bir takım olacağız. Herkesin coşku duyacağı bir oyun olmak istiyoruz. Rakibin gücünü biliyoruz, kendi gücümüzü de biliyoruz. Buradaki tüm oyuncular oynamaya aday. İnşallah 2020'ye gittiğimizde farklı oyuncular oynayacak ama şu an Arnavutluk maçını nasıl kazancağımız düşüncesi içerisinde bir kadro oluşturmaya çalışıyoruz." ifadelerini kullandı. Şenol Güneş, Arnavutluk ve Fransa karşılaşmalarıyla ilgili beklentisinin sorulması üzerine ise, "En güzeli 6 puan, o zaman garanti oluruz, 4 puan da bizim için yeterli olabilir. Burada kazanıp, orada beraberlik daha da iyi olabilir. Dört puanda aşağıda yarış devam eder. Her türlü sonuçta yarış devam eder. Avantajlar olabilir, bu avantajı sağlamak istiyoruz. Futbol çok bilinmeyenli denklem gibi. Öyle bir zorluğu geçirmek istemiyoruz ama geçirirsek de sonucu almak istiyoruz. Yarın iyi bir sonuca ihtiyacımız var. Sahada yüzde 100'ümüzü vereceğiz." değerlendirmesinde bulundu. Takımda ciddi sakatlığı olan oyuncusunun bulunmadığını aktaran deneyimli teknik adam, şunları kaydetti: "Ufak tefek sakalığı olanlar vardı, düzeldi. Efecan'ın daha önceden bir ezik vardı, hafif bir şeyi vardı. 22 oyuncumuz artı 4 kalecimiz hazır. Nasıl bir orta saha koyarsan koy geride kalanlar da oynayabilir. Müsabakada oynayan oyuncuları ilk başta tercih ettiklerimizin başarılı olmasını bekliyoruz. Aksama olursa alternatifleri de hazır. Stoperde avantajımız var, oynamamaları onlar için üzüntü verici ama tercih yapmak zorundayız. Hücumda da yine katkıları fazla olan oyuncuları daha çok kullanmak istiyorum. Bu maçta hücum edip gol atmayı daha çok düşünürken, kazandığımızda belki orada daha çok hücumda oynayan oyuncuları bir başka göreve soyundurabiliriz. Oynayacak oyuncu şunu bilmeli, ben yüzde 100'ümü vermeliyim. Diğerleri de her an görev almaya hazır olmalı. Dışarıda olanlar da temiz kalbiyle destek olmalı. Duygu birlikteliğinin bize başarı getireceğini düşünüyoruz." Şenol Güneş, "Hücum hattında Burak Yılmaz ve Cenk Tosun'u birlikte sahada görebilir miyiz?" sorusuna ise şu yanıtı verdi: "Kadro olarak kimi oynatacağımı sizinle paylaşmak istemiyorum ama bunlar muhtemel dahilinde. Her ikisi de yaptı, yapabilir. Kenan'ı, Fransa maçında farklı formatta oynatmıştım. Enes'i de iyi görüyorum. Dört forvetimiz var, bunların bir ikisini mutlaka oynatacağız. Buna bağlı orta sahamız da olacak. Rakibimiz genelde oyunu tutmaya çalışan, hücuma iyi çıkabilen bir takım. Onlara göre hamleler yapacağız. Özellikle orta sahada sonuç değiştirecek bazı oyuncuları ilerleyen dakikalarda koyabiliriz. Aynı şekilde savunmada farklılıklar olabilir. Bütün bunların hepsi maç başladıktan sonra göreceğiniz işler. Şu ana kadar neler yapabileceğimizi hazırladık. Yarından itibaren de nasıl oynayacağımızı konuşacağız. Plan yapma dönemini geçtik, iş yapma zamanına geçtik." Taraftarlara da çağrıda bulunan Şenol Güneş, "Taraftarları maça bekliyoruz. Destek olacaklardır. Bütün kulüplerimizin renkleri güzel. Yarın bir milli takım maçı var. Sahada o görüntüyü, desteği bekliyorum. Tüm Türkiye bizden başarı bekliyor onların beklediği başarıyı vermek için elimizden gelen gayreti göstereceğiz. Motivasyonumuz var, hazırız." ifadelerini kullandı.  Ozan Tufan: Milli ruhu sahaya yansıtacağız Milli futbolcu Ozan Tufan da Arnavutluk maçının önemine dikkati çekerek şöyle konuştu: "Takım içindeki arkadaşlık en üst düzeyde, bunu da sahaya yansıttığımızı düşünüyoruz. Grubun lideri olarak da bunu görüyoruz. Milli ruhu sahaya yansıtacağız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Hocamızın taktik anlayışıyla bunu sahaya yansıttığımız zaman bu sonuca da yansıyacaktır. Güzel bir sonuçla sahadan ayrılacağımızı düşünüyorum. Biz zaten Arnavutluk'un tüm analizlerini yaptık, hocamız gerekenleri gösterdi. Kimsenin şüphesi olmasın, en güzel şekilde milli takımı temsil edeceğiz. En iyi yerleri hakeden bir grup var. Bunu göstereceğiz. Sonuç kendiliğinden gelecektir." Geçmişteki sorunlarını atlattığının altını çizen Ozan, "Hayatımı tekrar düzenledim. Futbola yüzde 100 konsantrasyon sağladım, kendimi en güçlü şekilde antrenmanlarda sahada olsun, kadro dışı kalırken olsun, hazır ettim, bunun da meyvesini yediğimi düşünüyorum. Pes edebilirdim, bırakabilirdim, bunun yerine daha çok çalışmayı seçtim ve hırs yaptım. Bunun sayesinde tekrar milli takımdayım ve Fenerbahçe'de forma buluyorum." ifadelerini kullandı. Emre Belözoğlu'nun kendisine büyük destek verdiğini ancak kötü günleri kendi başına atlatmayı başardığının altını çizen Ozan şunları söyledi: "Emre ağabeyin emeği üzerimde tabii ki var. İlk Fenerbahçe'ye geldiğimde, Bursaspor'da futbol hayatıma başladığımda, ilk milli takıma geldiğimde emeği var. Fenerbahçe'de zor bir süreçten geçiyordum, o zaman da katkısı var ama ben her şeyi tabii ki kendim yaptım. Kadro dışı kaldığımda benim yanımda kimse yoktu, telefonlarım hiç çalmıyordu, kimse beni aramıyordu. Ama her şey iyi giderken herkes arıyordu. O yüzden her şeyi kendim yaptım, kendim konsantrasyon sağladım. Kendi hayatımı düzenledim, yanımda kimse yokken yalnızca ailem vardı. O yüzden en büyük destekçim ailemdir sonra Fenerbahçe olarak gelir. Emre ağabeyin de payı büyüktür, benimle çok ilgileniyor, üzerimde emeği fazladır. Tabii önemli olan şu an milli takım, burada iki maçı kazanıp kulüp tarafını başka zaman konuşuruz." Read the full article
0 notes
ergumuaz · 5 years
Text
Pazar günü Kurban Bayramı olması dolayısıyla Pazar Sohbetini Cuma gününe aldık. Alaattin Diker yine bizi bir yolculuğa çıkarıyor. Şehrin, tarihin, düşüncenin yollarında…
Tumblr media
Çoğumuz ismini mutlaka duymuşuzdur. En azından romanlara konu olan ve filmi çekilen köprüsünü. II.Dünya Savaşı’nda müttefikler Rhein Nehrini nasıl geçtiler? Savaşın akıbeti nerede belirlendi? Sonunda köprü neden çöktü? Hepimiz konu hakkında birşeyler duyduk ya da sinemada izledik: The Bridge at Remagen. Ve zihnimize çizilen bir zafer ve nihayet BARIŞ ile biten bir savaş…
Tumblr media
Remagen kenti yaklaşık 2000 yıllık bir geçmişe sahip. Ren sahiline uzanıp Erpeler Tepesi, Marienfels Kalesi ve Yedi Dağlar‘ın güzel manzarasını seyredebilirsiniz. Remagen ilk 400 yıl boyunca bir Roma garnizon kasabasıydı. Burada, M.S. 1. yüzyıldan itibaren, 500 kişilik askeri birlik barındıran ‘Rigomagus’ adında bir kale duruyormuş. Bu geçmiş dönemin izleri bugün hâlâ, örneğin belediye binasının arkasında veya St. Peter Kilisesinin giriş alanında bulunabilir. Romalılardan sonra şehir geçici olarak önemini yitirir. Birkaç kez küçük esnaf ve zanaatkarların ve küçük şarap üreticilerinin merkezi konumuna getirilmeye çalışılır. Yüzyıl önce bölgeyi gezen seyyah Moritz Arndt kısaca şöyle anlatmış bu küçük şehri: “Rhein‘in iki yakasında sevimli bağlar ve meyve ağaçları arasında uzunan eski şehircik Remagen’dan geçiyoruz. Kasabanın aşağı kapısının önünde haşmetli Yedi Dağların uzantısı Apollinaris Dağı yükseliyor. Bu manzaranın ve bağlar ve ormanlar ile kaplı dağın tek özelliği büyüleyici cazibesi.”
Tumblr media
Geçmiş zaman var ki hayali cihana değer! Çok şey değişmiş olsaydı, o geziye katılmayı ve yazara eşlik etmeyi hayal edebilirdik belki. Bu sevincin büsbütün yitirilmediğini, hayatın nehirle birlikte huzur içinde aktığını, doğanın korunduğunu görünce insan eskiye öykünmüyor. Hayatı ıskalamamak gerektiğini anlıyor. Gerçi Rhein nehrinde çocuklar hâlâ yüzebiliyor, içinde balık tutulabiliyor ama eski tarihi evler savaşta yıkılmış ve yerine modern binalar dikilmiş. Köln de aynı kaderi paylaşan şehirlerden. Hatta daha beter. Ancak şehir bizdeki gibi çarpık gelişmemiş, sadece modern binalar yapılmış. Şehrin üzerine tereddütün gölgesi düşmemiş mi?
Tumblr media
Hayır, sahil boyunca yürürken öyle birşey hissetmedik. Cafe ve restoranları turistler doldurmuş ve kahvelerini keyifle yudumluyorlar; emekliler ve tatilciler hararetli sohbetlerin içine dalmışlar. Kimi dondurma, kimi pasta ısmarlamış. Ne de olsa emeklilik ve yasal izin hakkını kullanıyor insanlar. Yan masada oturan ihtiyar teyze Köln’den gelmiş. Teyze dediğime bakmayın; 1933 doğumlu bir altın kız o. Hollanda asıllı ama kocası Almanmış. 1940 yılında – askere alınan kocası yüzünden – Köln‘e yerleşmiş. Zar zor ‘kölş’ denilen yerel ağzı öğrenmiş ki ilk dikkatimi çeken o husus oldu. Beraber yolculuk ettiklerim onu pek anlamadılar zaten. Yaşlı kadın da mültecilerden ve Köln‘ün değişen yüzünden şikâyet etti sohbet boyunca. O konuştu, biz dinledik. Katıldığım tek nokta müslümanların artık işlerinin zor olduğu diyebilirim.
Tumblr media
Nehrin kenarına eşit aralıklarla dizelenmiş sıralardan birine oturuyor ve akan suyu takip ediyoruz. İyi ki canlılık var diyerek seviniyoruz. Biliyoruz ki, hareketin olduğu yerde mutlaka bereket vardır! Önümüzden geçen yük gemilerinin taktıkları bayrakları seçmeye çalışıyoruz. Muhtemelen çoğu yakıt taşıyor. Kaza halinde nehir suyuna karışması kaçınılmaz sıvı gaz. Bayrakların ekserisi turuncu renk. Bazı kaptanlar özel arabalarını ‘güverteye’ koymuş. Vardıkları limanda sürecekler anlaşılan. Nehrin orta yerinde kayalıklar görmek mümkün. Bu adacıkları kuşlar işgal etmişler. Martılar, ördekler ve kırlangıçlar… Suya dalan gözlerimiz bazen nehirle birlikte akıyor. Bazen karşı sahilde gelip giden arabalara, ara sıra geçen trenlere takılıyor.
Tumblr media
Tam önümüzde bisikletten inen adam; “İşte, tam buradaydı köprü” diye sesleniyor birden. Dar bisiklet pantolonu giymiş, renkli güneş gözlüğü takmış ve yüzü güneşten kavrulmuş yetmiş yaşlarında bir adam. “Ludendorff Köprüsü” diye ekliyor. “Köprü, 1945 Nisan’ına dek savunuldu.” Yaklaşık aynı yaşlardaki kadından ses çıkmıyor. Sırt çantasında birşey arıyor sanki. “Son elma. Ben yiyorum.” Adam yüzünü nehire doğru çevirmiş vaziyette tepki göstermiyor. Köprü altına doğru yürüyor. Cebinden küçük bir fotoğraf makinası çıkardığını görüyorum. Kadın elmasını ısırıyor. Biz de ayağa kalkıp yürümeye başlıyoruz. “Özür dilerim” diyorum. “Barış Müzesi’ni duydunuz mu?” Gözlerini saran manasız bir ifadeyle, “Anlamadım” diyor. “Remagen muharebesi hakkında bir müze.” “Evet, evet. Hiç gitmedim ama buraya çok yakın. Biraz ileri gidin, sağa dönün, giriş tabelasını göreceksiniz.” “Kocam kesin ziyaret etmiştir müzeyi… O çok şeyi bilir…Bu tür şeylere ilgim az benim… O şimdi nerde?…”
Tumblr media
Kadın sağına soluna bakıyor; yüksekce bir taş üzerine çıkıp resimler çeken kocasını görünce rahatlıyor… “25 yıl önce buraya ikizler ile gelmiştik. Oğlanlar 16 yaşındaydı o zaman. Unkel‘da yazlık kiralamıştık. Erpeley Tepesine çıktığımızı hatırlıyorum. O gün ne çok yağmur yağmıştı…” Mühendis koca bize doğru geldi. “Çok mu beklettim?” “Hayır. Biraz konuştuk. Çöpü lütfen arkandaki kutuya atar mısın?” Adam sessizce tekrar yanımızdan ayrıldı.” “İkizler; şimdi biri belediyede, diğeri gümrükte memur. Düzgün yetiştikleri için çok mutluyum. Şimdi öyle mi?…” Onaylamak için başımızı sallıyoruz. İyi günler dileyerek müzeye tırmanan merdivenlere yöneliyoruz…
Tumblr media
1980 yılından beri köprünün kulelerinde, Barış Müzesi yer alıyor. Köprü tarihine ek olarak, o zaman ki Remagen Kampları‘nda esir tutulan askerler hakkında da bilgi veriyor. Gereksiz denilemez ama burası daha çok sergiye benziyor. Merdivenlerden çıkarken Amerikan vurgusuyla konuşan bir çift görüyoruz. Sanırım şehri kurtaran müttefiklerin çocukları! Siyah beyaz resimleri pür dikkat inceleyen biri erkek, biri kadın iki Fransız ile karşılaşıyoruz. Kendi dillerinde konuşuyorlar, belki tartışıyorlar. Remagen Köprüsü 1916-1918 yılları arasında inşa edilmiş. I.Dünya Savaşı biterken açılmış, hatta Alman Ordusu‘nun tahliyesinde bu köprü kullanılmış. Elbette, 30 yıl sonra yaptıkları köprünün tamamen yıkılacağı hiç kimsenin aklına gelmemiştir. 1944 yılı sonbaharından itibaren binlerce insanın bu köprü üzerinde öldürüleceği de. Köprü açılırken atılan nutuklarla Dünya Savaşı’ndan bin beter bir savaşı yine Almanların başlatacağını kim düşünebilirdi ki? Otuz yıl ömrü olan bir köprü, 20. yüzyıl Avrupa tarihini bir şerit gibi gözlerimizin önüne seriyor. Köprünün tarihi iki dünya savaşı ile içiçe geçmiş çünkü. Nereye baksan, o kanlı günleri hatırlıyorsun. Barışın kıymetini kavrıyorsun.
Tumblr media
7 Mart 1945. Avrupa’daki savaşın sona ermesini önemli ölçüde hızlandıran gün. “Remagen Köprüsü” yanlışlıkla Amerikan öncü kuvvetlerinin eline düşer. Köprüyü havaya uçurmak için emir alan Alman komutan başarısız olur. Ve bir anda, Amerikalılar Ren‘i geçmeye başlar. Hitler kararlıdır: Köprüyü ne pahasına olursa olsun tahrip etmek, ABD birliklerini geri püskürtmek istemektedir. Akla gelebilecek her çareye başvurur: Dalgıçlar, savaş uçakları, roketler, dev bir topçu birliği harekete geçer… İşte aynı sahneler 1968’de, ‘Remagen Köprüsü’ filmi için Çekoslovakya‘da çekiliyordu. Bu çekim ‘Prag Baharı’nın sonu oldu bir bakıma. Çekimler sırasında Rus askerleri ülkeye girdi, Sovyet tankları yolları kapattı, askeri helikopterler film seti üzerinde dönüp durdu. En sonunda film ekibi ülkeden kaçmak zorunda kaldı…
Tumblr media
Ne yazık ki, savaştan geriye tek açlık ve gözyaşı kalıyor. Kore gazisi babamın; ‘Allah, hiçbir millete savaş yüzü göstermesin’ duası hatırıma geliyor. Onun birçok kez anlattığı, binlerce Koreli kadın ve çocuğun kışla önünde tek bir yumurta ya da patates almak için sıraya girdikleri anları görüyorum Barış Müzesi‘nin karanlık dehlizinde. Remagen Köprüsü‘ne uzak olmayan çayırlık bir alanda Amerikalılar Alman esirler için çadırlardan ibaret kamplar kurmuşlar. Yaklaşık 300 bin Alman askeri 6 ay boyunca burada ağır şartlar altında tutulmuş. Kaçarken vurulanlar ya da hastalanıp ölenler olmuş. Sonuçta; mağlubun kaderi galibin elinde oluyor her zaman. Bu kampta gözetim altında tutulanlardan biri de Alman şair Günter Eich. Ünlü ‘Sayım’ şiirinde “başındaki şapka yukardan gelecek her tehlikeyi önlemez” der. İlerki yıllarda – belki yaşadığı acılar yüzünden – öznenin artık yaratılış tarafında durmadığını veya duramayacağını iddia eder. Nagazaki ve Hiroşima‘ya atılan atom bombalarından sonra şairin bu duyguya kapılması anlaşılabilir bir olay. Günümüzde bilerek ya da bilmeyerek yaratılışa aykırı yaşamıyor muyuz? Ağzımızın tadı bozulmadı mı? Marketten aldığımız her ürün doğal mı? Yakın gelecekte yapay kalpler, yapay beyinler, yapay akciğerler mümkün olacak! Özetle; yeni bir insan türü ortaya çıkacak…
This slideshow requires JavaScript.
Bugün askeri bölge sivil topluma açılmış. Dünyanın değişik ülkelerinden gelen gençler çadır kurup tatil yapıyor aynı topraklar üzerinde. Rhein yine insan oğluna hizmet etmek için akıyor. Bu kez zaman ve eşyanın durumu çok farklı. Nehire hükmediyoruz ama aynı zamanda kendimizi tabiata ait hissediyoruz. Çiceğiz, meyveyiz, dalız… Var yapılmaya değil, var olmaya adayız… Berrak suyun altında duran nehir yatağını görüyoruz. Taş adacıklar güneşin altında ışıldıyor, martılar havalanıyor, balıklar en derinde yüzüyor. En küçük bir hışırtı çıkarmadan nefes alıp veriyoruz. Ciğerlerimizi ormanın temiz havasıyla dolduruyoruz. Kim istemez ki, doya doya kaynak suyu içmek? İşte bu coğrafya en uygun yer. Çeşme suyunu bile gönül rahatlığı ile içebilirsiniz. Trenimizin kalkış saati yaklaşıyor. Hemen pencere kenarından bir yer kapıyoruz. Maksadımız Remagen‘ın 20.yüzyılda değişen çehresini son bir kez temaşa etmek. Alışveriş merkezleri, sanayi bölgeleri, ticari alanlar… Ve bir sürü fabrika… Birçoğu taş ya da kumdan fayans üretiyor. Sulama kanalları için taş borular ve aklıma gelmeyen birçok şey. Bukowski‘nin doğduğu şehir Andernach‘a varmak üzereyiz…
Alaattin DİKER
İki Yakası Biraraya Gelmeyen Şehir Pazar günü Kurban Bayramı olması dolayısıyla Pazar Sohbetini Cuma gününe aldık. Alaattin Diker yine bizi bir yolculuğa çıkarıyor.
0 notes