Tumgik
#ümmetçilik
gundemarsivi · 3 months
Text
Tumblr media
Osmanlı’yı Ayakta Tutma Politikaları ve Türkçülük (1)
✍🏻 Metin Emre Kuşçu
https://www.gundemarsivi.com/osmanliyi-ayakta-tutma-politikalari-ve-turkculuk-1/
1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimi tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Rousseau, Voltaire gibi aydınların temellerini attığı bu devrim modern dünyanın oluşumunda büyük bir adımdı. Öyle ki Fransız Devrimi birden fazla ulustan oluşan imparatorlukların sonu, ulus devletlerinin ise doğuşuydu.
Rousseau ‘Toplum Sözleşmesi’nde toplum olma bilincini aşılamış ve bununla birlikte toplumdan nasıl ulus oluşturulacağına da değinmiştir. Rousseau’nun bu fikirleri kendi ölümünden sonra gerçekleşecek olan Fransız Devriminin ana fikri konumundaki Fransız milliyetçiliğinin doğuşuna sebep olacaktır.
Fransız Devriminin sonucunda oluşan milliyet kavramı ve milliyetçilik fikri başta da dediğimiz gibi tüm dünyayı etkilemiş ve hatta çağ kapatıp çağ açmıştır. Milliyetçilik fikri oluştuğu dönemdeki bütün çağdaş devletlerini etkilemiştir. Tabi bu fikirden en çok etkilenen devletler çok uluslu yapılar olan imparatorluk devletleriydi.
Bu imparatorluk devletlerinden biri olan Osmanlı İmparatorluğu da 19. yüzyılının başlarından itibaren milliyetçilik fikriyle ilgilenmek zorunda kalmıştır. Bunun nedeni ise başlayan isyanlar ve Osmanlı içindeki ulusların bağımsız olma isteğidir.
Osmanlı İmparatorluğuna ilk olarak 1804 yılında Sırplar isyan etmiştir. Bu isyan bir öncü olmuş ve en başta balkan ulusları kendi bağımsızlıklarını ilan etmek adına Osmanlı ile mücadele etmeye başlamışlardır. 1829 yılında ise Edirne Antlaşması ile Yunanlar, Osmanlı’dan koparak bağımsızlığını ilan eden ilk millet olmuştur. Bu olay Osmanlı topraklarının uluslara dayalı olarak çözülmesinin ilk aşamasıdır.
Osmanlı bu çözülmeyi engelleyecek çeşitli atılımlar yapmaya çalıştı. Tanzimat Fermanı ile gayrimüslimler, Müslüman tebaa ile eşit görüldü, onlara çeşitli haklar tanındı. Doğan Avcıoğlu, Tanzimat Fermanı ile ortaya çıkan Osmanlılık ve Osmanlıcılık fikrini şöyle açıklıyor: ‘’Tanzimat ilan edilip Müslüman olmayan öğelere eşit haklar tanınınca bu devlet tarihi anlayışı gelişti. Bu anlayış (…) Osmanlı İmparatorluğu’nu oluşturan etnik öğeler arasında ortak değerler arıyor, böylece bir Osmanlılık bilinci yaratıp çeşitli öğeleri birbiriyle kaynaştırmak ve devleti ayakta tutmak amacını güdüyordu.’’
Islahat Fermanı ile gayrimüslimlere verilen haklar daha da genişletildi. Ancak Osmanlı’nın bu çırpınışları milliyetçilik fikrinin yükselmesine engel olamadı. Bu durum aynı zamanda Osmanlı’nın kurtuluşu için ortaya atılan Osmanlıcılık fikrinin de çöküşüydü. Bu durumu o dönemin Türk milliyetçilerinden Doktor Şerafettin Mağmumî’den dinleyelim: ‘’Osmanlılık fikri çürüktür. Bu vakitten sonra çeşitli toplulukların uzlaştırılması olanağı kalmamıştır:’’
Mağmumî, aynı zamanda İttihat ve Terakki Cemiyetinin kurucularındandır. Kendisi fikirleriyle Türkçülük ideolojisinin kurucularından olan Yusuf Akçura’yı da etkilemiştir. Yusuf Akçura ile ilk olarak Paris’te karşılaşmış ve Osmanlı İmparatorluğunun çöküşüne çözüm bulmak amacıyla görüşmeler düzenlemişlerdir.
Yusuf Akçura da Mağmumî gibi Osmanlıcılık fikrini gereksiz görüyordu. 1903 yılında hazırlamış olduğu ‘Osmanlı Devleti Örgütleri Tarihi Üzerine Bir Deneme’ adlı tezinde bu girişimi şöyle eleştirmiştir: ‘’Genç Türklerin uğrunda çalıştıkları Osmanlı milleti oluşturma hareketi boş bir girişimdir. Tek çıkar yol ulusçuluktur.’’
Osmanlıcılık fikrinin çöküşüyle gündeme iki fikir gelmiştir. Bunlardan ilki Osmanlı’nın halife gücü kullanılarak en azından Müslüman toplumlarını bir arada tutmak amacı güden İslamcılık – Ümmetçilik fikridir. Abdulaziz döneminde ortaya çıkan bu fikir Abdulhamit döneminde devletin resmi politikası haline gelmiştir.
Abdulhamit, yükselen milliyetçilik fikrinden korkan bir padişahtı. Öyle ki milliyetçilik fikrini tetiklemesin diye okul programlarında düzenlemeye bile gitmiştir. Askeri okulların programlarına pek dokunamasa da Mülkiye gibi yüksekokulların üzerindeki baskıyı arttırır. Sultan Abdulhamit, Mülkiye gibi okulların öğrencilerin manevi duygularını azalttığını düşünürdü. Hatta bunun için Şeyhülislam önderliğinde bir kurul oluşturmuştur. Bu kurulun amacı okullarda verilen dersleri düzenleyerek ‘dinsel inançların güçlendirilmesini’ sağlamaktır.
Burada Abdulhamit dönemini Halit Ziya Uşaklıgil’in şu eleştirisiyle kapatalım: ‘’En çok korkulan tarihti. Fikrin asıl uyanışına hizmet edecek, ibret alanında bir aydınlık yaratabilecek olan bu tarih belası, yönetimin huzurunu kaldıran bir kâbustu. (…) Memleketin tarihinde ayaklanma, ihtilal, tahttan indirme, suikast adına ne varsa, yönetim kötülüklerine, hırsızlık ve yolsuzluğa, bu yönetimin durumunu akla getirebilecek ne bulursa bunlar kaldırılır; hemen baştan başa bunlarla dolu olan, bunlar kaldırılınca ortada anlamsız, cansız bir ceset biçiminde kalan Türk tarihi, yalnız padişahların ululuğuna, savaş ve fetihlerin daima Osmanlı hanedanının yüceliğine yönelik övgülerden ibaret kalırdı.’’
Değerli dostlarım, buraya kadar İslamcı ve Osmanlıcı fikirlere değindik. Yazının adından da anlayacağınız gibi Türkçülük yalnızca Osmanlı İmparatorluğu ile sınırlandırılacak bir kavram değildir. Bundandır ki bu yazıyı burada noktalayıp sıradaki yazımız veya yazılarımızda Türkçülük fikrinin gelişimi, kolları ve Turancılığa evrimini konuşacağız. Takipte kalınız, hoşça kalınız…
Metin Emre Kuşçu
2 notes · View notes
doriangray1789 · 11 months
Text
KEMALİZM..(2 Haziran 2021 de yazmışım)
-KEMALİST ANLAYIŞ VE İDEOLOJİ...
Kemalizm, adını 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkesi sonrasında, Anadolu'nun işgal edilmesine karşı verilen milli direnişin önderi Mustafa Kemal'den almıştır... "Kemalist" sözcüğü ingilizlerin o devirlerde asağılama amaçlı kullandığı bir terimdi, simdi de Kemalizm bu kalıba sokulmaya calışılmakta. fikir özgürlüğünün yılmaz savunucuları da nedense Kemalizm denince duraksıyor afallıyor, istemezük tavırlara bürünüyorlar. her seyi tartışalım, her fikre yer verelim diyenler şeriat hilafet yeni osmanlıcılık 2. cumhuriyet maşallah ne varsa akıllarda yer edinsin alışılsın diye orada burada tartışırken kemalizmden neden bu kadar korkar oldular acaba? Kemalizm - demokratik ve sürekli çağdaşlaşmaya yönelik ideolojiler bütünüdür. Türkiye'de Mustafa Kemal ve Kemalizm odaklı bölünmenin sınırları artık çok net.Ben bu sınırları üç ana başlıkta tanımlıyorum.Türk siyasi haritasını, bu üç başlık üzerinden değerlendiriyorum. 1.Başlık; Mustafa Kemal'e sevgi ve saygı duyan ama Kemalizm'e mesafeli duran kesim. - Atatürk'ü memleketin kurtarıcısı olarak görüyorlar ama Kemalizm ilkelerine karşılar. -Cumhuriyet ile ilgili tavır sahibi değiller ama demokrasinin tanımında dahi takılıyorlar. -Ulusçuluğa karşı değiller ama kendi anladıkları daha katı milliyetçi ve yayılmacı anlayışa sahip bir ulusçuluk fikirleri var. 2.Başlık; Hem Mustafa Kemal'e hem de Kemalizm'e karşı olanlar. -Halifelik ve padişahlığı kaldırdığı için sevgi ve saygı duyabilmeleri söz konusu bile değil. -Sekülerizm, onlar için İslam'a savaş aşmış Jakoben ordusunun fikriyatı. -Ümmetçilik fikri dururken Ulusalcılığı savunmak şöyle dursun, dikkate almaları bile olanaksız. 3.Başlık; Hem Mustafa Kemal'e hem Kemalizm'e sahip çıkanlar. -Büyük ölçüde Türk devrim ve ideolojisini yekpare sayarlar. -Yaşadıkları topluma en uygun siyasal, sosyal ve ekonomik yaklaşımın, Kemalizm olduğunu savunurlar ama bu savunuşun doz'u ikinci bir fikri dinlemek konusunda onlara dezavantaj sağlar. -Bir kısmı Mustafa Kemal'i ve Kemalizm'i olduğu gibi, bir kısmı olması gerektiğini düşündüğü gibi, bir kısmı olmasını istediği gibi, bir kısmı olmadığı hali ile algılar, anlatır ve savunur. -Çok büyük kısmı, Mustafa Kemal'i (benim gibi) eleştiremez. devrin hal ve şartlarını iyi analiz etmelk gereklidir Türkiye'nin son kırk yılını, yüzeysel olarak bile incelerseniz karşınıza merkez sağ parti ve bu partilerin iktidarları çıkacaktır. Türkiye çok uzun süre, yazının 1.Başlığında özetlediğim bakış açısına sahip iktidarlar tarafından yönetildi. Fakat sağ, sol'un imha edilmesinden sonra ilginç bir reaksiyon gösterdi. Sivrilmesi ve keskinleşmesi için gerekli koşullar ve taraflar olmamasına rağmen, sağ tekrar sağ sapma gösterdi.Bu sapma tabii ki doğal bir yöneliş değildi. Türkiye'de 68 kuşağının sosyalist fikrini inceleyin ve günümüze bakın. Göreceksiniz ki sol bile sağ sapmış!****DAHADA SAPACAK**** demedi demeyin
Merkez sağ'ın hızla tekrardan sağ sapması, merkezden uzaklaşması ve yazının 2. başlığında özetlediğim yaklaşıma oturması gerekiyordu.
Bu ikamet değişikliğinin olması için ne gerekiyorsa yapıldı ve başarı sağlandı. Fakat dikkatinizi çekerim, Türkiyede ki siyasi konjonktür her ne olursa olsun Mustafa Kemal ve Kemalizm tarafında, kısmen tarafında veya karşısında saf tutuyor!
Sağ, yeni bir kulvar veya ideolojik yaklaşımı sağlayacak entelektüel birikimden oldukça yoksun. Dönüp dolaşıp varlıklarını, kimliklerini, duruşlarını, ifadelerini yine Mustafa Kemal ve Kemalizm karşıtlığı üzerinden izah etme yoluna gitmek zorunda kalıyorlar.Bu noktada hayati bir tezat mevcut. O da şu; Kendilerine ait pozisyonu, tarihten silmek istedikleri Mustafa Kemal ve Kemalizm üzerinden belirliyorlar.
Bakın Türkiyede sol, bu kadar aciz değildi!Sol, kimliğini kendi argümanları ile ama eksik ama yanlış tanımlama başarısı göstermiştir. '' Peki Kemalizm nedir? '' üç yazıdan oluşacak olan bilgisel serisi ile izah edeceğim.
Fakat başka bir soru ile başlayalım.
Kemalizm ideoloji midir? İdeolojiler, toplumsal gereklilikleri bir çeşit öğreti ile karşılama yoluna giden, kişi ve kurumların davranışlarına yön verebilen, kendi içlerinde tutarlı düşünce sistemleridir. Kemalizm, bu anlamda geri kalmışlıktan kurtulma istemi ile '' çağdaş '' bir toplum özlemine yanıt vermeyi amaçlayan ilerici bir ideolojidir. Kemalizm '' ilerici '' bir ideolojidir!Değişen koşulları dikkate alarak, sürekli ve rasyonel bir yenilenmeyi ve bu yenilenmenin ilkelerini içerir.
Türkiyede ki Kemalist'ler acaba değişen koşulları yeteri kadar iyi analiz edebiliyorlar mı? Ben hala '' Köy enstitüleri açılmalı. '' söyleminde bulunan bir sürü Kemalist ile karşılaşıyorum.
Köy enstitüleri dönemin koşullarına göre bence çok başarılı bir modeldi.
Türkiyede her başarının bir cezası olduğu gibi bu başarıyı da cezalandırdılar ve bitti. İki nedenden dolayı bence Atatürkçülük yerine Kemalizm terimi kullanılmadır;
1-)Atatürkçülük artık şemsiye olamayacak kadar çok yıpratıldığı için.
2-)Kemalizm uluslararası dile girdiği için. Kemalizm ideolojisinin temeli, Mustafa Kemal daha genç bir subayken kafasında oluşmaya başlamıştı.
Erzurum kongresi öncesinde, 8 Temmuz sabaha karşı Mahsar Müfit Kansu'ya aldırdığı notları biliyoruz;“Zaferden sonra şekli hükumet cumhuriyet olacaktır. Bu bir...İki, Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icabeden muamele yapılacaktır.Üç, fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.” Kalem, Kansu’nun elinden düşmüştü. Şaşkın “Darılma, ama paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var” dediğinde de, Mustafa Kemal gülmüştü: “Bunu zaman tayin eder, sen yaz...Beş,Latin harfleri kabul edilecek.”
Olayın gerisini Mazhar Müfit Kansu anılarında şöyle anlatıyor: “Paşam kafi, dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan edası ile ‘Cumhuriyet ilanına muvaffak olalım, üst tarafı yeter’ diyerek defterimi kapattım.”
7 notes · View notes
judasizm1 · 1 year
Text
Bundan 15 yıl önce...
Evet, 15 yıl önce Fetöş ile aynı yatakta yatanlar Türkiye Cumhuriye'nin kurumlarından "T.C." kısaltmasını kaldırmak istediler. Bu ülkenin evlatları ise "Bu ihanettir!" dedi.. 15 yıl önce T.C.'ne düşmanlık yapanlar mitinglerinde bayrağımız üzerinde namaz kılıp sonra çöpe atanlar bugün milliyetçilik yapıyor!
21 yıllık "ümmetçilik" reklamı (!) bitti. Ümmetçilik olsaydı bizden önce arap çocukları birleşir, yapardı. Sana noluyor ey BOP eş başkanı!..
Ve sen adı devlet olan zaat; bir vatandaş olarak senin akli dengenin bağımsız ve özgür bilim insanlarımız tarafından incelenmesini istiyorum. Bu ülkede bir mal varlığını satmak isteyen 65 yaş üstündeki insanlarımızdan nasıl "akli dengesi yerindedir" raporu isteniyorsa bizi temsil etmek isteyen her 65 yaş üstü siyasetle ilgilenenlerden de bu rapor istenmeli.. Siyasi partiler yasası ve Vakıflar yasası derhal değiştirilmeli...
Biz milletin ortak mutabakat metni olan Anayasa'mızın bekçisi ve adaletin simgesi olan Anayasa Mahkemesi için "KAPATILSIN" diyenler bu milletin ve devletin düşmanıdır..
Anadolu'muzda bir atasözümüz vardır; "Havlayan it ısırmaz.." derler.. ;) Birilerinin sarayın çitlerinin arkasından havlamayı bırakmalısı gerekiyor artık.. Millet burada, çıkın milletle yüzleşin yüreğiniz varsa..
Sonuna kadar laik Türkiye Cumhuriyeti...
Sonuna kadar Ata'mızın izinde yürümeye devam...
12 notes · View notes
paravesiyaset · 1 month
Text
Tumblr media
Millet mi Ümmet mi? 1924 Anayasası'nda Türklük, elitist bir rejim, dayatmasız ve özgürce yaşanan inançlar doğrultusunda laiklik anlayışını içermektedir. Bu bağlamda millet ve ümmet kavramları önem kazanmaktadır.
Millet ve Ümmet kavramları:
Millet nedir? Aynı topraklar üzerinde yaşayan, dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğudur, Ümmet nedir? Aynı dine ve peygambere inanıp onun yolunu seçen kimselerin tümüdür.
Anadolu, son zamanlarda Afrika, Orta Doğu ve Orta Asya'dan gelen sığınmacıların akınına uğramaktadır. Bu durum Anadolu'nun demografik yapısını bozarak Türk milletini azınlığa düşürecek ve sosyal patlamalara sebep olacaktır. Dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olmayan, farklı inanç ve kültür mozaiğinden gelen insanların millet birlikteliği ve millet kültürü oluşturma imkanı yoktur.
Millet olamayan devletler tarihin çöplüğüne atılır. İslam ülkelerinde iç savaşlar, kargaşalar, fakirlik ve yoksulluk bitmez, bunun sebebi mezhep savaşlarıdır. Türkiye'de son kırk yıldır yaşanan Kürt sorunu, Ümmet ve millet sorunuyla birleşmiştir. Suriye, Irak ve Afganistan'dan gelen milyonlarca göçmen, Türkiye'nin Ümmet merkezli evrilmesine ve kafa kesen selefi grupların bilinçli ithal edilmesine neden olmuştur.
Türk milletinin milli ve manevi değerlerine yönelik saldırılar giderek artmaktadır. Cumhurbaşkanı, Türk kimliğini sıradan bir etnik kimlik düzeyine indirmeye çalışmaktadır. Bu durum, toplumsal yapıyı bozmaya yönelik tehlikeli bir harekettir ve orta vadede ciddi sonuçlar doğurabilecektir.
Ümmetçilik ve Millete meydan okuma:
Birileri Atatürk’ün köken-mezhep ayırmadan yaptığı ve 93 yıldır bizi birleştiren ve ayakta tutan Ne mutlu Türküm diyene Sözüne bu tür konuşmalarla karşı çıkıyor ve meydan okuyor adeta.
Kişi, kendi kimliğini sorgulamakta ve dine sarılarak ümmetçiliğe bağlanmaktadır. 
Bu tür konuşmalarıyla Türk milletinin üst kimliği olan Türklüğü ve Türk milletini yok saymaya çalışmaktadır. 
Ancak, Cumhurbaşkanı'nın bayrağımıza, milli devletimize, üniter yapımıza ve laik Cumhuriyet ilkelerine gönülden bağlı olması gerekmektedir.
Anayasamız, Türk vatandaşlarının farklı din, inanç ve mezheplere mensup olduğunu kabul etmektedir. Hepsi eşit hak ve sorumluluklara sahiptir. Bu nedenle, bu yurttaşları "ümmetçilikle" tanımlamak mümkün değildir.
Türkiye Cumhuriyeti'nde temel kurucu kimlik Türklüktür. Farklı köken, din veya kültürel unsurlar elbette vardır ve bu milletin zenginliğidir. Ancak Türk kimliği üst kimlik olup, diğer etnik unsurların bu kimlikle bütünleşmeleri milletleşme sürecinin doğasındadır. Türkçe, nüfusun en az yüzde 90'ının anladığı ve konuştuğu dildir.
Türkiye Millet bağlamında etnik bir mozaik midir?
Türkiye'nin etnik yapısı bilimsel olarak "etnik-mozaik" olarak tanımlanabilmesi için, ülkedeki etnik çeşitliliğin toplam nüfusun en az yüzde 35'ini oluşturması gerekir. Ancak, Türkiye'de tüm etnik grupların nüfusu yüzde 14 dolayındadır. Bu nedenle, Türkiye'yi bir etnik mozaik olarak nitelendirmek mümkün değildir. Ayrıca, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın etnik kökenler üzerinden yaptığı açıklamalar bilimsel ve sosyal bir temele dayanmamaktadır.
Ümmet bağlamında mezhepçilik 
Mezhepçilik, İslam dünyasının uzun zamandır birbirini boğazlayan, vahşi katliamlar ve kıyımlar yapan, orta çağdan beri süren bir sorunu olmuştur. Bugün insanlığın ve İslam'ın en büyük tehdidi de IŞİD, Boko Haram, El-Nusra ve El-Kaide gibi terör örgütleridir. 1924 Anayasası'nda Türklük temel alınmıştır, Elitist bir rejim söz konusudur, baskı olmadan ve özgürce yaşanan inançlar doğrultusunda laiklik benimsenmiştir, bu, Türkiye ve Türklerin kurtuluşudur.
https://sesliyorum.blogspot.com/2018/11/millet-mi-ummet-mi.html
0 notes
2h1y-blog · 9 months
Text
Ümmetçilik ilişki değil tek taraflı platonik saplantıdır.
0 notes
yenicagkibris · 1 year
Text
Unutturulan Suriye de neler gelişiyor - Özkan Yıkıcı
Türkiyenin seçim sürecinde Suriye konusu pek çok defa yer aldı. Özellikle sığınmacılar konusu ırkçılıkla ümmetçilik arasına dek sıkıştırıldı. Geri gönderme veya yurtaş edindirerek oy avcılık silahları kulanıldı. Daha ucuz emek sömürüsnden mafya tipi ticari karlılıklara dek sığınmacılar kulanıldı. İşlerine gelen şeklini siyasetçiler alıp ırksalaştırıp veya ümetleştirerek mevzemelştirdiler. Suriye…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
yfs-t-t-2623 · 2 years
Link
Türk kimdir, Türkün sorunu kiminle, Ümmetçilik Türk milletinin zehiridir
0 notes
tp-siyaset · 3 years
Link
Demem o ki; Din ile siyaset yapanlarda müşahede edilen temel fikirler incelendiğinde karşımıza ilk olarak, hristiyan Avrupa Ortaçağı karanlığına gömülmüş; ilmi, tekniği, edebiyatı, ahlakı ve aklı kaybetmiş bir medeniyet görüyoruz. Meşveret ve şûrâyı ideal İslami idarenin üstüne oturtan İslamcılar, Hristiyan Ortaçağ kiliselerin sistemi ile aynı.
Toparlayacak olursak; tarih boyunca ümmetçilik, yaygın olduğu toplumların felaketi olmuştur. Bakın İslam ülkelerine görürsünüz.
Yaşar Kiraz ___ Bütün makaleyi okumak için lütfen bağlantıyı tıklayın.
1 note · View note
kolej-postasi · 4 years
Text
KEMALİZMİN AMAÇLANMAYAN SONUÇLARI
Tumblr media
Kemalizmin otoriter kimlik politikalarının Kürt yurttaşların ülkeye bağlılığını güçlendirmediği muhakkak. Tersine.
Geçen yazımda dostum Prof. Dr. Zafer Toprak'ın Türkiye Cumhuriyeti'nin "kurucu felsefesi"nin esin kaynaklarını ve dayandığı temel görüşleri irdeleyen Atatürk: Kurucu Felsefenin Evrimi (Türkiye İş Bankası, 2020) başlıklı son kitabından söz ettim. Toprak'ın  kitabı okuru Cumhuriyet'in Kemalizm olarak da anılan "kurucu felsefesi"nin ya da resmi ideolojisinin yaklaşık yüzyıl sonra bugün geldiği ve ülkeyi getirdiği yeri sorgulamaya sevketmekte. Kısacası kitabın zihinlerde uyandırdığı soru şu: Kemalizm nasıl bir Türkiye tasarlıyordu ve yaklaşık yüz yıl sonra karşımıza çıkan Türkiye nasıl bir yer?
Muhakkak ki Mustafa Kemal Atatürk, tarihimizin en büyüğü değilse bile en büyük liderlerinden biridir. Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında her kimlik ve eğilimden Türkiye halkını birleştirmeyi başaran Mustafa Kemal Paşa'nın dehası üzerinde tam bir görüş birliği olması, tarihimizde ona sarsılmaz bir yer sağlamakta. Uyguladığı politikaların Türkiye'yi çağa uydurmak, onun uluslar topluluğunda saygın bir yer edinmesini sağlamak amacına yöneldiği de tartışılmaz bir gerçek. Tartışma konusu olan, tek parti döneminin tektip bir toplum oluşturmaya yönelik otoriter uygulamaları. Atatürk'ün nasıl bir Türkiye istediği üzerine düşünen ve yazanlar arasında yaygın bir görüş, dışarıda tanınmış Fransız siyaset bilimci Maurice Duverger'nin (ö. 2014), içte de anayasa hukukçularımızın duayeni Profesör Tarık Zafer Tunaya'nın (ö. 1991) temsil ettikleri yorum. Bu yoruma göre, Türkiye'de 1926 - 1946 arasında uygulanan otoriter tek - parti rejiminin, o tarih döneminde görülen öteki tek - parti yönetimlerinden çok farklı, kendine özgü bir nitelik taşıyordu. Amacı Batı ülkelerinde görülen türden özgürlükçü ve çoğulcu bir demokrasinin yerleşmesiydi; bunun altyapısının tesisi için bir tür hazırlık dönemi oluşturdu. Bu hazırlık dönemi sonunda Türkiye Batılı bir demokrasi olacaktı. Peki bu yorum, Cumhuriyet'in ilanından yaklaşık bir yüzyıl sonra yaşanan gerçeklerle ne ölçüde bağdaşmakta? Önce bugün Türkiye'nin dışarıdan görünümüne bakalım: Evet, dünya koşullarının da teşvikiyle Türkiye İkinci Dünya Savaşı sonunda, 1946 - 50 döneminde çok - partili düzene geçti. Ne var ki söz konusu çok - partili düzen, en az dört kez (1960, 1971, 1980, 1997) farklı nitelikte askeri müdahalelere uğradığı, sürekli askeri vesayet altında kaldığı gibi, hiçbir zaman ifade, inanç ve örgütlenme özgürlüklerinin güven altında olduğu Batı tipi liberal, özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiye dönüşemedi. Belki 21. yüzyılın ilk on yılında, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı altında Türkiye, bu yönde ilerleyebileceği umudunu uyandırdıktan sonra giderek otoriterleşen bir rejime sürüklendi; parlamenter sistemi terkedip bir tür başkanlık sistemine geçtiği gibi, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında giderek bir tek - adam yönetimi altına girdi. Evet, AKP iktidarının ilk birkaç yılında yapılan reformlarla Türkiye, Avrupa Birliği üyeliğine aday ilan oldu. Ne var ki, kabaca 2010'dan itibaren başka bir yörüngeye giren Türkiye, bugün vardığımız noktada Batı'dan dışlanmaya doğru gitmekte. Ankara, Batı'nın rakipleri, otoriter - totaliter rejimlerle yönetilen Rusya, Çin ve İran ile ilişkileri olabildiğince yakın tutma arayışında. Daha birkaç yıl önce "soykırım" uyguladığı söylenen Çin'in Uygur Türklerine uyguladığı zulüm ve eritme politikaları konusunda Ankara'dan çıt çıkmıyor. Artık Ankara dahil hiçbir başkent Türkiye'nin AB'ye üyeliği konusunu ciddiye almıyor. Mahkemelerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamayı reddettiği Türkiye'nin Avrupa Konseyi üyeliği üzerine de giderek kararan bir gölge düşmekte. Dış politikada, Türkiye'nin NATO üyeliğinin dahi sorgulandığı, Yunanistan ve Fransa başta olmak üzere NATO üyeleriyle uyuşmazlıkların büyüdüğü bir ortamdayız. Ankara ABD'de Donald Trump yönetimiyle hayli yakın ve ahenkli bir ilişki kurmuştu. İki başkent arasındaki ilişkilerin, başkanların damatları arasındaki kurulan diyalog aracılığıyla sürdürüldüğü iddia ediliyordu. Ne var ki Ankara'nın Ocak ayında yönetimi devralacak olan Joe Biden'in başkanlığındaki ABD ile ilişkilerinin uyumlu olması beklenmiyor. Biden seçim kampanyası sırasında Türkiye'yi Rusya ve Kuzey Kore ile birlikte "otokrat" yönetimler arasında saydı; özellikle insan hakları, demokrasi, Suriye politikası, Rusya'dan satın alınan (NATO ittifakına ters) S-400 füzeleri, (ABD'nin İran yaptırımlarını çiğnediğine inanılan) Halkbank gibi konularda Türkiye'deki yönetime eleştirel yaklaşımıyla biliniyor. ABD'nin yeni başkanının geçen Aralık ayında, "Erdoğan'ı darbeyle değil, seçimle değiştireceğiz" şeklinde konuştuğu da kayıtlara geçmişti. AKP iktidarı altında Ankara'nın Kemalizm'in "yurtta sulh, cihanda sulh" şiarıyla ifade edilen dış politika ilkesinden hayli uzaklaştığı da görülmekte. Ankara giderek "yumuşak güç" (anlaşmazlıkları konuşarak, uzlaşarak çözüm) politikalarından ayrılıp, "sert güç"e (yani askeri güce) dayalı politikalara yönelmiş bulunuyor. Bu politikalarla dostları giderek azalıyor,  giderek yalnızlaşıyor. Türkiye'nin, Erdoğan'ın liderliğini yapmayı umduğu İslam ülkelerinde bile dostları giderek azaldı. Bir de içeride yaşananlara göz atalım: Kemalizm'in otoriter laiklik uygulamaları istenmeyen, amaçlananın tam tersi sonuçlar doğurdu. İslam'ın Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla devlet tekeli altına alınıp, inanç özgürlüklerine bir dizi kısıtlama getirilmesinin doğurduğu tepkiler, ülkeyi giderek inanç özgürlüklerinin bu kez ters yönden tehdit altında olduğu bir ortama sürükledi. Otoriter uygulamalara tepki veren dindar toplum kesimlerinin destek verdiği AKP'nin 18 yıllık iktidarı sonunda gelinen noktada laik yaşam tarzını benimseyen, dini kişisel vicdan konusu gören toplum kesimleri arasında inanç özgürlüklerinin tehdit altında olduğu kaygısı giderek büyümekte. Evet, Türkiye'nin İran gibi bir din devleti haline geldiği, bireyler açısından laik bir yaşam tarzını sürdürmenin olanaksız hale geldiği söylenemez ama yönetimin giderek dinsel bir kimlik kazandığı da ortada. İktidarın dilinde "millet"in yerini "ümmet" söylemi almakta. Kemalizmin otoriter kimlik politikalarının (kısaca, "hepimiz Türk’üz, hepimiz Türkçe konuşuruz" politikaları) Kürt yurttaşların ülkeye bağlılığını güçlendirmediği muhakkak. Tersine. Söz konusu politikalar Kürt yurttaşların gerek barışçı, gerekse şiddetli çeşitli yollardan dile getirdikleri itirazlar sonucunda, evet AKP iktidarı altında bir miktar gözden geçirilmek, yumuşatılmak zorunda kaldı. Kürtlerin anadili üzerindeki yasak kalktı. Kürt kimliğini savunan siyasi parti, devam eden tüm baskılara rağmen giderek güçlendi. Ne var ki, dini inançlar alanında olduğu gibi, siyasal ve kültürel hakları alanlarında da özgürlükçü ve çoğulcu  düzeni, dolayısıyla iç barışı tesis etmekten çok uzağız. Cumhuriyet'in 97. yılında Kemalizm'in kimlik politikaları, ülke bütünlüğünü tehdit etmeye devam ediyor. Cumhuriyet'in 100. yılına 3 kala Türkiye, Kemalizm'in amaçladığı kültür birliğini sağlamaktan uzak. Türklerle Kürtler, Sünnilerle Aleviler, laiklerle dindarlar arasındaki bölünmeler AKP iktidarının izlediği politikalar sonucunda giderek derinleşti. AKP iktidarından yana ve karşısında olanlar arasındaki, iktidarca körüklenen  kutuplaşma ise gittikçe daha endişe verici bir hal almakta. Artık sorulması gereken bir soru şu: Dini (İslami) milliyetçi politikalarıyla AKP iktidarı altında Türkiye'nin resmi ideolojisinin hala Cumhuriyet'in "kurucu felsefesi," Kemalizm olduğu söylenebilir mi? Kemalist ideolojinin taşıyıcısı olan siyasi partide, CHP'de yeşeren farklı yorumlar da dikkate alındığında, "kurucu felsefe"nin iflas ettiğinden söz edileceği bir noktaya doğru mu gidiyoruz? Kemalizm, amaçlanmayan, istenmeyen sonuçlarının kurbanı mı oluyor? Cumhuriyet'in 100. yılına yaklaşırken sorulmaya değer başka bir soru da şu: Eğer her kimlik ve inançtan Türkiye halkını birleştirerek bağımsızlık savaşını kazanan ve cumhuriyeti kuran önder kadro, bir yanda başta Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet Halk Fırkası (yani güçler birliğine inanan Kemalistler) ile öte yanda Kurtuluş Savaşı'nın (güçler ayrılığına inanan) başta Kazım Karabekir öteki önde gelen liderlerinin kurduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) arasında bölünmese, TCF kapatılmayıp yaşamasına izin verilseydi acaba ne olurdu? TCF cumhuriyeti, çok - partili demokrasiyi, inanç özgürlüğü anlamında laikliği, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü savunuyordu. İki parti Türkiye'nin bağımsızlığını özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiyle, dini inançlara saygılı, gerçek anlamda laik bir rejimle güçlendirseydi bugün CHP'de dahi hala "cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırma" ihtiyacından söz edilir miydi? Bu sonuncu soru, elbette ki, cevabı hiç bir zaman verilemeyecek, ama üzerinde düşünülmeye değer bir soru.
KASIM 14, 2020 | P24*
ŞAHİN ALPAY |  KEMALİZMİN AMAÇLANMAYAN SONUÇLARI
Tumblr media
1 note · View note
gundemarsivi · 4 months
Text
Tumblr media
Âkif – Fikret Çatışması
✍🏻 Metin Emre Kuşçu
https://www.gundemarsivi.com/akif-fikret-catismasi/
Türkler; bulundukları jeopolitik konumun da etkisiyle zaman içerisinde birçok milletle etkileşim içerisine girmiş; onlara bir şeyler vermiş, onlardan bir şeyler almışlardır. Bu durum çeşitli Türk toplulukların da bazen kültürel zenginlik nedenlerinden biri olurken bazen ise Türk topluluklarının asimile olması ve kendi benliğini kaybetmesi ile sonuçlanmıştır.
Miryakefalon Savaşı’nın ardından Anadolu’ya kesin olarak yerleşen Türkler, bu güzel toprakları çok sevmişlerdir. Fakat güzel ve bir o kadar da bereketli olan bu topraklar, bir kültür sorununu da beraberinde getirmiştir. Öyle ki Anadolu, Avrupa Medeniyeti ile Asya Medeniyetinin bir geçiş noktası durumundadır. Bu da tarihsel süreçte, kültürel açıdan ikilik yaratmış ve hatta bir medeniyet çatışmasına dönüşmüştür. Bugün sizlerle Osmanlı’nın son dönemlerinde bu çatışmanın edebi bir yansıması olan Mehmet Âkif – Tevfik Fikret tartışmasına bakacağız.
İlk kahramanımızla başlayalım: Âkif, Osmanlı’nın son dönemlerine fikirleriyle damga vurmuş bir edebiyatçıdır. Bunun en önemli nedeni ise Âkif’in bilindik ümmetçilik – İslamcılık anlayışının dışına çıkmasıdır. Âkif, şüphesiz İslamcı bir şairdi. Ancak onun İslam anlayışı Âkif’ten önce de doğuda çeşitli versiyonlarını Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh gibi Müslüman ulemada gördüğümüz reformist İslam anlayışıydı. Bu anlayış Müslüman halklarını bir yandan manevi olarak kendi içine dönmeye davet ederken, diğer yandan somut bilimlerde Batı’nın izinden gitmeyi uygun görüyordu.
Somutlaştıracak olursak Âkif’e göre Batı dünyası ilime önem vermiştir. Batı bunu yaparken Doğu – İslam dünyası ise bir miskinlik içerisine girmiş, tembelleşmiştir. Öyle ki Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu’da verdiği bir vaazda şunları söylemiştir: ‘’Biz Müslümanlar (…) çalışmayı bıraktık. Atalete, sefahate, ahlaksızlığa döküldük. Avrupalılar ise gözlerini açtılar, alabildiğince terakki ettiler. Görüyorsunuz ki denizin dibinde gemi yüzdürüyorlar. Göklerde ordular dolaştırıyorlar.’’
Âkif bu vaazın devamında ise Batılıların ellerinde neler varsa onları elde etmek için çalışmanın tüm Müslümanlara farz olduğunu söylemektedir. Ona göre Batının emperyalizmine karşı ancak böyle mücadele edilebilirdi. Âkif’in bu sözleri bize Tanzimat Şairi Ziya Paşa’nın şu dizelerini hatırlatıyor: ‘’Diyar-ı küfrü gezdim, beldeler, kâşaneler gördüm. / Dolaştım mülkü İslam’ı, bütün viraneler gördüm.’’
Âkif; ‘’Felaketin başı, hiç şüphe yok, cehaletimiz’’ derken topumun başına gelen kötü olay ve durumları yine toplumun cehaletine, devamındaki dizelerde de kitap okunmamasına bağlamıştır. Âkif, medeniyete ancak Batının iyi yönlerini alarak ulaşılabileceğini savunmuştur. ‘’Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atini!’’ dizeleri de Âkif’in bu görüşünün destekçisi olabilecek niteliktedir.
Gelelim diğer şair kahramanımıza. Tevfik Fikret. O da tıpkı Âkif gibi Doğu dünyasının geri kaldığını söylüyordu. Ancak farklılıkların oluştuğu yer izlenecek yollar, başvurulacak yöntemlerdi.
Tevfik Fikret kurtuluşun ancak ve sadece Batı’ya yönelmeyle olacağını düşünüyordu. Ona göre İslam ve Doğu dünyası içinden çıkılamaz bir bataklığa gömülmüştü. Bu bataklıktan çıkmanın tek yolu milletin tüm muhafazakâr duygularını bir yana koyarak yeni, medeni bir millet oluşturmaktı.
Tevfik Fikret duyarlı bir şairdi. Onca savaşlar sürerken yoksulluk içinde debelenen halk, onun hep dikkatini çekmiştir. Han-ı Yağma, Doksan Beşe Doğru gibi şiirlerinde bu konulara değinmiştir. Hiçbir zaman savaşı savunmamış, bunun insan canını değersizleştirdiğini düşünmüştür. ‘’Yeryüzü vatanım, insansoyu milletimdir benim, ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım.’’ diyerek ırkçılık ve dinperestlik yapanları eleştirmiştir.
Aslına bakarsanız Âkif – Fikret ayrımını az önce açıklamış oldum. Fikret, Âkif’in sahip olduğu ümmetçilik duygusunu gereksiz görüyordu. Âkif de ‘’Batı aşığı’’ saydığı Fikret’in dünya görüşüne pek katılmıyordu. Böyle bir dönemde bu ‘’düşünsel fark’’ın kağıda dökülmemesini bekleyemezdik herhalde!
Tevfik Fikret, ‘’Tarih-i Kadim’’ adlı şiirini 1905 yılında yazdı. İslam dinine ve maneviyata eleştirisiyle bilinen bu şiir yazıldığı tarihlerde yayımlanmamış, uzun yıllar boyunca sadece edebi ortamlarda okunmuştur.
Bu şiir ilk defa Osmanlı topraklarında Balkan Harbinin hüküm sürdüğü yıllarda basıldı. Şiirin ‘’Din şehit işter, âsüman kurban’’, ‘’Tanrılar ne derse onu yapacak halk, sabırla ve kahırla olacak iki büklüm.’’, ‘’Yırtılır ey köhne kitap yarın, fikirlere mezar olan sahifelerin.’’ Gibi dizeleri dönemin İslam düşünürlerini sinirlendirmiştir.
Bu sözlere çok kızan Âkif ‘’Süleymaniye Kürsüsü’nde’’ adlı şiirinde Tevfik Fikret’i zangoç diyerek eleştirmiştir: ‘’(…) Deyip de ‘zangoç’a başvurdular.’’ ‘’Şimdi Allah’a söver, sonra biraz bol para yer. / Hiç utanmaz; protestanlara zangoçluk eder!”
Âkif ‘’Süleymaniye Kürsüsü’nde’’ şiirinde Fikret’i Robert Kolejinde öğretmenlik yapmasını kullanarak eleştirmiş, onu gençlerin maneviyatını zayıflatmakla suçlamıştır: “Robert Kolej’deki sanat dâhisinin kalemi / Vurur bu darbeyi isterse çünkü haddine mi / Hükümet’in ona kalkıp da itiraz etmek? / Herifte bandıralar çifte, tek de olsa direk!’’ ‘’Ne var ne yoksa mukaddes onunla bitti demek! / Gençliğe hak veririm, çünkü üç beyinsiz inek / Yazıp dağıttı o isyan beratını; / Çocukların yüreğinden kopardı imanı!’’
Fikret, Âkif’in bu sözlerine ‘’Tarih-i Kadim’e Zeyl’’de cevap vermiştir. Fikret bu şiirde Âkif’e molla sırât diye hitap etmiştir: ‘’Ben ki üç beş pulu tercihinden / Protestanlara zangoçluk eden / Şâirim! Zîver-i Kürsî-yi Yakîn, / Şâir-i müctehid-i dîn-i mübîn, / Hazret-î Molla Sırât’a ebedî / İhtirâmâtımı takdim ile bî- / Bî-tereddüd diyorum: (…)’’
Tevfik Fikret bu şiirinde kendine zangoç yakıştırması yapan Âkif’e hiç kimsenin hizmetçiliğini yapmadığını ve ne Müslümanlık dinine ne de Hristiyanlık dinine inanmadığını söyler. Ayrıca tapılması gereken bir şey varsa bunun doğa olduğunu söyleyerek ‘’Panteizm’’ felsefesine atıfta bulunur. Bu tartışmanın somut olarak bilinen son noktası burası olsa da nesilden nesle aktarılan bir çatışma olarak sürer gider.
Aralarında her ne kadar görüş farklılıkları olsa da Fikret ve Âkif ilme ve fenne verdikleri değer bakımından birbirinden ayrılmazlar. Ayrıca Âkif, Fikret’in şiirinden de etkilenmiştir. Dünya görüşümüz elbette ki bu iki şairden birine daha yakın olabilir. Ama bu iki şairin de Türk Edebiyat Tarihi’ndeki yeri yadsınamaz. Şüphesiz bu iki isim de bizler için çok değerlidir. Size tavsiyem bu tartışmadan kendinize pay çıkarmak yerine olgun bir edebiyat okuru olarak iki şairin de muazzam şiirlerine göz gezdirebilirsiniz!…
Metin Emre Kuşçu
0 notes
doriangray1789 · 2 years
Text
2 HAZİRAN 2021 TARİHLİ YAZIM…
KEMALİZM..
-KEMALİST ANLAYIŞ VE İDEOLOJİ...
Türkiye'de Mustafa Kemal ve Kemalizm odaklı bölünmenin sınırları artık çok net.Ben bu sınırları üç ana başlıkta tanımlıyorum.Türk siyasi haritasını, bu üç başlık üzerinden değerlendiriyorum.
Başlık Mustafa Kemal'e sevgi ve saygı duyan ama Kemalizm'e mesafeli duran kesim. - Atatürk'ü memleketin kurtarıcısı olarak görüyorlar ama Kemalizm ilkelerine karşılar. Cumhuriyet ile ilgili tavır sahibi değiller ama demokrasinin tanımında dahi takılıyorlar. -Ulusçuluğa karşı değiller ama kendi anladıkları daha katı milliyetçi ve yayılmacı anlayışa sahip bir ulusçuluk fikirleri var.
2.Başlık; Hem Mustafa Kemal'e hem de Kemalizm'e karşı olanlar. -Halifelik ve padişahlığı kaldırdığı için sevgi ve saygı duyabilmeleri söz konusu bile değil. Sekülerizm, onlar için İslam'a savaş aşmış Jakoben ordusunun fikriyatı. -Ümmetçilik fikri dururken Ulusalcılığı savunmak şöyle dursun, dikkate almaları bile olanaksız.
3.Başlık, Hem Mustafa Kemal'e hem Kemalizm'e sahip çıkanlar. -Büyük ölçüde Türk devrim ve ideolojisini yekpare sayarlar. Yaşadıkları topluma en uygun siyasal, sosyal ve ekonomik yaklaşımın, Kemalizm olduğunu savunurlar ama bu savunuşun doz'u ikinci bir fikri dinlemek konusunda onlara dezavantaj sağlar. Bir kısmı Mustafa Kemal'i ve Kemalizm'i olduğu gibi, bir kısmı olması gerektiğini düşündüğü gibi, bir kısmı olmasını istediği gibi, bir kısmı olmadığı hali ile algılar, anlatır ve savunur. -Çok büyük kısmı, Mustafa Kemal'i eleştiremez. Türkiye'nin son kırk yılını, yüzeysel olarak bile incelerseniz karşınıza merkez sağ parti ve bu partilerin iktidarları çıkacaktır. Türkiye çok uzun süre, yazının 1. Başlığında özetlediğim bakış açısına sahip iktidarlar tarafından yönetildi. Fakat sağ, sol'un imha edilmesinden sonra ilginç bir reaksiyon gösterdi. Sivrilmesi ve keskinleşmesi için gerekli koşullar ve taraflar olmamasına rağmen, sağ tekrar sağ sapma gösterdi.Bu sapma tabii ki doğal bir yöneliş değildi. Türkiye'de 68 kuşağının sosyalist fikrini inceleyin ve günümüze bakın. Göreceksiniz ki sol bile sağ sapmış! Merkez sağ'ın hızla tekrardan sağ sapması, merkezden uzaklaşması ve yazının 2. başlığında özetlediğim yaklaşıma oturması gerekiyordu. Bu ikamet değişikliğinin olması için ne gerekiyorsa yapıldı ve başarı sağlandı. Fakat dikkatinizi çekerim, Türkiyede ki siyasi konjonktür her ne olursa olsun Mustafa Kemal ve Kemalizm tarafında, kısmen tarafında veya karşısında saf tutuyor! Sağ, yeni bir kulvar veya ideolojik yaklaşımı sağlayacak entelektüel birikimden oldukça yoksun. Dönüp dolaşıp varlıklarını, kimliklerini, duruşlarını, ifadelerini yine Mustafa Kemal ve Kemalizm karşıtlığı üzerinden izah etme yoluna gitmek zorunda kalıyorlar.Bu noktada hayati bir tezat mevcut. O da şu; Kendilerine ait pozisyonu, tarihten silmek istedikleri Mustafa Kemal ve Kemalizm üzerinden belirliyorlar. Bakın Türkiyede sol, bu kadar aciz değildi!Sol, kimliğini kendi argümanları ile ama eksik ama yanlış tanımlama başarısı göstermiştir. Peki Kemalizm nedir? '' üç yazıdan oluşacak olan bilgisel serisi ile izah edeceğim. Fakat başka bir soru ile başlayalım. Kemalizm ideoloji midir? İdeolojiler, toplumsal gereklilikleri bir çeşit öğreti ile karşılama yoluna giden, kişi ve kurumların davranışlarına yön verebilen, kendi içlerinde tutarlı düşünce sistemleridir. Kemalizm, bu anlamda geri kalmışlıktan kurtulma istemi ile '' çağdaş '' bir toplum özlemine yanıt vermeyi amaçlayan ilerici bir ideolojidir. Kemalizm '' ilerici '' bir ideolojidir!Değişen koşulları dikkate alarak, sürekli ve rasyonel bir yenilenmeyi ve bu yenilenmenin ilkelerini içerir. Türkiyede ki Kemalist'ler acaba değişen koşulları yeteri kadar iyi analiz edebiliyorlar mı? *Ben hala '' Köy enstitüleri açılmalı. '' söyleminde bulunan bir sürü Kemalist ile karşılaşıyorum. Köy enstitüleri dönemin koşullarına göre bence çok başarılı bir modeldi. Türkiyede her başarının bir cezası olduğu gibi bu başarıyı da cezalandırdılar ve bitti. İki nedenden dolayı bence Atatürkçülük yerine Kemalizm terimi kullanılmadır;
1-) Atatürkçülük artık şemsiye olamayacak kadar çok yıpratıldığı için. 2-)Kemalizm uluslararası dile girdiği için. Kemalizm ideolojisinin temeli, Mustafa Kemal daha genç bir subayken kafasında oluşmaya başlamıştı. Erzurum kongresi öncesinde, 8 Temmuz sabaha karşı Mahsar Müfit Kansu'ya aldırdığı notları biliyoruz; Zaferden sonra şekli hükumet cumhuriyet olacaktır. Bu bir...İki, Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icabeden muamele yapılacaktır.Üç, fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.” Kalem, Kansu’nun elinden düşmüştü. Şaşkın “Darılma, ama paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var” dediğinde de, Mustafa Kemal gülmüştü: “Bunu zaman tayin eder, sen yaz...Beş,Latin harfleri kabul edilecek.” Olayın gerisini Mazhar Müfit Kansu anılarında şöyle anlatıyor: Paşam kafi, dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan edası ile ‘Cumhuriyet ilanına muvaffak olalım, üst tarafı yeter’ diyerek defterimi kapattım.” serinin ikinci yazısı “Türk İnkılabı” başlığındadır merak edenler  gönderilerimde bulabilirler saygılarımla
7 notes · View notes
judasizm1 · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Yorumsuz... 🤬
Ama şu son karedeki insan silüetindeki yaratığa iki çift sözüm var; Ümmetçilik adı altında inandığınız Fuller'in İslamiyetini görmek, yaşamak istiyorsan s.ktir git afganistana, bir daha da geri gelme!.. Sen kimi kimin ülkesinden koovuyorsun çakma müslüman! Biz bu ülkeyi kanımızla kurduk, yine yaparız çünkü biz atalarımızın torunlarıyız senin gibi kim olduğu bilinmeyenlere de haddini bildiririz. Bu ülkeyi ne BOP Eşbaşkanınıza ne de senin gibi çakma müslümanlara teslim etmeyeceğiz!. 🤬🤬
Not: Kaynak https://www.yenicaggazetesi.com.tr/
Paylaşımımdaki bütün haberleri okuyarak paylaştım, sizde okuyun..
4 notes · View notes
paravesiyaset · 1 year
Text
Tumblr media
Arap Dünyası Milliyetçiliğe Dönerken Türkiye neden Siyasal Ümmetçiliğe sarıldı, Son yıllarda Arap dünyasında milliyetçilik akımı güçlenmeye başladı. Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün gibi ülkeler, daha önceleri pan-Arapçılık ve İslamcılık gibi ideolojiler üzerine kurulu olan yönetimlerini milliyetçilik üzerine yeniden inşa etmeye başladılar. Bu durum, Türkiye'nin siyasal ümmetçilik anlayışı ile ters düşüyor.
0 notes
wubih · 3 years
Text
19 Mayıs 1919
Türk yurdunun tapusunun yeniden Türk milletine verildiği büyük yürüyüşün başladığı gündür.
Unutturulmaya çalışılan Türklüğün varoluş davasıdır.
UNUTMA !!
19 Mayıs 1919
Bir toplumu esaret altında kalmaktan kurtaran,
Türk milletinin ümmetçilik safsafatasından kurtulup kendi öz kimliğine Türklüğe adım attığı, yazgısını değiştirdiği,
Çağdaş, uygar bir yaşama yönlendiren ve sonuçta tam bağımsızlığını sağlayan
Asil Türk milletinin ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün doğum günüdür...
Kutlu olsun...
Saygı olsun bu çelik atlıların gök tuğuna,
Tuğu kaldırmış olan orduların Başbuğ'una..!
Türk Gençliği olarak emanetinin bekçisiyiz Atam..
Tumblr media
53 notes · View notes
baybaykus · 2 years
Text
KUR'AN'DA ÜMMETÇİLİK VE HİLAFET VAR MI?
Dostum Murat Alparslan Tekoğlu, Kur’an’da geçen “Müminler ancak kardeştir” sözünden ne anlaşılması gerektiğini bir güzel açıklamış aşağıda. Yani özetle, Kur’an’da geçen bazı emirleri, bağlamından kopartarak ya da saptırarak, Allah’ın tabiriyle “Ucuza satarak”(Bakara/174) dünya siyasetine alet etmek, daha doğrusu Kur’an ayetlerinden zorlama ile lüzumsuz yere yapılan aşırı yorum ve kıyaslamalarla izlenen siyasete uygun deliller üretmeye çalışmanın tehlikesini, bir örnekle vurgulu biçimde açıklamış Tekoğlu.
Bu konuda fazla ilave edilecek bir husus olmamakla birlikte ben naçizane, Hucurât 10. Ayette geçen "İnnemel Mü’minune ihvetün" sözünün, sadece Müslümanları değil, bir Allah'a inanan bütün din mensuplarını da kapsadığını düşünürüm. Yani en azından tek tanrılı din mensuplarını demek istiyorum.
Ayette geçen kardeşlik kavramını sadece Müslümanlara hasredersek, ister istemez diğer din mensuplarını dışlamış ve düşmanlığı körüklemiş oluruz. Bunun karşılığında ise İslamofobi doğar. Sıkıntı da burada zaten.
Eğer Allah kardeşliğin sadece Müslümanlar için geçerli olduğunu söylemek isteseydi, "İnnemel mü’minune ihvetün" şeklinde daha geniş kapsamlı bir ibare yerine herhalde "İnnemel müslimune ihvetün" ibaresini tercih ederdi. Yani Allah, herhalde (hâşâ sümme hâşâ) “Müslim” kelimesini de biliyor olmalıdır!
Maide 3. ayette geçen "sizin için din olarak İslam'ı seçtim/Sizin için din olarak İslam'ı beğendim" ve Âl-i İmrân 19. Ayette geçen “Kuşkusuz Allah katında din İslâm’dır.” İbarelerinde geçen “İslam” kavramlarını da dikkate alarak, Hucurat 10. ayette geçen "Müminler ancak kardeştir" sözünde geçen Mümin kelimesinden maksadın Müslümanlar olduğunu düşünürken, "İslam" kelimesinin anlamlarını da dikkate almakta fayda vardır.
Maide 3'de ve Âl-i İmran 19’da geçen İslam'dan maksat, acaba bizim ulemanın kendi bilgileri seviyesinde sistematik hale getirdikleri top yekûn İslam şeriatı mı, yoksa "barış, kardeşlik, sulh, hoşgörü, insan sevgisi ve selamet" üzerine olan kapsayıcı bir din anlayışı mı?
Sormak, düşünmek ve bilgi üretmek gerekiyor bu konularda.
Murat Alparslan Tekoğlu da onu yapmış.
Buyurun lütfen:
_____________
Hucurat Suresi 10. ayette geçen "Müminler ancak kardeştir..." ifadesinden yola çıkarak ortaya atılan ümmetçilik ya da Müslüman kardeşliği/İhvancılık siyasi akımının esasen dini bir temeli yoktur.
Kuran ayetlerini doğru anlama yöntemlerinden olan ilgili ayetin geçtiği pasajın öncesini ve sonrasını bütüncül okuma ve ayette geçen pasajın hitabetinin genel mi yoksa bir sebebe dayalı olup olmadığı gibi kriterlere dikkat edilmediği için bu ayet keyfe göre yorumlanıp siyasal İslamcılığa/ümmetçiliğe delil gibi sunulmuştur.
9. ayette iki Müslüman grubun birbirleri ile savaşmasından bahseder ve diğer Müslümanlara bu savaşı durdurup barışı sağlamak için aralarını bulmaları istenir. Bunun için de takip eden 10. ayette müminler ancak kardeştir argümanı kullanılmıştır zira savaşan iki tarafı bundan vazgeçirmek için bir kutsal gerekçe gösterilmek durumundadır aksi takdirde bunun önüne geçilmesi mümkün olmayacaktır. Sokakta kavga eden iki genç gördüklerinde mahallenin ileri gelenleri gençleri yatıştırmak için "yapmayın gençler siz kardeşsiniz" gibi sözler kullanırlar. Müminlerin kardeşliği de aynı buna benzer bir yatıştırma ifadesi olup iki savaşan Müslüman grubu durdurmak içindir.
9. ayette Müslümanların birbirleri ile savaşmasının söz konusu olduğu kabul edilmekle birlikte saldırgan olan tarafa karşı diğer Müslümanların da mücadele etmesi emredilir. Demek ki Müslümanların kardeşliği gibi peşinen bir ön kabul doğru olmayıp hakkaniyet ve barış üzerine bir vurgu söz konusudur.
Ayrıca Hilafet gibi Müslümanların ortak dini liderliği gibi bir makam da dinde bulunmamaktadır. Kuran'a göre insan Allah'ın değil yeryüzünde birbirlerinin halefleridir yani ardıllarıdır. Hiçbir insan din adına bir otorite kuramayacağı gibi Allah'ın temsilcisi gibi de davranamaz. Hilafet tarihte ilk olarak Emevilerce saltanata dönüştürülerek dini otorite kuran bir siyasi makam olarak kullanılmıştır. Aslında dini bir dayanağı olmayan hilafet siyasi bir kurumdur ve anlam olarak bugünkü devlet başkanlığı ile eşdeğerdir.
Hucurat suresinin 13. ayetinde ise insanlığın milletlere ayrılarak yaratıldığı belirtilip Tanrı katındaki üstünlüğün takva yani Allah'a karşı duyulan sorumluluk bilincinin yüksekliği ile ölçüldüğü anlatılmıştır. Yani millet inkar edilemez ontolojik bir gerçeklik olup bir üstünlük vesilesi değildir. Lakin her insan bu ontolojik gerçekliğini benimseyip sevmek, geliştirmek ve kendi milletini yükseltmek isteyebilir ve bundan dolayı kınanamaz.
Ümmetçi anlayış bu ontolojik gerçekliği reddederek hem fıtrata aykırı davranmakta hem de milletlerin neden yaratıldığını kavrayamayıp soysuz bir insan tipolojisini savunmaktadır.
Kuran'da bu kişilerin anladığı manada din kardeşliği olmadığı gibi, hilafet adı altında tüm Müslümanların toplanıp tek merkezden yönetilmeleri gibi bir düşünce de söz konusu değildir. Nitekim peygamberin ölümünün hemen akabinde başlayan ve bugüne kadar devam eden çekişme kavga ve savaşlarda çok sayıda Müslüman birbirlerini öldürmüş ve bugün de bu durum devam etmektedir. Müslümanların aslında kardeş falan olmadığı buradan da bellidir!
Bu dinde olmayan uydurulmuş ümmetçilik anlayışı Müslüman milletlerin milli rabıtalarını da zayıflatmış ve bu reflekslerini yitiren Müslüman milletler özellikle yabancıların eliyle operasyona açık bir hale getirilmişlerdir. Ya da sızdırdıkları ajanlarla milli hisleri yok edilmiş bu toplulukları istedikleri gibi şekillendirip kullanmışlardır. Millet, vatan gibi değerleri olmayan sözde Müslümanlar Yunan galip gelseydi diyen haymatlosların benzerleridir.
(Murat Alparslan Tekoğlu)
1 note · View note
alperenreis44 · 4 years
Text
Tumblr media
Türk-İslam sentezi
Türk-İslam sentezi veya Türk-İslâm Ülküsü, 1970'lerin ortalarında Türkiye'de ortaya çıkan sağ kanat ideoloji.
Sentez, Aydınlar Ocağı çevresinde ortaya çıktı. İdeolojinin önemli bir savı, Türklük ve İslamiyet arasında esasta bir uyum olduğudur. Kuramcıları, Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlayan ümmetçilik-milliyetçilik tartışmasıyla ilgilenmiştir. Senteze göre ümmetçilik Allah iradesine teslim olmuş bir topluluğun peşinden koşmaktır, oysa milliyetçilik kişinin kendi durumunun bilinçli olarak farkında olması hâlidir. Bu iki durum arasında bir çelişki bulunmamaktadır. Aksine, İslam, Türk olmayı mümkün kılan bir önkoşuldur, Türk kimliğinin onsuz olmaz bir parçasıdır.
Sentezciler nihai olarak ümmet birliğine karşı olmasalar da, pratik nedenlerle bunun zorluğundan hareketle, Türklüğün birliğinin önem kazandığını öne sürmüşlerdir. Senteze göre Türk milleti, diğer İslam milletlerine göre Allah yolunda savaşma açısından ayrıcalıklı bir konumdadır.
#türk #islam #turan #vatan #devlet #bayrak #millet #tarih #türktarihi #islamtarihi #muslim #asker #polis #jandarma #milliyetçihareketpartisi
#mhp #bbp
#ülküocakları #alperenocakları #türkiye #ülkücü #asena #bozkurt #ankara #tbmm #malatya #reis #alperen #durak #birumutturyaşamak
1 note · View note