Tumgik
#yaşama istemi
seslimeram · 8 months
Text
Mahvetme
Tumblr media
Bir mahvetme sarmalıdır enine boyuna hayatımızı kuşatıyor. Tümüyle yaşamsal idenin ve aklın yerle bir edildiği, dahası gündelik pratiklerin handiyse sıfırlanmasına neden olacak kadar ağır bir imtihan silsilesi ile memleketin prangalara esir edilmesine devam olunuyor. Cendere laf olsun diye değil, pranga bir imaj değil tümüyle doğrudan derdest etme halleri, bunların devamında sürekli tekrar olunan bir ötekileştirme eylemselliği içerisinde mahvın herkese farklı bir biçimde tezahürü var ediliyor. Hayat kuşatılırken sorun yoktur buyrulup durulurken aralıksız bir linç tezgahta biçimlendirilir. Duraksamadan güncellenmeye eksik gedik olmadan sürdürülmeye çalışılan tahayyülle birlikte bir kere daha mahvın yetkin ve tek istikamet kılınması sağlama alınır. İsmi yeni, kendisi ikinci yüzyılı arşınladığı söyleye durulan bir ülkede hakkaniyet kavramının eğri eksik gedik koyulmasının ta kendisi bizzat o mahvetme sarmalına aralıksız yönelimi var ediyor. Bile isteye bir uçurumun kıyısına en kestirmeden açık bir tahayyülle terk edilen ülkenin gerçekliği kuşatıyor her yanı. Tüm ol mahvın boyutu, gündelik yaşamın ezilip geçilmesinden, hakkaniyet, hukuk ve adaletin ta kendisinin imha olunması çabasına, hürriyetin yerle bir edilmesinden lafta çokça anılan o demokrasinin artık farazi bir kenar süsüne dönüştürülmesi hallerinden görünür kılınıyor.
Sınırsız bir biçimde yaşam eylemi / erimi / anlamı mamafih boğuntuya konuluyor alenen. Bir mahvetme retoriğinin ortasında cürümlerle / cühela cüretinin kesişimi arasında bir o yana bir bu yana sallana duran bir menzilin yönetim katı eliyle cürümlere koşar adım gitme hevesi kendiliğinden yaşamı tarumar ediyor. Sınırın içinde hem ekonomik hem de sosyolojik anlamda dönüşümü mutlak biat adına çıkagelen hamlelerle var eden iktidarın ve yancısı kesimlerin geleceksiz bir ülkeyi bina etmesinin yolunda mahvın da her nasıl, her ne şekilde güncel bir mefhum olduğu yaşatılanlarda barizdir. Baş efendinin yeni ülke namıyla kodladığı zeminde, milli ve yerli olmayanlar için hayatın bırakılmadığı, tekinsiz bir sarmalın ta kendisine esaretin hizalanması kesintisiz kılınır. Bir mahvetme tahayyülü üstünden var edilmiş ülkenin günü de geleceği de şimdinin içerisinde eylenen hemen her hamleyle doğrudan müdahalelerle yerle yeksan olunur. Cerahatin her nasıl biçimlendiği, birkaç satırlık konuşmaların var edildiği nabız yoklama konuşmaları yaparken baş amir, doğrudan önden ya da konuşmanın hemen arkasından çıkagelen tutarsızlıklarla beraber görünür kılınır. Her şey mahvın her nasıl ikili oynanarak, sahiden madrabazlık ile imal edildiğini kendi deneyimlerinden yola çıkarak teyit edebilir. Gazete Duvar’dan baş amirin son konuşmalarından birisinden bir kesiti paylaşalım:
“AK Parti Genel Başkanı Erdoğan partisinin grup toplantısında konuşur: "Gazze'de süren Hamas-İsrail çatışmasına ilişkin ise sivillere yönelik hiçbir eylemi, sivil yerleşimleri hedef alan hiçbir saldırıyı doğru bulmadıklarını dile getiren Erdoğan, savaşın da bir ahlakı olduğuna, tarafların buna riayet etmesi gerektiğine inandıklarını belirtti. İsrail ve Gazze'deki çatışmalarda bu ilkenin çok ağır bir şekilde ihlal edildiğinin altını çizen Erdoğan, şöyle devam etti:
"İsrail topraklarındaki sivillerin öldürülmesine açıkça karşı çıkıyoruz. Aynı şekilde, Gazze'deki masumların hiçbir ayrım gözetilmeden sürekli bombardımana maruz bırakılarak katledilmelerini de asla kabul etmiyoruz. Bir şehrin suyunu, elektriğini, giriş-çıkışlarını kesip altyapısını çökerterek, camisinden kilisesine tüm ibadethanelerini, okullarını yıkarak, insanların en temel insani ihtiyaçlarına erişmesini engelleyerek, içinde sivillerin yaşadığı binaları bombalarla yerle yeksan ederek, velhasıl her türlü utanç verici yöntemle yürütülen bir çatışma, savaş değil katliamdır. Gazze'ye yönelik orantısız ve her türlü ahlaki temelden yoksun saldırıları, dünya kamuoyu nezdinde İsrail'i hiç beklemediği ve istenmeyen bir konuma itebilir. Sivil yerleşimleri bombalamak, sivil insanları kasten öldürmek, bölgeye insani yardım getiren araçları engellemek, üstelik bütün bunları maharet gibi sunmaya kalkmak, devlet değil ancak örgüt refleksi olabilir. İsrail, devlet gibi değil örgüt gibi davranırsa, sonunda örgüt gibi muamele görmeye başlayacağını unutmamalıdır."
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 2019'da yaptığı konuşmasının, 1947'den itibaren Filistin ve İsrail'in topraklarında yaşanan değişimi içeren haritanın gösterilmesinin ardından Erdoğan, "Tablo bu. Görüldüğü gibi 1947'deki Filistin, 1947'deki İsrail ve Filistin. Geliyoruz 1949-1967 İsrail ne halde. Geliyoruz şu andaki hale İsrail ne halde, Filistin ne halde. Bölgede bugüne kadar adaletsizliğe göz yuman insanlık, son hadiselerde de iyi bir sınav vermiyor." diye konuştu.
Bölgede etki sahibi aktörlerin sükuneti tesis etme yerine yangına adeta körükle giden kışkırtıcı tavrını esefle karşıladıklarını dile getiren Erdoğan, "Amerika, Avrupa ve diğer bölgelerdeki devletleri, taraflar arasında hakkaniyetli, adil ve insani dengelere dayalı tutumlar almaya çağırıyoruz" dedi.
Pazartesi gününden itibaren pek çok telefon görüşmesi gerçekleştirdiklerini anlatan Erdoğan, şu bilgileri verdi: "Bölgemizi içine girdiği bu anafordan süratle çıkarmak için, Türkiye olarak, arabuluculuk ve adaletli hakemlik dahil üzerimize ne düşüyorsa yapmaya hazırız. İnşallah bu tavrımızı sonuna kadar muhafaza edeceğiz."
Bölgeye kalıcı huzur ve barışın ancak meşruiyeti Birleşmiş Milletler kararlarına dayanan, 1967 sınırlarında ve coğrafi bütünlüğe sahip, başkenti Doğu Kudüs olan, bağımsız bir Filistin devletinin kurulması ve tüm dünya tarafından tanınmasıyla gelebileceğinin altını çizen Erdoğan, bunun dışında yol aramanın, bunun dışında hevesler peşinde koşmanın sadece daha fazla yıkım, daha fazla gözyaşı ve can kaybı demek olacağını söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Üç semavi dinin kutsal mekanlarını bünyesinde barındıran Kudüs'ün mahremiyetine, Mescid-i Aksa'nın içinde yer aldığı Harem-i Şerif'in statüsüne saygı göstermeyen hiçbir adımı ve tasarrufu kabul etmedik, etmeyeceğiz" dedi."
Baş efendi, ele verir talkını, kendi yutar salkımı! Bütünüyle doğrudan bir cerahate karşı çıkıyormuş, bir kırım ihtimaline ön alma çabasındaymış gibi görünürken var ettiği hemen herkesçe malum olagelen mahvetme halini gerek kendi sınırları içinde, gerekse de yancı ya da yön bildirici / temellendirici olarak var ettiği dışarıdaki eylemselliği ile bütünleyen bir temsilin sunduğu hangi cümle doğru olabilir ki? İnsan hakları evrensel beyannamesi altında imzası bulunan bir devletin, kendi içinde Kürd, Ezidi, Alevi, Ermeni, Rum ve Süryanilere, sınırının dışında da bunlara ilaveten Arap, Hristiyan öteki saydığı herhangi bir kimlik / tahayyüle karşı var ettiği sınırlamalar, tahakküm hamleleri, saldırılar ve terör bizatihi terör ve şiddet var edilirken, birilerinin ellerindeki kana dair tespitlerin her nesi, her neresi doğru kılınabilir ki? Sürekli vurgulanan insanlık mefhumu, günbegün iletişim başkanlığı nam yapının da alttan alta verdiği direktifler doğrultusunda hedef kılınan İsrail ve başta da Yahudilik o Filistin’in yarasının her neresini sahiden onarmaya kafi gelecektir ki. Rojava’da Kürd, Ezidi, Alevi, Kıpti, Keldani, Süryani ve dahi Ermenileri kendisine bir hedef ilan eden, binbir açıklamada bittiği zikredilen PKK ile bir tutulan sivil halka karşıt, onlara kasteden bir cerahat erkinin ulaştığı barış / hasmane düşmanlık mefhumunun kaçıncı evresini oluşturur. Dokuz buçuk ay aç koyup, bir günlük savaşın ardından da beyaz bayrağın sallandırılıp, Artsakh’ın Ermeniliğinin silinip, Dağlık Karabağ’a dönüşümü var edilirken Azeri devletine verilen el, hastalıklı bir turan düşüncesinin etrafını dolduran, donatan silahları var eden damat efendinin kurumuna ön ayak olunarak şiddetle bir kere daha hayatlar esir alınırken, umut kırıma terk edilirken neresidir baş efendinin samimi olduğu, sorgular mısınız?
Birbirini tamamlayan bir cerahat kültünün esiri artık dünyanın yönetim katları. Bu sahada cereyan eden, aksiyon alanın da o bağlamda hiç de eksik gediği olmadığını kanıtlayan pek çok örnek ilave olunabilir. Dayanaksız değil doğrudan kendi içine kör / lal kalıp dışarılara karşı insaniyet mefhumunu hatırlaya gelir kimileri. Düşüncesizce değil doğrudan hesap ve kitabı çok önce var edilmiş bir sınır içerisinde o laflar edilirken dönüp de kendi içindeki hayatlara nasıl davranıldığının sorgulanmayacağı zannedilir. Baş efendinin son konuşmalarından birisi zaten bu bahsin bir tamamlayıcısıdır. “Rusya-Ukrayna savaşının olumsuz etkileri yaşanırken İsrail ile Filistin arasında meydana gelen hadiselerin herkesi derinden sarstığını belirten Erdoğan, gerginliğin daha da artarak bölgeye yayılması ihtimalinden endişeli olduklarını dile getirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Camilerin, hastanelerin ve sivil yerleşim yerlerinin bombalanması gibi saldırıları kabul etmediğimizi ve asla etmeyeceğimizi açıkça söylüyorum. Gazze'deki insani durumu kötüleştiren ablukanın, bölgeyi provokasyonlara açık, hassas bir duruma getirdiği malumdur. 360 kilometrekareye sıkışmış 2 milyon insanın elektriğini, suyunu, yakıtını, gıdasını kesmek en temel insan haklarının ihlalidir. Gazze halkının toptan cezalandırılması sadece sorunu büyütecek, daha fazla acıya, daha fazla gerilime, daha fazla gözyaşına sebep olacaktır." ifadelerini kullandı.
Gazze'de yaşananlara işaret eden Erdoğan, "Şu anda Gazze'de yer ile yeksan edilen, kadın, çocuk, anne ne var ne yok hepsi yok ediliyor. Bundan kimse dertlenmiyor. Ama biz dertleniyoruz. Eğer İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne zerre kadar saygınız varsa, o zaman kusura bakmasınlar herkes, 'Acaba biz buraya ne gibi bir yardımda bulunabiliriz.', bunu konuşmaları lazım. Ama bunların böyle bir derdi yok." değerlendirmesinde bulundu.
Tüm tarafları aklıselimle hareket ederek önce ateşkesi sonrasında ise kalıcı barışı görüşmeye davet eden Erdoğan, "Gerek şahsım, gerek dışişleri bakanım ki şu anda yolda, Mısır'a gidiyor, gerekse mit başkanım, rehinelerin salıverilmesi başta olmak üzere krize çıkış yolu bulmak için temaslarımızı yoğun bir şekilde sürdürüyoruz. Ancak kimi aktörlerin sükuneti tesis etme yerine ateşe benzin döken provokatif tavırları hem bizim çabalarımızı sekteye uğratmakta hem de krizi derinleştirmektedir." diye konuştu.
Erdoğan, özellikle bir konuyu ifade etmek istediğini dile getirerek, "O da şudur. Gazze şu an itibarıyla mazlumdur, mağdurdur ama İsrail'in böyle bir mazlum durumu söz konusu değil." ifadesini kullandı.”
Ama ya da fakat şerhlerine gerek kalmadan her şeyi olduğu gibi bildiren bir baş efendinin sundukları bir başka yerdeki hakikatin de yalın bir özetidir. Bir günde 300 kadar insanın canının çalındığının bildirildiği, hem Filistin, hem İsrail tarafında kayıpların şeceresinin hiç de azımsanmayacak kadar yükseldiği, yok edilmiş olanların birer sayı değil de insan olduğunun idrakine hala uzak kalınan bir uzamda var edilmiş insani felaketin tahayyülü her ne olacaktır. Sınırın dışı içi fark etmeksizin onun bir benzerini var eden bir temsilin kalkıp hala verebileceği akıl var mıdır? Merak etmiyor musunuz sahi? Gideon Levy’nin Haaretz’de kaleme aldığı, Hasan Ayer’in Serbestiyet için çevirdiği makalesinden bir kesit misal sizlere bir şeyi anlatmaya kafi gelir mi; “(7 Ekim) Cumartesi günü İsrail daha önce hiç görmediği olaylara şahit oldu. Şehirlerinde devriye gezen Filistin araçları, Gazze kapılarından giren bisikletliler… Bu olaylar kibri yerle bir etmektedir. Gazze’deki Filistinliler bir anlık özgürlük için her türlü bedeli ödemeye hazır olduklarına karar vermiştir. Peki, bu konuda gerçekten bir umutları var mı? Hayır… Peki, İsrail dersini alacak mı? Yine, hayır.
İsrailliler cumartesi günü Gazze’deki tüm mahalleleri yok etmekten, Şeridi tamamen işgal etmekten ve Gazze’yi “daha önce hiç cezalandırılmadığı şekilde” cezalandırmaktan bahsediyorlardı. Fakat İsrail 1948’den bu yana Gazze’yi cezalandırmayı bir an bile bırakmadı!
75 yıllık istismarın ardından, bir kez daha mümkün olan en kötü senaryo Gazze’yi bekliyor. “Gazze’yi dümdüz etme” tehditleri tek bir şeyi kanıtlıyor: Hiçbir şey öğrenmemişiz! İsrail bir kez daha ağır bir bedel ödüyor olsa da kibrini korumaya devam edecektir.
Başbakan Benjamin Netanyahu yaşananlarda en büyük bir sorumluluğu taşıyor. Bu sorumluluğun bedelini ödemek zorunda ancak bu mesele onunla başlamadı ve o gittikten sonra da bitmeyecek…
Şimdi hem İsrailli kurbanlar için hem de Gazze için acı acı ağlamalıyız. Tek bir gün bile özgürlüğü tatmamış olan Gazze için; nüfusunun çoğu İsrail’in sürdüğü mültecilerden oluşan Gazze için ağlamalıyız…”
Bir mahvetme sarmalıdır enine boyuna hayatımızı kuşatıyor. Bahse konu mahvetme hali, Filistin’den, Tigray’a, şimdi tümden temizlenmiş Artsakh’tan halen insandan arındırma çabasına tutunulan Rojava’ya bir süreklilik içerisinde devam olunuyor. Birbirlerinden hiç de farkları olmayan / kalmamış yöneten katının, savaş tiranlarının, mühimmat imal eden genel geçer değil doğrudan hayata kastın mimarlarının elinde bir kere daha yıkıcılık bir kere daha insan eliyle cehennemin binası sürdürülüyor. Ötesi berisi olmadan müştereken bir yaşam idesini savunmadan, bütün o kötülük kümesine karşı yetti artık demeden bir ve beraberce hiçbir gelecek tahayyülüne yer konulmayacak olduğu artık belirgindir. İkinci dünya savaşının sonrasındaki en kırılgan, en yıkıcı, en kötücül hallerin ortasında ya insani olanı, hakkı, hukuku savunacağız ya da her gün bir yerlerde, birilerinin tahayyülleri / paşa gönülleri öyle istediği için kurban kılınmaya devam edeceğiz. Mesele bu kadar keskin bir hattın üstünde her gün bambaşka yaraların var edilmesiyle güncelleniyor. Umursuyor musunuz sahiden?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Out Of Words ::: Francisco SECO ::: AP Photo
1 note · View note
gundemarsivi · 8 months
Text
Tumblr media
Endişesiz Endişeliler
✍🏻 Anıl Güven
https://www.gundemarsivi.com/endisesiz-endiseliler/
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinde tapınç kültü yoktur. Kişilerin özgürce dinini seçme, yaşama olanağı vardır. Yüceltme, ululama, önünde bükülünen DİN adamı da yasalarımıza göre yasaktır!
Toplum bilimsel verilerin ışığında ‘parasız’ eğitim – öğretim hakkına bireysel olarak sahiptir…
Erkek, her Türk yurttaşı askerliğini yapmak zorundadır.
Her Türk kadını seçme-seçilme hakkına sahiptir.
Evlilik tek eşlilik üzerine kuruludur. Türkiye Cumhuriyetinin yasalarında belirtildiği biçimde, resmî nikahla aile yapısı kurulur. (Bunun dışında nikahsız, karşılıklı anlaşmayla birlikte yaşam da son 30 yılda sayıca arttı).
AKP’nin ilk döneminde Prof. Dr. Nilüfer Göle ve eşdeşleri sahnede Kurucu değerlerini arındırmaya yönelik saldırı başlattılar…
Cumhuriyetin çevreninde kurulan ULUS devleti yok etmek üzere Fetullahçı ve ABD gizli servisinin finansal desteğiyle TARAF adlı gazetede kuruldu. Başyazar Ahmet Altan ve Yasemin Çongar; Sosyal Liberalizm, 2. Cumhuriyet adı altında ulusal yapıya yönelik akıl almaz saldırılara başladı…
TSK‘nın işleyişini dinamitleyen, Mehmet Baransu adında, nereden çıktığı belli olmayan bir gazeteci soytarı ‘Bavul dolusu’ üretilmiş belgeyle ortalığı ateşe verdi. RTE destekli, dönemin Özel yetkili Cumhuriyet Başsavcısı Zekeriya Öz Fetullah Gülen vatan haininden aldığı talimat doğrultusunda Atatürkçü subayları tutuklayıp İstanbul Silivri ve Ankara Sincan Kapalı Cezaevine gönderdi!
Ardından yazar, gazeteci, aydınlar gözaltına alındı, günlerce psikolojik baskıdan sonra ulusumuzun Işık’larını söndürmek için tutukladılar. Sömürgecilikten beslenen güçlerin önünü açtılar. Devlet üretim yapmaz, devlet bakkal dükkanı mı?
Bu ülkede muhafazakar kesim çok endişeli… İstediği biçimde dinini yaşayamıyor, özgür değiller…
Başörtüsüne özgürlük masalıyla geldiler; Kara çarşafa bürünerek okula gitmeye başladılar. Karışık eğitimden yakınmaya başladılar… Neredeyse ülkemizdeki bütün Orta ve lise okulları İmam Hatip oldu; hala mutsuzlar…
İslamın egemen olduğu zaman endişelerinden kurtulmuş olacaklarını dillendirmeye başladılar!
Türkiye Cumhuriyeti’ni çoğulculuk yönetiminden tekil kişiye indirgeyip, Hilafet Makamı çevresinde Radikal İslamcı bir yaşam isteminin önünü Prof. Dr Nilüfer Göle’nin önünü açtığını da unutmayalım. Cumhuriyetin olanaklarıyla okuyan-yazan SOL Liberal hainler İslamcı Faşistlerle aynı yatağı paylaştı!
Halkımızın özgürlük alanını kısıtlayan; bugünkü durumunun sorumluları, kendisini aydın zanneden önünü ışıtmaktan yoksun şımarık liberaller, Fransız Devriminin süreğenliğini Türk Toplumununda uygulamak isteyen Fransızlaşmış hainler (İkici Cumhuriyetçiler), Kürt Faşizmine ve İslamcı kuyrukçulara teslim edilen CHP, Kemalizmin değerlerini soytarılığına dönüştüren Perinçkçiler!
Geçmişte Bayrak Mitingleri ile baş gösteren özgürlük istemi aradan yıllar geçtikten sonra Cumhuriyetin 💯. yılı nedeniyle hiçbir partinin güdümünde kalmadan DEVLETİN KURUCU yapısını değiştirmek isteyen anlayışa karşı Batı’da milyonlarca kitle içtenlikle kutlama yaparken, Doğu ve Güneydoğu sanki bu ülkenin yurttaşları değilmişcesine bir tavır içinde kalmışlardı…
AKP’nin aracılığıyla, emperyalizmin arzu ettiği biçime sokulmuştu ülke!
İçinden küçük devletlerin çıkartılacağı Ortadoğu‘nun Eşbaşkanı Vahdetin Köşkünün bahçesinde ufka bakarken acaba ne düşünüyordu?
Şimdi yeni bir tanımlamanın eşiğindeyiz: Atatürkçüler Endişeli!
Her türlü direnme hakkını yaşamsalımıza almak zorundasınız. Bizim, Arap-Afgan sürüleri gibi topraklarımızı bırakıp başka ülkelere göçmeyi onurumuza yedirmemiz olanaksız.
Var olmak adına yok olmayı göze alanlar ülkesini yitirmez…
Devletin temel amacı bireyin haklarını korumaktır .
* Yönetsel erk baskı ve şiddet uyguluyorsa , Anayasa ve Yasalara aykırı biçimde hareket ediyorsa , hukuku dışlıyorsa yurttaş direnme hakkına sahiptir.
Atatürk’ü ağzına almaktan korkan partilerin genel başkanlarını koltuklarından alaşağı ederek eyleme geçmek zorundalık haline geldi.
Bireysel değil, kitlesel katılımlarla olumsuzlukları şiddete uzanmadan ülke gündemine yaymalıyız.
Zulme karşı direnmenin bir insan hakkı olduğunu unutmayalım.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk‘ün Bursa Söylevini yineden okuyalım, okutalım…
Türkiye Cumhuriyeti ‘X‘ ülkelerin vaftiz edilmiş çocuğu değildir… Soysal gelimi belki olan, onurlu bir soydan geliyoruz; soyu karanlıkta kalanları imlememiz gerekiyor artık! TBMM koltuklarında Laik hukuka inanmış, ulusal değerleri önceleyen, Türklük bilinçiyle yetişmiş, etikten yana bireyler oturmalı!
Özlemimiz: “Ne Mutlu Türküm“ denilen bir ülkede yeniden yaşamak üzerine kurulmalı. Okullarımız her sabah ANDIMIZ okunarak açılmalı. Her cuma günü Okul dağılımından önce İSTİKLAL MARŞI okunmalı… Atatürk ‘ ün Büyük Söylevi Orta ve Liselerde ders olarak okutulup incelenerek Ulus bilinci yeniden olgunlaştırılmalı…
0 notes
hetesiya · 3 years
Text
Nietzsche: Ey yargıçlar ve kurban edenler, hayvan başını eğmeden öldürmek istemiyor musunuz?
Tumblr media
Böyle kendi elinden acı çeken için kurtuluş yoktur, meğerki tez bir ölüm gele. Sizin öldürmeniz, ey yargıçlar, acıma olmalıdır, öç alma değil. Ve öldürürken, kendiniz hayatı haklı çıkarmaya bakın! Öldürdüğünüzle barışmanız yetmez. Üzüntünüz, Üstinsan sevginiz olsun: böyle haklı çıkarırsınız sağ kalmanızı! «Düşman» demelisiniz, «alçak» değil; «sayrı» demelisiniz, «düşük» değil, «deli» demelisiniz, «günahkâr» değil. Ve sen, ey kızıl yargıç, aklından geçenleri açığa vursan, şöyle haykırır herkes: «Defolsun şu pislik ve ağılı böcek!» Oysa düşünce başka, eylem başka, eylemin tasarımı yine başka. Nedensellik çarkı bunlar arasında dönmez.
“Ben ırmak kıyısında bir parmaklığım: tutunabilen tutunsun bana! Fakat koltuk değneğiniz değilim ben.”
Solgun Suçlu Üstüne
Ey yargıçlar ve kurban edenler, hayvan başını eğmeden öldürmek istemiyor musunuz? Bakın, solgun suçlu başını eğdi: büyük horgörme konuşuyor gözlerinden. «Benim ben’im altedilmesi gereken bir şeydir: benim ben’im insanın büyük horgörülmesidir bence»: böyle diyor bu gözler. Kendi kendini yargılaması, onun en yüksek anıydı: yücelmiş olan, aşağılık durumuna düşmesin yine! Böyle kendi elinden acı çeken için kurtuluş yoktur, meğerki tez bir ölüm gele. Sizin öldürmeniz, ey yargıçlar, acıma olmalıdır, öc alma değil. Ve öldürürken, kendiniz hayatı haklı çıkarmaya bakın! Öldürdüğünüzle barışmanız yetmez. Üzüntünüz, Üstinsan sevginiz olsun: böyle haklı çıkarırsınız sağ kalmanızı! «Düşman» demelisiniz, «alçak» değil; «sayrı» demelisiniz, «düşük» değil, «deli» demelisiniz, «günahkâr» değil. Ve sen, ey kızıl yargıç, aklından geçenleri açığa vursan, şöyle haykırır herkes: «Defolsun şu pislik ve ağılı böcek!» Oysa düşünce başka, eylem başka, eylemin tasarımı yine başka. Nedensellik çarkı bunlar arasında dönmez. Bu solgun adamı solduran tasarımdır. İşlerken eyleminin eriydi, ama eylem bittikten sonra, bu eylemin tasarımına dayanamadı. Artık kendini hep bir eylemin yapıcısı olarak görüyordu. Delilik derim buna: kuraldışı, onda kural oldu çıktı. Bir çizgi tavuğu büyüler; onun indirdiği vuruş da, zavallı usumu büyüledi. Eylemden sonraki çılgınlık derim buna. Dinleyin, ey yargıçlar! Bir başka çılgınlık daha vardır: o da eylemden önceki çılgınlık. Ah, siz bu gönlün derinliklerine yeterince sokulmadınız. Şöyle buyurur kızıl yargıç, «Bu suçlu neden öldürdü? Çalmak istiyordu da ondan.» Ama ben size derim ki: onun canı kan istiyordu, yağma değil: bıçağın mutluluğuna susamıştı o! Fakat zavallı usu, bu çılgınlığı kavrıyamadı ve onu kandırdı. «Kan da neymiş!» dedi, «hiç değilse, bir şey çalsan? Ya da öc alsan?» O da, zavallı usuna uydu: sözleri, üstüne kurşun gibi çökmüştü, — bu yüzden, öldürürken çaldı da. Çılgınlığından utanmak istemiyordu. İşte suçu yine kurşun gibi üzerinde, zavallı usu yine öyle uyuşmuş, öyle inmeli, öyle ağır. Kafasını bir sallıyabilse, yükü düşüverecek üzerinden: fakat bu kafayı kim sallıyabilir ki? Bu adam nedir? Kendi aralarında binde bir sessiz duran bir azgın yılanlar yumağı, — bu yüzden ayrı ayrı çıkarlar ve dünyada av ararlar. Şu zavallı gövdeye bakın! Onun çektiklerini ve istediklerini zavallı can kendine göre yorumladı, — öldürme tutkusu ve bıçak mutluluğuna duyulan hırs diye yorumladı. Şimdi sayrı düşeni bastırır şimdi kötü olan kötülük: kendine acı çektirenle, acı çektirmek ister. Ama başka çağlar da vardı, başka bir kötü ve iyi de. Bir zamanlar kötüydü kuşku ve Kendi istemi. O zaman sayrılar zındık ve büyücü oldular: zındık ve büyücü olarak acı çektiler ve acı çektirmek istediler. Fakat bu sizin kulağınıza girmez ki: iyi kişilerinizi incitirmiş, — bana öyle diyorsunuz. Peki ama bana ne sizin iyi kişilerinizden! iyi kişilerinizin birçok şeyi beni tiksindiriyor, gerçek, kötülükleri değil. Keşke delilikleri olsaydı da, bu delilik yüzünden yok olabilselerdi, şu solgun suçlu gibi! Evet, deliliklerine gerçek, ya da bağlılık, ya da doğruluk denseydi keşke: oysa onların erdemi çok yaşamak, acınacak bir rahatlık içre yaşamak içindir. Ben ırmak kıyısında bir parmaklığım: tutunabilen tutunsun bana! Fakat koltuk değneğiniz değilim ben. — Böyle buyurdu Zerdüşt.
Friedrich Nietzsche Böyle buyurdu Zerdüşt
https://www.cafrande.org/nietzsche-ey-yargiclar-ve-kurban-edenler-hayvan-basini-egmeden-oldurmek-istemiyor-musunuz/#_
1 note · View note
pdrneokur · 5 years
Photo
Tumblr media
PDR NE OKUR? | Viktor E. Frankl - İnsanın Anlam Arayışı ° °Kitap logoterapi kuramını çok sade , akıcı bir dille okumak isteyenler için harika bir seçim olacaktır. . . "Korkutucu rüyalardan ya da hezeyanlardan mustarip insanlar için özellikle her zaman üzüntü duymam nedeniyle, zavallı adamı rüyasından uyandırmak istedim. Ansızın, yapmak üzere olduğum şeyden ürküp, adamı sarsmaya hazır olan elimi geri çektim. O anda, ne kadar dehşet verici olursa olsun hiçbir rüyanın, bizi çevreleyen ve kendisini sarstığım takdirde adamın uyanacağı kamp��n gerçeklerinden daha kötü olmadığının, yoğun bir şekilde bilincine vardım." . . Kitabın ilk bölümü Viktor E. Frankl 'ın toplama kampı deneyimleri bulunuyor. Burayı okuduktan sonra logoterapinin odak noktasının nereden çıktığını çok iyi anlıyoruz. Yaşadıklarını sıradan bir anıdan ziyade bir psikiyatristin gözlemleriyle anlatması kitabı çok daha güzel hale getirmiş. Yukarıda kitaptan alıntıladığım kısım ise kampın şartlarını en net şekilde anlatıyor bence. Oradan kurtulan insanların belki de en önemli ortak özelliği hayatta bir amaçlarının olmasıydı. Bu amaç hayatlarına anlam katıyordu. . . . . Kitapta en çok etkilendiğim kısım ise rüyasında 30 Martta kurtulacağını gören birinin 31 Mart günü ölmesiydi. Victor Frankl bunun için; " Bir insanın ruhsal durumuyla -cesareti ve umudu ya da bunların bulunmayışı- vücudunun bağışıklık durumu arasında ne kadar yakın bir ilişki olduğunu bilenler, umut ve cesaretin birdenbire yitirilmesinin öldürücü bir etkisi olabileceğini anlayacaktır. Arkadaşımın ölümünün nihai nedeni, beklediği özgürlüğün gelmemesi ve ağır bir hayal kırıklığı yaşamasıydı. Bu, vücudunun uykuda olan tifüs salginina karşı direncini birdenbire dürüştü. Geleceğe olan inancı ve yaşama istemi felce uğramış ve bedeni hastalığa yenik düşmüştü; böylece rüyasındaki ses haklı çıkmıştı." diyerek aslında ruh sağlığımızın , umutlarımızın, hayallerimizin ne kadar önemli olduğunu açıklamıştır. . #insanınanlamarayışı #logoterapi #victorfrankl #varoluşçuluk #psikanaliz #psikoloji #bookstagram #book #books #psychology #kitap #okumahalleri #okudumbitti #kitaptavsiyesi #pdr - #regrann https://www.instagram.com/p/B4NE1W6g-ma/?igshid=1u17o3e5poa61
3 notes · View notes
mehmetcansiz · 4 years
Text
Yargıtay: "Boşanan Anne Çocuğuna Kendi Soyadını Verebilir"
Tumblr media
T.C. YARGITAY 2.Hukuk Dairesi Esas: 2019/6722 Karar: 2019/10404 Karar Tarihi: 21.10.2019 ÇOCUĞUN SOYADININ DEĞİŞTİRİLMESİ İSTEMİ - VELAYET HAKKINA SAHİP DAVACI ANNENİN ORTAK ÇOCUĞUN SOYADININ KENDİ SOYADI İLE DEĞİŞTİRİLMESİ - ÇOCUĞUN SOYADININ ANNENİN SOYADI OLARAK DEĞİŞTİRİLMESİNİN ÇOCUĞUN ÜSTÜN YARARINA OLACAĞI - DAVANIN KABULÜ ÖZET: Dava münhasıran velayet hakkına sahip davacı annenin ortak çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesine yöneliktir. Somut olayda, velayet hakkına sahip davacı anne, davalı babanın çocuğa karşı ilgisiz olduğunu, çocuğun yaşamını annesi ile geçirdiğini, her türlü işini kendisinin yerine getirdiğini ve resmi işlemler ile çocuğun okul hayatında bu durumun dezavantajını yaşayacağını ileri sürmüş, davalı baba da 12.06.2019 tarihli temyize cevap dilekçesi ile davacı ile boşandıklarından beri çocuk ile yeterince ilgilenmediğini, bundan sonra da yurt dışında yaşama planı olduğunu, çocuk ile olan bağının büyük ölçüde ortadan kalkacağını, çocuğa yeni yapmış olduğu evlilik ve bu evlilikten de bir çocuğu daha olması nedeniyle zaman ayıramadığını, çocuğun tüm işlerini davacı annenin yerine getirdiğini bu sebeple çocuğun günlük hayatında sorun yaşamaması için davacı annesinin soyadını almasını kabul ettiğini bildirmiştir. Çocuğun soyadının annenin soyadı ile değiştirilmesi halinde çocuğun üstün yararı bakımından ruhsal gelişiminin olumsuz etkileneceği ileri sürülmediği gibi dosya kapsamı ve davalı babanın temyize cevap dilekçesindeki beyanlarından çocuğun soyadının annenin soyadı olarak değiştirilmesinin çocuğun üstün yararına olacağı anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin benzer olaylarda verdiği hak ihlaline ilişkin kararları da gözetilerek davanın kabulüne karar vermek gerekir. (2709 S. K. m. 10, 20, 41, 90) (4721 S. K. m. 27, 282, 292, 321, 335, 336) (2525 S. K. m. 4) (ANY. MAH. 08.12.2011 T. 2010/119 E. 2011/165 K.) (ANY. MAH. 25.06.2015 T. 2013/3434 E.) (ANY. MAH. 11.11.2015 T. 2013/9880 E.)   Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:   Karar: Davacı anne dava dilekçesinde; davalı ... ile 01.09.2016 tarihinde kesinleşen kararla boşandıklarını, ortak çocuk 26.01.2016 doğumlu ...'in velayetinin kendisine verildiğini, çocuğun kendisi ile yaşadığını ve maddi manevi tüm ihtiyaçlarını kendisinin karşıladığını, davalı babanın çocukla ilgilenmediğini, kişisel ilişki günlerinde dahi çocukla genellikle görüşmediğini, çocuğun bundan sonraki yaşamını kendisi ile geçireceğini, soyadlarının farklı olması sebebi ile resmi işlemlerde zorluklar yaşadığını, çocuğun da okul hayatında bu durumun psikolojisini olumsuz etkileyeceğini iddia ederek, ortak çocuğun soyadının kendi soyadı olan ‘...’ olarak değiştirilmesini talep ve dava etmiş, Kayseri 1. Aile Mahkemesi'nin 20.06.2018 tarihli 2018/364 Esas 2018/539 Karar sayılı ilamı ile soyadının yalnızca velayet hakkının kapsamı içerisinde yer almaması gerektiği, soyadının soybağı ile ilişkili olduğu, eşitlik ilkesinin değil çocuğun menfaatinin üstün tutulması gerektiği, babanın çocuğun kendi soyadını taşımasının zararına olacağı herhangi bir durumun mevcut olmadığı ve çocuğu ile ilgili olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, bu karar üzerine davacı anne tarafından süresinde istinaf kanun yoluna başvurulmuş, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince 20.03.2019 tarih 2018/2916 Esas 2019/442 Karar sayılı ilamı ile ‘velayet sahibi annenin bildirdiği delillerle çocuğun soyadının değiştirilmesinin üstün yararına olduğunu kanıtlayamadığı’ gerekçesi ile davacının istinaf talebi esastan reddedilmiş, hüküm davacı anne tarafından temyiz edilmiştir.   Dava münhasıran velayet hakkına sahip davacı annenin ortak çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesine yöneliktir.   Yapılan yargılama ve toplanan delillerden; ortak çocuk ...'in tarafların evlilik birliği içinde 26.01.2016 tarihinde doğduğu, tarafların 01.09.2016 tarihinde kesinleşen kararla boşandıkları, boşanma kararı ile birlikte ortak çocuk ...'in velayetinin davacı anneye bırakıldığı, davacı annenin halen velayet hak ve sorumluluğuna sahip olduğu anlaşılmaktadır.   Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur. Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur. Soybağı ayrıca evlât edinme yoluyla da kurulur (TMK m. 282). Evlilik dışında doğan çocuk, ana ve babasının birbiriyle evlenmesi hâlinde kendiliğinden evlilik içinde doğan çocuklara ilişkin hükümlere tâbi olur (TMK m. 292). Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin soyadını taşır. Ancak, ana önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşıyorsa çocuk onun bekârlık soyadını taşır (TMK m. 321).   Adın değiştirilmesi, ancak haklı sebeplere dayanılarak hâkimden istenebilir. Adın değiştirildiği nüfus siciline kayıt ve ilân olunur. Ad değişmekle kişisel durum değişmez. Adın değiştirilmesinden zarar gören kimse, bunu öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebilir (TMK m. 27). Soyadı, bireyin yaşamıyla özdeşleşen ve kişiliğinin ayrılmaz bir unsuru hâline gelen, birey olarak kimliğin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri ve vazgeçilmez, devredilmez, kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkıdır.   Velayet; ana veya babanın, ergin olmayan çocuklarının veya kısıtlanmış ergin çocuklarının kişi varlığına, malvarlığına ve bu iki husus hakkında onları temsiline ilişkin sahip oldukları hakların ve yükümlülüklerin bütününe denir (Akıntürk, Turgut: Türk Medeni Kanunu C.2, Aile Hukuku, İstanbul 2002, s. 400). Velayet, çocuk ergin oluncaya kadar onunla ilgili alınması zorunlu kararları alma hususunda veliye sorumluluk yükler ve onları yetkili kılar. Bu bakımdan modern hukukta velayet, bir hak olduğu kadar aslında çocuğun üstün yararının sağlanması bakımından yetki ve sorumluluk da içerdiğinden, hak ve yükümlülüklerin toplamı olarak kabul edilmektedir. Velayetin nihai amacı, henüz erginliğe ulaşmamış küçüğün, ileride bir yetişkin olarak gelecekteki hayata hazırlanmasını sağlamaktır (AKYÜZ, Emine Çocuk Hukuku Çocuk Haklarının Korunması, 2012 s. 220). 4721 sayılı Kanun’un velayet hakkına ilişkin 335. maddesinde, ergin olmayan çocuğun, ana ve babasının velayeti altında olduğu, yasal sebep olmadıkça velayetin ana ve babadan alınamayacağı belirtilmek suretiyle evlilik ilişkisi süresince velayet hakkının ve bu kapsamdaki yetkilerin ortak kullanımına işaret edilmiş; 336. maddesinde evlilik devam ettiği sürece ana ve babanın velayeti birlikte kullanacağı, ortak hayata son verilmesi veya ayrılık hâlinde hâkimin velayeti eşlerden birine verebileceği, ana ve babadan birinin ölümü hâlinde velayetin sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa ait olduğu hüküm altına alınmış, velayet hakkı ve içerdiği yetkilerin kullanımı noktasında da eşlerin eşitliği prensibi yansıtılmaya çalışılmıştır.   Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde, velayet hakkı kapsamındaki yetkiler dâhilinde olan çocuğun soyadının belirlenmesi hususunun düzenlendiği 21.6.1934 tarihli ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu'nun 4. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır." şeklindeki düzenleme Anayasa Mahkemesinin 08.12.2011 tarihli ve 2010/119 esas, 2011/165 karar sayılı kararı ile iptal edilmiş ve iptal kararı gerekçesinde, kadın ve erkeğin evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve sorumluluklara sahip olmaları gereğine yer veren uluslararası sözleşme hükümlerine de atıf yapılmak ve eşlerin, evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda oldukları, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını seçme hakkının kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete göre ayırım yapılması sonucunu doğuracağı belirtilmek suretiyle itiraz konusu kuralın, Anayasa’nın 10. ve 41. maddelerine aykırı görülmesi nedeniyle iptaline karar verildiği belirtilmiştir.    Anayasa Mahkemesi’nin 25.06.2015 ve 2013/3434 numaralı, 11.11.2015 tarih ve 2013/9880 numaralı, 20.07.2017 tarih ve 2014/1826 numaralı bireysel başvuru kararlarında ise; velayet hakkı tevdi edilen çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebin, velayet hakkı ve bu kapsamdaki yetkilerin kullanımı ile ilgili olması sebebiyle Anayasa'nın 20. maddesi kapsamında ele alınması gereken bir hukuki değer olduğunu, koruma, bakım ve gözetim hakkı veya benzer terimlerle ifade edilen velayet hakkı kapsamında, çocuğun soyadını belirleme hakkının da yer aldığını, eşlerin evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda olduğunu, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını belirleme hakkının kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete dayalı farklı bir muamele teşkil ettiğini, çocuğun bir aileye mensubiyetinin belirlenmesi amacıyla bir soyadı taşıması ile nüfus kütüklerindeki kayıtların güvenilirliği ve istikrarının sağlanmasında, çocuğun ve kamunun açık bir menfaati bulunmakla birlikte, annenin soyadının çocuğa verilmesinin söz konusu menfaatlerin tesisine olumsuz etkilerinin kesin olarak saptanması gerektiğini ve başvurulara konu yargısal uygulamaların ölçülü olduğunun kabul edilemeyeceğini belirterek, eldeki somut olaya benzer nitelikteki başvurulara konu yargısal kararlarda Anayasa’nın 20. maddesi ile birlikte değerlendirilen Anayasa'nın 10. maddesinde güvence altına alınan ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar verilmiş, aynı kararlarında ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemesine gönderilmesini de kararlaştırmıştır.   Türkiye Cumhuriyeti adına 14 Mart 1985 tarihinde imzalanan "11 Nolu Protokol ile Değişik İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmeye Ek 7 Nolu Protokol", 6684 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunarak, 25.03.2016 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanıp yürürlüğe girmiş ve iç hukukumuz halini almıştır. Ek 7 Nolu Protokol'ün 5. maddesine göre, "Eşler, evlilik bakımından, evlilik süresince ve evliliğin bitmesi halinde, kendi aralarındaki ve çocuklarıyla olan ilişkilerinde, özel hukuk niteliği taşıyan hak ve sorumluluklar açısından eşittir. Bu madde, devletlerin çocuklar yararına gereken tedbirleri almalarına engel değildir".   Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin Milletlerarası Andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda Milletlerarası Andlaşma hükümleri esas alınır. (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m. 90/son).   Kuşkusuz velayet kendisinde bulunan anne veya babanın, çocukla ilgili yapacağı her türlü iş ve işlemde çocuğun üstün yararını koruması gerektiği tartışmasızdır.   Çocuğun üstün yararı, çocuğu ilgilendiren her işte göz önüne alınması zorunlu olan ve belirli bir somut olayda çocuk için en iyisinin ne olduğunu belirlemede dikkate alınan bir ölçüt bir kılavuzdur. Çocuğun üstün yararı çocuğun haklarını garanti altına alan bir işlev de üstlenmektedir (YÜCEL, Özge Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt 1 Sayı 2, Aralık 2013, s. 117-137). Esasın da çocuğun üstün yararına gereken önemin verilmesi, yalnızca çocuğun ya da ana babanın değil, toplumun da menfaatinedir. Çünkü çocuğun sosyal, kültürel, fiziksel ve psikolojik yönden olumlu gelişimi, ilerde toplumda zararlı davranışlarının ortaya çıkmasını da engelleyecektir (BAKTIR, Çetiner Selma, Velayet Hukuku, Ankara 2000 s.33).   Çocuğun üstün yararı gereği, anne hiçbir gerekçe göstermeden, sırf velayetin kendisinde olduğunu ileri sürerek çocuğa kendi kızlık soyadının verilmesini isteyemez. Anne tarafından çocuğun soyadının değiştirilmesi davası açıldığında, çocuğun üstün yararına bakılır. Eğer çocuğun üstün yararı varsa annenin kızlık soyadı çocuğa verilebilir. Üstün yarar yoksa davanın reddine karar verilmelidir.   Somut olayda, velayet hakkına sahip davacı anne, davalı babanın çocuğa karşı ilgisiz olduğunu, çocuğun yaşamını annesi ile geçirdiğini, her türlü işini kendisinin yerine getirdiğini ve resmi işlemler ile çocuğun okul hayatında bu durumun dezavantajını yaşayacağını ileri sürmüş, davalı baba da 12.06.2019 tarihli temyize cevap dilekçesi ile davacı ile boşandıklarından beri çocuk ile yeterince ilgilenmediğini, bundan sonra da yurt dışında yaşama planı olduğunu, çocuk ile olan bağının büyük ölçüde ortadan kalkacağını, çocuğa yeni yapmış olduğu evlilik ve bu evlilikten de bir çocuğu daha olması nedeniyle zaman ayıramadığını, çocuğun tüm işlerini davacı annenin yerine getirdiğini bu sebeple çocuğun günlük hayatında sorun yaşamaması için davacı annesinin soyadını almasını kabul ettiğini bildirmiştir. Çocuğun soyadının annenin soyadı ile değiştirilmesi halinde çocuğun üstün yararı bakımından ruhsal gelişiminin olumsuz etkileneceği ileri sürülmediği gibi dosya kapsamı ve davalı babanın temyize cevap dilekçesindeki beyanlarından çocuğun soyadının annenin soyadı olarak değiştirilmesinin çocuğun üstün yararına olacağı anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin benzer olaylarda verdiği hak ihlaline ilişkin kararları da gözetilerek davanın kabulüne karar vermek gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.   Sonuç: Yukarıda açıklanan sebeple Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince 20.03.2019 tarih 2018/2916 Esas 2019/442 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA, Kayseri 1. Aile Mahkemesinin 20.06.2018 tarihli 2018/364 Esas 2018/539 Karar sayılı kararının BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, dosyanın adı geçen ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de adı geçen bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 21.10.2019 (¤¤) Read the full article
0 notes
Text
Xanım Mılan:Prag’da bir Diarıbekirli, ısmarlama siyasi davaların 63 yaşındaki eli kelepçeli mağduru
Lobiler, ısmarlama siyasi, ekonomik savaş ve sonuçlar. 10 yıl önce yapılan davete Nisan 2017’de evet diyebildik. Ailece İsviçre’den Çek Cumhuriyeti’ne doğru ilerlemeye başladık. Hepimizde tanımadığımız bir ülkeyi tanıma, sanat, tarih, insan emeğinin güzelliklerini sergileyen, yaşam sevinci veren Prag ve diğer şehirleri tanıma istemi dorukta sabaha doğru mutluluk rüzgarlarına kaynaklık eden Prag’a vardık.
Kısa bir şehir turu sonucu mimari ihtişamı izlemeye başladık. İnsan olarak 360 derece bakış açımız yok. İlk kez adım attığım topraklarda bir yönü izlerken diğer yöndeki güzelliği görememenin kaygısıyla bakarken en iyi şekilde görme çabası harcadım.
Paris şehrinin altı katı büyüklükte yüzey alanına serpilen, nüfus olaraksa Paris’e göre çok az sayıla bilinecek insana yuvalık yapan bu şehir med-cezir misali her yıl yüzbinlerce turiste ilham verip, heyecanlandıran, bilgi kaynağı oluyor. Öğretici, eğitici sayfalarını duvarlarında sergiliyor. Kendi bilgeliğini gizlemiyor, faydalanmak isteyenden esirgemiyor.
Doğası, tarihi binaları, bohem felsefesinin mirası dekorasyonları haklı olarak insanları kendisine doğru yöneltiyor, yönelenleri de kucaklıyor. Sadece Prag değil sürekli bilgi açlığı çekenlere, öğrenme istemini doyuramayanlara kucak açan, bu ülkede her şehir farklı bir bilgi hazinesi.
1340 larda yenilenmiş olan Marienbad adlı kaplıca şehrine girdiğimizde muhteşem bir görüntüyle karşı karşıya kaldık. Dr. Yekta’nın çek dilini öğrendiği bu şehirde bulunan tedavi merkezleri, binaların muhteşem güzellikleri ben de ne mutlu bana ki bu varlıkları, güzellikleri görme olanağına sahip olabildim, tanıdıkça, öğrendikçe yaşam güzelleşiyor duygusunu doruklara yükseltti. Bu tablo şehirde bulunmanın mutluluğu, insan, doğa sevgisi güneş ışınları gibi beni ısıtırken, bir eşarp gibi başımı sararken, bir gözlük gibi daha net görmemi sağlarken, burada öğrenim gören kişilere sunulan olanakları öğrendikçe de heyecanım benden önce şehrin merdivenleri tırmanıyordu.
Goethe’nin evine doğru ilerlerken Bethoven, Chiler, Mozart,Chopin,George Sand vb. bu şehirde yaşamış olduklarını öğreniyoruz. Üreticilikleriyle şehri zenginleştirmişler. Bize rehberlik eden bu Kürd doktor edebiyatı, resimi, heykeli, mimarlığı, musikiyi, tiyatroyu, dansı bu şehirde eğitmenlerinden, şehrin yöneticilerinden öğrenmişti. Özellikle bu dalları sevmesi, öğrenmesi, gelişmesi için iteklenmişti. Atları bu şehrin kırlarında tanımış, at biniciliğini burada öğrenmişti. Burada yol haritası çiziliyor, bilgiyi kullanma, girdiği ortama uyum sağlama, bütünleşme kılavuzu eline veriliyor, geleceği şekillendiriliyor. Çok önemli bilgi olanaklarına kavuşması sağlanıyor. Kendisinin geleceğinin anahtarı olan öğrenme kapasitesi Kürd ulusunun zekasının sembolüdür. Onurla temsil eder, sözcülük yapar. Akıl tembelliğinden uzak durmayı öğrenip beynini enerjik vücuduyla bütünleştirir. Vucudundan fazla enerji tüketen beyninin her gün düzenli olarak kullanır.
Bu beyin bu olanaklar içinde koşulları değerlendirir, kendisini geliştirir. Halkının dili, kalemi, yazılı tarihi olmaya karar verir. Birey ve güzel sanatlar, birey ve doğal yaşam felsefesi bu şehrin okul sıralarında yuvadan uçmayı öğrenmeye başlayan Kürdistan isimli bu şahine enjekte edilir. O, edebiyatı, resimi, heykeli, mimarlığı, musikiyi, tiyatroyu, dansı kendi kimliklerinin, dünyasının, sosyalizasyon kazandığı Diarbekir topraklarının insanlarının sesi, çığlığı olmak için değerlendirir.
O bu şehirdeki anılarını anlatırken, ben İstanbul’da bana ve bizlere yaşatılanları yeniden film şeridi gibi hatırlamaya başladım. İyi ki bu olanaklardan yararlanabilen insanlarımız olmuşlar düşüncesiyle kendisini dinledim. İstanbul’da 12 Eylül cuntasının şemsiyesi altında geçen kendi öğrencilik dönemimi, yaşadığım, üzerimde uygulanan devlet şiddetini, lise öğrencisiyken fizik hocası tarafından dövülüşümü ve bu şehirdeki öğrencilerin öğrenmeleri, gelişmeleri, uygulayıcı olabilmeleri için özellikle siyasal sistemin temsilcileri, öğretenleri tarafından iteklenmelerini, değişik alanlarda, konularda eğitilmelerini, yaşama kazandırılmalarını duydukça keşkelerle dakikaların birbirlerini kovalamalarını bile his edemedim.
Keşke kullanma olanağı bulduğunuz o olanakların %5 ine bende sahip olabilseydim ve gençlik dönemimi Selimiye, Metris cezaevlerinin hücrelerinde değil de sizin yaşama olanağı bulduğunuz böyle öğretici, eğitici, geliştirici bir ortamda ve itekleyici, öğrenme aşkını vücuda enjekte eden koşullar içinde geçirebilseydim, dedim. Güzelliklerin çirkin görüntülerle yer değiştirmemeleri için yönümü suyun sesine doğru çevirdim. Anı yaşamak, değerlendirmek kötüyü kovmak, etkisini sıfırlayabilmek güzelleştirici etkiyi şahlandırıyordu.
Dünya Kürd Ögrenciler Birliği’nin üyesi ve burslusu olarak Çekoslovakya’ya adım atan Dr. Yekta bütün olanaklardan yararlanabilmiş, şiir, müzik, resim, heykel, mimari, tiyatro gibi insanları estetik yönden besleyen, büyüten, zenginleştiren, zevk duygusunun filizlenmesini, çiçek vermesini sağlayan sanatları uygulanan yerlerde tek tek ve geçmişe yönelik özlem dolu anılarıyla gülümseyerek anlatırken ben her heykelin, her resmin anlamını çözmeye, detayları gözden kaçırmamaya çalışıyordum.
Ben de heyecan ve hayranlık birbirlerini çekiştirip ön sırayı kapmaya çalışırlarken nisan ayında yuvalarını bekleyen, alanlarının sınırlarını belirleyen kuşların ötüşleri bana huzur veren Demis Roussos’nun sesini kulaklarıma taşıyorlardı. Yüzey, hacim, mekân sanatları deryası olan bu şehir, bu güzelliği kucaklayan parklarıyla, ormanlarıyla “beni örnek al, memleketinde de uygulanabilir, niye olmasın?” ıslığını kulaklarıma doğru itekliyordu. O itekledikçe ben kendisine doğru yaklaşıyordum. Ben bu şehri güzel sanatların merkezlerinden biri olarak kabul ettim. Çünkü o kendisini kabul ettirdi.
II. Dünya Savaşı’na kadar Çekoslovakya Alman ve Yahudileri tarafından yaşanılan bu şehir de marangozluk, demircilik, dülgerlik mesleklerinde uzmanlaşan insanların güzel sanatlara yönelik yetenekleri her biri bir anıt olan binalarda sergileniyor. Onlar el işlerini ruh ve duygu dünyalarıyla harmanlayıp, besleyip kendi cennetlerini oluşturmuşlar. Zevk alarak çalışmış, eserlerini seyretmiş, seyirciler oluşmasına zemin hazırlamışlar. Bizler ülkelerini inşaya aday halklara da örnek kentler, yerleşim birimleri olarak bırakmışlar. Onlar, yaşanılan yer, yerleşiklerin yaşam tutkuları, güzel sanatlarla yaşamı hoş kılma, çevreyi pozitif enerji merkezlerine çevirme, doğa, eşya ve canlılar arasındaki uyumu, dengeyi bozmama açısından da liderliği ellerinde tutmuşlar.
Bu şehirde çocuklarım ve Dr. Yekta arasındaki diyalog, bilgi sunma yarışı bana hoş anlar yaşattı. Özellikle askerlik, tarih, din ve siyaset alanında bilgi sahibi olan büyük oğlum Avrupa imparatorlukları, tek Tanrı’lı dinlerin bu topraklarda kök salmaya başlamaları konusunda bilgi kutusunu açıp düşüncelerini heyecanla ilmiklerken, kuş ötüşlerinin şemsiyeleri ve su şırıltılarından oluşan uyum arasında bizlere sunarken Dr. Yekta Çek Cumhuriyeti’nin geçmişini hatırlattı ve son 27 yıllık süreci bir tanık, yaşayan olarak konulara göre örneklemelerle bizlere aktarıyordu. Onlar bilgi tazelerken bir yandan da bazı konularda karşı çıkışlar, diretmeler yaşanıyordu. Doktorun “Sizin yaşadığınız şehir bunun yanında köy gibi kalıyor.” demesi üzerine büyük oğlum “İsviçre’de imparatorluk mirası yok. Dağlar bariyer oluşturmuşlar.
Yaşam çok zormuş. Oranında farklı zenginlikleri mevcut.”la cevap veriyor. Gece karanlığında, baharın sembolü gür bir yağmur altında Prag şehrine dönüyoruz.
Dr. Yekta kişilik olarak canlı bir kütüphane. Hemen her konuda değerlendirme yapabilecek kapasiteye, bilgi birikimine sahip. Beyinsel tembellikten çok uzak bir birey. Şakaları, iğnelemeleri, anlatımları dalgaların kumları dövüşleri, varlığı bütünleştirmeleri misali sürekli yer ve renk değiştirtiyor. Ben öğrencilik dönemini, sonrasını sormuyorum. Sorularımla rahatsız etmek istemiyor, özel ve mesleki yaşamının kapılarını çalmak istemiyorum. Misafirlik sürecinde oluşacak tanımayla, güvenle kendisinin açıklamalar yapmasını bekliyorum. Sınırlar içinde kalmayı tercih ediyorum.
Bireysel tanıma bir aşamaya vardıktan sonra Çekoslavakya’daki Gustáv Husák stalinist rejiminin Saddam Hüseyin karşıtı Güney Kürdistan’lı (Iraklı) Kürd öğrencileri Irak’a teslim etmeye başlaması üzerine Şubat 1975’de Prag’daki İsveç Büyükelçiliği’ni basarak büyükelçilik binasında yapılan açlık grevini organize eden iki Kürd öğrenciden biridir.
Güney Kürdistan içerikli siyasi faaliyetlerinden dolayı, Irak’ta Kürdlere yönelik uygulanan zulümlere karşı eylemci olması sebep olarak gösterilerek öğrenciliği bittiğinde Çekoslavak’ya dan çıkarıldığını, o tarihte oğlu Alan’ın bir buçuk yaşında olduğunu, Çekoslavakya Almanı olan eşinin Çekoslavak’ya dan çıkmasına izin verilmediğini, kendisinin girişinin yasaklandığını, diğer siyasi Kürd öğrencilerde yaşanılan “ailelerin parçalanması” gelişmesinin kendisine de yaşatıldığını, oğlu Alan’ın babasız büyüdüğünü açıkladı.
O konuştukça ben bu siyasal sistemin Kürdlere yönelik uygulamalara kayıtsız kalışlarını düşünmeye başladım. Irak rejimini protesto eden Kürdlere sınırdışı uygulaması, ailelerin bölünmesi….Kendisinin Fransa’da tanıştığı ikinci eşinin, kızı Zilhan’ın annesinin de Alman olduğunu, daha sonra Almanya’ya yerleştiğini açıkladı. Siyasal gelişmeler üzerine eski rejim yıkılmış geçiş süreci yaşanmaya başlanmıştır. O, 1989 Aralık ayında yeniden Çekoslovakya sınırlarından içeriye girebiliyor, oğlunu görebilme imkanına kavuşuyor.
Siyasal sistemin değişiminden sonra 1.1.1993’de ülkenin adı Çek Cumhuriyeti olur. Yeniden yaşamaya başladığı bu ülkede siyasal bir Kürd olarak, bir iş adamı olarak sıkıntı yaşamaya başlar. Eski rejim yıkılmış, yeni rejim tam anlamıyla oturmamıştır. Geçiş döneminde insanlar oluşan sele kapılmamak için çaba harcarlar. Geçmiş siyasal kimliklerini gizlemek zorunda kalırlar. Kapitalizmin at şahlandırmaya başladığı memlekette cadı avı misali Kominist düşünceye sahip insan avına çıkılır. Gizlemeyi başaran yaptırımlardan kendisini kurtarabilir. Dünün rejiminin kahramanları işsiz kalmaya, değersizleştirilmeye başlanırlar. Korku atını şahlandırır.
Siyasal sistemin değiştirildiği dönemde O bir doktor olmanın yanı sıra iş adamı olarak yaşamaya karar vermiştir. Beyin ve beden tembeli olmayan bu Amedlinin iş ilişkileri, kapasitesi Kürdlerin ekonomik anlamda gelişmemeleri, ticareti öğrenmemeleri, sermaye birikimi sağlamamaları için çaba harcayan T.C. yöneticilerini rahatsız eder. Canları alınacak “Kürd iş adamları” listesini hazırlatanlar sadece T.C. sınırları içindekileri değil, dışındakileri de tespit ettirirler. O da “tehlikeli kürd sermaye sahibi” listesinde bulunan isimler arasına alınır.
T.C. vatandaşı bir Çerkez kendisini öldürmekle görevlendirilir. Doktor iş yerinde infaz edilecektir. Plan uygulamaya konulur görevli kişi doktorun yanında çalışan doktorun bir yakınına yaklaşmaya onunla dost olmaya başlar. Süreç içinde iş randevu almaya kadar ilerler. Randevu alıp idare binasına gelen öldürme adayı odanın kapısında silah doğrultmaya başladığı anda orada bulunanlarca etkisiz hale getirilir. Doktor bilgi vermeye devam ederken “Bununla içiçe, bağlantılı olarak Çek polisi içinde görevli bir birime bağlı polislerce de bana yönelik olarak siyasal, ekonomik, psikolojik, fiziki şiddetler uygulandı.” açıklamasında da bulundu.
O geçmişini kısaca anlattıktan sonra son cümle olarak halen rahat olmadığını, sıkıntılarının devam ettiğini, can güvenliği bulunmadığını söyleyip “Çek Cumhuriyeti’nde hukuk halen gerekli olan yerine oturmadı” belirlemesinde bulundu. Ben kendisini dinlerken 1990 ve özellikle Turgut Özal’ın öldürülmesiyle başlatılan Kuzey Kürdistan’daki şiddeti, infazları, T.C. metropollerindeki aydın-entelektüel, iş adamı, gazeteci, avukat infazlarını düşünüyor ve yakından tanıdığım öldürülen insanların resimleriyle yüz yüze kalıyordum.
Oğlu Alan’ın yetim büyüdüğünü belirtmişti. Ya kızın Zilhan’la gereken dönemleri birlikte yaşayabildiniz mi sorum üzerine “hayır” cevabını verdi. O, rejim değişimi sürecinde özel olarak düzenlenen komplolarla “tehlikeli sermaye sahibi iş adamı” listesinde yer alan biri olarak Eylül 1994’de hapse atıldığını, Alman olan eşinin yoğun baskı altında kaldığını, baskılardan dolayı mesleğinden istifa ederek Berlin’e oradan da Fransa’ya geçtiğini, 1994–1997 yılları arasında tutuklu kaldığını, ceza evindeyken de boşanmak zorunda kaldıklarını açıkladı. 3 yaşında olan Zilhan’da babasız kalır.
Özel olarak görevlendirilen bir kişinin 21.1.2015’de evine girdiğini, kendisinin dışarda olduğunu, kendisini bekleyen katil adayının alkol sevici-müptela olduğunu ve evde bulunan alkollerden içmesi sonucu sarhoş olduğunu, kendisi eve döndüğünde bu kişinin iki tabanca ve bir hançerle kendisine doğru yöneldiğini, alkolün etkisinden dolayı amaçladığı eylemi gerçekleştiremediğini vurguladı. Bu kişinin daha öncede çok sayıda suç işlediğini, bu suçlardan dolayı gereken şekilde cezalandırılmadığını, Çek Cumhuriyeti’nin güvenlik birimlerinde yer alan bazı kesimlerce kullanıldığını ve korunduğunu vurguladı.
Kendisinin katil adayı ve onu yönlendirenler hakkında şikayetçi olup dava açtığını, bu konudaki davasının devam etmekte olduğunu, davanın tümüyle kendi aleyhine dönderildiğini, kendisini öldürmek amacıyla gelen kişinin değil, kendisinin cezalandırılmak istendiğini belirtti. Tanımadığım bir ülke, değişen siyasal sistem, geçiş süreci, oturmaya başlayan yeni bir rejim, rejimin yasaması, yürütmesi, yargısı, kolluk kuvvetleri, mahkemeleri, uygulamalar…O yaşadıklarını, kendisine yönelik uygulamaları, yapıla bilinecekleri açıkladıkça ben şaşkınlık geçiriyordum. Şaşkınlığım bizzat gelişmelere tanık olduğum 29 Nisan gecesi şahitliğe dönüştü.
Nasıl mı?
28 Nisan gecesi 21.05 civarlarında çalan zille Dr. Yekta’nın ses tonu yükselmeye başladı. “Tutuklamaya geldiler” dedi. Hızla inip dış kapıyı açmak için ilerledi. Ben şaşkınlık yaşamaya başladım ve hemen odalardan birine girip doktorun arkadaşı olan gazeteci bayana haber verdim. Tanımadığım bir üniforma içindeki kişiler ikinci kapıdan içeri girmişlerdi. Dr. Yekta önleyici tedbir olarak yalnız olmadığının anlaşılması için aşağıdan yukarıya doğru bana seslendiğinde kendisini cevaplayıp, telefonda konuşmaya devam ederek aşağı indim. Gelen tim mensuplarından bir kesimi aşağıda beklerken üçü hızla üst kata çıktılar. Ben ve doktor da merdivenleri koşar adım çıktık. Bayanla konuşmaya devam ediyordum ve telefonu polis şefi olduğunu fark ettiğim kişiye doğru uzattım. Gazeteci bayanın polislerle konuşmasını sağladım. Almaya gelenler beni görmüş, umursamaz tavrımı izlemiş ve şaşkınlıklarını da gizlemeye çalışıyorlardı.
Niye mi?
Çünkü onlar doktorun evde yalnız olduğunu düşünüyorlardı. Benim orada olmamla istedikleri şekilde davranamayacaklardı, plan bozulmuştu. Hem ordaydım hem doktorun arkadaşı bayanı, çek bir gazeteciyi haberdar etmiştim. Dr. Yekta’nın evi Prag şehrine 20 km. uzaklıkta ve ormanlık bir alanda. Doktor orada bulunan evinde yalnız yaşıyor. Bizim arabamız bahçedeydi. Perşembe günü öğleden sonra araba bahçede görülmemişti. İsviçre’ye gidilmişti. Cuma günü bende işlerimle uğraşmış ve evden çıkmamıştım, görülmemiştim. Evde bulunan dinleyici cihazlardan birisini dinleyici olduğunu anlamadan çöpe atmış, diğerini de doktorun tanıması sonucu alıp incelemiş, pillerini çıkarmış devre dışı bırakmıştık, ev dinlenemiyordu. Perdeler çekili içerisi görülmüyordu. Doktorun yalnız olduğundan eminlerdi. Kendisini alıp götürecekler hiç kimse bu gelişmeden haberdar olmayacaktı.
Niye gece karanlığında geldiler?
Şehirden uzak ormanlık alanda, yakın komşu olmayan bir yerde, karanlık ortamda, evde veya ev dışında zehirleme yapılabilinir, bir kalp krizi geçirmesi sağlanabilinir, yol kenarına terk edilecek aracında kriz geçirmiş olarak bulunabilinirdi. Kim, hangi tanıklarla neyi ispat edebilirdi? Gece karanlığı geride tanık ve iz bırakmadan faaliyet göstermek için en uygun ortamdı. Ki doktor bu tarz sıradan izsiz öldürülmeler üzerine kendisinin daha önce uyarıcı makaleler yazdığını, “İfade” adlı kitabında da konuya yer verdiğini açıkladı.
Çekya da mahkemeye gitmeyene yönelik işlemler nasıl yapılıyor?
Çek Cumhuriyeti Suriye, Mısır, Somali değil. Avrupa şartlarında normal olmayan bir gelişti. Daha önce de 1 kez mahkemelere çağrılan doktor işleyişi biliyor. Görevli kendisini arıyor, randevu alıyor, mahkeme binasına gidip mahkemeye çağrı metnini alıyor. Bu kez durum çok farklıydı. Komandolar görevlendirilmişler, bazıları bahçe duvarını aşarak içeri girmişler, bazıları dışarda beklemişlerdi. Sadece üstünü değiştirmesine müsaade edildi.
Ben doktorun bayan arkadaşının polislerle yaptığı konuşmadan sonra telefonu kapattım. Polislerden biri bana kartını göstererek “Kriminal polis” dedi ve benim kimlik kartımı istedi. Odaya dönüp pasaportumu alıp getirip eline verdim. Onlar kimlik bilgilerimi kaydederlerken ben mesleğimi açıkladım. Prag’da bahar serin değil soğuk geçiyor. Doktora kalın giyinmesini tavsiye ettikten sonra polisleri izlemeye aldım. “Kriminal polis” diyen kişi kütüphane bulunan odanın kapısından hızla içeriye doğru yöneldi. Ben de peşi sıra kendisini izlemeye aldım.
Birkaç gün önce dinleyici “böcek” cihazı bulduğumuz tarafa doğru dikkatle bakıyordu. O bakış bana merakın nedenini hatırlattı. Dinleyiciyi bulmuş, yerleştirildiği yerden çıkarmış, açmış, pillerini kenara koymuş, bilgi göndermesini engellemiştik. O kişiyse bir bileni, belki de yerleştiren olarak göz atıyordu. Dinleyiciyi bulduğumuzda doktor “Polisler gelip buralarda beklediklerinde, dolaştıklarında ben resimlerini çekiyordum. Oysa dinleyici içerdeymiş. Onlar ona yönelik görevlerini yapıyormuşlar.” demişti.
Doktor hızla giyinmişti, salona geldi ve gözlerimin önünde elleri kelepçelendi. Ellere vurulan kelepçe Kürd onurunun, dik duruşunun, kurumayan özgürlük çiçekleri serpiştiricisinin, sürekli filiz veren ağacın köküne tuzlu ayran dökmeye benziyordu. İçimde oluşan tepkiyi, sorularımı, his dünyamı perdeleyerek onları izliyor, amaçlar ve bedeller, bilinçli tutkular ve sonuçlar, halkı ateş çemberinde yaşayan cesur yüreklere reva görülenler, yaşadık, yaşıyoruz, yaşayacağız dedim. Tutkularımızın gerçeğe dönüşmemeleri için maaşlı olarak bizlere karşı caydırıcı güç olmayı görev kabul eden, Kürd “dînemê”lerden rahatsız olanların kelepçelerinin yetenekli vücudun bileklerine takılışlarına şahidim, gözlerimi ayıramıyorum diyerek zaman kaybetmeden yapmam gerekenleri düşünüyordum.
İngilizce görevi devr aldı ve dillerini bilmediğim polislere doktoru nereye götürüyorsunuz sorusunu sorup, merkezinizin adresini verir misiniz isteminde bulundum. Gerçekleştirdiğim telefon konuşması sonucu kendilerinin evde oldukları anlaşılmıştı. Gizlenme imkanı yoktu, itiraz edemediler. İsteğim kabul gördü. Pasaportumu inceleyen kişi adresi yazıp bana doğru uzattı. Ben uygulamayı izleyen bir Kürd olarak gözlerimin önünde hareket eden kısacık bedene, kalın bileklere, 11 yaşındaki bir çocuğun ellerine sahip olan o parmakların hünerlerinden, o beynin üretiminden rahatsız, tedirgin olan karar vericilerin felsefelerinden tümüyle rahatsız olmaya başladım.
“Bedenimi hücrenize tıkayabilirsiniz ya ruhumu ve düşüncemi nasıl esir alabileceksiniz? Buna gücünüz yetmez. Herşey halkımın da diğer halklar gibi devlet sahibi olabilmesi için.” diyen insanlarımızın haykırışları, oğlunun cansız bedeni Kasaplar deresine “Newala qeseban” doğru sürüklenen Kürd ananın karnına vurarak “10 Metin daha doğuracağım” kararlılığı, cesareti, Amerika kıtası yerlilerinin işgalci beyaz adma “Güneşi, suyu, havayı nasıl satın alabilirsiniz?” Diyen görüntüleri birbirlerine halkalandılar.
Bu insana, kelepçe takılan Kürd bilgesine yönelik ağıtımı, baş eğmeyen “Diarbekir Keko” suna “dînemêr”ine yönelik direniş parçamı içimde yazmaya başladım. Ey halkım, ey insanım dünyanın en zeki, en becerikli, yetenekli, onurlu, dürüst, paylaşımcı, sosyal, suçsuz, mazlumların koruyucusu, kollayıcısı, öğretici ışığı, eğitici gönüllüsü de olsan devletsiz kaldığın sürece hırpalanacak, aşağılanacak, itilip kakılacak, sürüklenecek, hisleri doyurulmadığı için, normal çocukluk, gençlik süreçleri yaşamadığı için aşağılık duyguları içinde kıvranıp kurban arayan, eziyet etmekten, itip kakmaktan zevk alan, insani değerlerden uzak şekillenen, boğalara ok saplamak için gün sayan düşünce yoksullarının hedeflerinden kurtulamayacaksın.
Ne kadar zeki, ne kadar yetenekli, ne kadar üretici, ne kadar insancıl, ne kadar şiddet karşıtı olursan ol değersiz, kimliksiz “ayak altı” insan muamelesi görmeye devam edeceksin, efendi değil köle muamelesine layık görüleceksin kelimelerini zincirleyip 400 metre karelik evin duvarlarına doğru savurdum.
İnsansız evde duvarda asılı duran Kürdistan bayrağıyla göz göze geldim.
Doktor merdivenlerden inerken, bahçe kapısından çıkana kadar istemlerini son derece içten ve duyacağım ses tonuyla bana anlatmaya, açıklamaya, yapmamı beklediği işleri izah etmeye devam etti. Biz Kürdistan adlı damarlarla beslenen ağacın farklı yönlerde meyve sunabilen dallarıydık. Bir ulusun aynı lehçe ve farklı dini anlayışlarına sahip insanlarının evlatları, aynı siyasi, ekonomik, sosyal amaçların sahipleriydik. Koçkıri’den Farqin’e, oralardan İsviçre ve Çek Cumhuriyeti’ne doğru ilerlemiş, amaçlarından dolayı sürgün yaşamlara mecbur olmuş bedel ödeyen “dînemêr, dînejin”larıydık.
Ben aynı kimlikleri, amaçları paylaşan, ortak hedefleri olan, eğilmeyen kişiliğini önemseyen, halkının kalkanı olan yönünü destekleyen, savaşçı yanına gülümseyerek bakan, pozitif berraklıkta yüzmesini alkışlayan, bağımsızlık halayında yan yana zılgıt çeken, siyah derili olupta beyaz maske takmayan, sorumluluklardan, görevlerden kaçış için bahaneler aramayan bu bilenimin “Halkım insana yaraşır muamelelere layık. Ruhum özgür topraklarımda yer değiştirmeli” cümlesini evetleyen biriydim ve tek tanık olarak o anda oradaydım. Gözaltı, kelepçe, üniformalarla evlere giriş bizlere yabancı görüntüler değillerdi. Sıradanlaşan günlük yaşamların alerjik biberleriydiler.
Işıklar evden uzaklaştığında telefonumun kapağını kaldırıp bir gün önce balkonunda soğuk rüzgârın sarmaladığı çam kokularını koklarken, kuşların konçertolarını dinlerken kahvesini yudumlayarak anlattığı geçmişini hatırlayıp düşünmeye başladım. Yakın arkadaşı Çek bayanı yeniden arayıp, yazılan adresi fotoğraflayıp kendisine gönderdim. Avukatı ve Çek basınını haberdar etmesini istedim. Çok az İngilizce bilen bayanla dil sorunu yaşıyorduk. Bir yakınımı arayıp o bayanla kontak kurmasını Almanca dilinde isteklerimi aktarmasını sağladım. Diğer yandan farklı ülkelerde yaşayan meslekten iki Kürdü aradım. Kürd medya elemanlarının durumdan haberdar edilmelerini, bazı kişilerin iletişim adreslerinin verilmesini rica edip, doktorun Almanya vatandaşı olmasından dolayı alman yetkililerin de bilgilendirilmelerini talep ettim. Zamanla yarışıyordum.
Bir yandan ben bir yandan bir yakınım telefon ve e-maillerle haber ulaştırma, bilgi alma işlemleriyle uğraştık. Konuşmalarım, yazışmalarım devam ederken saat 24’e doğru hızla çalan dış kapının sesiyle bilgisayarımdan uzaklaştım. Balkona çıktığımda polislerin arasında bulunan doktoru gördüm. Kendisi evin kapısını açmamı istedi. Aşağı indim, hızla içeri girdiler ve iki kişi üst kata çıktılar. Bu kelepçeli getiriliş beni şaşırttı. Şimdimi arama yapacaklar sorusuyla onları izlemeye başladım. Doktor benden telefonunu, ilaçlarını istedi. İlaçları yerleştirmiş olduğum kutuyu uzattım.
Telefonu ararken biryandan da kendisiyle konuşuyordum. Avukatlarından birinin telefon numarasını, Kamışlo’dan olup doktorun kendisine master yapma olanağı sunduğu, 2 yıl doktorla birlikte kalan Kürd gencinin iletişim numarasını, kızının kimlik bilgilerini aldım. Psikolojik destek olacağını, geceyi daha rahat geçirme olanağı sağlayacağını bildiğim içim Doktora Kürd medyasını ve Prag’da yaşayan arkadaşını durumdan haberdar ettiğimi açıkladım. Gülümseyen gözlerle bana cevap verdi.
Kendisine konu nedir, bunlar niye geldiler, niye kelepçelendiniz sorularını sordum.
Kendisini öldürmek isteyen kişi hakkında dava açtığını, davanın aleyhine çevrildiğini, kendisinin suçlu muamelesi gördüğünü açıkladı. Hastanede yattığı için mahkemeye gidemediğini, doktor raporlarını hakime, mahkeme başkanına ve mahkeme idare müdüresine yattığı hastane odasından e-maillerle ilettiğini buna rağmen gitmeyişinin gerekçe gösterilerek gözaltı kararının alınmış olduğunu bu uygulamaya tabii tutulduğunu belirtti. Bu açıklama beni hem şaşırttı hem de rahatlatmaya yetti.
Bir Avrupa ülkesinde “Kriminal polis” o ülkede mal mülk sahibi olan, kaçma imkanı sıfır olan tanınmış bir Kürd şahsiyetini kelepçeleyerek mahkemeye götürmek için baskın yapmıştı!? Dr. Yekta Prag’dan kaçma istemi olan birisi değildi. 2 avukat tarafından savunuluyordu. Evinin basılması, kelepçelenerek götürülmesi gereken bir ölüm sevici, insanlık veya savaş suçları işlemiş her an kaçma ihtimali olan bir zanlı ya da suçlu değildi. Görüntü beni rahatsız etmeye devam etti. Ah devletsizlik demeye devam ettim.
O evinin, arabalarının, özel eşyalarının anahtarlarını bana teslim edip, isteklerini, beklentilerini yeniden sıralayarak, vurgulayarak elleri kelepçeli olarak evden çıkarılmayı beklerken gözlerime bakıyordu. Polislerin arasında olan kendisine tebessümle bakıp, yaklaşıp üç kez öptüm ve sorun yok, rahat ol, yoldaşım yanındayım dedim. Dış kapıya doğru götürülürken yalnız değilsin, yalnız kalmayacaksın, gereken her şey yapılacak emin olmalısını özellikle ekledim.
Ne kadar tutabilirler soruma “Ne olacağını ne yapacaklarını bilmiyorum, bu ülkede hukuk yok, halen yerleşmiş değil. Daha öncede iftiraya uğradım, 2,5 yıl yatırdılar. Uzun süre tutabilirler, kısa sürede de bırakabilirler. Beni hedefe koyan bu ülkede bulunan T.C.yle bağlantılı özel bir güç.” Açıklamasını ekledi. Bir yandan onunla konuşurken diğer yandan Kürd cesur yürek olmanın bedeli topraklarımızda da Avrupa ülkelerinde de kelepçedir. Yaşadık, yaşıyoruz, öyle görünüyor ki yaşamaya devam edeceğizle devam ettim.
Doktor niye eve getirildi ve ilaçlarını almasına izin verildi?
Bayan arkadaşı doktorun değişik sivil mesleklerin doruklarına yerleşmiş, oralarda görev yapan arkadaşlarına onun götürüldüğü merkezin telefon numarasını ulaştırmış, onlarda orayı aramaya başlamış ve kendisiyle ilgili bilgi istemeye başlamışlardı. Bu aramalar sonucu rahatlıkla yenebilecek bir lokma olmadığına karar verip, eve getirip ilaçlarını almasına müsaade etmişlerdi. Doktor yeniden kelepçeli olarak götürüldü. Bense ey halkım kendi cesur yüreklerini korumalı, en uzun süre verimli kalabilmeleri için gerekeni yapabilmelisin. Cesur yüreklerin korkutulmaya, sindirilmeye çalışılıyor, kendilerine bedel ödettiriliyor sen de etkileri en aza indirmelisin, Paris 9 Ocak 2013 çift devletli cinayeti unutma cümleleriyle daha rahat bir şekilde içeriye girip yeniden bilgisayarımın başına dönüp e-mailler ve telefonla bilgi aktarmaya devam ettim.
En azından gözaltıyla ilgili bilgi sahibi olabilmiştim. Kendisini içerde tutabilecekleri süre ve kendisinin yapılmasını istediği işler beni düşündürmeye devam ediyorlardı. Ben Prag’a ilk kez gelmiş bir yabancıydım. Bilmediğim bir dil, tanımadığım insanlar…Ertesi sabah gelen bir mesajla avukatının durumdan haberdar olduğunu öğrendim. Yapmam gereken şeylerin listesini yapmaya çalışırken saat 10 civarında telefonumun çalmasıyla mahkemeye çıkarıldığını ve serbest bırakıldığını öğrendim.
Kendisinin korumaya aldığı, okuttuğu Kamışlo’lu gençle gece görüşmüş ve eve gelmesini istemiştim. O da eve varmıştı. Birlikte Prag merkeze gidip doktoru karşıladığımızda fazlasıyla yorgun olduğunu gördük. Çek gazeteci arkadaşı mahkeme salonuna gitmiş, her konuda kefil olmaya hazır olduğunu belirtmişti ve yanında bekliyordu. Birlikte eve doğru dönerken doktor götürüldüğü merkezlerden, hücrede geçen saatlerden bahsetti. Eve vardığımızda bilgisayarını açıp Kürd medyasında yer alan haberleri, facebook sayfalarındaki değerlendirmeleri, kendisini tanıyanların yaptıkları yorumları okumaya başlayınca 12 saat boyunca kendisine yaşatılanların etkilerinin yüzünde oluşturduğu yorgunluk desenlerinin silindiklerini, gözlerindeki ışıldamanın yeniden doruğa doğru tırmanışa geçtiğini izlemeye başladım. Zehirin panzehiri dayanışma, sevgi, emeğinin değerini bilen, kendisinin mücadelesini onaylayan, benimseyen sayfalara pozitif hislerle nakışlanan cümlelerdi.
O gözaltına alınmadan 1 hafta önce 8–9 ay önce facebook sayfasına yerleştirdiği İran’daki idamları anlatan bir karikatür neden gösterilerek 1 ay facebook kullanamama cezası alması sağlandı. Bahçede bulunan İsviçre plakalı araç gitmişti. Evde kimsenin olmadığı, kendisinin yalnız olduğu düşünülerek 21 Nisan da verilen karardan bir hafta sonra cuma akşamı gözaltına alınmıştı. 1 Mayıs da tatildi, dört gece hücrede tutma olanağı doğuyordu.
Bu insanın sürekli huzursuz, rahatsız edilmesinin, evine böcek yerleştirilmesinin, hücrelere atılmasının, hapsedilmesinin, iftira kampanyalarının mağduru olmasının, enerjisini, zamanının iftiraları çürütmek için geçirmesinin, suçsuzluğunu ispatlamak için büyük boyutlu harcamalar yapmasının gerçek nedenlerini doktorun 29.4.2017 tarihli aşağıdaki anlatımlar ortaya koyuyor.
Dr. Uzunoğlu Eylül 2015’de Nesrin Abdullah’ın Çek Cumhuriyeti’nde düzenlenen Orta Avrupa Güvenlik toplantısına davet edilmesini, vize alınmasını sağlamış ve 2 gün yetmişin üzerinde NATO generalleriyle Rojava ve Kürdistan sorununu karşılıklı tartışılmasını sağlamıştır. Bu toplantı Rojava’lıların yani YPG, YPJ’nin NATO generalleriyle ilk temasları ve Pentagon YPG, YPJ ilişkisinin bu günkü düzeye varmasının başlangıcıdır. Bu ziyaret sırasında Nesrin Abdullah Çek Cumhuriyeti’nin bütün devlet kurumları tarafından kabul edilip (İçişleri, milli savunma vb.) aynı zamanda Çek parlamentosunun bütün partilerinin fraksiyonlarıyla görüştürülmüştür.
Orta Avrupa’nın en ünlü hanedanlığının başı ve aynı zamanda Çek Cumhuriyeti’nin muhalefet partisinin başkanı, HRW Helsinki İzleme Komitesinin kurucusu olan kişiyle makamında yapılacak görüşmeye gidildiğinde, T.C. Prag Büyükelçisi o makamın kapısında şahsen Dr. Yekta’nın ve N. Abdullah’ın o makama girişlerini engellemek için jandarma gibi kapıda beklerken görülür.Dr. Yekta eliyle onu itekleyerek N. Abdullah’la o makamın kapısından içeri girebilir.
2015 yılında Bağdat’ın çıkardığı çok büyük boyutlu sorunlar aşılarak Başur’a en fazla mühimmat Çek Cumhuriyeti’nden gönderilir. Çek Cumhuriyeti 10.000.000 nüfusuyla 2015 yılında Kürdistan’a en fazla askeri mühimmat gönderen ülke olmuştur.
Aynı yılda Mesrur Barzani Çekya da ağırlanır. 2016’nın yardım kapsamını görüşebilmek için Dr. Uzunoğlu Kürdistan parlamentosundan bir delegasyonu 20 Aralık 2015’de Çekya ya davet ettirir. Tahminleri aşan boyutta siyasi ve askeri şahsiyetlerle görüşmelerden sonra 2016’nın Kürdistan’a yardım kapsamı sabitleştirilir. 21 Aralık 2015’de Çek Cumhurbaşkanlığı’na yapılan saygı ziyaretinden sonra Dr. Uzunoğlu cumhurbaşkanlığı sarayı önünde dün gece kendisini tutuklayan aynı polislerce yani “kriminal polis” Kürd delegasyon heyetini gözleri önünde kaçırılır. Devam eden saatlerde Çek Cumhuriyeti’nin parlamento savunma komisyonuyla görüşülecektir.
Doktorun bu olayda zarar görmeden yani öldürülmeden kurtulmasını sağlayan olanak şanssa uluslararası diplomatik kurallara göre delegasyonla birlikte bulunan, eşlik eden Çek Cumhuriyeti Erbil/Hewler Başkonsolosluğu’nda görev alan bir kişinin olmasıdır. O kişi olayı hemen Çek Cumhuriyeti’nin Bağdat Büyükelçisi’ne iletiyor. Ki o kişi Uzunoğlu’nun kadim bir dostudur ve zaman kaybetmeden harekete geçme becerisi gösterir. Bağdat’ın haberdar edilmesiyle Bağdat doğrudan Çek Dışişleri bakanını arıyor. Çek Dışişleri bakanı da içişleri bakanını arıyor. Polise yapılan müdahaleyle 9 saat alıkonulan ve Çek Cumhuriyeti sınırları içinde araba içinde gezdirilen Uzunoğlu Almanya sınırındaki bir kasabada arabadan atılır.
O, dostlarının yardımıyla yeniden Prag’daki Hilton oteline vardığında Kürd delegasyonu mensuplarının bavullarıyla oteli ve Çek Cumhuriyeti’ni terk etmek üzere olduklarını görür. Durumu, gelişmeyi onlara anlatarak saldırganların amaçlarına ulaşmamaları için programın devam ettirilmesi gerektiğini belirtip, Kürdistan için kapsamlı yardımın imzalanmasını sağlar. Yapılan tüm girişimlere, şikayetlere rağmen cumhurbaşkanının doğrudan olayın üstüne gitmesine rağmen Çek polis teşkilatı içinde yer alan bu gurup halen Uzunoğlu’na yönelik olarak girişimlerini, saldırılarını devam ettiriyor…Son gözaltı da bu girişimlerden biridir. Evde elleri kelepçelenerek götürülmek, 1 geceyi pis bir hücrede geçirmek.
29 Nisan günü nöbetçi olan deneyimli hâkim suçlamalara, belge olarak önüne sürülen dosyadaki kağıtlara bakınca başını ellerinin arasına alıp “Olamaz, bu nedenlerle mi gözaltına alındınız? diyerek tepki gösterip, avukatın savunma cümlelerini dinleyip, doktorun serbest kalmasına karar verip, kendisine “dava açma hakkınız var.” der.
Ismarlama siyasi savaşın mağduru olan bu Kürd:
— Yekîtîya Xandekarên Kurd Li Dinyayê beşa Ewrupa/Dünya Kürd Öğrenciler Birliği’nin Avrupa Birimi üyesidir. –Sınır tanımayan doktorlar adlı silahlı çatışma, salgın hastalık, doğal afet durumlarında etkilenen, mahrum olan insanlara acil yardım hizmeti veren uluslararası bağımsız tıbbi insanı yardım kuruluşunun kurucularındandır. –Kürd ve Çek PEN’lerinin üyesidir. –Yaptığı çeviriler ve yazdıklarıyla 40 kitabın basılmasını sağlamış, makaleleriyle binlerce insanı aydınlatmış bir yazar ve çevirmendir. –10 sene Çek Cumhuriyeti başbakanlığı yapmış, iki dönem de cumhurbaşkanlığı yapmış olan bir çekle ortak “Çek Cumhuriyeti’nin ekonomik perspektifleri” adlı kitabı yazma becerisi gösteren bir yetenektir. –1994’den itibaren kendisine yaşatılanlardan, yapılanlardan yılmayıp, teslim olmayıp, gösterdiği dirençten, verdiği mücadeleden, medeni cesaretten dolayı Çek Cumhuriyeti’nde “Harta 77” adıyla dağıtılan ülkenin en prestijli ödülünü “František Kriegel» alan ilk yabancıdır. –Siyasi sığınma başvurusunda bulunduğu Alman devletinin vatandaşıdır. –Alman devletinin vatandaşı ve bütün bilinciyle, enerjisiyle, zamanıyla, olanaklarıyla halkının yanında yer alan bir rêzan, kılavuz bir siyasetçidir. –Ateş çemberi içine gitmekten çekinmeyen, Avrupalı siyasileri alıp Rojava’ya gidip durumu bizzat yerinde gören, gösterendir. –“Kobani düştü düşecek.” diyenlere cevaben Kobani’ye gidip, Kobani’de direnişi örgütleyenleri Çek Cumhuriyeti’ne davet ettirip en üst makamların görevlileriyle yüz yüze görüştürendir. -Kürdlerin Prag şehrindeki tek kişilik orduları, medya aracılığıyla doğrudan bilgilendirmeyi üstlenen bilgisayarlı savaşçısıdır.
Doktorun şahsında biz Kürdlerin çıkarmamız gereken ders:
O kelepçe sadece Dr.Yekta adlı Kürd’e takılmadı. Kürd halkına takılmıştır. Çünkü ulusal kurtuluş amaçlı, bağımsızlık içerikli çabalar harcayan bu insan sahip olduğu özgürlük tutkusunun bedelini ödemiştir, ödemektedir. Avrupa ülkelerinde yaşayan her Kürd yurtseveri aynı sonuçları yaşamaya hazır bir adaydır. Ki geçmişte onlarca kişi aynı şekilde bedeller ödediler, halen hapis yatanlar mevcutlar.
Kürdün devleti olmadığı sürece, bir devlet şemsiyesi altında yaşamadığı sürece, ulusal kurum ve kuruluşlarınca hakları savunulmadığı sürece Kürd sahiplenilemeyecek, kollanamayacak, korunamayacaktır. Kürd bağımsızlığı karşıtı kişi ve kurumların mensuplarınca rahatça ezilebilinecek, etkisiz hale getirilecek, hücrelere tıkılacak canlı olarak görülecektir. Bir devlet tarafından korunan vatandaş kolayca bir başka devletin görevlisinin aşağılayıcı uygulamalarına maruz kalmıyor. Devlet bariyer, koruyucu kalkan ve zırhtır.
Devletsiz Kürd damarlarından beslenemeyen bir ağaç gibi kurumaya, üretim dışı kalmaya, güçlü bir rüzgarda baş aşağı olmaya mahkumdur. Bireysel direnişler çok fazla dayanıklık, direnç, enerji, zaman, maddi güç istiyorlar.
O, Kürdistan bağımsız devletinin vatandaşı bir Kürd olsaydı Kürdlerce emeğinin, çabalarının, geçmişinin, amaçlarının değeri bilinerek korumaya alınır, ödüllendirilirdi. Olmadığı içinde bu düzeyde kabiliyet sahibi, üretici, uluslararası alanda son derece verimli bir Kürd şahsiyeti, kabına sığmayan dahiyane beyin, yüreği halk sevgisiyle çırpınan Diarbekirli bir davetle mahkemeye çağrılma yerine evinde elleri kelepçelenerek götürülüyor ve hücreye atılarak psikolojik ve fiziki uygulamaya maruz kalıyor. Ismarlama siyasi davaların kelepçeli mağduru yapılıyor.
Kürdlere çağrı:
17 yaşında Avrupa ülkelerinde yaşamaya başlayan, kariyer sahibi olan, Kürd ulusunun tanınması, yüzyıla göre gelişme sağlaması için yıllarını veren bu insanımız için kürd medyası sayfalarını açmalı.
Haziran ayının son günlerine ertelenen mahkeme gününde yalnız bırakılmamalı.
Yaşanılan, bulunulan ülkelerin medyalarına yönelik bilgilendirme yapılmalı.
Dr.Yekta Uzunoğlu niye hedef alındı?
BENIM ANNEM
Çok genç yaşta Fransa Kürd Enstitüsünün ve Almanya Kürd Enstitülerinin ortak kurucusudur. Tıp doktoru olarak Almanya’da Kürd halkını korumuştur.
Zeki olup parasal imkanları olmadığı için okuyamayan Kürd gençlerini Çek Cumhuriyeti’nde getirip okutmuş, okutmaya devam etmektedir.
Rojava yerle bir edilirken evinde oturup seyirci olmamış, Kobani’ye gidip direnişde yer alanlarla yan yana durmayı başarmıştır.
Rojava direnişinde yer alan Kürd güçlerinin temsilcilerini Çek Cumhuriyeti’ne davet ettirip diplomasi faaliyetlerinin sağlanmasını başarmıştır.
Çek basın mensuplarından bir gurubu Kürdistan’a götürüp gerçekleri yerlerinde görmelerini sağlamıştır.
Rojava’nın ihtiyacı olan malzemelerin bu ülkeden gönderilmelerini sağlamıştır.
Kürdistan dışında yaşayan Kürd entelektüellerinin gövdeyle bütünleşmesine, gövdeyi beslemesine karşı olanlar onu korkutup sindirme, teslim alma faaliyetlerini kesintisiz devam ettiriler. Kürd izolasyonunun-yalnızlaştırmasının devamını sağlamak isteyenler, geçmişde Kürdün sesini boğanlar halkaları kıran, delen Kürdleri vurulacak hedeflere yerleştiriyorlar. Savaş mağduru yaptığı Kürdü yıkımla, yakmakla, açlıkla, salgın hastalıkla teslim alma proğramları yapanlar bu proğramların başarısız kılınmalarına tahammül edemiyorlar.
Kendi ulusunun mensupları için insani yardım seferberliği yapan sınır tanımayan doktorların kurucularından olan Kürdü, ölüm oranlarını azaltmayı hedefleyen bu insanımızı üretim dışı bırakmak için kiralık elleri devreye koyuyorlar. Dr. Yekta’nın faaliyetleri, amaçları Kürdleri mezara gömdüklerini, asimile etmeyi başardıklarını düşünenlerin onun fermanını yazmaları, evine öldürme görevlisi göndermeleri için yeterli nedenleri oluşturmaktadırlar.
Kendisinin isimlendirmesiyle “Çek derin devleti”nin kendisine yaşattıklarını “İfade” adlı kitabında toplar ve yayınlar.
Almanca da yayınlanan “İfade”nin kapağı.
Gelişmeleri, kendisine yönelik uygulamaları açıklayan Uzunoğlu’nun bizzat kaleme aldığı yazılar Ocak 2017’de “İslamistlerin Çekya’daki Troya atı” adlı diğer kitabında toplanır ve çekçe yayınlanır.
Şubat 1975’de 22 yaşında bir genç olarak Prag’daki İsveç Büyükelçiliği’ni basmıştı.Prag şehrindeki İsveç büyükelçiliği binası.
Tumblr media
Prag şehrinden bir kesim.
Kürdistan parlamentosundan bir delegasyonu 20 Aralık 2015’de Çekya da.
Bu resim çekildikten 2 dakika sonra doktor kaçırılır.
Yazıyı kaleme alan: Xanım Mılan
Seve Evin Çiçek
07.05.2017
0 notes
raperinagel · 4 years
Text
Ateşin çocuklarına selam
“İnsan amaçları kadar büyük, hayalleri kadar özgür olabilir” derler. İnançla, anlamla yaşayanlar özgür ve büyük yaşarlar. Manevi değerleri ve büyük idealleri olanlar kanatlı bir yaşam ve mücadelenin sahibi olurlar. Devlet ve iktidarın çizdiği sınırlarda yaşayanlar ise sürü gibi yaşarlar. Bunlar ölüm korkusuyla yaşamı, yaşama istemi ile ölümü bulandırırlar. Ne yaşanması gerektiği gibi yaşamayı, ne…
View On WordPress
0 notes
nurayblr · 5 years
Text
TERK SEBEBİ İLE BOŞANMA
Terk sebebi ile boşanma davası, kusura dayanan, özel, usuli süreci önemli bir davadır ve mutlak boşanma sebebidir, Türk Medeni Kanunu m.164’te düzenlenmiştir; (1)-Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hâkim veya noter tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise; terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.(2) Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hâkim veya noter, esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi hâlinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilân yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası açmak için belirli sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz.
 TERK SEBEBİ İLE BOŞANMA ŞARTLARI
 Terk sebebi ile boşanmaya karar verilebilmesi için birtakım şartların varlığı gerekir. Bu şartlar;
●     Eşlerden biri ortak yaşama son vermiş olmalıdır.
●     Terk eylemi ciddi ve ortak yaşamı sona erdirme gayesi ile yapılmalıdır.
●     Terk eylemi hukuka aykırı olmalıdır.
●     Terk durumu, en az 6 ay devam etmiş olmalıdır.
●     Terkeden eşi ortak konuta davet için mahkeme veya noter aracılığıyla ihtar çekilmelidir. Evi terk eden eşe boşanma davası açmak için öngörülen 6 aylık sürenin dördüncü ayı bitmeden terk edilen eş ihtar isteminde bulunamaz. Bu ihtar üzerinden 2 ay geçmeden boşanma davası da açılamaz.
●     Çekilen ihtar, samimi ve uygulanabilir olmalıdır. İhtarın samimi olmasından anlaşılması gereken ise, terk edilen eşin, diğer eşe, ortak konuta dönmesi yönündeki niyetinin gerçekçi olması, dönülecek konutu ortak yaşama uygun hale getirmesi, eşine karşı evlilik birliğini zedeleyici davranışlarda bulunmamasıdır.
 TERK SAYILAN HALLER
 Eşlerden birinin evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini (Örn: sadakat, yardım ve dayanışma, çocukların bakımı ve yetiştirilmesini sağlama) yerine getirmek amacıyla diğer eşi terk etmesi, eşlerden birinin haklı bir sebep olmaksızın ortak konuttan ayrılması ve geri dönmemesi, eşlerden birinin, diğerini ortak konutu terk etmeye zorlaması, eşlerden birinin haklı sebep olmaksızın diğer eşin ortak konuta dönmesini engellemesi terk sayılabilecek durumlardandır.
 TERK SAYILMAYAN DURUMLAR
 Türk Medeni Kanunu’nun 197. Maddesi ; eşlerin bazı hallerde ayrı yaşamaya karar verebileceklerini hükme bağlamıştır. Nitekim eşler; kişilik, ekonomik sebepler, güvenlik veya ailenin huzurunun tehlikeye düşmesi gibi nedenlerle ayrı yaşama kararı alabilirler. Böyle bir durumda konutu terk eden eş, TMK 164. Madde anlamında terk etmiş sayılmayacaktır.
  İHTARIN ŞEKLİ NASIL OLMALIDIR?
 İhtar noter veya aile mahkemesi aracılığıyla çekilmelidir. Aile mahkemesi tarafından ihtar çekilebilmesi için öncelikle, terk edilen eş açık bir talepte bulunmalıdır. Bu bir dava süreci olmayıp, ilgili mahkemenin iş kalemine kaydedilecek olan bir husustur. Aile mahkemesi, terk edilen eşin talebi üzerine kabul veya red olmak üzere iki karar verir. Aile mahkemesinin ihtarın çekilmesine dair kabul kararı kesin olup, hiçbir itiraz yolu öngörülmemiştir. Görevli mahkemeler Aile Mahkemeleri olup, yetki yönünden herhangi bir sınır, kanun koyucu tarafından konulmamıştır.
 Aile Mahkemesi, terk edilen eşin yapmış olduğu başvuruyu inceleyecektir. Öncelikli olarak terk işleminin gerçekleşmesinin üstünden en az 4 ay geçmiş olmalıdır. 4 ay geçmeksizin yapılan ihtar başvuruları reddedilecektir.
Terk nedeniyle Aile Mahkemesince yapılan ihtarın muhatapa tebliğ edilmesi gerekmektedir. Terk nedeniyle boşanma davası açılabilmesi için de bu tebliğden itibaren en az 2 ay geçmelidir. Bu süre ihtar çekilen eşin eve dönmesine dair verilen bir süre olup, bu süre geçmeden boşanma davası açılması davanın reddi ile sonuçlanır.
 Notere yapılacak başvuruda ise, terk edilen eş, yazılı veya sözlü talepte bulunmalı, bu talep noter tarafından tutanağa geçirilmelidir. Noter de ihtarı ilgilisine tebliğ eder ve Aile Mahkemesinin yukarıda bahsettiğimiz esasları doğrultusunda ilk ihtar yapılmış olur.
0 notes
teknoblogs · 5 years
Text
TERK SEBEBİ İLE BOŞANMA
Terk sebebi ile boşanma davası, kusura dayanan, özel, usuli süreci önemli bir davadır ve mutlak boşanma sebebidir, Türk Medeni Kanunu m.164’te düzenlenmiştir; (1)-Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hâkim veya noter tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise; terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.(2) Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hâkim veya noter, esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi hâlinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilân yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası açmak için belirli sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz.
 TERK SEBEBİ İLE BOŞANMA ŞARTLARI
 Terk sebebi ile boşanmaya karar verilebilmesi için birtakım şartların varlığı gerekir. Bu şartlar;
●     Eşlerden biri ortak yaşama son vermiş olmalıdır.
●     Terk eylemi ciddi ve ortak yaşamı sona erdirme gayesi ile yapılmalıdır.
●     Terk eylemi hukuka aykırı olmalıdır.
●     Terk durumu, en az 6 ay devam etmiş olmalıdır.
●     Terkeden eşi ortak konuta davet için mahkeme veya noter aracılığıyla ihtar çekilmelidir. Evi terk eden eşe boşanma davası açmak için öngörülen 6 aylık sürenin dördüncü ayı bitmeden terk edilen eş ihtar isteminde bulunamaz. Bu ihtar üzerinden 2 ay geçmeden boşanma davası da açılamaz.
●     Çekilen ihtar, samimi ve uygulanabilir olmalıdır. İhtarın samimi olmasından anlaşılması gereken ise, terk edilen eşin, diğer eşe, ortak konuta dönmesi yönündeki niyetinin gerçekçi olması, dönülecek konutu ortak yaşama uygun hale getirmesi, eşine karşı evlilik birliğini zedeleyici davranışlarda bulunmamasıdır.
 TERK SAYILAN HALLER
 Eşlerden birinin evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini (Örn: sadakat, yardım ve dayanışma, çocukların bakımı ve yetiştirilmesini sağlama) yerine getirmek amacıyla diğer eşi terk etmesi, eşlerden birinin haklı bir sebep olmaksızın ortak konuttan ayrılması ve geri dönmemesi, eşlerden birinin, diğerini ortak konutu terk etmeye zorlaması, eşlerden birinin haklı sebep olmaksızın diğer eşin ortak konuta dönmesini engellemesi terk sayılabilecek durumlardandır.
 TERK SAYILMAYAN DURUMLAR
 Türk Medeni Kanunu’nun 197. Maddesi ; eşlerin bazı hallerde ayrı yaşamaya karar verebileceklerini hükme bağlamıştır. Nitekim eşler; kişilik, ekonomik sebepler, güvenlik veya ailenin huzurunun tehlikeye düşmesi gibi nedenlerle ayrı yaşama kararı alabilirler. Böyle bir durumda konutu terk eden eş, TMK 164. Madde anlamında terk etmiş sayılmayacaktır.
  İHTARIN ŞEKLİ NASIL OLMALIDIR?
 İhtar noter veya aile mahkemesi aracılığıyla çekilmelidir. Aile mahkemesi tarafından ihtar çekilebilmesi için öncelikle, terk edilen eş açık bir talepte bulunmalıdır. Bu bir dava süreci olmayıp, ilgili mahkemenin iş kalemine kaydedilecek olan bir husustur. Aile mahkemesi, terk edilen eşin talebi üzerine kabul veya red olmak üzere iki karar verir. Aile mahkemesinin ihtarın çekilmesine dair kabul kararı kesin olup, hiçbir itiraz yolu öngörülmemiştir. Görevli mahkemeler Aile Mahkemeleri olup, yetki yönünden herhangi bir sınır, kanun koyucu tarafından konulmamıştır.
 Aile Mahkemesi, terk edilen eşin yapmış olduğu başvuruyu inceleyecektir. Öncelikli olarak terk işleminin gerçekleşmesinin üstünden en az 4 ay geçmiş olmalıdır. 4 ay geçmeksizin yapılan ihtar başvuruları reddedilecektir.
Terk nedeniyle Aile Mahkemesince yapılan ihtarın muhatapa tebliğ edilmesi gerekmektedir. Terk nedeniyle boşanma davası açılabilmesi için de bu tebliğden itibaren en az 2 ay geçmelidir. Bu süre ihtar çekilen eşin eve dönmesine dair verilen bir süre olup, bu süre geçmeden boşanma davası açılması davanın reddi ile sonuçlanır.
 Notere yapılacak başvuruda ise, terk edilen eş, yazılı veya sözlü talepte bulunmalı, bu talep noter tarafından tutanağa geçirilmelidir. Noter de ihtarı ilgilisine tebliğ eder ve Aile Mahkemesinin yukarıda bahsettiğimiz esasları doğrultusunda ilk ihtar yapılmış olur.
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Ezberler Yaşamı Çalarken
Tumblr media
Ezberler arasında seyrine devam ediyor bir menzil. Düpedüz, yalın ve kesintisiz bir biçim ve halde yalan ve riyanın refakatinde kotarılmış her tür ezberle bir menzilin dönüşümü bu sahnede var ediliyor. O ya da bu biçimlerde bir devinim sürdürülüyor. Biyopolitik cerahat sarmalına dönüşmüş yerde, her günü apayrı sınavlara dönüştürülen, günü, anı, şimdiden de yarınları rehin alınmış, ipoteklenmiş, karanlığa demirlemiş bir menzilde ezber hallerin sözcükleri sayıklanmaya devam olunuyor. Bir biçimde, binbir türlü halde / yönelim ve tavırla mutlak iktidar için yalanlar, edilen ezberler her dem yeniden kullanıla geliyor. Ol demokrasi gibi bir meselle bağı olmayan, derdi de olmayan, yıkım ve felaket mimarlığı üstünden ustalık dönemi denilen güncellik yepyeni yıkımları işaret ediyor. Duraksamadan imal olunan cerahat her güne içkin, tahakküm, bitimsiz denetim, gözetim ve yıldırı ile bir ve beraber bu sahnede kalıcı kılınıyor. Ezber yollar, ezber bozmaya hazır / nazır yepyeni cerahatleri imal ediyor onların sayesinde. Ezberden çıkagelen her yönelim bir biçimde bu aleni ve mutlak tahakküm ile tehdit dilinin şekli şemaili bu döngüyü tamamlıyor. Bir ülke bir yerin dönüşümü, mutlak çürümeyle ilintisi kesintisiz bir hakikat haline dönüştürülüyor artık. Yeni eskidir artık.
Yeni eskidendir artık. Ezberleriyle gününü geçiren muktedirin köşeleri hep ama her dem o muğlak kılınmış olagelen demokratik ülke tahayyülünü de kenara sallamasının ardından çıkagelen cerahatli yapının sunduğu şey bildiğimiz tüm anlamlarıyla eksikliktir. Eksikli bir menzilin var edilmesinin yol haritası güncellenirken olmakta olan / olsun diye açıktan dört dolanılan hallerle hayat hakkı yerle yeksan ediliyor artık. Ezberden kurumsallaşan ol dönüşüm çabalarının sunduğu eşikler artık mot-a-mot bir daraltımı bildiriyor. İki satır tüm o yaralara dair bir şeyler söylemenin önü alınıyor. Daha geçtiğimiz haftanın yaralarından birisi olarak var edilen Ermenistan topraklarındaki Azerbaycan devletinin sessiz patırtısız savaş pratiğinin yankısı, haydut devletler işbirliği toplantısında baş amirin suna geldiği ol iş bitti cümlesinden sonra kesilir. En azından işgal edilmiş Syunik’teki 4-5 km’lik bir alan dışında bir varlığı yoktur ol iki devlet tek millet ordusunun. Şimdilik iki yüzü aşkın Azeri ve Ermeni’nin canına mal olmuş, geçip gittiği zikredilen bir yıkımın artçı şoklarında tüm o ezberlerin nasıl yeniden şekillendirildiği de gözler önüne serilir. Ermeni her dem kötü, bet ve fecidir o algıya göre. Daha birkaç gün öncesinde içişleri nazırının huzurunda bir araya getirdiği ülkeli Ermeni temsiline güvence bahşettiği bir zeminde, hem kendi tabanı hem de bbp gibi ne idüğü belirsiz bir şablon / sülük sürüsü, hem de iyiden iyiye ivmesini sağlama almış ırkçı zafer mafer takımının küçük tefek ırkçılarının elinde bir sanal savaşın sürdüğü görülür.
Her ezberden vaazla, iki ülkedeki yaşanan kıyametin ta kendisi sorguya düşülmesin istenir. Bir hışımla Ermeni hizaya geçirilirken, Azeri petrolünden faydalanma gailesiyle kardeşlik naraları yeniden bildirilir. Oysa ne birisi ilelebet düşman, ne diğeri hiç kesintisiz dosttur. Devletlerin dostluğu, düşmanlığı çıkarlara kadardır. Biteviye süre giden bir linç döngüsünden sonra çıkagelen derin sessizlikte ne Ermeni, ne Azeri ne Türk ne o ne de buna tek bir iyi gün var edilmeyeceği artık bir kere daha kanıtlanır ki bu da zaten ezberciliğin kıyısında dolaşıma çıkan nefretin yönünü, keskin sirkenin küpüne zarar halini bir kere daha kanıtlar. Kim nasıl verecektir ki her kimlikte açılmış ol onca yaranın hesabını! Geçip gitmeyen bir ezberler sarmalı içerisinde Ermeni’nin daim düşman kılınması halini, alaşağı eden bir avuç Türkiyeli ve bir avuçtan fazla Azeri’nin varlığını kayda düşmek de lazım gelir. Her ne olursa olsun, bir biçimde ortak yolun aklın / fikrin barıştan gayrısından geçmediğini kanıtlayan teşebbüs ve tahayyüllerle bu döngüsü, yazgısı, algısı her şeyiyle o ezberciliği kırmaya çabalayan insanların varlığı söz konusuyken, iletişim için mucizeler lazım değilken var edilmiş karanlığa karşı seslerle, itirazlarla, doğrudan eylemlerle bütün o ezberci şablonlara karşı hayat mücadelesine devam olunur.
Anush Apetyan 36 yaşında, 3 çocuk annesidir. #Jermuk yakınında ölür. Güldüklerini duyduğumuz bir video yayınlayan Azerbaycan askerleri tarafından tecavüze uğradı (bacaklar ve parmakları kesildi, gözleri oyuldu). Sumgayit’ten Xocalı’ya süreğen bir kırım iklimine, otuz yıllık bir ayrışma ve eksiltme tahayyülünün, artık İrevan bizimdir bahsini açıkça dillendiren bir rövanşist tahayyülle çıkagelen son kırım, kırılma halinin belki de adı en çok duyulanı olur Apetyan. Katledilen bir düşmanın, ardından can vermiş olanın naaşına taarruz edilir. Hınçla canı çalınanın ruhu yaralarla bezenir. Tecavüz vardır, işkence edilmiş, bütünlüğü bozulmuş bir vücut vardır. Ne de olsa ötekidir. Ne de olsa bir cansız kadındır. Anush Apetyan gibi iki kadın askerin daha işkenceye tabi olduğu açıktan dillendirilir. Yaşatılan kör döğüşünden kimsenin faydasına dokunmayacak yaralar var edilir. Her şey yirmi dört saatte unutuşa mahkum edilirken, bunca can kırığına dair sözü, sesi ve nihai anlamda bu son olsun bahsini kim dillendirecektir sahi ne zaman? Bir kader değil kederin ta kendisine dönüştürülen kafkas coğrafyasında umalım ki geleceği bugünün ezberleriyle kotarılan o kirli / karanlıktan çok daha iyi, çok daha yaşanabilir bir hülyayı beraberinde getirsin umalım. Hakikat kılabilsin. Yas nihayet tutulabilsin. Bu defa cidden son olsun! Bir defa cidden yaraya merhem olmanın yolları var edilebilsin.
Bianet’e bağlanalım: “İran'da kadınların tesettüre uygun giyinerek başörtüsü [hicab] takıp takmadıklarını denetleyen "ahlak polisi"nce gözaltına alındıktan sonra komaya giren 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin öldürülmesine Tevgera Jinên Azad’dan (TJA) tepki geldi.
“Bu düzeni tanıyoruz"
TJA açıklamasına şunları söyledi:
“Şeriat kanunu adı altında, İslami kurallar adı altında kadına yönelik bu yasakçı zihniyeti yakından tanıyoruz; Şeriata göre düzenlenen hükümlerle kadın iradesini bastırarak onları belli kalıplara sığdırmaya çalışan, kadınların verdiği kimlik mücadelesini görmezden gelerek onları adeta üzerlerinde düzenleme yapılan birer nesneymiş gibi gören İran’daki erkek egemen gerici zihniyete boyun eğmeyen biat etmeyen kadınlar daima var olmuştur ve olmaya da devam edecektir.
“Maç izlediği için yargılanan ve yargı önünde kendisini yakan Seher Hüdayari’nin isyanını;
Bir türbe önünde muska satan kişiyle tartışmaya girince ‘Kuran-I -Kerim’i yaktığı yalanı yayıldığı için linç edilen Ferhunde Melikzade’yi ve bu linçi izleyen İran ‘güvenlik’ güçlerinin sessiz tutumunu ve yalnızca saçları gözüktüğü için İran polisince işkence edilerek katledilen sevgili Mahsa Amini’nin ortaya koyduğu kadın iradesini; bağımsız birey olma ve vermiş olduğu kimlik mücadelesini unutmuyoruz!
“TJA olarak; sevgili Mahsa Amini’nin ailesine ve tüm kadınlara başsağlığı diliyor; üzüntülerini tüm yüreğimizle paylaştığımızı belirt istiyoruz.
“Ve diyoruz ki;
“Kadınların iradesini yok sayan; kadınların katledilmesini destekleyen düzenlemeleri var eden, bu düzenlemelerin arkasında duran ve ondan beslenen erkek egemen zihniyetin dayattığı ölüm politikasına karşı yürütülen kadın özgürlük mücadelesinin birbirine eklemlenerek daha da güçlenmesi tüm dünya kadınlarının kurtuluşudur. İran rejiminin tam 43 yıldır sistematik biçimde yürüttüğü kadın düşmanı politikalarını kınıyoruz. Yine tüm uluslararası insan hakları örgütlerinin ve kadın örgütlerinin bu katliamın takipçisi olmalarını talep ediyoruz.
“Tenimdeki yara izinden tekrar yeşereceğim; Varlığım için ki ben kadınım, kadınım, kadınım. Ses sese, el ele verirsek, beraber adım atarsak kurtuluruz. Başka bir dünya yaparız, eşit bir dünya, dayanışma ve kardeşlik içinde daha iyi ve daha mutlu bir dünya ne recm, ne darağaçları, ne tekrar tekrar gözyaşları, ne utanç başka bir dünya yaparız, eşit bir dünya, dayanışma ve kardeşlik içinde daha iyi ve daha mutlu bir dünya. Jin Jiyan Azadî!"
Ne olmuştu?
Doğu Kürdistan'ın Sakız kentinden başkent Tahran'a akrabalarını ziyarete gelen genç kadın erkek kardeşinin kullandığı aracı durduran ahlak polisince göz altına alınmıştı. Kardeşine, nasihat edilip serbest bırakılacağı söylenerek götürülen genç kadının, göz altına alındıktan iki saat sonra komaya girdiği ve kaldırıldığı hastanede öldüğü ortaya çıktı.
Devlet televizyonu Amini'nin dövüldüğü iddialarını yalanlayarak, polisin genç kadını "nasihat etmek ve eğitmek" üzere karakola götürdüğünü ve orada kalp krizi geçirdiğini söyledi. Akrabaları, kadının herhangi bir kalp rahatsızlığı olduğunu yalanladı.
Devlet televizyonu bir polis karakolunda Amini olduğu söylenen bir kadının oturduğu koltuktan bir yetkiliyle konuşmak üzere kalktıktan sonra yere düştüğünü gösteren güvenlik kamerası kayıtları yayınladı. Ancak görüntülerden kadının Amini olduğu doğrulanamadı.
Amini'nin dövülerek öldürüldüğü yolunda sosyal medyada yayılan iddialarını reddeden Tahran emniyeti açıklamasında, "Ayrıntılı araştırmalara göre, Amini'nin araca alınması sonrasında ve tutulduğu karakolda fiziksel bir temas olduğunu" reddetti.
Ancak, İran'ın yarı resmi Fars haber ajansı, Mahsa Amini'nin ahlak polisince dövülmesi nedeniyle komaya girdiğini duyurdu.
VoA'nın haberine göre genç kadının karakolda ölümünü eleştiren sosyal medya yorumcuları arasında, sözünü sakınmamasıyla tanınan reformcu eski milletvekili Mahmud Sadıki, Ayetullah Ali Hamaney'i olayla ilgili kamuoyuna açıklama yapmaya çağırdı.”
Ezberler karşımızda yükseltiliyor. Duraksamadan bir kadının canının çalınabilmesine bir başka hazin örnek var ediliyor İran’da, Mahsa Amini’nin hayat hakkının lağvedilebilmesi devletli eliyle birörnek yurttaş profilleri var etmek isteyen bir başka ülkenin utancı alenen karşımıza çıkartılıyor. Orası, burası, ötesi berisi hep ama hep bir biçimde can çalmaların ta kendisine rehin ediliyor. Geriye ne doğru bırakılıyor ne de tek bir adalet kırıntısı. Rejim olarak zorbalığı, fundamentalist bir dizginleme halini kendine tercih eden İran yönetiminin var ettiği şey de bu sınırlarda da arzulanan günbegün kovalanan o nefretin bir başka sureti, kadına yönelik şiddetin ta kendisini faş eder. Mahsa Amini kaçıncı kurbandır o düzen eliyle. Bir coğrafyada, örtülü ya da açık bir kadının üstüne tahakkümle o olur bu olmaz bahsini var edebilen bunu yirmi birinci yüzyıl şartlarında halen bir normatif addeden aklın kaçıncı kurbanıdır, yok ettiğidir. Düzenekler, devinimi sağlanan klikler üstü bir anormallik, sürekli denetim, gözetim ve baskılarla bir menzilin idaresinde canlar ayaklar altına alınırken hangi hayat bahsi söz konusu edilebilir ki? İran’ın dört bir yanı ve yöresinde itiraz sesleri yükseltilirken, kulaklarını kapatmaya devam diyen muktedirlerin dünyasında kimler güvendedir?
Ezberlerin konuştuğu bir coğrafyada yepyeni şeyler söyleyebilmenin erdeminden kaçımız haberdarız acaba? Bilindik değil, umulan ve bildirilen değil, her defasında başkalaşmış bir başka unsuru öne çıkartan, yaralara merhem olmayı tasavvur eden sözlerin, imecenin yolunda yürümek halen zor mudur uzak bir ihtimal midir? Bütünüyle ezberlerden mülhem olanın, var edilmiş katran karanlığının da mihmandarlığına vesile kılınmış olan her bir eylem / sözcenin karşısında bir biçimde insani olanı hatırlamanın vakti değil midir, hala değil midir?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Ali MIRAEE v/ Instagram
0 notes
batbuketworld-blog · 5 years
Text
Hayatın Anlamı ve Cinsellik
Felsefi bir soru olan “Hayatın anlamı nedir?” her insan için farklı şekillerde algılanabiliyor, çeşitli yanıtları içinde barındırıyor, bir yaşam ve arayış sürecini ifade ediyor.
Yaşarken herkes kendi yanıtını bulmaya çalışıyor ve ancak ölümle gerçekten bu soru yanıtlanabiliyor. Daha fazla güç, servet, seks, aşk, çikolata, futbol, entelektüel tartışmalar ya da günü yaşamak ilk akla gelen yanıtlar oluyor. Hayatın anlamını bazen mutluluk, sevgi ve erdem gibi kavram ve değerleri yorumlayan felsefede, Shakespeare'in tiyatral karakterlerinde, Wittgenstein'ın dil oyunlarında,Schopenhauer'un istenç kavramında, Heidegger'in hiç tartışmalarında, Sartre'nin endişe tarifinde, Samuel Beckett'in belki yaklaşımında veya Freud'un bilinçdışı tanımında, bazen de seks hayatında aramak gerekiyor. Çünkü yaşamak ve seks bir sanattır ve bu sanat bir insanın yapabileceği en önemli, en zor ve en çetrefilli sanat türü olarak biliniyor. Çoğu zaman bu sanatın özel araç ve gereçleri bulunmuyor, onun tek aracı insanın kendisi ve potansiyel güçleri oluyor.
SEKSİN VE AŞKIN GİZEMİ…
Yaşama sanatının içinde insan, seks ile var oluyor, seks ile varlığını devam ettiriyor, seks ile neslinin devamını sağlıyor yani hem sanatçı hem de sanatçının ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Bu konuda insanın yolundaki en büyük engellerin başında endişe, korku, kaygı, çekinme, suçluluk ve günahkârlık duyguları geliyor. Bu nedenle birçok çift yaşamlarının en mahrem ve gizli bölümü olan cinsel işlev sorunlarını başkalarına açmaktan ve bir cinsel terapiste anlatmaktan çekiniyorlar. Oysa insan seks ve aşk yaşantısı sağlıklı ve mutlu olduğunda hayatın anlamını keşfedebiliyor, yaşamdan zevk alabiliyor ve mükemmel birer insan olmak yoluna ilerleyebiliyor. Bu nedenle silgi kullanmadan resim çizme sanatı olan yaşam, seksten ibaret olmasa bile, insanca, güzel ve sağlıklı yaşamanın temeli seks yaşantısına dayanıyor ve seksin ve aşkın gizemi, ölümün gizeminden daha büyük yaşanıyor. Bu nedenle aşktan ve seksten korkmak, yaşamdan korkmak anlamını ortaya çıkartıyor ve yaşamdan korkmak ise şimdiden üç kez ölmüş olmak manasına geliyor.
İYİ SEKS VE MÜKEMMEL SEKS…
“İyi seks” içgüdüsel olarak biliniyor, insan zihnini kapatabilse, rahat olabilse ve kaslarını gevşetip, dokunuşlara odaklanabilse, bunu başarabiliyor. “Mükemmel seks” ise öğrenilebiliyor. İyi seksin çoğu zaman daha güzel görünmekle ya da performansla alakası olmuyor, sadece insanın kendisini istemi dışındaki bir alana çekebilmesi, kontrolü elden bırakması, istediğini yapmasıveya duyguların içinde kaybolması gibi çok özel kurallara uymak gerekiyor. Bu nedenle insanın ne istiyorsa onun hayalini kurması, kendisini her güzelliğe layık bulması ve rüyalarını gerçekleştirebilmek için uyanması önem taşıyor. İnsan gitmek istediği yere gitmeli,
0 notes
ghwstb · 5 years
Text
KUTSAL ZÜBEYDE ALTIN ANA, NOEL ANMA GÜNLERİ - 25.12.2018
KUTSAL ZÜBEYDE ALTIN ANA, NOEL ANMA GÜNLERİ - 25.12.2018 GODHAJUR FOR UNIVERSE, WORLD, ASSETS AND LIVING.   GHSSWA-GHWSTB-42-   24.12.2018 = 24.01.51. İKİ BİN ON SEKİZ (2018) YIL ÖNCE KUTSAL MERYEM ANAMDAN DOĞMA KUTSAL HAZRETİ İSA (MESİH) İLK KUTLU DOĞUŞ GÜNÜMÜN, NOEL İLE KUTLANDIĞI 25 ARALIK GÜNÜ İLE KUTSAL ZÜBEYDE ALTIN ANAMIN 25.12.1997 TARİHLİ KUTSAL VEFAT GÜNÜ, KUTSAL VEFAT ANMA YIL DÖNÜMÜ GÜNLERİ AYNİ TARİHE, 25 ARALIK TARİHİNE DENK GELMEKTEDİR. YARATANIN TEKRARDAN DÜNYAYA KUTSAL BABAM AHMET ALTIN, KUTSAL ANAM ZÜBEYDE ALTIN'DAN DOĞMA DÜNYAYA GETİRDİĞİ, DÜNYA KIYAMET PEYGAMBERİ, KUTSAL HÜSEYİN ALTIN ŞAHSIMIN KUTSAL HAZRETİ İSA (MESİH, MEHDİ) OLDUĞUMU 1986 YILI İTİBARI, YÜCE KAİNATI YARATANIN İSTEMİ, KUTSAL AYETİ İLE KUTSAL YAYINLARIMDA TEYİT ETTİĞİM BAZI DEVLETLERE, O DEVLETLERİN YARDIMCI ORGANİZELERİ İLE DÜNYAYA, İNSANLIĞA VE 2010 YILI İTİBARI İLE İNTERNET ÜZERİNDEN DÜNYAYA, İNSANLIĞA HABER, DUYURU ETTİĞİM MEVCUTTUR. KUTSAL HAZRETİ İSA (MESİH) ŞAHSIMIN İLK DÜNYAYA GELİŞİMDEKİ 25 ARALIK KUTLU DOĞUŞ GÜNÜMÜN TARİHİ İLE KUTSAL ZÜBEYDE ALTIN ANAMIN VEFATININ YIL DÖNÜMÜ 25 ARALIK TARİHİNİN DENK GELMESİ BİR TESADÜF DEĞİL, YÜCE YARATANIN KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) ŞAHSIMI KUTSAL ZÜBEYDE ALTIN ANAMDAN DOĞMA, DÜNYAYA, YAŞANAN HAYATA KAZANDIRDIĞININ İSPATIDIR. KUTSAL ZÜBEYDE ALTIN ANAMIN VEFATINA DENK OLAN 25 ARALIK KUTSAL ZÜBEYDE ALTIN ANAMI ANMA ETKİNLİK GÜNLERİNİ SAYGI İLE ANIYOR, AHİRET HAYATININ GÜZEL, CENNET OLMASINI RENGARENK ÇİÇEKLER İLE KUTLUYORUM. BUNUNLA BİRLİKTE YÜCE KAİNATI YARATANIN İLK YAŞANTIMDA KUTSAL MERYEM ANAMDAN DOĞMA KUTSAL HAZRETİ İSA (MESİH) ŞAHSIMI DÜNYAYA İKİ BİN ON SEKİZ (2018) YIL ÖNCE KAZANDIRDIĞININ, KUTLU DOĞUŞ ADLANDIRILAN NOEL GÜNLERİMİ DE SAYGI İLE ANIYOR, KUTLUYOR, KUTSAL BABAM AHMET ALTIN, KUTSAL ANAM ZÜBEYDE ALTIN'DAN DOĞMA TEKRARDAN DÜNYAYA, YAŞANAN HAYATA KIYAMET ALAMETLERİ İLE KIYAMET İÇİN YÜCE KAİNATI YARATAN TARAFINDAN KAZANDIRILAN, KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) ŞAHSIMIN KAİNAT, DÜNYA, CANLI, CANSIZ YAŞANAN HAYATINA GETİRİLEN SON, DÜNYA KIYAMET PEYGAMBERİ, SAHİP, VARİS, HAKİM, KUTSAL KİTAP, KUTSAL İNANÇ, KUTSAL YARGI, YÖNETİM, YÖNETİCİ OLDUĞUMU DA CÜMLE KAİNAT, DÜNYA YAŞANAN HAYATINA, YÜCE YARATAN İSTEM VERİSİ VE KUTSAL AYET İLE HABER DUYURU EDİYORUM. GÖKLERDEN, YERLERDEN RENGARENK ÇİÇEKLER VE YÜCE KAİNATI YARATANIN VERDİĞİ, VERECEĞİ BEREKETİ, İHTİYAÇLARI KAİNAT, DÜNYA, YAŞANAN CANLI, CANSIZ HAYATINA İKRAM EDİYORUM. KUTSALLIK YARATANIN VERDİĞİ KUTSAL DEĞERDİR. KUTSAL DEĞER YARATANI TEMSİL EDER. KUTSAL DEĞERE İNANÇLI, SAYGILI, UYUMLU OLMAK İNSANLIĞA VERİLEN KUTSAL SORUMLULUK, ŞARTTIR. KUTSAL DEĞERE SAYGILI, UYUMLU OLUNDUĞU KADAR YÜCE YARATAN BEREKET, ŞİFA, ESENLİK VERİR. DÜNYANIN, AHİRETİN GÜZEL YAŞANAN HAYATINI KAZANMAK KUTSAL DEĞERE İNANÇ, SAYGI, UYUM İLE MÜMKÜNDÜR. KUTSAL DEĞERE İNANÇSIZ, SAYGISIZ, UYUMSUZ OLUP DA DÜNYA HAYATINDA GÜZEL HAYATA SAHİP OLANLARIN MÜŞKÜL, HELAK EDİLDİKLERİNİ, EDİLECEKLERİNİ BİLİNİZ. ONLAR MASUM HAKLARINI KULLANDILAR, ÇALDILAR, GASP, SÖMÜRÜ, RANT ETTİLER, O HARAM ZENGİNLİKLERE, GÜZEL HAYATA SAHİP OLDULAR. ONLAR HUZURLU MU? ASLA HUZURLU OLAMAZLAR. ZAMAN ONLARIN ALEYHİNE OLMAKTA. ONLAR ÖLÜMLERİ VE KIYAMET İLE EBEDİ AHİRET AZAPLARINA GİRDİLER, GİRERLER. KUTSAL DEĞER YARATILIŞTAN BERİ YÜCE YARATAN TARAFINDAN DÜNYAMIZA BELİRLİ ARALIKLARLA VERİLMİŞTİR. EN SON VERİLEN KUTSAL DEĞER DÜNYA KIYAMET PEYGAMBERİ, KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) ŞAHSIMDIR. YÜCE KAİNATI YARATAN KIYAMET ALAMETLERİ, KUTSAL MUCİZELER İLE CÜMLE KAİNAT, DÜNYA, CANLI, CANSIZ YAŞANAN HAYAT, HAYATIN REFORMU, YENİLENMESİ, YÖNETİMİ, KIYAMET İÇİN KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) ŞAHSIMI DÜNYAYA GETİRDİ. İNANÇLI, UYUMLU OLMAK İNSANLIĞA VERİLEN KUTSAL SORUMLULUK, ŞARTTIR. MASUM, HAKLI HAKLARINI KORUMAK, HAKSIZLARI, KÖTÜLÜK YAPANLARI CEZALANDIRMAK, EĞİTMEK, İYİLEŞTİRMEK KUTSAL HİZMETİMDİR. CÜMLE YARATILANLARIN BİR TEK YARATICISI, SAHİBİ, VARİSİ, HAKİMİ VARDIR. O YARATICININ KUTSAL ADI YARATAN'DIR. DÜNYA HAYATINDA YAŞANAN ZAMAN İÇİNDE CANLI HAYAT NÜFUSU ÇOĞALMIŞTIR. DÜNYADA ÇOĞALAN İNSANLIK KENDİ ARALARINDA HUSUMETLER, KAVGALAR, SAVAŞLAR YAPMIŞLAR, FARKLI DİNİ İNANÇ, İDARİ YÖNETİM AYRICALIKLARI OLUŞTURMUŞLARDIR. BUNUN ÖZVERİSİNDE İNSANLIĞIN HATALI, HİLELİ KULLANILMASI, HAYATIN, CANLI, CANSIZ VARLIKLARIN GASP, SÖMÜRÜ, RANT, MENFAAT EDİLMESİ VARDIR. İNSANLIĞIN ÇOK ÇEŞİTLİ DİNİ KİTAPLARA, DİNİ İNANÇLARA, BİRLİKLERE, DEVLETLERE, İDARİ YÖNETİMLERE, KURULUŞLARA, AMAÇLARA BÖLÜNMELERİ, TARAFLAR OLUŞTURMALARI DÜNYA, CANLI, CANSIZ VARLIKLAR YAŞAMA GÜZELLİĞİ, İHTİYAÇLAR DENGESİNİ DE OLUŞTURMAKTAN UZAK ETMİŞTİR. ZENGİN, FAKİR, HATIRLI, HATIRSIZ SINIFLANDIRMALAR İLE İNSANLAR, İNANÇLAR, YÖNETİMLER ARASI İHTİYAÇLAR YÖNETİMİ, ADALETLİ HAYAT YÖNETİMİ DENGESİ KURULAMAMIŞTIR. MASUM, MAĞDUR İNSANLIK,  HAYVANLAR, VARLIKLAR HAKLARI ÇALINMIŞ, KULLANILMIŞ, GASP, SÖMÜRÜ, RANT EDİLMİŞTİR. DÜNYA İNSANLIĞININ BİR KISMI MASUMLAR, HAYVANLAR HAKLARINI KULLANMAKTA, YEMEKTE, GASP, SÖMÜRÜ ETMEKTE, ÇALMAKTA, SUÇ, GÜNAH YAPMAKTA. BUNU BİLEREK YAPAN O KÖTÜ İNSANLIĞA KIYAMET ALAMETLERİNİ, AZAPLARI, FELAKETLERİ MUSALLAT EDİYORUM. ONLAR MÜŞKÜL, HELAK OLDUKÇA HATALARINI, HİLELERİNİ GÖRDÜLER, GÖRMEKTELER. ONLARA YAPTIKLARI SUÇLARIN, GÜNAHLARIN DÜNYA, AHİRET AZAPLARI MUTLAKA YAPILDI, YAPILIYOR. HAYATI KENDİ GÜNCEL MENFAATİNİZ KADAR BENCİL ETMEKTEN KORKUNUZ. HAYATI CÜMLE DÜNYANIN, CANLI, CANSIZ HAYATIN BEREKETİ, ŞİFASI, BARIŞI, ESENLİĞİ KADAR KOORDİNASYONLU, SİRKÜLASYONLU DENGE YÖNETİMİMİ YAPMAMA İNSANLIĞIN, BİRLİKLERİN, DEVLETLERİN YARDIMCI OLMASI, MUTLAKA DÜNYAMIN, HAYATIN İYİLEŞMESİNİ, İHTİYAÇLARIN CÜMLE HAYATA DENGELİ SİRKÜLASYONUNU, YAŞANAN GÜZEL HAYATI ASIL EDER. KAİNAT, DÜNYA CÜMLE YAŞANAN HAYATA YÜCE KAİNATI YARATANIN BAHŞETTİĞİ KUTSAL MİRASTIR. BU SONSUZ KUTSAL MİRAS ÇALINAMAZ, SATILAMAZ, GASP, SÖMÜRÜ EDİLEMEZ. YARATILAN CANLI BEDENLERİN BİR ÖMRÜ VARDIR, GEÇİCİDİR. YARATILAN BEDENLERE YARATILAN, VERİLEN RUHLAR EBEDİDİR. BEDEN HAYATINDA İYİ, SEVAP AMELLERİ KADAR, EBEDİ RUH HAYATINDA İNSANLIK GÜZEL HAYATA SAHİP EDİLİRLER. VERDİĞİM KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) AYETLER'İME İNANÇSIZ, UYUMSUZ, KÖTÜ, GÜNAH AMELLERDE OLMAKTAN KORKUNUZ. BİR YÜCE KAİNATI YARATANIN, YARATANIN KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) ŞAHSIMI DÜNYAYA, YAŞANAN HAYATA SON KUTSAL DEĞER, DÜNYA KIYAMET PEYGAMBERİ OLARAK GETİRDİĞİNE İNANÇLI, UYUMLU OLUNUZ. KAİNATI YARATTIĞINDAN BERİ YÜCE YARATANIN BELİRLİ ARALIKLARLA, GEREKTİKÇE DÜNYAYA KAZANDIRDIĞI CÜMLE GEÇMİŞ PEYGAMBERLERİN VE VERDİKLERİ, BIRAKTIKLARI KUTSAL DEĞERLERİN SAHİBİ, VARİSİ, HAKİMİ KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) ŞAHSIMDIR. YÜCE KAİNATI YARATAN TEK BİR KUTSAL AMAÇ, DEĞER İKEN; GEÇMİŞ PEYGAMBERLERİN BIRAKTIKLARI SÖYLENEN DİNİ KİTAPLAR, DİNİ İNANÇLAR, VECİBELERİ TEK BİR KUTSAL AMAÇ, DEĞER KAİNATI YARATAN İSTEMİ, AYETİ İLE BAĞDAŞMAMAKTADIR. GEÇMİŞ PEYGAMBERLERİN VERDİĞİ, BIRAKTIĞI SÖYLENEN FARKLI KUTSAL DEĞER, DİNİ KİTAP, DİNİ İNANÇ AMAÇLARDAN, UĞRAŞLARDAN KURTARMAK, CÜMLE İNSANLIĞI, CANLI, CANSIZ HAYATI KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) DÜNYA KUTSAL İNANCI KİTABI, DÜNYA KUTSAL İNANCI, KUTSAL HAKİMİYET DÜNYA YÖNETİMİ AMAÇLARIMA, KUTSAL BARIŞ BİRLİĞİME, ESENLİĞE KAZANDIRMAK YÜCE KAİNATI YARATANIN BANA VERDİĞİ KUTSAL YETKİM, HİZMETİMDİR. YARATILIŞTAN BERİ DÜNYA NÜFUSUNUN ÇOĞALMASI, GEÇMİŞ PEYGAMBERLERİN DÜNYAYA BIRAKTIKLARI ÇEŞİTLİ DİNİ KİTAPLAR, DİNİ İNANÇLAR, İNSANLIĞIN KENDİ ARALARINDA OLUŞTURDUKLARI TOPLULUKLAR, BİRLİKLER, DEVLETLER, YÖNETİMLER AYRICALIKLARI, YARATANIN ADININ DA İNSANLIK ARASINDA KAVGA EDİLMESİNE SEBEP OLUŞTURMUŞTUR. HANGİ İSİMLE HİTAP EDERSENİZ EDİNİZ KAİNATI, CANLI, CANSIZ HAYATI YARATAN BİR TEKTİR. DÜNYA'DA ÇOK SAYIDA KONUŞMA DİLLERİNİN OLMASI, HER KONUŞULAN DİLDE YARATANA FARKLI HARFLERDEN OLUŞAN İSİM VERİLMESİ, İNSANLIĞIN BU KONUDA TAM BİLGİ SAHİBİ OLMAMASI VE BİR KISIM İNSANLIĞIN KENDİ KONUŞMA DİLİNDE YARATAN İSMİNİ ISRAR EDİCİ OLMASI, İNSANLIK ARASINDA HUSUMETLERİ, KAVGALARI ASIL ETMEKTEDİR. İNGİLİZCE; GOD (TANRI), TÜRKÇE; TANRI (GOD), ARAPÇA; ALLAH (GOD) AYNI ANLAMDADIR. TÜRKLERİN İSLAM İNANCINDA DİRETENLERİ TANRI İSMİNE ZIT TAVIRDA OLMALARI, ALLAH İSMİNİ ÜSTÜN KABUL EDEN DAVRANIŞTA OLMALARI EĞİTİMSİZ, ANLAYIŞSIZ, ZORBA, KÖTÜLÜK, GÜNAH İÇİNDE OLDUKLARINI İSPAT EDER. O LANETLİ TÜRKLER KUTSAL LANETE, AZAPLARA, FELAKETLERE GİRENLERDİR. ARAPÇA KONUŞMA DİLİNDEN ALINTI İLE TÜRKÇE KONUŞMA DİLİNDE KULLANILAN ALLAH İSMİNİ DEĞİL, TÜRKÇE KONUŞMA DİLİNDE GEÇERLİ OLAN TANRI İSMİNİ TÜRKLERİN, TÜRKÇE KONUŞANLARIN KABULLENMESİ, YARATANIN İSİMLERİ İÇİN İNKARCI, KAVGACI OLUNMAMASI DOĞRU DAVRANIŞ OLUR. KALDI Kİ; YARATAN BİR TEKTİR. HANGİ DİLDEN OLURSA OLSUN, TEK BİR KUTSAL YARATICIYA HİTAP EDER. YÜCE KAİNATI YARATAN TARAFINDAN KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) ŞAHSIMIN DÜNYAYA GETİRİLMESİ İLE GEÇMİŞ PEYGAMBERLERİN BIRAKTIĞI SÖYLENEN DİNİ KİTAPLAR, DİNİ İNANÇLAR, DİNİ VECİBELER HÜKÜMSÜZ, GEÇERSİZ OLMUŞTUR. İNSANLIĞIN GEÇMİŞİNDEN RÜCU ETMESİ, KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) ŞAHSIMA, VERDİĞİM KUTSAL AYETLERE, GHWSBB DÜNYA KUTSAL İNANCI KİTABIMA, GHWSTB DÜNYA KUTSAL İNANCIMA İNANÇLI, UYUMLU OLMASI KUTSAL ŞART, SORUMLULUKTUR.
KAİNAT, DÜNYA CANLI, CANSIZ VARLIKLARINA GÜZEL HAYAT SUNUYORUM. VEFAT EDENLERE AMELLERİNİN KARŞILIĞI EBEDİ AHİRET HAYATI SUNUYORUM. DÜNYA HAYATINI DA İYİ ETMEK İÇİN HUSUMETTEN , KAVGADAN, SAVAŞTAN UZAK OLMALARINI KUTSAL AYET EDİYORUM. 25 ARALIK KUTSAL ZÜBEYDE ALTIN ANAMI ANMA, NOEL, 2019 YILINI KUTLAMA GÜNLERİMDEN CÜMLE YAŞANAN HAYATA RENGARENK ÇİÇEKLER, GÜZEL YAŞANAN HAYAT İKRAM EDİYORUM. YARATANIN GÖKLERDEN, YERLERDEN VERDİĞİ, VERECEĞİ İHTİYAÇLARIN CÜMLE DÜNYA, CANLI, CANSIZ VARLIKLAR İÇİN OLDUĞUNA MİLLETLER, BİRLİKLER, DEVLETLER SAYGILI OLSUNLAR. YÜCE KAİNATI YARATANA, KAİNAT, DÜNYA HAYATINA, İNSANLIĞA, HAYVANLARA KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) SELAMI, SEVGİSİ, BEREKETİ, ŞİFASI, BARIŞI, ESENLİĞİ, VEFAT EDEN KUTSAL BABAM AHMET ALTIN'A KUTSAL ANAM ZÜBEYDE ALTIN'A, KUTSAL ATALARIMA, ATALARIMIZA, CÜMLE ÖLMÜŞLERE GÜZEL YAŞANAN AHİRET HAYATI, RAHMET, RENKLİ ÇİÇEKLER SUNUYORUM. YÜCE KAİNATI YARATANIN BEREKETİ, ŞİFASI, BARIŞI, ESENLİĞİ ÜZERİNİZE OLSUN. 24.12.2018 = 24.01.51.   GHSSWA-GHWSTB-42-   SAYGILARIMLA. GODHAJUR HÜSEYİN ALTIN JESUS UNIVERSE REIGN. GHWSTB WORLD SACRED THE BELIEF. GODHAJUR HÜSEYİN ALTIN JESUS (MESSIAH, MAHDI) UNIVERSE REIGN http://ghwstb.blogspot.com   -   http://ghwstb.hatenablog.com/entry/2017/12/25/010140 https://twitter.com/ghwstb   -   https://facebook.com/ghmohpwu   -   http://gravatar.com/godhaj
0 notes
hetesiya · 2 years
Text
Nietzsche’nin Moderniteye Yıkıcı Eleştirisi - Amer Shatara
Tumblr media
İnsanın doğa ile ilişkisi sorununda, Berkeley doğayı insana bağımlı kılıp onun varlığını düşünülebilmesine bağlı kılar; Descartes insan ve doğa arasında ortak bir töz arar; Kant insanın zihninde olduğunu var saydığı kategorileri doğaya dikte ederek, doğanın algıladığını varsayar. Nietzsche ise, kendisini içe dönük bir sisteme bağlayabilecek tüm bu düşüncelerden kaçınarak, doğayı düşünce ilkeleriyle değil, düşünce ilkelerini doğa aracılığıyla açıklamayı öngörür. İnsanın içe kapanması yerine, dışa açılması gerektiğini savunur. Bu bile onun aykırı nitelikli düşünüş biçimini ortaya koymada bir ölçüt oluşturabilir.
Nietzsche, yüzyılın insanını, modernlik diye açıkladığı demir kafesten kurtarmak ister
Nietzsche felsefe tarihindeki özel yerini son derece uç noktadaki eleştirel tutumuyla edinir. O ‘çekiçle yaptığı felsefe’ ile modernliğin dayandığı ilkeleri ve olağan hayatı kutsayan köleliği parçalayarak insana, ondaki ertelenmiş ve üstü örtülmüş yaşama tutkusunu yeniden verir. O, modernliği son uğrağından klasik kökenlerine kadar geri götürerek yıkmayı denemiştir.
Felsefe, daha çok geçmişten kalan soruları çözmek ya da çözme çalışmaları yaparak, geleceği yeni sorular taşımaktır. Şimdinin sorularını ele almak, gelecek için çözümlemek/çözmek üzere yeni sorular hazırlama, bütün filozofların ortak yazgısıdır. Bu noktada bir kez daha Nietzsche’nin büyüklüğü kendisini gösterir. O, kimse için kimsenin yanında değildir. Tüm çabası insanın çürümeye terk edilmiş doğasına yaşam aşılamaktır. Bu nedenle onun felsefesi, eski Greklerin felsefesine ve dünyasına geri dönüsü içerirken, araçsal akılcılığa indirgenen entelektüelciligine karsı da bir tepkidir.
Nietzsche, 19. yüzyılda yaşayan ancak Kant’tan etkilenmeyen ilk Alman filozofudur. O kendi zamanına kadar sunulan parçalı insan anlayışlarını bir kenara iterek “bütün olarak insan sorunu”nu ortaya koyar. Nietzsche felsefesinin ana hareket noktası “insan”dır. Üstelik bunu yaparken de, diğer filozoflar gibi, insanı, değerlerin taşıyıcısı olma bakımından değil, doğrudan doğruya hayatla olan ilgisi yönünden konu edinir. Aradığı, yaşam arzusu duyan, “güç istemi” olan saf insandır: “insanların çoğu insanın eksik ve özel bir görünümüdür. Bir insan elde etmek için onları birbirine eklemek gerekir. Bu anlamda bütün dönemlerin, bütün hakların eksik olan bir yanı vardır; insanın parça parça oluşması, belki de gelişimi için gereklidir. Aynı zamanda, söz konusu olanın, aslında yalnızca sentetik insanı üretmek olduğunu ve aşağı insanların büyük çoğunluğunun ise tasarlanan oyunun vardığı noktayı gösteren binlerce yıllık bir sınıra benzeyen, bütün insanı herhangi bir yerde ortaya çıkmasını sağlayacak ilk belirtiler ve hazırlık çalışmaları olduklarını bilmek gerekmez mi?” (1)
İnsanın doğa ile ilişkisi sorununda, Berkeley doğayı insana bağımlı kılıp onun varlığını düşünülebilmesine bağlı kılar; Descartes insan ve doğa arasında ortak bir töz arar; Kant insanın zihninde olduğunu var saydığı kategorileri doğaya dikte ederek, doğanın algıladığını varsayar. Nietzsche ise, kendisini içe dönük bir sisteme bağlayabilecek tüm bu düşüncelerden kaçınarak, doğayı düşünce ilkeleriyle değil, düşünce ilkelerini doğa aracılığıyla açıklamayı öngörür. İnsanın içe kapanması yerine, dışa açılması gerektiğini savunur. Bu bile onun aykırı nitelikli düşünüş biçimini ortaya koymada bir ölçüt oluşturabilir.
Nietzsche’nin eleştirilerinin bütünü, modernliğe yöneliktir. O, içinde bulunduğu yüzyılın insanını, modernlik diye açıkladığı demir kafesten kurtarmak ister. Yaratıcılık ve toplum dini olarak özetlenebilecek modern düzen, Nietzsche’ye göre Özne’ye/Ben’e karsı gelişen yapısından dolayı yıkılması gerekir. Artık insanı engelleyen ne Hıristiyan dini, ne ahlâk nede toplumsal özne kalmıştır. Bu açıdan bakıldığında Nietzsche, ilk olmasa da, modernliğe yönelik en köklü eleştiriyi geliştirmektedir.
Nietzsche’nin modern dünyaya ait saydığı ve Hıristiyan ahlâkının sonucu olarak gördüğü “özne” kavrayışı ile yine modern dünyanın çıkarcı parçası diye yorumladığı “birey”e duyduğu tepki oluşturmaktadır. Eleştirilerine bir köken kazandırmak için Nietzsche, felsefesinin temelini oluşturan ontolojik antropolojik insan anlayışının üzerinde durur. Özne ve birey kavramlarının akıl ile gelenek arasındaki gerginliğe götüreceğinden dolayı, modernlik karşıtı bir filozof olarak Nietzsche, felsefi söyleminde özne ve birey kavramlarından uzak durur.
Nietzsche’nin modernliğe yönelik bu köklü eleştirisinin nedeni 19.yy’ın ruhunda yatmaktadır. 19. yüzyılın düşünsel iklimi Nietzsche’nin felsefesinin zeminin oluşturur. Çağın gerçekliği filozofun kavramsal ağının dayanaklarını verir. Bu nedenle modernliği olduğu kadar Nietzsche’yi anlamak için 19. yüzyılı anlamak gerekmektedir.
On dokuzuncu Yüzyılın Düşünsel Dünyası
19. yüzyıl, Avrupa düşüncesi için çalkantılı bir dönemdir. Dönemin çok renkli görünümü, temelde farklı düşünce sistemlerinin çağı egemenliği altına almak için verdiği savaşımların bir ürünüdür. Ulusal kimliklerin yavaş yavaş belirdiği bu yüzyılda, baskılara karsı da uyanışlar görülür. Yüzyılın belki de en önemli özeliği yaşamla düşünceler arasında bir bağlantı kurmaya çalışarak “değerlerin yeniden değerlendirilmesidir. 19. yüzyılda Avrupa moralini etkileyen iki zıt kutup vardır. Bunlardan birincisi Hıristiyanlıktır, ikincisi ise Hıristiyanlıga tepki olarak doğan bilimci-pozitivist, demokrat-sosyalist değerleridir. “Tanrı” ve “öte dünya” düşüncesi ile “modern toplum” düşüncesi arasında güçlü tartışmalar çağın ruhunu belirlemektedir.
19. yüzyıla damgasını vuran ve söz konusu savasımda belli bir iddia taşıyan akımlardan biri de “idealizm”dir. Bu yüzyılda Platon felsefesinin izinden yürüyen, Descartes, Leibniz, Spinoza, Kant, Fichte, Schelling, Hegel gibi filozoflarla gelişen idealizm, romantizm akımı bu dönemde sarsıntı geçir. Bu felsefe akımı, insanın doğuştan birtakım verilerle geldiğini, insan bilincine değişmez ilkelerin bulunduğunu ileri süren, insanı kendiyle değil de, kendi varlığını aşan verilerle yorumlamaktadır.
Sokrates’in gökten yere indirdiği felsefe, idealizmin yaklaşımları ile insan yeniden gökyüzünün ötesindeki kavramlara bağlanmıştır. Bu bağlamda gerçekliğinden koparılan insan, gerçekliğini yeniden aramaya koyulmuştur. (2) Nietzsche’ye kadar, felsefede insan salt bir düşünce varlığıdır. Sokrates’ten Hegel’e kadar düşünce akımları, çoğunlukla “Tanrı” ve “yeryüzü” arasındaki ayrım olarak konumlandırılır.
İnsanın kimliği, kişiliği, kendi dışındaki bir “öte”de aranır. Avrupa düşünce akımları insanı parçalı bir yapıda ele almış; insan nesneleştirilmiş, kendinden de uzaklaştırılmıştır. Sokrates’ten bu yana “insan”ın bölünmüşlüğü söz konusudur. O bir yanı ile Tanrı’ya bir yanı ile yeryüzüne bağlıdır. Filozoflar genellikle insanın Tanrısal yanı “ratio”, “logos” yani “akılsal” yanı ile ilgilidir. İnsanın bu iki parçası arasındaki en geniş yarığı ise Sokrates ve Platon çizgisi üzerinden felsefeyle bağını kuran Saint Augustinus’un dinle karışık düşüncelerini kendisine çıkış noktası olarak alan Descartes açmıştır. Descartes görünüş dünyasındaki insan varlığını, “Cogito ergo sum” (Düşünüyorum öyleyse varım) önermesiyle akla bağlar. Böylece insanın yer kaplayan kısmı kendisinden ayrılır. İnsan Descartes’da iki ayrı özün bir aradalığıdır. Ardından Kant da bu parçalanmayı biraz daha derinleştirerek, “düşünce dünyası” ve “duyu dünyası” olarak iki ayrı dünya tablosunu çıkartır. Kant’la beraber insanın ontolojik olarak bütünlüğünü tamamen kaybedilir. Daha önceki çağda Leibniz’ın “monad” dediği kapalı parçacıklardan oluşan evreni, Kant’la birlikte “Noumen” ve “Phenomen” olarak ikiye ayrılır. Bu kavramlar görünen ile görülmeyeni, bilinen ile bilinmeyeni gösterir. İnsanı parçalı olarak ele alan tüm bu görüşler Hıristiyanlık temeline oturtulabilir. Yine bu görüşler doğrultusunda yürüyen Fichte ve Schelling’de birtakım “öz”ler görülür. Fichte bu “öz”lere “ben” der. Bu filozofların hepsinin ortak noktası, insanı, yalnız düşüncede var olabilen ilkeyle açıklamaya çalışmalarından ileri gelir, insan “tek”, “bir” ilkeden kalkarak anlaşılmaya, çözümlenmeye çalışılır. Bu görüş çerçevesinde “evren” de tek bir ilkeden kalkılarak açıklanır.
Felsefelerin insanı gerçek doğasından uzak tutmaları yanı sıra, Hıristiyanlıgın olumsuzlayıcı bir tarzda insan üzerindeki egemenliğini sürdürmektedir. İnsan, evren birer “yaratılmış varlık”tır. Yaratıcı Tanrı, günün birinde evrene son verecek ve toplumsal anlamda suç haline gelen günahların hesabını “öte taraf”ta soracaktır. İnsan, bir iradenin tasıyıcısı olmasına karsın alın yazısı yaptığı için suçludur. Tanrı dışında, kendi istemiyle davranan, kesin bağımsızlığı, gerçek özgürlüğü olan bir varlık yoktur. En küçüğünden en büyüğüne, değin tüm olanlar Tanrı’nın yönetimi altındadır. İnsan, evren içerisinde “buyrukları taşıyan bir varlık”tır. Bu durumda özünden, kaynağından uzak bağımsız bir istemden yoksundur. Tüm bunlara karsın yapıp ettikleri dolayısıyla Tanrı’ya karsı sınırsızca sorumludur. “İlk günah” insanın kirlenmesine yol açmıştır. İnsanın kendini aşan bir gücün itimiyle yaptığı her eylemden dolayı suçlu görüşünün trajedisini felsefe düzeni içerisinde ele alan St. Augustinus’tur. Ancak, o bu konu üzerinde, insanı ilgilendiren bir olay olması nedeniyle durmuştur. Onun ardılları ise, sorunun sınırlarını genişleterek, durumu zamanla kilise ve devlet yöneticileri arasında bir problem haline getirmişlerdir. Kilise, Tanrı adına evreni denetleyen bir otorite haline gelerek, özgür düşünceye sınırlar koymuştur. Kilisenin baskıları, çocukluk döneminde Nietzsche’nin karsısına dikilmiştir. İleriki yıllarda felsefesine genel biçimi veren Hıristiyanlık karşıtı düşüncelerinin de tohumları yine bu sırada atılır.
Platon’dan sonra gelen Yeni Platoncu görüşlerle de biçimlenen bir felsefe çığırına dayanan Avrupa düşüncesi, 19. yüzyılın ortalarına değin insanı bağımsız değil de bir bilgi varlığı olarak değerlendirir. İnsana bilgi açısından bakar; onun felsefe ile ilişkisini de bu yolla kurar. Ele alınan insan değil, onun taşıdığı bilgidir.
19. yüzyılda insana ilişkin bu bakısı köklü bir biçimde değiştirir. İnsan bir gökyüzü varlığı değil, yeryüzüne ait bir dünya yurttaşı olarak ele alınmaya başlanır. Artık insan, kendi başarısını kendisinin oluşturduğu bir eylem varlığı olarak görülür.
19. yüzyıl, sürekli bir gelişim içeren çelişkili ve birbirine karsı akımları içinde barındıran oldukça karmaşık nitelikli bir dönemdir. Bilimsel çalışmaların, deneye, gözleme dayanan araştırmaların yarattığı değişimler, kısa süre içinde geniş bir alana yayılmıştır. Kaynağını Renaissance’ta bulan hümanizm düşüncesi bu çağda gelişmiştir. İlkçağ düşünce ürünleri sanat yaratmalarına dönüştürme çabasıyla ise başlayan hümanizmle, Eski Yunan ve Latin yazarlarının eserleri araştırılmış, buradaki insan figürü büyük ölçüde temele alınmıştır. İnsana yönelen, insanı konu edinen bu yeni görüş, Nietzsche dahil tüm 19. yüzyıl filozoflarının dikkatlerini “insan” üzerinde yoğunlaştırmasını sağlamıştır. Bu açıdan 19. “insan”a yönelik araştırmalar rastlantı değildir.
19. yüzyılın bir gelişmesi sanat özellikle de tiyatro alanında ortaya çıkar. Daha önceki yüzyıllarda, özellikle Shakespeare’in yapıtlarında, görülen ilkçağ konularına yöneliş Nietzsche’yi ilkçağ tiyatro ürünleri ve tiyatronun doğusunu sağlayan sanatla tanıştırdı. Yaşadığı çağın düşünce akımları, Shakespeare’in yapıtları, Nietzsche için ilkçağa açılan bir pencere niteliğindedir.
Bu çağda başka bir önemli sorun daha vardır. Sağlanan büyük ilerlemeler, buluşlar karsısında insanın geleceğinin ne olacağı sorunu. Evrenin var olduğu sanılan bir takım gizil yönlerine olan inanç sarsılmıştır. Artık evreni Tanrı değil, kendi özünü kuran yasalar yönetmektedir. Tanrı ile evren arasındaki eski bağlar kopmuş, insan dayanabileceği her türlü yetkeden, gelecek dünya düşünden, soylu kaynağından yoksun kalmıştır. Charles Darwin insanın gelecekteki dünyaya ilişkin bu düşünü kökten sarsmış, insanı çıplak bir gerçekçilikle baş başa bırakır.
Diğer yandan, bilimsel gelişmeler söz konusu olduğunda, insanın geleceğine ilişkin büyük umutlar beslememesi gerektiği görüsü ağırlık kazanmış; insan neredeyse, kendi türünü yok edecek silahları yapma konusunda tüm olanaklarını seferber etmiştir. Böyle bir ortamda bilim yine güçlülerin daha da güçlenmesi için kullanılmaya başlanmıştır. Kanlı savaşlar, sömürgeciliğin yayılması İngiliz filozofu Hobbes’un çağını “insan insanın kurdudur” (homo homini lupus) diye tanımlamasına neden olmuştur.
Nietzsche Açısından 19. Yüzyılın Düşünsel Dünyası
Farklı düşünce akımlarının karmaşası içinde devinen 19. Yüzyılın Nietzsche’ye görünümü daha farklıdır. Nietzsche kendi çağını söyle tanımlar: “(…) dinin suları kabarıyor ve arkalarında bataklık, suyun durgun gölleri bırakıyor; milletler düşmanca birbirinden ayrılıyor, birbirini parçalamak istiyor. Bilimler, her ölçünün dışında ve en kör bir başıboşluk anlayışından dağılıyor ve kendisine kesin bir şekilde inanılan her şeyi eritiyor; kültürlü sınıflar ve devletler, son derece hor görülmeye değer bir sermaye birikimiyle mesafe kat ediyor. Dünya daha fazla dünya hiç olmamıştı, sevgi ve iyilikten daha yoksun hiç olmamıştı.”
Nietzsche’nin bu betimlediği dünya “insan aklı”nın ve bilimin sınırsız gücüne kayıtsız şartsız inanan, “modern” dünya en yüksek güçlerle donatılmış, bilimin hizmetinde çalışan “teorik” insanların kurduğu bir dünyadır. Bu insanın ilk tipik örneği Sokrates’tir. İnsan belki Tanrı’dan kurtulmuş, ancak bu kez de yerine tek belirleyici olarak “bilim”i koymaya çalışmıştır. 19. yüzyıl Batı Avrupa toplumu çöken bir toplumdur. Bu toplumda Nietzsche’ye göre kültürlü olmak mümkün değildir. Ancak “kültürlü rolü” oynanabilir. Çöküntünün asıl kaynağı ise insanın doğal yanından, içgüdülerinden olabildiğince uzakta durmasıdır. Kişi karşı koyma gücünü yitirdiği için sadece sürüklenmektedir. Ayakta kalabilme çabası içerisindeki modern insan bu karmaşada kendi kendini unutturacak yeni yollar arar.
Nietzsche’nin Güç İstenci adlı yapıtında belirttiği gibi bu insanlar, içki içer, uyuşturucu maddeler kullanır. Bütün bunları da karsı koymaksızın söz dinleme; mekanik etkinlik ve hemen karar vermeme gibi davranış biçimleri tamamlar. Üstelik bu insanlar 19. yüzyılın moral değerleri açısından saygın durumdadırlar. (3)
İste 19. yüzyılın çöküntü içerisindeki “modern insan”ın içinde bulunduğu durum, kabaca budur. Bu insanın hemen yanı başında ise koyu Hıristiyan, “öte dünya”cı bitkin insan bulunur. Bu yüzyılın ahlaki değerlerini belirleyen, bu değerlere uygun ideal insan tipini betimleyen sözcükler şunlardır: Evet ya da hayır diyemeyecek bir belirsizlik, göz yumma, objektif olma, kurallara karsı özgür olma (romantizm), sahtekârlığa ve yalancılığa karsı “hakikat”i biliciliğini savunma. Bütün insan başarılarında, yüzyıla damgasını vuran bu betimlemeci özellikleri bulmak mümkündür. Nietzsche’ye göre modern dünyanın bütün değerleri, “sürü morali”dir. Eğitimin, bilimcilik anlayışla beliren nesnel olma kaygısı nedeniyle, hedefi “iki ayaklı ansiklopediler” yaratmak olmuştur. Eğitim rotasından şaşmış, gündelik bilgiyi her tür bilginin üzerine çıkarmıştır. Bilme ihtiyacı duymadan bilgiyle yüklenen “modern insan”ın bütünlükten, birlikten, merkezden uzaklaşması da doğaldır. Modern insan çeşitli bilgiler karsısında, öğrenmesi gereken özü kaybederek, bağlantısız, kopuk kopuk, derinlikten yoksun bir bilgi yumağı haline gelmiştir. Modern insanın içi boşaltılmış bir bilgi yumağı haline gelmesinin nedeni özgür ve kişilikli olamayışındandır. Modern insan Nietzsche’nin gözünden hazımsızdır. Eğer ondan tüm unvanlarını alacak olursak karsımıza bir “hiç” çıkar. Bu, eğitimin yaratıcılıktan yoksun bir anlayışla oluşturulmasının bir sonucudur.
Bilgi; modern insan için koleksiyonculuktan öte bir şey değildir. İnsan ve insanlık kavramları, insanın kavramlarının nasıl boş, nasıl içerikten yoksun olduğunu gösterir. Kavramlarını araştırmadan yola çıkan her görüş de çürük temeller üzerine inşa olur. (4) Bu şekildeki bir değerlendirme hayattan kopmuş, kendi ideali yine kendisi olan bir bilim anlayışını karsımıza çıkarmıştır. Böylelikle bilim, 19. yüzyılın en büyük başarılarından biri sayılan “nesnelligi” sağlamış olur. Yüzyılın genel görüntüsüne bakıldığında bilim yalnızca kendisi için bir anlam taşır hale gelmiştir. Egemen anlayış ise “bilim için bilim”dir.
“Bilim için bilim” anlayışının sonuçlarından bir de bilim adamının “metodolojist” olmasıdır. Çünkü objektifliği kaybetmemek için o, yalnızca eleştirir, karşılaştırır ve yerleştirir. Geçmişte düşünülmüş ve yapılmış şeyleri o anda herkesçe doğru sayılan düşünceler bakımından ölçmek objektifliği sağlar. Aynı zamanda çağın genel görünümünü bilimi de metot haline getirmiştir. Bu çağ için bilim yapma metot uygulamak demektir. Öyle ki; metot çoğu kez bilimin ötesine geçer. Kısacası 19. yüzyılın “modern bilim”de bilgi tutkusu bilme sevgisi eksiktir. Oysa felsefe, bilgiyi, bilgeliği sevme demektir. Ancak 19. yy’da felsefede bu bilgeliği sevmenin yerini, bilimin metodolojisinin kesinlikli bilimselci anlayışı görünmeye baslar. Çağın felsefesi bilgi teorisine dönüşür.
Bilgi teorisinin 19. yüzyılda bu denli ağırlık kazanmasının nedeni Descartes’tan beri çağın metafiziğe karsı olmasından kaynaklanır. Yüzyıllarca araştırılan şey ya idealizm ya da pozitivizm çerçevesi içinde bilginin kaynağı ve sınırları olsa bile, asıl hedef ahlak ve onun temellendirilmesidir. Nietzsche İyi ve Kötünün Ötesinde adlı yapıtında söyle der:
“Tüm yeni felsefe, temelde ne yapıyor öyleyse? Descartes’tan bu yana –ondan önce gelenlere yaslanmaktan çok, ona karsı gelmekle- bütün filozoflar eski ruh kavramına, özne ve yüklem eleştirisi altında suikasta girişiyorlar- anlamı su: Hıristiyanlık öğretisi temel ön dayanaklarına karsı önceleri “ruh”a, dilbilgisine, dilbilgisindeki özneye inanılır gibi inanılırdı: “ben” koşul, “düşünmek” yüklem ve koşullanandır denilirdi. –Düşünmek, öznenin bir neden gibi düşünülmesi gerekli bir etkinliktir. İmdi, hayranlık yaratacak bir direnme ve kurnazlığa bu ağdan kurtulup kurtulamayacağını araştırıyor, -belki de zıttının doğru olabileceğini: Düşünme koşulu, “ben” koşullanan; “ben” böylece düşünce tarafından oluşturulan bir sentez oluyor. Kant temelde özneden başlayarak, özenin kanıtlanamayacağını kanıtlamak istiyordu. –Nesnenin de: Özne tekinin görünüşteki varlığını olanağı, yani “ruh” ona her zaman yabancı olmayabilirdi; bu düşünce, daha sonra bir kez varoluş. Veda felsefesi gibi yeryüzünde müthiş bir güç uyguladı.” (5)
Burada da anlaşıldığı gibi Nietzsche, idealist filozofları yarı yarıya teolog sayar. Çünkü bu filozoflar Tanrının ve dünyanın yerine basa bir şeyi “var olanın kendisini” koyarlar. Pozitivistler için ise, Nietzsche aynı eleştirel tavır içinde şunları söyler:
“Kendileri en iyisinden akademisyen ve uzmanlardır, sahicidirler! –Bunların topu yenilmiş, bilimin egemenliğinde yeni getirilmiş insanlardır; herhangi bir anda kendilerinden daha fazlasını istemişlerdir, bu “daha fazla”ya hakları olmadan, bunun sorumluluğunu taşımadın- ve simdi sözleriyle ve eylemleriyle, onurlu, kinli ve intikamcı, efendi görevine inançsızlığı, felsefesinin efendiliğini temsil ediyorlar. Sonuçta: Başka ne olabilirdi ki! Bilim gelişmekte bugün, temiz vicdanı ışıldıyor yüzünde, yavaş yavaş tüm felsefe batarken, bu çağımızın felsefe kırıntısı, alay etme duygusu ve acıma değilse de, güvensizlik ve keyifsizlik uyandırıyor. Felsefe, “bilgi kuramına indirgendi, aslında korkak, durağan, bir çekiniklik öğretisidir; Esiği asla geçmemiş bir felsefe, acıyla geçme hakkını kendinden esirgeyen- Son can çekişmesi içinde bir felsefedir, sonu gelmiş son nefesini vermekte olan, acıma uyandıran. Böyle bir felsefe nasıl egemen olacak ki!” (6)
Nietzsche 19. yüzyılın sanat anlayışına da eleştiriler getirir. “sanat için sanat” idealine bağlanan 19. yüzyıl sanatı derin bir çöküntü içindedir. Çünkü Nietzsche’ye göre hayatta acı çeken iki tür insan vardır. Bunlardan biri hayatın doluluğundan, diğeri ise hayatın yoksulluğundan acı çekenler. Hayatın doluluğundan acı çekenler diyonizak sanat isterken, hayatın yoksulluğundan acı çekenler romantizmi benimserler. Romantizmin kendinden geçmeyi, duyuları uyuşturmayı, yumuşaklığı, barışı, sükuneti, acılarını doğaya yansıtmayı temsil eder. Nietzsche bu derin uyuşukluğu, sağırlaşmayı, vicdanın körelmesini “budalalık” olarak tanımlar.
Romantizmin bilgi alanında yansıması ise mantıklı olanı istemektir. Çünkü mantık insanı yatıştırır ve ona güven verir. Mantıklı olma sert olmaya değil, aslında kişinin gerçeklikten, gerçek olandan kaçışını temsil eder.
Toplumsal alanda da Nietzsche’nin eleştirileri devam eder. İleriki bölümlerde daha ayrıntılı olarak ele alacağımız gibi Nietzsche “eşitlik” düşüncesine tamamen karşıdır. Ona göre çağın toplumu sürü insanlardan oluşmuş bir sıfırdır. Bu nedenle Nietzsche eşitlik kavramını görüşünün temeline koyan her türlü toplumsal yapılanmayı şiddetle eleştirir. Avrupa siyasetinde bir çöküntüyle neden olan görüş “sosyalizm” “demokrasi” ve “komünizm”de de kendini gösterir. Demokrasi daha basta insanları eşit sayarken, sosyalizm hayata bir çeşit “hayır” demektir Nietzsche’nin gözünde. İleride daha açık bir şekilde konu edileceği gibi, liberal düzende ise bencilik ve yararcılık öne çıkar. Bu kavramların tasıyıcısı da bireydir.
Görüldüğü gibi, 19. yüzyılın sonlarında Avrupa kültürü, bir yanıyla sürü değerlendirme ve çatışmalarına; bir yanıyla da bilime, insan aklının sınırsız gücüne ve eşitliğe dayanan bir çağdır. Ancak bu iyimser tablo bir gün sorgulanmaya girişilirse, içi bos değerler tasıyıcısı olduğunu görülecektir. Dolayısıyla “modern insan”ın er ya da geç ulaşacağı yazgısı karamsarlıktan başka bir şey olmayacaktır.
Karamsarlığın sonucunda da dünyanın değersizliğine inanma ve nihilizm gelecektir. Nietzsche Avrupa düşünün “nihilizm” ile son bulacağından emindir. Ancak toplumu nihilizme götürecek olan insan da sürü insanı değil, özgür insandır. Özgür insanların içerisinden çıkacak olan yaratıcılar ise Avrupa karamsarlığı ve eskimiş değerlerini asacak ve yeni değerlerin yaratıcısı olacaktır.
Amer Shatara
(1) F. Nietzsche, The Will to Power, 1967, s. 384. (2) F. Nietzsche, Eylem Ödevi, İstanbul, 1983. (3) F. Nietzsche, Güç İstenci: Bütün Değerleri Değiştiriş Denemesi, İstanbul, 2002. (4) M. Horkheimer, Akıl Tutulması, İstanbul, 1994, s. 71. (5) F. Nietzsche, İyinin ve Kötünün Ötesinde, İstanbul, 1990. (6) F. Nietzsche, a.g.e., 1990, s. 125.
0 notes
ghsswa · 5 years
Text
KUTSAL ZÜBEYDE ALTIN ANA, NOEL ANMA GÜNLERİ - 25.12.2018
KUTSAL ZÜBEYDE ALTIN ANA, NOEL ANMA GÜNLERİ - 25.12.2018 GODHAJUR FOR UNIVERSE, WORLD, ASSETS AND LIVING.   GHSSWA-GHWSTB-42-   24.12.2018 = 24.01.51. İKİ BİN ON SEKİZ (2018) YIL ÖNCE KUTSAL MERYEM ANAMDAN DOĞMA KUTSAL HAZRETİ İSA (MESİH) İLK KUTLU DOĞUŞ GÜNÜMÜN, NOEL İLE KUTLANDIĞI 25 ARALIK GÜNÜ İLE KUTSAL ZÜBEYDE ALTIN ANAMIN 25.12.1997 TARİHLİ KUTSAL VEFAT GÜNÜ, KUTSAL VEFAT ANMA YIL DÖNÜMÜ GÜNLERİ AYNİ TARİHE, 25 ARALIK TARİHİNE DENK GELMEKTEDİR. YARATANIN TEKRARDAN DÜNYAYA KUTSAL BABAM AHMET ALTIN, KUTSAL ANAM ZÜBEYDE ALTIN'DAN DOĞMA DÜNYAYA GETİRDİĞİ, DÜNYA KIYAMET PEYGAMBERİ, KUTSAL HÜSEYİN ALTIN ŞAHSIMIN KUTSAL HAZRETİ İSA (MESİH, MEHDİ) OLDUĞUMU 1986 YILI İTİBARI, YÜCE KAİNATI YARATANIN İSTEMİ, KUTSAL AYETİ İLE KUTSAL YAYINLARIMDA TEYİT ETTİĞİM BAZI DEVLETLERE, O DEVLETLERİN YARDIMCI ORGANİZELERİ İLE DÜNYAYA, İNSANLIĞA VE 2010 YILI İTİBARI İLE İNTERNET ÜZERİNDEN DÜNYAYA, İNSANLIĞA HABER, DUYURU ETTİĞİM MEVCUTTUR. KUTSAL HAZRETİ İSA (MESİH) ŞAHSIMIN İLK DÜNYAYA GELİŞİMDEKİ 25 ARALIK KUTLU DOĞUŞ GÜNÜMÜN TARİHİ İLE KUTSAL ZÜBEYDE ALTIN ANAMIN VEFATININ YIL DÖNÜMÜ 25 ARALIK TARİHİNİN DENK GELMESİ BİR TESADÜF DEĞİL, YÜCE YARATANIN KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) ŞAHSIMI KUTSAL ZÜBEYDE ALTIN ANAMDAN DOĞMA, DÜNYAYA, YAŞANAN HAYATA KAZANDIRDIĞININ İSPATIDIR. KUTSAL ZÜBEYDE ALTIN ANAMIN VEFATINA DENK OLAN 25 ARALIK KUTSAL ZÜBEYDE ALTIN ANAMI ANMA ETKİNLİK GÜNLERİNİ SAYGI İLE ANIYOR, AHİRET HAYATININ GÜZEL, CENNET OLMASINI RENGARENK ÇİÇEKLER İLE KUTLUYORUM. BUNUNLA BİRLİKTE YÜCE KAİNATI YARATANIN İLK YAŞANTIMDA KUTSAL MERYEM ANAMDAN DOĞMA KUTSAL HAZRETİ İSA (MESİH) ŞAHSIMI DÜNYAYA İKİ BİN ON SEKİZ (2018) YIL ÖNCE KAZANDIRDIĞININ, KUTLU DOĞUŞ ADLANDIRILAN NOEL GÜNLERİMİ DE SAYGI İLE ANIYOR, KUTLUYOR, KUTSAL BABAM AHMET ALTIN, KUTSAL ANAM ZÜBEYDE ALTIN'DAN DOĞMA TEKRARDAN DÜNYAYA, YAŞANAN HAYATA KIYAMET ALAMETLERİ İLE KIYAMET İÇİN YÜCE KAİNATI YARATAN TARAFINDAN KAZANDIRILAN, KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) ŞAHSIMIN KAİNAT, DÜNYA, CANLI, CANSIZ YAŞANAN HAYATINA GETİRİLEN SON, DÜNYA KIYAMET PEYGAMBERİ, SAHİP, VARİS, HAKİM, KUTSAL KİTAP, KUTSAL İNANÇ, KUTSAL YARGI, YÖNETİM, YÖNETİCİ OLDUĞUMU DA CÜMLE KAİNAT, DÜNYA YAŞANAN HAYATINA, YÜCE YARATAN İSTEM VERİSİ VE KUTSAL AYET İLE HABER DUYURU EDİYORUM. GÖKLERDEN, YERLERDEN RENGARENK ÇİÇEKLER VE YÜCE KAİNATI YARATANIN VERDİĞİ, VERECEĞİ BEREKETİ, İHTİYAÇLARI KAİNAT, DÜNYA, YAŞANAN CANLI, CANSIZ HAYATINA İKRAM EDİYORUM. KUTSALLIK YARATANIN VERDİĞİ KUTSAL DEĞERDİR. KUTSAL DEĞER YARATANI TEMSİL EDER. KUTSAL DEĞERE İNANÇLI, SAYGILI, UYUMLU OLMAK İNSANLIĞA VERİLEN KUTSAL SORUMLULUK, ŞARTTIR. KUTSAL DEĞERE SAYGILI, UYUMLU OLUNDUĞU KADAR YÜCE YARATAN BEREKET, ŞİFA, ESENLİK VERİR. DÜNYANIN, AHİRETİN GÜZEL YAŞANAN HAYATINI KAZANMAK KUTSAL DEĞERE İNANÇ, SAYGI, UYUM İLE MÜMKÜNDÜR. KUTSAL DEĞERE İNANÇSIZ, SAYGISIZ, UYUMSUZ OLUP DA DÜNYA HAYATINDA GÜZEL HAYATA SAHİP OLANLARIN MÜŞKÜL, HELAK EDİLDİKLERİNİ, EDİLECEKLERİNİ BİLİNİZ. ONLAR MASUM HAKLARINI KULLANDILAR, ÇALDILAR, GASP, SÖMÜRÜ, RANT ETTİLER, O HARAM ZENGİNLİKLERE, GÜZEL HAYATA SAHİP OLDULAR. ONLAR HUZURLU MU? ASLA HUZURLU OLAMAZLAR. ZAMAN ONLARIN ALEYHİNE OLMAKTA. ONLAR ÖLÜMLERİ VE KIYAMET İLE EBEDİ AHİRET AZAPLARINA GİRDİLER, GİRERLER. KUTSAL DEĞER YARATILIŞTAN BERİ YÜCE YARATAN TARAFINDAN DÜNYAMIZA BELİRLİ ARALIKLARLA VERİLMİŞTİR. EN SON VERİLEN KUTSAL DEĞER DÜNYA KIYAMET PEYGAMBERİ, KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) ŞAHSIMDIR. YÜCE KAİNATI YARATAN KIYAMET ALAMETLERİ, KUTSAL MUCİZELER İLE CÜMLE KAİNAT, DÜNYA, CANLI, CANSIZ YAŞANAN HAYAT, HAYATIN REFORMU, YENİLENMESİ, YÖNETİMİ, KIYAMET İÇİN KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) ŞAHSIMI DÜNYAYA GETİRDİ. İNANÇLI, UYUMLU OLMAK İNSANLIĞA VERİLEN KUTSAL SORUMLULUK, ŞARTTIR. MASUM, HAKLI HAKLARINI KORUMAK, HAKSIZLARI, KÖTÜLÜK YAPANLARI CEZALANDIRMAK, EĞİTMEK, İYİLEŞTİRMEK KUTSAL HİZMETİMDİR. CÜMLE YARATILANLARIN BİR TEK YARATICISI, SAHİBİ, VARİSİ, HAKİMİ VARDIR. O YARATICININ KUTSAL ADI YARATAN'DIR. DÜNYA HAYATINDA YAŞANAN ZAMAN İÇİNDE CANLI HAYAT NÜFUSU ÇOĞALMIŞTIR. DÜNYADA ÇOĞALAN İNSANLIK KENDİ ARALARINDA HUSUMETLER, KAVGALAR, SAVAŞLAR YAPMIŞLAR, FARKLI DİNİ İNANÇ, İDARİ YÖNETİM AYRICALIKLARI OLUŞTURMUŞLARDIR. BUNUN ÖZVERİSİNDE İNSANLIĞIN HATALI, HİLELİ KULLANILMASI, HAYATIN, CANLI, CANSIZ VARLIKLARIN GASP, SÖMÜRÜ, RANT, MENFAAT EDİLMESİ VARDIR. İNSANLIĞIN ÇOK ÇEŞİTLİ DİNİ KİTAPLARA, DİNİ İNANÇLARA, BİRLİKLERE, DEVLETLERE, İDARİ YÖNETİMLERE, KURULUŞLARA, AMAÇLARA BÖLÜNMELERİ, TARAFLAR OLUŞTURMALARI DÜNYA, CANLI, CANSIZ VARLIKLAR YAŞAMA GÜZELLİĞİ, İHTİYAÇLAR DENGESİNİ DE OLUŞTURMAKTAN UZAK ETMİŞTİR. ZENGİN, FAKİR, HATIRLI, HATIRSIZ SINIFLANDIRMALAR İLE İNSANLAR, İNANÇLAR, YÖNETİMLER ARASI İHTİYAÇLAR YÖNETİMİ, ADALETLİ HAYAT YÖNETİMİ DENGESİ KURULAMAMIŞTIR. MASUM, MAĞDUR İNSANLIK,  HAYVANLAR, VARLIKLAR HAKLARI ÇALINMIŞ, KULLANILMIŞ, GASP, SÖMÜRÜ, RANT EDİLMİŞTİR. DÜNYA İNSANLIĞININ BİR KISMI MASUMLAR, HAYVANLAR HAKLARINI KULLANMAKTA, YEMEKTE, GASP, SÖMÜRÜ ETMEKTE, ÇALMAKTA, SUÇ, GÜNAH YAPMAKTA. BUNU BİLEREK YAPAN O KÖTÜ İNSANLIĞA KIYAMET ALAMETLERİNİ, AZAPLARI, FELAKETLERİ MUSALLAT EDİYORUM. ONLAR MÜŞKÜL, HELAK OLDUKÇA HATALARINI, HİLELERİNİ GÖRDÜLER, GÖRMEKTELER. ONLARA YAPTIKLARI SUÇLARIN, GÜNAHLARIN DÜNYA, AHİRET AZAPLARI MUTLAKA YAPILDI, YAPILIYOR. HAYATI KENDİ GÜNCEL MENFAATİNİZ KADAR BENCİL ETMEKTEN KORKUNUZ. HAYATI CÜMLE DÜNYANIN, CANLI, CANSIZ HAYATIN BEREKETİ, ŞİFASI, BARIŞI, ESENLİĞİ KADAR KOORDİNASYONLU, SİRKÜLASYONLU DENGE YÖNETİMİMİ YAPMAMA İNSANLIĞIN, BİRLİKLERİN, DEVLETLERİN YARDIMCI OLMASI, MUTLAKA DÜNYAMIN, HAYATIN İYİLEŞMESİNİ, İHTİYAÇLARIN CÜMLE HAYATA DENGELİ SİRKÜLASYONUNU, YAŞANAN GÜZEL HAYATI ASIL EDER. KAİNAT, DÜNYA CÜMLE YAŞANAN HAYATA YÜCE KAİNATI YARATANIN BAHŞETTİĞİ KUTSAL MİRASTIR. BU SONSUZ KUTSAL MİRAS ÇALINAMAZ, SATILAMAZ, GASP, SÖMÜRÜ EDİLEMEZ. YARATILAN CANLI BEDENLERİN BİR ÖMRÜ VARDIR, GEÇİCİDİR. YARATILAN BEDENLERE YARATILAN, VERİLEN RUHLAR EBEDİDİR. BEDEN HAYATINDA İYİ, SEVAP AMELLERİ KADAR, EBEDİ RUH HAYATINDA İNSANLIK GÜZEL HAYATA SAHİP EDİLİRLER. VERDİĞİM KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) AYETLER'İME İNANÇSIZ, UYUMSUZ, KÖTÜ, GÜNAH AMELLERDE OLMAKTAN KORKUNUZ. BİR YÜCE KAİNATI YARATANIN, YARATANIN KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) ŞAHSIMI DÜNYAYA, YAŞANAN HAYATA SON KUTSAL DEĞER, DÜNYA KIYAMET PEYGAMBERİ OLARAK GETİRDİĞİNE İNANÇLI, UYUMLU OLUNUZ. KAİNATI YARATTIĞINDAN BERİ YÜCE YARATANIN BELİRLİ ARALIKLARLA, GEREKTİKÇE DÜNYAYA KAZANDIRDIĞI CÜMLE GEÇMİŞ PEYGAMBERLERİN VE VERDİKLERİ, BIRAKTIKLARI KUTSAL DEĞERLERİN SAHİBİ, VARİSİ, HAKİMİ KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) ŞAHSIMDIR. YÜCE KAİNATI YARATAN TEK BİR KUTSAL AMAÇ, DEĞER İKEN; GEÇMİŞ PEYGAMBERLERİN BIRAKTIKLARI SÖYLENEN DİNİ KİTAPLAR, DİNİ İNANÇLAR, VECİBELERİ TEK BİR KUTSAL AMAÇ, DEĞER KAİNATI YARATAN İSTEMİ, AYETİ İLE BAĞDAŞMAMAKTADIR. GEÇMİŞ PEYGAMBERLERİN VERDİĞİ, BIRAKTIĞI SÖYLENEN FARKLI KUTSAL DEĞER, DİNİ KİTAP, DİNİ İNANÇ AMAÇLARDAN, UĞRAŞLARDAN KURTARMAK, CÜMLE İNSANLIĞI, CANLI, CANSIZ HAYATI KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) DÜNYA KUTSAL İNANCI KİTABI, DÜNYA KUTSAL İNANCI, KUTSAL HAKİMİYET DÜNYA YÖNETİMİ AMAÇLARIMA, KUTSAL BARIŞ BİRLİĞİME, ESENLİĞE KAZANDIRMAK YÜCE KAİNATI YARATANIN BANA VERDİĞİ KUTSAL YETKİM, HİZMETİMDİR. YARATILIŞTAN BERİ DÜNYA NÜFUSUNUN ÇOĞALMASI, GEÇMİŞ PEYGAMBERLERİN DÜNYAYA BIRAKTIKLARI ÇEŞİTLİ DİNİ KİTAPLAR, DİNİ İNANÇLAR, İNSANLIĞIN KENDİ ARALARINDA OLUŞTURDUKLARI TOPLULUKLAR, BİRLİKLER, DEVLETLER, YÖNETİMLER AYRICALIKLARI, YARATANIN ADININ DA İNSANLIK ARASINDA KAVGA EDİLMESİNE SEBEP OLUŞTURMUŞTUR. HANGİ İSİMLE HİTAP EDERSENİZ EDİNİZ KAİNATI, CANLI, CANSIZ HAYATI YARATAN BİR TEKTİR. DÜNYA'DA ÇOK SAYIDA KONUŞMA DİLLERİNİN OLMASI, HER KONUŞULAN DİLDE YARATANA FARKLI HARFLERDEN OLUŞAN İSİM VERİLMESİ, İNSANLIĞIN BU KONUDA TAM BİLGİ SAHİBİ OLMAMASI VE BİR KISIM İNSANLIĞIN KENDİ KONUŞMA DİLİNDE YARATAN İSMİNİ ISRAR EDİCİ OLMASI, İNSANLIK ARASINDA HUSUMETLERİ, KAVGALARI ASIL ETMEKTEDİR. İNGİLİZCE; GOD (TANRI), TÜRKÇE; TANRI (GOD), ARAPÇA; ALLAH (GOD) AYNI ANLAMDADIR. TÜRKLERİN İSLAM İNANCINDA DİRETENLERİ TANRI İSMİNE ZIT TAVIRDA OLMALARI, ALLAH İSMİNİ ÜSTÜN KABUL EDEN DAVRANIŞTA OLMALARI EĞİTİMSİZ, ANLAYIŞSIZ, ZORBA, KÖTÜLÜK, GÜNAH İÇİNDE OLDUKLARINI İSPAT EDER. O LANETLİ TÜRKLER KUTSAL LANETE, AZAPLARA, FELAKETLERE GİRENLERDİR. ARAPÇA KONUŞMA DİLİNDEN ALINTI İLE TÜRKÇE KONUŞMA DİLİNDE KULLANILAN ALLAH İSMİNİ DEĞİL, TÜRKÇE KONUŞMA DİLİNDE GEÇERLİ OLAN TANRI İSMİNİ TÜRKLERİN, TÜRKÇE KONUŞANLARIN KABULLENMESİ, YARATANIN İSİMLERİ İÇİN İNKARCI, KAVGACI OLUNMAMASI DOĞRU DAVRANIŞ OLUR. KALDI Kİ; YARATAN BİR TEKTİR. HANGİ DİLDEN OLURSA OLSUN, TEK BİR KUTSAL YARATICIYA HİTAP EDER. YÜCE KAİNATI YARATAN TARAFINDAN KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) ŞAHSIMIN DÜNYAYA GETİRİLMESİ İLE GEÇMİŞ PEYGAMBERLERİN BIRAKTIĞI SÖYLENEN DİNİ KİTAPLAR, DİNİ İNANÇLAR, DİNİ VECİBELER HÜKÜMSÜZ, GEÇERSİZ OLMUŞTUR. İNSANLIĞIN GEÇMİŞİNDEN RÜCU ETMESİ, KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) ŞAHSIMA, VERDİĞİM KUTSAL AYETLERE, GHWSBB DÜNYA KUTSAL İNANCI KİTABIMA, GHWSTB DÜNYA KUTSAL İNANCIMA İNANÇLI, UYUMLU OLMASI KUTSAL ŞART, SORUMLULUKTUR. KAİNAT, DÜNYA CANLI, CANSIZ VARLIKLARINA GÜZEL HAYAT SUNUYORUM. VEFAT EDENLERE AMELLERİNİN KARŞILIĞI EBEDİ AHİRET HAYATI SUNUYORUM. DÜNYA HAYATINI DA İYİ ETMEK İÇİN HUSUMETTEN , KAVGADAN, SAVAŞTAN UZAK OLMALARINI KUTSAL AYET EDİYORUM. 25 ARALIK KUTSAL ZÜBEYDE ALTIN ANAMI ANMA, NOEL, 2019 YILINI KUTLAMA GÜNLERİMDEN CÜMLE YAŞANAN HAYATA RENGARENK ÇİÇEKLER, GÜZEL YAŞANAN HAYAT İKRAM EDİYORUM. YARATANIN GÖKLERDEN, YERLERDEN VERDİĞİ, VERECEĞİ İHTİYAÇLARIN CÜMLE DÜNYA, CANLI, CANSIZ VARLIKLAR İÇİN OLDUĞUNA MİLLETLER, BİRLİKLER, DEVLETLER SAYGILI OLSUNLAR. YÜCE KAİNATI YARATANA, KAİNAT, DÜNYA HAYATINA, İNSANLIĞA, HAYVANLARA KUTSAL HÜSEYİN ALTIN (HAZRETİ İSA, MESİH, MEHDİ) SELAMI, SEVGİSİ, BEREKETİ, ŞİFASI, BARIŞI, ESENLİĞİ, VEFAT EDEN KUTSAL BABAM AHMET ALTIN'A KUTSAL ANAM ZÜBEYDE ALTIN'A, KUTSAL ATALARIMA, ATALARIMIZA, CÜMLE ÖLMÜŞLERE GÜZEL YAŞANAN AHİRET HAYATI, RAHMET, RENKLİ ÇİÇEKLER SUNUYORUM. YÜCE KAİNATI YARATANIN BEREKETİ, ŞİFASI, BARIŞI, ESENLİĞİ ÜZERİNİZE OLSUN. 24.12.2018 = 24.01.51.   GHSSWA-GHWSTB-42-   SAYGILARIMLA. GODHAJUR HÜSEYİN ALTIN JESUS UNIVERSE REIGN. GHWSTB WORLD SACRED THE BELIEF. GODHAJUR HÜSEYİN ALTIN JESUS (MESSIAH, MAHDI) UNIVERSE REIGN http://ghwstb.blogspot.com   -   http://ghwstb.hatenablog.com/entry/2017/12/25/010140 https://twitter.com/ghwstb   -   https://facebook.com/ghmohpwu   -   http://gravatar.com/godhaj
0 notes
mehmetcansiz · 4 years
Text
Yargıtay: "Boşanan Anne Çocuğuna Kendi Soyadını Verebilir"
Tumblr media
T.C. YARGITAY 2.Hukuk Dairesi Esas: 2019/6722 Karar: 2019/10404 Karar Tarihi: 21.10.2019 ÇOCUĞUN SOYADININ DEĞİŞTİRİLMESİ İSTEMİ - VELAYET HAKKINA SAHİP DAVACI ANNENİN ORTAK ÇOCUĞUN SOYADININ KENDİ SOYADI İLE DEĞİŞTİRİLMESİ - ÇOCUĞUN SOYADININ ANNENİN SOYADI OLARAK DEĞİŞTİRİLMESİNİN ÇOCUĞUN ÜSTÜN YARARINA OLACAĞI - DAVANIN KABULÜ ÖZET: Dava münhasıran velayet hakkına sahip davacı annenin ortak çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesine yöneliktir. Somut olayda, velayet hakkına sahip davacı anne, davalı babanın çocuğa karşı ilgisiz olduğunu, çocuğun yaşamını annesi ile geçirdiğini, her türlü işini kendisinin yerine getirdiğini ve resmi işlemler ile çocuğun okul hayatında bu durumun dezavantajını yaşayacağını ileri sürmüş, davalı baba da 12.06.2019 tarihli temyize cevap dilekçesi ile davacı ile boşandıklarından beri çocuk ile yeterince ilgilenmediğini, bundan sonra da yurt dışında yaşama planı olduğunu, çocuk ile olan bağının büyük ölçüde ortadan kalkacağını, çocuğa yeni yapmış olduğu evlilik ve bu evlilikten de bir çocuğu daha olması nedeniyle zaman ayıramadığını, çocuğun tüm işlerini davacı annenin yerine getirdiğini bu sebeple çocuğun günlük hayatında sorun yaşamaması için davacı annesinin soyadını almasını kabul ettiğini bildirmiştir. Çocuğun soyadının annenin soyadı ile değiştirilmesi halinde çocuğun üstün yararı bakımından ruhsal gelişiminin olumsuz etkileneceği ileri sürülmediği gibi dosya kapsamı ve davalı babanın temyize cevap dilekçesindeki beyanlarından çocuğun soyadının annenin soyadı olarak değiştirilmesinin çocuğun üstün yararına olacağı anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin benzer olaylarda verdiği hak ihlaline ilişkin kararları da gözetilerek davanın kabulüne karar vermek gerekir. (2709 S. K. m. 10, 20, 41, 90) (4721 S. K. m. 27, 282, 292, 321, 335, 336) (2525 S. K. m. 4) (ANY. MAH. 08.12.2011 T. 2010/119 E. 2011/165 K.) (ANY. MAH. 25.06.2015 T. 2013/3434 E.) (ANY. MAH. 11.11.2015 T. 2013/9880 E.)   Dava: Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:   Karar: Davacı anne dava dilekçesinde; davalı ... ile 01.09.2016 tarihinde kesinleşen kararla boşandıklarını, ortak çocuk 26.01.2016 doğumlu ...'in velayetinin kendisine verildiğini, çocuğun kendisi ile yaşadığını ve maddi manevi tüm ihtiyaçlarını kendisinin karşıladığını, davalı babanın çocukla ilgilenmediğini, kişisel ilişki günlerinde dahi çocukla genellikle görüşmediğini, çocuğun bundan sonraki yaşamını kendisi ile geçireceğini, soyadlarının farklı olması sebebi ile resmi işlemlerde zorluklar yaşadığını, çocuğun da okul hayatında bu durumun psikolojisini olumsuz etkileyeceğini iddia ederek, ortak çocuğun soyadının kendi soyadı olan ‘...’ olarak değiştirilmesini talep ve dava etmiş, Kayseri 1. Aile Mahkemesi'nin 20.06.2018 tarihli 2018/364 Esas 2018/539 Karar sayılı ilamı ile soyadının yalnızca velayet hakkının kapsamı içerisinde yer almaması gerektiği, soyadının soybağı ile ilişkili olduğu, eşitlik ilkesinin değil çocuğun menfaatinin üstün tutulması gerektiği, babanın çocuğun kendi soyadını taşımasının zararına olacağı herhangi bir durumun mevcut olmadığı ve çocuğu ile ilgili olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, bu karar üzerine davacı anne tarafından süresinde istinaf kanun yoluna başvurulmuş, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince 20.03.2019 tarih 2018/2916 Esas 2019/442 Karar sayılı ilamı ile ‘velayet sahibi annenin bildirdiği delillerle çocuğun soyadının değiştirilmesinin üstün yararına olduğunu kanıtlayamadığı’ gerekçesi ile davacının istinaf talebi esastan reddedilmiş, hüküm davacı anne tarafından temyiz edilmiştir.   Dava münhasıran velayet hakkına sahip davacı annenin ortak çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesine yöneliktir.   Yapılan yargılama ve toplanan delillerden; ortak çocuk ...'in tarafların evlilik birliği içinde 26.01.2016 tarihinde doğduğu, tarafların 01.09.2016 tarihinde kesinleşen kararla boşandıkları, boşanma kararı ile birlikte ortak çocuk ...'in velayetinin davacı anneye bırakıldığı, davacı annenin halen velayet hak ve sorumluluğuna sahip olduğu anlaşılmaktadır.   Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur. Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur. Soybağı ayrıca evlât edinme yoluyla da kurulur (TMK m. 282). Evlilik dışında doğan çocuk, ana ve babasının birbiriyle evlenmesi hâlinde kendiliğinden evlilik içinde doğan çocuklara ilişkin hükümlere tâbi olur (TMK m. 292). Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin soyadını taşır. Ancak, ana önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşıyorsa çocuk onun bekârlık soyadını taşır (TMK m. 321).   Adın değiştirilmesi, ancak haklı sebeplere dayanılarak hâkimden istenebilir. Adın değiştirildiği nüfus siciline kayıt ve ilân olunur. Ad değişmekle kişisel durum değişmez. Adın değiştirilmesinden zarar gören kimse, bunu öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebilir (TMK m. 27). Soyadı, bireyin yaşamıyla özdeşleşen ve kişiliğinin ayrılmaz bir unsuru hâline gelen, birey olarak kimliğin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri ve vazgeçilmez, devredilmez, kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkıdır.   Velayet; ana veya babanın, ergin olmayan çocuklarının veya kısıtlanmış ergin çocuklarının kişi varlığına, malvarlığına ve bu iki husus hakkında onları temsiline ilişkin sahip oldukları hakların ve yükümlülüklerin bütününe denir (Akıntürk, Turgut: Türk Medeni Kanunu C.2, Aile Hukuku, İstanbul 2002, s. 400). Velayet, çocuk ergin oluncaya kadar onunla ilgili alınması zorunlu kararları alma hususunda veliye sorumluluk yükler ve onları yetkili kılar. Bu bakımdan modern hukukta velayet, bir hak olduğu kadar aslında çocuğun üstün yararının sağlanması bakımından yetki ve sorumluluk da içerdiğinden, hak ve yükümlülüklerin toplamı olarak kabul edilmektedir. Velayetin nihai amacı, henüz erginliğe ulaşmamış küçüğün, ileride bir yetişkin olarak gelecekteki hayata hazırlanmasını sağlamaktır (AKYÜZ, Emine Çocuk Hukuku Çocuk Haklarının Korunması, 2012 s. 220). 4721 sayılı Kanun’un velayet hakkına ilişkin 335. maddesinde, ergin olmayan çocuğun, ana ve babasının velayeti altında olduğu, yasal sebep olmadıkça velayetin ana ve babadan alınamayacağı belirtilmek suretiyle evlilik ilişkisi süresince velayet hakkının ve bu kapsamdaki yetkilerin ortak kullanımına işaret edilmiş; 336. maddesinde evlilik devam ettiği sürece ana ve babanın velayeti birlikte kullanacağı, ortak hayata son verilmesi veya ayrılık hâlinde hâkimin velayeti eşlerden birine verebileceği, ana ve babadan birinin ölümü hâlinde velayetin sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa ait olduğu hüküm altına alınmış, velayet hakkı ve içerdiği yetkilerin kullanımı noktasında da eşlerin eşitliği prensibi yansıtılmaya çalışılmıştır.   Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde, velayet hakkı kapsamındaki yetkiler dâhilinde olan çocuğun soyadının belirlenmesi hususunun düzenlendiği 21.6.1934 tarihli ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu'nun 4. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır." şeklindeki düzenleme Anayasa Mahkemesinin 08.12.2011 tarihli ve 2010/119 esas, 2011/165 karar sayılı kararı ile iptal edilmiş ve iptal kararı gerekçesinde, kadın ve erkeğin evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve sorumluluklara sahip olmaları gereğine yer veren uluslararası sözleşme hükümlerine de atıf yapılmak ve eşlerin, evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda oldukları, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını seçme hakkının kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete göre ayırım yapılması sonucunu doğuracağı belirtilmek suretiyle itiraz konusu kuralın, Anayasa’nın 10. ve 41. maddelerine aykırı görülmesi nedeniyle iptaline karar verildiği belirtilmiştir.    Anayasa Mahkemesi’nin 25.06.2015 ve 2013/3434 numaralı, 11.11.2015 tarih ve 2013/9880 numaralı, 20.07.2017 tarih ve 2014/1826 numaralı bireysel başvuru kararlarında ise; velayet hakkı tevdi edilen çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebin, velayet hakkı ve bu kapsamdaki yetkilerin kullanımı ile ilgili olması sebebiyle Anayasa'nın 20. maddesi kapsamında ele alınması gereken bir hukuki değer olduğunu, koruma, bakım ve gözetim hakkı veya benzer terimlerle ifade edilen velayet hakkı kapsamında, çocuğun soyadını belirleme hakkının da yer aldığını, eşlerin evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda olduğunu, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını belirleme hakkının kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete dayalı farklı bir muamele teşkil ettiğini, çocuğun bir aileye mensubiyetinin belirlenmesi amacıyla bir soyadı taşıması ile nüfus kütüklerindeki kayıtların güvenilirliği ve istikrarının sağlanmasında, çocuğun ve kamunun açık bir menfaati bulunmakla birlikte, annenin soyadının çocuğa verilmesinin söz konusu menfaatlerin tesisine olumsuz etkilerinin kesin olarak saptanması gerektiğini ve başvurulara konu yargısal uygulamaların ölçülü olduğunun kabul edilemeyeceğini belirterek, eldeki somut olaya benzer nitelikteki başvurulara konu yargısal kararlarda Anayasa’nın 20. maddesi ile birlikte değerlendirilen Anayasa'nın 10. maddesinde güvence altına alınan ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar verilmiş, aynı kararlarında ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemesine gönderilmesini de kararlaştırmıştır.   Türkiye Cumhuriyeti adına 14 Mart 1985 tarihinde imzalanan "11 Nolu Protokol ile Değişik İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmeye Ek 7 Nolu Protokol", 6684 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunarak, 25.03.2016 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanıp yürürlüğe girmiş ve iç hukukumuz halini almıştır. Ek 7 Nolu Protokol'ün 5. maddesine göre, "Eşler, evlilik bakımından, evlilik süresince ve evliliğin bitmesi halinde, kendi aralarındaki ve çocuklarıyla olan ilişkilerinde, özel hukuk niteliği taşıyan hak ve sorumluluklar açısından eşittir. Bu madde, devletlerin çocuklar yararına gereken tedbirleri almalarına engel değildir".   Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin Milletlerarası Andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda Milletlerarası Andlaşma hükümleri esas alınır. (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m. 90/son).   Kuşkusuz velayet kendisinde bulunan anne veya babanın, çocukla ilgili yapacağı her türlü iş ve işlemde çocuğun üstün yararını koruması gerektiği tartışmasızdır.   Çocuğun üstün yararı, çocuğu ilgilendiren her işte göz önüne alınması zorunlu olan ve belirli bir somut olayda çocuk için en iyisinin ne olduğunu belirlemede dikkate alınan bir ölçüt bir kılavuzdur. Çocuğun üstün yararı çocuğun haklarını garanti altına alan bir işlev de üstlenmektedir (YÜCEL, Özge Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt 1 Sayı 2, Aralık 2013, s. 117-137). Esasın da çocuğun üstün yararına gereken önemin verilmesi, yalnızca çocuğun ya da ana babanın değil, toplumun da menfaatinedir. Çünkü çocuğun sosyal, kültürel, fiziksel ve psikolojik yönden olumlu gelişimi, ilerde toplumda zararlı davranışlarının ortaya çıkmasını da engelleyecektir (BAKTIR, Çetiner Selma, Velayet Hukuku, Ankara 2000 s.33).   Çocuğun üstün yararı gereği, anne hiçbir gerekçe göstermeden, sırf velayetin kendisinde olduğunu ileri sürerek çocuğa kendi kızlık soyadının verilmesini isteyemez. Anne tarafından çocuğun soyadının değiştirilmesi davası açıldığında, çocuğun üstün yararına bakılır. Eğer çocuğun üstün yararı varsa annenin kızlık soyadı çocuğa verilebilir. Üstün yarar yoksa davanın reddine karar verilmelidir.   Somut olayda, velayet hakkına sahip davacı anne, davalı babanın çocuğa karşı ilgisiz olduğunu, çocuğun yaşamını annesi ile geçirdiğini, her türlü işini kendisinin yerine getirdiğini ve resmi işlemler ile çocuğun okul hayatında bu durumun dezavantajını yaşayacağını ileri sürmüş, davalı baba da 12.06.2019 tarihli temyize cevap dilekçesi ile davacı ile boşandıklarından beri çocuk ile yeterince ilgilenmediğini, bundan sonra da yurt dışında yaşama planı olduğunu, çocuk ile olan bağının büyük ölçüde ortadan kalkacağını, çocuğa yeni yapmış olduğu evlilik ve bu evlilikten de bir çocuğu daha olması nedeniyle zaman ayıramadığını, çocuğun tüm işlerini davacı annenin yerine getirdiğini bu sebeple çocuğun günlük hayatında sorun yaşamaması için davacı annesinin soyadını almasını kabul ettiğini bildirmiştir. Çocuğun soyadının annenin soyadı ile değiştirilmesi halinde çocuğun üstün yararı bakımından ruhsal gelişiminin olumsuz etkileneceği ileri sürülmediği gibi dosya kapsamı ve davalı babanın temyize cevap dilekçesindeki beyanlarından çocuğun soyadının annenin soyadı olarak değiştirilmesinin çocuğun üstün yararına olacağı anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin benzer olaylarda verdiği hak ihlaline ilişkin kararları da gözetilerek davanın kabulüne karar vermek gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.   Sonuç: Yukarıda açıklanan sebeple Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince 20.03.2019 tarih 2018/2916 Esas 2019/442 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA, Kayseri 1. Aile Mahkemesinin 20.06.2018 tarihli 2018/364 Esas 2018/539 Karar sayılı kararının BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, dosyanın adı geçen ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de adı geçen bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 21.10.2019 (¤¤) Read the full article
0 notes
bartinyasam-blog · 7 years
Text
Bartın’a İki Kültür Oscarı
Bartın Yaşam'dan yeni içerik var! https://bartinyasam.com/bartina-iki-kultur-oscari/
Bartın’a İki Kültür Oscarı
Yaşama Dokunanlar Platformu’nun ülke genelinde gerçekleştirdiği Türkiye Kültür Oscarları Yarışması geçtiğimiz günlerde finalistlerini belirledi. Bartın Kültür Müdürlüğü bu yarışma için Geleneksel El Sanatları ve Türkili Konserve Ürünlerini aday olarak göstermişti.Bartın Kültür Müdürlüğünün göstermiş olduğu bu iki aday, yarışmada Bartın’a iki adet Kültür Oscarı kazandırdı.
Yaşama Dokunan Platformunun düzenlemiş olduğu Türkiye Kültür Oscarları yarışmasına, 63 şehirden toplamda 320 adet eser katıldı. İki kademeli olarak gerçekleştirilen yarışmada bu 320 ürün, sekiz ayrı kategoride yarıştı. Yarışmanın finalistlerini, 28 Mart 2017 akşamı düzelenen son oturumda, jüri üyeleri ile beraber Yaşama Dokunanlar Platformu Yüksek İstişare Başkanı Prof. Dr. İstemi Yücel ve Platform Başkanı Sevinç Mercan belirledi.
Eleme programı yaklaşık beş saat sürerken, jüri üyeleri finalistleri seçmek için bihayli zorlandı. Ödül almaya hak kazan finalistler bu beş saatin sonunda belirlendi ve Bartın Kültür Müdürlüğünün aday olarak  göstermiş  olduğu Geleneksel El Sanatları ve Türkili Konservecilik Ürünleri  yarışmada ödül almaya hak kazananlar arasında iki aday olarak seçildi.
Kültür Oscarları Ödül Töreni, 26 Nisan 2017 tarihinde İstanbul Cevahir Otel’de gerçekleştirilecek olup  törene, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, siyaset, sanat, iş dünyası, uluslararası ihracat örgütleri ve hatta 24 şehrin Valilik, Belediye Başkanlığı, İl Kültür – Turizm müdürlükleri ve üreticilerin de katılacağı bildirildi.
0 notes