Tumgik
#Kelam
ilmiyyat1453 · 2 months
Text
Tumblr media
Âlimin bir kelâmı la'l u mercân incidir. Câhilin her kelâmı günde bin cân incitir.
54 notes · View notes
kerimyoldas · 9 days
Text
Tumblr media Tumblr media
Günümüzü tarif eden ne mübarek bir hadis;
Cenab-ı Peygamber şöyle buyurdu:
“Ya iyiliğin hakim, kötülüğün mahkum olması için gayret gösterirsiniz ya da Allah kötüleri başınıza bela eder. Sonra iyileriniz dua eder; ama duaları kabul edilmez.”
19 notes · View notes
1hiccc · 19 days
Text
"Bir yerlerde bir kuş bir dala son kez konar. Bir çocuğun başı son kez okşanır. Bir sevgiliye son kez bakılır. Birinin muhabbetinden son kez nasiplenilir. Birinin sesi son kez duyulur. Bir gün son akşamdır, bir daha sabah olmaz. İnsan neye son kez baktığını hiç bilemeyecek..."🍂
Tumblr media
20 notes · View notes
dinimizislam571 · 3 months
Text
Tumblr media
"Hayırlı bir eş, insana dindarlıkta yardım eder, destek olur. İbadetleri muhabbetle beraberce yaparlar. Teheccüde beraber kalkarlar. Orucu beraber tutarlar. Hacca beraber giderler."
| Mahmud Esad Coşan (k.s.)
7 notes · View notes
onderkaracay · 18 days
Text
Tumblr media
🎯 Kim Verdi Kalemi Elime Kelamı Dilime? 🎯
İç organizasyonun daha tozunu aldık birikmiş kiri öylece üzerlerine yapışmış duruyor. Kendilerini kendileri temizleyene kadar seyredecekler! Ne kadar sürecek dersiniz? Bir pisliğin ortadan kaldırılma süresi ya da son tüketim tarihi nedir?
Bu soru çok mu zor oldu?
Ürettikleri her ürünün üzerine son tüketim tarihi yazmak yasal zorunluluk değil mi?
Bu hariç mi? Ya da yasa dışı bir ürün mü?
Kim ne zaman neden ve nerede üretti bu ürünü? Kimler ne zamandan beri yiyorlar son tüketim tarihine dikkat etmeden?
İbreti yaşatan* tufanda yaşattıkları zulmü yaşamadan ölmeyecekler kim dedi onlara?
Bilinci hak getire size!
Getirir mi?
Bir insanı yaratan kaç kere us ve duyunc ile donatır?
Birinin değerini bilmeyen ikinciyi talep etmeye neden utanmaz?
Önder Karaçay
*Biz bu arada Anadolu'da Mesih yada Mehdi çıkarma projesi ile ilgili çalışmalar yapıyorduk. Bunu öngöremedik. Siz Anadolu'yu sahipsiz mi sanıyorsunuz?
3 notes · View notes
guratpena · 6 months
Text
terpikat
mungkin aku terpikat saat rasa datang dalam penat. saat hidup terasa terlalu banyak memberi pekerjaan. melelahkan.
mungkin aku terpikat saat rasa datang dalam sesak. saat hidup terasa terlalu banyak memberi tekanan. menghimpit.
mungkin aku terpikat saat rasa datang dalam kelam. saat hidup terasa terlalu banyak memberi kegelapan. menyeramkan.
lalu aku terpikat dan terjerat.
7 notes · View notes
blue1daisy · 3 months
Text
SORU: Cünüp olan kimsenin tıraş olması veya tırnak kesmesi caiz midir?
CEVAP: Cünüp olan kimsenin yıkanmadan tıraş olması ve tırnak kesmesi haram olmasa da iyi değildir.
İmam-ı Gazali, İhyau Ulumid-Din kitabında şöyle diyor: "Cünüp olan kimsenin tırnak kesmesi, tıraş olması, etek ve koltuk altını temizlemesi, kan aldırması veya vücuttan herhangi bir parça kopartması uygun değildir. Çünkü ahirette bütün vücud geri döneceğinden yıkanmadan kesilen veya tıraş olunan şey cünüp olarak dönecektir."
Kaynak : Günümüz Meselelerine Fetvalar | Halil GÖNENÇ
2 notes · View notes
birhayalemeftun · 8 months
Text
Tumblr media
Anlayanı olmadığında dil sükût eder, kalpten mânâlar akar... Rabbiyle konuşur insan aslında. Biliriz ki kalbimizi bizlerden bile iyi bilen Biri var... Daha güzel bir teselli olabilir mi ki... Elhamdülillâh...🍃
5 notes · View notes
kocalls · 1 year
Text
hayatın ne kadar boşa gittiğini fark ettiğin evre vardır; durursun öylece bir yere dalarsın konuşmaz ve dışarda ki seslere kulak asmaz olursun, işte ben ordayım.
6 notes · View notes
solumadokunma · 1 year
Text
Gelene selâm,gidene kelâm ola..🐞
2 notes · View notes
ilmiyyat1453 · 2 years
Text
''İlim talebesi sıkıldığı zaman ne yapmalı?
Kitaba ara vermeli, ilme ara vermemeli
Kendini sokağa değil, günahlardan uzak ıssız dinlenebileceği bir yere atmalı
Kendisini rahatlatacak bir hoca ile halvet, kelam olmalı
Kendisini ilme kazandıracak ulemâ hayatı okumalı.''
Darü'l-Hadis
51 notes · View notes
1hiccc · 23 days
Text
İnsan, kendi zamanının hırsızdır...⚘️
11 notes · View notes
epsprecious · 2 days
Text
Siang begitu riang sedang hati tak kunjung merasa tenang, mata pun kerap berlinang. Namun ia tak ingin menjadi dalang dari gamang. Menanti malam sambil melantunkan kalam berharap dalam sujud mampu menceritakan segala kelam.
0 notes
damladanummana · 1 month
Text
Dengi Dengine
Denk gelmeli insan, dengi dengine. Dengi dengine denk gelmiyorsa, hiç denk gelmemeli, zira dengi ile olmadı mı çok da uzun olmayan bu hayat yolunda  insan için büyük bir zaman ve dahi emek kaybı…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
iron-fence · 5 months
Text
Kisah Pria tanpa Kelamin
Jaman dahulu kala, terlahir kedunia ini seorang pria. Pria yang pendiam, berkelakuan sangat kekanak kanakan, dan juga pemalu. Pria ini, dia berwajah tampan, tubuh nya juga bagus, dan kulitnya sawo matang.
Kala ia masih kecil, dia anak kecil yang selalu bersembunyi di belakang ibunya, dia menarik narik pakaiannya, untuk menyembunyikan wajahnya. Terkadang juga dia di pundak ayahnya untuk berjalan
Kala itu, anak itu hanya seperti anak anak lain yang lucu, pemalu dan suka mengadu. Dia tidak berbeda. Dia juga tak mengerti dunia, juga tidak mau mengerti apa itu dunia.
Waktu berlalu, dan tidak mungkin berhenti. Anak itu beranjak remaja, dan dunia seperti nya juga semakin tua. Pakaian ibunya sudah tidak ada lagi, pun juga pundak ayahnya.
Anak itu, dituntut untuk tidak malu, dan tidak mengadu, tidak lucu juga.
Hari hari menuju bulan, menggantikan tahun. Dia sudah menjadi Pria.
Pria ini tumbuh menjadi pria yang selalu mencoba untuk hebat, mengambil resiko, tidak mengadu, tapi dia juga senang untuk tertawa.
Waktu lah yang membentuk dia.
Dia, menjadi pemeran utama dalam hidup, dia bintang dalam hari hari nya. Setidaknya dia mencoba itu.
Ribuan tahun sudah pria memiliki pendamping hidup, dia disebut wanita.
Tak lekang oleh peradaban, pria ini, sosok yang sangat disukai wanita juga, dia berkelakuan yang suka menggelitik, berparas tampan, juga sosok yang kuat karismanya. Begitulah sebagian wanita memandang nya.
Seperti layar bioskop, pria ini mejalani nya seakan akan cerita nya akan segera berakhir.
Tapi, hari itu, hari yang tenang itu, dia sadar, terlalu sadar seperti bunga mawar merah, terlalu jelas seperti langit biru.
Pria itu mendengar kegaduhan, kegaduhan yang mengelilingi isi kepalanya. Dia mencoba menutup mata, dia mencoba menutup telinga dan hati nya. Tapi sudah tidak bisa.
Dia sudah terlalu lama menjadi pemeran utama, dia sudah terlalu lama menjadi bintang.
Kegaduhan itu, dia tidak bisa pergi dari kegaduhan itu, dia tidak bisa lari, dia harus hadapi layak nya seorang pria sejati. Ya, seperti pria sejati yang ada di layar kaca. Dia harus tetap menjadi pemeran utama.
Dia bangkit di hari itu, hari yang tenang ini. di menuju ke seluk beluk kegaduhan itu. Dia sangat gagah, berdiri tegap dengan kedua tangan di kepalnya. Tanpa sehelai benang pun.
Dia,
Berjalan tanpa kelaminnya.
Pria itu kehilangan kelaminnya.
1 note · View note
belkidebirharfimben · 9 months
Text
Allah konuşmak zorunda mı?
“Kâinatın envâı insanı tanıyor değil. Belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir Zâtın tanımasının ve bilmesinin delilleridir.” Sözler’den.
Elhamdülillah. Müslümanın Allah’ı tutarsızlıktan münezzehtir. Deistlerin tanrısındaysa bir dizi tutarsızlık vardır. İlk tutarsızlığı ‘ilgi’ eşiğinden kendisini gösterir. Fakat, bir saniye, hızlı gidiyoruz. Bu mevzua dalmadan önce birşeyi itiraf etmeliyim: Bediüzzaman’ın bazı ifadelerini ilk okumalarımın üzerinden yirmi yıl kadar geçtikten sonra anlayabiliyorum. Evet. Sanki, daha önce hiç okumamışım, sadece yanlarından geçmişim gibi. “Kimbilir anlamadan yanından geçtiğim daha neler neler var?” diye kederleniyorum böyle anlarda. Eh, ne yapalım, kabımız bu kadarcık. Rabb-i Rahîmimiz azımızı çoğa saysın. Bahsi açtık. Misali de geliyor. İşte onlardan birisi: “Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur.”
Ben bu cümleyi her okuduğumda ‘yapmak ile bilmek’ arasındaki zarureti kavrar fakat ‘bilmek ile konuşmak’ arasındaki lüzumu kavrayamazdım. Nihayetinde her bilen konuşmak zorunda değildi. En azından beşerî düzlemde bu zarureti kavramamı sağlayacak kıyaslamalar bulamıyordum. Susmak da insanlığın bir parçasıydı. Ve bazen insanlar bile bile susarlardı. Peki Bediüzzaman bu zarurete nasıl intikal etmişti? Aradaki boşluğa(!) dair düşünmeye başladım. O düşünmek mesaisi epey bir sürdü.
‘Yapmak ile bilmek’ arasında ise aynı güçlüğü çekmediğimi belirtmiştim. Zira bilmesiz yapmak ancak yıkmak türünden ‘vücudî görünen ademîlikler’ için mümkündü. (Yokuş aşağı yuvarlanan bir kaya ne yaptığını bilemezdi, ama birşey de yapmış olmazdı zaten, yıkardı sadece.) Sistemli herşeyin inşasıysa bilgi isterdi. Kasıt isterdi. Dikkat isterdi. Israr isterdi. Bütüncül bakış isterdi. Çay yapmasını bilmeyenler çay yapamazdı. Bina yapmasını bilmeyenler inşaata girişemezdi. İlim, irade, kudret üçlüsü her eserin arkasında zaruret olarak kendisini gösteriyordu. Kader de, daha büyük resimde, kainatı varlığa çıkaran (ve onu varlıkta tutan) bilişin/ilmin adıydı. Evet. Kadere iman edilmeden iman tamam olamazdı. Çünkü Allah’ın yarattıklarını önceden (aslında, zamandan aşkın bir şekilde, ezelden) bilmeden yarattığını söylemek olurdu bu. Dolaylı olarak da, ne yaptığını bilmeden yaratan Allah gibi, hâşâ, imkansız birşeyin tasavvuruna giderdiniz. Kainatı binbir harikalıkla yaratan Allah, ilminin izleri her eserinde okunan Allah, nasıl böyle birşeyle itham edilebilirdi? Düpedüz iftira olmaz mıydı denilen?
Buraya kadar tamam. Fakat bilen neden konuşmak zorundaydı? İşte şu eşikten sonra deistlerin ilah tasavvurundaki tutarsızlık kendisini ele vermeye başladı arkadaşım. Deistler bize diyorlardı ki: “Kainatla ‘yaratacak’ kadar ilgilenen Allah insanlarla ‘konuşacak’ kadar ilgilenmedi.” Halbuki yaratmak ilgilerin en şiddetlisiydi. Cenab-ı Hak, daha varlık sahnesinde yokken, sadece ilm-i İlahî’de mevcutken, o kadar ilgilendi ki bizle, o kadar teveccüh etti ki keremiyle, varlık sahnesine çıkardı bizi. Sadece bizi değil cümle mahlukatını. Cenab-ı Hakkın ilgisi en çok rahmetiyle görünür. Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Rahmetiyle bildiğini bildirir.” Kainatta rahmet olarak okuduğumuz aslında Cenab-ı Hakkın, bize, bizi bildiğini bildirme şeklidir. Kusurlu bir ifade olsa da, kendi aramızda bunu, ‘ilgi’ olarak isimlendiriyoruz.
Zaten ilgi dediğimiz şey de genelde belirli seviyelerde ‘muhabbet’ ve ‘merhamet’ tecellileriyle kendisini gösterir. Sözgelimi: Ben yeğenimle ilgileniyorum. Nereden belli? Çünkü onunla oynuyorum. Çünkü onunla geziyorum. Çünkü ona dondurma alıyorum. Çünkü, çünkü, çünkü… Daha birçok şeyi sayabilirim. Bunlar hep belirli düzeylerde ‘yeğenimin varlığına düşkünlüğüm’ ile belli olmuştur. Evet. Ben yeğenimi severim. Ben yeğenime şefkat ederim. Eğer bu iddialarda yalancı değilsem hayatta tezahürleri olur illa ki. “Ben yeğenimi çok severim ama hiç yüzüne bakmam!” gibi bir ‘inkılab-ı hakaik’ (hakikatlerin tersyüz olması) yahut da ‘cem-i zıddeyn’ (zıtların birlikteliği) hakikatte varolamaz.
Tezat bir kusurdur. Nihayetsiz kemalde olan Allahımız kusurlardan münezzehtir. Madem ki, yoku vara çıkaracak kadar ilgilidir, o halde konuşacak kadar da ilgilidir. Esasında yaratması zaten bir tür konuşmasıdır. Konuşmasının dolaylı bir biçimidir. Yüzünüze güldürdüğü her bebek, uçarken gösterdiği her kelebek, açarken bulduğunuz her çiçek, Onun kendisini size bildirmesinin yollarıdır.
Yeğenime gösterdiğim ilginin ederi nedir? Çok cüzî şekillerde varlığına katkılar sunabilirim. Hak Teala ise bizimle yokluktan varlığa çıkaracak kadar ilgilenmiştir. Bize bütün kainatı kitap kılacak kadar ilgilenmiştir. Herşeye herşeyden kendisini bildirecek kadar ilgilenmiştir. Herşeyi yüzbin dilli bir mektub-u Samedanî kılacak kadar ilgilenmiştir. Kainattaki bu ilmî doluluk, bu iletişim zenginliği, bu daldıkça dibi görünmeyen marifet, ancak Cenab-ı Hakkın ‘konuşmaktaki arzusu’ ile açıklanabilir. Yani zaten Onun yaratmasında konuşmak/bildirmek arzusunun (Bu ifadenin de kusurlu olduğunu biliyorum. Fehminize yaklaştırmak için bir araç olarak görün lütfen. Münezzeh manalarla tefekkür edin.) tezahürleri okunmaktadır. Varlığa çıkışımız Onun eserleri üzerinden konuşmasıdır.
O halde, bizi yoktan vara çıkaracak, herşey üzerinden kendisini bildirecek kadar bizimle ilgili bir Allah; ağzımıza attığımız her lokmanın nereye/ne kadar dağılacağına kadar ilgilenen bir Allah; âlemin başından sonuna vücuda lazım yasalarını devam ettirecek dikkatte bir Allah; bu kadar detaylı bir kuşatıcılıkla iradesi üzerimizde bir Allah; nasıl olur da en çok ‘acaba’ya düştüğümüz yerlerde kalbimizi ‘konuşmasız’ bırakır? Nasıl dolaylı bir şekilde kendisini bu kadar çok anlatır da doğrudan mesajı ihmal eder? Halbuki dolaylı mesajın kavranması da çoğu zaman doğrudan mesajın varlığına bağlıdır.
Yine bir misale müracaat edelim: Diyelim ki bir mecliste konuşma yapıyorsunuz. Boynunuza da nereden geldiği bilinmez bir akrep çıktı. Seyirciler içindeki arkadaşınız durumu farketti. Size kaş-göz işaretleriyle durumu anlatmaya çalışıyor. Anlayamıyorsunuz. (Zaten işaret diliyle birşeyi anlatmak doğrudan anlatıştan her zaman daha zordur. Böylesi oyunlar oynayanlar bilirler. İşaret dili dolaylı bir dildir. İkincil bir dildir. Semboller insanların dünyasında her zaman aynı anlamlara karşılık gelmezler. Kelimelerse genelde yakın anlamları bulurlar.) Nihayetinde akrep de sizi sokuyor. O zaman arkadaşınıza sitem etmez misiniz: “Birader niye ağzını açıp söylemedin? İmâlarını anlamadım ki.”
Cenab-ı Hak da bize kainat üzerinden sonsuz akıbetimizi etkileyecek olan bilgiyi sürekli aktarıyor. Zaten yaratılış bu bilgi aktarımı ile anlamlı oluyor. (Belki, daha ileri bir hayalgücüyle, yaratılışın da ‘çok boyutlu bir bilgi aktarım şekli’ olduğunu söyleyebiliriz.) Böyle bir ilmin katman katman varolduğunu bilimdallarının herbiri bize, hatta en sekülerlerimize bile, gösteriyor. Daldıkça bilgi çıkıyor. Kazdıkça bilgi fışkırıyor. Kurcaladıkça bilgi kaynıyor. Kendisini bu denli şiddetli bir şekilde, böylesine yoğun bir ilgiyle, ama dolaylı olarak anlatan bir Alîm-i Hakîm, o dolaylı mesaj karşısında ‘acaba’ya düşmüş kullarına, yine sonsuz rahmetinin bir gereği olarak, göz açıcı doğrudan mesajlar da iletmez mi? Doğrudanı dolaylı ile birleştirerek hikmetini tamam etmez mi? Âlem kitabını, Resul kitabıyla ve vahy-i Furkanıyla ‘Ya Rabbi anlayamadım!’ bahanesi kalmayacak şekilde okunulur kılmaz mı? Bence “Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur…” böyle de okununca daha bir anlaşılır oluyor: Madem bildiğini bu kadar yapmakla (dolaylı biçimde) gösterir, elbette, konuşmakla da (doğrudan biçimde) bizzat gösterir. Çünkü yapması zaten bilmesindendir. Bu kadar eser üzerinden konuşmak arzusunu gösteren bilmek, elbette aciz değildir ki, bizzat kelamullahıyla da konuşmasın.
“Şu kâinatın Sahip ve Mutasarrıfı, elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve herşeyi bilerek, görerek terbiye ediyor ve herşeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faideleri irade ederek tedvir ediyor. Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur. Madem konuşacak; elbette zîşuur ve zîfikir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak. Madem zîfikirle konuşacak; elbette zîşuurun içinde en cemiyetli ve şuuru küllî olan insan nev'iyle konuşacaktır. Madem insan nev'iyle konuşacak; elbette insanlar içinde kàbil-i hitap ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. Madem en mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı ulvî ve nev-i beşere muktedâ olacak olanlarla konuşacaktır. Elbette, dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidatta ve en âli ahlâkta ve nev-i beşerin humsu ona iktidâ etmiş ve nısf-ı arz onun hükm-ü mânevîsi altına girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin üç yüz sene ışıklanmış ve beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip ona dua-yı rahmet ve saadet edip ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş; ve resul yapacak ve yapmış; ve sair nev-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.”
Bir de meselenin şu boyutu var arkadaşım: Dolaylı anlatım imtihanlıdır. Yukarıda da altını çizmeye çalıştım. İşaretler aynı karşılıkları bulmayabilir. Yine Bediüzzaman’ın “Küçük âlemde, yani insanda ene, büyük insanda, yani kâinatta tabiata benziyor. İkisi de tâğutlardandır…” demesini hatırlayalım. Allah’ın yarattığı ‘ene’ veya ‘tabiat’ neden ‘tağut’ oluveriyor? Çünkü dolaylılığına takılınıyor. Mana-i harfî ile işaretleşmesi gereken mana-i ismî ile bütün nazarı kendisine hapsediyor.
“Ene, haddizatında bir hava, bir buhar gibi iken, verilen ehemmiyete göre mâyi haline gelir. Sonra ülfetle kalınlaşır. Sonra gaflet ve isyan ile öyle kalınlaşır ki, sahibini yutar. Halkı, esbabı da kendisine kıyas ederek Hâlıkın evâmirine mübarezeye başlar. Küçük âlemde, yani insanda ene, büyük insanda, yani kâinatta tabiata benziyor. İkisi de tâğutlardandır.”
Esere baktığınızda müessiri görmek ikincil bir dikkate muhtaçtır. Eğer esere aşkınsız dikkat ederseniz, onda boğulursanız yani, göstermek için yaratılan şey görmenin engeli olmaya başlar. Mürşidimin ‘ene’ ve ‘tabiat’ta hissettiği tuzak budur. Cenab-ı Hak sırr-ı imtihan gereği varlığı bu şekilde halketmiştir. Ötesini görmeye çalışan öteyi bulur. Gördüğünden ibaret sayansa onda boğulur. Ancak, ötenin varlığından haberdar edilmemişlerse, nasıl öteden sorumlu tutulabilirler? İşte, Cenab-ı Hakkın peygamberleri göndermesi, bu hikmetin eda edilmesi için de gerekiyor. Mektubu vermeden önce okumayı öğretmek lazım. Yazıyı ‘okunacak’ bilmeyenin elinde mektup sırf resimden ibaret kalır. Ne diyelim? Cenab-ı Hak, bizi, huzurunda gözü başkalarına kayanlardan eylemesin arkadaşım. Âmin.
0 notes