Tumgik
#Huang Mei
lucislibari · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
I’m always like “I shouldn’t post sketches” until all I do is sketch for like, 2 weeks straight. A lot of these are from me dusting off my old WOD setting, some are just Dullahan OC posting, either way its a LOT and maybe I’ll finish some of them! Maybe.
10 notes · View notes
kherrykandy · 2 years
Text
Tumblr media
an adopt from @gummikube
8 notes · View notes
jungle-fae · 8 days
Text
Tgcf book 5 is so funny to me because everyone is like “we have to keep this on the down low, we can’t let the ghosts know there’s a heavenly official infiltrating Mount Tonglu” and then everyone and their mother shows up for one reason or another and everyone is just like “yeah, this is fine”
74 notes · View notes
iamjapanese · 2 years
Photo
Tumblr media
HUANG Mei-Yun(黃美雲 Taiwanese)
暖冬  Warm Winter  2013  Gouche on silk    via   also here
720 notes · View notes
raddestrose · 7 months
Text
I know that now is not the time for this, but everyone in this series is absolutely gorgeous. Like I’m learning about the horrors of the fall of the Wuyong Kingdom, but am being met with some of the most beautiful faces I’ve ever seen.
131 notes · View notes
pinardenizs · 4 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Liu Yifei as Huang Yimei in The Tale of Rose (2024).
57 notes · View notes
daffodilsinspring · 6 months
Text
GIVING TGCF CHARACTERS FLOWERS
Jun Wu - Statice ~ Rememberance
Mei Nianqing - Hydrangea - Grace and Beauty
Xie Lan - Sunflower ~ Warmth,Happiness,Longevity
Hua Cheng - Heather ~ Admiration and Good Luck
Yin Yu - Lisianthus ~ Appreciation
Quan Yizhen - White Lilac ~ Youthful Innocence
Shi Qingxuan - Bouvardia ~ Enthusiasm
Ling Wen - Purple Iris ~ Wisdom
Pei Ming - Gladiolus ~ Strength and Moral Integrity
Yushi Huang - Daffodils - Rebirth and New Beginings
Jian Lan - Orchid ~ Beauty and Strength
Feng Xin - Snapdragon ~ Graciousness and Strength
Mu Qing - Amaryllis ~ Pride,Determination and Radiant Beauty
Banyue - Delphinium ~ Open Heart and Ardent Affection
He Xuan - Protea ~ Change and Transformation
Lang Qianqiu - Freesia ~ Innocence and Friendship
Shi Wudu - Blue Star ~ Strength and Determination
Qi Rong - Orange Roses ~ Enthusiam and Passion and Excitement
75 notes · View notes
gabrielokun · 4 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
76 notes · View notes
add1ctedt0you · 3 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Jin Yong Wuxia Universe: The legend of heroes (2024) | Trailer: - 1 day
41 notes · View notes
bonebreakjack · 4 months
Text
Tumblr media Tumblr media
MY MONSTER CHARACTER MEME FOR TGCF! 25 CHARACTERS! Heres a clear one if anyone wants to take a shot!
50 notes · View notes
yumemiruuuu · 7 months
Text
Tumblr media
Can we talk about Yushi Huang’s hairbow situation going on?? 👉👈
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
55 notes · View notes
amezhu · 3 hours
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
239. BÖLÜM - Beyaz Zırhta Çatlak - Lanetli kelepçeleri parçalayan mucizevi büyü -
Kılıç Fang Xin öyle şiddetli bir aura yayıyordu ki uzaktan onları izleyenler çoktan sadece ona bakmakla bile ürperti hissedebiliyordu, Xie Lian ise böylesine saldırılarla adım adım geri çekilmeye zorlanıyordu.
Öncesinde Hua Cheng tek başına yüzü olmayan beyazın icabına bakabiliyordu hatta fazla bile geliyordu ama Jun Wu ortaya çıktıktan sonra maçın eşit olması için her ikisine de ihtiyaç vardı. TongLu Dağı'nın ana ruhsal alan olmasının avantajı yavaş yavaş açık hale geliyordu ve Xie Lian, kendi taraflarını baskılayan ve kısıtlayan ağır bir gücü incelikli bir şekilde hissedebiliyordu.
Ve Jun Wu’da vücudunu koruyan beyaz zırh, kendisi dövdüğü binlerce yıllık ruhsal eşyası vardı, savunması pratik olarak akıl ermez bir şeydi. Yalnızca kafasını koruması gerekiyordu; Hua Cheng'in kılıcı inanılmaz, hızlı ve isabetliydi, ‌Xie‌ ‌Lian‌ ayrıca vurabildiği her yere vurdu, ikisi Jun Wu'nun boynundan ve kalbinden, sırtından, karnından, omzundan neredeyse her yere darbeler indirdi, ama rakipleri hiç etkilenmedi!
Mu Qing bağırdı, “GÜCÜNÜ BOŞA HARCAMA! ANLAMSIZ! BEYAZ ZIRH HİÇBİR ŞEKİLDE DELİNEMEZ!”
"Sağ kaburgalarının hemen altına nişan al!" Xie Lian haykırdı.
Pala tekrar serbest kaldı ve Xie Lian'ın talimat verdiği yerden kesti ama beklendiği gibi işe yarar değildi. Mu Qing bağırdı, “SANA BOŞUNA OLUR DEMİŞTİM! NEDEN ÖNCE UZAKLAŞMAK İÇİN BİR YOL DÜŞÜNMÜYORSUN, BİZ DE DÖVÜŞE KATILACAĞIZ! FENG XİN! OKLARIN VE YAYIN NEREDE?”
Feng Xin tam da yan taraftaki kayalara tırmanıyordu, çılgınca tüküren ve ona dil çıkartan cenin ruhunu yakalamaya hazırdı. Çağrıyı duyduğunda cevapladı, “PEKALA! GELİYORUM!”
Ancak Xie Lian talimat verdi, “Devam et, durma! Sağ kaburganın hemen altına saldırın!”
“Ekselansları!!” Feng Xin bağırdı, “BU ZIRH TAKIMI GÜÇLÜ, KILIÇTAN GELEN YÜZLERCE DARBEDEN SONRA BİLE ÇATLAMAYABİLİR!”
Xie Lian kararlıydı, “Endişelenme, sadece beni dinle! Bu kadar çok darbeye gerek yok!”
Hua Cheng de nedenini sorgulamadı ve kılıçla aralıksız saldırmaya devam etti. Aniden bıçağın fırçalandığı yerde bir çatlak belirdi.
Kanlar fışkırdı. E-Ming kılıcı, Jun Wu'nun karnını, sağ kaburgalarının hemen altında kesmişti!
Hua Cheng kılıcını tek eliyle tutarak Jun Wu’nun önünde duruyordu, gözlerinin içine bakarken için gözleri soğuk ve keskindi. O sırada Xie Lian Jun Wu’nun yan tarafındaydı ve RuoYe bu şansı kullanarak engellemek için hareket etmesini önleyerek Jun Wu'un ellerini bağlamak için dışarı fırladı.
Mu Qing şaşkındı, “Bu nasıl mümkün olabilir?”
O bin yıllık beyaz zırh nasıl Hua Cheng tarafından bu kadar kolayca kesilebilirdi?
Xie Lian Jun Wu ‘yu izleyerek RuoYe’yi çekti ve sıkılaştırdı, “… Unuttun mu? Sekiz yüzyıl önce sen ve ben bir keresinde savaşmıştık.”
Feng Xin ve Mu Qing o an aydınlandı, “İkinci yükselişin?”
O zamanlar Xie Lian Jun Wu’dan bir kez daha sürgün edilme ve bir tur için rekabet etme talebinde bulunmuştu.
Her ne kadar o savaşta iki tarafın da merhamet göstermeyeceğine dair söz verilmiş olsa da şimdi düşününce Jun Wu yine de kendini tutmuş olmalı.
Ancak, Xie Lian sahip olduğu her şeyi kullandı.
Üç binden fazla kılıç savurdu. Bunlardan dört yüzden fazlası Jun Wu’Yu bıçaklayabilmişti ve o dört yüz kadar kılıçtan burayı delmiş olanların sayısı yüzden fazlaydı.
Xie Lian, Jun Wu'ya saldırmak için acımasızca üç binden fazla kılıç savurmuş ve sonunda aşılmaz olan bin yıllık beyaz zırhı kırarak sağ kaburgalarının altındaki karnına saplamıştı.
Ve orası tam da şu an Hua Cheng'in kılıcının kestiği yerdi!
Yani, sekiz yüz yıl önce, Xie Lian bu beyaz zırhın üzerinde eski bir yara izi bırakmıştı ve Hua Cheng'in onu kırması için kılıçtan sadece üç darbe alması yeterli olacaktı!
Hua Cheng'in kılıcı da Xie Lian'ın hayal ettiğinden çok daha keskindi. Pala, kesinlikle kritik bir darbe olarak karnına saplandı!
Guoshi'nin "BU İŞE YARAMAZ! O…" diye bağırdığını duyduğunda zihinsel olarak rahat bir nefes almıştı. ‌
Mantıksal olarak, ciddi yaralanmalar geçirmiş olan Jun Wu'nun eylemlerinin kısıtlanması gerekirdi ama ifadesi değişmemiş, ‌yaraya bir bakış atmak için yalnızca başını eğmişti. Xie Lian bir şeylerin yolunda gitmediğini hissettiğinde Jun Wu'nun elleri hafifçe hareket etti.
Aniden Xie Lian bir şeyin yırtılma sesini duydu ve aynı zamanda tutuşu gevşedi.
RuoYe… yırtıldı.
O beyaz ipek kumaş ikiye bölünmüş, cansız bir şekilde aniden yere düşmüştü. Hemen peşinden Xie Lian boynunun sıkıldığını hissetti ve sonra tüm vücudu yukarı çekildi! ‌
Hua Cheng’in haykırdığını duydu, “Ekselansları!” Ama, o ses birdenbire uzaklaştı. Ancak Jun Wu'nun sesi hâlâ sadece birkaç santim uzaktaydı ve yüksek sesle konuştu, “XianLe, Kılıçla delinmek gibi bir konunun senden daha az deneyimim olan bir şey olduğuna gerçekten inandın mı? Umurumda olacağını mı düşündün?”
Guoshi uzaktan şöyle dedi, “Hepiniz onu bıçakla yüzlerce kez delseniz bile yine de faydasız olurdu! Çünkü… artık… acı hissedemiyor gibi görünüyor…”
Xie Lian, kalbine saplanan uzun bir kılıcı çekinmeden çıkartabilirdi, Jun Wu da öyle.
Feng Xin yayını çoktan çekmiş Jun Wu'yu hedef alıyordu ki Guoshi’nin dediğini duyduğunda yayını indirdi, “NE?” O halde bu, bir vuruş yapmayı başarsak bile bunun hâlâ anlamsız olduğu anlamına gelmiyor mu?”
Mu Qing konuştu, “Size gözlemlediğim başka bir kötü haber daha söyleyeyim. İyileşme hızının, aldığı darbelerden daha hızlı olduğundan şüpheleniyorum."
“NE?”
Diğer taraftan, Xie Lian bunun sahiden de bir gerçek olduğunu çoktan doğrulayabilirdi.
Yarası çok kötüydü ve eğer bu başka biri olsaydı beli tamamen kesilebilirdi buna rağmen yine de yaranın kanaması çoktan durmuştu, “Şaşırmaya gerek yok.” Dedi Jun Wu, “Eğer sürekli arkandan bıçaklanıyorsan ve eğer kendini hemen toparlamaya çalışmazsan o zaman şimdiye kadar binlerce kez ölmez miydin? Ama siz ikiniz kesinlikle oldukça iyisiniz.”
Gülümsedi, “Bu sekiz yüz yılda, sadece bir kılıç ve bir palayla yaralandım ve bunu siz ikiniz yaptınız. Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur, daha uzakta dur. Xian Le’nın boynunu kırdığımı görmek istemezsin.”
“…”
Hua Cheng'in yüzü karanlıktı, gözlerindeki keskinlik kışkırtıcıydı ama Jun Wu'nun Xie Lian'ı Cennete uzanan Köprünün üzerinde asılı tuttuğunu, elini bir kez bırakmasıyla Xie Lian'ın yüzlerce metre aşağıdaki lav havuzuna düşeceğini gördüğünde, bir an sonra kılıcını isteksizce geri çekti, bir elini arkasına dayadı ve yavaşça birkaç adım geri çekildi.
Oldukça sakin görünüyordu ama kolunun altındaki pala onu ele veriyordu. E-Ming son derece tedirgindi, göz küresi deli gibi dönüyor ve çılgınca Xie Lian'a bakıyordu. Jun Wu, "Bu kadarı yeterli," demeden önce Hua Cheng Cennete uzanan Köprünün kenarına kadar geri çekilmişti.
Xie Lian elindeyken, ikisi birbirlerinin gözlerinin içine baktı. Bir an sonra Jun Wu aniden Xie Lian'ı yakındaki kayalardan oluşan duvara çarptı.
Çarpma çok şiddetliydi; Xie Lian'ın tüm kafası çınlıyordu, burnundan ve dudaklarından akan kan yüzünün hatlarından aşağıya doğru akıyordu. Uzakta birçok insan telaş içinde bağırıyor gibi görünüyordu ama kim olduklarını seçemedi ve sadece Jun Wu'nun kulağına usulca konuştuğunu duyabildi, “XianLe, kafan duvara çarptığında acıyor mu?”
Xie Lian soruyu tam olarak işleyemediği için yanıt vermedi. Böylece, Jun Wu onu yakaladı ve sorgulamadan önce tekrar kayalara çarptı, “Acıtıyor mu? Acıtıyor mu? Acıtıyor mu? Acıtıyor mu?”
Her soruyla birlikte Xie Lian'ı kayalık duvara çarpıyordu, o kadar sert ki Xie Lian çığlık atmaya başladı ama çığlık attığı şey, “SAN LANG, SAKIN GELME! BEN İYİYİM! SEN SAKIN BURAYA GELME!”
En azından şu anda değil. Uygun an henüz gelmemişti!
İlk çarpmada Hua Cheng hücum etmeye çoktan hazırdı. Daha iki adım gitmemişti ki Xie Lian’ın ona gelmemesini söylediğini duyup kendini durmak için zorladı.
Ama yüzü tamamen vahşileşmişti, tüm kolu titriyor, ellerinin üzerindeki damarlar neredeyse patlayacak gibiydi.
Jun Wu ifadesizdi ama eli deli gibi Xie Lian'ı kayalara çarpıyordu, çarparken tekrar ederek soruyordu, “ Acıtıyor mu? Acıtıyor mu?”
Guoshi haykırdı, “Ekselansları!!!” Ama hangisini çağırdığını kim bilebilir? Xie Lian'ın kanlı elleri kayalık duvarın engebeli yüzeyini itti, dişlerini sıkarak kükredi, “…ACITIYOR!!!”
Ancak o zaman Jun Wu tatmin bir ifadeyle gülümsedi ve Xie Lian’ın zavallı başını bağışlayarak onu yere koydu.
Xie Lian hâlâ çınlayan başını kucaklamış, yerde oturuyor, gözyaşları ve kan kontrolsüzce yüzünden aşağı akıyordu. Jun Wu onun yanına çömeldi, bir süre yüzüne baktı, sonra aniden ellerini kaldırdı ve Xie Lian'ın yüzündeki kanı silmesine yardım etmeden önce başını okşadı.
“…”
Bu hareket sıcak ve şefkatli bir jestti, tıpkı az önce tek başına dayak yiyen bir çocuğun yanına çömelmiş onu teselli eden bir baba gibiydi. Bu görüntü hem Feng Xin'in hem de Mu Qing'in tüylerini diken diken ediyordu, "O… o... gerçekten çıldırdı mı?"
Hua Cheng'in kılıca dayadığı elinin parmakları çatırdıyor ve E-Ming'in gözbebeği sanki kan çanağına dönüyormuş gibi hızla küçülüyordu.
Xie Lian tek kelime etmedi ve Jun Wu'nun onu temizlemesine yardım etmesine izin verdi. Jun Wu sonra kendi kendine mırıldandı, "Seni aptal çocuk, eğer acıyorsa neden geri dönmüyorsun? Çarpmaya devam edersen, kırmaya devam edersen duvarın kendiliğinden yıkılacağını mı düşündün? Neden kendi yönünü değiştirmiyorsun?"
"Geri dönmeyeceğim." dedi Xie Lian.
Jun‌ Wu son derece şiddetliydi, elini kaldırdı ve bir tokat attı. O kadar sertti ki Xie‌ ‌Lian‌ Büyük bir gürültüyle yere düştü!‌
Jun Wu onu kaldırdığında Xie Lian’in hâlâ başı dönüyordu. Sanki sabrını kaybediyormuş gibi bir ses kullanarak konuştu, ‌“Bu şekilde beni kızdırmak zorunda mısın? Sana bir kez daha sorayım, değişecek misin?”‌ ‌ ‌
Xie Lian iki kez ağız dolusu kan tükürerek öksürdü, “Değişmeyeceğim.”
Sonunda Jun Wu’nun nazik ifadesinde bir çatlama gerçekleşti, bir vahşet parıltısı titreşti.
Guoshi'nin yüzü yeşile dönüyordu ve durumun yokuş aşağı gittiğini görünce aceleyle bağırdı, “Ekselansları, ASLA BU ÇOCUĞU ÖLDÜRMEK İSTEMEDİN, ONDAN GERÇEKTEN HOŞLANIYORSUN! SEN SÖYLEMİŞTİN, UNUTTUN MU?”
Jun Wu küçümseyerek güldü, “Eğer durum böyle olmasaydı geçmiş sekiz yüz yılda sabrımın ve hoşgörümün tamamını onun üzerinde tek başıma tüketmezdim. Cennet Başkentinin temelinin bir parçası haline gelmesi ve milyonlarca kişi tarafından çiğnenmesi çok uzun zaman önce olurdu.”
Xie Lian'a döndü ve aniden öfkelendi, “Ama o kendisi için iyi olanı bilmiyor. İnatçı, kaprisli, her sözüme itaatsizlik ediyor! Sadece bana karşı geliyor! Değişmeyeceksin, değil mi? Öyle olsun. O zaman neden bu duvarın mı düşeceğini ya da kafanın mı patlayacağını görmüyoruz!”
Guoshi onu Xie Lian'ı tekrar kaldırırken gördü ve hızla bağırdı, “EKSELANSLARI! EKSELANSLARI!!! MAJESTELERİ… KÜÇÜK EKSELANSLARI HALA OLGUNLAŞMAMIŞ, BU SEFERLİK BIRAKIN GİTSİN, BIRAKIN ONU! BİR GÜN ANLAYACAK…”
Jun Wu ona baktı ve kıkırdaması daha da soğuklaştı, “Gerçekten delirdiğimi mi düşündün? Bana yalan söyleme. Gerçekten olgunlaşmamış olduğunu düşündüğün kişi o değil, benim değil mi?”
Guoshi şaşırmıştı, Jun Wu devam etti, “Sırf onun bana karşı kazanabileceğini umut ettiğin için onu büyütmek, öğretmek ve ona rehberlik etmek için kendinden çok şey harcadın. Yani benim hatalı olduğumu ve senin her zaman olduğu gibi haklı olduğunu kanıtlayabilirdin. Böylece şimdi WuYong'un mükemmel veliaht prensinin yanılsamasına yüzünü dönebilir ve Jun Wu'yu reddedebilirsin. Amacın bu değil mi? Ne düşündüğünü bilmediğimi mi düşündün?”
“ÖYLE DEĞİL!” Guoshi haykırdı, “Doğru ve yanlışlara, zaferlere ve yenilgilere bağlanmayı bırakın, DAHA ÖNCE BUNU HİÇ DÜŞÜNMEMİŞTİM!”
Ama Jun Wu dinlemeyi bırakmıştı ve sesini yükseltmiş tonunu keskinleştirmişti, “UNUT GİTSİN! Şunu söyleyeyim, hepiniz unutun! BANA KARŞI KİMSE KAZANAMAZ! ÖZELLİKLE DE O!”
Delicesine güldükten sonra Xie Lian'ı sürükledi ve onu kayalara doğru çarptı, her çarptığında bağırıyordu, “DEĞİŞECEK MİSİN? DEĞİŞECEK MİSİN? DEĞİŞECEK MİSİN??”
Sanki Xie Lian da delirmiş gibiydi, Jun Wu’nun kolunu kavrayıp kükremeye başladı “HAYIR! HAYIR! DEĞİŞMEYECEĞİM!”
Her vuruş ona yıldızları gösterecek kadar kıyaslanamayacak kadar acı verici olsa da her ne olursa olsun istenilen cevabı vermeyi reddederek bu nefesi inatla tuttu ve kükrer gibi bağırdı, “DEĞİŞMEYECEĞİM İŞTE! ACI VERİCİ OLSA BİLE DEĞİŞMEYECEĞİM, ÖLSEM BİLE DEĞİŞMEYECEĞİM, ASLA DEĞİŞMEYECEĞİM!!!”
Artık onu deli eden Jun Wu değildi, Jun Wu’Yu deli eden oydu.
Jun Wu’nun gözleri kıpkırmızıydı, tam onu disipline etmek için bir darbe daha vurmak üzereyken hareketi aniden durma noktasına geldi. Aşağıya baktığında omzuna uzun bir kılıç saplandığını ve çubuklardan yapılmış sekiz uzun ok, sırtına düzgünce tutturulduğunu gördü.
Bunların hiçbir önemi yoktu çünkü uzun kılıç ve oklar beyaz zırhı delememişti. Ancak sağ kolu kopmuştu.
Xie Lian’ı tutan eli kopmuştu. Kesikli, düzgün ve temiz olan bileğindeki her şey yok oldu. Xie Lian da gitmişti.
Başını çevirdiğinde keskin ve kuvvetli bir rüzgar tam ona doğru geliyordu. Sol elini salladı ve yakaladı ancak bunun kendi sağ kolu olduğunu gördüğünde fark etti.
Cennete uzanan köprüyü geçerken Hua Cheng tamamen kanlarla kaplanmış Xie Lian’ı tutuyordu. Bir el ters tutuşta palayı tutuyor Xie Lian’ın omuzlarına sarılıyordu, diğer eli ise kafasındaki yaraları kapatıyordu. Tüyler ürpertici bir tavırla şöyle dedi, “İğrenç pislik elini geri al.”
Xie Lian çok inatçıydı ve yenilgiyi reddetti, Jun Wu’Yu sinirden sonunda kudurtmuş ve zayıf noktalarını açığa çıkarttırmıştı.
Jun Wu sağ kolunu tuttu ve onu yeniden kendi bileğine tutturup elini birkaç kez açıp kapadı sonra sırtındaki okları çıkardı. Aniden bir şey hatırlamış gibi kafasını çevirdi ve uzun bir kılıç tutan solgun yüzlü Mu Qing’e baktı. Gözleri buluştuğunda Mu Qing biraz ürkmüştü ama yine de cesur bir tavırla kendini sakin kalmaya zorladı. Ama artık sakin kalması çok uzun sürmedi.
Jun‌ Wu onun omzuna baktı ve hafifçe yorum yaptı, “Biliyordum, XianLe’ye kıyasla sen hala yetersizsin.”
Bunu duyan Mu Qing'in yüzü biraz değişti, elindeki uzun kılıç aniden düştü ve çok geçmeden yüzünün rengi tamamen değişti. Bileğine bakmak için kolunu yukarı çekti ve o siyah lanetli kelepçenin aniden sıkıldığını gördü. Sanki sonsuz kan ona doğru toplanıyormuş gibi etrafındaki damarlar ve sinirler şişkinleşiyordu.
Feng Xin Mu Qing'in taşlaştığını ve hareketsiz olduğunu gördü ve bağırdı, “ORADA DİKİLİP NE YAPIYORSUN, KAÇ!”
Guoshi onu azarladı, “Feng Xin seni küçük aptal, bacağındaki o yaralarla nasıl kaçabilir?”
Feng Xin şaşırdı, “S*İKTİR! BUNU TAMAMEN UNUTMUŞUM!”
Eskiden olsaydı Mu Qing öfkeyle geri dönerken muhtemelen gözlerini devirirdi ama şimdi kaçsa bile boşunaydı. Bileğindekindeki lanetli kelepçe ile kaçsa bile hiçbir önemi olmazdı.
Feng Xin yemin etti ve yukarı çıkmak üzereydi ki beklenmedik şekilde Jun Wu sırtındaki okları çıkarttı ve elini çevirerek onları kendisine doğru fırlattı. Feng Xin yalnızca göğsünün soğuduğunu hissetti ve aşağıya baktığında bu sekiz okun tamamı geri dönmüş, düzgün ve düzenli bir şekilde göğsünü deliyordu!
Jun‌ Wu, yavaş yavaş Hua Cheng ve Xie Lian’a doğru yürüdü. Hua Cheng hiç ona bakmadı, Xie Lian’a sarılarak, “Gege? Gege?”
Xie Lian, daha önce şiddetli darbelere maruz kalmıştı ve kanlı bir şekilde kafasının hala zonklayarak kendine gelmesi biraz zaman aldı ama gözleri açılmadan önce ağzı mırıldandı, “…San Lang? İyi misin?”
Hua Cheng bir an ona baktı ve aniden onu sertçe kollarına bastırarak yavaşça cevapladı, “Ben tamamen iyiyim. Neden kendine bakmıyorsun?”
Xie Lian onun kucağına daha çok sindi, kucaklaması oldukça sıkı olmasına rağmen hiçbir yarasını acıtmıyordu. Gözlerini gayretlice açtı ve etrafındaki tüm düzensizlik görüşüne girdi.
Mu Qing, bir eli diğer bileğini sıkıca tutarak sanki o kan emici lanetli kelepçe ile kontrol için savaşıyormuşçasına olduğu yerde donmuştu, ama yüzü ne kadar solgun görünüyordu ki daha uzun süre dayanamayabilirdi.
Diğer yandan Feng Xin, o sekiz okla delinmişse de yine de yaraları önemliydi ve köprünün üzerine çökmüştü. Bu cenin ruhu şeytani bir şekilde uluyarak onun etrafında yukarı aşağı zıplıyordu, daha sonra arka ayağını kullanarak çılgınca bir şekilde Feng Xin'in yüzüne bastı. Feng Xin çok öfkelense de hareket edemedi yoksa yaraları daha da kötüleşebilirdi.
Bu arada cennete uzanan köprü parça parça yıkılıyordu ve her an yerle bir olabilirlerdi.
Xie Lian bunların hepsini kavradı ve sarsılarak ayağa kalkmak istedi. Hua Cheng ona yardım etti ve gözleri birlikte ileriye doğru hareket ederek ikisi ayağa kalktı.
Jun Wu’nun figürü onlara doğru yürürken etrafındaki ateş ışığına devasa bir gölge düşen dev gibi görünüyordu. Xie Lian gözlerinin, burnunun ve ağzının etrafındaki kanı sertçe silerek ölümcül şekilde o figüre baktı.
Jun‌ Wu, Zhu‌ ‌Xin‌'i eğik bir şekilde tutuyordu. Zhu Xin kılıcının vücudu aralıksız akan ruhsal güçlerle toplanmıştı. O sırada o kadar sakin ve rahattı ki Xie Lian’ı delice kayalara çarpan Jun Wu'dan neredeyse farklı bir insandı, “XianLe, Yenilgine dair hiçbir şüphe olmadığını çok iyi biliyorsun.”
Jun‌ ‌Wu‌ Xie‌ ‌Lian‌'ı çok iyi anladı. Onun nasıl savaşacağını tam olarak biliyordu ve onun ruhsal güçleri de ezici bir çoğunlukla onu ele geçirmişti. Dahası birbirlerine yumruk atmasalar bile Xie Lian Jun Wu’nun savaş aurası ve ruhsal güçlerinin artık daha fazla olduğunu hissedebiliyordu. Kendi bölgesi olan TongLu Dağında onların tarafındaki kısıtlamalar giderek daha belirgin hale geliyordu.
Xie Lian içten içe onun söylediği şeyin muhtemelen doğru olduğunu düşündü. Kazanamazdı.
Ama kazanamasa bile savaşmak zorundaydı!
Ancak Hua Cheng aniden konuştu, “Hayır, ekselansları, kazanabilirsin.”
Xie Lian şaşırmıştı ve ona baktı. Hua Cheng de ona bakıyordu, “Kazanabilirsin. Sen ondan daha güçlüsün.”
Gözü sanki bir şey yanıyormuş gibi parlaktı ve kesin bir tavırla şunları söyledi, “İnan bana. Yanılıyor. Sen haklısın. Sen ondan daha güçlüsün. Sen ondan çok daha güçlüsün!”
Jun‌ Wu derinden ve sessizce kıkırdadı, muhtemelen Hua Cheng'in sözlerinin saf ve eğlenceli olduğunu düşündüğü içindi ya da belki de elindeki otoriter güçten memnun olduğundan.
Milyonlarca inananın gücü yalnızca onun elindeydi!
Ama Hua Cheng omuzlarını tuttu, “Ne yani? Onlar sadece milyonlarca aptal, hepsi işe yaramaz, çöp. Ama senin için, bir kişi yeter.”
Bir kişi yeter mi?
Xie Lian, Hua Cheng onu yakınına çekmeden önce henüz kafasını etrafına sarmamıştı.
Xie Lian’ın gözleri açıldı.
Ruhsal güçler patladı ve içine aktı.
Bu sefer, ruhani güçlerini aktardıkları diğer zamanlardan çok daha karşı konulamazdı; hayalet kelebekler ve erimiş kederli ruhlar bile bu korkunç enerjiyi hissetmiş gibiydi, etraflarında birbiri ardına patlıyor, patlıyor ve çığlık atıyorlardı.
Xie Lian'ın parmakları uyuşmaya başlamıştı, bacakları da dizlerinin üzerine düşecek kadar titriyordu ve içinden dur diye bağırıp duruyordu, artık yeter! Ama Hua Cheng'in eli sıkıca kafasına kilitlenmişti, gitmesine izin vermiyor, onun reddini reddediyordu.
Tumblr media
Kim bilir ne kadar zaman geçmişti ki, aniden Xie Lian'ın boğazı gevşedi ve aynı anda Hua Cheng sonunda onu serbest bıraktı. Xie Lian'ın dizleri büküldü ve yere düştü, elleri tamamen düşmemek için kendini yerden destekliyordu.
Jun Wu adımlarını durdurdu ve yüzündeki ciddiyetle ona baktı. Uzakta yatan Feng Xin inanamayarak konuştu, “E… ekselansları… e… e….”
Xie Lian titreyen elleriyle uzanarak kendi boynuna dokundu.
Hiçbir şey yoktu.
Hua Cheng ona çok fazla ruhani güç akıtmıştı. Gerçekten de çok fazlaydı, o kadar fazlaydı ki lanetli kelepçenin dayanabileceği miktarın tamamen dışındaydı.
Onu sekiz yüz yıl boyunca kısıtlayan o iki kelepçe zincir patlamış ve paramparça olmuştu!
21 notes · View notes
aragarna · 8 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Meanwhile at the de la Vega Hacienda...
Miguel Bernardo as Diego de la Vega, Chacha Huang as Mei, and Paco Tous as Bernardo (Zorro, 2024, 1x04), as requested by @gneissgneissbaby :)
66 notes · View notes
sandushengshou · 3 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
The Legend of Heroes | Episode 01
43 notes · View notes
Text
I'm excluding the ones we got in season 1 and in sneak peeks (so no Jun Wu, Shi Qingxuan, Lang Qianqiu).
I wanted to cheat and include Guoshi Fangxin but I had to make choices to fit more characters.
75 notes · View notes
raddestrose · 2 months
Text
I think it so would be funny if someone drew the tgcf characters as the different people in the Alexander and the horrible terrible no good very bad day movie poster
39 notes · View notes