Tumgik
#vücud
belkidebirharfimben · 2 years
Text
Risale-i Nur yeter mi?
"Bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti miktarında bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip bozmuyor, kendini mazur biliyor; ondan nizâ çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder; ehl-i dalâlet istifade ediyor." Kastamonu Lahikası'ndan. 
"Risale-i Nur yeter!" diyenlere şefkatli bir dikkatle yaklaşmak lazım. Ne niyetle söylediklerini doğru teşhis etmek şart. Yanlış teşhis yanlış suçlamayı doğurabilir. Sözgelimi: "Başka hiçbir esere ihtiyaç yoktur. Hiçbirini okumaya gerek yok. Başka bütün eserler boş çabalardır..." gibi insafsız/iz'ansız bir noktaya gidiyorsa cidden teessüf etmek gerek. O kişi Risale-i Nur'u da doğru anlamamış demektir. Yahut da sekir halindedir. Ama şunu diyorsa: "Benim, elhamdülillah, işimi görecek kadar İslamî altyapım var. Bundan sonra sadece Risale-i Nur'la meşgul olsam kalbimi tatmin ediyor. Manevî/şahsî ihtiyacımın görüldüğünü hissediyorum. Gayretimi buna hasrediyorum." Mevzuun bu tarafına muhalefet etmeyi de yanlış buluyorum. Kalbe karışılamayacağını düşünüyorum. Fakat, durum böyle bile olsa, yine de meseleye Bediüzzamanca bir şerh düşmek gerek.
Rahmetin de bir kanunu var arkadaşım. Kendisini eksik göreni tamamlıyor. Tamam göreni eksiltiyor. Avuçlarını açana yağıyor. Kalbini kapatana kapanıyor. Hatta kırk kere kâfir olsun. Eğer kendisini noksan bulup tamamlamaya çalışırsa lûtfa mazhar oluyor. Fakat aksi durumda, isterse kırk kere müslüman olsun, sanrısı mahrumiyete dönüşüyor. O halde diyebiliriz ki: Rahmetin mü'mini aczini bilendir. Aczini bilmeyen, kendi aslını tanımadığı gibi, Rabb-i Rahîminin de marifetine hakkıyla ulaşamamıştır. Evet. Bu öyle bir makamdır ki, mürşidimin tabiriyle, "Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır." Kendisini var bilse yokolur. Yok bilse varolur. Varoldukça yokolur. Yokoldukça varolur.
"Kendini bilse, vücut verse, kâinat kadar bir zulümat-ı adem içindedir. Yani, vücud-u şahsîsine güvenip Mûcid-i Hakikîden gaflet etse, yıldız böceği gibi bir şahsî ziya-yı vücudu, nihayetsiz zulümât-ı adem ve firaklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enâniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakikînin bir âyine-i tecellîsi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudatı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zira, bütün mevcudat, esmâsının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcibü'l-Vücudu bulan, herşeyi bulur."
 Demek 'herşeyi bulmak' için 'herşeysiz kalmak' lazım. Hiçbirşeyin hakiki yokluğunu çekmek istemiyorsan hiçbirşey olman gerek. Kelime oyunu yapmıyorum. Sahiden durum böyle. İstersen misallendireyim: Çok cahil olduğumu düşünüyorum mesela. (Ki gerçekten öyle düşünüyorum.) Bu cahillik beni öğrenmeye aç kılıyor. Eğer cahilliğimin şuuruna varmazsam öğrenmeye açlığım da olmaz. Öyle değil mi? "İnsan azgınlaşır kendisini müstağni gördükçe!" buyuran Âlâk sûresini hatırla hem. Hem 'emanet ayeti'ni de düşün. Ahirinde 'çok zalim' ve 'çok cahil' olduğumuzun buyrulmasını 'bir başlangıç noktası' olarak tasavvur edebilirsin. Yani yükleneceğimizi yüklendik. Şimdi yarış başlıyor. Fakat, bir saniye, bu yarış yüklendiğimizle yükseldiğimiz bir varlık noktasında başlamadı. Hayır. Kibre kapılmak hatadır. Aksine bize bahşedilen şey tam tersiydi: Emaneti yüklenmekle karanlığımızı idrak imkanıyla ikramlı kılındık. Hediye buydu. Elçi, asıl değil, detaydı. Emanetçi kendi adına sıfırlanandı. Allah Teala, emanetçi kılmakla bizi, sahipliği anlattı.
Varlığı varlığından çok yokluğundan öğreniyoruz arkadaşım. Başka türlü olamaz. Çünkü yaratıcısı değiliz. Emanetçiyiz. Ne kadar verilirse o kadar bulunduruyoruz. Ne kadar taşımamıza izin verilirse o kadar tutuyoruz. Sonra çekilip alınıyor. Yerine aynısını koyamıyoruz. Dikenleri ellerimizi parçalıyor. "Keşke toprak olsaydım!" diyoruz. "Keşke hiç tanışmasaydım!" Ne sıhhat kalıyor bizde, ne gençlik, ne de güzellik. Yoksunlukları ise, evet, kalıyor. Zeval-i lezzetin elemi terketmiyor. Zeval-i elemin lezzeti de bâkidir. Varlık yokeldiğinde yok kalır. Yokluk yokeldiğinde varolur. Bizim yokluğu yoketmemiz lazım.
Mürşidim Sünuhat'ında diyor ki: "Lâkayt Emevîlik, nihayet sünnet cemaate, salâbetli Alevîlik, nihayet Râfizîliğe dayandı." Mektubat'ta ise sözünü şöyle tamamlıyor: "Eğer Hazret-i Ali olmasaydı, dünya saltanatı, mülûk-u Emeviyeyi bütün bütün yoldan çıkarmak muhtemeldi. Halbuki, karşılarında Hazret-i Ali ve Âl-i Beyti gördükleri için, onlara karşı muvazeneye gelmek ve ehl-i İslâm nazarında mevkilerini muhafaza etmek için, ister istemez, Emeviye devleti reislerinin umumu, kendileri olmasa da, herhalde teşvik ve tasvipleriyle, etbâları ve taraftarları, bütün kuvvetleriyle hakaik-i İslâmiyeyi ve hakaik-i imaniyeyi ve ahkâm-ı Kur'âniyeyi muhafazaya ve neşre çalıştılar. Yüz binlerle müçtehidîn-i muhakkikîn ve muhaddisîn-i kâmilîn ve evliyalar ve asfiyalar yetiştirdiler. Eğer karşılarında Âl-i Beytin gayet kuvvetli velâyet ve diyanet ve kemâlâtı olmasaydı, Abbasîlerin ve Emevîlerin âhirlerindeki gibi, bütün bütün çığırdan çıkmak muhtemeldi."
Yani, Âl-i Beyt de bu ümmete emanet edilmekle, başkalar 'onlar gibi olamamak' nimetiyle tanışmış oldular. Şaşırma söylediğime arkadaşım. Onlar gibi olamadığını bilmek de bir nimetti. Çünkü onlar gibi olmaya teşvik etti. Kendisi Âl-i Beyt karşısında yarım bulanlar, büsbütün gözden düşmemek için, gayretleriyle tamam olmaya çalıştılar. Bundan istiğna etselerdi daha fena olacaklardı. Nasıl ki biz öyle oluyoruz. Cenab-ı Hakkın bahşettiği emanetçiliği sahiplik sanrılayarak dibin dibine iniyoruz. Kibirlenmekle derecelerini düşürüyoruz. İstiğnayla batırıyoruz. Üstelik tekebbür ettikçe rahmet de bizden uzaklaşıyor. Zira rahmet kendi yarımlığının farkında olmayanlardan uzaklaşır. Onun mehri fakirliktir. Sultan oturacak yer bulamadığı, yani ki kendisine yer gösterilmeyen, meclise neden uğrasın? Fakirliğini daha az hissettikçe insanoğlu rahmete liyakatini kaybeder. Evet. Öyledir. Rafızîliğe giden her yolun zemini "Ben kendime yeterim!" taşlarından örülmüştür. Kendi kabına kapanmak rahmetten eder daima. 
Aynı bahsin bir de Hakikat Çekirdekleri'ndeki versiyonunu alıntılayalım:
"Sevâd-ı âzama ittibâ edilmeli. Ekseriyete ve sevâd-ı âzama dayandığı zaman, lâkayt Emevîlik, en nihayet Ehl-i Sünnet cemaatine girdi. Adetçe ekalliyette kalan salâbetli Alevîlik, en nihayet az bir kısmı Râfızîliğe dayandı."
Bediüzzaman, bu metnin Sünuhat'taki versiyonun başında, (onu ilk alıntılamıştım) bir ayet de zikrediyor. (Rum sûresinin 19. ayeti.) Kısa bir mealiyle buyruluyor ki orada: "Ölüden diriyi, diriden ölüyü, O çıkarıyor!" Hemen altında da bu ayete bir açıklama yapıyor: "Pekçok desatir-i külliye ve bir kısım desatir-i ekserîyi tazammun eder. Ferde, cemaate, nev'e, mesleğe şâmildir." (Emevî-Rafizî kıyaslaması işte bunun misali olarak geliyor. Daha başka misaller de var. Fakat yazıyı uzatmak istemedim.) 
Öyleyse soralım: İçimizden bir dirilik doğurmak öncesinde bir parça ölmeye mi bağlıdır? Öldüğümüzü kabullendiğimiz zaman mı Allah bize katından bir diriliş bahşeder? Ya tam tersi olursa? Ya kendimizi rahmetin lütfundan müstağni dirilikte görürsek? O zaman da geleceğimiz bir ölüme mi gebedir? Soruları çoğaltabiliriz. Ancak 'gör' dedikleri değişmez. İstiğnada bir tehlike vardır. Sahibini rahmete köreltir. Nice lütuftan eder. Doğru yerde başlayanı dahi yanlışa sürükler. Bunları düşünmekle ben de korkuyorum arkadaşım. "Allah ölüm fikrini almasın asla içimizden!" diyorum. Çünkü alırsa sahiden öleceğiz. Kalırsa, inşaallah, bize hayat var. Ademinde vücudu vardır, vücudunda adem var. Demek asıl vücud ademdir. Evet. Ehl-i Sünnet'in parçası olanlar, kendilerini bütünden müstağni görmezlerse, isabet ederler. Çünkü parçanın hayatı bütünün hayatıyla mümkündür. Hiçbir parça bütüne rağmen yaşamaz. Bütünle yaşar. Nur talebelerine de yakışan bütüne karşı müstağnilik değil mütevaziliktir, vesselam.
0 notes
donaiocell · 1 year
Text
Unio Mystica
Collaboration between the visible and the invisible, the physical and the spiritual. Unity with one, unity of existence, mystical union between the infinite and the finite. 'One itself is everything. Everything itself is one.' -Shin Jin Mei
Görünenle görünmeyenin, fiziksel ile ruhsalın işbirliği. Bir ile birlik, varoluşun birliği, sonsuz ile sonlu arasındaki mistik birlik.
'Bir'in kendisi her şeydir. Her şey'in kendisi bir'dir.' -Shin Jin Mei
2 notes · View notes
sebperest · 8 months
Text
youtube
Fosforlu Kalem'de Ömer Ferit Kam merhumun Vahdet-i Vücud isimli eserini ağırladık, Kapı Yayınları'ndan. #kitap
0 notes
deliankarakizi · 25 days
Text
çok kilolu değilim,aşırı zayıfta değilim,kilomu seviyorum,vücudumu da seviyorum,tamam mükemmel vücud hatlarım yok ben kendimi beğeniyorum ama,yemek yemeyide seviyorum,yüzümde aşırı güzel değil ama seviyorum,sivilcelerim var dert etmiyorum
21 notes · View notes
noksanbiri · 9 months
Text
yaaani.
biraz iç dökümü gibi mi olacak? genelde benim iç dökümlerim sayfalarca oluyor ama kendime dönük yapıyorum bunu. gün içinde ne olursa olsun kafamı yastığa koyduğum zaman iki üç dakikada uyuyan insanım. bu huyumu seviyorum. yoksa bazı zamanlar hiç uyuyamayacak olmamı düşünmek korkunç. sabah uyandım ama nasıl uyanmak. biraz gergin sinirli garip bu ruh hali. hiç affedemeyeceğim birisi var. gerçek anlamda var. düşüncemde. her anım değil ama çoğu zaman. gel gitlerle aklıma gelen. insanın savunmasız olması da ayrı bir olay zaten oraya girersem eğer hiçbir zaman çıkamam. neyse kaşlar çatık falan bir bardak çay içtim. bugün hastaneye gitmeyeyim dedim kalabalık olacağını düşünerek ee dedim epeydir gitmediğim Çiğbörek yemeye gidelim. biraz uzak aslında ama abartısız Eskişehir’de olan en iyi Çiğbörek. genelde buraya gezmeye gelenler çarşının göbeğinde olan papağan çiğböreğe gidip yağlı tatsız bir şey yiyip beğenmeyip şehirlerine geri dönüyorlar. bir ananemin çiğböreği bi de Alpu'da olan Mehmet amcanın çiğböreği enfes bir şey. gittik işte. Alpu'ya. ama içimde hala garip bir duygu var. birikmişlik. sinir. nefret demek istemiyorum çünkü ben birisinden nefret edebilecek bir insan değilim ama ona yakın bir his işte. geçmiyor daralıyor beni başka mekanlarda bile. galiba kimseye karşı bu kadar negatif duygular beslemedim. bi yandan da kendime kızıyorum. nedir bu diye. alışık değilim çünkü. sinirlerim. kızarım. yeri geldiğinde bağırırım ama bu bu kadar uzun olmaz. biliyorum kendimi. süre gelen bir şey zaten. galiba böyle de gidecek o insan için bu negatif duygularım. neyse. yedik kalktık çok şükür. markete girelim dedik. eneeee iki tane şekerden tatlı küçük köpek yavruları baktılar baktılar baktılar. girdim ekmek aldım küçük küçük parçalayıp verdim önlerine. ilk başta yerken garip garip sesler çıkarttılar sonra alıştılar herhalde bana normal yemeye başladılar. bırakıp tekrar markete girdim. alacaklarımı aldım kasaya doğru baktım köpek mamaları var küçüklerinden aldım çıktım döktüm önlerine. tabii bunu gören üç beş tane büyük köpeklerden gelenler oldu falan bu küçük miniklere rahat vermediler. bunlarda kaçmadı ama kenarıya doğru çekildi. orada olan iki üç esnafa sordum anneleri yokmuş. gelen giden besliyor dediler. arabaya binerken son bir kez bakayım dedim. ama yemin ederim böyle masum bir bakış olamaz. bak yemin ederim. bunları orada bıraksam kesin bir hafta boyunca aklımdan çıkmazdı. eminim buna. ikiside oturmuş boyunları hafif eğri bana bakıyorlar. geri dönüp attım ikisinide bagaja. kaçırdım yani binevi. getirdim eve yol boyunca ise hiç ses etmediler bi ara durdum iyiler mi diye kontrol bile ettim öyle güzellerdi. bıraktım bahçeye. iki üç kediyle şimdiden kanki oldular bile. kümese girdiler tavuklar biraz sevmedi ama zararsızlar. yaaani yazımı söyle sonlandırayım. sabah uyandığımda içimde oluşan duygular birden bire farklı duygulara evrildi. ben oraya gideceğim de bu yavruları bulup geleceğim eve he? kader biraz da böyle herhalde. şimdi bu küçük yavruları birkaç tane isim türetmenizi isteyeceğim. benim fikrim çok standart ama bir anlamı var. birisinin burun ve vücud kısmı siyah diğerinin ise daha beyaz olduğu için. karabaş - akbaş olsun diyorum. sizlerin fikirleri varsa eğer yoruma yazabilirsiniz. sevgiyle.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
123 notes · View notes
kerim777t · 2 days
Text
Tumblr media Tumblr media
“BEN insanın sırrıyım
İnsan BEN’im sırrım. ALLAH (C.C.)
Gece değmemiş semâ
Dalga görmemiş deniz gibi Gönlü olanalara selâm olsun!.. Bizden...
İnsanın süsü hayâ duygusudur.
Dil ile öğüt verene uyma,
Fiili ile öğüt verene uy.
Nefsinle hasımlanma o senin değildir Sahibine bırak.
Hâlini gizleyen velîdir.
Gıpta, haset, tamah hisleri ile, fazilet, doğruluk, adalet, şefkat süslerine toz kondurma.
Dünyada tek bir mabet vardır.
O da insan vücudu.
Bu vücud bir mekândır.
Kendini temiz tut.
Kudret âlemine cehâlet ayağı ile vurma.
Beyazla olduğun zaman siyahı unutma.
İsbata uğraşma inançlarını; isbat, varlığından şüphe edilen meçhullerin aranma, yoludur.
12 notes · View notes
acizzblog · 2 months
Text
Bilekler de tesettür'e dahildir..!
Kapalı olan hanımın önden çıkan saçı da tesettür'e dahildir..!
Ayak bilekleri de tesettür'e dahildir..!
Kulaklar da tesettüre dahildir..!
Boyun da tesettür'e dahildir..!
Ense de tesettür'e dahildir..!
Vücud âzâları da tesettür'e dahildir..!
Bileklerimiz gözükmeyecek kardeşlerim. Saçınızı Kapattığınızda bonem kayıyor diyerek önden çıkan saçınız da gözükmeyecek, gerekirse bantlayacağız! Ayak Bileklerimiz görünmeyecek, bilekten üstü etek, elbise giymeyeceğiz. İç gösteren şallar, eşarplar takmayacağız, boynumuzu da ensemizi de kapatacağız, gözükmeyecek. Ten görünmedi kapattık ama vücud azâları belli olmayacak kardeşlerim. Teni kapatayım derken vücudu öne sürmeyeceğiz.
Taviz tavizi doğurur. Ne olacak kiii düşüncesi ile kendimizi kandırıp ahirette azabını çekmeyelim İslamın kızlarıı..
17 notes · View notes
mirzablogg · 7 months
Text
Tumblr media
#Bismillahirrahmanirrahim
Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi' ettik. Evet şu güzeran-ı hayat bir uykudur, bir rü'ya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider...
ﺍِﻧْﺴَﺎﻥْ ﺑَﺰَﻭَﺍﻝْ ﺩُﻧْﻴَﺎ ﺑَﻔَﻨَﺎ ﺍَﺳْﺖْ ﺍَﻣَﺎﻝْ ﺑِﻰ ﺑَﻘَﺎ ﺍَﻟﺎَﻡْ ﺑَﺒَﻘَﺎ ﺍَﺳْﺖْ
Kendine güvenen ve ebedî zanneden mağrur insan, zevale mahkûmdur. Sür'atle gidiyor. Hane-i insan olan dünya ise, zulümat-ı ademe sukut eder. Emeller bekasız, elemler ruhta bâki kalır.
ﺑِﻴَﺎ ﺍَﻯْ ﻧَﻔْﺲِ ﻧَﺎﻓَﺮْﺟَﺎﻡْ ﻭُﺟُﻮﺩِ ﻓَﺎﻧِﻰ ﺧُﻮﺩْﺭَﺍ ﻓَﺪَﺍ ﻛُﻦْ
ﺧَﺎﻟِﻖِ ﺧُﻮﺩْﺭَﺍ ﻛِﻪ ﺍِﻳﻦْ ﻫَﺴْﺘِﻰ ﻭَﺩِﻳﻌَﻪ ﻫَﺴْﺖْ
Madem hakikat böyledir; gel ey hayata çok müştak ve ömre çok talib ve dünyaya çok âşık ve hadsiz emeller ile ve elemler ile mübtela bedbaht nefsim! Uyan aklını başına al! Nasılki yıldız böceği, kendi ışıkçığına itimad eder. Gecenin hadsiz zulümatında kalır. Bal arısı, kendine güvenmediği için, gündüzün güneşini bulur. Bütün dostları olan çiçekleri, Güneşin ziyasıyla yaldızlanmış müşahede eder. Öyle de: Kendine, vücuduna ve enaniyetine dayansan; yıldız böceği gibi olursun. Eğer sen, fâni vücudunu, o vücudu sana veren Hâlıkın yolunda feda etsen, bal arısı gibi olursun. Hadsiz bir nur-u vücud bulursun. Hem feda et. Çünki şu vücud, sende vedia ve emanettir.
Hem onun mülküdür. Hem o vermiştir. Öyle ise, minnet etmeyerek ve çekinmeyerek fena et, feda et; tâ beka bulsun. Çünki nefy-i nefy, isbattır. Yani: Yok, yok ise; o vardır. Yok, yok olsa; var olur.
Hâlık-ı Kerim, kendi mülkünü senden satın alıyor. Cennet gibi büyük bir fiatı verir. Hem o mülkü senin için güzelce muhafaza ediyor. Kıymetini yükselttiriyor. Yine sana, hem bâki, hem mükemmel bir surette verecektir. Öyle ise, ey nefsim! Hiç durma. Birbiri içinde beş kârlı bu ticareti yap. Tâ beş hasaretten kurtulup, beş rıbhi birden kazanasın.
İman ve Küfür Müvazeneleri - 84
26 notes · View notes
3-milyarsaniye · 6 months
Text
Tumblr media
Çaresizliğin vücud bulmuş halini aynadan bana bakarken gördüm.
18 notes · View notes
belkidebirharfimben · 2 months
Text
Ebubekir Sifil Hoca her konuda Bediüzzaman'la hemfikir olmak zorunda mı?
Tumblr media
Bunu da bir yazıyla zaptetsem iyi olacak. Geçenlerde, bir ağabeyimin dikkatimi çekmesiyle, Samet Yahya Bal kardeşin youtube videolarından birisini izledim. Tam başlığı şöyle: "Ebubekir Sifil Said Nursî'nin Büyük Hatasını İfşa Etti!" Gerçi, videoyu izlediğinizde, başlıkta söylenilen şeyin içerikle tam uyuşmadığını seziyorsunuz. (Yahut da en azından sondaki ünlem işareti bir 'parantez içi ünlem' olmalıydı.) Çünkü, Samet Yahya Bal kardeş, Bediüzzaman Hazretlerinin büyük bir hatasının ifşa edildiğini düşünmüyor. Hatta ortada hata olduğunu da düşünmüyor. Evet. İsabet ediyor. Ben de Bediüzzaman'ın bu konuda hatalı olduğunu düşünmüyorum. Ancak başlıkta, herhalde ilgiyi videoya çekmek için, böylesi bir yol izlenmiş. Eh, her yiğidin bir yoğurt yeyişi var. (Kendim de başlıklarım dolayısıyla çok azar işittiğimden fazla kelam etmeye cür'et edemiyorum.)
Fakat videoyu izledikten sonra benim de damağımda bazı acı tatlar kaldı. Bazı 'keşke'ler içimde söylendi. Şimdi ben de tenkidlerimi maddeler halinde beyan etmeye çalışayım. İnşaallah faydası olur. Evet. Bismillah her hayrın başıdır. Ve Bismillah:
1) Videonun içeriğiyle ilgili de bazı sıkıntılar var. Mesela: Ebubekir Sifil Hoca'nın konu hakkındaki beyanı çok kısa bir aralıkla izletiliyor. Öncesinde-sonrasında ne denmiştir? Buralara baktırılmıyor. Ebubekir Hoca'nın üslûbuna aşinalığımdan zannederim, o video en az beş-altı dakikalık falandır, o da en az. Çünkü Ebubekir Hoca, birşey hakkında konuşacağı zaman, altını iyice döşemeden, etrafını iyice çevirmeden, arkasını bir güzel toparlamadan mevzuu kapatmaz. Bu metod onda taş gibi yerleşmiştir. Maşaallah. Neredeyse on yıldır derslerinin sıkı bir takipçisiyim. Okumadığım kitabı olmadığını zannediyorum. Hatta bazılarını birkaç kez okumuşumdur. O nedenle Samet Yahya Bal'ın böyle kısa kesitler üzerinden tenkidini beğenmedim. Nihayetinde karşımızdaki çok kıymetli bir ehl-i sünnet âlimidir. Dine hizmeti denizler kadardır. Bizden, mademki biz de iman davasının neferleriyiz, herkesten daha fazla saygı görmeyi hakeder. Bu nedenle kesitin tamamının koyulmasını veya en azından tamamının linkle paylaşılmasını beklerdim. (Geç değildir. Birincisi elden gelmiyorsa da ikincisi için yol gayet açıktır.)
2) Ebubekir Sifil Hoca'nın her konuda Bediüzzaman'la aynı fikirde olmadığını biliyorum. Hoca zaten bunları beyan etmekten de çekinmez. (Mesela: Ebced-cifir meselesi.) Ancak şunu da biliyorum: İslam ulemasının ihtilafı yeni birşey değildir. Mezkûr konular hakkında ilk kez ihtilaf edenler Ebubekir Hoca ile Bediüzzaman da değildir. İkisinin de dayandığını asıllar olmakla birlikte birisi bir delilden tutmuştur, öteki başka bir delilden tutmuştur, bu tutuşmalar da normaldir. Hep olmuştur. Şunu İslam tarihinden kaldırabilmeye cür'et edebilecek var mıdır? Bunca cahilliğim içinde böyle bir iddiaya girişecek olanın aklına şaşarım. Bence ulemamız içindeki ihtilaflar kıyamete kadar devam edecektir. Hem bizim için bereketli yanları da olacaktır. "Ümmetimin ihtilafı rahmettir!" çok kıymetli bir düstûrdur. Yeter ki taraflar Ehl-i Sünnet dairesinin içinde kalsınlar. Birbirlerinin hürmetini kırmasınlar. İfrat etmesinler. Hakarette bulunmasınlar. Gerisi olmuştur, oluyordur, hep olacaktır da...
3) İbn-i Arabî Hazretlerinin durumu ihtilafların olduğu meselelerden birisidir. Samet Yahya Bal videosunda bütün Ehl-i Sünnet ulemasının İbn-i Arabî Hazretlerinin istikametine şahitlik ettiğini beyan ediyor. Doğrusu buna taaccüb ettim. Çünkü öyle olmadığını çok eserlerde okumuştum. Sözgelimi: Ömer Rıza Doğrul'un İslamiyetin Geliştirdiği Tasavvuf'unda İbn-i Arabî Hazretleri kendisine başlık açılmış bir meseledir. Orada, Doğrul, ulemanın İbn-i Arabî Hazretleri hakkındaki ihtilafını anlattıktan sonra 'savunanlar' ve 'yerenler' hakkında küçük birer liste de verir. Benim okumalarımdan anladığım: Tasavvuf tarafı olanlar genelde İbn-i Arabî Hazretlerini tevillerle anlamaya çalışmışlardır. Ehl-i Zâhir uleması diye tarif ettiklerimizse daha bir sert davranmışlardır. Bunların tutumları da kendi içinde farklı farklıdır. Hep bir derece olduklarını söylenemez. (Mesela: İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin Mektubat'ta İbn-i Arabî Hazretlerine tavrı Bediüzzaman'ın tavrından biraz daha sert gelmişti bana. "Fütuhat-ı Medeniye (sünnet-i seniyye) varken Fütuhat-ı Mekkiye'ye (İbn-i Arabî Hazretlerinin eseri) bakılmaz!" gibi ifadeleri vardı.) Dolayısıyla ümmetin ihtilaf edegeldiği bir meselede Ebubekir Sifil Hoca gibi (veya evvelinde Mustafa Sabri Efendi merhum gibi) tasavvufa intisabını bilmediğim bir hocanın bakışı, elbette Nakşibendî-Halidî medreselerinde yetişmiş bir Bediüzzaman'la aynı olmayabilir. Burayı kaşımanın da çok bir anlamı yoktur. Zira ne kadar kaşırsanız kaşıyın bu iyi yaka birbirine kavuşmaz. Kavuşması da gerekmez. O orada, bu burada güzeldir, yerindedir. Allah hepsini bir hikmetle yaratmıştır.
4) Samet Yahya Bal, videonun ortalarına yakın, 'kavaid-i ehl-i sünnet' meselesini 'niye öyle yaptığını anlayamadığım' bir yere bağladı. Ehl-i Sünnet ulemanın içtihad farklılıklarını anarak İslam'ın bu kavaid içine hapsedilemeyeceği gibi birşeyler söyledi. Doğrusu çok taaccüb ettim. O ihtilafların Ehl-i Sünnet usûlü dışında mı yapıldığını düşünüyordu? Herhalde öyle düşünüyordu ki böyle bir delil getirdi. Bu delillendiriş çok yanlıştır. Müçtehidlerin usûlleri elbette birbirlerinden farklı olabilir. Malikî usûlü, Hanefî usûlü, Şafiî usûlü birbirinden farklı detaylar içeriyor olabilirler. Fakat, dikkat buyurunuz, bunların tamamı yine Ehl-i Sünnet içinde usûllerdir. Birbirlerini Ehl-i Sünnet kabul ederler. Sözgelimi: İmam Şafiî rahimehullah, Malikî usûlünü bizzat İmam Malik rahimehullahın kendisinden, Hanefî usûlünü İmam-ı Âzâm rahimehullahın en büyük üç talebesinin üçüncüsü olan İmam Muhammed rahimehullahtan ders almıştır. Her üçü hakkında da sitayişkâr sözleri vardır. Kendi usûlünün farklı olması onları Ehl-i Sünnet bulmadığından değildir. Ehl-i Sünnet en geniş dairedir. Bunlar o geniş dairenin içindeki yollardır. O yüzden biz birbirimizin arkasında namaz kılarız. Ama tutup bir Caferî'nin arkasında namaz kılmayız. Dolayısıyla Kur'an, hadis, icma, kıyas dörtlüsüne gerektiği gibi değer veren o geniş dairedeki ihtilaf yine 'kavaid-i ehl-i sünnet içinde' bir ihtilaftır. Dışı değildir. Samet Yahya Bal kardeşin bu yolla yaptığı istidlal doğru değildir. Hatalı bir argümandır.
Peki 'taassub' ile kastedilen nedir? Herhalde Bediüzzaman'ın buradaki kastı, 'körükörüne' değil, Mustafa Sabri Efendi merhumun İbn-i Arabî Hazretlerinin şahsını teviller ile kurtarmaya pek yanaşmamasıdır. Zira zâhir uleması murabıt gibidirler. Tasavvuf ehli akıncı gibidirler. Murabıtlar sınırları korudukları için çok hassaslardır. Akıncılar fetih için çabaladıklarından ileri-geri çok at oynatırlar. İslam'ın yayılışı genelde mutasavvıflar eliyle olmuştur. Esaslarının korunması ise murabıtların himmetiyledir. (Allah hepsinden razı olsun.) Ve zâhir uleması ile bâtın ulemasının hassasiyetleri de kimi hususlarda başkalaşmıştır. Tasavvuf tarihini inceleyenler bu türden tartışmalara hep rastlarlar. Hatta mutasavvıflar içinde de birbirlerine murabıtlık yapanlar olmuştur. (Nakşibendiler bu açıdan tasavvuf ehli içinde murabıt gibidirler. Tarikat içinde şeriatın muhafazasına ayrıca dikkat ederler. İmam Kuşeyrî, İmam Gazalî gibi hazretler de yine bu sadedde sayılabilir isimlerdir.)
5) Peki, Samet Yahya Bal'ın hiç mi isabeti yok? Elbette var. Bediüzzaman'ın Mustafa Sabri Efendi merhuma hürmetini anarken doğru yapıyor. (Gerçi bu hürmeti Ebubekir Sifil Hoca da bilir zaten.) Ve mezkûr mektubun sadedinin Mustafa Sabri Efendi'nin Musa Bekuf'a (Musa Carullah'a) yaptığı bütün eleştirileri 'ifrat bulmak' temelinde olmadığını belirtmekle doğru yapıyor. Evet. Hakikaten o mektubun sadedi bu değildir. O mektubun sadedi, meşhur reddiyeleşmeler sırasında, İbn-i Arabî Hazretlerinin şahsiyeti hakkında söylenenlerdir. Bediüzzaman, haklı bir şekilde Mustafa Sabri Efendi merhum Musa Carullah'a atış yaparken, arada İbn-i Arabî Hazretlerinin daha fazla kollanması gerektiğini düşünüyor. Ve Mustafa Sabri Efendi merhumu da, değil reddiyeleştiği için, İbn-i Arabî Hazretlerini hakkıyla kollamadığı için 'ifrat' içinde buluyor. Lakin mektubun devamında Mustafa Sabri Efendi'nin Musa Carullah'a tenkidlerinde doğru bir yerde durduğunun da altını çizmektedir:
"Birisi ifrat etmiş, diğeri tefrit ediyor. Mustafa Sabri gerçi müdafaatında Mûsâ Bekûf'a nisbeten haklıdır; fakat Muhyiddin gibi ulûm-u İslâmiyenin bir mucizesi bulunan bir zâtı tezyifte haksızdır..."
Ebubekir Sifil Hoca, eğer, Bediüzzaman'ın, Mustafa Sabri Efendi merhumun Ehl-i Sünnet çizgisini savunmasını 'ifrat' olarak gördüğünü anlamışsa, elbetteki mektubu yanlış anlamıştır. Zira Risale-i Nur'da Ehl-i Sünnet kelimesini şöyle bir aratsanız mürşidimin durduğu yerin ne kadar sabit olduğunu görürsünüz. Kendisini kesinlikle Ehl-i Sünnet içinde tanımlamaktadır. Kurtulmayı da ancak Ehl-i Sünnet dairesi içinde olmakta, ona sığınmakta-tutunmakta gördüğünü belirtmektedir, bu konuda mürşidimin bir 'acaba'sı yoktur. Ancak Ehl-i Sünnet ulema içinde İbn-i Arabî Hazretlerinin makamının yüce olduğunu düşünen yalnız Bediüzzaman değildir. İmam Suyutî rahimehullah gibi çokları onu müdafaa etmişlerdir. Kaldı ki: Bediüzzaman'ın mutasavvıf bir yanı vardır. Kendisi tarikat şeyhi olmasa da terbiyesinden geçmiştir. Birçok hatırada, hatta mektuplarında bile, beyan ettiği gibi birkaç tarikattan irşadda bulunabilme salahiyetine sahiptir. (Ancak kimseye tarikat dersi vermemiştir.) Üstelik Mustafa Sabri Efendi merhum gibi Hanefî-Maturidî değil Şafiî-Eş'arîdir. Eh, elbette, her konuda hemfikir olmaları beklenemez.
6) Ebubekir Sifil Hoca'nın Risale-i Nur'u okumadığını söylemek büyük hatadır. Arkadaşlar, okumadığım kitabı yok, izlemediğim de çok az dersi var. (Yeni çekilenleri de yavaş yavaş izliyorum.) Ebubekir Hoca'nın gerek kitaplaşmış gerek kitaplaşmamış birçok makalesinde Bediüzzaman'ı savunduğunu ben biliyorum. Üstelik eserlerinden alıntılar yaparak ona yapılan bazı suçlamaların yanlışlığına dikkat çekip cerh ediyor. Bir dönem FETÖ'ye de İçtihad Risalesi gibi eserlerden alıntılar yaparak reddiye de bulunduğunu yine kitaplarını okumuş olanlar bilirler. Ebubekir Sifil Hoca Risale-i Nur'u biliyor. Ancak elbette onu bir nurcu gibi görmüyor. Bu hususta da biz nurcuların biraz kendi fanusumuzdan çıkmamız lazım. Herkesin tastamam Bediüzzaman'ın her fikrine katılması gerektiğini düşünüyoruz. Bunu içimizde düşünmenin bir arızası yok ama ümmete dayatıyor bir hale gelmek de doğru değil. Bu ümmetin içinde nice âlimler çıkmış. Allah hepsine rahmet etsin. Kimse tek bir ekolde birleştirmeyi başaramamış. Demek bu ihtilaflar hep sürecek. 'Hep sürecek' gibi yaşamayı unutmayalım.
Kendimizi ifade edelim. Tamam. Lakin her farklı düşünenin de hakaret ettiğini sanrılamayalım. Evet. Ebubekir Hoca'nın (veya daha başka bir Ehl-i Sünnet âliminin) Bediüzzaman'ın hata ettiğini düşündüğü yerler olabilir. Bunda dayandığı asıllar da olabilir. Bizim delillerimizi delilden saymıyor da olabilir. Dört mezhep içinde böyle ihtilaflar yok mu? Oniki tarikat içinde böyle tartışmalar olmamış mı? Heyhat! Yoktur diyenin ilimden nasibi yoktur. Bunlar hep olmuştur. Öyleyse? Öyleyse alışmak lazım.
Bediüzzaman Hazretleri, Seyyid Abdülhakim Arvasî Hazretleriyle ebced-cifir meselesinde düştükleri ihtilafla ilgili olarak, bir mektubunda şöyle demiyor mu:
"Gayet ciddî bir ihtarla bir hakikati beyan etmeye lüzum var. Şöyle ki: 'Gaybı Allah'tan başkası bilemez!' sırrıyla ehl-i velâyet, gaybî olan şeyleri, bildirilmezse bilmezler. En büyük bir velî dahi, hasmının hakikî halini bilmedikleri için, haksız olarak mübareze etmesini Aşere-i Mübeşşerenin mabeynindeki muharebe gösteriyor. Demek, iki veli, iki ehl-i hakikat birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler. Meğer, bütün bütün zâhir-i şeriate muhalif ve hatâsı zahir bir içtihadla hareket edilmiş ola. Bu sırra binaen 'Öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenler...'deki ulüvv-ü cenab düsturuna ittibaen ve avâm-ı mü'minînin şeyhlerine karşı hüsn-ü zanlarını kırmamakla, imanlarını sarsılmadan muhafaza etmek ve Risale-i Nur'un erkânlarının haksız itirazlara karşı haklı, fakat zararlı hiddetlerinden kurtarmak lüzumuna binaen; ve ehl-i ilhadın iki taife-i ehl-i hakkın mabeynindeki husumetten istifade ederek, birinin silâhıyla, itirazıyla ötekini cerh edip ve ötekinin delilleriyle berikini çürütüp ikisini de yere vurmak ve çürütmekten içtinaben, Risale-i Nur şakirtleri, bu mezkûr dört esasa binaen, muarızlara hiddet ve tehevvürle ve mukabele-i bilmisille karşılamamalı. Yalnız kendilerini müdafaa için musalahakârâne, medâr-ı itiraz noktaları izah etmek ve cevap vermek gerektir. Çünkü bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti miktarında bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip bozmuyor, kendini mazur biliyor; ondan nizâ çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder; ehl-i dalâlet istifade ediyor." 
Ben, şahsen, Ebubekir Sifil Hoca'yı sırtımda taşımayı dileyecek kadar çok seviyorum. Namazlarımdan sonra ona, İhsan Şenocak Hoca'ya ve birkaç isme daha afiyet-istikamet duası ediyorum. Onları bu imtihanlı asırda semadaki yıldızlar gibi biliyorum. Yarın kıyamet kopsa, mizan kurulsa, cennetlik-cehennemlik ayrılsa; inşaallah; Ebubekir Sifil Hoca'nın, Mustafa Sabri Efendi merhumun, Zahid el-Kevserî Hazretlerinin, Bediüzzaman'ın kolkola cennete gireceklerini umut ediyorum. Böyle gördüğüm zaman içimde hiçbir ayrılık-gayrılık kalmıyor. Kardeşlerime de böyle bir bakış tavsiye ederim işte. Birisi Ehl-i Sünnet dairesinde hizmet ediyorsa başımızın tâcıdır. İhtilafımız daire içinde bir ihtilaftır. Yalnızca burası için geçerli bir ihtilaftır. Öteki tarafta hükmü yoktur. Hele ki Ebubekir Sifil Hoca gibi hizmet ediyor olsun. Onun dersleriyle imanının kurtulmasına vesile oldukları hiç az değildir. Allah afiyetle nice imanlar kurtarmak nasip eylesin. Âmin. Âmin. Âmin. Ya Allah, ya Hakîm, ya Rahîm.
2 notes · View notes
selmanar · 1 year
Text
AREFE VE KURBAN
Bugün arefe günü.
Yarın kurban günü.
“Yevmü arefe-arefe günü”
Peki bugün neye arif olduk?
Yarın neyi kurban edeceğiz?
Ariflik makamına ermeden, Allah’a kurban olunur mu?
Her yerde Allah’a şahit olmadan, ariflik olur mu?
Arif olmayan Allah’a teslim olabilir mi?
Allah’ı tanımayan, arefe günü sırrına erebilir mi?
"Arefe" kelimesi, "ârif" kelimesinden gelir.
Ârif kelimesi; kendi beden mülkünden Allah’ın ulviyetine yükselmek, bilmek, şahit olmak, tanımak, idrak etmek, makam makam yükselmek anlamlarına gelir.
"Men arefe nefsehû fekad arefe Rabbehû."
Kendine ârif olan, yani kendini bilen, Rabb'ini bilir.
İnsanın bedeni insanın kendine mi aittir?
İnsan kendine arif olmalı, yani bedeninin sahibini bilip, kendine varlık nispet etmemelidir.
İnsanın varlığı Allah’a aittir.
Allah’a arif olan, O’na kurban olur, yanı kendi varlığından geçer.
İnsan, kendinde ve her yerde Allah’a şahit olmalıdır.
Ariflik, şahitlik makamından geçer.
Allah’ı bilmeyen kendinde kalır, ben benim diyerek kurban makamına eremez.
Kurban, her şeyiyle Allah’a teslim olmak, kendi varlığından geçmektir.
Kurban, kurbiyet sırrıdır.
Ben benim egosundan kurtulmak, Allah’ın ulviyetinden yokluğunu bilmektir.
Ey kardeşim!
Gel arefe günü nedir düşünelim?
Gel her varlıkta âyetlere erişelim.
Allah’a ait tecellilere arif olalım.
Allah’a şahit olalım, O’nu tanıyalım bilelim, O’na kurban olalım.
Bil ki kurban Allah’a kurban olmaktır.
Allah’a kurban olan, fenâfillah makamına erişendir.
Yani Allah’ın ulviyetinden kendinden geçendir, kendine varlık nispet etmeyendir.
Allah’ı tanımadan, O’na şahit olmadan, ariflik gününe erişmek olabilir mi?
Ariflik, kişinin kendi vücud şehrinde ver her varlıkta Allah’ı tanımak O’na teslim olmaktır.
Afere gününüz mübarek olsun.
Allah’a kurbiyetiniz mübarek olsun. Ismaıl Dinçer
51 notes · View notes
yalnzardc · 10 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Ey nur-ı sirac-ı kandil-i ekvan
Nurunla münevver vücud-i imkan
Mücrim Seyrani'nin derdine derman
Sensiz olmaz olur seninle illa
8 notes · View notes
naftalin2027 · 4 months
Text
• ━━━━━ •❁᭄ꦿ ❁• ━━━━━ •"Ey insan! Fenaya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz. Siz fenaya değil, bekaya gidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u daimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nura giriyorsunuz. Sahip ve Mâlik-i Hakiki’nin tarafına gidiyorsunuz ve Sultan-ı Ezelî’nin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz".• ━━━━━ •❁᭄ꦿ ❁• ━━━━━ ••| (Mektubat, sh. 228)🤎• ━━━━━ •❁᭄ꦿ ❁• ━━━━━ •┄┅═══🪶═══┅┄• @siyerinebi571✓┄┅═══🪶═══┅┄
4 notes · View notes
gozlerimdekiparilti · 4 months
Text
Ucuz bakım tavsiyeleri vereyim.
Diş beyazlığı için düzenli misvak kullanımı, vücud peeling için ipek kese, cilt lekeleri için arbutin+hyaluronic acid, nemlemdirici olarak hindistan cevizi yağı, saç bakımı için keten tohumu. Dudak nemlendiricisi kantaron yağı veya hindistan cevizi yağı.
3 notes · View notes
blue1daisy · 7 months
Text
SORU: Cünüp olan kimsenin tıraş olması veya tırnak kesmesi caiz midir?
CEVAP: Cünüp olan kimsenin yıkanmadan tıraş olması ve tırnak kesmesi haram olmasa da iyi değildir.
İmam-ı Gazali, İhyau Ulumid-Din kitabında şöyle diyor: "Cünüp olan kimsenin tırnak kesmesi, tıraş olması, etek ve koltuk altını temizlemesi, kan aldırması veya vücuttan herhangi bir parça kopartması uygun değildir. Çünkü ahirette bütün vücud geri döneceğinden yıkanmadan kesilen veya tıraş olunan şey cünüp olarak dönecektir."
Kaynak : Günümüz Meselelerine Fetvalar | Halil GÖNENÇ
3 notes · View notes
ismail-imkurbanim · 1 year
Text
GÖZÜN GÜNAHI
Gözün beş tane günahı var. Bu beş günahtan birisi, kötülükleri görmek... Kötülükleri görmek kâfî geliyor insan için... Çünkü insanın insanlığı, ancak gönlünün kemâle erişmesiyledir. Gönül ne kadar Allahıyla meşgul ise, Allah'ına ne kadar bağlıysa; o gönülde o kadar nur vardır.
Binâen aleyh, mâsıyet yerlerine gidildiği vakitte, o gözler vasıtasıyla gönle zehirler akar. Sen diyeceksin ki:
--Televizyonda ne zarar var?.. Bugün işte ilmin kemâlini gösteren bir şey bu. Onunla bütün dünyanın her şeyini görüyoruz.
İyiliklerini gördüğün vakitte çok iyi ama, kötülüklerini gördüğün vakitte, gönle akan zehirler senin gönlünü öldürür. Gönül öldükten sonra vücudunun hiç kıymeti yok! Vücud yaşamış, yaşamamış; hiç kıymeti yok!.. İş gönüldedir.
Onun için, o gönlü muhafaza edecek olan gözün kötülere bakmaması lâzım, günahlara bakmaması lâzım!.. 
Mahmud Es'ad Coşan Rahmetullahi Aleyh
7 notes · View notes