Tumgik
#vahşi atlar
photographss-world · 1 month
Text
261 notes · View notes
resimlerin-dili · 9 months
Photo
Tumblr media
754 notes · View notes
yorgunhamza · 1 month
Text
#Siyonizm bir insanlık suçudur
Siyonizm Dünyadaki tüm terörist oluşumların em tepe noktasıdır...
1) Netanyahu denen bir aptal İsrail'in çöküşünü hızlandırıyor..
İsrail seksen yılda inşa ettiğini 171 günde kaybetti: Şimdi, siyasi izolasyon, askeri gerileme, güvenlik başarısızlığı, tersine göç, küresel öfke ve Yahudi konsensüsünün çöküşü hızlandı...
2) Gençliğin, dünya çapında benzeri görülmemiş ayaklanması ve üniversitelerde uyanış devrimi, sosyal medyada küresel ayaklanma.
Bütün bunlar, 18 yıldır kuşatma altında olan bir halkın dillere DESTAN azmi ve İsrail'i uçuruma sürükleyen aptal politikacının eseridir..
3) Bütün başarısızlığına rağmen Biden, Gazze'de %70'i çocuk ve kadın olmak üzere 110.000 sivili öldürüp yaralayan, evlerini ve altyapının %85'ini yok eden bu KATİLİ destekledi ve saldırganlığı için tüm desteğini sağladı
Bütün buna rağmen Gazze kuzeyinde bile kontrol sağlayamadı.
4) Aslında bütün katliam ve kahpe saldırganlığa rağmen siyonsit liderler kendilerini Gazze cehenneminden kurtarmak için ACİL bir mahkum takası anlaşması talep ediyorlar.
Netanyahu'nun ordusunda da çok fazla ölü ve yaralılar var..
Lakin kendi isteklerini dayatıyorlar...
5) Washington İsrail'i Netanyahu'nun düşürdüğü bataklıktan kurtarmaya çalışıyor ama Tel Aviv'in aptalı ölümüne, Refaha da saldırarak en büyük stratejik kaybı ve siyasi ölümü yaşatmaya doğru yürüyor.
Safkan atlar kritik metrelerde durmazlar, der üstad....
6) Artık bütün yabancı basında işgal stratejisinin başarısızlığını, Gazze'ye yönelik zafer olmadığı ve Netanyahu'nun herkesi sonsuz bir savaşa sürüklediği, bunun da savaşın meşruiyetini olumsuz etkilediği ve artan bir tehdit oluşturduğuna vurgu yapan haberler yaygınlaştı...
7) Bugün İsrail Yedioth'ta işgalci devletin üst düzey yetkililerinin "İsrail'in" dünya kamuoyundaki konumunun "hiç bu kadar kötü olmadığını" kabul ettiklerini ve durumun kötüleşmeye doğru hızla gittiğini belirten bir yazı vardı.
Makalede bahsedilen en önemli noktalar şunlardır:
8) ABD'deki İsrail temsilci organların iç raporları, Amerikan medyasının İsrail'e ilişkin yayınlarında çok tehlikeli bir durumu dile getiriyor: İsrail'e yönelik eleştiriler yayınlanıyor.
“İsrail”i destekleyen muhafazakar partiler arasında pozisyon değişikliği yaşanıyor.
9) Geçmişte muhafazakar medya İsrail'in adımlarını tam olarak desteklerken, bugünlerde İsrail'in askeri eyleminin orantılılığını sorgulayan yüksek sesler duymaya başlıyoruz.
Geçen ay ABD medyası dikkatini Gazze Şeridi'nde kötüleşen insani krize çevirdi.
10) Askeri harekatın mevcut haliyle sürdürülmesinin orantılılığı ve ahlakı konusunda köşe yazılarında hararetli bir tartışma var.
Geçmişte İsrail'e verdikleri destekle tanınan köşe yazarları, tehlikeli görüntünün savaşın meşruiyetini baltaladığını kabul ediyorlar.
11) Bu arka plana karşı, liberal yazarlar arasında net bir söylem gelişmeye başladı ve bu söylem, İsrail'e askeri yardım ve diplomatik şemsiye sağlama politikasıyla Biden yönetimini mevcut durumun sorumlusu olarak görüyorlar
Artık İsrail'e karşı sesler yükselmeye başlıyor.
12) Ve Allah'ın izniyle Hamas'ın önderlik ettiği Direnişin yenilgisi üzerine bahse giren herkes yanılgı içindedir.
Allah büyüktür ve Amerikan destekli İsrail saldırganlığı ve gerçekleştirdiği vahşi kahpe zulüm ne kadar korkunç olursa olsun zafer kaçınılmaz olarak gelecektir.
13) Allah'ın izniyle Kurtuluş her zamankinden daha yakındır, İsrail kendini tüketiyor ve hızla yıpranıyor, Tel Aviv'in ağır bedeller ödeyeceği büyük olaylara çok yakınız...
Siyonist devletin Parçalanması ve çöküşü çok yakındır ve yok olması kaçınılmazdır..
#AksaTufanı
#GizliArşiv2023
#StopGenocideShifaHospital
Tumblr media
8 notes · View notes
a-y-i-s-i-g-i · 6 months
Text
Yaşamak !
Güzel bir söze kanmak gibi
Allah 'a inanmakla başlar insan
Ve devam eder kendine inanmakla..
Tumblr media
Ben şimdi kendimi anlatsam size beni
İyiliğim de kötülüğüm de vahşi atlar gibidir
Vahşi bir ata dokunmak gibidir güzelliğim
Tanır mısınız hiç sanmam hiç sanmam çünkü
Özenilmemiş ve kimseyi ilgilendirmez güzelliğim..
Suya düşse kimse eğilip almaz yani almasın
Çünkü her şeyden önce bir göz gerekir bir güzelliğe
Aslında doğrusu şu:yalnızca bir göz gerekir bir güzelliğe..
Tumblr media
Bir kalbi bir başka kalbe bağlayan
Olmazı olduran, bir yangını durduran
Kalbi bütün kötülüklerden arındıran
Seni bana beni sana örtü kılan
Yaralayan,yaraları onduran bir aşkı olduran
Bütün dünyayı bir an için durduran
Allah vardır senle benim aramda.
2 notes · View notes
baracuda33-blog · 1 year
Text
Tumblr media
Bir Ülkede Devlet Bürokrasi Hiyerarşi
Ülke Halkının Özgürlüğünü Gasp edip almışsa ve de o ülkede İnançlar kullanılarak biat kültürü topluma insanların beyinlerine işlenmişse ;
Ne yazık ki Ülke Hürriyeti başka Güçlerin eline geçip Egemenliği bitirilmiş İşgal edilip Manda' cılar tarafından Yönetilmektedir bu böyle biline...
Özgürlüğüne canı pahasına düşkün olan gerçek İNSAN Halk toplumları yarınlarda Nevrozlarda yakacakları ÖZGÜRLÜK ATEŞİ ile Ellerinde Bayrakları DORU ATLAR' ın üzerinde Dört nala Çağlayan Nehirler gibi Sel olup akıp önlerine kattıkları bir avuç büyük EVREN SERMAYE güçlerini kurdukları soygun sömürü düzenleri hizmetçileri yandaşları elleri gerçek İNSAN kanlarına bulanmış olan katilleri ile beraber tarihin en dipsiz çukuruna gömerek DOĞA ANA' mızın böğründen aldıkları güçle ve de gerçek İNSAN BEYİN' leri ile beraber DEVRİMLER Çağını başlatıp tüm İNSAN' lığımızı MODERN KOMİNİZM' e taşıyıp Gerçek İNSAN sürekli Devrimler Çağınında önünü açacaklardır.
Selam olsun her nerede yaşıyor yaşatılıyorsan gerçek İNSAN mücadele saflarındaki militanlarımıza...
Haydi durma DOĞA ANA Hepimizi mevcut bedendeki şu anki ilkel Vahşi Hayvan hastalıklı ruhtan kurtulup Gerçek İNSAN RUH' unun devrimci yeniden Doğumlarını başlatmaya çağırıyor bundan kaçışımız asla olmayacak ya bu bu bedende yeniden gerçek İNSAN Doğacağız ya da yok olacağız yok olmamak yeniden bedenimizde gerçek İNSAN Doğumlarını başlatıp DOĞA ANA' mızın bize verdiği Gerçek İNSAN Mücadele saflarındaki yerimizi alalım...
2 notes · View notes
Text
Kaburgamın içinde daima dört nala koşmak isteyen vahşi atlar var bir an olsun sakinleşemiyorum.
2 notes · View notes
ghostmansblog · 1 year
Text
Hiç bir vahşi canlı insanoğlu kadar kötülük yapabilme kabiliyetine sahip değildir..Atlar, köpekler, hatta karıncalar bile çok sâdıklardır..insanoğlundan çıkar bütün alçaklıklar, aldatmalar ve kötülükler bu dünyada..🐞
3 notes · View notes
lathanderml · 20 days
Text
Marifetler - Ursula K. Le Guin
S.16 "Bitmiş bile olsa, bir başkasının hayatı bile olsa, hikayesini yüz kere duyduğum yüzyıl önce yaşamış birinin hayatı bile olsa, hikayeyi dinlerken, aslında nasıl biteceğini bilmiyormuşum gibi umuda ve korkuya kapılırım; böylece hikayeyi ben yaşarım, o da benim içimde yaşar. Bu ölümü kandırmanın benim bildiğim en iyi yolu. Ölüm, hikayeleri bitirdiğini zanneder. Hikayelerin onunla birlikte değil onun içinde bittiğini bir türlü anlayamaz."
S.75 "Çakmaktaşı ile çelik yıllarca yan yana durur da en ufak bir kıpırtı olmaz, ama birbirine sürtersen kıvılcımlar saçarlar. İsyan anlık bir şeydir, birden ortaya çıkar, bir kıvılcım, bir ateş gibidir."
S.80 "Ben sesimi çıkarmadım. Evden çok uzakta değildik, ama etrafta başka kimse yoktu. Hiçbir zaman beni başka insanların önünde sınamaz, utandıracak bir şey yaptırmazdı."
S.122 "Barre'lar Parn'dan atın inadını kırmasını istemişlerdi, Parn da hem atı eğitiyor hem de kızına at inadı kırmayı öğretiyordu. Ziyaretçiler, genç bir atı eğitmekle pek bir ilgisi olmasa da kırma kelimesini kullanır. Bu eğitim sırasında kırılan bir şey yoktur; aslında bir şey birleştirilir, bütünleştirilir. Bu uzun bir süreçti. Gry bunu bana şöyle izah etmişti: Biz attan, tabiatı gereği yapamayacağı bir şeyi yapmasını rica ederiz; atlar bizim irademize köpekler gibi boyun eğmezler, onlar it sürüleri gibi vahşi sürülere değil de sosyal sürülere sahip olduklarından hiyerarşiden çok ortak kararı tercih ederler. Köpekler kabullenir, atlar mutabık kalır."
S.138 "Üzülmek de, kör olmak gibi garip bir iş; nasıl yapılacağını öğrenmesi gerekiyor insanın. Yas tutarken insanlar birbirlerine destek oluyor, ama o ilk ağlama krizlerinden, yapılan konuşmalardan, hatırlanan güzel günlerden, yakılan ağıtlardan ve mezar kapandıktan sonra insan hüznünü paylaşamıyor. Bu tel başına taşınan bir yük. Nasıl taşıdığın da sana kalmış. Daha doğrusu bana öyle geliyor."
S.149 "Araya kelimeler karışıyor. Kelimeler ve... her şey. Minik bebeklerle bağ kurabiliyorum. Bir kadının hamile olup olmadığını öyle anlıyoruz. Bağ kurabiliyoruz. Ama bebek insanlaştıkça elimizden kaçıyor. Seslenemiyorsun, duyamıyorsun."
S.169 "Eğer insan evine bir hırsız alırsa, bir şeyleri kaybedeceğini bilir. Ne kazanacağın belli değildir."
S.176 "Gözlerim artık geri gelmişti ama onlarla ne yapacaktım? Ne işe yarıyorlardı, ben ne işe yarıyordum? Artık kimiz? diye sormuştu Gry. Eğer babamın oğlu değilsem, ben kimdim?"
Tumblr media
0 notes
meytopya · 5 months
Text
Bir köyde yaşlı adam varmış. Çok fakir. Ama kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki.. Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. "Bu at, bir at değil benim için.. Bir dost.. İnsan dostunu satar mı" dermiş hep.. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.. Köylü ihtiyarın başına toplanmış..
"Seni ihtiyar bunak.. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler..
İhtiyar "Karar vermek için acele etmeyin" demiş.. Sadece 'At kayıp' deyin. Çünkü gerçek bu.. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.." Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.
Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş.. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.
Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler.. "Babalık" demişler.. "Sen haklı çıktın.. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için.. Şimdi bir at sürün var.."
"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar.. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz.Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler..
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.
Köylüler gene gelmişler ihtiyara..
"Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler...
İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu.. Ötesi sizin verdiğiniz karar.. Ama acaba ne kadar doğru.. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler..
"Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.." "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar.. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde.. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor." "Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."
0 notes
trap4nr0t · 8 months
Text
19 kasım 2018
1//Hava.
Vahşi denilen bir hayvan, vahşi denilmeyen (kimin “vahşi” olduğuna kim, nasıl, nerede karar veriyor? “Vahşi” ne demek?) bir başka hayvanla koşuyor. Bir süre yarışıyorlar. Vahşi olan kararlı görünüyor. Bu zorunlu geziden kârlı çıkacak. Daha öncekiler gibi kaybetmeyecek. Kaybedenlere ne olduğunu gördü çünkü. Daha öncekiler kaybederken izledi çünkü. Kenardan. Gizlice. (mi?) Tüm gücüyle koşuyor. Kazanmak için koşuyor. (Neyi kazanmak için?) Zaten onun olanı. Hiçbir zaman onun olmamış olanı. Vahşi hayvan kazanmak için koşuyor.
2//Ateş.
Vahşi olmayan sadece küçük bir gezintiye çıkmıştı. şimdi koşuyor çünkü hayatta kalmak istiyor. Bu sadece ama sadce bir savaştan ibaret ve bu savaşta daha önce hepimiz öldük.
(Peki ya kaçımız yaşadık?)
Koşuyor çünkü bunu yapması gerekiyor. Beslemesi gereken yavruları var. Korkuyor. Korkmak zorunda. Düzen böyle söylüyor. Hem, tatmin etmesi gereken bir özgüveni var. Vahşi hayvandan daha hızlı koşabilir. Zihnine kazılı çürüyüp gitmiş fotoğraflar ve büyük bir yangın var. Bu yangını kim başlattı kimse bilmiyor. Şimdiye kadar sönmedi çünkü küçük ve önemsiz şeylerin yanarken ağızda bıraktığı tat vahşi olmayanın hoşuna gidiyordu. Eğer yeterince hızlı koşarsa
yangın söner mi, yoksa daha da mı şiddetlenir?
3//Su.
Bekleyip görmek gerekiyor.
(Sanki hiç görmemiş gibi davranmak da benim hoşuma gidiyor.)
Vahşi hayvan soluklanmak için durduğunda vahşi olmayan zaferle atak yapıyor ve tüm hayatı boyunca koşmadığı kadar hızlı koşuyor.
4//Toprak.
Vahşi olmayan seri hareketlerle vahşi olanın üstüne atlar. Savaşa ara verilir. Vahşi olan kendine karşı kaybetmiştir ve vahşi olmayan bir süre daha yaşamaya devam edecektir.
//Güzel ve güneşli bir kış günü, kaldırım taşının günceleri, 910'uncu kalem. (Kış günü güneşliyse güzel değildir.)
1 note · View note
resimlerin-dili · 9 months
Text
Tumblr media
685 notes · View notes
dusunselyazilar · 11 months
Text
Öykü ünlü Çin düşünürü Lao Tzu'nun zamanında geçer. Lao Tzu, bu öyküyü çok sever ve anlatırmış. Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. “Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı” dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: “Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler. İhtiyar: “Karar vermek için acele etmeyin” demiş. ”Sadece at kayıp” deyin, çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler. Babalık demişler, sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil, adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.
“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.
Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden “Bu adamın akli dengesi yerinde değil” diye alay etmişler. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul, şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. “Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başka kimsen de yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler.
İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş. ”O kadar acele etmeyin, oğlum bacağını kırdı, gerçek bu, ötesi sizin verdiğiniz karar. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size bildirilmez.”
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almış. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini, ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler. “Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık ama, hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla geri dönmeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.”
“Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar, “oysa ne olacağını kimse bilemez. Bilinen bir tek gerçek var, benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah bilir.” Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp, tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi ve gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz eder. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken, yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”
Bu ünlü hikaye beni her zaman rahatlatır. Ne olacağını hiç kimse bilmiyor aslında.
Lao Tzu nun dediği gibi. 😊
0 notes
adl1bbed · 1 year
Text
Clear and Muddy Loss of Love - Bölüm 3: İlahi bir hediye, değerli bir atı evcilleştirmek
Çadırın dışarısından at nallarının sesi geldi. Üç çocuk da dikkat kesildi.
Gelen kişi Kağan Sukhbaru'nun yakın korumalarından biriydi. Sukhbaru birkaç gün önce bir grup insanla Çimenli Ovalar'ın derinliklerde avlanmaya gitmişti, şimdiye gelmeliydi.
"Hatun, Kağan Prens Agula'nın da gelmesini istiyor."
"Ne oldu?"
"Hatun, rahat olun. Kağan değerli bir Fergana atı yakaladı. Oldukça vahşi, sayılı yetenekli eğitmenimiz bile onu kontrol altına alamadı..."
Furong anlayışla başını salladı. Agula onlar çağırmadan bir eliyle Xiao-Die'nin elini tutmuş arkalarında Bayin ile geliyordu.
"Anne, ben meimei'yi de götürmek istiyorum."
Furong'un tereddüt ettiğini gören Agula gizlice Xiao-Die'nin elini sıktı. O da hemen şımarık bir şekilde hareket ederek iş birliği yaptı, "Anne, anne~."
"O zaman... daha dikkatli olun."
"Anne, için rahat olsun, atlar ben etrafta olduğum sürece kimseye zarar vermeyecek. Babam da orada."
Bayin de katıldı, "Hatun, endişelenmenize gerek yok. Bu Çimenli Ovalar'da Agula'nın kontrol altına alamayacağı bir at yok."
Şunu Chengli kabilesindeki herkes bilirdi ki, Prensleri Agula'nın tanrı tarafından bahşedilmiş mucizevi bir gücü vardı. Bir at ne kadar dikbaşlı olursa olsun, bir kez Agula'nın ellerine geldiğinde aniden itaatkârlaşırdı.
Agula üç yaşında ilk kez at sürmeyi öğrenirken, Sukhbaru ona midilliye binmeyi öğretsin diye birini tutmuştu. Ancak beklenmedik şekilde, Agula onun yerine babasının atı olan Siyah Rüzgâr'ı istediği için yaygara çıkarmıştı. Sukhbaru'nun değerli atı sadece bir efendi tanırdı. Ona yaklaşan başka biri tekmenin acısını tadardı ve sadece Sukhbaru her gün onunla ilgilenebilirdi. 'Oğlu'nun isteklerine daha fazla karşı koyamayan Sukhbaru, kollarında Agula ile Siyah Rüzgâr'a doğru ilerlemişti. Fakat, Agula öylece Siyah Rüzgâr'ın boynunu okşamış, ardından at onu sırtında taşımaya istekli bir şekilde yere diz çökmüştü...
Sukhbaru ilk başta atının zeki olduğunu ve ailesini tanıyabildiğini düşünmüştü. Ama Agula büyüdükçe şaşkınlıkla fark etmişti ki bir at ne kadar vahşi olursa olsun 'oğlu'nun ellerinde uysallaşıyordu. Agula ise atların kalplerini dinleyebildiğini söylerdi.
Sukhbaru oğlunu Baş Rahip'e götürdü, ondan duyduğu şey ise bunun ilahi bir hediye olduğu olmuştu. Yalnızca tanrının seçtiği saf ruhlar doğanın gücünü kullanabilir ve dikkatle atların kalplerini dinleyebilirdi.
Kalabalık, çayırda bir halka oluşturmuştu. Alanın ortasında ellerindeki kement sopalarını sallayıp atla 'savaşan' birkaç yapılı savaşçı vardı.
Agula oraya dikkatle baktı, öfkeli ve hamile bir kırmızı attı. Bedeni zarifti, bacakları uzun ve güçlü görünüyordu. Yorgun ve nefes nefese hâline rağmen gözlerinde boyun eğmez bir düşmanlık vardı. Atın ayakları altındaki çimenlikler kızılın ince bir tabakasıyla kaplıydı. Agula'nın içi aydınlıkla doldu, o gerçekten de bir Fergana atıydı!
Kalabalık, Agula'yı görünce yolu açtı. Agula kollarındaki Xiao-Die'yi daha sıkı tuttu, ardından halkanın içine girmek için atın karnını okşadı.
Bir savaşçı Xiao-Die'yi almak için ileri çıktı. Agula ve Bayin atlarından indiler, sonra Sukhbaru'nun önünde tek dizleri üzerine çöktüler, "Baba."
"Kağan."
Sukhbaru, Xiao-Die'yi savaşçıdan aldı. Bir koluyla onu taşırken çenesi ile işaret etti, "Kendi atın yeterince hızlı olmadığı için sürekli ah-ba'ya şikayet etmiyor muydun? İşte. Zapt ettiğinde artık o senindir."
Sonunda, Agula'nın yüzünde çocukların normalde sahip olması gereken hayat dolu bir neşe belirdi, "Teşekkürler, Kağan baba!"
Bayin kollarını kavuşturdu ve çenesini gururla kaldırdı. Bakışları Agula'nın sırtını takip etti. Atı kementle yakalamaya çalışan birkaç savaşçı da durdu, ardından alanı Agula için boşalttılar.
Savaşçılar önlere yığıldığından kalabalık gitgide gürültülü olmaya başlamıştı. İlahi güçle kutsanmış bu prensin bir düzine kişinin zapt edemediği vahşi atı nasıl evcilleştireceğini görmek istiyorlardı.
Agula Fergana atından üç metre uzakta durdu. Üzerindeki pala ve kırbacı yere atarak onlardan kurtuldu. Fergana atı onu dikkatli bir şekilde süzdü. Homurdanarak ve ön nallarıyla tekmeleyerek uyarı verdi.
Agula dizlerini hafifçe bükerek bedenini eğdi, yavaşça Fergana atına yaklaşırken gelişigüzel bir şekilde kollarını açtı.
Aniden, Fergana atı uzun bir kişneme sesi koyuverdi. Kalabalık da nefesini tuttu, çünkü zaten hatırı sayılır miktarda insanın kemikleri kırılmıştı!
"Gege~"
"Anda!"
Xiao-Die ve Bayin endişeyle seslendi. Sukhbaru'nun gülümsemesi de silinmişti. Daha önce hiç Agula'nın önünde böyle davranan bir at görmemişti.
Agula da durdu. Neyse ki at henüz saldırmamıştı. Sahne aşırı derecede sessizleşti. Bir insan ve bir at yüzleşirken öylece beklediler.
Uzun süren bir çıkmazın ardından Sukhbaru Xiao-Die'yi yere bıraktı. Elini uzattı, sonra bir koruma ona ok ile yayı uzattı. Yayı gerdi. Sonuna kadar çekerek hedef aldı. At daha fazla hareket etseydi vurmakta tereddüt etmezdi.
O sırada yüzü ata dönük olan Agula hızla başını çevirdi. Babasının yaptığını görünce ellerini endişeyle iki yana salladı, "Baba! Oku aşağı indir!"
Sukhbaru yayın telini gevşeterek geri çekildi. 'Oğlu' gerçekten de atlarla iletişim kurabilir miydi?
Agula bir kez daha ilerledi. Fergana atının yanına geldi, fakat at bu sefer karşı koymadı. Burnundan derin derin solurken öylece sessiz kaldı.
Parmak uçlarına yükselen Agula, Fergana atının ensesini okşadı. Nemli derisini hissetti, at gerçekten de yorgundu.
Fergana atı, şimdiye kadar ona acı çektiren şikayetlerini iletiyormuşçasına kısa bir homurtu sesi çıkardı. Agula'nın yüzünde parlak bir gülümseme belirdi, sevgiyle atın boynuna sarıldı.
Kalabalığın nefesi kesilirken at kafasını eğip Agula'nın yanağını dürttü. Bir savaşçı uygun zamanı bulup dizgin getirdi, ama Agula onu reddetti.
Bir insan ve bir at, Sukhbaru'ya doğru yürüdüler. At yönlendirilmeye gerek duymadan itaatkâr bir tavırla Agula'yı takip etti.
Agula yere tek dizi üzerine çöktü, ardından kan renkli ter bulaşmış gülen yüzünü kaldırdı, "Kağan baba, Agula görevde başarısız olmadı."
Sukhbaru içten bir kahkaha attı, kocaman elini havada salladı, "At senindir!"
Kalabalıktan bir sevinç dalgası yükseldi. Agula ayağa kalktı ve Sukhbaru'ya, "Kağan baba, Fergana atı karnında bir yavru taşıyor. Özel bir ağıl ayarlayıp onunla ilgilenme işini bizzat bana bırakabilirsin," dedi.
"Ah? Bu harika! Fergana atı milyonda bir görülür, elimize tek seferde iki tane geçtiğini kim bilebilirdi?"
Agula aceleyle karşılık verdi, "Kağan baba, ben bunu Fergana atıyla çoktan konuştum. Yavrusu Xiao-Die'nin olacak!"
Bunu duyan Bayin'in yüzü artık sevinçle parıldamıyordu, "Anda, neden beni düşünmedin?"
"Senin gibi koca adam olmuş biri neden küçük bir kızla bir şeyler için kavga etsin? Ve ayrıca, tayın büyümesi için daha üç yıl, olgun bir at olması içinse beş yıl var. Yoksa bizimle ava gelirken bir midilliye binmeyi mi planlıyorsun?" Agula ileriye doğru bir adım attı, ardından sadece ikisinin duyabileceği bir sesle devam etti, "Harbara ve arkadaşlarının seninle alay edebileceği ihtimali seni endişelendirmez mi? Anda, bırak bu atı meimei'm alsın. İleride bunu kurt dişinden bir kolye ile telafi edeceğim!"
"Gerçekten mi?"
"Söz veriyorum!"
Bayin'in öfkesi sonunda keyfe dönmüştü. Kolunu Agula'nın omzuna attı.
Belki de üst sınıf bir binek elde etmenin verdiği sevinçten dolayı; Agula da kolunu Bayin'in omzuna attı.
... ...
Başka bir üç yıl daha göz açıp kapayıncaya dek geçti. Koskoca otlaklarda, gençlerden oluşan bir grup daire oluşturmuştu.
"Kavga etmeyin artık! Harbara, derhal durdur şunu! Yoksa Kağan babama söylerim!" diye endişeyle bağırdı Xiao-Die. Birkaç kez öne atılmak istedi ancak her seferinde izleyen gençler tarafından geride tutuldu.
Xiao-Die artık babası ve abisinin kucağında taşınan o küçük çocuk değildi, beş yaşına gelmiş küçük bir hanımdı. Fergana atından doğmuş olan yavru da artık büyümüştü.
Üzerine iki tane ok saplanmış kurt cesedi kenarda seriliydi. Dört genç ise boğuşuyordu.
Grubun içerisinde iki kişi, açık bir şekilde yaşlarından dolayı avantajlıydı. Yaşça küçük olan çocukların üzerine oturmuşlardı, öyle ki çocuklar serbest bir şekilde mücadele edemiyordu.
Yere bastırılmış olanlar Çimenli Ovalar'ın prensi Qiyan Agula ve onun Anda'sı, Guqi Bayin'di. Onlara vuranlar ise, önemli Qiyan Gergen büyüklerinden birinin torunu olan Qiyan Harbara ve onun Anda'sı Abduqin'di.
Agula ve Bayin artık yeniyetmeler olmuşlardı ancak hâlâ, on beş yaşındaki gençlere karşı dezavantajlı bir durumdaydılar.
Abduqin, Bayin'i fena şekilde dövmüştü. Harbara Agula'nın statüsünden dolayı kısıtlı seviyede hareket edebiliyordu, bu yüzden sadece hareket etmesin diye boğazına bastırmakla yetinmişti, "Agula, bugün kaybettiğini kabul edersen kurdu senin almana izin vereceğim!"
Bayin haykırdı, "Anda, sakın söyleme! Harbara, seni utanmaz inek boku, onu ilk vuran kişi açıkça benim Anda'mdı! Hepiniz haydutsunuz, hırsızlar!"
Bayin bunları dediğinde, iki ağır yumruğun acısıyla kıvrandı. Burnu kanıyor olsa da vazgeçmeyi reddediyordu. Tüm gücüyle mücadele ederken, gözlerinde boyun eğmez bir ifade vardı.
Agula büyük bir güçlükle nefes aldı, ardından sakince konuştu, "Harbara, ne olursa olsun bu kurdu almana izin veremem! Benimle adil bir yarışa girecek cesaretin var mı?"
Harbara soğuk bir kahkaha attı, "Ne yarışması?"
"Avlanma alanlarına gidelim. Sadece ikimiz, teke tek. Ve hangimizin daha çok avlayabileceğini görelim. Var mısın?"
Harbara'nın ifadesi karardı. Fergana cins atı bir yana, Agula çoktan "Küçük Jebe" olarak tanınıyordu. Daha büyük bir yay kullanmak için çok küçüktü, fakat attığı her ok hedefini vururdu. Yayının her oku bir vuruşu garantilerdi.
O, Agula'dan yedi koca yaş büyüktü. Eğer kazanırsa çok muhteşem bir şey olmazdı. Ve kaybederse büyükbabası onu cezalandırırdı...
Harbara tereddütteyken, Xiao-Die sessizce yerden bir kaya parçası kaptı. Bir açıklık bulmak için etraflarında dolandı. Harbara'nın ardına geldiğinde taşı onun kafasının arkasında parçaladı, "Gege'mı rahat bırak!"
Harbara acıyla bağırdı. Bir saldırı başlatmak için şiddetle ayağa kalktı, ama gizli saldıranın Qiyan Nomin olduğunu fark edince küfürler savurarak sinirle kafasını tuttu, "Seni Güneyli kanı taşıyan pislik, ancak arkadan saldırmayı bilirsin! Abduqin, gidiyoruz!"
Xiao-Die'yi kenara itti ve aceleyle kalabalıktan çıktı. Xiao-Die arkası üstü düştü. Küçük yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuştu, Harbara'nın arkasından bağırdı, "Harbara buraya gel!"
"Xiao-Die!"
Agula yerde süründü. Bayin'e ulaştı, onu çekti ve Xiao-Die'ye seslendi, "Git ve atları getir, eve gidiyoruz."
"Ge! Harbara çok ileri gitti, Kağan babama söyleyeceğim!"
"Meimei, önce git ve atları getir. Bu mevzuyu evde konuşacağız. Bayin gege’nın kanaması var."
Agula izleyici modundaki gençlere bir bakış attı ve kalabalık hızla dağıldı. Bayin beceriksizce burnundaki kanı sildi, ardından öfkeyle konuştu, "Harbara, o kokuşmuş inek boku, haydut, pislik hırsız! Büyüdüğümde kesinlikle bunların hepsini ona ödeteceğim!"
Agula Bayin'in bedenindeki otları silkeledi, "Kabile doktoruna görünmek ister misin?"
"Gerek yok! Sadece nehre kadar gitmem için bana eşlik et, gitmeden önce yıkanacağım. Diğerleri beni görürse bir daha gözükmeye yüzüm olmaz!"
"Geri dönünce sana kurt dişinden kolye yapmak için kurdun dişlerini sökeceğim."
Bayin'in gözleri ardına dek açıldı, "Gerçekten mi?"
Öncesinde Anda'sının bu kurt için böylesine çaresizce mücadele ettiğini gördüğünde, Nomin için olduğunu düşünmüştü!
Agula'nın dudaklarının kenarları kıvrıldı, ardından Xiao-Die'nin oraya getirmekte olduğu anne ve yavru Fergana atlarını işaret etti, "Unuttun mu? Söz vermiştim."
Agula geri dönüş yolunda sessizdi. Uzaktan kamp girişinin ışıklarını gördüğünde, sonunda ağzını açtı, "Meimei, Kağan babamıza bugün olanlardan bahsetme."
"Neden? Harbara sana vurdu ve anneme hakaret etti!"
Agula başını çevirip saf kehribar rengi gözleriyle baktı ve ciddi bir şekilde cevapladı, "Tam da bu yüzden söylememelisin. Annemiz bunu duysa üzülürdü."
"Anda haklı! Eğer Kağan'a anlatırsan yüzümü yıkamam boşuna olmuş olmaz mı? Rahat ol, Bayin gege’n kesinlikle senin için öcünüzü alacak!"
Xiao-Die kendi gege’sına ve ardından tekrar Bayin'e baktı. Kasvetli bir şekilde konuştu, "Anladım, bir şey anlatmayacağım."
0 notes
neobase · 2 years
Text
1 note · View note
Text
Tumblr media
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış… Öyle dillere destan bir beyaz atı  varmış ki, Kral bu at için ihtiyara neredeyse hazinesinin  tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış..
Tumblr media
“Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan  dostunu satar mı” dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki,  at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: “Seni ihtiyar bunak,  bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala  satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.  Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler…
Tumblr media
İhtiyar: “Karar vermek için acele etmeyin” demiş.  “Sadece at kayıp” deyin, “Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.  Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı?  Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.”
Tumblr media
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş… Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.  Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler.  “Babalık” demişler, “Sen haklı çıktın. Atının  kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var..”
Tumblr media
“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz”  demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.  Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.  Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz  kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?”
Tumblr media
Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler  ama içlerinden “Bu herif sahiden aptal” diye geçirmişler…  Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış.  Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman  yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. “Bir kez daha haklı çıktın” demişler.
Tumblr media
“Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre  kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler. İhtiyar “Siz erken karar verme  hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş.
“O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.”
Tumblr media
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.
Tumblr media
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler… “Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının  kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer…”
Tumblr media
“Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. “Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda,  sizinkiler askerde… Ama bunların hangisinin talih,  hangisinin şanssızlık olduğunu kimse bilmiyor.”
“Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”
83 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 4 years
Text
uyku ile ilintili halüsinasyonlar esasen iki ana gruba ayrılırlar, uykuya dalarken görülenler, hipnogojik. ve uykudan uyanırken görülenler, hipnopompik. sizi bir türlü uyutmayan, ya da erkenden uyandığınızda bir daha uykuya dalmanızı engelleyen tüm o düşünceleri de -kuruntuları, ya da tatlı hayalleri- bu iki başlık altında sınıflayalım derim. böyle davranmak, uykuyla ilişkili zamanlarda söylediklerinizi, düşündüklerinizi -ve hatırladıklarınızı da- günahtan muaf tutar. neredeyse sarhoşluk gibi. hey, ilan-ı aşk mı etmişim? sanmam. hatrlamıyorum. çok sarhoştum. der gibi...
geçen gün, ya uyanır uyanmaz, ya uykudan hemen önce, böyle sordum, "the dress" diye bir şarkı vardı.. (bu sayıklama bir soru muydu, peki: soru hali şöyleydi: hey, "the dress" diye bir şarkı vardı, böyle bir şarkı gerçekten var mıydı?).
kayıtlar 2007 diyor. kayıtların bir şey dediği yok tabii.. alt tarafı youtube kayıtlarının tarihlerine bakıyorum, 2007 yazıyor.. (ama kendimi kafka'nın şato'sunda, kaderi bir arşiv memurunun insafına kalmış bir roman kahramanı gibi düşlemek de hoşuma gider.)  
şarkıyı tekrar tekrar dinliyorum, canlı kayıtlarına bakıyorum, kazu makino ve amedeo'nun bir röportajını buluyorum. şarkının bestecisi amedeo, şarkıya önce "the march" -marş- ismini verdiğini, melodinin ritmi yüzünden aslında bu ismin çok isabetli olduğunu, ama bu isimden hiç hoşnut olmadığını anlatıyor. sonra kazu, şarkıyı tekrar tekrar söylediğini, en sonunda iki yorumda kararsız kaldıklarını, ve kayda geçen hali için "fısıltı ile söylediği" diğer bir halden vazgeçmek zorunda kaldıklarını anlatıyor. 
2007, 13 sene evvel (nasıl olur). kazu'ya tutulmuş olmanın havalı gözüktüğü zamanlar. şarkının sözlerinde türlü açık-anlamlılıklar (haliyle bulanıklıklar) ve güzellikler var. “bir vahşi at sürüsünde, eğer onlarla beraber hareket edersen, atlar seni seveceklerdir. fakat insanlar, değiştiğinde senden nefret ederler” diyor. kazu tüm bunları fısıltıyla nasıl söylerdi merak etmemek mümkün değil... şarkının sözlerinde şunlar da var: 'gözlerimdeki yaşlardan da. ışıltıdan da.. ve yüzümdeki parıltıdan da, sen sorumlusun'. ve tercüme edilemeyeceğini düşündüğüm: i love you.... less! nakaratı. 
sonra diyor ki, "elbise seni kandırmasın".
“seni tanıdıkça seni daha az seviyorum” nakaratına bir elbise ile ilgili bu nasihati nasıl iliştirebiliriz. (evet, böyle bir sahne: ayrılık öncesi yüzyüze şu son konuşmaya, o en beğendiğiniz elbise ile gelmiş.)
peki... her neyse. tüm bu kayıtlara bakarken, şarkının orjinal klibini hiç izlememiş olduğumu farkettim. insan yüzlerinden mürekkep bir klip- hey, insan yüzleri- hakkında düşünülecek daha güzel bir konu bulamazdınız. kaydın altına birisi -göz teması kurdukları yerde izlemekte zorlandım' diye bir yorum bırakmış. "insan yüzü", bundan daha güzel bir şey düş'leyemiyorum.
insan (eşref-i mahlukat derdi belki babam), yüz'üyle muteberdir. 
üstelik bu yüz, muhteşem bir evrim mücadelesinin galibidir de. örneğin insan yüzünde gözler birbirlerine öylesine yakınlaşmışlardır ki, bu halleriyle -mesela gözleri yüzlerinin iki yanında olan bir şehir güvercinine kıyasla- daha geniş bir görme alanından feragat etmişlerdir, ama böylelikle sevinçten melankoliye kadar türlü ruh hallerini onu izleyene sadece bir an'da anlatabilir hale gelmiştir.
* neyse... the dress diye bir şarkı vardı diyorum. kazu mikrofona dudaklarını yapıştırarak söylerdi. melankolik bir marş dinlemek o zamanlar bizi doğuran bir şeymiş, yıllar sonra uykudan hemen önce -ya da sonra- hatırlayacakmışım.
39 notes · View notes