Tumgik
#senin çocuğun diğer çocuklar gibi değil tamam
bayanayi · 2 years
Text
günümüz anneleri neden sürekli "benim çocuğum çok farklı" şeklindeki düşüncelerini kanıtlamaya çalışıyorlar
2 notes · View notes
mel-inoe · 29 days
Note
Of keşke o vtr'yi olsa ve izleyebilsem. Anının mükemmelliği hajdnwehxdjcoebx o kadar komik ki hayal etmesi. Sen çukurdasın, çıkarmaya çalışıyolar, çevrede insanlar bakıyo falan mükemmel nekfbeicbi senin vtr instada manipülasyon anlatan sayfalara da örnek olabilir. Bence de ev konusunda olması gereken o, işleri de gerektiği gibi bölüşünce tamamdır o iş. Cidden tam içe dönük hayali jehdkehxueb evim de evim ulan. Arada çıkar dondurma yiyerek yürürüz hanımla o yeter. Ha hanım derse ki ben gezmeyi seviyorum, seninle gezersek mutlu olurum, işte o zaman tur rehberi bile olurum o başka mevzu hanımcılığımız sorgulanmasın. Zaman zaman evlilik de çocuk da istemeyen biri olarak ikisinin sebebini de kendimde anlatayım tabi. Evliliğinki daha basit olan, güven sorunum çok, aklıma kuşku düşen ilk an You'daki Joe gibi hasta bi manyak oluyorum. Aşmayı deniyorum sağlıklı iletişim kurarak ama kolay değil bunu aşmak, en azından benim için. Kimseye güvenilmeyeceğini düşününce de evlilik istemiyorum haliyle çünkü olur, aldatılırım, buna benzer bir şey olur o zaman hiç ama hiç hoş şeyler olmaz. Bir nevi kendimi de korumaya çalışıyorum. Çocuğa gelirsek de olur da çocuğum olacak olursa zaten doğana kadar 80 kitap okurum çocuklar hakkında, her şeyi öğrenmek isterim iyi yetiştirebileyim diye. Kafada ideal bir dünya var, ortalama bir insan var, intjleri düşün bir de insan seçiciliği yaparlar, çocuğum olur da berbat bi insan olursa ben onun acısıyla kendimi yer bitiririm nwbdjebd bir de çocuğun kısıtlayıcılığı vazgeçirici bi unsur. Bahsettiğim ev hayalindeki odada ve salonda eşimle istediklerimi yapmak isterken çocuk olursa hayatım o olmak zorunda ve nerdeyse hiçbir şey yapamicam. Çocuk istemememin diğer bir sebebi de doğum acısı. Bu fikrime genelde sen mi doğuruyosun sanki deniyo ama arkadaşlar, lütfen, ben hanımın o kadar acı çekmesine dayanamam, razı olmam. O kadar acı çekecek, duygusal fiziksel tonla zorluk da cabası, kalsın kardeş. Çocuk bakma konusunda asla yetersiz hissetmiyorum şu an bile kucağıma bebe düşse bakarım ama saydıklarımın toplamı beni bu fikirden uzaklaştırıyo. Mekan baaaaya iyiymiş, neymiş bu Amasya böyle ya. Normal normal ben de soru sorarken bunu sormuş muydum diye 50 kere düşünüyorum whfuebxj şarkı önerirken bile tereddüt ettim. O yüzden aklına geleni 2. kere anlatacak olsan da anlat. Maalesefi infj manipülasyonu için soruyosun sanırım. Yukarda benim hanımcılık seviyemi okudun az çok anlamışsındır hanım da hanım. Bu hanımcılık tabii ki bazı manipülasyonlara açık hâle getiriyo, şu an fark ederim ama eskiden etmeyebiliyodum. Etmediğim zamanlarda da infj biriyle gönül bağımız vardı, kendisi 9w1di, biraz sorunlar yaşandı haliyle. Yine yukarda söylediğim güvensizliğime de epey katkısı oldu. Maalesefi böyle ama bunları yaşamasam şu anki halimde olmazdım, o yüzden olacağı varmış diyip saldım. Tamam hanımcılık falan ama en ufak affedilmeyecek şeyde 1-2 hafta acı çekerim sonra biter, hiçbir şey olmamış gibi geride bırakırım, benim için bir şey ifade etmeyecek duruma gelir. Motor sevdan bu enfj beyefendi ile mi başladı yoksa daha önceden de var mıydı? Bas gaza aşkım bas gaza sizin şarkınız olabilir ehciebxjs bu soruyu bi yerde görmüştüm. İki seceneğin var, ya aynı yerde her şeye yeniden başlayacaksın ya da farklı bir yerde tek başına yeni bir hayata başlayacaksın, hangisini seçerdin?
dnkwaşzmdkwşasms hanımcılık her zaman kazanır ama intjlerden herrr zaman bi yandere vibe'ı alıyorum. hani birini sevmeniz zor oluyor güvenmeniz falan ama sevdiğinizde çok sahipleniyorsunuz. öyle bir durumda anında bağı koparıyorum ben genelde ama çok üzücü kimseye güvenememek. aynı mevzuyu bende düşünüyorum işte insanlar o kadar normalleştirdi ki aldatmayı. intjler sevdiklerine cenneti yaşatıyorlar genelde. duygusal mevzular onları yorsa bile karşıdaki için bir şeylerle ilgilenmeyi dert etmiyolar falan, sizi üzenler bize neler yapmaz.. kafa yapını erkeklere dağıtalım valla boşanma oranları düşer anonim ciddi söylüyorum dkwlsmms infjler hakkında son görüşlerin neler? sence nasıl insanlarız? kangren olan kolu zehirlemeden kesmek gerek tabii. motor sevdam hep vardı ama hayatı tamamen salıp hayal kurmayı bıraktığım dönemde çıktı karşıma beyefendi. tüm hayallerine beni dahil edip mutlu etmeye çalıştı hep. çocuk gibi yüreği var zaten hayal kurmayı çok seviyor, onunla hatırladım bende eski hayallerimi. bas gaza aşkım mı ıyyy dsoqğsşödmkwwaşmxk biz diye bişey olabilirse eğer düşünürüz şarkısını dowşsmskw farklı bir yerde yeniden hayata başlamayı seçerim şüphesiz. zaten amasyaya gittiğimde öyle yaptım bi nevi. ailem dağılmıştı, arkamda bıraktığım şey bir avuç enkazdı resmen. kendi başıma orada yeniden başladım diyebilirim, o sırada her şey zamanla düzeldi falan. öyleli.
1 note · View note
1lavinia1petunia · 2 years
Photo
Tumblr media
Peki kriz anları nasıl geliyorum diyor? Çocuklar bazen neden diğer zamanlarından daha farklı davranır, iletişim kurmakta zorlanır? ▪︎Bu aslında bir birikimdir. Örneğin; uzun süreli hareketsiz kalmak, istekleri veya taleplerinin karşılanmaması, fiziksel veya göz temasının kurulmaması, ev İçerisinde çok eleştirel veya kontrolcü davranışların sergilenmesi, çocukla geçirilen zamanların azalması, devamlı çocuğun başka çocuklarla kıyaslanması gibi durumlar kriz anlarının gelmesine ve eğer bu durumlar düzelmezse kriz anlarının artmasına neden olur. ▪︎En önemlisi iletişimi kesmemek ve çocuğun duygusunu anlamasına, duygusunu bilmesine yardımcı olmak. Çünkü çocuklar duygu kavramını bilmezler kendilerini iyi veya kötü olarak tanımladıkları için yaşafıkları şeyin öfke olduğunu anlamaları ve bu duyguyla kalabilmeleri için önce duyguyu bilmeleri gerekiyor. Bu da ancak bir yetişkin tarafından mümkün olmaktadır. ▪︎Her zaman söylerim ki çocuk kendisine veya bir başkasına zarar verici davranışlar göstermiyorsa o anda duygusunu yaşamasına izin vermek önemlidir. Duyguyu aktarmak, onu gördüğünüzü, fark ettiğinizi anlar çocuk. Görüldüğünü hisseden çocuk ise size karşı kendini, duygusunu açma konusunda daha başarılıdır. ▪︎İletişimde kalmak her zaman ilişki için önemlidir çatışmadan sonra bile küsmeyerek, ceza vermeyerek " tamam senin sakinleşmeni bekleyeceğim, ben buradayım, bu yaşadığın kötü bir durum değil yalnızca şuanda öfkelisin. Biliyormusun birazdan yavaş yavaş azalacak." şeklinde konuşabilirsiniz. (Adana Kozan) https://www.instagram.com/p/Cesd6-HquiltSwOxHjoh3_PGUmG46hERQIPSo80/?igshid=NGJjMDIxMWI=
2 notes · View notes
tumitutscanlation · 5 years
Text
Heavenly Blessing – 139. Bölüm
Mega // Drive // Wattpad
Bölüm 139: Çorak Tepelerde, Ayaklanan Kara Kalpli Han
Fu Yao haykırdı. “…SEN?!”
Hua Cheng soğuk bir şekilde hıhladı ve onu görmezden geldi. Lan Chang’a gelince, onları gördüğü anda kaçmak üzere döndü. Fu Yao fark etti ve hızla başını çevirdi. “ORADA DUR!”
O daha bir adım atamamıştı ki uzun beyaz bir ipek uçtu ve kadının ayak bileğini tuttu. Lan Chang anında yere düştü, öne doğru dönerken karnını tutuyordu. Görünüşe göre cenin ruhunu yine karnında saklıyordu. Xie Lian RuoYe’yi geri çağırırken konuştu. “Eğer durmasını istiyorsan, böyle yapacaksın… bağırmak işe yaramaz. Bu arada, biraz önce generalinden bahsediyordun, generaline ne oldu?”
Fu Yao karşılık vermedi. Homurdandı ve Lan Chang’in kolunu tutmaya gitti, son derece sinirli görünüyordu. Sırf kadını zorla yakalamakla kalmamıştı, hareketi affedilmez ve çok sertti, öncesinde bir de “siktir” demişti; bu tanıdıkları Fu Yao’ya hiç benzemiyordu. Ancak beklenmedik bir şekilde o Lan Chang’i ayağa kaldıramadan, karnı aniden balon gibi şişmiş, beyaz bir şekil fırlamış ve Fu Yao’nun üzerine atlarken tiz bir çığlık atmıştı.
Bu cenin ruhuydu!
Annesinin karnına her geri döndüğünde enerji depoluyordu. Bu nedenle saldırısı haindi ve Fu Yao dövüşe odaklanmak zorundaydı, vurmak için elini savurdu. Cenin ruhu top gibi darbeyle geriye savrulmuş ve bam sesiyle duvara çarpmıştı, ardından Xie Lian’a doğru fırladı.
“Yakala! Kaçmasına izin verme!” Fu Yao bağırdı.
Xie Lian daha kımıldayamadan Hua Cheng çoktan onu korumak için önüne geçmişti. Top gibi cenin ruhu onun önünde aniden durdu ve tekrar Fu Yao’ya hamle etti. Bu hayalet top koridorda sekiyor ve saldırıyordu, ama aynı zamanda alt katta tam bir kargaşaydı. Aşağıdan ‘hizmetçilerin’ merhamet haykırışlarını duyabiliyorlardı: “Lordlarım, lütfen bağışlayın! Biz zavallılar bunu sadece boğazımıza bir parça yemek girsin diye yapıyoruz!”
“Evet, bundan sonra yapmayacağız! Gerçeği söylemek gerekirse biz en fazla yakındaki yerlerden yemek için tavuk çalarız, hepsi yeşil… Yaşlı Yeşil Usta, o biz astlarını bunları yapmaya zorluyor, şu anda mutfakta!”
Durumun tam bir kaosa döndüğünü görünce, aniden Xie Lian’ın aklına bir şey geldi ve ikinci kattan atladı. Qi Rong mutfaktaydı, bacaklarını çaprazlamış, ‘yemeklerinin’ kendilerini servis etmesini beklerken dikkatle dişlerini karıştırıyordu. Aniden büyük bir patırtı sesi yükselmişti; birisi duvarı tekmelemiş ve saldırgan bir şekilde içeriye fırlamıştı. “Qi Rong! Gu Zi nerede?”
Bu klasik savaş tanrısı girişi Qi Rong’u şok etmişti. “SEN?! Burda ne işin var? NORMAL İNSANLAR GİBİ KAPI ÇALMAYI BİLMEZ MİSİN?!”
Bir an kaybetmeyen Xie Lian yürüdü ve ona bir tane geçirdi, onu kesme tahtasına ördek gibi dayamıştı. “Saçmalığı kes! Çocuğa ne yaptın?”
Qi Rong tüm dişlerini göstererek gülümsedi. “Hehehe, bak, yer onlarla dolu değil mi?”
Yer neyle doluydu ki? İnsan kemikleriyle!
Xie Lian’ın kalbi öfkeyle doldu ve kullandığı gücü artırdı. Qi Rong ardından inlemeye ve ulumaya başladı. “AY AY AY AY AY KOLUM! KOLUM KIRILDI! KIRILDI KIRILDI! KUZEN VELİAHT PRENS BEKLE! TAMAM, TAMAM, TAMAM, DÜRÜST OLUYOM, YALAN SÖYLEDİM, ONU YEMEDİM! YEMEDİM! YİYECEKTİM AMA DAHA YEMEDİM!”
“Şu anda nerede?” Xie Lian buyurdu.
“EZMEYİ KES, EZMEYİ KES! Söyleyeceğim, o küçük Ayak-Bağı kenardaki yerde bağlı, GİT Bİ BAK, GÖRECEKSİN!”
Xie Lian RuoYe’ye Qi Rong’u bağlamasını emretti ve mutfağın kenarındaki küçük kapıyı açtı. Sahiden Gu Zi içeriye kıvrılmıştı. Xie Lian burnunun altına elini götürerek nefesini hissetti, nefesleri stabildi, küçük yüzü kırmızı ve terliydi, derin uykudaymış gibi görünüyordu. Ancak Xie Lian çocuğu kaldırdığı zaman, çocuğun bedeninin ateşliymiş gibi çok sıcak olduğunu fark etti ve kalbi sıkıştı.
Tam bu sırada keşiş ve efsuncular da içeriye doluşmuşlardı ve mutfağa girdikleri anda yerdeki insan kemiklerinden oluşmuş yığına bastılar ve neredeyse düşüyorlardı. Görüntü şok edici ve dehşet vericiydi, hepsi haykırmaya başladı. “NE? BURASI KORKUNÇ BİR YER!”
“DEMEK TÜM O YEMEKLER… HEPSİ… İNSAN ETİNDEN Mİ YAPILMIŞTI?!”
“Size daha önce hiç o kadar uzun bir tavuk bacağı görmedim demiştim!”
Tam bu sırada, bir diğer büyük gümbürtü koptu ve tavanda yeni bir delik açılmış, beyaz renkli bir top yığını aşağıya düşmüştü. “O NE?!” Çete haykırdı.
Kısa bir süre sonra Fu Yao da delikten atladı, elini bir savurmasıyla on tane sarı tılsım daha fırlattı, bağırıyordu. “KAYBOLUN! İŞİME BURNUNUZU SOKMAYIN!”
“AH! BU YETENEKLİ USTA!” Çete ağladı.
Ardından Lan Chang da peşlerine takılmış ve o da atlamıştı. “ONA VURMAYI KES!”
“NE-! BİR DE KADIN!” Çete tekrar ağladı.
Sarı tılsımlar demirden çiviler gibi saplanıyordu, uçan bıçaklar gibiydiler ve Xie Lian bedeninin hafif bir hareketiyle kaçınırken, Qi Rong kaçamamıştı ve hepsi tümüyle sırtına saplanıp kalmıştı. Acınası bir şekilde haykırdı. “HAYALET KATİLİ!!!”
Çete oraya geldi ve tılsımları incelemek için etrafında toplandılar, hayranlıkla nefeslerini tutmuşlardı. “Vay be, tılsım atmakta ne yetenekli böyle…”
Zavallı eski mutfak bir anda sıkışmış ve kalabalıklaşmıştı, gürültüyle dolmuştu. Fu Yao cenin ruhunu kovalarken bir zıplıyor bir iniyordu, Lan Chang ise delirmiş gibi Fu Yao’nun arkasından koşuyordu. Xie Lian yüzünü doğrama tahtasına bastırırken Qi Rong’un yüzünün yarısı şekil değiştirmişti, kalabalık tarafından incelenirken sırtı Fu Yao’nun fırlayan tılsımları için bir hedef tahtasına dönüşmüştü ve Lan Chang arada sırada onun üzerine basıyordu. Acınası bir halde ağıt yaktı. “NEDEN? NERDEN ÇIKTI BUNCA İNSAN? SİZ KİMSİNİZ? VE SİZ KİMSİNİZ? KİMSE YEMEK BİLE YEMEME İZİN VERMEYCEK Mİ??? NEDEN HER NEREYE GİTSEM BÖYLE OLUYO??? HEPİNİZİN BENİMLE DERDİ NE??”
O ağlarken, gözleri döndü ve çökmüş mutfak duvarından dışarıyı gördü. Hua Cheng içerideki kargaşayı görmemiş gibi görünüyordu ve bir ağacın altında altın yapraklardan saray inşa edecek kadar sakin bir şekilde oturuyordu. Kim bilir ne zamandır oynuyordu, ama önünde, çoktan ondan fazla altın yapraktan inşa edilmiş küçük görkemli bir köşk belirmişti.
Qi Rong hemen ses tonunu değiştirdi ve avazı çıkana kadar bağırdı. “HERKES DIŞARIYA BAKSIN, HEMEN! ÇİÇEĞE UZANAN KAN YAĞMURU VELEDE DÖNMÜŞ!!! EĞER ONUNLA Bİ DERDİNİZ VARSA ŞİMDİ GİDİN!!! BU FIRSATI KAÇIRMAYIN, EĞER BU FIRSATI TEPERSENİZ BAŞKA Bİ TANE DAHA BULAMAZSI…!!!”
O sözlerini bitiremeden, ürpertici, ışıl ışıl, kanlı bir kasap bıçağı dişlerinin arasından ağzına saplanmıştı. Kasap bıçağının sapı Xie Lian’ın elindeydi.
Xie Lian gülümsedi. “Hı? Ne diyordun?”
Qi Rong, Xie Lian’ın bıçağı nasıl ağzına sapladığını görmemişti; sadece dudaklarındaki ürpertiyi hissediyordu ve dili aniden yeni, inanılmaz keskin bir nesne fark etmişti. Her ne kadar yaralanmamış olsa da, eğer bir santim bile hareket etse ağzı kanayacaktı ve sesi boğazında kayboldu.
Ancak kalabalık çoktan hanın dışında altın yapraklardan saray inşa etmekte olan Hua Cheng’i görmüştü. “BU O MU?!”
“MUHTEMELEN!”
Bir elinde Gu Zi, diğer elinde RuoYe ile Xie Lian diğerlerinden önce ulaşmak için dışarıya fırladı. Qi Rong hala RuoYe ile bağlıydı ve yere düşerken tiz çığlıklar attı. “XIE LIAN SENİ KÖPEK SİKİCİ BİLEREK YAPIYORSUN DEĞİL Mİ HİÇ SENİN KADAR KÖTÜSÜNÜ GÖRMEMİŞTİM SENİ BEYAZ NİLÜFER AAAAAAAAAAAHHH—“
Çete etraflarına toplandı. “Saldırıyor… muyuz?”
“Gözünüz açık olsun? Önce biraz gözlemlesek mi?”
Aynı zamanda Hua Cheng’in küçük altın sarayı bitmişti ve ayağa kalktı, yan gözle inşa etti küçük binaya bakarken kaşlarını kaldırmıştı ve nazikçe bir tekme attı.
Pat, pat, pat, altın saray yerle bir oldu.
Ve aynı zamanda han da çökerken bir gürültü koptu.
İllüzyon kalkmıştı. Xie Lian arkasını döndü ve baktı, arkasında artık bir han yoktu, onun yerine çökmüş küçük bir kulübe vardı, böyle bir çorak tepede bulunabilecek bir binaydı. Biraz önceki han görüntüsü ise illüzyon ile yaratılmıştı.
Henüz saldırıp saldırmamaya karar verememiş olan keşiş ve efsunculardan oluşan kalabalık ise göçük altında kalmıştı, çürümüş odunlar ve parçalanmış samanlarla bayıltılmışlardı. Xie Lian hafif bir koşuyla Hua Cheng’in yanına gitti. “San Lang, böyle güçlerini kullanman seni etkilemeyecek mi?”
Hua Cheng kendinden emin bir şekilde elini salladı ve altın yapraklar ortadan kayboldu. “Merak etme gege, böyle küçük bir şey sorun olmaz.”
Tam bu sırada, kırık çatı parçalarından birisi hareket etti ve Fu Yao bir saman yığınını iterek ortaya çıktı, sinirle bağırıyordu. “SANA BİR ŞEY OLMADI, BANA OLDU!”
En sonunda cenin ruhunu yakalamıştı, ancak aniden görüş alanı kararmış ve yukarıya baktığı zaman çürük çatı parçalanıyor ve içeriye çöküyor, hemen tepesinde ufalanıyordu, ne çileydi! Fu Yao saçından bir saman parçası aldı ve Xie Lian ile Hua Cheng’in önüne atladı, şu anda ondan daha kısa olan Hua Cheng’e ters ters bakıyordu ve öfkelenmişti. “SEN… Bunu bilerek yaptın!”
Hua Cheng gözlerini kırpıştırdı ama azarlamadı, kışkırtmadı da, sadece mürekkep karası gözlerini Xie Lian’a bakmak için çevirdi. Xie Lian hemen kolunu indirdi ve onun omzunu tutarak arkasına çekti. “Hayır, hayır, kesinlikle yapmadı. Çocuklar kendilerini kontrol etmeyi bilmez… çok özür dileriz Fu Yao.”
Fu Yao darmadağın saçlarıyla onu inanmayan gözlerle izledi. “…Çocuklar mı? Ekselansları, sahiden onun kim olduğunu anlamayacak kadar kör olduğumu mu sanıyorsun?”
Xie Lian masum bir şekilde cevap verdi. “Neden bahsediyorsun? O son derece normal bir çocuk.”
“…”
Fu Yao kısılan gözlerini Hua Cheng’e dikti, ama bu sırada arkalarından hafif bir gıcırtı sesi duyuldu ve görünüşe göre Lan Chang de bir çatı parçasını itmiş ve sürünerek dışarıya çıkıyordu. Fu Yao tekrar ona döndü. Xie Lian rahat bir nefes verdi, Gu Zi’yi yere bıraktı, ama tam böyle yaparken kulağında telaşlı ses duydu. “…Ekselansları?”
Xie Lian hemen doğruldu. “…Feng Xin?”
Sahiden konuşan Feng Xin’di ve onun da sesi rahatlamış geliyordu. “Şükürler olsun! Demek sözel parolanı sahiden değiştirmemişsin.”
Xie Lian ses çıkartmadan kuru bir şekilde güldü. Sekiz yüz yıl önce sözel parolasını ilk kez aktive ettiğinde, ‘Ahlaki vecizeleri bin kez oku sadece’ydi, sekiz yüz yıl sonra bile hiç değişmemişti ve Feng Xin hala hatırlıyordu. Xie Lian onca sene önce Feng Xin’in parolasını ilk duyduğu zaman nasıl sesi kısılana dek güldüğünü hatırladı ve her ne kadar doğru bir zaman olmasa da kendini eskiyi yad etmekten alamadı.
“Evet, değişmedi. Üst Cennet ne durumda? Semavi İmparator Ling Wen meselesinden haberdar edildi mi?”
Hua Cheng onun Üst Cennetten bir cennet mensubuyla konuştuğunu duymuş ve bilinçli bir şekilde kenara çekilmişti, elini Gu Zi’nin alnına koyarak hasta olup olmadığına bakıyordu. Diğer taraftan, Feng Xin’in sesi ciddileşti. “İyi değil. Biliyor. Tüm Üst Cennette kaos hakim şu anda.”
Xie Lian iç çekti. “Üst Cennetteki tüm koordinasyon ve düzenleme işleri hep Ling Wen tarafından idare edilirdi, o yüzden yapacak bir şey yok. Onun yerini hiçbir sivil tanrı alamıyor mu?”
“Aldılar bile ama etkili olamadılar.” Dedi Feng Xin. “Normalde, Ling Wen Sarayını yermekte üstlerine yoktur, onlar o durumda olsa daha iyisini yapabilecekmiş gibi konuşurlar. Şimdi ise görevi onların üstlenmesine ihtiyacımız var, ama içlerinden hiçbirisi onun yaptığı işin yarısını bile yapamıyor. Sadece haberlerin ve bilgilerin düzenlenmesiyle idaresi bile hepsinin başını döndürdü; pek çok tanrı çoktan işi bıraktı ve pozisyonu reddetti.”
Xie Lian başını iki yana salladı ve Feng Xin ekledi. “Ve sadece Ling Wen değil, Mu Qing’e de bir şey oldu. İlk başta hapsedilmişti, ama gardiyanını dövüp yaraladı, ardından kaçtı.”
“Ne?!”
Bunu duyunca Xie Lian ani bir tepkiyle hemen Fu Yao’ya döndü. Siyah giysili genç Lan Chang’a bir şeyler söylüyordu ve yüzünde memnuniyetsizlik varken, daha çok endişe hakimdi. Xie Lian biraz daha uzaklaştı ve sesini alçalttı. “Mu Qing’e ne oldu? Nasıl böyle bir şey yapar???”
“Sadece hapsedilmemişti, tüm Xuan Zhen Sarayı soruşturma beklerken kapatılmıştı.” Diye yanıtladı Feng Xin. “Hepsi cenin ruhu yüzünden.”
Xie Lian’ın sesi daha da yumuşadı. “Cenin ruhuna ne oldu? Olayla bir bağlantısı mı vardı?”
“En.” Dedi Feng Xin. “Her yere hapsedilen tüm iblisler ve canavarlar bu kez kaçtılar; Mu Qing ise kadın hayalet Lan Chang ve cenin ruhundan sorumluydu, ama onları yakalamayı başaramadı, kaçmalarına izin verdi. Ama kovalamaca esnasında, cenin ruhu fark edilebilir bir şekilde Mu Qing’i tanıdı ve dedi ki, onu annesinin rahminden koparan ve küçük bir hayalete çeviren Mu Qing’miş.”
“İmkansız!” Xie Lian konuşuverdi. “Olamaz! Her ne kadar Mu Qing biraz… Eh, böyle bir şeyi yapmak için hiçbir sebebi yok?”
“Kim bilir.” Dedi Feng Xin. “Ama görünüşe göre, ölü bebekleri kullanmayı içeren kötü bir ayin yöntemi yükselmeyi hızlandırıyormuş. Şimdi ise pek çok kişi onun yükselmesinin ardında bir şey olmasından kuşkulanıyor, bu nedenle geçmişteki hareketleri dikkatle incelenirken onu hapsetmeyi planladılar, ancak kimin aklına oturduğu yerde duramayacağı ve kendiliğinden kaçacağı gelirdi ki? Şimdi herkes onun suçlu olduğuna ve bu nedenle kaçtığına inanıyor.”
“Bekle, bekle, bekle.” Dedi Xie Lian. “Bu, sahiden doğru olamaz. Eğer fail Mu Qing’se, o zaman neden cenin ruhu ve Lan Chang onu Büyük Savaş Salonunda doğrudan tanımadılar ve sadece yakalandıktan suçlamaya kalktılar? İftira bariz değil mi?”
“Ben olanları öğrendiğimde işler çoktan bu noktaya dek ilerlemişti, o yüzden ben de tam olarak neler olduğunu bilmiyorum.” Dedi Feng Xin. “Görünüşe göre cenin ruhu ve Lan Chang de büyüyü tam olarak kim yaptığını bilmiyorlar, ama küçük hayalet ilk şekillendiği ve saldırdığı zaman, bir berraklık anı gerçekleşmiş, kontrolden kurtulmuş ve o kişide bir yara bırakmış. Cenin ruhu Mu Qing’le dövüşürken, Mu Qing’in kolunda bir ısırık izi olduğunu gördüm ve o yara da yüzlerce yıllıktı.”
“…O ısırık izi cenin ruhunun çenesiyle uyuşuyor mu?” Diye sordu Xie Lian.
“Bire bir.” Feng Xin cevapladı.
“Ve Mu Qing yarayı nasıl açıkladı?” Xie Lian ciddiyetle sordu.
“Cenin ruhunu daha önceden gördüğünü kabul etti.” Dedi Feng Xin. “Ama failin kendisi olduğunu kabul etmiyor, iyilik olsun diye cenin ruhunu kurtarmış ama o esnada ısırılmış. Böyle bir itiraf yerine hiçbir şey açıklamasa da olurdu.”
Haklıydı, ‘iyilik olsun diye yardım etmek’, ‘çocukları sevmek ve korumak’, ‘övünmeden iyilik yapmak’, herkese göre, bunlar Mu Qing’in asla yapmayacağı şeylerdi. Mu Qing her zaman ‘yalnız’dı, asla gereksiz nezaket göstermezdi ve sahiden cennette hiç yakın dostluklar kurmamıştı. Şimdi ise bir olay olmuş, tartışsa bile kimse ona inanmayacaktı ve doğal olarakta kimse onun arkasında durmayacaktı. Muhtemelen bu yüzden kaçmış ve gerçeği kendisi araştırmaya karar vermişti.
“Burada hala işler kontrolden çıkmış bir halde Ekselansları.” Dedi Feng Xin. “Neredesin? Semavi İmparator, hayaletlerin toplanmasının şimdiye dek durdurulamaz bir halde gelmiş olduğunu söyledi. Acele et ve bize katıl!”
“Ben şu anda…” Xie Lian başladı.
O daha devam edemeden Fu Yao’nun soğuk sesi arkasından duyuldu. “Kiminle konuşuyorsun?”
 Çevirmen: Nynaeve
150 notes · View notes
haticeaydogdu · 5 years
Photo
Tumblr media
Anlaşılmak Denizi
Otobüs yolculuklarında en çok gece farla aydınlanan yolları izlemeyi severim çünkü en çok o zaman anlam kazanır her gün basıp geçtiğimiz yollar. Hayat telaşesinin için karışmış unuttuğumuz benliğimizle yorgun hayatlar yaşamaya çalışıyoruz. Evsiz insanlar gördüm; dahi kolsuz bacaksız, geçim sıkıntısının çarkında sıkışmış babalar biliyorum, akşama ne pişireceğini yokluktan bilmeyen anneler biliyorum; hepsi aynı kederden izler taşıyordu yüzlerinde. İstanbul’da yaşayanların birçoğunun asıktır ya yüzü. Zaten garibanlık nerde olsa belli ederdi kendini.
Tumblr media
Üstten bakanlar buna “mutsuzluk” dedi, halbuki gözlerinden yüzlerine yansımış hüzünleri kimse görmedi. Gençliğinin baharında solmuş çiçekler gördüm; ne hayallerle ekilen toprağa, ne çok beklemişlerdi, sabretmişlerdi boy vermek için.  Üstlerine acımasızca basıp geçti birileri. Kalanlarınsa yüreği çürüdü. Ne zordu şu hayat. Bir yanda elit dünyaların mutsuzlukları, ceviz kabuğunu doldurmazken diğer yanda taşlar kadar ağır yükler taşıyanların, ceviz kabuğu kadar yer etmeyişiydi belki de bu kadar kötüleyen bu dünyayı. İnsanın ahı çıkar derdi babam. Sahi yorulur muydu babalar? Ben babamın yorulduğunu hiç görmedim. Yorulduğumda babamı aklıma getirir kalkarım yorulduğum yerden. Ne acımasız koca bir çarkın içinde yaşamaya çalışıyorduk hepimiz. Hızla dönerken aşağıda ne var ki diye kafasını uzatanı hemen de çiğniyordu.
Ömrümün baharı güzü geçmiş yerini kışa bırakmıştı sanki, aniden ve bir hayli soğuk. Ayazda kalmıştım düpedüz. Karlar yağmıştı en çocuksu en bir sevindik sevinçlerimin üzerine, kar her şeyin üzerine örtmüş, uzun bir beyazlıkla birlikte derin bir sessizlik kaplamıştı ömrümü. Korktuğum bu da olmaz olmasın dediğim ne varsa oldu sanki üstümdeki cam kubbe yıkıldı da altında kaldım ben parmağımı oynatsam canım acıyor camlar ta içime batıyordu.
Tumblr media
Mütemadiyen susuyordum ve kimselerde fark etmiyordu sessizliğimi zaten. Çok sonra sustum; coşkun dereler gibi, çağıl çağıl ırmaklar gibi sustum. Birden. Bıçak kesiği emsali. Öyle sustum ki, derinde Besmelem yosun içinde. Derin bir çıkmazın koca bir fırtınanın ortasında oradan oraya savruluyordum. Kimsesiz bir yaprak misali. Ve koca bir karadelik gibi gün geçtikçe daha çok büyüyordu içimdeki yalnızlığım. Eskiye dair olan her saniye aklımın çarkında kalmayıp mutluluklarım şu an ki derin mutsuzluğumu daha da çarpıyordu sanki yüzüme. Öyle olurmuş zaten insan yaslandıkça unuturmuş kotu günlerini. Sanki uyumuştum ve durmaksızın kar yağıyordu üzerime, Üşüyordum. Kimsesiz çocuklar gibi Mütemadiyen Üşüyordum ve sanki üzerimi örtecek kimsem yoktu bu hayatta. Sahi ne zor şeydi kimsesizlik. Rabbim kimseyi kimsesiz koymasındı bu hayatta. Böyle zamanlarda hep çocuk esirgeme kurumu gelir aklıma. Oradaki kimsesiz, bir ele muhtaç çocuklar. Oysa ne ağırdı kimsesizlik yükü hem de bir çocuğun omuzlarında. Böyle zamanlarda gider kimsesiz çocuklara kimse olurdum, başını okşardım onların. Ve merhem olurdu sanki onların çocuk elleri yaralarıma. Siz hiç öksüz bir çocuğun başını okşadınız mı? Öksüz yetim çocukların başını okşarken gözlerinde görürsünüz bu dünyanın en derin kederini. Tarifi olmayan bir minnet duygusu ile bakarlar gözlerinize. Ağlarsanız yaşlarınızı silerler o küçük elleriyle. Hep daha çok ağlayasım gelir. Yetiştirme yurtları bu dünyadaki kimselerimi hatırlatır bana huzur evleri ise kimsesizliğimi. Ne zaman ağlayan bir çocuk görsem oturup onla ağlayasım gelir. Ne zaman bir yetiştirme yurdunun önünden geçsem bu dünyadaki acılarım için Tanrıya şükrederim. Allah acı çekebilme kabiliyetimden razı olsun. Acılarımız bize insan olduğumuzu hatırlatır.
Tumblr media
Çevrende olan biten her şeyin farkında olmak çok yorucuymuş. Gerçekleri bir kere gördüğünde, gözün bir kez açıldığında artık geri dönüşün olmuyor, kimseyi aklayamıyorsun içinde. Tüm bildiklerinle baş etmek zorundasın, tüm gördüklerinle baş etmek zorundasın. Çok karışığım. Bir yanım olabildiğince huzursuz ve yorgun. Diğer yanım mucizelere ve düşlerin gerçek olabileceğine halen inanıyor ve heyecanını koruyor. Bu iki yan arasında ben, eziliyorum. Ne kadar konuşursam konuşayım anlaşılamadığımı fark ettim. Kendimi yeterince ifade edemediğimden yahut kelime eksikliğinden değil, sizin sorumsuzlukla örülü duvarlarınıza çarptığımdan. Detaylara dikkat ettiğim için farkında olmadan yapılanların, söylenen sözlerin bende etkisi öyle büyük ki mesela bir bakıyorum beş dakika önce yere göğe sığdıramazken içim bir anda buz kesmiş. Bir öyküde tek başına savaştığını fark ettiğin zaman vazgeçiyorsun. Dünyayı karşına alırsın da seni yalnız bırakan şeyle savaşamazsın çünkü. Bir şeyleri hissediyorum ama ne olduğu bilmiyorum. Bir yerden kaçıyorum ama nereye olduğu belli değil. Bir şeylerden soğuyorum ama yaşamdan mı insanlardan mı çözebilmiş değilim. Birileri beni üzüyor ama sorsalar isimlerini söyleyemem. Ama hüznüm gündüzlerin üzerine dökülseydi, gece olurdu.
Tumblr media
Sisli bir İstanbul sabahıydı; en bir sevdiğimden. Oturdum bir çay içtim; öyle soğuktu ki çok sürmedi buz kesti bardağımda çayım; düşüncelerden değil soğuktandı ya da ben öyle inanmayı seçtim. Hissediyordum kış birden ve fena gelecekti tıpkı benim kışımın aniden bastırdığı gibi. Bugün yaralıyım biraz; bu sabah en kırık yerlerimden uyandım. Geçen yıl bugün kar yağmıştı İstanbul’a; notlarımın arasında öylece karaladığım bir kâğıda rastladım:
“Bugün çocuğum ben; mutluyum bugün, bugün üşümez hiç ellerim, hastalanmam bugün hiç. İstanbul’a kar yağdığında yavaşlar bu şehir vızıldamaz arabalar ve havlamaz köpekler; bu şehirdeki çocuklar çocuk olur, İstanbul’a kar değdiğinde çocuklar hüküm sürer. O zaman sadeleşir bu şehir kalabalıklar erir gerçek kar taneleriyle; koşma mesela kimse, bugün acı vermez yeni türkünün başka bir şey istemesi; gerçekleştirmediğim bütün hayallerim bugün terk eder beni bugün en çok öğretmen olurum içimde. Çocuk kalmış insanların mesleğidir öğretmenlik kar yağdığında bir anlar sevinir bir de en çok babam. Saçıma yağmur tanesi değmesine dayanamayan babam bugün ses etmez ellerim sızlasa da eve dönmeyişime. Bugün en çok çocuk olurum ben en çok yaptığım ise inat sevinirim kar yağışına, bas bas bağıran kar bizim için düşmandır diyen hocalara, çalışmak zorunda bırakıldığım sektör düzenine inat bugün en çok ben sevinirim toprağa kar değmesine, bugün hiç üşümem.” Sahi ne çok not düştüğüm var böyle aralara. Bazen kendimi öyle bir çıkmazda hissediyorum ki; bu dünyadan tek kurtuluşumun ölmek olması kadar keskin bir gerçeklikteydi bu çaresizlik. Hani koca koca koca yangınlara kafa tutarsın da göğsündeki mumu söndürmeye gücün yetmez ya o hesaptı benimkisi. Kendimi derin bir mutsuzluğun içine hapsedilmiş gibi hissederken beni bu duygudan arındıran yalnız fotoğrafın, ay misali parıldayan gözlerin ve hepsinin üstünde bana bakışın… Sahi ne hoş bana bakışın; kışların içinde yaz gibi anlık. Sanki tüm dünya gözlerinde gibi.
Tumblr media
Ne tuhaf şey büyümek demek ki biraz da bu demek büyümek; hayat telaşının içinde kaybolmak. Büyüdükçe öğrendim ağrılarımı söylememeyi. Şimdi ne lazım bir bakalım; biraz hüzün, içe batan sancılar, hafif bir sızı, bir de inceden kırık bir kalp. Her şey tamam zaman sonra ne hoş. Ah dallarından koparılan kır çiçekleri benim de sizden bir farkım yok. Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz. Hani rengârenk çiçekler ekmişsin; bütün bahçe yanmış, sen üşümüşsün. Adımlarım sahte, avuçlarım kara delik. Ve ölümüm, ihtişama boyun eğmiş sadelik! Ne efendiyim ne ağayım ne beyim; arkamdan el sallayacak bir şiirin eşiğindeyim. Yorgunum; gökyüzüne bakınca bile geçmiyor, böyle nasıl desem varım yaşıyorum ama sanki yokum da ne bileyim garip ve yorucu bir gündü, insanlardan yoruldum. Keşke bütün bu hengâmenin ortasından bir çıkış yolu bulabilsem yahut kimseye değmeden gitsem. Hani olur ya insan incelir, öyle ya zaten kırıklar bir dalı yontmak gibidir; hani hani bir küçük gemi yapmak için alırsın bir dalı yontmaya başlarsın ama belirli yerleri gereği kadar yontman gerekir aynı yere üst üste gelen darbeler dalın kopması neden olur ya öyle kırılır insan bence ki ben zavallı ben kırılmayı bile beceremem ama insanlar öyle kırılırmış ki öğrendim.
Tumblr media
En çok da bu yoruyor insani; hiçbir kıymeti olmaması gereken insanların, senin üzerine dünyayı kurduğun insanlar için senden daha kıymetli oluşu. Ve mamafih senin bu dünyayı üzerine kurduklarının bu duyguyu senin gözüne şoka şoka kafana vura vura sana öğretmesi tabi ki. Ah dünya; Ahmet Arifin uğruna kül olduğu Leyla Erbil Hanımefendiyi. Mehmet Bey’e yar eden dünya değil misin?
https://www.youtube.com/watch?v=_pfM__JK_U0
Tumblr media
1 note · View note
tunamustafayasar · 6 years
Text
Devlerin Hazinesi
Ümit ve İhsan iyi arkadaştılar. Hep beraber gezerlerdi. Bazen okuldan kaçarlar olmadık yerlere giderlerdi. Bu okulun hemen dibinden başlayan dağlık alanın cazibesindendi.
Cevdet öğretmen sınıfta bir gün devlerden bahsetti. “Çocuklar devler yöremizde de yaşamış. Söylenceye göre şu gördüğünüz dağlarda, bir mağaranın içinde, kendilerini uyandıracak kişileri beklerlermiş. Öyle her insan gibi de uyanmazlarmış.”
Ümit söz istedi. “Öğretmenim bu dağlarda hiç mağara yok. Belki bahsettiğiniz mağara zaman geçtikçe girişi kayalarla tıkanmış olabilir. Büyüklerim bana ‘devin yeri ancak dolunay zamanında bulunur’ demişti. Galiba dolunay kayalara gelgit çekimi yapıyor olmalı ki efsane de uyandırılmaları böyle oluyor.”
Öğretmen “Bende söylediklerimi bu yörede duydum. Yani babalarınızdan dedelerinizden.”
Tam o esnada tenefüs zili çaldı. Ümit İhsan’a “Son dersimiz de boş. Seninle okulu kıralım mı. Hem dağda ulaştığımız yerin ötesine geçeriz. Biz sabahçıyız. Evden soranlar olursa ‘öğretmen salmadı, program yaptık’ deriz.”
İhsan “Dağa şimdi çıkmaya başlasak iki saatimizi alır. İki saatte iniş. Akşamı buluruz. Benim kafama yattı. Hadi gel çıkalım.”
Ümit ve İhsan okulun bahçesinde sağına soluna baktı. Kargaşa içindeki öğrenciler kısıtlı tenefüslerini sıra dışı bağırarak, çağırarak kullanıyorlardı. Öğretmenler görünürlerde yoktu. Yalnız okulun çıkış kapısını kullanamazlardı. Kamera vardı. Tek çıkış yeri öğretmenler odasını gören bahçe duvarıydı.
Duvardan atladıklarında “Hey sen.” diyen birini duydular. Ama iki arkadaş başlarını eğerek okul duvarından uzaklaştılar. Ormana girdiklerinde rahat bir nefes aldılar.
İhsan “Oğlum Ümit öğretmen devlerden bahsetti. Bu devlerle karşılaşacağımızın işareti olmasın. Kim ister birkaç devin kovalamasını. Kaçmasına kaçarız. Ya bize kocaman kayalar fırlatırsa. Adı üstünde dev. Bizim fırlatacağımız taşlar gibi olmaz.”
Ümit “Şimdiden hayal kur bakalım sen. Devlerin yanına vardığımızda gerçek hayali o zaman görürsün. Sen galiba korkmak istiyorsun. Ama yinede tedirginim. Çünkü sen aksi bir şey söyledin. Ben de devleri hafife aldım. Hep senin yüzünden. Başımıza bir şey gelirse yarı yarıya ortağımsın.”
Çıka çıka en son vardıkları yere geldiler. Ümit “Buradan öteye hiç geçmedik. Ne dersin ileride ki kayalıklara gidelim mi. Bence oraları görmediğimiz için ilginç yerler olmalı.”
İhsan bir şey demedi. Arkadaşının yürümesi ile onu takip etti. Kayalıklara geldiklerinde ilginç oyuklar gördüler. Birkaç tanesini incelediler. Son gördükleri oyuk genişçeydi. İçine girdiler. Bir mağaraya girdiklerini anladılar. Çantalarından fenerlerini çıkardılar.
O da ne. Duvarda bir düzine yazı gördüler. Hiyeroglife benziyordu. Ama en son satır Latince harflerle yazılmıştı. Ümit yazıyı Türkçe diliyle okumaya çalıştı. “Banutukukutukku.” Deyince yer sarsıldı. Toprağın altından önce bir yükselti oluştu. Bir göz, sonra bir burun ortaya çıktı.
Ümit “Bu dev tamamen uyanmadan buradan çıkalım.”
Ama İhsan donmuş kalmıştı. Hipnotize olmuştu. Ümit onu birkaç defa daha sarstı. İhsan “Bana bir şey olduğu yok. Sarsmayı kes. Ben korkmuyorum. Gördüğümüz dev bize zarar veremez. Devin boyu çok büyük. Yerinden doğrulamaz ve kimseyi yakalayamaz. Beni bırak ta bu tarihe şahitlik edelim.” Ümit sus pus oldu.
İhsan’ın söylediklerinde doğruluk payı vardı. Ama… “Tamam ayağa kalkamaz. Ya sürünmeyi akıl ederse.” Dedi Ümit.
İhsan korku içinde “Ne?” diyebildi. Bu aklına gelmemişti. Korku ile karışık bir sallanma yaşadı. Dev bütün uzuvlarını toprak altından çıkarmıştı.
Dev konuşmaya başladı. “Siz ikiniz yoksa annemin bana bıraktığı yiyecek misiniz?”
Ümit “Sen bizi geri zekalı bir yiyecek zannediyorsun. Bu sorunu hakaret kabul ediyorum. Ve diyorum ki sen bir taş kafasın.”
Dev o an kükredi. Doğruldu.
Ümit “Hemen çıkalım. Dev sürünecek. Çabuk.” Dışarıya çıktılar. Tek kurtuluşları tepeden aşağıya inen ormanın içine girmekti.
Ümit “Görünmeden inelim. Yavaş inelim. Dev tepede bizi görmeye çalışıyordur. Bizi göremediği için inmeyi akıl edemiyor. Zaten akşam oldu. Bizi bundan sonra hiç göremez.”
İhsan “Nasıl olur koskoca bir kafa ve vücudu toprağı yararak dışarı çıktı. Okumak güzeldir derler ama sen o Latince kelimeyi okuyunca uyuyan devi uyandırdık.”
Ümit “Ben de şaşırdım kaldım. Acaba diyorum o büyülü sözü ölü bir canlıya söylesem dirilir mi ki?”
İhsan “O söz mağarada geçerlidir. Denemeni hiç tavsiye etmem. Bir devi uyandırdık. İkincisi için henüz hazır değilim.”
İki arkadaş arada bir devi görmeye çalışıyordu. Ne kadar bakarlarsa baksınlar dev ortalıkta yoktu. Belki de dev mağarasına geri girmişti. Bunu bilemezlerdi.
Dağdan inmişler evlerine gidiyorlardı. Ümit’in evi köy yolunun girişindeydi. İhsan arkadaşını uğurlamak için bekledi. Ümit birkaç defa evin kapısını çaldığı halde açan olmadı. “Tabi ya biz ikimiz firariyiz. Dedi. Annem benim geciktiğimi öğrenince okula gitmiş, seninle benim kayıp olduğumuzun farkına varmıştır. Bizimkiler sizde olmalı.”
Beraberce ilerlediler. O an dağdan büyük kaya parçaları kopup yuvarlanıyordu. Parçalar yola kadar iniyordu. İhsan ileriden evini ve önünde ki kalabalığı görünce bağırdı. “Hey biz buradayız. Kaybolmadık.”
Ama iki kayıp çocuğun anne ve babası öyle düşünmüyordu. Aileler hiçte sevimli görünmüyordu.
İhsan “Dağda mağara bulduk. Bize anlattığınız dev masalı gerçekleşti. Dev peşimizdeydi. Zor kaçtık.”
İhsan’ın babası “Hadi oradan yalancı. Yalanını bana yutturamazsın.”
İhsan “Öyleyse dağdan yuvarlanan kayalarda neyin nesi. Belli ki dolunay olmadığı için uyanan dev taşa dönüşüp dağdan aşağıya yuvarlandı.”
Babası karşılık vermedi. İhsan bundan cesaret alarak “Baba akşam söz bütün ödevlerimi yapacağım. Yarın tatil. Arkadaşlarımla yarın istediğimiz gibi gezelim mi?” dedi.
Baba “Ödevlerini yaparsan sorun olmaz. Ama bana bir dev gördüm deme. Çünkü yalan söylemiş olursun.”
İhsan bir karşılık vermedi. Ne dese boştu. Babasını inandıramazdı artık. Doğru olduğunu bildiği bir şeyi savunmadı. Aileler dağıldı. Evlerine çekildi.
Sabaha doğruydu. İhsan babasına verdiği sözü yerine getirmenin rahatlığıyla doğruca Ümit’lerin evine koştu. Onu evinden aldı. Yanına macera ve gezmeyi seven diğer iki arkadaşını da alıp yürüyüşe geçtiler. Hedef yeni keşfettikleri mağaraydı.
Zirveye zorda olsa kısa sürede çıktılar. Mağaraya ilk giren Ümit oldu. Ardından diğerleri.
Ümit “Arkadaşlar devler gelmeden şu kitabeyi yerinden sökelim. Çünkü değerli bir şey. Çok eski bir yazıyı barındırıyor. Kitabeyi bırakırsak dev zarar verebilir. Çünkü onu uyandıran levhayı bir daha uyanmamak için parçalayabilir.”
Ve levhayı yerinden çıkarmaya çalıştılar. Olmadı. Dev bir kaya gibi yerinden kıpırdamıyordu. Küçük sivri taşlarla levhanın kenarlarında oyuk açmaya çalıştılar. Yine olmadı.
Ümit “Arkadaşlar ne yaparsak olmuyor. Böyle yaparsak kitabeye zarar vereceğiz. En iyisi bırakalım. Dedi ekledi. Gelin mağaranın içine doğru, gittiği yere kadar yürüyelim.” Ve dört öğrenci arkadaş önlerine fener tutarak ilerledi.
O da ne. Karşılarına kir pas içinde bir kapı çıktı. Kapı olduğu belliydi ama taştandı. Kapıyı iyice incelediler. Ağır kapıyı yerinden oynatmak için fikir yürüttüler. Akıllarına bir şey gelmedi.
Ümit “Durun bir dakika. Üstündeki levhada iki tane Latince kelime var. “ Ümit okudu. “Open the door.” Dedi. Kapı kıpırdanmaya başladı. Yavaş yavaş açılıyordu kapı. Sonuna kadar açıldı. Korkuyorlardı.
Ümit “İçeriden yaşayan bir yaratık olursa beraberce kaçacağız. Ayrı ayrı değil.” Ümit kapkaranlık içeriye fenerini tuttu. O an gözleri ışıl ışıl oldu. Her yer altın eşyalar ile doluydu. Bir müddet bu büyülü atmosferi seyrettiler.
Ümit “Yanımıza bu hazinelerden almayacağız. Lanetli olabilir. Ama onun yerine cep telefonum ile bol bol fotonuzu çekeceğim.”
Ümit ve arkadaşları yanlarına hazinelerden almadılar ama avuçlarını mücevher ve sikkelere daldırdılar. Oynadılar, döktüler, saçtılar. Son olarak Ümit hazinelerin önünde tek tek arkadaşlarının fotoğraflarını çekti. Sonra “Artık çıkalım buradan.” Dedi.
Hızla hazine odasını terk ettiler. İşin tuhafı onlar çıkınca taş kapı kendiliğinden kapandı. Daha da ilginci Ümit’in çektiği tüm fotoğraflar kendiliğinden silinmişti.
Ümit “Arkadaşlar hazineler gerçekten lanetliymiş. Fotoğraflarınız kendiliğinden silindi. Bir de o altın sikkelerden aldığınızı düşünün. Gerçekten korku verici.” Dedi. Mağarayı terk edip dağdan aşağıya indiler.
Tuna M. Yaşar
1 note · View note
Text
AYÇA – HERŞEYIN BAŞLANGICI ( 3 )
http://sekshikayelerinioku.wordpress.com/
Ertesi sabah kuş cıvıltılarıyla uyandı Ayça. Kendini epeydir hissetmediği kadar iyi hissediyordu. 12 saatlik derin bir uyku çekmişti; dinlenmiş, her şeye hazır hissediyordu kendini. Bir süre yataktan çıkmadı. Beyaz çarşafların üzerinde çırılçıplak uzandı. Gece yarısı Mahmut’un gidişini hayal meyal anımsıyordu.
“Hayret” diye düşündü; “Bir kereyle yetindi. Sadık da yeniden gelmedi. Şansım varmış. Daha fazla seks yapacak halim kalmamıştı. Pestilimi çıkardı hayvanlar!” Kadınlık organı ve arka deliği hafif hafif sızlıyorlardı.
Yarım saat sonra duşunu almış, üzerine eşofmanlarını giymiş, kahvaltı salonunda çayını yudumlarken olanları düşünüyordu. Henüz bir kaç gün önce Piraye’yle birlikte çıkacakları tatilin planlarını yapıyorlardı. Hatta Piraye tatilde tanışmayı umduğu erkeklerden bahsettiğinde, ona ne kadar da kızmış, “tatile erkekler için mi çıkıyoruz?” diye takılmıştı. Güzel bir kadın olduğundan her zaman için erkeklerin ilgisini çekmiş, ve bundan keyif duymuştu. Asla hafif bir kadın olmamıştı ve bir ilişki içindeyken partnerini hiç aldatmamıştı; ne fiziksel ne de zihinsel olarak.
Son 2 günde olanlara inanamıyordu. Tolga’yla evliydi ve onu bir bakıma aldatmıştı. Her ne kadar yaşadıkları tecavüz gibi başlamışsa da sonunda zevk aldığı, hem de inanılmaz zevk aldığı ortadaydı.
“Tolga’ya sanırım biraz haksızlık ettim” diye düşündü, “Erkekler çok daha kolay tahrik olurlar. Ben Sadık ve Mahmut gibi iki hayvandan zevk alabildiysem, Tolga’nın Mirey’in baştan çıkarmalarına karşı koyması şaşılacak bir şey değil.”
İstanbul’a dönünce Tolga’yla bir kez daha konuşmaya karar verdi. Eğer yaptığından pişmanlık duyduğuna inanırsa, onu affedecekti. Kahvaltıdan sonra odasına çıkıp bavullarını aldı, lobiye indi ve otelden çıkışını yaptı. 1 saat sonra kalkacak otobüsle Antalya’ya, Piraye’nin kaldığı tatil köyüne gidecekti. Resepsiyondan kendisine bir taksi çağırmalarını istedi. Kapıya doğru ilerlerken, bir anda nereden çıktıysa Mahmut yanında belirdi.
– “Günaydın Ayça.”
– “…”
– “Küs müsün bana? Yapma ama. Ne güzel vakit geçirdik işte, fena mı oldu yani?”
– “Seninle konuşmak istemiyorum.”
– “Dün gece başka türlü konuşuyordun. Daha doğrusu konuşmuyordun da, inliyordun…”
– “Adileşme lütfen.”
– “Tamam tamam. Ben de seninle sohbete meraklı değilim. Nereye gidiyorsun?”
– “Sana hesap verecek değilim. Toplantı bitti.”
– “Evet, ama birlikte bir kaç gün daha geçirebiliriz diye düşünmüştüm. Kocana telefon edip, toplantının iki gün daha süreceğini söyleyebilirsin.”
– “Ne münasebet! Neden seninle iki gün daha kalacakmışım ki?”
– “Çünkü birlikte çok iyi vakit geçirdik. Ve daha yapacaklarımız bitmedi. Duyduğuma göre Sadık’a götten vermişsin. Bunu ben de denemek isterim.”
Ayça konuşamadı, boğazına bir şey gelip oturdu. Gözleri doldu ve ağlamamak için kendini güçlükle tutarak taksiye yürüdü.
– “İstediğin gibi olsun. Ama bu dediğimi mutlaka yapacağız, göreceksin. Senin de çok hoşuna gidecek. Ben Sadık’tan daha iyiyimdir. Ha ha ha….”
Ayça kendini taksiye attı ve şoföre terminale gideceğini söyledi. Mahmut’un söyledikleri kadınlık gururunu incitmişti. Elinden gelse onu öldürebilirdi…
Bir saat sonra Antalya otobüsünde, ortam değişikliği ve klimanın tatlı serinliği Ayça’nın daha soğukkanlı düşünmesini sağlamıştı. “Herşey bitti”, diye kendini avuttu. “Bir daha Sadık’ı da, Mahmut’u da görmeyeceğim. Benzer bir toplantı olursa bir bahane bulup katılmayacağım. Gerekirse Erman bey’e beni taciz ettiklerini söylerim. Bu serserilerden çekinecek değilim.”
O akşam tatil köyünün açık hava restoranında şaraplarını içerken, Ayça Adana’da başından geçenlerin hepsini çok fazla ayrıntıya girmeden Piraye’ye anlattı. Ayça’yı sonuna dek yorum yapmadan dinleyen Piraye,
– “Başına böyle şeyler gelmesine hem üzüldüm, hem sevindim. Sana fiziki zarar vermediklerine göre kaybedilmiş bişey yok. Aksine, yıllardır sürdürdüğün anlamsız bakire hayatına son vermiş olman çok iyi. Bundan sonra canının istediğiyle birlikte olabilirsin. Hem önemli bir ders aldın; Çirkin erkeklerden de öğrenilecek çok şey vardır. Çünkü onlar kadına daha çok ilgi gösterir ve ellerinden gelenin en iyisini yaparlar” dedi.
– “Sana inanmıyorum Piraye! İki gün boyunca tecavüze uğradım. Seninse şu söylediklerine bak!”
– “Hemen kızma! Anladığım kadarıyla olanlarda senin de kısmen sorumluluğun var. Bara gittiğiniz gece çok fazla içip, adamları resmen azdırmışsın.”
– “Fazla içtiğim doğru ama onları tahrik etmeye çalışmadım.”
– “Olabilir. Bazen insan farkında olmadan çok şeyler yapabilir. Neyse canım, seninle tartışmak istemiyorum. Tatilin tadını çıkaralım. Ama göreceksin, eğer biraz otokontrolünü gevşetirsen muhteşem bir hayat yaşayabilirsin. Hahaha! Bu arada Tolga’yı düşünüyorum da, senin onu 2-1 yendiğini bilse ne hissederdi acaba?”
– “Piraye, lütfen. Bunları konuşmayalım şimdi.”
– “Ok. Bak sana anlatacaklarım var. Sen yokken burada Sinan diye biriyle tanıştım. Çok tatlı bir adam. Yanında da bir arkadaşı var. Adı Tamer. O da yakışıklı bir çocuk. Bunlar İstanbul’da yabancı bir şirketin pazarlama bölümünde çalışıyorlarmış. Sinan evli, Tamer bekarmış. Biri karısını, diğeri sevgilisini İstanbul’da bırakıp tatile gelmişler. 2 gündür sahilde birlikte oturuyoruz. Beni çok güldürüyorlar. Sinan sanırım bana yazılıyor.”
– “Adam evliymiş. Bence yüz verme.”
– “Nedenmiş o? Bana ne evliliğinden? O kadar muhabbet kuşu olsalar, buraya tek başına tatile gelmezdi.”
– “Sen bilirsin. Yine de söylemedi deme.”
– “Seni de Tamer’le tanıştıracağım. Yarın dördümüz birlikte takılırız.”
– “Olmaz. Bütün bu olanlardan sonra bir ilişki istemiyorum.”
– “Sana ilişkiye gir diyen yok ki. Sadece biraz eğleniriz. İnsana tatilde arkadaşlar lazım.”
– ….
– “Bu gece yemekten sonra barda buluşacağız. Sonra da hep birlikte diskoya gideriz.”
– “Bilmiyorum. Hem bu gece erken yatmak istiyorum.”
– “Yine sen bilirsin. Ama en azından bara gel de adamlarla tanış. Sonra ne istersen onu yaparsın.”
– “Tamam.”
İki kadın aralarında konuşarak bara girdiler. Henüz ortalık kalabalık değildi. Köşede bir masada oturmuş iki adama doğru ilerlediler.
– “Merhaba çocuklar. Sizi Ayça’yla tanıştırayım.”
– “Merhaba Ayça. Nasılsın?”
– “Merhaba. Tanıştığımıza memnun oldum.”
Böylece içkilerini söyleyip (Ayça sadece sütlü kahve istemişti) havadan sudan sohbete başladılar. Sinan ve Tamer 35-40 yaşlarında, normal boylarda sıradan görünüşlü adamlardı. 5-10 dakika konuştuktan sonra, Ayça bu adamlarla Piraye’nin ne ortak yönü olabilir, çok sevimsizler diye düşünmeye başlamıştı. Sanki aralarında anlaşmışlar gibi, Sinan Piraye’ye, Tamer Ayça’ya ilgi gösteriyordu. Piraye kıkırdayıp duruyor, Sinan’ın saçma sapan muhabbetine çanak tutuyordu.
Tamer ise kırk yıllık dostmuşlar gibi, Ayça’yla hemen senli benli olmuş, Ayça’nın hiç de ilgisini çekmeyen konularda konuşup duruyordu. Böylece neredeyse 1.5 saat oturdular. Bu sürede zarfında Ayça, Sinan ve Tamer’in küçük çaplı bir al-sat şirketinde, satış temsilcisi olduklarını, Sinan’ın 37, Tamer’in 36 yaşında olduğunu, ikisinin de futbol delisi olduklarını, Sinan’ın 6 yıllık evli ve 1 çocuklu olduğunu ama karısıyla kafalarının uyuşmadığını, çocuğun hatırına evliliklerine devam ettiklerini, Tamer’in sarışınlardan çok hoşlandığını, 3 gündür Piraye’yle çok iyi anlaştıklarını, Ayça’nın da katılmasıyla tatilin kalan kısmında süper eğleneceklerini, yarın sabah hep birlikte tekne turuna çıkılmasına oybirliğiyle karar verdiklerini (Ayça bunu ilk kez duyuyordu!), birazdan da diskoya gidip kurtlarını dökeceklerini öğrendi. Bu son bilgi karşısında,
– “Bu gece beni mazur görün. Çok yorgunum. Az sonra yatmaya gideceğim” diyerek onlara katılmayacağını bildirdi.
– “Olmaz ama. Hep birlikte eğleniriz. Yorgunluğun da geçer”, diyen Tamer’i epey bir uğraştıktan sonra ikna eden Ayça,
– “Siz bu gece bensiz gidin. Yarın inşallah ben de size katılırım,” diyerek konuyu kapattı.
Bunun üzerine, diğer üçü Ayça’yı üçüncü kahvesiyle baş başa bırakıp, diskoya yollandılar. Ayça, arkalarından yürüyüşlerini izlerken, Piraye’nin ne kadar güzel bir kadın olduğunu ve hayatından ne kadar mutlu göründüğünü düşündü. Beyaz mini eteği, iyice bronzlaşmış düzgün bacakları ve ayak bileğindeki zarif halhalı, bakımlı ayaklarını sergileyen seksi ayakkabılarıyla pek çok erkeğin başını döndürebilecek bir kadındı Piraye.
İstediği erkekle evlenip, rahat bir yaşam sürebilirdi. Ama o yalnız yaşamayı seçmiş, kendini rüzgara bırakmıştı. Son derece sıkıcı ve sıradan adamlar olan Sinan ve Tamer’in arasında yürürken, çevredeki bakışları üzerine topluyordu.
“Neyse. Ben kendi işime bakayım. Saat 11’i geçiyor. Gidip yatayım, yarın bol bol yüzmek istiyorum.”
Böylece hesabı ödeyen Ayça, tatil köyünü otel kısmındaki odasına giden asansöre bindi. Piraye ile yanyana odalarda kalıyorlardı. Odaları geniş ve konforluydu. İki oda aynı terası paylaşıyordu. Böylesi daha iyiydi. Herkes odasında yalnız kalıp, terasta bir araya gelebilirlerdi. Ayça ılık bir duş alıp, kendini serin çarşaflara bıraktı. Az sonra, tatlı bir uykuya dalmıştı.
Ne kadar uyuduğunu bilmiyordu ama gecenin sessizliğinde birden uyandı Ayça. Bir an nerede olduğunu anlayamadı. Başucundaki lambayı yaktı ve saatini aradı. Saat 4’ü geçiyordu. Hava çok sıcaktı ve klima kapalı olduğundan Ayça epey terlemişti. Sanki 3-4 saatlik uyku ona yetmişti. Yatakta biraz dönüp durduktan sonra, uyuyamayacağını anlayınca kalkıp bir sigara yaktı. Hafif aralık olan balkon kapısından terasa vuran soluk ışığı farketti. “Piraye ışığı açık uyuyor herhalde” diye düşündü.
Biraz hava almak için terasa çıktı. İki odanın paylaştığı teras epey genişti. Uzaktan körfez boyunca hala ışıkları yanan tatil köylerini ve aşağıda iyice aydınlatılmış yüzme havuzunu seyrederek sigarasını tüttüren Ayça, kalan tatilinde çok iyi vakit geçirmeye karar vermişti. Bol bol güneşlenip, yüzecek, her türlü stresten kendini uzak tutacaktı. İstanbul’a dönünce Tolga’yı aramaya kararlıydı. Oturup ilişkilerini konuşmalıydılar. Çok uzun süredir birlikteydiler ve ilişkileri zaman zaman iniş-çıkışlara karşın iyi bir ilişkiydi. Her şeyi bu şekilde bitirmek doğru olmayacaktı. Eğer Tolga yaptığından gerçekten pişman olmuşsa ve bir daha tekrarlamayacağına söz verirse, ona bir şans daha verecekti. Kendi başına gelenleri kesinlikle anlatmayacaktı. Bu yaşananlar bir sır olarak kalacaktı.
Ayça derin düşüncelerinden sıyrılıp odasına dönmek üzere geri döndüğünde Piraye’nin odasından sızan ışığa gözü takıldı. Kapısı kapalıydı. “Herhalde klima çalışıyor, Allah vere de hasta olmasa” diye düşündü Ayça. Sonra pencereden içeri bir göz atma isteği duydu. Sessiz adımlarla balkonun Piraye’nin odası tarafına ilerledi. Pencerenin tülü yarı yarıya açıktı. İçerden gece lambasının ışığı geliyordu…
Ayça aralık tülden içeri baktığında gözlerine inanamadı. Gece lambasının aydınlattığı odada çırılçıplak bir erkek sırtüstü yatıyordu. Çok şaşıran Ayça, Piraye’nin başına bir şey geldiğini sanarak panikledi. Gözleri ışığa alışınca adamın Sinan olduğunu fark etti. Aklı karışmıştı. Peki ama Piraye neredeydi? Bir yandan ne yapacağını düşünürken, bakışları Sinan’ın penisine gitti. Büyüklüğü dikkat çekici boyuttaydı, sertleşmemiş olmasına rağmen. Aylardır temizlenmemiş gibi kıllıydı.
Sinan gözleri kapalı yatıyor, arada sırada komodinin üzerine koyduğu küllükte duran sigarasından bir iki nefes çekiyordu. Sonra banyo tarafına bakıp, birisiyle konuşmaya başladı. Ayça ne söylediğini duyamıyordu, ama iyice meraklanmıştı. Ses çıkarmamak için büyük özen göstererek iyice eğildi ve kiminle konuştuğunu anlamaya çalıştı. Eğer Piraye’nin başına bir şey geldiyse ne yapacağını düşündü. Birden şaşkınlıktan küçük dilini yutacak gibi oldu.
Piraye banyo tarafından odaya girmişti ve çırılçıplaktı. Ayça, en yakın arkadaşını henüz 2 gün önce tanıştığı bir adam karşısında çırılçıplak bulunca bir an hayal gördüğünü sandı. Ne düşüneceğini bilemedi. İzlemeye devam etti. Bu arada Piraye’yi ilk kez anadan doğma gördüğünü fark etti. Kaç yıllık arkadaştılar ama birbirlerini kısmi çıplaklıklar dışında hiç böyle görmemişlerdi. Piraye’nin güzel bir kadın olduğunu hep düşünmüştü, ama bu kadar güzel olduğunu fark etmemişti. Loş odada antik Yunan heykellerinden biri gibi duruyordu. Uzun ve biçimli bacakları, yüksek ve sıkı bir poposu, ince bir beli, dolgun ve dik göğüsleri, omuzlarına inen dalgalı saçları vardı.
Ayça orada kalıp kalmama konusunda kısa bir kararsızlık geçirdi. Orada kalmasının insanların özel hayatına tecavüz olduğunu biliyor, ama merakını ve heyecanını yenemiyordu. Sonunda kalmaya karar verdi. Zaten uykusu da iyice açılmıştı.
Piraye mini bardan aldığı minyatür şarap şişesini açtı, bir dikişte bitirdi. Geniş yatağa ilerledi, yatağın ucuna oturdu ve Sinan’la konuşmaya başladı. Sinan hiç istifini bozmadan arkasına istiflediği yastıklara dayanarak uzanmaya ve sigarasını tüttürmeye devam ediyordu. Bir süre konuşup gülüştükten sonra Piraye dizlerinin üzerinde Sinan’a yaklaştı.
Ayça’yı hayrete düşürecek bir rahatlıkla Sinan’ın yarı-sert, iri penisini bir çırpıda ağzına aldı ve emmeye başladı. Sinan Piraye’nin saçlarıyla oynuyordu. Piraye gitgide büyüyen penisi ağzına sığdırmakta zorlanıyordu. İşini bilen tavırlarla bir süre kocaman olmuş başını yalıyor ve emiyor, ardından dilini boydan boya gövdesinde gezdiriyor, bir yandan da eliyle mastürbasyon yaptırıyordu.
Ayça kendini bir porno film izliyor gibi hissetti. Yaklaşık beş dakikalık bir oral seks seansından sonra Sinan’ın penisi patlamaya hazır bir bomba kıvamına gelmişti. Piraye, yarattığı canavara şöyle bir bakıp Sinan’ın göbeğinden boynuna doğru öpücükler ve dil darbeleriyle ilerledi. Sinan gözlerini kapamış, kendini Piraye’nin becerikli ellerine ve dudaklarına bırakmıştı. Sonunda yüzleri birbirine yaklaştı ve öpüşmeye başladılar.
“Aman tanrım” diye düşündü Ayça, “ne kadar ateşliler, sanki birbirine aşık bir çift gibiler.”
Gerçekten de Piraye ve Sinan öpüşmekten çok adeta birbirlerinin dudaklarını ve dillerini yiyorlardı. Ve birbirlerine inanılmaz derecede sert davranıyorlardı. Sevişmelerinde yumuşaklık, romantizmin zerresi yoktu. Çılgınca ve aceleyle sevişiyorlardı. Birden dilini Piraye’nin dudaklarından kurtaran Sinan, Piraye’yi altına aldı ve göğüslerine yöneldi. Meme uçlarını hızla yalıyor, uzun uzun somuruyordu. Saatlerce aç kalmış bir bebek gibi, göğüs uçlarının birini bırakıyor, diğerini emmeye başlıyordu. Emişleri gitgide şiddetlendi ve sonunda apaçık ısırmaya başladı. Artık sadece uçları değil, göğüslerin her yerini ısırmaya başlamıştı.
Sinan, Piraye’nin iri göğüslerini iki eliyle kavrayıp birbirine yaklaştırmış, dilini bir badana fırçası gibi üzerlerinde gezdiriyordu. Salyalarından Piraye’nin göğüsleri pırıl pırıl parlıyorlardı. Daha sonra tadını çıkara çıkara, göğüslerden aşağı, göbek deliğine indi. Bir süre dilini göbek deliğinde gezdirdikten sonra, daha da aşağılara kaydı ve Piraye’nin vajinasının başlangıç noktasındaki küçük tepeciği emmeye başladı. Bu hareket Piraye’yi çılgına çevirdi. Yüksek sesle inlemeye başladı. Öyle ki, Ayça inlemeleri duyabiliyordu.
Sinan büyük bir sabırla, Piraye’nin vajinasını uzun uzun emdi. Piraye yatakta kıvranıyor, Sinan’ın başına bastırıyor, onu devam etmeye zorluyordu. Biraz daha aşağı ilerleyen Sinan, dilini vajinanın her yerinde gezdirmeye, elleriyle de destek olmaya başladı. Piraye’nin uzun bacaklarını mümkün olduğunca yana açıp, iki eliyle vajinanın kanatlarını ayırıp, dilini ritmik hareketlerle içeri sokup çıkarmaya başladı. Piraye’yi resmen diliyle beceriyordu.
Ayça gördükleri karşısında adeta büyülenmişti. Piraye tüm güzelliğiyle poz verir gibi uzanmıştı ve Sinan inanılmaz bir beceriyle ve sabırla onu kendinden geçirmişti. Ayça bir an içinde yükselen arzuya engel olamayıp, içeri girmemek için kendini zor tuttu.
Sinan’ın Piraye’nin vajinasını yalama işlemi belki 10-15 dakika sürdü. Sonunda becerikli bir hareketle Piraye’yi yüzükoyun çeviren Sinan, önünde sergilenen muhteşem görüntüyü bir süre hayranlıkla seyrettikten sonra, Piraye’nin uzun bacaklarının her santimetrekaresini öperek, yalayarak, koklayarak baldırlarına ilerledi. Nefis baldırları hafif hafif dişleyerek yoluna devam etti ve Piraye’nin topuklarını emmeye başladı.
Piraye gözlerini kapamış, kendini tamamen erkeğine teslim etmişti. Sinan, ince gümüş halhalın ayrı bir güzellik verdiği ayak bileklerini, tabanları, parmak aralarını zevkle yaladı. Sinan, Piraye’nin ayaklarına o kadar uzun zaman ayırdı ki, Ayça, “acaba ayak fetişisti mi?” diye düşünmekten kendini alamadı. Sonunda, güçlükle ayaklardan ayrılan Sinan, diliyle boylu boyunca bacakları yalayarak, Piraye’nin biçimli poposuna yöneldi.
Piraye’nin kaba etlerini ısıra ısıra öpmeye, acımadan dişlerini geçirmeye başladı. Piraye, arzuyla inliyor, Sinan’ı daha da azdırıyordu. Sinan, Piraye’nin poposunun altına yastıkları koyarak popoyu yataktan yükseltti. Şimdi Piraye domalmış bir pozisyonda, kalçalarının tüm güzelliğini Sinan’a ve Ayça’ya sergiliyordu. Bu manzaraya kendini kaptıran Sinan, Piraye’nin poposunu elleriyle ayırarak, yalamaya başladı. Aynı anda hem ön hem arka delikleri yalıyor, Piraye’yi kudurtuyordu.
Piraye o kadar inliyordu ki, Ayça “Herhalde uyuyor olsam da uyanırdım. Birazdan sesten rahatsız olan birileri şikayet ederse şaşırmam” diye düşündü. İki sevgili kendilerinden geçmişlerdi. Nihayet daha fazla dayanamayan ve birleşmek aklına gelen Sinan, hızla doğruldu ve çatlayacak gibi büyümüş penisini Piraye’nin vıcık vıcık olmuş vajinasına tek hamlede soktu. Kocaman penisin dibine kadar içine girmesiyle Piraye bir an için acı çeker gibi inlediyse de bu durum çok kısa sürdü ve tatlı tatlı yaylanarak Sinan’la birlikte gidip gelmeye başladı.
Sinan kendinden geçmiş, müthiş bir hızla Piraye’yi beceriyordu. Başını Piraye’nin saçlarına gömmüş, iki eliyle göğüslerini avuçlamıştı. Bu penetrasyon durumu çok kısa sürdü ve Sinan elektriğe kapılmış gibi sarsılarak Piraye’nin içini doldurmaya başladı. Aynı anda hareketlerinden anlaşıldığı kadarıyla Piraye de orgazm oluyordu. Sinan’ın kasılmaları uzun sürdü. Sonunda ikisi de sakinleştiler.
Sinan Piraye’nin içinden çıkmadan yüzünü kendinden yana çevirdi ve derin derin öpüştüler. Sonra Ayça hala sertliğini kaybetmemiş ve iki sevgilinin seks sıvılarıyla yağlanmış gibi parlayan penisini Piraye’nin vajinasından çıkardı ve dizlerinin üzerinde doğruldu. Bunun üzerine Piraye’nin yaptığı şey Ayça’yı dumura uğrattı.
Piraye hiç iğrenmeden Sinan’ın ıslak penisini ağzına aldı ve uzun uzun emip, yalayarak tertemiz yaptı. Ayça bundan hep iğrenmişti. Hayatı boyunca yalnızca Tolga ve lisedeki sevgilisi Koray’a oral seks yapmıştı. O zamanlar bu işlerden pek anlamadıkları için kendilerini ayarlayamamışlar, Koray kısa sürede Ayça’nın ağzına boşalmıştı. Şimdi bile hatırlayınca Ayça’nın midesini bulandıran şey ise Ayça’nın da boş bulunup, Koray’ın spermlerini yutması olmuştu. Koray iki saat özür dilemiş, Ayça da öğürmekten bir hal olmuştu.
Bir daha asla sperm yutmamıştı Ayça. Oral sekse karşı değildi. Fakat sperm tadı hoşuna gitmemişti. Bunda bir aşağılanma hissediyordu Ayça. Tolga’yla sevişirken her zaman olmasa da oral seks yapıyordu ama Tolga istemesine rağmen asla spermlerinin tadına bakmıyordu. Bu yüzden bir kaç kez hafiften atışmışlardı bile.
Piraye’nin gayet zevk alarak, kendisinin ve Sinan’ın sıvıları karışmış, üzerindeki spermler bu mesafeden bile seçilebilen iri penisini yalayarak temizlemesi Ayça’yı hem iğrendirmiş, hem şaşırtmıştı. Piraye’nin bu kadar istekli, bu kadar pervasız olması Ayça’ya ilginç gelmişti. Kendisi hiç bir zaman az önce tanık olduğu ateşlilikte bir sevişme yaşamamıştı.
Rahatlayan ve yorulan aşıklar arkalarına yaslanıp, birer sigara yaktılar. Ayça sürünerek geri çekildi ve yavaşça odasına döndü. Gördüklerinden çok etkilenmişti. Kafası karışmış, şaşırmış, ne düşüneceğini bilemez olmuştu. O da bir sigara yaktı ve yanında getirdiği kitaptan bişeyler okuyarak aklını başka konulara yöneltmeye çalıştı.
*****
Harika bir yaz sabahıydı. Ayça yatağında doğruldu ve aklına ilk gelen dün gece tanık olduğu inanılmaz aşk sahneleri oldu. Gördüklerinin gerçek mi, yoksa düş mü olduğunu düşündü. Kalktı, kendine gelmek için duşa yöneldi. Duş yaparken de Piraye ile Sinan’ın sevişmeleri aklından çıkmıyordu. Hayatında bu kadar ateşli seks sahneleri görmemişti. Kendi kendine gülümsedi
“Vay be Piraye! Beni çok şaşırttın. Sen neymişsin be kızım?”
Kahvaltı salonunda masalar arasında Piraye’yi arayarak dolaşırken, kendisine yönelen bakışların varlığı Ayça’nın hoşuna gitmişti. Gerçekten de o gün çok çekiciydi. Turkuaz rengi bikinisini giymiş, kısa sarı saçlarını jöle ile geriye yapıştırmıştı. Kıyafetini oldukça dar bir kot şort ve lacivert plaj terlikleri tamamlıyordu.
– “Buradayız Ayça!”
Arkadaşının sesini duyan Ayça, gülümseyerek Piraye ve Sinan’ın oturdukları masaya yöneldi.
– “Günaydın arkadaşlar. Erkencisiniz.”
– “Yoo, şimdi oturduk biz de.”
– “Geceniz nasıldı, diskoda kurtlarınızı döktünüz mü?”
– “Harikaydı. Bunu mutlaka seninle de yapmalıyız.”
Sinan bu son cümleyi hafifçe sırıtarak mı söylemişti, yoksa Ayça’ya mı öyle geliyordu? Her halükarda, Sinan’ın sözleri bir an için Ayça’yı düşündürdü. Kendini Sinan’ın kocaman penisiyle gözünün önüne getirdi ve kıkırdayarak:
– “En kısa zamanda. Son zamanlarda çok yoruldum ve bunaldım. Biraz eğlenmek benim de hakkım.”
Kahvaltı boyunca Tamer ortalarda görünmedi. Acaba gitti mi diye aklından geçiren Ayça, tatilini Piraye ve Sinan’la başbaşa geçirmek istemediğini düşündü. Tamer’e bayılmasa da, en azından dengeleyici olurdu.
Kahvaltıdan sonra üçü birlikte plaja indiler. Şansları yaver gitti. Denize ve bara yakın, gölge bir yer buldular. Ayça ve Piraye eşyalarını gölgede bırakıp, kumlara yanyana uzandılar. Doğrusu Piraye yine çok güzel görünüyordu. Çingene pembesi bikinisiyle kuşkusuz Sinan’ın aklını başından alıyordu. Bu arada Sinan odasından birşey almak için uzaklaşınca, sabahtan beri bu konuyu açmak için fırsat arayan Ayça
– “Ee Piraye, söylesene neler yaptınız akşam. İyi eğlendin mi? Nasıl adamlar bu Sinan’la Tamer?”
– “Süper bir gece geçirdim. Diskoda doyasıya dans ettim. Ortam harikaydı.”
– “Sinan sana asılıyor galiba. Dün akşam lobide gözlerini senden alamıyordu.”
– “Benden etkilendiği doğru. Ben de ondan etkileniyorum. Mükemmel bir tatil aşkı olabilir. Her istediğimi yapıyor ve yatakta da süper!”
– “Yatakta mı? Onunla yattın mı?”
– “Evet. İkimiz de birbirimizden hoşlandığımıza göre neden birlikte olmayalım? Hayat kısa, tatil daha da kısa.”
– “İnanmıyorum sana Piraye! Ne kadar rahatsın. Adam evliymiş.”
– “Olabilir. Şahane bir evlilikleri olsa buraya tek başına gelmezdi. Zaten yürümeyen bir ilişki için keyfimi kaçıramam.”
– “İlginç kadınsın. Kendi doğruların var ve bildiğin gibi yaşamaktan çekinmiyorsun.”
– “Sana da kendini rahat bırakmanı tavsiye ederim. Düşünsene. Genciz ve güzeliz. Sağlığımız yerinde. Çok değil, 10 yıl sonra istesek de hızlı yaşayamayacağız. O zaman tatillerimde bol bol kitap okurum. Ama şimdi, fırsat varken her şeyin tadını çıkarmak istiyorum.”
– “Belki de haklısın. Yine de benim için alışması ve kabullenmesi zor bir düşünce. Hem ben evli bir kadınım.”
– “Boşversene. Tolga’nın şu anda o sekreter kızın kollarında olmadığını kim biliyor?”
– “Böyle söyleme Piraye. Ben evliliğimizi kurtarmak istiyorum. Herkes bir kez hata yapabilir.”
– “Bravo. Yalnız bence evliliğini İstanbul’a dönünce kurtar. Bu yaz bir daha tatile çıkamayabilirsin. Seneye kim öle, kim kala?”
Bu hararetli sohbet tepelerinde biten Tamer’in araya girmesiyle sona erdi.
– “Merhaba kızlar, muhabbetinizi bölmüyorum ya?”
– “Aa merhaba Tamer, biz de sen nerelerdesin diye meraklanmıştık.”
– “Sabah uyanamadım. Geç kahvaltıya kaldım. Bugün ne kadar sıcak değil mi?”
– “Berbat.”
– “Ben içecek bişeyler alacağım” diyen Piraye yanlarından ayrılınca, Tamer Ayça’nın yanına oturdu.
– “Dün gece keşke sen de bizimle diskoya gelseydin. Çok eğlendik. Hem Sinan’la Piraye o kadar iyi anlaşıyorlar ki, kendimi fena halde yalnız hissettim.”
– “Çok yorgundum dün. Kaç gündür bitmek bilmeyen toplantılar yüzünden pestilim çıktı. Şimdi iyiyim. Bundan sonraki eğlencelerde ben de varım.”
– “Buna çok sevindim. Söylemeden edemeyeceğim, bugün harika görünüyorsun.”
– “Teşekkür ederim.”
– “Bence hemen vücuduna güneş yağı sürmelisin. Sahilde ilk günün ve güneş inanılmaz yakıcı.”
– “Haklısın. Çeneye dalıp, unutmuşum.”
– “Dur sana yardım edeyim. Uzan şöyle.”
– “Bilmem…Boşver, ben yaparım.”
– “Sırtına filan elin uzanmaz. Bana bırak. Çekinmesene benden.”
– “Çekinmiyorum.”
Böylece Ayça yüzükoyun uzandı ve Tamer iki avucuna birden boca ettiği güneş yağını Ayça’nın sırtına ve omuzlarına ağır hareketlerle sürmeye başladı. Ellerini uzun uzun sırtında, belinde dolaştırdı. Ayça gözlerini kapamış, denizin sesini dinliyordu. Kendini epeydir bu kadar huzurlu hissetmemişti. Tamer’in masajı da hoşuna gitmişti. Adamın hareketlerinde bariz bir asılma hissediyordu. Buna aldırmadığına karar verdi. Sadece anın tadını çıkarmaya ihtiyacı vardı.
Tamer’in parmaklarının yanlışlıkla olmuş gibi bikinisinin içine bir an girmesiyle irkildi ama sesini çıkarmadı. Belki de bundan cesaret alan Tamer, ellerini Ayça’nın bacaklarının arkalarına götürdü ve normalde Ayça’nın ellerinin ulaşmakta hiç zorlanmayacağı bölgeleri yoğurmaya başladı. Yumuşak hareketlerle Ayça’nın kalçalarından ayak bileklerine kadar olan bölgeyi yağladı. Adeta her noktanın tadına varıyordu.
– “Oh ne güzel, bizi böyle yağlayan yok!”
Piraye’nin neşeli sesiyle Ayça gözlerini açtı.
– “Eline sağlık Tamer. Gerisini ben hallederim. Sen de kıskanmasana Piraye. İstesen Tamer senin de sırtını yağlar.”
– “Ben sabah odadan çıkmadan o işi hallettim. Bakın Sinan geliyor. Hadi hep birlikte muza binelim.”
Bu teklif herkesin hoşuna gitti ve böylece bizim dörtlü can yeleklerini takıp muza yerleşti. Yaklaşık 20 dakika süren muz macerasında defalarca suya düştüler. Çocuklar gibi eğlendiler. Bu arada muza tekrar çıkma çalışmaları sırasında Ayça’nın Tamer ve hatta Sinan tarafından ellenmeyen yeri kalmadı. Ayça kendine hayret ediyordu. Dün tanıştığı bu iki adama karşı hayatında hiç olmadığı kadar rahat davranıyordu…
Gecenin ilk saatleriydi. Ayça ve Piraye aralarında kıkırdayarak otelin merdivenlerinden lobiye iniyorlardı. Lobide Sinan ve Tamer’le buluşup Antalya’nın içine, şehrin ünlü diskolarından birine gideceklerdi. İkisi de son derece frapan giyinmişlerdi. Ayça; beyaz, vücudunu saran bir jean ve askılı pembe bir bluz, Piraye; dar bir bluejean ve göbeğini açıkta bırakan sarı bir t-shirt. Gerçekten çok alımlıydılar.Sinan ve Tamer kızları uzaktan görünce birbirlerini dürttüler.
– “Oğlum süper olmuşlar. Ayça’nın vücudu da Piraye’den aşağı kalmazmış.”
– “Bu gece sıra bende. Sen dün Piraye’yle uçuşa geçtin, bugün de ben Ayça’yı iyi edeceğim. Bana bak sakın kıza asılma!”
– “Ha ha ha…”
Yarım saat sonra şimdiden tıklım tıklım dolu olan diskonun kapısından girerlerken, Ayça uzun süredir bu tip bir ortama girmediğini düşünüyordu. Bu gece canının istediği gibi eğlenecekti. İçkilerini aldılar, piste biraz uzak, nispeten kuytu bir yere geçip oturdular. Yarım daire şeklindeki kanepenin ortasına denk gelen yerde küçük bir masa vardı. Masanın bir yanına Piraye’yle Sinan, diğer yanında Ayça’la Tamer oturmuşlardı. Müziğin sesinden insan yanındakinden başkasıyla konuşamıyordu.
Gözucuyla Piraye’ye bakan Ayça, onun Sinan’la hararetli bir muhabbete daldığını gördü. Yapabileceği tek şey Tamer’le ilgilenmekti. Böylece Ayça ve Tamer koyu bir sohbete başladılar. İyi de içiyorlardı. 2 saat içinde Tamer içkileri tazelemek için epey bir tur atmak zorunda kaldı. Etraflarındaki herkes kendi halindeydi. Genç çiftler pek de kuytu sayılamayacak yerlerde öpüşüp koklaşıyorlardı. Birden Tamer,
– “Evli olduğunu biliyorum. Piraye söylemişti. Sakıncası yoksa neden tatile yalnız geldiğini merak ettim.”
– “Piraye’nin de ağzında bakla ıslanmaz zaten. Neyse. Söylesene neden merak ediyorsun?”
– “Bilmem. Yalnızca merak işte.”
– “O zaman seni fazla merakta bırakmayayım. Şu anda Tolga ile ayrı yaşıyoruz. O yüzden tatile Piraye’yle çıktım.”
– “Ama neden ayrı yaşıyorsunuz?”
– “Gerçekten çok meraklısın Tamer. Herhalde Piraye nedenini de söylemiştir.”
– “Ee…Bir şeyler söyledi, evet. Yine de işin aslını senden duymak istedim.”
– “İşin aslı diye bişey yok. Tolga beni aldattı. Ben de evi terk ettim. Özetle bu işte!”
– “Şaşırdım.”
– “Neden?”
– “İnsan senin gibi bir kadını neden aldatır ki?”
– “Nasıl yani?”
– “Çok güzelsin, her erkeğin başını döndürebilirsin…”
– “Teşekkür ederim. Bugün bana ne çok iltifat ettin. Anlaşılan Tolga böyle düşünmedi.”
– “İltifat değil. Senden çok etkileniyorum. Eşin elindeki hazinenin değerini bilememiş.”
Ayça cevap vermedi. Sadece gülümsedi. İçkisinden büyük bir yudum aldı;
– “Hadi dans edelim. Beni dansa kaldırmayacak mısın?”
Böylece kalabalık dans pistine yöneldiler. İğne atsan yere düşmeyecek kadar doluydu pist. Ayça ve Tamer ritme kendilerini bırakıp, hafif hafif salınmaya başladılar. Kısa süre sonra slow bir parça çalmaya başlayınca, Tamer ellerini Ayça’nın beline doladı ve genç kadını kendine iyice yaklaştırdı. Az sonra Ayça Tamer’in önündeki sertliği hissedebiliyordu. İrkildi. Bu kadar ileri gitmemeliydi.
Kendini biraz geri çekip, etrafını incelemeye başladı. Birden gözleri faltaşı gibi açıldı. Az önce kalktıkları kanepede Piraye ve Sinan sarmaş dolaş olmuş, öpüşüyorlardı. Piraye Sinan’ın kucağına oturmuştu. Sanki çevrede kimse yokmuş gibi rahattılar; dünya umurlarında değildi. Ayça’nın böyle dikkatle bakmasıyla Tamer de başını o tarafa çevirdi ve kumruları gördü.
– “Bizimkiler iyice havaya girmişler.”
– “Evet. Aralarında bişeyler olduğunu bilmiyordum.”
– “Görmüyor musun, birbirlerinden çok hoşlanıyorlar.”
– “Belli oluyor.”
– “Yaz aşkı dedikleri bu olsa gerek. İnsanın aklını başından alıyor.”
Tamer bu son sözleri doğrudan Ayça’nın gözlerinin içine bakarak söylemişti. Ayça gözlerini ayırmadan, ilk defa, Tamer’in hoş bir adam olduğunu düşündü. Kendisi için deli olduğu her halinden belliydi. İçkiden biraz başı dönen Ayça, kendine hakim olmazsa işlerin kontrolünden çıkacağını düşündü. Ne istediğine karar veremiyordu. Birden müzik kesildi. Sahneye çıkan şovmen, sıranın gecenin bilmem ne yarışmasına geldiğini anons etti. Ayça ve Tamer yerlerine döndüler. Piraye ve Sinan çok samimi bir şekilde, adeta kucak kucağa oturuyorlardı. “Saat onikiyi geçti”, dedi Piraye. “Hadi otele dönelim. Kumsalda şarap içeriz. Dün çok yorulmuşum, bu gece dans edecek halim yok.”
– “Ok. Hadi şaraplarımızı alıp kumsalda muhabbet edelim.”
Yaklaşık 1 saat sonra dörtlümüz otelin yan tarafındaki kumsalda, sabaha hazırlık olsun diye bırakılmış şezlonglara oturmuş, koyu bir sohbete dalmışlardı. Piraye ile Sinan diğerlerinin duyamayacağı bir sesle fıkırdıyorlar, sanki Ayça’ya bakarak gülüşüyorlardı. Bunun üzerine Ayça,”Dedikodumu mu yapıyorsunuz bakayım? Ne konuşuyorsunuz öyle fısır fısır?”
– “Hiç canım. Sinan’a senin ne kadar saf bir kız olduğundan söz ediyordum.”
– “Neden saf olayım ki?”
– “Baksana. Seni aldatan kocandan intikam almak aklından bile geçmiyor.”
– “Piraye!”
– “Kızmasana canım. Yalan mı? Hem dünyanın senin gibi insanlara da ihtiyacı var.”
Ayça kendini salak gibi hissediyordu. Sanki liseli mahçup bir kızmış gibi muamele ediyorlardı ona. Şu Piraye’den ne eksiği vardı ki? Nasıl da eğleniyordu haspa!
– “Siz kendi işinize bakın bakayım. Benimle uğraşmayın.”
– “Bakıyoruz zaten. Hadi Sinan biraz yürüyelim.”
Böylece Sinan ve Piraye kumsalın karanlığında uzaklaştılar. Ayça nereye, daha doğrusu ne yapmaya gittiklerini gayet iyi tahmin edebiliyordu. Birden Tamer’in elini omuzlarında hissetti.
– “Üşümüyorsun değil mi? Sanki titredin gibi geldi.”
– “Yok, hayır. Sadece düşünüyordum.”
– “Fazla düşünme canım. Bırak, gecenin tadını çıkar.”
– “Haklısın.”
– “Biraz daha şarap? Serin serin iyi gidiyor.”
– “Peki.”
Ayçayla Tamer şaraplarını içtiler, sohbete devam ettiler. Bir süre sonra Ayça konuşacak bir şey bulamadığından sustu. Sessizliği bozan Tamer oldu
– “Senden çok hoşlanıyorum Ayça. İlk gördüğüm andan beri. Seninle olmak için çok şey feda edebilirim.”
Ayça karışık duygular içindeydi. Bir yandan yeni tanıştığı bu adama fazla yüz vermek istemiyordu. Üstelik İstanbul’a dönünce Tolga’yla barışmak istiyordu. Öte yandan ortamın, içkinin ve Piraye’nin söylediklerinin etkisindeydi. Ne yapacağını bilemiyordu.
Birden Tamer’in elini yanağında hissetti. Herşey çok çabuk oldu. Tamer, bir eliyle Ayça’nın yüzünü kendininkine yaklaştırdı ve dudaklarını genç kadınınkilerle birleştirdi. Yumuşak bir şekilde öpmeye başladı Ayça’yı. Bunu hiç beklemiyordu Ayça. Kendini geri çekmek istedi ama Tamer’in bırakmaya niyeti yoktu. Bir yandan Ayça’yı öpüyor, bir yandan da ellerini saçlarında dolaştırıyordu.
Ayça’nın direnci kırılıyordu. O da Tamer’in öpücüklerine karşılık vermeye başladı. Artık liseli iki sevgili gibi uzun bir öpüşmeye kaptırmışlardı kendilerini. Öpüşmeleri romantik bir tarzdan gitgide tutkulu bir hale dönüştü. Tamer dilini Ayça’nın ağzına sokmuş, partnerinin sıcak ve nemli ağzında derin araştırmalara girişmişti. Ayça kendinden geçmişti. Tamer’in saçlarıyla oynuyor, erkeğin dilini zevkle emiyordu.
Dakikalar süren bu ateşli öpüşmeden sonra nihayet dudakları ve dilleri ayrıldığında ikisi de nefes nefese kalmışlardı. Tamer,
– “Harikasın Ayça. Harika öpüşüyorsun, sana tapıyorum” diyerek yüzünü Ayça’nın boynuna ve çıplak omuzlarına gömdü.
Ayça’nın çıldırtıcı parfümünü içine çekerek, boynunu ve omuzlarını öpmeye, yalamaya girişti. Ayça artık tüm kontrolünü kaybetmek üzereydi. Tamer’in sıcak dudaklarının teması onu çılgına çevirmişti. Başını geriye atarak kendini zevke teslim etmeye hazırlanıyordu ki, aniden gözleri 10 metre kadar ilerdeki bir karaltıya takıldı. Birisi onları gözetliyordu. Hızla toparlandı. Şaşkınlıktan aptallaşan Tamer’e fısıldayarak,
– “Orada biri var. Bizi izliyor” dedi.
– “Kim, nerede?”
– “Bilmiyorum kim olduğunu. İşte orada, bak. Kaçıyor.”
Gerçekten de karaltı farkedildiğini anlayarak hızla karanlığa karıştı. Ama olan Tamer’e olmuştu. Ayça duyduğu tedirginlikle tüm heyecanını kaybetmiş, hatta gitmek için ayaklanmıştı.
– “Ayça, nereye gidiyorsun? Yalvarırım gitme. Beni böyle bırakamazsın.”
– “Özür dilerim Tamer. Bir an kontrolümü kaybetmişim. Birbirimizi yeterince tanımıyoruz. Bu yaptığımız delilik!” diyerek ayağa kalktı, “Gitmem lazım.”
– “Kızdın mı bana? İncittim mi seni?”
– “Hayır. Sadece hazır değilmişim. Yarın görüşürüz. İyi geceler.”
– “İyi geceler Ayça.”
Ve Ayça kumsal boyunca uzaklaşıp, otele yöneldi. Tamer öylesine kalakalmıştı. Bir sigara yaktı.
“Bizdeki şansa bak! Tam işler yoluna girdi derken…”
Ayağa kalkıp denize doğru yürüdü. Uykusu yoktu. Ne yapacağını bilmiyordu. Acaba Ayça’nın peşinden mi gitmeliydi? Hayır, bu hiç birşeyi değiştirmezdi. Kumsalda biraz yürümeye karar verdi.
50 metre kadar yürümüştü ki, solundan bir takım sesler duydu. Gündüzleri insanların gölgesinden yararlandıkları bir kameriye vardı seslerin geldiği tarafta. Yavaşça yaklaştı. Bir ağacı kendine siper ederek kameriyeye baktı. Birden Sinan ve Piraye’yi gördü.
Piraye çırılçıplaktı! Sinan’ın ise pantolonu ve külodu dizlerine inmişti. Piraye Sinan’ın kucağına yüz yüze gelecek şekilde oturmuştu. Hafif hafif yaylanıyordu. Ayışığında kalçaları muhteşem görünüyordu.
“Vay canına” dedi Tamer, kendi kendine. “Resmen sikişiyorlar.”
Kasıklarında yükselen ateş tüm vücuduna yayıldı. Gördükleri aklını başından almıştı. Neredeyse onları izleyerek mastürbasyon yapacaktı. Ancak kendine hakim oldu. Geldiği gibi sessizce oradan ayrıldı. Daha fazla izleyerek moralini bozmak istemiyordu.
“Yarın Ayça’ya karşı başka taktikler uygulayacağım. Onu mutlaka elde etmeliyim. Yoksa…Yoksa ben de Piraye’ye mi yazılsam? Baksana ****** çatır çatır veriyor Sinan’a.”
Bu düşüncelerle otele yürüdü Tamer. Odasına çıktı. Hava çok nemliydi, ateşini söndürmek için duşa girdi. Soğuk su iyi gelmişti. Duştan çıkınca bir sigara yakıp, öylece yatağa uzandı. Ayça’yı ve az önce gördüğü manzarayı düşünmemeye çalışarak sigarasını içti. Az sonra horul horul uyumaya başlamıştı.
2 notes · View notes
kapidakianahtar · 7 years
Text
Zeytinli’den kalanlar ….. 1.gün
Zeytinli’den kalanlar ….. 1.gün
Tatilimiz için bir şarkı seçmem gerekseydi eğer bu Teoman Bak- Hayatına olurdu.  Bak hayatına son çıkıştayızz  aşk olsada olmasa da ağır yaralıyızz galiba öyleyiz.
Efendim rötarlı bir yolculuktan sonra Akçay otogara geldilk . otobüsten indiğimizde deli uyukusuz ve açtık. Eee kimse biribirine bu durumu belli eder mi ? oluuummm tatildeyizzz festivale gelmişiz. Gerekirse 10 yıl uykusuz kalmayı göze almışız ne farkerder ki ? gamze ‘nin sigara içmesini beklerken  etrafa bakınıyorum .lan lan lan deniz meniz gözükmüyo ?!??  tamam nemli bir havası var ama denizi de bir görseydik iyiydi yani. İç anadolu insanıyız biz ver bize 2 tas  su  bırak akşama kadar anaaaa ne güzel laan diye bakıp eğlenelim.  Şehirde 3 kaşık porsuk  var onla bile ne yapacağımızı şaşırdık gerçek denizi görünce aklımızı kaçırıyoruz. İşte  yokluk böyle bir şey. Tabii ilçe küçük daha yeni yeni gelişmeye keşfedilmeye başlamış. Bodrum çeşme alaçatı gibi bir ambiyansı yok henüz ama efso bir yer . neyse bu başka konu.
Gamze ile bavulları sırtlandık yürüyoruz. Oteli bulcaz kahvaltı falan etcez. Ama  gamzenin gözler denizi arıyor. Diyorum kanka merkezi bulalım.kanka deniz lazım ben denize göre yönümü buluyorum lAKNSLÖbkfks lan sen iç anadolulusun alt tarafı 3 yıldır trabzondasın anşldnafç neyse otogar merkez 5 dkaymış otelde merkeze 15 dk uzaklıkta bir yer. Yeni bir korku başladı lan lan lan bu otel yoksa saçma sapan bi yerde olmasın bok gibi. Ee o kadar az para verince olacağı buydu . nedeni analamdığım bi şekilde tatil her anlamda sorunsuzdu. Bizim otel denizin dibinde bir yer çıkmasın mı denizle arası 2 dk falan . ilk iş otelde dana gibi kahvaltı yaptık . bize bi ağırlık çöktü ama durmak yok boru mu lann tatil bu .  
Sonunda yılın denize ilk adım atma merasimine geldi.   Deniz soğukmuş neyse bişi olmaz soğuk iyidir diye diye iki cup cup yaptık üşüyüp çıktık. Bundan sonraki günlerde denize girmek bizim için bir merasim olacaktı. Soğuk iyi yaa su güzel diyen dillerimiz senin ben amına koyim lan  böyle deniz mi olur . lan dalga sırtıma sırtıma vurma donuyommmmm aha göbeğime su  geldi. Kanka sıçtık. Aqqqq  güneş az bizi de gör karşim çekinme karşiimm gel ‘e bıraktı. Meğer akçayın suyu hep soğuk olurmuş kaz dağlarından dolayı .  sahilde güneşleniyoruz . bizimki de ne güneşlenme yaa zaten beyaz tenliyiz diye 150 kat güneş kremini sıvamışız üstüne üşüyoruz diye havluları her bi yanımıza sarmışız amaann güneş geçmesin diye kafalara şapkaları  geçirmişiz aaa gözüme güneş gelmesin diye güneş gözlüklerini takmışız . sözde güneşin tadını çıkıyoruz  öknsdkas  yerli halk sele serpe plajda bizz görünen bir yerimizi  görsek güneş kremi sıkıyozzz.
Artık festival saatleri yaklaşmaya başlamıştı. Heyecandan yemin ederim birbirmizi yicez. Yerli walking dead o derece gözümüz döndü. Açlığımızı falan unutmuşuz.  Ya Allah bismillah diyip yola çıktık. Dolmuşla bilmem nee bi şekilde festival alanına ulaştık. Yalnız dolmuşla git git bitmiyo bi taraftan korku salmaya başladı inş geçmemişizdir ama herkes festivala gidiyo baksana bunların hepsi müptezel diye bakışıyoruz dolmuşta. Eveeettt bekle bizi zeytinliiiiiiiiii biz geldiiiikkkkkkkk   are you readyyyyy diyerek dolmuştan indik.
Yalnız bizim festival planımız şu şekilde :  akşam festivale geçip deli divane ne kadar alkol bulursak içcez . konserleri kesintisiz dinleyip bağırara bağıra şarkı söylücez gece de orda sabahlıcaz  nasıl dönelim aqq.  Birde kendimize ve biribirimize asla güvenmediğimiz ellerimizi kesseler  bırakmıcaz. Çok üstümüze  düşen sarkan markan olursa lezbiyeniz bir kardeş diyecez.  Plan bu müptezel planı  tam .
Festival alanına girdik. Her anlamda yabancı olduğumuz o kadar belli ki bi kere tipten  kaybediyoz. Gamze diye tabir ettiğim arkadaş sarı saçlı mavi gözlü beyaz tenli pamuk gibi bir şey . ben desen yemin ederim o kadar sarışın olan gamzeden daha beyazım. Ordaki müptezeller çooktaan yanmış. Belli biz çok çok yeniyiz. İlk bi giridk herkese canavar gibi bakıyoruz. Ortamı sevdik falan ama öyle bir bakıyoruz kii asla engel olamıyoruz kendimize  bunlar neee aqqq tam müptezel haa hepsi diye bakışıyoruz. Sırt çantalarını  önümüze aldık  başa gelen çekilir bu gece nasıl nası eğlencez.  Hadi bir an önce kafa olalımda ortama ayak uydurulım bakışmalarımızı yaptık. Eve tbu arada gamzeyle nadir konuşuruz genelde birbirimize bakıp ne bok yemek isteriz anlarız . yalnız bizim ortama yabani gibi bakmamız amkk yaaa lan lan lan geçerken çarptı aman dokunmasın burdan kimse bakışmalarımızn bir nedeni daha varmış . biz açlıktan ölüyoruuuzz bi  kahvaltı yapmışız hala onla duruyoz . ondan enerjimiz yok diyip yiyecek bir şeyler bulduk yanına da bira. Varya  nişanlım askerde falan olsa öyle karşılamam nasıl özlemişimm bira neden zıkkımı. Ölüyorummm oluummm. Keşke az biraz müptezel aileririmiz olsa diye içimden  geçiyorum. Yemekleri biraları aldık müsait bir yere çöktük. Bak 22 yaşındayım ben böyle güzel ve rahat yemek yemedim. Hala tadı damağımda. O sefillik o sokağın ortasında bağdaş kurup oturup yediğimiz yemek hayatımdaki en güzek anlardan biriydi. Karnımız doyunca ortamı biraz kabul ettik. Dedik hepimiz biriz hepimiz kardeş de . yalnız şöyle bir durum var   eline telefonu alan etrafı çekiyo  sürekli videolar fotolar bilmem nee. Aqqq bizim gözükmemiz lazım olur da biri falan görür sıçtık. Ölüm fermanımız olur. Bide bana benziyo o ben değilim diye kandıramam. Anamın dikiği donu giymişim bi güzel. Kumaşı falan kendim seçtim . kıyafet benzerliği falan desem kimse yemez. Gamze ile kameralaran kaçan az ünleleri oynuyoruz. Elimizde biramız kameralar hariç hayat bu hayat efsane  güzeeelll. Biz arada çocuk gibi zıplar sarıllırz sanırım o arada bi yerlerde de yaptık. Derken ikinci biraları aldık. Etrafı keşfediyoruz sokakta volta atıyoruz falan.  Sokakta üstüne başına  yazı yazmış yada elinde karton tutan müptezel tayfa dolu. Yazılarda hep şu tarz free hugs free kiss falan . bazıları yokluktan yapmadıysa bende neyin. Gamzeeyi kolundan çekip bak kanka iyice kafayı bulup şunlardan birine sarılıp öpmeme izin  verme haa dedim .  çünkü tanıyorum. Benimki sadece free kissle kalamaz  çünkü  asmdça hatta o an beğenirsem salça bile olurum adama neyse bu arada  ne kadar sarholş olsam bile gidip kıza sarılmam prensip meselesi. Hep sarılacak olsam yanımda prenses kankim gamze var.   Karton tutan çocuklarında tipleri fena değil ha gamze de elimize karton alıp geceyi öyle bitirmemizden korkmuş varya karton bulsak kesin yapardık gibime geliyo hala .En son yorulup kapıya yakın bi yerlere sindik .müptezel müptezel etrafa bakıp bira gömüyoruz . hafif güzellik oldu gibi. Çünkü deli gibi yorgunuz  üstüne güneş çarpmış neredeyse tüm gün  yürüdük ilk defa oturduk gibi bişi.  Biz böyle oturup artık tam ortamdan olmuş sıfır yabancılık çekerken yanımaza geldi bir çocuk. Geldi arkadaşlariyla vodka alacaklarmış sizde girer misinz berebar  içeriz vs. tarzında baktık iyi çocuk iki kişi festivalde eğlenme zorluğunu hesaba katarsak dedik okey. Neyse bunlar aldı geldi bi güzel içtik tanışma faslı vs. derkeenn eveett işte bu andan itibaren  anlatıklarımın  gerçekle hiçbir alakası olmayıp tamamen hayal ürünü  olabilir  çünkü artık yoktum. Zaten plan da adımızı unutuna kadar köpeekler gibi içmekti asla pes etmek yoktu. Bu arada takıldığımız çocuklardan birinini gözlüğünde telekop varmış başta hasta sanıp soramadım bu gözliğündeki ne diye.  Bu arada çocuklar tam kafa  olmamışlar belli hepsi teknik teknik terimlerle bişiler konuluşuyo ve hepsi de mühendislik okuyo. Bizim gamze de öyle. O kafayla lan tabi bunlar kız bulamaz diye düşündüm bir ara. Ben eğitm fakültesinin verdiği gevşeklikle   geceye girişimi yapmaya başlamıştım. Teknik terim duyunca zaten ense köküme bir ağrı giriyor . amk zeytinlideyiz siktir et zekanı bu gece denize menize fırlat bişi yap. Ee bende olmadığı ben sorun yaşamadım ama siz bi yolunu bulun yanii.  Gamze de dikkatli dikkatli dinliyo. En sonunda artık biz birer bira daha alalım falan diye kalktık çocukların yanında dedik siz ne istersiniz siparişleri aldık geçtik. Gamze ile biraz şefersiz olduğumuz için yolda belde daha iyi bi grup vs denkgetirirsek direk satış koycaz bunlara bizde böyle. Baktık diğer ortamlar daha bayık takılmaya devam etcez. Takdir edersiniz kii o kadar içkiye bizim çiiş  geldi. Öyle böyle saldık salcaz. Çocuklara bira kendimize şarap vodka karışımı bişi alıp direk çocukları bulduk dedik biz işemeye gidiyoz ya da onu içimden dedim bilmiyorum. Tuvalet diye bişi yoook orda aqq bildiğin sokaktayız. Adamların evlerinin tuvaletini açmış parayla. İşte wc 1 lira duş 10 lira olan bi daire bulduk. Gamzenin hayal gücü efsoo olduğu için lan kanka bizi kaçırmasınlar organ mafyası bunlar . dedim kanka  kapıdan bi bakarız baktık tehlikeli koşarak çıkarız aq sçknslövndfk nasıl bir şley bekliyosa. İçeri giridk ana baba günü. Kim duş alıyo kim çiş yapıyo kimi televizyonun karşısına geçmiş uyukluyo. Dolabın üstünede yazı  var adamlar parasıyla soğuk bile satıyo. Yurdum insanı festivali bile kara dönüştürmüşler. Bense kafam gidik ama olayı çözmeye çalışıyom. Olay şu evimden kilometlerce uzakta tatil yapmaaya geldim hiç tanımadığım adamların evinde hiç tanımadığım insanlarla beraber tuvalaet kuyruğu bekleyip belgesel izliyoz. Evden çıkarken artık biz biz değildik. Kafalar olmuş zoom. Üstüne aldığımız şarap  vokdaları gömünce  lsknafks asıl burdan sonraki kısımlar gerçekten hayal meyal az çok. Sokakta freehugslardan birine sarılmaya kalkıca gazme tuttu. Ondan sonra müptezellerin arasından geçip grubumuzu bulduk. Onlarla beraber  rock festivalinde aleyna tilki o sen olsa bari eşliğinde dans ediyordum. Başta kamerlardan kaçan ben hiç tanımadığım insanların selfielerine salça oldum hepsinde çıktım. En son gamze napıyon geri zekalı biz kameralardan kaçmıyoz mu diyene kadar  orda biraz sarj eder gibi oldum. Neyse  gamze içemiyo diye çocuğun biri alkolleri değişterelim diyo lan lan lan yer miyim .kimse elimden  alkolumuzu alamaz kesin kurallarım var alkol paylaşmam  siktir git ezik gibi iç biranı. Gamzeye ertesi gün sorduğumda kanka benim alkol bitmek üzereydi onun birası daa yeni açılmıştı ondan dedi. Vaay kevaşeeee. Neyse ben araya karışınca gamzenin içki çocukların biralar hepsini beraber gömdük. Daha da oldum mu bi zoom. Artık mabel matizi dinleyelim bari diye içeri geçmeye karar verdik pardon verdik demişim ben oralarda çok söz sahini değildim. Öyle karar verilmiş .çocuklardan biri bizle içeri geldi.  Beraber  bira falan konseri dinledik. Yavrum yaa bide çocuk bizden iki adım uzaklaşınca direk salak bu diye dedikodusunu yapıyoz bizden adam olmaz . çocuk daa napsın iki tane müptezeli tutmuş konsere sağ sağlim ulaştırmaya çalışıyo bizim aklımızdan geçen ezik lsknaklfs  ---------- 404 not found-------------- bu aralar yine silik yere oturmuşuz grup komple var gamze dizimde yatıyo ben etrafıma kum atıyorum . milletin kafa göz kum oldu. Beni gamzeye şikayet ediyolar bize kum atıyo diye  bssmJBDJM gamzede yarum atma tamam mı diye benle uğraşıyor klNDKLA HA Bu arada adamın birinin üstüne komple birayı devirdim mis gibi. Adam götümde değil biramdan 3 yudum gitti aqq diye dertleniyorum. Adam diyo ki ilk defa başıma böyle bişi geliyo benden cevap bende ilk defa böyle bişi yapıyom.  Hee gamze dizimde yaıtyor ama nasıl kibar atma kankim tamam mı diyo normalde rica cümlesi bilmez ayı. Çocuklardan izin alıyo yaa ben biraz uzanabilir miiyim size ayıp olmazsa  falan diyo sssakfnkls  o aralarda sözde ben gidiğim gamze normal gibi shfhak. Derken bir ara gamze kolumdan tuttu beni çekti bi yere gidiyoruz ama nereye bilmiyorum. Yere yüz üstü yatmışız öyle diyolar gamze kusmuş sonra kusmuğunun üstünü kumla kapamış öyle diyo valla bu kısmlarda anlatanların yalancısıyım bende yok çünkü.  Bizi yerden hiç tanımadığımız çocuklar kaldırdı. Çocuk  içer misiniz diye bira uzattı ikiletmeden alıp gödüm . gamzenin yüzünü falan yıkamışız ona su almışız bilmem nee --------------------- 404 not found --------------------------- . sahilde hayatımda  ilk defa gördüğüm bir çocukla sohbet ediyorum. Çocuğu neden festivale geldin diye darlıyorum. Çocuk  akrep burcuyum dediği andan itibaren kafamda neler döndürüyorum abdbajMSM asjds gamze ise arkamda uzanmış yine ilk defa gördüğüm hatta suratını bilmediğim bi çocukla yıldızları izliyo. Zlkandklasnz benim yanımdaki  sürekli bir şeyler anlatıyor  bu kısımda gerçekten farklı hikaye konusu .  gecenin sonunda hafif ayıldığımda  kumlara yatmış çocuğa sarılmış uyumak üzereydim kii çok güzel sarılmıştık özjbksfns o arada gamze  hadi gidelim diye yerden sıçradı resmen çocuklardan koşarak uzaklaştık. Bu arada ayıldık sanıyoz ama hala -------------------- 404 not found --------------- en sonunda  otele dönmeye karar verip uzadık …. Bu kısmı biraz daha zorlayıp hatırlamam lazım abdjalöc çocuklarla olan kısım gerçekten bambaşka bi hikaye.  O cocukla hala konuşuyoruz. O gece meğer instagramdan falan takipleşmişiz. Ben bunun DM leri falan okumuşum burdan kimlere kimlere yazdın diye skndladn telefonundan fotoğraflarımızı çekmişim bilmem nee ayrıca yazacam çok yoruldum .sKDBKJWD
2 notes · View notes