Tumgik
#şiir hastane
cirkinbiradam · 3 months
Text
Benim olan ne varsa doldurdum ceplerime,
Ağzımda bir kaç kelime küfür,
Aklımda yine sen!
Gidiyorum...
Beceremediğim evlatlığımı,
Başaramadığım iş hayatımı,
Ümidi kestiğim yarınlarımı,
Ceplerime doldurdum,
Gidiyorum...
Üstesinden gelemediğim akrabalık ilişkilerini,
Neresinden tutarsam tutayım,
Elimde kalan karı koca hikayesini,
Anne baba olmanın sorumluluk yüklerini, Heybeme doldurdum,
Gidiyorum...
Bitmek bilmeyen sağlık problemlerimi,
Stresten kopardığım tırnaklarımın kenarında duran etleri,
Sıkmaktan kırılan bir kaç dişimi,
Çantama doldurdum,
Gidiyorum...
Biri bitmeden, diğerini tutuşturduğum izmaritlerimi,
Hatıra olsun diye sakladığım bir kaç şiirimi,
Cüzdanımda taşıdığım sevdiğim insanların
resimlerini,
Çöpe attım,
Gidiyorum...
Parça parça olmuş ümitlerimi,
Irzına geçilen hayallerimi,
Yarın her şey düzelir diye kendime ettiğim tesellileri,
Cüzdanıma koydum,
Gidiyorum...
Aklımın sokaklarında dolaşan mutlu veletleri,
Yüreğime yatmış mışıl mışıl uyuyan sevdiğimi,
Yüzüme gülüp, arkamdan söven bir kaç kişiyi,
Öldürdüm,
Gidiyorum...
Çağırınca gelmeyen Azrail’i,
Herkese güneş gösterirken bana kar yağdıran
Mikail’i,
Sûr’a üflemeyi unutan israfil’i,
Allah’a şikayet ettim,
Gidiyorum....
Hastane koridorlarında attığım voltalari,
“Gökhan’im bana da şiir yazsana” Diye diye başımı şişiren Gamze ablayı,
“Sen iyileşemezsin artık” Diyen tüm doktorları,
Sırtıma yüklendim,
Gidiyorum...
104 notes · View notes
olafkardanadam · 2 months
Text
Aslında canım çok acıyor da belli etmiyorum. Ne tek bir harf yazılır üzerine, ne de silinir içinden bir harf. Bu şiir hastane olur, yoğunbakım olur, azrail olur çivilenir aklına. Ellerinle göğsünü yırtasın gelir. Ağlayasın gelir, bağırasın gelir, kaçasın gelir, sövesin gelir ve hatta ölesin gelir benimle. Vurmak istersin kafanı duvarlara, sallanmak istersin uçurumlardan aşağıya. Koşmak istersin işlek caddeler de yalın ayak, bir başına. Sarılmak istersin telefon mesajlarına, morg soğuklarına, toprak kokusuna. Sonra içinde bir kavga başlar, kan dökülür. Öyle bir savaştır ki bu şiir Sitare; eline dilini kestirir.
Dedim ya; aslında canım çok acıyor da belli etmiyorum işte.
24 notes · View notes
girifit · 11 months
Text
iz bırakan hiçbir şey iyileşmemiştir aslında. o evin soğuk koridorlarında yürürken anladım bunu. eğik sırtımı duvara yasladığım an anladım. hiçbir yara iyileşmemişti. bir sözcük benim nefesimi kesecek güce sahipti veya ben çok güçsüzdüm. hangisiydi, bilmiyorum. seçemiyorum kelimeleri. yürüdüğüm sokaklar ezberimde değil artık. gözlerim hep buğulu bakıyor. ama görmüyorlar bunu, gülüyorum. ben hep gülüyorum, inan bana. nasılsın sorusuna, yorgunum diyorum. geçer, diyorum. ben artık çok yalan söylüyorum. biraz da sigara içiyorum. ellerim haddinden fazla titriyor ama saklamayı öğrendim. uykunun haram olduğu gecelerde hıçkırıklarım yankılanmıyor artık. sesim çıkmıyor. o yatak benim mezarım oluyor. hastane koridorlarında yürürken içime düşüyor bir umutsuzluk. ben hâlâ ölüyorum. biraz da ağlıyorum. üzerime yıkıldı her şey. iyileşemiyorum. bir şiir açıp bekliyorum. sigaramı yakıyorum. yanıyorum da biraz.
izi kaldı, yaralarımın. kanıyorlar her gece. pencereden bakıyorum gökyüzüne. yıldızlar konuşmuyor artık benimle. biraz doluyor gözlerim. bir çocuk gibi sızlanıp ağlıyorum. ellerimi kendime sarıp geçmesini bekliyorum. acıdan bastırıyor uyku. gözlerimi kapattığım an korkuyorum. geçmiyor o anlar. silinmiyor hiçbir şey. konuşurken hâlâ titriyor dudaklarım. gözlerim keskin bakıyor. ben acımı bakışlarımda saklıyorum. sert bakışlarımın altındaki acının ağırlığı canımı yakıyor. susuyorum. şimdi sen de sus. gel bir sigara içelim. elimden gelen tek şey bu. biraz ölelim.
82 notes · View notes
1siirsever · 8 months
Text
Okul + hastane randevusu = bitkin bir şiir 🌸
Gün planı 🤭 Gününüz güzel geçsin 💁🏻‍♀️🌸
17 notes · View notes
iconic1 · 1 year
Text
Peki ya, öyleyse siz kimsiniz? Amacınız ne? Neden toplumda bir yer edinmek zorundayız, aykırı olamaz mıyız? Gerçekten de sürüden ayrılan koyunu kurt mu kapar? Kendimize farklı bir yol çizersek sonumuz hüsran mı olur? Neden şairler ve çocuklar dünyaya farklı bir pencereden bakar? Şairler mi çocuk ruhludur, yoksa çocuklar mı şairdir? Bir fizikçi ve bir şair arasındaki en temel fark nedir? Evreni ayakta tutan fizik formülleri midir yoksa evrende yankılanan şiir dizeleri midir? Neden ruhumuzu melankoliye teslim ederiz? Ve neden liberallerin torunu olduğumuzu söylerken devrimden bu kadar korkarız? Bir kadın isyancı mı daha tehlikelidir yoksa bir erkek isyancı mı? Eskiler neden kadınları bu kadar hor gördü? Tarihte kadınların gücünü ispatlayan ilk olay neydi? Zeka mı daha önemlidir yoksa görünüş mü? Aptal erkekler aptal kızları severken neden zeki erkekler de aptal kızları sever ki? Bu durumda kimler gerçekten de sapyo ve sapyo olmayanlar bile aslında kimler? Kimseye karşı bir yakınlık duymamak tehlikeli mi, yalnız kalmaktan mutluyken neden zihnimizi boşaltmak için bir psikoloğa gideriz ki? Tahmin ettiğimizden daha fazla mı insanlara muhtacız? Yoksa bize bunu mu dayattılar?  Neden deli insanlardan bu kadar korkup onları hastaneye yatırıyorlar? Onlar hastane avlularında ayaklarında prangalarla dolaşırken, aristokratlar ipek çarşaflarında huzurlu mu uyuyorlar? Peki ya, deli tanımı tam olarak ne ki ve bunu ilk kim ortaya çıkardı? Belki de asıl deli olanlar herkesti ve farklı olanları deli kabul ettiler? Boş versene kimin ne düşündüğünün ne önemi var ki, nasıl olsa konuştukların dört duvar arasına hapsolup bir kutu hap bitirmeye devam edeceksin. Zamanın ötesine geçtiğinde ne hissedeceksin? Ruhun bedeninden ayrılırken de ağlayacak mısın? Tam olarak nesin ve kimlerdensin? Kimin için savaşıp, ne için kaybediyorsun? Ağladıkça gözyaşların seni teselli ediyor mu? Yoksa, büyükannen sana küçükken devrimcilik oyunu oynatmadı mı? Ondan mı hala bu kendini bilmez tavırların? Sistemlerin sana dayattıkları ile mi yetineceksin, nerede benim askerlerim? Meydan sizde artık, gazanız mübarek olsun. 
21 notes · View notes
papillionsilencieux · 10 months
Text
iz bırakan hiçbir şey iyileşmemiştir aslında. o evin soğuk koridorlarında yürürken anladım bunu. eğik sırtımı duvara yasladığım an anladım. hiçbir yara iyileşmemişti. bir sözcük benim nefesimi kesecek güce sahipti veya ben çok güçsüzdüm. hangisiydi, bilmiyorum. seçemiyorum kelimeleri. yürüdüğüm sokaklar ezberimde değil artık. gözlerim hep buğulu bakıyor. ama görmüyorlar bunu, gülüyorum. ben hep gülüyorum, inan bana. nasılsın sorusuna, yorgunum diyorum. geçer, diyorum. ben artık çok yalan söylüyorum. biraz da sigara içiyorum. ellerim haddinden fazla titriyor ama saklamayı öğrendim. uykunun haram olduğu gecelerde hıçkırıklarım yankılanmıyor artık. sesim çıkmıyor. o yatak benim mezarım oluyor. hastane koridorlarında yürürken içime düşüyor bir umutsuzluk. ben hâlâ ölüyorum. biraz da ağlıyorum. üzerime yıkıldı her şey. İyileşemiyorum. bir şiir açıp bekliyorum. sigaramı yakıyorum. yanıyorum da biraz.
3 notes · View notes
bladejoinedthegame · 2 years
Text
Ölüm'e Mektuplar
I.
ellerimin kağıt üzerinde hareket eden gölgeleri
cama vuran ay ışığı ve belirsizlik,
                          düpedüz hissizlik
ve son bulmak üzere acının tasviri
tavandaki örümcek ağlarında bir aile tablosu
                              üstelik tek kişilik
karanlıklardan gelen bir serzeniş
tanıdık ama yabancı bir ses
sıkmaktan çürümüş birkaç diş
samimi bir sesleniş ki muhatabı belirsiz
belki ben, o ya da onlar. belki de biz
sokaktan yükselen bir gürültü, seçmesi güç
küfürler, bağırışlar, silah sesleri
hastane odalarında açılmayan
                                              birkaç bilinç
sönük yıldızlar ve uyuklayan kuş sürüsü
uyanıkken görülen kabuslar,
                             huzura yakılan bir türkü
gördüğüm ölgün suratlar, ölüme çağırışlar,
yakılan mektuplar ve gözyaşlarıyla ıslanan kağıt
                    bitsin diye yalvarılan döngü
bitmesin diye var olan detaylar
                         küçük farklılıklar
buna rağmen bariz tekerrür,
güneşin doğuşuyla insanlar ölür
                                            ve sürer
doğmayıncaya değin yeni bir gün
II.
sahtelikten uzak bir dünya düşünün
gerçeklik sunan dünyalar düşünün
insan uğramayan mezarlıklar
                                          düşünün
ve sonra beni oraya gömün!
III.
dövdükçe dağılan demir
övdükçe bozulan insan
ördükçe sökülen örgü
ve yazdıkça silinen şiir
sordukça tükenen cevaplar
vurdukça kanayan uzuvlar
söndükçe harlanan ateş
ve öldükçe yaşanan bir hayat
IV.
bir mahfil görünüyor az ötede
şık elbiseler, değerli takılar
ve pahalı şaraplar eşliğinde
devlet işlerinden bahsediyorlar
doyumsuzca, hunharca gülüyorlar
sonsuz bir hayat düşlüyorcasına
kaygı ve şüpheden uzak, ayrıca
olacaklardan bihaber eğleniyorlar
bir katil görünüyor az ötede
yırtık giysiler, demode silahlar
en ağırından intikam hissiyle
doyumsuzca ve hunharca gülüyor
hem oldukça fazla ölüm düşlüyor
oklar ayrılıyor şeytan' yayından
4 notes · View notes
uisare · 2 years
Text
iki kasım benim doğum günüm, hediye beklemiyorum, hayır. belki bekliyorum ama kıyafet olmasın, kutu oyunu olsun, bana kutu oyunu hediye edin. bana kutu oyunu verin. bana bir kutu verin ve içinde saklanayım, oyun verin ve kutumun içinde mutlu olayım, bana bir mesaj at, seni kutuma alayım. doğum günümde hep pasta yerim. pasta çok severim. şerbetli tatlıları sevmem. geç kaldım geç kaldım, doğum günüme ve annemin karnına, geç kaldım, doktor dedi bebek yok, iki kasım benim gerçekten doğum günüm ve ölüleri anma günü, her pastamın mumu ölüler içinde yanıyor ve her pastamın mumu ölüler için de yanıyor- nasıl ölüleri anma gününde doğarsın, uğursuz, iki bin yirmi iki yılındayız anneanne, lütfen, kendine gel, ay şiir mi yazarmış, anneanne kendine gel, ölüm günü doğmadım anma gününde doğdum, acıların kadını anneanne, senin evinde mi kalacağım bundan sonra, e istemiyorlar seni ne yapabilirsin, hiçbir şey yapamam, yazık uğursuzuma, sen ne yapabilirsin anneanne, bıçak fırlatabilirim, gözüme girer sonra-kan akar ağlarım, teyzen gelir, hastane yolu görünür, ama doğum gününde kutu oyunu alırım sana, her şey unutulur.
4 notes · View notes
gundemarsivi · 4 months
Text
Tumblr media
Kocaeli Üniversitesi Şiir Etkinlikleri Birimi
✍🏻 Hayrettin Geçkin
https://www.gundemarsivi.com/kocaeli-universitesi-siir-etkinlikleri-birimi/
İkinci Dünya Savaşı’ndan büyük acılarla, büyük tahribatlarla ve büyük bir ruh çöküntüsüyle çıkan Almanya, bu travmadan kurtulabilmek için işe hastane, tiyatro ve opera binaları yapmakla başlar. Bu rasgele ve sıradan bir durum değil. 17 Ağustos Depremi sonrasında Kocaeli Üniversitesi’yle dayanışmak üzere gelen ve Almanya’da bulunan Bremen Üniversitesiyle Kocaeli Üniversitesi’nin kardeş üniversite olmasına dair ilişkiler kuran bir profesör, sohbetimiz sırasında: “Bir kenti depreme karşı korunaklı ve sağlam bir hale getirmek istiyorsanız öncelikle o kente sanat evleri, kültür evleri kuracaksınız; tiyatro ve opera binalarınız olacak; şairlerinizi, yazarlarınızı, ressamlarınızı, kısaca tüm sanatçılarınızı ve sanat üreten merkezlerinizi koruma altına alacaksınız; onların sanatsal faaliyetlerini özgürce yürütmelerine olanak sağlayacaksınız” demişti.
Bu bilinçle davranan Kocaeli Üniversitesi’nde 11 yıl önce Şiir Okulu’nun kurulması ve bu okulun şu an Şiir Etkinlikleri Birimi olarak varlığını sürdürmesi, bir takım güzel şeylerin altına imza atması, bu kentte yaşayan bir yurttaş olarak beni hem gururlandırıyor hem de geleceğe dair umutlandırıyor. Bir üniversitenin kentin hayatına karışması; gelişkinliğini, çağdaşlığını o kentin damarlarında dolaştırması, kentin değişip dönüşmesine katkı sağlaması azımsanacak şey değil. Böyle bir tutum ve böyle bir algılayış geleceği bilinçle kurmada müthiş bir adımdır da ayrıca.
“Şiire yol veriyoruz” diyerek 11 yıllık deneyim ve birikimine, yeni deneyimler ve birikimler katmanın yoğun çabasındaki Şiir Etkinlikleri Birimi’nin şimdiki yönetimi, kentteki bütün sanat ve edebiyat etkinlikleriyle iç içe sürdürme kararlılığında, bundan böyle yapıp edeceklerini. Geçtiğimiz aylarda başlayan Şiir Atölyesi Çalışmaları’nın, altyapısı oluşturularak devreye sokulması bir bakıma bundan sonra sürdürülecek tutumun kanıtı gibi adeta. Kocaeli İl Milli Eğitim Müdürlüğü, okullar, kentte sanat ve edebiyat çalışmaları sürdüren yapılar, bir şekilde bu yapılanmanın içinde. 22-23 Mayıs günlerinde Kocaeli Üniversitesi Şiir Etkinlikleri Birimi’nce 11.si kutlanan Şiir Bayramı etkinlikleri sırasında yeni projelerden de söz edildiğini anımsatmak lazım. Bunlardan bir tanesi önümüzdeki yıldan itibaren Şiir Kongresi’nin düzenleneceğine ilişkin. Dünyadan iki yıl önce şiir bayramı kutlamalarına başlayan Kocaeli Üniversitesi’ne, böyle bir organizasyonu ortaya koymak elbette çok yakışacak.
Kocaeli Üniversitesi Şiir Etkinlikleri Birimi, kuruluşundan bu yana, yani 11 yıl içinde kentimizi çok sayıda yazarla, şairle buluşturdu. Az şey mi, bir düşünsenize! Cahit Külebi, Kemal Özer, Rıfat Ilgaz… Yerli, yabancı onlarca güzel insan. Kocaeli’deki şairlerin de konuk edildiği bu yılki Şiir Bayramı’nda Ankara’dan Ahmet Özer, İstanbul’dan Bedrettin Aykın ve Güngör Gençay gibi isimler de eklendi bu güzelliğe. Kocaeli Üniversitesi Şiir Etkinlikleri Birimi’nce düzenlenen Gençlik Şiir Ödülleri’ni kazanan genç şairlerle, şiir ve edebiyat dergilerinde karşılaşmak ne onur verici bir şey. Birimde, çok sayıda şiir kitabından oluşan bir şiir kitaplığının bulunduğunu da unutmamak lazım bu arada.
Bir yığın sorunun ve sıkıntının içindeyiz kent olarak da ülke olarak da. Yer yer travmalar da yaşıyoruz. İşsizlik, kötü yönetimler, çevre kirliliği, kendimizi yeterince ifade edememe vs. Bunları atlatabilmemiz, sorunlarımıza gelişmiş insan bilinciyle çözüm aramamız öncelikle ruh sağlığımızı iyileştirmemize bağlı. Bu büyük ölçüde kentimizin kültür ve sanat canlılığının korunmasıyla ilgili bir durum.. Bu yanıyla bakıldığında Kocaeli Üniversitesi, Kocaeli Şehir Tiyatrosu, Kocaeli Bölge Tiyatrosu, Konservatuarımız, sanat evlerimiz, basınımız ve daha da sayabileceğimiz pek çok yapı bu iş için devrede, bizlerin yanında. Yurttaş olarak, kentli olarak bu yapıları koruyup geliştirmek, onlara katkı sağlamak için de görev belli. Şimdilik bu köşede, bu sanat ve kültür oluşumlarına ayrı ayrı yer vereceğimizi duyurmakla yetinelim.
Galiba İlhan Berk söylemişti. “Şiir tek başına dünyayı yerinden kaldırmaya yetmez. Ama bir ucundan tutar” diye. Kocaeli Üniversitesi Şiir Etkinlikleri Birimi’nin dünyayı bir yerinden tutup ayağa kaldırmasına dönük çabalarına, alkış sesimi karıştırmak içindi bu yazı. Ve de azalmasın diye duyarlıklarımız.
Hayrettin Geçkin / 2005
0 notes
emreandersson · 5 months
Text
anneler gününde bir sevgili hayasızca
Bu sabah Kabataş' a bir bilet yaktım yukarıda Allah var amenna !  Senin için hiçbir şey yapmadım. kadın, deniz, vapur ve martılar idi burası Hah - ha ! şimdi ayaklarımız sallantıda  telefondan bir ses tanımadığım ; “ kadını biraz düşünüyorsan bir taksi çevir hesabını bonkörce tut.” Şimdi peşinde koşan martıyız diyorum gagalarımız parlamış uçarken sana, ben bir arkadaşın evinde sayıklıyorum saat geçen seneye beş kala. Neresinden baksan beş şiir dizilirdi buna iki kadın düzülürdü yoğuna, neresinden baksan bir yalaka bıçaklanır idi uğruna. Bir şarkı yazılırdı benler ile benekli karnına. Göbek bağından gemici düğümleri öğretirdim kızımıza. Bu metropol değil ki seni kocamış İstanbul ! Koca bir kara deliksin sen zamansız ve  rahmine uzamsız. Bütün sevdiklerimi yutuyor am-maa hiç şişmanlamıyorsun. Yılını doldurmamış cesetler kokuyor utanmadan birde gülüyorsun, bir sarışın aptal kadından elinde cigaran jartiyer tavsiyeleri dinliyorsun. Sen anneler gününde böylesine anasısın ölü bir çocuğun, kapanan dönemimizin doğurganı, vebali ince boynumuzun!  Şimdi biz günahkarlarız ya, amel defterlerimiz ciltlenmiş.  Hastane kozmetiği sanki anestezi kokuyorsun kasıklarından. Hem zaten Moda’da hiç çingene yoktu buydu hırıldandığın - pantolonunu çektin / düştün ve iki çingene kız çıktı bu el, bu gece - bu kumar baştan kaybedildi, güldüm. Bir şeylerdi söyledikleri umarsız, agresiftin sen kızdın. Kafamıza işediler ve sen kartını sırt üstü yatırdın.
0 notes
guneys · 1 year
Text
Yatakları Boyamak’tan
Yataklar değişir Poyraz. Nevresimleri değişik renklere boyanır. Dokusu ayrı hissettirir. Gıcırtısı farklı duyulur. Yastıkları başka kokar. Misafiri yeni tatlar verir. İnsanlar değişir Poyraz. İnsanlar ölür.
Hasta yatağında tanıştığın o kadın, hastane yataklarının rengini beğenmemişti. Onun için yatakları boyamak istedin. Tıpkı bir zamanlar Çınar için boyamak istediğin gibi. Sahi, nasıl bitiyordu Çınar için yazdığın o şiir? “Yatakları boyamak ne güzel olurdu. Kahveye mesela. O zaman sen başka bir yatakta uyumak için her gözlerini kapatışında, bir yorganım olurdu”. Kahve mi? Çınar’ın gözleri kahve miydi? Bunu hatırlamamak sana yakışmadı işte. Yoksa, Çınar değişti mi Poyraz?
Poyraz, hastaneden taburcu edildiğinde nereye gideceğini bilmediğini fark etti. Sanki dünya üzerinde bildiği tek yer o hastaneydi. Ayakları onu en yakın metro istasyonuna götürdü. Belki de durakları gösteren haritaya bakarak kendine gidecek bir yer seçebilirdi. İndiği yere göre hayatının geri kalanı şekillenebilirdi. Bu düşünce ona ufak bir gerginlik yaşattı. Bindiği yere göre de hayatının geri kalanı şekillenebilir miydi? Bu düşünce ona büyük bir gerginlik yaşattı. Belki de hiçbir seçim yapmadan metroda sonsuza dek beklerdi. Böylece ortada şekillenmesi gereken bir hayat kalmazdı. “Keşke o hastaneye nasıl düştüğümü hatırlasam” diye düşündü. Gözlerini o hastanede hafızasız ve Çınarsız açmasına sebep olan şey indiği bir durak mıydı yoksa bindiği bir durak mıydı emin olamıyordu.
En sonunda eve gitmeyi akıl etti. Kanepesi ona huzur verebilirdi. Şimdiye dek edindiği tecrübeleri gözden geçirir, bundan sonra ne yapması gerektiğine bir karar verirdi. Bunun için kesinlikle bir kanepeye ihtiyacı vardı. Tren oturaklarında düşünülecek şeyler değildi tecrübeler. Ağır şeylerdi. Aniden hareket eden bir trenin oluşturacağı eylemsizlikle insanı diğer vagonlara savurabilecek türden şeylerdi.
0 notes
siirhikmettir · 1 year
Video
Şiir Dinletisi '' Hastane Açılışı '' Barış Sağlam
0 notes
Text
Fikret Ürgüp / Yazdım, çabaladım, yaşadığımı anlatmak istedim
Tumblr media
Ayrı bir üslup sahibiydi Ürgüp, özgün, taze, çarpıcı biçimlerdeydi hikâyeleri. Sait Faik'in dostu ve doktoru olmuştu. O da Sait Faik gibi, dünyada rahatlıklar içinde hep bir yadırgamayı beslemiş, büyütmüş, kendi dünyasını boşluk, tedirginlik, uyumsuzluk alanında kurmuş bir sanatçıydı. Behçet Necatigil ve Selim İleri anlatıyor...
Gazetedeki ölüm duyurusunda (Cumhuriyet, 9 Mart 1977) birkaç akrabasının adları, yakınlık dereceleri sıralanıyor, sonra da "Dr. Fikret Ürgüp bu dünyadan kurtuldu. Cenazesi 9 Mart 1977 Çarşamba günü ikindi namazı kılındıktan sonra Çengelköy'deki aile mezarlığında huzura kavuşacaktır" deniyordu. Kim yazdıysa (yoksa çok önceden kendi vasiyeti miydi?) ne kadar yalın ve içten bir gerçeği dile getirmişti. Sanatçı kişiliğini bilenler için zaten gereksizdi hikâyeci olduğunu belirtmek; bilmeyenler içinse, artık bundan sonra hatırlatmak değmezdi! Rahat günlerde ve huzurda bir boşluk yaşayan; yazdıklarını ancak acılarda, yitik ve sıkıntılarda yazanlar vardır; belki ben de böyle olduğum için, nedenler arasında farklar da olsa, Fikret Ürgüp'ü biraz da bu yüzden seviyordum. Onun yazması için de gerilim, gerginlik ve sarsıntı gerekiyordu. Ölümler de çokluk böyledir, bir yazma kapısıdır. Sağlığında yazamayıp ölümünde yazmak. Ölümlerde bazan birdenbire beni zorlayan şey, bir bağışlanma isteği midir? Ölüler bağışlamaz, ama tek olan ölümün sonrasında çeşitli yaşamalar, unutulmayışlar da var.
Yaşıyorum, seviyorum, dayanacağım
Birkaç yıldır ağır bir hastalık geçirdiğini biliyordum. Neydi hastalığı? Adını, ayrıntılarını bilmiyorum, öğrenmek de istemedim. Bir hastanedeydi, hangisi, onu bile bilmiyorum. Öğrensem gidebilir miydim? Ziyaret günleri, saatleri nerden nasıl öğrenilirdi? Kalkıp gitsem kapıdan çevrilebilirdim. Ne nöbetçi doktora kadar ulaşıp özel bir izin koparmak ne de hastane kapısından bir hademeyle, yazılı bir hatır sorma, bir geçmiş olsun deme kartı göndermek benim harcım değildi. Becerikli olmak, hayat adamı olmak da bir ilimdi. Çok seyrek karşılaştığım, konuştuğum Fikret Ürgüp'ü sanatçı yönüyle pek beğenirdim. Tekrar tekrar okuduğum pek az hikâye yazarından biriydi. Ona bir de mektup yazmış olmalıyım ki, 17 mayıs 1969 tarihli bir cevabı duruyor bende: "Ne kadar sevindim bilmezsin mektubuna. Yazıyorum, yapıyorum, kimse takmıyor. Senin anlayacağını zaten biliyordum, onun için yazdım, çabaladım, yaşadığımı anlatmak istedim, sana ve birkaç kişiye. Lodos Hikâyeleri'nin önsözü bunu anlatır. Kimse bir şey yazmadı bu işler üzerinde şimdiye kadar. Ama ben yaşıyorum, seviyorum, dayanacağım." Fikret Ürgüp'ün iki kitabı var: Van (1966), Kısa Lodos Hikâyeleri (1968). Kendi bastırdı. Şimdi hangi kitapçılarda bulunur? Yoktur. Doğru dürüst piyasaya bile çıkaramadı, tezgâhlama nedir bilmiyor, hattâ tam adamını bulmuş, bana soruyordu o mektubunda: "Bir yol gösterebilir misin?" Kısa hikâyelerdi bunlar. Bazıları, kendi deyişiyle "çok kısa hikâyeler". İki kitabında toplam 42 hikâye. Van kitabını Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü'nde (1971) şöyle değerlendirmişim: "Sık mecazlar, alegoriler dokusu. Olayları değil, izlenim ve atmosferleri belirliyor. Hepsine çağımız insanının bunalım ve yalnızlıklarını, geçerlikteki değerlere yabancılaşmasını duyuran bir deneme. Franz Kafka esprisini güzel özümlemiş birer düzyazı-şiir gözüyle de bakabiliriz. Van kitabında Ürgüp karakteristiği, en belirgin çizgileriyle, Yolculuk, Van, Orada, Tenis Topu, Hatırlayış vb. örneklerinde açıkça görülür."
Pul kolleksiyoncusunun, Saksunya vazodan içtiği şekersiz Vermut'tur kısa hikâyeler
Ürgüp'ün kendi kaleminden hikâye anlayışı, Kısa Lodos Hikâyeleri kitabında önsözde dile gelmişti: "... Çok kısa hikâyeyi anlamak, hissetmek güç ister. Okuyanın kendine yabancı gelecek yaşantı parçalarına, kendi hesabına iştirak etmesini gerektirir. Gerçek üstü olmayıp sahici gerçek (süperrealism) insan yaşantısının üç değişik alanını birden içine alır. Onların bir karışımıdır: Bilinç, bilinçaltı ve rüya. Süperrealist hikâyeyi okuyanın, yazarı ve kendini bu üç alanın karışımı şeklinde anlamaya, kapıları açık olması gerekir. (Bu da olur mu?) şaşkınlığından kurtulmak. Hepsi kısa hikâyelerdir. Pul kolleksiyoncusunun, Saksunya vazodan içtiği şekersiz Vermut'tur kısa hikâyeler. Van hikâyelerini bastırmıştım. Bir kadın okumuş, -korktum, dedi. Korkacak bir şey yoktu. Ne rüya ne de uydurma. Yaşantının ta kendisiydi. Van'a gittin mi, diye soranlar oldu. -Hayır, ben Van'ı Haydarpaşa'daki trenciler arasında yaşadım. -Olur mu böyle şeyler? Olur gibi yazmış. Adamı kapatmalı. Deli mi nedir? diyenler oldu. Ne deli, ne bir şey. Ne ayıp, ne günah. Apaçık, sahici insan gerçeğinin yaşantısından parçalardı kısa hikâyeler. Yaşanırken başkadır. Yazılınca sanat olur, eğer okutturuyorsa kısa hikâyeler..."
Rahatlıklar içinde yadırgama
Ayrı bir üslup sahibiydi Ürgüp, özgün, taze, çarpıcı biçimlerdeydi hikâyeleri. Yazıları uzun bir süre Yeditepe ve Varlık dergilerinde yayınlanmıştı. Sait Faik'in dostu ve doktoru olmuştu. Sait üzerine en içtenlik dolu, en aydınlık yazıların çoğu onun kaleminden çıkmıştır. O da Sait Faik gibi, dünyada rahatlıklar içinde hep bir yadırgamayı beslemiş, büyütmüş, kendi dünyasını boşluk, tedirginlik, uyumsuzluk alanında kurmuş bir sanatçıydı. -Görüşelim! derdi, bindebir karşılaştığımızda. Telefon numarasını verirdi. Ara beni! -Ararım, görüşelim! Ama neyi görüşecektik? Onun hayatı başkaydı, benimki başka. Hikâyeleri bana yetiyordu. Cenazesini Çengelköy'deki aile mezarlığında toprağa verirken çevreme bakındım. Tanımadığım aile fertleri, sonra sanat dünyasından birkaç tanıdık: Leylâ Erbil, Suavi Koçer, Ertuğrul Şevket ve Mina Urgan. Hepsi bu. O akşam Radyo, gene o gün bir başka mezarlığa gömülmüş bir gazetecinin (sıradan bir hikâyeciydi o da) töreni üzerine bilgi verdi; Gazeteciler Cemiyeti sahip çıkmıştı ona. Ve Fikret Ürgüp, bu ilginç hikâyeci, gelebilen beş on kişinin önünde sessizce gömüldü. Hayattır ve cenazelere işimiz, engelimiz yoksa, yakın bir yerse ya da çok önemli kişiyse gidebiliyoruz. Doğaldır ve ölümse ölümdür. İster çok kişi, isterse yakınlar, uzaktan sevenler, kim o gün boşsa. Fikret Ürgüp, o hikâyeleri yazan, eminim, bunları çok iyi anlardı. Her sanatçı sevdiği sanatçılarla ölüyor, sonra gene, birkaç saat geçince, uzun kısa yeryüzünde yaşamasına koşuyor. Gemiler geçtikten sonra, deniz üstü dalgasız. (Behçet Necatigil / Nisan 1977 / Varlık dergisi )
Tumblr media
Fikret Ürgüp, Birkaç Çizgi
Fikret Ürgüp'ü ilk kez Kemal Tahir'in evinde görüşümü daha önce yazdım, 12 yıl önce. Lâcivert ceketi, boyunbağı, gri pantalonu... Ve Fikret Ürgüp sarhoş gibiydi. Biz derli topluların dünyasında sözcükleri yaya yaya konuşan bu adam hem ürkütücü, hep şaşırtıcıydı. Ürkütücü: Herhalde sarhoş, alkolik... Şaşırtıcı: Öteki sarhoşlara benzemiyor, boyunbağı takmış, olağanüstü kibar...
Kemal Tahir konuğunu savunmak ihtiyacıyla Fikret Ürgüp'ün saygın, seçkin ailesinden söz açıyordu. Hekim oluşundan, Şizofreni adlı, Türkçe'de kendi alanında "pek güzel" bir eser yazmış olduğundan. Fikret Ürgüp bir kadeh konyak istemiş, Kemal Tahir'in sözlerini uzaktan dinlemişti.
Van bir korkular kitabıdır
UZAKTAN: Bir gün Behçet Necatigil aracılığıyla Şizofreni’yi, Van’ı okuyunca Fikret Ürgüp'ün birinci tekil kişiden üçüncü tekil kişiye dönüşümünü, bu, yazıya geçmiş evrimi (ya da kişisel devrimi) ayırt edecektim. Fikret Ürgüp biz derli topluların dünyasına sövgüler yağdırmıyordu ama o dünyada var olmadığını açık açık söylüyordu.
Van bir korkular kitabıdır. Küçücük okur topluluklarından ün ve kazanç bekleyen muhteris yazarlar o zaman var mıydı, şimdi kestiremiyorum. Ama Van o zaman da şaşkın okur topluluğuna ulaştırılmamıştı. Bu topluluğun kendisine sunulandan öte pek bir istemi olmadığı için Van da, Kısa Lodos Hikâyeleri de has edebiyata gönül açmış tektük kitapevinin raflarında tozlanıp görünmeden yitmiş olmalı.
Van üzerine Behçet Necatigil'in yazdıkları vardı. Edebiyatımızda örneğine onca rastlanılmayan bir çizgiyi tutturduğunu söylüyordu. Fikret Ürgüp, Leylâ Erbil'in bir romanında, Karanlığın Günü’nde göründü. Acımasız bir eleştirelliği yansılıyordu. Leyla Erbil gerçekliğin parçalandığı, dayanılamaz bir toplumsal ortamda iz sürüyor ve Fikret Ürgüp'ten derli topluların niçin 'kaçıştığını' yazıyordu. Karanlığın Günü’ nden:
"Fikret Kapadok bu dünyadan kurtuldu.
Cenazesi ikindi namazından sonra
Çengelköy'de toprağa verilecek."
Sevim Burak’la aynı gece kulübünde
Kitaplarına girmemiş, dergilerde yayımlanmamış öyküleri, yazılan, şiirleri alkolle bulanmış sanılabilir. Oysa "bu dünyadan" kurtulmak isteyen bir yazarın söylemi başka nasıl olabilirdi7 O zamanlar ya Kulüp 12 ya da Gup 12 diye adı ışıklı harflerle yazılmış, artık modası geçmiş, bir hayli köhnemiş bir 'gece kulübü'nde Fikret Ürgüp'ü çılgıncasına dans ederken görmüştüm. Birkaç kez; hep çılgıncasına dans ederken. Orada müthiş yeşil gözlü bir kadın boğuk sesiyle şarkılar söylerdi: Renata. Bazen birlikte dans ederlerdi.
Orada bir gece yarısı Sevim Burak, şimdi yazarçizerler katına erişmiş bir arkadaşımızın "Bu hanım burada mı çalışıyor? Konsonmatris mi?" sorusuna çılgıncasına bir kahkahayla karşılık vermiş ve henüz yazarçizerler katına erişememiş, yaşıtım, o zamanki genç arkadaşa "Şekerim, bana bir bol ısmarlamayacak mısın?" demişti.
Fikret Ürgüp bu dünyadan 8 Mart 1977'de kurtuldu.
Renata ölmüş, galiba bir trafik kazasında, galiba canına kıymış...
Sevim Burak'ın oğluna yazdığı harikulâde mektuplar ancak geçen yıl yayınlandı: Mach 1'den Mektuplar.
Uğultularla donatılmış yolculuklar
MEKTUPLAR: Bir gün, Kafes’i yazarken, tekrar okuduğum Şizofreni’de birçok sayfanın seslendiğini ayırt ettim. Yalnız Neveser Reşat'ı (Esat Bey'i) değil, Süha Rikkat'i ve Hayal ve Istırap’da, hatta hepsini sesleniyor sandım. Sesleniyorlardı. Öylesine ıssızlık dolu sayfalardı ki bu seslenen sayfalar, kâğıt üstünde çıkılan yolculuğu... kâğıt üstünde çıkılmış bütün yolculukları uğultular donatıyordu. İşte benim uydurduğum kişiler Şizofreni’yle çoktan beri yazışmaya koyulmuşlar. Ben de onları yanı başımda görüyormuşum.
Prens Mışkin'in portresine bakıyorum. Fikret Ürgüp'ün öteki karakalem çalışmalarını gözümün önüne getirmek istedim. Biri, Bülent Erbaşar'dadır: Karakalemle eski bir İstanbul evi, yeşil kuruboyayla yapraklar, bir ağaç ve sonsuz dinginlik. Prens Mışkin cinnet dolu ifadesiyle hiç de benim düşlediğim Mışkin değil. Belki de sonra sonra böyle görülüyor...
(Selim İleri / Haziran 1991 / Argos dergisi)
Tumblr media
0 notes
mustafaokutan · 2 years
Photo
Tumblr media
Terden sırılsıklam halde yattığı yatağında kıpırdayamıyor ve gittikçe zorlaştığı için nefes almamaya cal8sarak zencinin geçmesini bekliyordu. Içinden sayıyordu, her yirmide bir kez nefes alıyor ve o muhteşem zencinin derin yankısını beyninin derinliklerinde hissediyordu. #sayfaotuzaltı @ilkerbalkan @kanonkitap . . . Muhteşem bir hikayeyi okuyorum. Çocuk yapmayı takıntı hale getiren Nilgün, kulağına gelen her türlü çareye başvuruyordu. . Nilgün bir gün güzel haberi almıştı. Ama yaşı otuzsekiz ve çok zor bir süreç geçirecekti. . Ailesi devamlı çocuk neden olmuyor? diyor. Başının etini yiyordu adeta. Babası da ölünce annesi iyice kızını hor girmeye başlamıştı. . Yazarımızın Ilk romanı Umut, kadın ve kristal gül 2006 da yayımlanmıştır. Ayrıca şiir kitabı Zerre , öykü kitabı Affettuosu ve ikinci romanı Tufanda aşk ezgileri'dir. Antropolojik çalışması Ockham'ın Usturasi, denemelerden oluşan Armarius ve ayrıca ondan fazla çeviri kitabı vardır. . Son romanı Kör Kuyu'yu vaktim oldukça bir çırpıda bitireceğim inşallah. . 💝Aşkla okuyoruz. 🥰 📸🖋👏 💘Aşkla okumak için takip etmelisiniz. 💖Konu etiketimizi #kitapokufotografcek takip edin ve kullanın 📖📝Gönderi ve hikayenizde bizi paylaş bizde kitaplarınızı paylaşalım. ✅ Sosyal medyanın heryerindeyiz #körkuyu #hamilelik #kızbebek #büyü #doktor #bebek #erkekbebek #büyübozma #istanbul #hamileanneler #anne #babyshower #nazar #ankara #gebelik #düğün #hemşire #hamile #astroloji #hastane #gebe #tohumlukalem #esmaülhüsna #doctor #doğum #babygirl #dua #sağlık (Darıca Province) https://www.instagram.com/p/CnppSQ7NrGI/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
ruhunvaruhumdaa · 2 years
Text
hiç olmadığım biri, olmak istemediğim biri yaptı beni olmak istediğime bakarken. bilgisizliğimle şiirler tükürdüm sayfalara. insanlar cahilliğimi kutladılar kahkahalarla alkışlarla. o insanlar arasında annemi gördüm. bak dedim ben şiir nedir seninle öğrendim, yazdığım her satır senin adın. cehl. kırkımda gibi hissettiğim zamanlar, babamdan yorgun babamdan ağrılı hissettiğim günler oldu elbet. epey fazla. elime kalemi alıp bir şey yazmadan koyduğum defterler oldu, defter olsaydım gücenirdim. özürler diliyorum. çok. yarıda bırakıp masa üstünde tozlanan kitaplarımdan. tekrar tekrar, verdiğin gülü kuruttuğum. onu da seni de üzdüğüm için. ücra köşelerin izbe sokaklarında bu teni, bu gözleri önemlidir çiçeğim. bu ruhu küflendirdiğim için evvela kendimden. ilk aşkımdan. onun beni tanıdığı gibi masum kalamadığım. ona dokuz yaşında ki kız çocuğunu tekrar anımsatamadığım için özürler. annemin tanıdığı gibi babamın umduğu gibi olamadığım. gemim bile yokken limanlar diktiğimi gören bu ellerim için gözlerimden. tıka basa doldurduğum urganlarla diktiğim, âh huyum batsın içimde sineye çektiğim ama çektikçe aklımı dolduran o düşünceler. beni boşluğa öylece baktırırken ne düşündüğümü ben bile bilmezken. hastane rutubetine aşina olmayı öğrettiği. çaylarından nefret etmeme rağmen elime karton bardak tutuşturduğu. ve ben tekrar özür diliyorsam burada. o çayı yarısı bile bitmeden çöpe bıraktığım için. annemin iki gözyaşına diz çöküp kambur çıkarttığım. porselen takımları yerine kalbini kırdığım. bileklerimden. en çok onlardan. kıymetli taşlar tutuşturmak yerine. bunu yaptığım için. en sevdiğim şarkıyı açıp açıp dinlediğim nefret ettiğim şarkıları kıskandırdığım için.
0 notes
parker-112 · 3 years
Text
Gece midir seni arrest yapan 🫀🖤
2K notes · View notes