Tumgik
#Kadı Abdurrahman
derdiderun · 5 years
Note
Şahımerdan sarı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hakkında herhangi bir malumatım yok ama güvendiğim kaynaklar takip ettiğim hocalar önermiyor....
SELEFÎ & VEHHÂBÎ MÜELLİFLER ve YAYINEVLERİ
[Guraba Yayınevi]
[Polen & Karınca Yayınevi]
[Takva Yayınları]
[Ashab Yayınları]
[Hivda İletişim]
[ÜmmülKura Yayınevi]
[Tevhid ve Sünnet Yayınevi]
[Ey İnsanlar Yayınları]
[Beyaz Karınca Yayınları]
[Tevhid Yayınları]
[BeyazMinare Yayınevi]
....
* İbn Teymiyye
* Muhammed Bin Abdülvehhab
* Said el Kahtani
* Nasır el Umer
* Amr Abdulmünim Selim
* Abdullah Bin Abdulhamid El-Eseri
* Muhammed El-Humeyyis
* Ebu Muhammed El Makdisi
* İbn Useymin
* Necmi Sarı
* Ahmed Muhammed Davud
* Şahımerdan Sarı
* Ahmed Ferid el Mısri
* Yasir Burhami
* Alaaddin Palevi
* Hanifi Akın
* Ahmed Kalkan
* Feyzullah Birışık
* Sefer bin Abdurrahman el-Havali
* Mehmet Alptekin
* Abdülkadir bin Abdülaziz
* Süleyman b. Abdullah
* Muhammed b. Sultan el-Masumi
* Seyfullah Erdoğmuş
* Kadı Allame Şeyh Muhammed Buhayt el-Muti'i
* Hasan el-Arumi
* Ali Haşşan
* Ahmed Sa'd Hamdan
* Abdulaziz b. Abdillah b. Baz
* Abdurrahman b. Nasır el-Berrak
* Yahya b. Muhammed ed-Dilemi
* Abdülkayyüm es-Süheybani
* Ubeydullah Arslan
* Abdullah Yolcu
* Hüseyin Cinisli
* Emrah Orhan Kurugöllü
* Faysal B. Kazzar el-Casim
* Fadl İlahi
* Ziyaeddin el Kudsi
* Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türki
* Bender b. Nayif el-Uteybi
* Abdülkayyüm es-Süheybani
* Muhammed el Arifi
* Ali b. Nufeyyi el-Uleyyani
* Ebu Hanzala (Halis Bayuncuk)
* Abdullah Yolcu
* Abdülhamid Es-Suheybani
* Ahmed b. Abdurrahman el-Kadi
* Müfrih b. Süleyman el-Kavsi
* Salih el Fevzan
* Ömer Süleyman Abdullah el-Eşkar
* Ahmed Er Rumi El-Hanefi
* Muhammed b. Ahmed b. İsmail el-Mukaddem
* Selim b. el-Hilali
* Kevser Muhammed el-Minavi
* Salih Abdurrahman el-Husayyin
* Hamed b. İbrahîm el-Harikî
* Nasır El-Kıfari
* Abdulazim b. Bedevi el-Halefi
* Hafız B. Ahmed El-Hakemi
* Muhammed Abdullah el-Vuheybi
* Muhammed Nasruddin Elbani
* Amr Abdulmünim Selim
* Ahmed B. Osman El-Mezyed
* Abdulkerim Bekkar
* Nasır B. Abdülkerim El-Akl
* Abdulaziz B. Nasır El-Cüleyyil
* Muhammed Surur Zeynelabidin
* Nazım b. Muhammed Sultan El-Misbah
* Naci B.Dayil Es-Sultan
* Selman Nasif ed-Dahduh
* Ebu Basir et-Tartusi
* Alihan Musayev
* Ahmet Ferit
* M. Abdülhadi el-Mısri
* Halil Herras
* Ebu Abdullah Abdurrahman Abdullah
-------------------------------
Şİİ MÜELLİFLER ve YAYINEVLERİ
[ASR YAYINEVİ]
[KEVSER YAYINCILIK]
[Ahlulbeyt Yayınları]
[Al-i Taha Yayınları]
[Asr Yayıncılık]
[Ensariyan]
[Kevser Yayınları]
[Neva Yayınları]
[Oniki İmam Yayınları]
[Önsöz Yayıncılık]
[Velayet Yayınları]
[Fecr Yayınları]
....
* İmam Humeyni
* Ayetullah Hamanei
* Muhammed Ticanî Semavî
* Mehdi Aksu
* Muhammed Cevad Horasani
* Seyit Mehdi Saidi
* Hasan Alimi Bektaş
* Cevad Muhaddisi
* Ammar İlter
* Seyyid Cevad Mustafavi
* Hüseyin B. Muhammed İbrahim El-Tiflisi
* Metin Atam
* Abbas Azizi
* Ayetullah İbrahim Emini
* Mehdi Pişvai
* H. Şeyh Necmu'd-din Tabesi
* Seyyid Ali Musevi Germarudi
* Ayetullah Destgayb
* Ayetullah Seyyid Ali Hamenei
* M. Muhammedi İştihardi
* Cafer el-Beyati
* Metin Hasanov,, Hilal Hasanov,
* Muhammedi Reyşehri
* Serdar Aytekin
* Kerim Uçar
* Cumhur Atam
* Hidayet Koşaca
* Ebulfez Kocadağ
* Allame Şerafüddin
* Dr. Muhammed Rıza Yektai
* Muhsin Kıraati
* Kasım Süphani
* Zeynep Sercani
* Fatih Kahramani
* Metin Atam
* Seyyid Mesut Masumi
* Muhammed Hüseyin F.Zade
* Abdullah Turan
* Yalçın Bulut - Serkan Ünlü
* Cafer Bendiderya - Cafer Bayar
21 notes · View notes
haberkaraman · 7 years
Text
Napolyon'u durduran Karamanlı
Napolyon’u durduran Karamanlı
Koç Bekir Ağa, 1749 senesinde Konya’da doğmuştur. Bekir Ağa’nın anası, Karaman‘ın İlisıra Köyünden (Yollarbaşı) Afife Hatundur. Babası Mevlâna sülâlesinden Halil Çelebi‘dir. Anası Afife hatun 1804, babası Halil Çelebi 1810 yılında vefat etmişlerdir. Mezarları Konya Üçler Mezarlığındadır.
Konya‘nın yetiştirdiği önemli değerler arasında olan Koç Bekir Ağa Konya mektep ve medreselerinde biraz…
View On WordPress
0 notes
utopianatolia · 7 years
Text
Kitaplar...
231) Bahriye Üçok- İslam Tarihi Emeviler ve Abbasiler
Stahr'ı savunma yolundaki çabalar da boşuna oldu ve sonunda Stabr vergi ödemeği kabule mecbur oldu. Müslümanlar Horasan'a ulaştılar, oraları da yer yer istilâ ettiler. Yezdecerd Ceyhun ırmağını ve onun ötesindeki çölleri aşıp kuzeye doğru çekildi. 651 yılında 31 yaşında iken kendisini iziliyenler tarafından öldürüldü, böylece Sâsâm saltanatı sona ermiş, bütün iran İslâm egemenliği altına girmiş oluyord
Aynı yıllarda Azerbaycan ahâlisi barışı bozmuş olduğundan Küfe vâlisi Velid ilmi Ukbe bunlara karşı hareket ederek, onları barış hükümlerine uymaya zorlamıştı, Daha sonra Selman ibni Rebia' vı Hz. Osman Ermenistan'a göndermiş, o da bu havalide süküneti sağlamıştır. 
 Zat ül-Savâri deniz savaşı: İslâmların denizaşırı ülkelerde de egemenlik kurmaya başladıklarını gören Bizans Imparatoru Konstans (641-668) haklı bir korkuya kapıldı ve Afrika'da ki Bizans topraklarına girmiş olan Müslümanları  önce bu topraklardan çıkarmak için bir donanma hazırladı, imparator  kendisi emrindeki 500 parça gemi ile savaşı yönetiyordu, Bizans donanmasının  yelken direkleri bir ormanı andırdığı için bu savaşa Zat ül-Savari adı verilmiştir.  31/651-2'de Likya kıyılarında vuku bulan bu savaşta Bizans gemileri görüldüğü  zaman deniz çok sertti, Müslümanlar ve Bizanslılar sükünetlerini muhafaza  ederek gemilerini kıyıya yanaş-tırdılar. O geceyi Müslümanlar Kuran okuyarak, namaz kılarak, Hristiyanlar  çan çalarak, haç çıkartarak geçirdiler. Ertesi gün gemiler birbirine yaklaştırılıp  savaşa başlandı. Müslümanların bu savaşta gösterdikleri çabayı İbn ül-Esır,  başka bir savaşta göstermemiş olduklarını ileri sürmektedir. Savaş Bizanslıların  yenilgisi ile bitmiş, Imparator Konstans yaralanarak Sicilya'ya kaçmış, askerleri perişan olmuş, donanması imha edilmişti. 
Hazret-i Ömer'in kızı, Peygamber'in dul eşi Hafsa'ya haber gönderip yanındaki Kur'an nüshasını emanet olarak kendisine yollamasını rica etti ve. Zeyd ibni Sâbit, Abdullah ibni Zübeyr, Said ibn ül-As, Abdurrahman ibni Haris, Hâris ibni Hişam gibi ashabın en ünlü kişilerinden kurduğu bir komisyonu Kur'an'm dikkatli ve emin bir şekilde kopye edilmesine memur etti; fakat Medine'li olan Zeyd ile bir anlaşmazlığa düşerlerse Kur'an'ı Kureyş lehçesine sadık kalarak kopye etmelerini emretti. Verilen emre uyularak Kur'an Kureyş arapçası ile yazıldı. Bununla birlikte Kur'an'ı okuyan yabancıların bazı kelimeleri Kureyş arapçası ile telaffuz edememeleri karşısında Hazret-i Muhammed'in bunlara hoşgörü ile muamele ettiği rivayet edilir. Çok muhtemeldir .ki, bu müsaade İslâmiyet'in genişlediği, Peygamberin hayatının son zamanlarında verilmiştir. Bahis konusu ettiğimiz bu lehçe farkı Kur'an'm manasında hiçbir değişikliğe meydan vermemekle beraner fonetik yönden ayrılığa vesile olmakttaydı. Bir İki örnekle açıklamak gerekirse: Kureyş lehçesinde «Hatta» dendiği halde, Huzeyl Alapiarı bunu «Atla» diye okur ve söylerler; Kureyşliter t'nin fet-hiyle «lalerniin» dedikleri halde, Esed'li Araplar t'nin kesri ile «Tİ'-  lemiln» okurlardı. Birinin «asin» okuduğunu öteki «Yasin» okurdu. 
Mısır fatihi Amr ibn ill-As'ı Mısır'da refahı arttırdığı halde, devletin gelirlerini arttırmamış olmakla suçlayarak azledip yerine Abdullah ibni Ebi Serh'i tayin etti. Bu, bir ara Hz. Peygamber zamanında dinden dönmüş ve bu sebeble de onun tarafından idamı emredilmiş olduğu hâlde, sonradan affedilmişti. Bu durum Peygamber soyundan gelenlerin Halife Osman'a gücenmelerine sebep oldu. Muğire bin Şube ile Sa'd ibni Ebi Vakkasin azil sebebi ise beytülmaideıı bir miktar para aldıkları iddiası idi. 
Emeviler'in savaşlar sonunda ummadıkları zenginliklere sahip olmaları bundan da pek çok gurur duymaları ve Kureyş'ten olmayanları aşağı görmeleri, Islam'ın unutturduğu eski kabilecilik duygularını yeniden alevlendirdi. Bunlara eklenen Aminâr bin Yâsir gibi seçkin bir sahabinin mesçitte bayılıncaya kadar dövülmesi, bir Kureyşli gelirken «Savulun yoldan» diye bağrılması, Medine etrafındaki genel otlakların Hz. Osman tarafından yalnız miri hayvanlara ayrılması ve bunun gibi daha pek çok sebep, Hz. Osman'a karşı duyulan saygı ve "bağlılığı iyice gevşetmiştl. 
Abdullah ilmi Sebe bu anlaşmanın gelecekte kendisi için doğuracağı zararları göz önünde tutarak bir gece askerleri ile Talha ve Zübeyr'in kilere baskın yapmış ve bunu Ali'nin askerleri tarafından yapılmış bir baskın gibi göstermiştir. 9 Aralık 656'da yeniden başlayan çarpışma her iki yan için ağır yitiklere sebep olmuştur (23). En gözde sahâbiler bu çarpışmada karşılıklı birbirlerine ok yağdırdılar. Savaşın başında Hz. Ali atım Zübeyr'e doğru sürüp ona Peygamber'in bir hadisini hatırlayıp hatırlamadığını sormuş, Zübeyr de hadisi hatırladığı için üzülmüş ve savaştan vazgeçmiş ise de oğlu Abdullah onu korkaklık ile suçlayarak bir kez daha savaşa sokmuş, sonunda Zübeyr savaş meydanında kalmıştır. Talha ise Zübeyr'den az ünce Meryân bin Hakem'in attığı bir okla ölmüştü. Başı boş kalan askerler Hz. Ayşe'yi alıp iyice zırhlanmış m ah fa-sına oturtmuşlar, m ah fayı da bir devrinin üzerine yerleştirmişlerdi. Artık kaçan savaşçılar devenin etrafında toplanıyorlar ve şaşılacak bir fedakarlıkla Hz. Ayşe'yi koruyorlardı. Devenin yularını tutan biri  yere düştükçe bir başkası hemen onun yerini alıyordu. Böylece Hz.  Ayşe'yi koruyanlardan bir rivayete göre 70, bir başka rivayete göre de 40 kişi ölmüştür. Sonunda Hz. Ali'nin bir işareti üzerine devenin arka ayaklarına vuruldu, deve yere düştü, Hz. Ayşe de bu suretle esir edildi.Kardeşi Muhammed onun muhafazası ile görevlendirildi. Hz. Ali ganimet mallarına dokundurmadı. Kırk kadının eşliğinde Hz. Ayşe Medine'ye yolcu edildi. Ayşe Önce Kabe'yi ziyaret ettikten sonra bütün hayatı boyunca Medine'de bir köşeye çekilip pişmanlık acıları çekti. 
Hz. Ali Müslümanlar'ın kanlarının akmaması için, Muâviye'yi kendisiyle düelloya dâvet etmişti. Amr ibn  ül-âs, Hz. Ali'nin bu teklifinin doğru olduğunu Muâviye'ye hatırlatmış ise de  Muâviye ona  «sen iyi bilirsin ki, bu işin sonu ya mahvolmak ya hasolmaktır cevabını»  vermişti. Amr, şerefini kurtarması gerektiğini söyleyince de, onu kendi iktidarına göz dikmekle itham etti. Bir bakıma bu doğru idi de. Başka bir rivâyel MuaviyeTnin Amr'ı kendi yerine Hz Ali ile çarpışmaya zorladığı, Amr'ın bunu  kabul etmek zorunda kaldığı, fakat Ali'min Amr'ı tanıdığı ve Muâviye için  küçültücü sözler söylediği yolundadır
Hicri 49 yılında Muâviye, Eş'as bin Kays'm kızı ve Hz. Hasan'ın eşlerinden  Esma'yı oğluna almak 10 000 dirhem ve 10 çiftlik hediye etmeği vâdederek  zehirlemeğe teşvik etti. Hz. Hasan 46 yaşındayken Taberi'nin rivâyetine göre  böyle bir tertiple öldü. Vasiyeti üzerine Hz. Peygamber'in yanında hazırlanan  yere gömülecekti, ama Hz, Ayşe hemen devesine binip yanına adamlarını alarak  Hz. Hasan'ın vasiyetinin gerçekleşmesine izni vermedi. Medineliler bunda çok  üzüntü duydular. Ona : «Sen bir gün deve üzerinde savaşa girer, bir başka gün  peygamberin torununu kendi yanma gömülmeğe bırakmazsın» dedilerse de, onu  kararından caydıramadılar. Hz. Ayşe'nin adamları karşı tarafa ok atmaya  başladılar. Atılan oklardan Hasan bin Ali'nin taburu delik deşik oldu. Bunun  üzerine, onu Baki mezarlığına defnetmeğe mecbur kaldılar
Muaviyeinin sünnilere göre bazı suçları vardır. Bunların en önemlilerinden dördünü belirtelim : 1. Hz. Ali'ye ve soyuna küfretmek (sebb); bu kötü görenek Önce Şam'da başlamıştır. Namazdan sonra Hz, Osman'a dua edilir, sonra Ebu Turâb lakabı ile anılan Hz, Aliye küfredilirdi. Küfe'de vali bulunan Mugire bu yolu izlediyse de Hücr bin A'dı bin Hâtem ve onunla birlikte cemaat bu bedduayı hemen reddederdi. Mugire cemaatin tepkisine ses çıkarmazdı; ama Ziyad ibni Ebihi Küfe valisi olduktan sonra Hücr bin Aidinin bu karşılığını hoş görmiyerek, onun ve bazı arkadaşlarının hapis ve idamına sebeb oldu , 2. Seçime uymayarak kılıç kuvvetiyle ve hile ile hilafeti alması, 3. Ziyad'I kendi nesebine bağlaması. 4. Oğlu Yezide veliahd olarak halkı zorla biat ettirtmesi.
Muâviye Suriye'deki danışma kurulunun görüşmelerinde bir «primus inter pares» ( = eşitler arasında birinci) idi.  Yavaş yavaş uyruklarının siyasal terbiyelerini geliştirmeği va başı boş hareketlerinin önüne geçmeği başardı. Hiçbir zaman onların eleştirmelerinden ve şairlerin saldırılarından ürkmezdi. «Birer-eylem haline gelmedikçe kelimeler beni ilgilendirmez» demek
En eski kaynakların hemen hepsi Hüseyin' in başı Şam'a getirildiği zaman Yezid'in çok üzülmüş olduğunu, gözlerinin yaşardığını ve onu getirenlere «Hüseyin'i öldürmemiş  olsaydınız, bağlılığınızdan gene memnun kalırdık; onun yanında olsaydım, kendisini affederdim» demiş olduğunu ve mükafat ümit Edenlere hiçbir şey vermediğini kaydederler. Ayrıca Yezid, Hz. Hü- seyin'in perişan bir halde Şam'a getirilmiş olan ailesi ile birlikte ağlamış ve sonra onların bütün ihtiyaçlarım sağlayarak kendilerini Medine'ye yollamıştır. Bütün bu rivayetler Yezid'in bu fiillerinin samimi olmadığını gösterir. Eğer sahiden Ubeydullah'a kızmış olsaydı onu Küfe valiliğinden azlederdi. Sonra Küfe kuvvetleri bu kadar üstün olduğu halde onu diri yakalamayıp şehit etmeleri ve boş yere adamlarını katletmeleri de bu yolda bir emir almış olduklarını göstermektedir. 
Harem'de yâni Kâbe'de kan dökmek yasak olduğu hâlde, Şam askerleri mancınık getirip Kâbe'yi taş yağmuruna tuttular. Bu arada atılan ateşli mızrak-lardan biri Kabe'nin örtüsünü ve tahta kısımlarını tamamiyle tutuşturdu; kısa zamanda «Beytullah» bir kül yığını hâline geldi. Tam bu sırada Halife Yezid ölmüştü
Sonunda Haccâc, Kuteybe bin Müslim'i Türk ellerinin fethine memur etti (705), Çok kan dökücü bir kumandan olan Kuteybe, Türk beylerinin uzakta bulunmasından yararlanarak To-Iıaristan'da bazı şehirleri aldı ve ticaret merkezlerinden Baykent'e yürüdü (707). İki ay uğraştıktan sonra halkı teslim olmaya mecbur etti. Araplar Baykent'e barış yaparak girdiler ama şehrin zenginliğini görünce yağmaya koyuldular, bu güzel şehri birkaç gün yağma etlikten sonra yaktılar, yıktılar. Şehirde eli silâh tutan ne kadar Türk varsa hepsini öldürdüler; kadın ve çocukları esir edip Horasan'a gönderdiler. Kuteybe, Baykent'ten sonra Ta İkan m a m u r şehrini harabeye çevirtti; halk katledildi, bu işten yorulanlar Türkleri sıra sıra ağaçlara astılar. Talkan yolunun 6 km, liık bir kısmı böyle asılmış insanlarla çevrildi (81). Kuteybe 12 yıl zengin ve m a m u r Türk şehirlerini yıkmakla uğraştı; işitilmedik vahşetler işledi; geçtiği yerlerde yanık kokusundan başka birşey bırakmadı, ama gene de kesin bir sonuç alamadı. O kadar ki, Semerkant Türkleri Kuteybe'ye vergi vermeği kabul eden Han lan Tarhun'u tahttan İndirdiler (82); yerine Gurak H a m geçirdiler (709) ve savaşmaya devam ettiler. Kuteybe ancak altı yıl uğraştıktan sonra Semerkand'a girebildi (711). Harezm bölgesinde de aynı facialar oldu. Kuteybe zengin ve bakımlı Harezm şehirlerini yağma ettikten sonra kardeşi Abdurrahman'ın esir ettiği 4000 Türk gencini öldürttü
Kuteybe'd en sonra Maveraünnehr'de Türkler birleşip Arap-Jar'ı yurtlarından sürüp çıkardılar; yalnız Buhara ve Semerkant gibi Araplar, İranlılar ve Müslüman olmuş Türklerle meskün şehirlerde müşterek bir yönetim kurulabildi. Emeviler'in Horasan valisi Eşres hiç olmazsa Buhara ve Semerkant bölgelerinde tutunabilmek için İslam dinini kabul edecek ulan Türkler'den cizye alınmam asını uygun gördü ve bunu ilâna mecbur oldu. Bu ilan aynı zamanda, Müslüman olacak Türkler e, Araplarla eşit haklar verileceğini de ihtiva ediyordu. Tahammül edilemiyecek kadar ağır olan cizyeden kurtulabilmek için Buhara ve Semerkant Türklerinden birçoğu İslam dinini kabul ettiklerini bildirdiler. Ancak halkın çoğu İslam dinini kabul edmce, gelir bir-denbire azaldı; Buhara bölgesini Emeviler'in bir malikânesi sayan Şam sarayını telaş aldı. Müslüman olan Türklerden de Cizye alınmakta devam edilmesi yeniden emredildi (84). İslâmiyet'e aykırı olan bu emir yeni ayaklanmalara sebcb oldu. Bu tarihlerde Seyhuıı Irmağı boylarında da Türkeş devleti kurulmuştu. Maveraünnehr'de Müslüman olmuş veya olmamış bütün Türkler toplanıp Türkeşle- ı in Hanı Suluhan'dan yardım istediler. Suluhan yardıma koşup Araplar'ı Maveraünnehr'den sürüp çıkardı. Toharistan'ı da Araplar'dan kurtardı. Fakat Suluhan'dan sonra Türkeşler kara ve san diye ikiye ayrılınca, bu iki grup arasında savaşma başgösterdi. Bu savaşmalardan yararlanan Araplar yeniden çıkarıldıkları yerlere girebildiler.
Şuubiye hareketi: Ş'ab kökünden gelen bu kelime Müslüman Arapkir'in gitikleri yerlerde hukuk ve siyaset bakımından kendinden başka kavimler üzerinde üstünlük kuruta çabalarına karşı çıkan sosyo-politik akımı ve bunun mensuplarını ifade eder. Şuubi Ve yandaşları bütün Müslümanların eşitliğini kabul ettikleri için kendilerine Ehl üt-tesviye yâni eşitleştirme yandaşları adını verirlerdi. Daha Hz. Ömer zamanında, onun ünlü adâletine rağmen, Araplık taassubu açıkça görülmeğe başlamıştı. Yabancı ırk ve uluslardan olan dindaşlarına karşı (bir iki halife dışında) Kitap ve (Sünnete uymayı akıllarına getirmeyen Emeviler zamanında, Araplar an siyasal ve hukuki baskısı son haddine varmıştı. İşte birden bire çok geniş-leyen Emevi imparatorluğu zamanında Allah'ın ve Peygamber'in eşitlik emirlerine rağmen  Arap'tan başka Müslümanlar asla Araplarla eşit sa-yılmıyor, tersine onların kölesi gibi kabul ediliyorlardı. O derece Arap asabiyeti İle hareket ediliyordu ki, Arap olmayan bir anadan doğan bir prens tahta geçemiyor, bir Türk veya İranlı'nın arkasında bir Arap namaz kılmıyor ara plan gaynsı ite bir ar ab evlenemiyor, (Zeydan IV, 167-168) ve Arap, Arap'tan gayri bir kimse ile dolaşamıyordu İşte bu arap şovüıizmi'dir ki, bir tepki yarattı ve o zamana kadar süregelen bu bedevi asabiyeti karşısında Araplar dışında kalan ulusların kavim bilinçleri uyandı, Emeviler zamanında başlayarak, onların yıkılmasında olumlu bir rol oynayan bu psikolojik tepki Abbasiler devrinde Araplar'i pek sevmiyen Halife Mansur zamanından itibaren türlü sebeblerle yavaş yavaş güçlendi ve Halife Me'nıun devrinde büyük bir sosyo-politik akım niteliğini kazanarak siyasal hayatta da etkisini gösterdi. Öyle ki az sonra Mu'tasıın zamanında Araplar'ın ödeneklerinin kesildiğini, valiliklerden uzaklaştırıldıklarını bile görmekteyiz. Zira Abbasi ordusu sâdece Arap askerlerinden meydana gelmiş bir kuvvet olmayıp türlü uluslardan, bu arada en çok Türkler'den oluşmaktaydı
Ahlaken kötü olan Rodrik, Susa valisi olan Jülien'in kızına tecâvüz-de bulunmuştu. Bundan ötürü Jülien, Rodrik'ten öç almak amacıy-la Musa'yı İspanya'yı fethe çağırdı. Musa, Halife I. Velid'in de iznini alıp, Şerif adındaki bir subayını keşfetsin diye Güney-İspanya bölgesine yolladı. Aldığı elverişli haberler üzerine en değerli kumandanı olan azadi kölesi Tarık bin Ziyâd'ı 7000 kişi ile İspanya' ya geçirdi.Bu bölgenin Got valisi topladığı üstün kuvvetlerle Târik ordusunu karadan kuşatlı. Yalnız kıyı açık kalmıştı. Tank çekilmek umudunu yitirmek için limandaki gemileri yaktırdı; ordusuna hitaben: «Sabır ve sebat ederseniz zafere  ulaşırsınız, Endlüs'ü fethederiz. Aksi halde düşman hepimizi denize döker» dedi  ve sonra düşmana saldırarak onu yendi. Geri kaçanları koğuşlurarak Kadls dolaylarına geldi. Rodrik bütün imkanlarım toplamış, 90 000 kişilik ordusuyla onu Kadis'in güneyinde karşılamıştı. Savaş, yâni Kadis savaşı 8 gün sürdü, Tarık'ın ordusunda çözüntü başlamak üzereydi; askerlerden kimisi kaçmaya  yeltenmişlerdi bile. Tarık atına atladı ve kaçanlara aşığadaki çağrıda bulundu: «Ey Magrip'li gaziler, ey Müslüman kahramanlar nereye gidiyorsunuz? Gafilcü  hangi yere kaçmak istiyorsunuz? Düşününüz ki, önünüz düşman arkanız deryadır. Sizin için çıkar yol fıtri şecâatinize dayanarak ve güvenerek savaş  meydanında durmak ve dayanmaktır. Ey süvariler bana bakın ve benim gibi  yapin». Bu çağrının ardından atım dört nala kaldırıp düşman ordusunun üzerine  yürüdü. Süvarileri kendisini izlediler. Tarık düşman sancağımn olduğu yere  saldırıyordu Orada başında tacı olduğu halde bir araba içinde kral Rodrik'i sezdi, derhal ona yönelerek kılıcı ile onu kalbinden vurdu. Kendisini izleyen  askerleri de düşman ordusunu kılıçtan geçirdiler. Kralın ölümü ve ordusunun tam yenilgisi Got devletinin yıkılması 
Bdediyün denilen İspanya Müslümanları ise, gurur lalından ötürü Araplar'', vahşetlerinden ötürü de Berberiler'i sevmiyorlardı. İslam esaslarına göre Müslümanlar arasında ırk ve Sdil farkı gözetmemek gerektiği halde, zorla Yarımadaya girmiş Araplar'ın ırki gururları alt edilemiyor; Anglosaksonlar gibi kendilerini üstün ulus sayıyorlardı. Araplarla Belediyfin arasındaki ge- çimsizlik bir dereceye kadar, Lombardiyalılar'la Avusturyalılar, yahut Keltler ile Saksonları birbirinden ayıran nefreti andırır. 
Halife II. Velid kadınlar, şarkıcılar ve şairler arasında zevk ve eğlence içinde yaşamaya devam etti; güzel sesli köleler ve cariyeler her tarafı doldurdu. Bütün ülkede şarkılar besteleyip söylemek moda oldu. İbni Sureye, Mâbed, Garid, İbn Ayşe vb. şarkıcılar sarayda baş üstünde tutuldu. Halife tarafından muazzam at yarışları düzenlendi, Kendisi gece gündüz içiyordu. Hatta bir gün kendisine gelip «Ya Emir ül-Müminin. sarayın etrafı Arap ve Kureyş temsilcile-riyle doldu. İçinde bulunduğunuz durum Halifelik şerefi ile bağdaşmaz» diyen bir mabeyne iyi yere yatırıp ağzına bir boru ile ölünceye kadar şarap akıttırmıştı, Bu selih hayatın yanı sıra mukadde-sata karşı en küçük bir saygı duygusuna sahip olmadığı da kaynaklardan anlaşılmaktadır: Bir gün XIV, Sure'nin 15. ve 16, âyetlerini okurken Kur'an'ı hedef olarak karşısına diktirmiş ve altığı oklarla kutsal kitabı delik deşik etmiş ve şu mealde de bir beyit okumuştu : «Mağrur ve âsi insanı tehdit ediyorsun; işte mağrur ve âsi insan benim; rabbiniıı Önünde kıyamet günü göründüğün-de ona de ki, beni böyle parçalayan Velid idi» (114). Ayrıca onun İslâmİyetten çıktığını ve Mani dinine girmiş olduğunu bildiren kayıtlar da mevcuttur
Mezdek tarafından vaktiyle (V. Yüzyıl) kurulmuş olan eski bir mezhep de yeniden nüfuz kazanarak birden bire genişledi. Hristiyanlıkla mecüsiliğin (Mazdeizm) karışmasından doğan ve III. Yüz-yılda Mani adında bir din kurucusu tarafından İranda ortaya atılan bir mezhep veya din Irak ve Suriye'de gizliden gizliye yaşamaya devam etmişti. Bir yandan Doğu Türkistan'da Uygurlar arasında faaliyet gösteren Maniheistler öte yandan, Mehdi zamanında, Irak'- la öylesine çoğaldılar ki, Halife Zenâdtka (= Zındıklar) taifesi di-ye adlandırılan bu akım yandaşlarından Semgâle adında birini yanına çağırıp kendisine Müslümaniar'dan kimlerin uymakta olduğunu bildirmesini emretti fakat Semgâle'llin cevabı, «Bunlar saymak-la bitmez» şeklinde olunca, Manı dinine girmiş olanlar hakkında ta-kibata nezaret etmek üzere «Sâhib üz-Zenâdika» adıyla bir memu-riyet kur dur d u ve Manicileri şiddetle cezalandırdı (143). 
İlahiyatçılar, bunlar arasında Ahmed ilini Hanbel bu düşünceyi reddettiler. Kaderi reddeden Mutezilenin yandaşları Cenab-ı Elakkiı zulümden tenzih ve adl-i ilahiyi ispat ediyorlardı. Mütezililer başlıca şu esasları kabul etmekteydiler: 1) Kader yoktur; 2) Kulların fiilleri Allah'ın mahlukeı değildir; 3) Ebedden beri mevcut olan ve ezele kadar mevcut olacak olan yalnız Allah'tir; 4) Allah kötülük sevmez onun için günahlar Allah'ın isteğiyle iş- lenmez; 5) iman etmiş oldukları halde iyi işler yapmıyanlar ebediyyen cehennemde kalırlar (159), Eştarilik ise bu sayılanların tamamiyle aksini kabul etmektedir. 
Karmat Hareketi: Zenci kölelerin isyanı sırasında Mezopotamya'da 877'den sonra gizli ve komünist ilkelere dayanan bir mezhep türemişti. Ayaklanmış olan bazı Arap ve Nabatı topluluk-ları bu mezhebi benimsemiş bulunuyorlardı.Karmatların el-Aiısa'da kurdukları lâik ve sosyalist cumhuriyet 150 yıl boyunca varlığını koruyabildi ve buradan yapılan akınlarla gerek hac yollarında, gerek Irak toprak ların da güvenlik diye bir şey bırakmadı. Yönetim altı kıral ve altı vezir elinde idi. Bu on iki kişi aralarında çok iyi anlaşırlar, kararları birlikte alırlardı.  Halk hiçbir dini vergi ödemezdi; yalnız şeflerden Handan Karmat 890'da sivil nitelikte iki vergi kabul etmişti, El-Ahsa'da halkın buğ-dayını bedava öğüten genel değirmenler vardı.  Kimin namaz kılıp oruç tuttuğu aranmadığı gibi, şehirde hiçbir cami de yoktu. Bununla birlikte İranlı bir zengin olan tüccar Ali ibni Muhammed alış veriş eden yabancılar için bir cami yaptırmıştı. Karmatlar sünniler'in okuyamadıkları gizli bir alfabeye sahiptiler. 
Emâret-i İstilâ : Bir emir veya vali, kuvvet kullanarak bir bölgeyi ele geçirince, halife onu âdeta bağımsız bir h ü k ü m d a r gibi tanırdı, İşte böylece tanınmış valilik veya emirliklere Emâret-i İstilâ denirdi. Ancak bu \failler her türlü yönetim işlerini bağımsız olarak gördükleri halde, dini bakımdan halifeye bağlı sayılırlardı. İran ve İrak'da Büveyhoğullan, Mısır ve Suriye'de Eyyübiler, Memlükler, Doğuda Gazneliler ve bunun gibi daha birçok devletler bağımsız oldukları halde minberlerde halifeler adına hutbe okutur ve gene onların adına para bastırırlardı, 
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
0 notes
kimdirkimdircom · 7 years
Text
Nükhet Hotar Kimdir
Fatma Seniha Nükhet Hotar (Göksel), (d. 1961, Malatya), Türk akademisyen ve siyasetçi.
Kadı Abdurrahman Paşa torunlarından olan Nükhet Hotar, Tevfik Hamit Bey ile Fatma Vedia Hanım’ın kızı olarak Malatya’da doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi mezunudur, aynı Fakülte Sosyal Bilimler Enstitüsü Çalışma Ekonomisi Bölümünde yüksek lisans ve doktora yaptı. Dokuz Eylül…
View On WordPress
0 notes
derdiderun · 5 years
Note
Selamun aleykum abi Hekimlikoglu İsmail ile Alihan Musayev Bi iki yazari okumak iyimi sence yoksa sıkıntıları var mi Bi bilgin var mi ?
Ve Aleykümselam kardeşim. Hekimoğlu’nu bilmiyorum ama Alihan Musayev Sıkıntılı
SELEFÎ & VEHHÂBÎ MÜELLİFLER ve YAYINEVLERİ
[Guraba Yayınevi]
[Polen & Karınca Yayınevi]
[Takva Yayınları]
[Ashab Yayınları]
[Hivda İletişim]
[ÜmmülKura Yayınevi]
[Tevhid ve Sünnet Yayınevi]
[Ey İnsanlar Yayınları]
[Beyaz Karınca Yayınları]
[Tevhid Yayınları]
[BeyazMinare Yayınevi]
* İbn Teymiyye
* Muhammed Bin Abdülvehhab
* Said el Kahtani
* Nasır el Umer
* Amr Abdulmünim Selim
* Abdullah Bin Abdulhamid El-Eseri
* Muhammed El-Humeyyis
* Ebu Muhammed El Makdisi
* İbn Useymin
* Necmi Sarı
* Ahmed Muhammed Davud
* Şahımerdan Sarı
* Ahmed Ferid el Mısri
* Yasir Burhami
* Alaaddin Palevi
* Hanifi Akın
* Ahmed Kalkan
* Feyzullah Birışık
* Sefer bin Abdurrahman el-Havali
* Mehmet Alptekin
* Abdülkadir bin Abdülaziz
* Süleyman b. Abdullah
* Muhammed b. Sultan el-Masumi
* Seyfullah Erdoğmuş
* Kadı Allame Şeyh Muhammed Buhayt el-Muti'i
* Hasan el-Arumi
* Ali Haşşan
* Ahmed Sa'd Hamdan
* Abdulaziz b. Abdillah b. Baz
* Abdurrahman b. Nasır el-Berrak
* Yahya b. Muhammed ed-Dilemi
* Abdülkayyüm es-Süheybani
* Ubeydullah Arslan
* Abdullah Yolcu
* Hüseyin Cinisli
* Emrah Orhan Kurugöllü
* Faysal B. Kazzar el-Casim
* Fadl İlahi
* Ziyaeddin el Kudsi
* Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türki
* Bender b. Nayif el-Uteybi
* Abdülkayyüm es-Süheybani
* Muhammed el Arifi
* Ali b. Nufeyyi el-Uleyyani
* Ebu Hanzala (Halis Bayuncuk)
* Abdullah Yolcu
* Abdülhamid Es-Suheybani
* Ahmed b. Abdurrahman el-Kadi
* Müfrih b. Süleyman el-Kavsi
* Salih el Fevzan
* Ömer Süleyman Abdullah el-Eşkar
* Ahmed Er Rumi El-Hanefi
* Muhammed b. Ahmed b. İsmail el-Mukaddem
* Selim b. el-Hilali
* Kevser Muhammed el-Minavi
* Salih Abdurrahman el-Husayyin
* Hamed b. İbrahîm el-Harikî
* Nasır El-Kıfari
* Abdulazim b. Bedevi el-Halefi
* Hafız B. Ahmed El-Hakemi
* Muhammed Abdullah el-Vuheybi
* Muhammed Nasruddin Elbani
* Amr Abdulmünim Selim
* Ahmed B. Osman El-Mezyed
* Abdulkerim Bekkar
* Nasır B. Abdülkerim El-Akl
* Abdulaziz B. Nasır El-Cüleyyil
* Muhammed Surur Zeynelabidin
* Nazım b. Muhammed Sultan El-Misbah
* Naci B.Dayil Es-Sultan
* Selman Nasif ed-Dahduh
* Ebu Basir et-Tartusi
* Alihan Musayev
* Ahmet Ferit
* M. Abdülhadi el-Mısri
* Halil Herras
* Ebu Abdullah Abdurrahman Abdullah
9 notes · View notes
derdiderun · 5 years
Note
Kendi yaptığı bir şeyle gurur duymak kibir midir? İnsan mesleğiyle ya da yaptığı bir yemekle,işle gurur duyamaz mı?
Aslında soruyu şöyle sorarsak daha hoş olur. İnsanın kendi yaptığı bir işi beğenmesi, bundan gurur duyması nefs göz önüne alındığında kişiyi hangi tehlike ile karşı karşıya bırakır? 
Kontrol edilmesi ya da kontrol altında tutulması çok zor olan bazı meziyetler vardır. Şöhret gibi, beğenilmek gibi, güzellik gibi, soy-nesep gibi, hatta ilim gibi…
İsimleri aradan kaç yüz sene geçse de unutulmayan, Yunus Emre Hazretleri, Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri daha ismi aklıma gelmeyen bir çok tasavvuf büyüğü, alim, ilim ehli mürşidleri tarafından yukarıda bahsettiğimiz kontrol altında tutulması zor olan meziyetlerden arınmaları için terbiyeye alınmıştır. Kadı olan Yunus Emre Hazretlerine kaç sene dergahın odunculuk hizmetinin verilmesi, yine kadı olan Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerine kadılık cübbesiyle sokaklarda ciğer sattırılması. Anlıyoruz ki kalp doktoru olan mürşidler bu gibi meziyetleri nefs için çok büyük bir tehlike görmüşler ve terbiyeye ihtiyaç duymuşlardır.
…..
Nefsin tehlikesi yüzünden şu kadar yapsan olur şu kadar yaparsan kibir olmaz diyemem. İşin caizlik kısmını da ilim ehline sormak lazım. Ama şunları seninle paylaşabilirim:
Nefis için tedavisi en zor sıfat, kendisinde güzel bir halolduğunu zannetmesi yahut kendisinin bir kıymete sahip olduğunu düşünmesidir.
Nefsi şımarmaya sebep olacak şeylere sevk etmek ve teşvik etmek denefsin kusurlarındandır.
Nefsin terbiyesi çok güçtür. Türlü hileleri vardır. İlk olarak yaptığınişi beğendirir, sonra başkalarının yaptıklarını kötü gösterir sonra sana güvengelir, sonra da gurur gelir ve kibire düşürür. Anlayamazsın,farkına bile varmadan düşersin kibire.
Süfyan-ı Sevrî (k.s) nefsin tehlikesini, tedavisininzorluğunu, nasıl bir hilekar olduğunu şu sözleri ile anlatıyor:
“Nefsimi tedavi etmekten daha zor birşeyle karşılaşmadım. Çünkü nefsim bazan lehime ve bazan da aleyhime hareketediyor.”
İslâm, insanda fıtrî olarak mevcut olan temâyülleri inkâr etmez,onları meşrû ve makbul ölçüler içinde kullanmayı emreder. Bunların ifrat vetefritinden doğan yanlışlardan da insanı men eder. Buna göre, insanınyaratılışından gelen îtimâd-ı nefs, kendine güven, kendine saygı ve hakkınıkoruma temâyüllerinde ifrata kaçarak haddi aşmak, kişiyi kibir ve enâniyetşaşkınlığına sürükler. Böyle biri, kendini başkalarından üstün görmeye,böbürlenip büyüklenmeye, neticede başkalarının hakkını yiyip zulmetmeye başlar.
Kibir, İnsanın, sahip olduğu bazıözelliklerden dolayı kendini başkasından üstün görmesidir.
İnsan, her şeyin sahibinin ve yaratıcısının Allah olduğubilinciyle, Allah’ın verdiği nimetlere karşı şükrün gereği olarak tevazu sahibiolacağı yerde, sahip olduğu bu nimetlerden dolayı başkalarından kendini üstüngörerek büyüklenmekte ve böylece nimeti verene karşı nankörlük etmektedir.
İnsan,  şunu unutmamalıdır ki: sahip olduğu hiçbir şey kendieseri değildir. O “muhtaç” bir varlıktır.
Kibir, öyle bir duygudur ki insanın bütün davranışlarına etkieder. İnsanı tercihlerinde bencil, ilişkilerinde kıskanç, beğenilmeye aşırıistekli, eleştiriye tamamıyla kapalı, menfaatçi ve cimri yapar.
Kibirli bir kimse sürekli farklılık peşinde koşar.  Bu,etrafına karşı küçümseyici bir tavır takınmasına neden olur. Rakip olarakgördüklerini küçük görür ve gösterir. Hep beklenti içindedir.
Kibirli insan, üstünlüğü takvada değil, sahip olduğu değerlerdegörür.
Bu hastalıklı ruh halinin ortaya çıkmasının arkasında insanındışarıdan elde ettiği güç ve imkân vardır. Bu güç ve imkân;  kişiselözellik, statü farklılığı ve bilgi olabileceği gibi siyasi, sosyal ve ekonomikgüç de olabilir.
Sonuç olarak kibir temelde insanın herhangi bir sebepten dolayıkendini başkasından üstün görmesi olarak tanımlanabilir. Bu sebep ilimolabilir, mal-mülk olabilir, soy-sop olabilir, güç-kuvvet olabilir veyagüzellik ve şöhret, kendisinde olan bir özellik, yetenek olabilir.
Ebu Abdurrahman Sülemi (k.s) Nefis ve Kusurları ve Tedavileri isimlikitabında 26. sırada nefsin bir kusuru da “Kendi Yaptıklarını Güzel, Başkalarınınkiniise Kötü Görmek” olarak nitelendirmiştir.
“Nefsin bir kusuru, kendi fiillerini, yaptığı işleri güzelbulmasıdır. Başkasının yaptıklarını veya kendi yaptıklarına muhalif olan işleriise kötülemesidir.”
Tedavisi:
Nefsi itham etmek, kusurlu bulmaktır. Çünkü nefis durmadankötülüğü emreder. Diğer taraftan insanlara karşı hüsnüzan beslemektir. Zirakimse akıbetini, sonunun ne olacağını bilemez.
3 notes · View notes
kimdirkimdircom · 8 years
Text
Abdurrahman Nesib Efendi Kimdir
Abdurrahman Nesib Efendi Kimdir? ↓↓↓
Abdurrahman Nesib Efendi, (d. Üsküp, 1842 – ö. Bakırköy, 1913) Osmanlı Devleti’nin yüz yirmi ikinci şeyhülislamı.
Abdurrahman Nesib, 1842’de Üsküp’te Üsküp kadısı olan Halil Feyzi Efendi oğlu olarak doğdu. Zamanının alimlerinden ilim tahsil etti. Liphovalı Kadı Süleyman Efendi’den güzel yazı (hüsn-i hat) öğrendi. Muhammed Efendi’den Rıfaiyye yolunun edeblerini öğrendi. Gülşeniyye yolu…
View On WordPress
0 notes