Tumgik
#said nursi
ilmiyyat1453 · 5 months
Text
Tumblr media
Piyango haramdır!
"Dünya için din feda olunmaz."
Bedîüzzaman Said Nursî
36 notes · View notes
kevkebus-subh · 11 months
Photo
Tumblr media
“Gururu Bırak... Aczini Anla...Malikini Tanı... Vazifeni Bil... Dünya’ya Ne İçin Geldiğini Öğren...”
79 notes · View notes
hayrabay · 10 months
Text
Yâ İlahî ve yâ Rabbî!
Ben, imanın gözüyle ve Kur'an'ın talimiyle ve nuruyla ve Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın dersiyle ve ism-i Hakîm'in göstermesiyle görüyorum ki: Semavatta hiçbir deveran ve hareket yoktur ki böyle intizamıyla senin mevcudiyetine işaret ve delâlet etmesin.
Ve hiçbir ecram‑ı semaviye yoktur ki sükûtuyla, gürültüsüz vazife görerek direksiz durmalarıyla, senin rububiyetine ve vahdetine şehadeti ve işareti olmasın.
Ve hiçbir yıldız yoktur ki mevzun hilkatiyle, muntazam vaziyetiyle ve nurani tebessümüyle ve bütün yıldızlara mümaselet ve müşabehet sikkesiyle senin haşmet-i uluhiyetine ve vahdaniyetine işaret ve şehadette bulunmasın.
Ve on iki seyyareden hiçbir seyyare yıldız yoktur ki hikmetli hareketiyle ve itaatli musahhariyetiyle ve intizamlı vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle senin vücub‑u vücuduna şehadet ve saltanat‑ı uluhiyetine işaret etmesin!
Risale-i Nur-Şualar/43
39 notes · View notes
Text
Ya düşen de düştüğünü farketmeyince?
"Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra da onu aşağıların en aşağısına indirdik." (Tin sûresi, 4-5)
Huzursuzluğun 'boşluk'la, boşluk hissinin 'anlamsızlık'la, anlamsızlığın da 'tevhidden kopuş'la ilgili olduğunu düşünüyorum arkadaşım. Evet. Boşluğu hissettiğimiz anlar aslında düştüğümüzü sezdiğimiz zamanlardır. Düşmek bütünden kopmaktır. En yamanı bütünün anlamından ayrılmaktır. Boşluklar hakkında bizi tedirgin kılan şey de bu düşme hissidir. Düşme demek 'daha kötü' demek. Daha aşağısı demek. Alışılandan uzaklaşma demek. Meçhul demek. İnsan bilmediğinden korkar. Çünkü bilinmeyen tutunulamayandır. Alışılmamıştır. Ülfeti yoktur. Tekrar edilmez. Yarını öngörülmez. Bilmek bir tutunma şeklidir nihayetinde. Hatıralarımız dahi dünyaya bağlandığımız iplerdendir.
Dikkat edelim: 'Şey' denilebilecek her neye dair yeni birşeyi malumatımıza eklesek, aslında, o şey hakkında tutunacaklar-kulplar edinmişiz gibidir. Tutunmak rahatlatır. Tutunmak kolaylaştırır. Tekrarı mümkün kılar. Cennetten dünyaya yolculuğun 'düşme'yle isimlendirilmesi bununla da ilgilidir belki. Bilinmeyene bir yolculuktur bu. Korkuludur. Düşmeyse korkunun ikizidir. Sanki onun yoludur.
Bilim birşeyi kanuna bağladığında neden rahatlıyoruz? Çünkü o şey artık tekinsiz olmuyor. Kestirilebilirliğin güven hissini veriyor. Determinist sanrı, bu güven hissini suistimalle kimilerini şirke bulaştırsa da, kestirilebilirlik, hem kainat hem insanlar hakkında bizi rahatlatır arkadaşım. Dengesiz insanların korkutucu gelmesi bundandır. Karşılarında kendimizi sürekli bir düşme hissiyle boğuşur buluruz. Gerilir de geriliriz. Değişken insanlar bu hissi çok sık yaşatırlar. Hele bir de onları seviyorsak...
Çocukların depremi 'tepkileri kestirilebilir olmayan ebeveynler'iyle yaşadıkları düşüşlerdir. Dengesiz anne-babalar evlatlarını tedirgin kılar. Yasası bir türlü kavranamayanlar karşısında yaşanılan da düşme hissidir. Uyanacağı dünyanın güvenli olduğu ümidiyle yatağa girmeyen çocuk düşmekten kurtulamaz. Tutunacak başka şeyler arar. Sığınacak yerler arar. Arkadaşları olur çoğu zaman kaçtıkları.
Düşme hissinin şifası için tutunabileceği 'bilgiler/bilmeler' peşinde koşar. 'Tekrar cenneti'ne ulaşmaya çalışır. Madde aldığında düşlediği sanrıyı yaşıyorsa, Allah korusun, kulp olarak onu bile seçebilir. Bütün derd u meselesi düşme hissini azaltmaktır. Hakikate sığınamayan, daha az boşluk için, sanrılarına sığınır. Dikkati dağıtmak, insanı uçurumdan kurtarmaz ama, süreci daha az can acıtıcı kılar.
Gaflet, yaşattığı aynılıkla, mezkûr tekinsizliği 'gidermiş gibi' sanrılattığından cazibedar gelir. Yani, gaflet, 'düşenin düştüğünü de farketmemesi'dir. Onu günahtan daha korkutucu yapan da budur. Günah işleyenin, farkındaysa, tevbe ihtimali vardır. Pişmanlığı tevbe olabilir. Fakat gaflette olanın, ayılmadıkça, böyle bir imkanı da yoktur. Tutunacak birşeyi olmayanlar, onların vesilesiyle daha yukarılara çıkamayanlar, en azından düşmenin verdiği işkenceden kurtulmamalıdır. Gaflet yaşattığı sanrıyla bu işkenceyi elimizden alır. "Gaflet hissi iptal ediyor. Ve bu zamanda öyle bir derecede iptal-i his etmiş ki bu elîm elemin acısını ehl-i medeniyet hissetmiyorlar..." derken mürşidimin dikkatimizi çektiği de budur.
Dikkat edersen yokoluşla 'boşluk' arasında da bir ilgi görünüyor arkadaşım. Âlemin fenaya gidişi kalbimizdeki yarım kalmışlıkla karşılığını buluyor. Boşluk fenadan besleniyor. Evet. Heba olduğunu hissettiğimiz herşeye karşı bir kırılma yaşıyoruz. Bir değmezlik ruhumuzu sarıyor onlara karşı. Bir küsmeklik geliyor hayata herbirinden. Hatta her anından... Tevhid ile büyük resme, sonsuz bir anlama, kavuşturamadığımız herşeyden tedirginlik duyuyoruz. Çünkü hususi manzaramızın büyük resimden koptuğunu seziyoruz.
Rousseau Yalnız Gezerin Hayalleri'nde der ki: "Hiçbir mekanik hareketimiz yoktur ki, aramasını bilirsek, sebebini kalbimizde bulmayalım." Kainat kıyametine doğru akarken biz de içimizdeki boşluğa doğru akıyoruz. Kalabilmemiz için 'bakiye tebdil etmenin çareleri'ni bulmaya ihtiyacımız var. İşte bu çaba tastamam bir tutunma çabasıdır: "Ve o dalgalı muharebe meydanı ise, şu fırtınalı dünya yüzüdür ki, durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: 'Madem herşey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdil edip ibkà etmek çaresi yok mu?'"
8. Söz'ün hayatı 'kuyuya düşme' meseliyle anlatması öylesine bir seçim mi? Asla. Aslında tam yaşadığımızdır. Tutunacak bir iman, hakikat, anlam bulamadığımızda tıpkı o kahramanların soluduğu cinsten bir düşme hissiyle boğuşuyoruz bitevi: "Ne ölüyor ki kurtulsun, ne de yaşıyor; böylece azap çekiyor."
Teselliyi dalda, yani daldaki aynılıkta, aramamak lazım. Bu mümkün değil. Ne duygularımız ne de yaşadıklarımız aynı kalmayacak-kalmıyor. Her doğan ölüyor. Her genç yaşlanıyor. Her başlayan bitiyor. Ardındaki esmaü'l-hüsnanın 'anlam aynılığı' huzur vermeli. Düşürmeyecek kulp o. Doğru 'aynılık' o. Aynılık somutta değil soyutta yani. Maddede değil manada. Parçada değil bütünde. Şunu da bir düşün arkadaşım: Kur'an kendisine neden 'sapasağlam kulp' diyor? Düşmelerimize tam şifa verdiği için olabilir mi? Yani, şu ifadenin, psikolojide de böyle bir tefsiri yapılabilir mi? Öyle ya, her kulp elle tutulmaz, bazıları var ki ancak kalple kavranabilir. Onlara da 'anlam' denir. Demek, bâki anlamlara tutunmak için inayet yine Rabb-i Rahîm'dendir. Zira kaynağı Odur. Anlamlar ilminden doğar. Bahşetmesiyle bilinir. Onun bıraktığı kadar kalır. Biz de anlamını yalnız Ondan dileyelim. Âmin.
3 notes · View notes
ismetgurbuz1994 · 6 months
Text
Tumblr media
''Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır.''
Bediüzzaman Said Nursi
7 notes · View notes
reyliika · 2 years
Text
Dost istersen Allah yeter,
Yârân istersen Kur'an yeter,
Mal istersen kanaât yeter,
Düşman istersen nefis yeter,
Nasihat istersen ölüm yeter.
23 notes · View notes
sebperest · 5 months
Text
Tumblr media
Bu ay da böyle geçti. Mesnevî-i Nuriye'nin Ümit Şimşek tercümesine daha evvel başlamıştım. O da hitamıyla bu aya tevafuk etti. Güzel kitaplar seçmişim. Kendimi tebrik ettim. Fosforlu Kalem'lerini çekeyim. Sonra yine kütüphane yolu görünüyor.
2 notes · View notes
menittebeazzikra · 2 years
Text
Ey nefsim ! Deme, zaman değişmiş, asır başkalaşmış; herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur.
Çünkü, ölüm değişmiyor!
Bediüzzaman Said Nursi Hz. (k.s)
55 notes · View notes
aklievvel · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media
Tefekkür, gafleti izale eder. Dikkat, teemmül; evham zulümatını dağıtıyor.
Risale-i Nur
32 notes · View notes
islaminnuru · 2 years
Quote
Allâme Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi merhumdan, feragate ait şöyle bir söz işitmiştim: "İslâm bugün öyle mücahitler ister ki, dünyasını değil, âhiretini dahi feda etmeye hazır olacak."
Tarihçe-i Hayat
6 notes · View notes
serazad · 2 years
Text
Ona yıldızların icadı zerreler kadar kolay gele
Ve en büyük şey, en küçük şey gibi kudretine musahhar ola
Ve hadsiz efrad, bir fert gibi nazarında hazır ola
Ve bütün sesleri birden işite
Ve umumun hadsiz hâcâtını birden yapabile
Ve hiçbir mekanda olmadığı halde, herbir yerde ve herbir mekanda kudretiyle, ilmiyle hazır ola.
Lemalar
6 notes · View notes
ilmiyyat1453 · 2 years
Text
Tumblr media
"İnsanın en birinci üstâdı ve tesirli muallimi onun validesidir."
Said Nursî (rahmetullâhi aleyh)
63 notes · View notes
dai-ilallah · 7 days
Text
0 notes
Text
youtube
0 notes
belkidebirharfimben · 10 months
Text
Değişmek istemeyenin hidayeti yoktur
Tumblr media
Elbette biliyorum arkadaşım. Hidayet Allah'ın hediyesidir. O yakmadıktan sonra hiçbir kalpte nur yoktur. Fakat, 'Allahu a'lem!' kaydıyla diyeyim, tutuşmak için biriktirilecek bir sermayenin varlığını sezinliyorum ben. Nedir? 'Bedel'dir. Yani, hidayet, 'bedel ödemeye hazırlara' teşrif eden bir kıvılcımdır. Bilgiyle ancak 'bedelini ödemek üzere' muhatap olursanız hidayet eylemeye başlar. Bedeli göze alınmamışın hidayeti de yoktur. Malumat bedelsiz hayata dönüşmez. Yapılmak üzere dinlenmemiş nasihat tesir etmez. Bu yüzden, belki birçok müslümandan çok İslam'ı bildikleri halde, oryantalistlerin ekseri müslüman olmamıştır. Yine, Aleyhissalatuvesselam Efendimizi evlatlarından daha iyi tanıdıkları halde, pekçok müşrik hidayet pınarını yudumlayamamıştır. Evet. Hidayet silbaştan yeni bir varlık telakkisini yüklenmeyi gerektirir. O güne kadar sürmüş bozuk düzenin, içten dışa, değişmesi anlamına gelir. Belki bu değişim sırasında menfaatler yitirilecektir. Belki içimizdeki koca koca iddialar yıkılacaktır. Belki dostlar bile hasımlaşacaktır. (Allah razı olsun hepsinden: Sahabe, en ateşli şekillerde, ödenmesi gerekeni ödedikleri için başkadır.) Muannidlerse 'değişmek için' muhatap olmamışlardır zaten bilgiyle. Neşterin sızısını yüklenmemişlerdir. Nehir de ıslanmayı sevmeyen bu talihsizlerin yanından akıp gitmiştir. Gözlerine görünmüştür, hoş sesini duyurmuştur, ama parmaklarının ucunu dahi ıslatmamıştır.
Kibrin mübarek metinlerde böylesine kötülenmesinin hikmetini de buradan oku arkadaşım. Kibir zımnında 'değişimin reddini' de saklıyor. Kim ki kibirleniyor, özünü merkezleştiriyor, ‘olmazsa olmaz’ görüyor, ötesini detaylaştırıyor. Ayken dünyalık taslıyor. Dünyayken güneşlik kasıyor. Güneşken kendini samanyolu yerine koyuyor. Hatta, ayı dünyaya, dünyayı güneşe, güneşi samanyoluna, âlemi âleme peyk yapan Zât-ı Kudreti bile zerrecik cirminin uydusu zannediyor da, hevasından geçeni dinine ekliyor, geçmeyeni çıkarmaya teşebbüs ediyor. (Daha da beğenmedi mi inkâra gidiyor.) Şeriatı tenkid de buradan başlıyor, tahrif de, tahkir de. Her yanlışın başında 'değişmek için' değil 'değiştirmek için' muhatap olmak var. Kendini merkezden çekemeyiş var. Aslolanı karıştırmak var. Aynanın gösterdiği yerine oynaması var.
Yani, hâşâ, Allah'ın karşısında ‘Allahlık taslamak’ var. Halbuki İslam bidayette bir eksen değişimidir. Kul, kulluğunu kabul ettiği andan itibaren, bir daha kendini Allah sanmayacağını da kabul eder. Sandığı her yerden de tevbe eder. Kur'an, hangi şifalı hitabında mü'min kelimesini buyurur, hatırlattığı artık diğerleri gibi olmayacak yanlarımızdır. Elhamdülillah. Yine Allah’ın lütf u keremiyle bedel ödemeye ikna olduğumuz için hidayet bize hediye edildi. Tedavi için gereken işlemleri göze aldığımız için şifa nasip oldu. Evet, biz, artık odak algımızda diğerleri gibi değiliz. Değişiciyiz. Detaylaşıcıyız. Şeriatın buyruğu üzere başkalaşmaya yatkınız. Kurtarıldık kendimizden. Merkeziyet sanrımızdan. ‘Bana göre’nin köleliğinden. Hakiki yörüngemizi çözdük çünkü. Bizim için yalnız Allah Allah'tır. Bizse her sanrımıza rağmen kuluz. Hüda yörüngeye alınmaz. O, dilediğini, dilediği şekilde yörüngelere alır. Kullar Rabbine hesap soramaz. Ancak hikmetini öğrenmeyi dileyebilirler. Ve yanıldığını kabul etmeyene doğrunun nimetinden bahşedilmez.
Müslim'de geçen bir hadis-i şerifinde Aleyhissalatuvesselam Efendimiz buyuruyor ki: "Kalbinde zerre kadar kibir bulunan cennete giremez!" Sahabesi endişeyle soruyorlar: "Ya Resulallah, insan, elbisesinin/ayakkabısının güzel olmasından hoşlanır?" (Yani bunlar da kibir sayılır mı?) Efendimiz cevap veriyor: Allah güzeldir. Güzeli sever. Kibir ise ‘hakkı kabul etmemek’ ve ‘insanları küçümsemek’tir." Doğrusu, bu güzeller güzeli eşikten bakınca, mürşidimin 'modern medeniyet(!)' ile 'Kur'an medeniyeti' kıyaslamasını da daha zengin anlıyorum ben. Sanki orada anlatılan her olumsuz şeyin merkezinde ‘parçaların kendisini bütün yerine koyması’ var. Böyle yapılınca da yörüngeler arasında niza çıkıyor işte:
"İşte, medeniyet-i hazıra, felsefesiyle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede nokta-i istinadı 'kuvvet' kabul eder. Hedefi 'menfaat' bilir. Düstur-u hayatı 'cidal' tanır. Cemaatlerin rabıtasını 'unsuriyet ve menfi milliyet' bilir. Gayesi, hevesât-ı nefsaniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyid etmek için bazı 'lehviyattır.' Halbuki, kuvvetin şe'ni, tecavüzdür. Menfaatin şe'ni, her arzuya kâfi gelmediğinden, üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidâlin şe'ni, çarpışmaktır. Unsuriyetin şe'ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür. İşte, şu medeniyetin şu düsturlarındandır ki, bütün mehâsiniyle beraber, beşerin yüzde ancak yirmisine bir nevi surî saadet verip seksenini rahatsızlığa, sefalete atmıştır. Amma hikmet-i Kur'âniye ise, nokta-i istinadı, kuvvet yerine 'hakkı' kabul eder. Gayede, menfaat yerine 'fazilet ve rıza-i İlâhîyi' kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine, 'düstur-u teâvünü' esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine, 'rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî' kabul eder. Gayâtı, hevesât-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir."
Sen de bana katılır mısın arkadaşım: Hak merkezdeki kuvvetin 'ne üzere olduğunu' söyler. Kuvvetse parçanın 'neyi hak olarak vehimlediğini' anlatır. (Parça, Cenab-ı Hakkın kuvvetine dayanmak isterse, bütüne uyumla hakka; yok, yalnız parçalığının haklılığına inanıyorsa, bütüne uyumsuzlukla, şahsî kuvvetine dayanır.) Fazilet (ve derûnundaki rıza-i ilahî arayışı) 'bütünün üzerine kurulduğu şey için yaşamayı' ifade eder. (Yani faziletli olan bütünün menfaatinedir.) Menfaatse parçanın 'yalnız kendi varlığına hizmet etmesinin' tezahürüdür. (Yani, menfaat, yalnız bireyin faydasını kollayan bir sahte fazilettir.) Aynı yörüngeye hizmet edenler elbette birbirleriyle yardımlaşırlar. (Uyum için teavün kaçınılmaz görünür.) Fakat parçalardan herbiri, âlemi kendi merkeziyetine çağırdığında, oluşacak şey yalnız 'cidal'dir. Yani mücadeledir. Kavgadır. Anlaşmazlıktır. Uyumsuzluktur. Büyük balık küçük balığı yutardır. Eh, evet, pes. Yoruldum arkadaşım. Benden buraya kadar. Özetle ne demek istediğimi kavramışsındır zaten. Hazinenin geri kalanını gavvaslığına havale ediyorum. Dualarında beni unutma.
7 notes · View notes
ismetgurbuz1994 · 6 months
Text
Tumblr media
Namazın manası, Cenab-ı Hakk'ı tesbih ve tazim ve şükürdür. Yani, celaline karşı kavlen ve fiilen ''Sübhanallah'' deyip takdis etmek; hem kemaline karşı lafzen ve amelen ''Allahu ekber'' deyip tazim etmek; hem cemaline karşı kalben ve lisanen ve bedenen ''Elhamdülillah'' deyip şükretmektir.
Sözler 44
6 notes · View notes