Tumgik
#Temel Baş
altinovaguncel · 1 year
Text
Başkan Oral, minibüsçülerden destek istedi
Altınova Belediye Başkanı Dr. Metin Oral ve ALBEL Genel Müdürü Temel Baş, S.S. 32. No’lu Altınova Servis Taşımacılığı Kooperatifi yöneticileriyle kahvaltıda bir araya geldi. Altınova Belediye Başkanı Dr. Metin Oral ve ALBEL Genel Müdürü Temel Baş, S.S. 32. No’lu Altınova Servis Taşımacılığı Kooperatifi yöneticileriyle kahvaltıda bir araya geldi. Kahvaltıda, yapılan çalışmalarıyla ilgili görüş…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
blogport · 2 months
Text
KOZMARKOZMETİK - DRAGON+ (3)
Tumblr media
Makyaj koltuğu, hem profesyonel hem de amatör makyaj sanatçıları için vazgeçilmez bir ekipman olarak öne çıkıyor. Konforlu ve şık tasarımlarıyla, makyaj uygulamalarını daha keyifli hale getirirken, estetik bir görünüm de sunuyor. Bu blog yazısında, makyaj koltuklarının yanı sıra kuaför ve berber malzemelerini de ele alacağız. Kuaför malzemeleri, saç kesimi ve şekillendirmede kullanılan araçlar ile berber malzemeleri, erkek saçı ve sakalı için gereksinimleri karşılayan ürünleri içeriyor. 
Makyaj Koltuğu
Makyaj koltuğu, hem profesyonel salonlarda hem de evde makyaj yaparken konforunuzu artıran önemli bir unsurdur. Doğru bir makyaj koltuğu seçimi, makyaj uygulamanızın kalitesini doğrudan etkileyebilir. Üstelik, estetik açıdan da mekanınıza şıklık katar.
Makyaj koltukları, genellikle ayarlanabilir yükseklik, dönebilir yapı ve konforlu oturum özellikleri ile beraber gelir. Bu sayede, hem makyaj sanatçılarının hem de müşterilerin ihtiyaçlarına en iyi şekilde yanıt verir. Koltuğun tasarımı, salonunuzun genel tarzı ile uyumlu olmalıdır; böylece hem rahatlık hem de görsel estetik sağlanabilir.
Ayrıca, makyaj koltuğu seçerken malzeme kalitesine de dikkat etmek gerekmektedir. Koltukların derisi, kumaşı veya döşemesi, kullanım sıklığına göre dayanıklı ve temizlenebilir olmalıdır. Böylece hem hijyenik bir
Kuaför Malzemeleri
Kuaför salonları, müşterilerin ihtiyaçlarına yönelik çeşitli kuaför malzemeleri ile donatılmış olmalıdır. Kuaför malzemeleri, hem profesyonellik hem de müşteri memnuniyeti açısından son derece önemlidir. Örneğin, kaliteli şampuanlar, saç kremleri ve stil ürünleri, kuaförlerin hizmet sunarken en iyi sonucu elde etmelerine yardımcı olur.
Bunun yanı sıra, salonlarda kullanılan saç kesim makineleri, fırçalar ve makaslar gibi aletler de oldukça önemlidir. Bu aletlerin kalitesi, yapılan işlemin sonuçlarını doğrudan etkiler. Kuaförler, tercih ettikleri malzemelerin hem dayanıklı hem de kullanışlı olmasına dikkat etmelidirler. Ayrıca, düzenli bakım yapılması gereken kuaför malzemeleri, uzun ömürlü bir kullanım sağlar.
Sonuç olarak, bir kuaför salonunun başarısı, kullanılan kuaför malzemeleri ile yakından ilişkilidir. İyi seçilmiş ve kaliteli ürünler, hem kuaförlerin işlerini daha iyi yapmalarına olanak tanır hem de müşterilerin salon deneyimini zenginleştirir. Müşteri memnuniyetini artırmak ve sektörde öne ç?
Berber Malzemeleri
Berber malzemeleri, bir berber dükkanının vazgeçilmez unsurlarıdır. Bu malzemeler, hem işlevselliği hem de müşteri memnuniyetini artırma açısından büyük bir öneme sahiptir. Berberler, kaliteli hizmet sunabilmek için doğru ve etkili malzemeleri kullanmalıdır.
Bir berber dükkanında bulunması gereken temel berber malzemeleri arasında kesim makineleri, taraklar, fırçalar ve jiletler yer alır. Bu ürünler, saç kesimi ve şekillendirme işlemlerinde büyük kolaylık sağlar. Ayrıca, kaliteli malzemelerin kullanılması, işin verimini artırarak müşteri memnuniyetini yükseltir.
Berber malzemeleri arasında ayrıca saç wax’ları, spreyler ve şekillendirici ürünler gibi saç bakım ürünleri de bulunur. Müşterilerin stil ve görünüm taleplerine göre bu ürünlerin doğru bir şekilde kullanılması, berberin başarısını doğrudan etkiler. Bu nedenle, berberlerin çeşitli malzemeleri güncel trendlere göre takip etmeleri önemlidir.
Berber Koltuğu
Berber koltuğu kuaför ve berber salonlarının en önemli parçalarından biridir. Her berber salonunda bulunması gereken bu koltuklar, hem rahatlık hem de estetik açısından büyük bir öneme sahiptir. Kullanıcıların ihtiyaçlarına uygun olarak tasarlanan berber koltukları, genellikle ayarlanabilir yükseklik ve döner mekanizmalarla donatılmıştır.
Bir berber koltuğu, sadece oturum konforu sağlamakla kalmaz, aynı zamanda berberin işini kolaylaştıran pratik özelliklerle de donatılmıştır. Müşterilerin baş ve boyun desteği ile rahatça oturmasını sağlayan bu koltuklar, berberin işini yaparken daha verimli olmasına yardımcı olur. Ayrıca, farklı renk ve tasarımlarla, salonların dekorasyonuna uyum sağlar.
Kaliteli bir berber koltuğu seçmek, müşterilere sunulan hizmetlerin kalitesini artırır. Uzun ömürlü malzemelerden yapılan koltuklar, sık kullanımda bile dayanıklılık sağlar. Aynı zamanda, koltuğun temizliği ve bakımı da kullanıcı dostu olmalıdır.
616 notes · View notes
felsefebilim · 2 months
Text
Modern Dünyada Bireyselleşme Sorunu
Tumblr media
Modernlikle bireyselleşme birbiriyle ilintilidir. Modernleşen dünyada insanın aklın yükselişiyle bireyselleşerek kendi özgürlüğünü kazandığı düşünülür. Fakat bireyselleşen insan, kendisiyle baş başa kaldığında gerçekten mutlu mudur?
Burada bireyin özgürlüğü ve kendiyle baş başa kalması söylemleri Descartes ve onunla birlikte yükselen işlevsel akılla ilgilidir. Modernitenin ve aydınlanmanın getirdiği rasyonalizmle dinsel hiyerarşik yapıdan kurtulmuş insan; dünyayı kendi aklıyla kavramaya, inandıklarını akıl yoluyla sorgulamaya başlamıştır yani bir nevi düşünen özne fenomeni ile kendi içine çekilmiştir. Bir yandan bireyselleşen insan, modernleşmenin temel gereksinimlerinden olan toplumsal hayata uyum sağlama konusunda zorluk çekmiştir, yalnızlaşmıştır.
İlahi bir güç yerine geçen düşünen bireyin bu durumunun ona ağır geldiği, mutsuzluk ve arada kalmışlık getirdiğine inanlar da oldukça fazladır. Hatta bu durum modern toplumlarda psikiyatri, psikoloji gibi yapıların önemini arttırmıştır. Yine bireyciliğin getirdiği içine kapanıklık varoluşçuluğu, bireysel ahlak düzenlerini doğurmuştur.
25 notes · View notes
yasemin87 · 6 months
Text
BOŞANMAK
Ben 20 yıldır eşinden ayrılmış bir bayanım.
Neden mi ayrıldım?
İşte sorun burada...
Ben bunu ne eşime, ne aileme 20 yıldır anlatamadım.
Sanılıyor ki boşanmak için dayak yemem lazım.
Kafam gözüm yarılmalı elim kolum kırılmalı.
Yanda aç kalmalıyım, açıkta kalmalıyım
üstüm başım perişan olmalı.
Aldatılmalıyım, ortada kalmalıyım.
Bende öyle değildi...
Ben babasız büyüdüm.
Annemi gördüm.
Bizi nasıl baktı büyüttü, nelerle baş etmek zorunda kaldı.
Bir evin hem anası, hem babası nasıl olunur ondan öğrendim ben.
Evliliğimin 8. yılında farkettiğim şey ben de annem gibiydim.
Bir evin hem erkeği hem kadını. Oysa evlilik müştereklikti.
Bunu eşimle konuştuğumda kızdı dalga geçti, anlamadı.
Ona göre o görevlerini eksiksiz yapıyordu, ben de yapmalıydım.
İşte burada benim için uykusuz geceler başladı.
İlk düşündüğüm, madem bu kadar şeyi tek başıma yapıyorum, o zaman benim bir erkeğe ihtiyacım yok dedim.
Bu da eşime olan saygımı kaybetmeme sebep oldu.
Saymadığınız birisini sevemiyorsunuz.
Bambaşka biri oluverdim.
Bir yere mi gitmek istiyorum, gidiyorum.
Bir şey mi almak istiyorum, alıyorum.
Konuşmak mı istiyorum, konuşuyorum.
Bunun için kimseden izin istemiyorum.
Bu eşimi deli ediyor.
Ona göre ona sormalı, izin istemeliyim.
Doğrusu bence de bu, ama bir kadın her şeyi tek başına yapıyorsa bunları da yapabilir.
İşe gidip geliyorum.
Gecenin bir köründe metrolarda, otübüslerde sarhoşlarla baş etmek zorunda kalıyorum.
Eve geliyorum yemek bulaşık tam bitiyor,
bir de kocanın keyfi.
Kadınım ya!
Ama yan komşumda bir akşam 10’a kadar oturamıyorum çünkü kocası var, ama metro otübüs duraklarında elin serhoşlarıyla oturabilir, yolculuk yapabilirim.
Evde aynı filmi bile birlikte bakamıyoruz.
Aynı şarkıyı birlikte söyleyemiyoruz.
Ya biz dans bile edemiyoruz.
Ya belimi incitiyor, ya ayağıma basıyor.
Ya da sadece sağa sola dönüp duruyoruz.
Az kıvırsam sen dansöz müsün?
Gülsen o ne o***pu musun?
Ciddi olsan kadın kadın değil, 12 ayak buzdolabı.
Ulan ben ne olacağımı şaştım.
Eşimin istediği gibi olayım yuvamda huzur olsun derken bir de baktım ben yittim.
Öyle ruhsuz kişiliksiz bir ucube oldum çıktım.
Hayır dedim, ben ben olmalıyım.
Ben oldum ama eşim beni istemedi.
Ben de onun istediği gibi olamadım.
O da benim istediğim gibi olamadı.
Boşandık...
Şimdi ben kötü müyüm?
Ya da eşim mi kötüydü?
Boşanmak için birinin kötü mü olması gerekiyor?
Ya da evlilik için iyimi olmak gerekiyor?
Hani uyum?
Hani paylaşmak?
İnsanlar vardır balık ruhlu maviyi sever,
derinliği sever, sessizliği sakinliği sever...
İnsanlar vardır kartal ruhlu, uçmayı sever, yüksekliği sever, gücü sever...
İnsanlar vardır kurt gibi sürüyü sever, geceyi sever...
İnsanlar vardır her biri bir başka renk,
bir başka şarkı, nota...
Düşünsenize kalabalığı ve şamatayı seven biriyle sesizliği yalnızlığı suskunluğu seven nasıl bir araya gelir, nasıl mutlu olur?
Eş demek bir ömür demek, bir hayat birlikte yürümek demek.
Yanlış insanla doğru yolda gidilmez.
Şimdi dönüp geriye baktığımda bir suçlu aramıyorum, kimseye kızgın ya da kırgın değilim.
Biz sadece farklı insanlardık.
Hem de çok farklı.
Bunu söylediğimde sen kocanı hala seviyorsun belki bir gün gene barışırsınız diyorlar.
Gülüyorum...
Evet kızgın değilim, ama bu onu seviyorum demek değildir.
Ben kendimi seviyorum.
Kendime olan saygımı korumaya çalışıyorum.
Sevgi geçmişin acıları ile değil geleceğe
olan umut ve güvenle yaşar.
Bu gün bakıyorumda evlilikler hala aynı
temeller üzerine kuruluyor.
Ve aynı yanlışlardan dolayı yürümüyor.
Beyler, Hanımlar...
Artık 21 yüzyılda yaşıyoruz.
Kimse kimseye ne muhtaç, ne köle.
Hayat yolunuzu çizin ve çizdiğiniz yola girenlerle devam edin.
Başka yoldakilere göz atmayın, yolundan etmeye kalkmayın.
Bir gün, bilemedin üç beş gün gider o yolu sizinle, sonra sıkılır kendi yoluna döner.
Hanımlar hiç kimse sizi doyurmak, taşımak korumak kollamak zorunda değil.
Bundan vazgeçin artık.
Kocam değil mi? mecbur demeyi bırakın artık.
Beyler hiç bir kadın sizin özel zevklerinizin hizmetçisi egolarınızın hamalı değil.
Karım değil mi görevi, yapacak! ayaklarını bırakın artık.
Önce insan olarak sayın birbirinizi.
Sevgi zaten saygıyla gelir.
Sahip değil yoldaş olun.
Hepinize iyi günde, kötü günde bir ömür mutluluklar diler sevgi ve saygılarımı sunarım.!
Güzide Güleç
Tumblr media
41 notes · View notes
remainingkenobi · 10 months
Text
Real Steel
Tumblr media
"Real Steel" İncelemesi: Bilim kurgu ve aksiyonun etkileyici bir birleşimini sunan bu film, izleyicilere büyüleyici bir evrene yolculuk yaptırıyor. Hikaye, gelecekte geçen bir zamanda dövüş robotları etrafında şekilleniyor.Baba-oğul ilişkisi, baş karakter Charlie Kenton (Hugh Jackman) ile oğlu Max (Dakota Goyo) arasındaki dinamik, filmin duygusal bir boyut kazanmasına olanak tanıyor. Robot boks sahneleri, etkileyici görsel efektlerle birleşerek seyirciyi aksiyonun içine çekiyor. Film, sadece teknolojik gelişmeleri değil, aynı zamanda insanlığın temel duygularını ve bağlarını da ele alıyor.Bu film, hem aksiyon severleri hem de duygusal anlamlar arayan izleyicileri tatmin edebilecek bir deneyim sunuyor.
21 notes · View notes
bazenmahir · 8 months
Text
Yaşadığımız zamanın temel düsturu şudur: Yaşadığımız her şey inanılması zor, son derecede ilginç olmalıdır ki, kendimizi inandırabilelim. Kendimiz inanacağız ki başkalarını da inansın. Biz öyleymiş gibi davranmalıyız ki, başkaları da öyle davransın.
Sudan hikâyelere, sıradan anılara “(Ay) İnanmıyorum” türünden bir tepkiyle karşılık veriyor olmamız bundandır. Lakin ne yaparsak yapalım, ne kadar gürültü yaparsak yapalım içimizdeki boşluğun sesini susturamıyoruz. Er ya da geç, ruhundan arındırılmış bedenimizle baş başa kalıyoruz günün birinde.
9 notes · View notes
veganlogicdinamo · 9 months
Text
ZORBALIĞA DİRENME HAKKI
27 Aralık 2023, tarihe Türkiye Cumhuriyeti’nde hukukun üstünlüğünün değil, Saray’ın üstünlüğünün kabul edildiği tarih olarak geçecektir. Çok net olarak görülmüştür ki her dönem kendi Zekeriya Öz’lerini yaratıyor!
Bu vahim durumun bedelini Can Atalay, hapiste rehin tutularak öderken, halkın oylarıyla milletvekili seçilmiş olduğundan iradesi gasp edilen halk da ödemektedir.
Ancak ödenecek bedeller bununla sınırlı kalmayacaktır.
***
Anayasa, bir halkın bir arada yaşaması, bir ülkenin varlığını sürdürebilmesi için en temel metin, bir toplum sözleşmesi olduğundan şu sorular sorulmak zorundadır:
Anayasayı bir iktidar tanımıyor ve çiğniyorsa vatandaş nasıl tanıyacak?
Anayasa tanınmıyorsa birkaç ay sonraki seçimler nasıl yapılacak?
Anayasa tanınmıyorsa o anayasanın değişmez maddeleri nasıl savunulacak?
Anayasa tanınmıyorsa bir devletin yapılandırılması anayasaya dayandığına göre, o yapının işleyişi nasıl sürdürülecek?
Anayasa tanınmıyorsa yasama organı yani TBMM neye göre yasa yapacak?
Bu durumda TBMM’nin varlığı bir anlam taşımıyorsa, HSK, 13. Ağır Ceza Mahkemesi üyelerini görevi kötüye kullanma koşulları oluştuğu için görevden almıyorsa muhalefete düşen, sine-i millete dönmektir.
Bunu yapacak muhalefet var mıdır? Çağlayan Adliyesi’nde oturma eylemi yapan Türkiye İşçi Partisi’nin yanında muhalefet liderleri yer almadığına göre yoktur. Ayrıca bugüne gelinmesinde büyük rolü bulunan muhalefetin şimdi gerekeni yapacağını düşünmek de fazla iyi niyet olabilir.
YSK, 2017’de yasaya aykırı olarak, anayasa değişikliği halkoylamasında üzerinde sandık kurulu mührü bulunmayan oy pusulası ve zarflarının geçerli sayılacağına ilişkin karar aldığında, YSK’nin kapısına avukatlarla gitmeyen...
Erdoğan üçüncü kez cumhurbaşkanlığına aday olduğunda, “ona mağduriyet kazandırmayacağız, sandıkta yeneceğiz” diyerek anayasayı çiğnemesine geçit veren muhalefet, ülkeyi karanlığa götüren yolu döşeyen baş aktörlerden biridir.
Halkın iradesi gasp edilip anayasa askıya alınıyorsa, muhalefet de gereken tepkiyi göstermeyip sadece tweet atıp grup toplantılarında konuşmakla sınırlı kalıyorsa vatandaşların zorbalığa direnme hakkı meşrudur.
8 notes · View notes
doriangray1789 · 10 months
Text
TAKİYE Suetonius der ki; vulpem pilum mutare, non mores...(tilki tuyunu degistirir, huyunu degil..)… meali: yapılan işle amacın farklı olması durumu, bir tür aldatmadır, literatürde buna “katakulli” de denir… ağzı başka konuşur fikri başka düşünür…siyasi literatürde,  “yalan “söylemenin alışkanlık yaptığı “MİTOMANİ” kişilik deformasyonlarında politik olarak doğru biçimde adlandırılması için, (ki, insanlara yalancı denilmek zorunda kalınılmasın baş belaya sokulmasın ) “yalancı” nın yumuşatılmış halidir, TAKİYECİLİK… yüzü mürdüm eriği renginde olması gerekirken botokslu Ajda gibi parlayanları kastediyorum… bunlar “KUTSAL İKİYÜZLÜLÜK” mezhebinin gavslarıdır… kutsal ikiyüzlülük terimini tarihte de görürüz.  ilk olarak haricilerin bazı kollarında görülmüştür. daha sonra şii' likte dini bir prensip olarak kabul edilen, inancını kendisi ile aynı mezhepten olmayanlardan gizleme ilkesi. asimile olmamak için kullanılan savunma biçimi olarak görüşür şii' lerde. tabii bazı dinlerde biraz farklıdır.."öyle horozlar vardır ki, öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar." eskiden "yavşaklık" denirdi, "nabza göre şerbet" denirdi, "bulunduğu kabın şeklini alan" denirdi karalanırdı bu tip karaktersiz genel duruma göre fikri ve davranışı değişen insanlar; şimdi "esnek" oluyor "değişime ayak uyduruyor" bu insanlar toplum içinde el üstünde tutuluyorlar, o kadar tutuluyorlar ki baya üstlere gelebiliyorlar.Yani “TAKİYECİNİN “ anlamda kapsama alanı bi hayli  geniş..Ancak bu takiyeci sessiz osuruk gibi görüşmede zaman içimde foyası (kokusu) mutlaka çıkar özü başka sözü başka fikri zikri başka olması er yada geç ortaya çıkar ama, bu noktada anlayış, kavrama bize düşer.. Anladın! Anladın anlamadın- cambaza bakmaya devam edersin..aslında bu ili kavramak çok basit kendini ele verir…yapan için rasyonel olmayı gerektiren bir eylemdir o an ve koşullarda olması gereken söylenmesi gereken onun için odur fırıldak gibidir ama bunun yapıldığını varsayan taraf böyle bir tespitte bulunmakla irrasyonel bir çıkarım yapmış olur çünkü takiye olgusal düzeyde ispatlanamaz, yalnızca kişi öyle varsaydığı için bunu ileri sürer….TAKİYE siyasi mağduriyetinde temel direğidir…inanç sömürücülerini de buna dahil edebiliriz..giordano bruno’nun güzel bir sözü var “tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için tanrıyı kullanırlar.” 
14 notes · View notes
ekip · 1 year
Text
Tumblr'ın nadide sakinleri,
Son havadisleri duydunuz mu bilemiyorum; ancak ben birkaç ay önce Clawland'in havasını suyunu bir kenara itip tasımı tarağımı topladım ve Tumblr'ın Ürün ve Fiziksel Mühendislik Departmanının başına geçtim. Emporium blogundan yeni ürünlerimizi ara sıra paylaşıyorum. Siz de Tumblr koleksiyonunuza ekler gibi alıyorsunuz, cansınız; fark etmedim sanmayın!
Şu aralar her şey o kadar tıkırında ilerliyor ki anlatamam; hatta dün gece ben nerelerden nerelere geldim diye hülyalı hülyalı düşünürken kendimi kaybetmişim. Adeta önümde engel kalmadı, temel performans göstergelerim yeşil yeşil yanıyor, herkes birer ikişer kupasını, tişörtünü, rozetini almış; mutlu mesut bir ortam. Mutluluk piramidinin en tepesinden sizlere bonibon atıp el sallıyorum; her şey mük.
Tabii şimdi üründü müründü bu tür kreatif alanlara dalınca, eğlenmesine eğlendim, yalan yok. Ama sanki bir şeyler eksik. Acaba ne eksik diye sordum, kimseden bi' tık yok. İşte o zaman fark ettim: Tık yok. Bana tık lazım arkadaşlar, çok net.
Her şeyi ardımda bırakıp gittiğim o dönemde panolarınızı yengeçlerle donatıp durmuşsunuz; anlata anlata bitiremediler. Delisiniz! Sizin yengeç takıntınız o dönem beni ayrı bi' mutlu etti. Hatta hala birbirinize yengeç hediye edip durduğunuzu görüyorum; gözlerim yaşarıyor.
İşte bunları düşünürken aklıma şöyle bi' soru geldi: Madem sizde böyle bi' tıklama takıntısı var; acaba bunu nasıl bi' özelliğe dönüştürebiliriz? Şöyle tadından yenmeyecek, ŞEKİLLİ güzel bi' şey yapalım istedim.
VEEE beynimde adeta şimşekler çaktı!
🦀🐛🧀👻🐴🍪!!!!!!!!!!!!
Bugün sizi bu güzel haberi vermek için panonuzda yakaladım: Emporium'daki görevimden geçici süreyle ayrılıp ekip değiştirerek Tumblr Tepkiler Bölümü Baş Yöneticisi pozisyonuna geçiyorum.
Bugünden itibaren, her gönderinin altında yer alan bu tepkileri kullanarak tüm duygu dünyanızı artık çok daha verimli biçimde ifade edebileceksiniz! En azından masaüstündeyken. Mobil uygulamaları çözemedim. (Yeteneklerimin aslında sınırı yok; ama bu aralar sudokuya gönül kaptırdım. Artık idare edin.)
Bu haber biraz ani geldi; biliyorum. Sıfır uykuyla yazıyorum bunları. Piramit tepesinden bonibon fırlatıp uçan halılarla başarılarımın coşkusunu yaşadığım o anlardan bu inanılmaz fikre ulaşıncaya kadar gözüme resmen uyku girmedi. Bu emojileri de telefonda en son kullanılanlar listemden aldım.
Çok ilginç bir şekilde tüm hislere tercüman oluyorlar; o yüzden bayılacağınıza eminim. Unutmayın, Brick hep sizi düşünüyor!
En tıklatmalı dileklerimle,
Brick Whartley Tumblr Tepkiler Bölümü Baş Yöneticisi Ürün ve Fiziksel Mühendislik Departmanı Başkanı (Eski)
31 notes · View notes
altinovaguncel · 2 years
Text
Oral: Şoförlerimizin sorunları, sorunumuzdur
Oral: Şoförlerimizin sorunları,��sorunumuzdur
Altınova Belediye Başkanı Dr. Metin Oral, ilçedeki şoför esnafıyla kahvaltıda bir araya gelerek, 30 Kasım Dünya Şoförler Günü’nü kutladı. Başkan Oral, şoför esnafının önemli olduğu kadar çok zor bir hizmet sunduğunu dile getirerek, “Hayatlarını yola adamış tüm şoförlerimizin bu özel gününü kutluyor, kazasız belasız bir yaşam sürmelerini diliyorum. Bizler her zaman sizlerin yanındayız.…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
epifizz · 1 year
Note
çocukluğumda travma üzerine travma yaşadım, şans iste. sonrasında hayatım boyuncA yalnız kaldım, kendimi yalnız bıraktım. acımı,sırrımı kimseyle paylaşamadım. sözlere dökülmeyecek kadar pisti yaşanılanlar. geçen yıl hayatıma biri girdi. bu dünyada elini tutabildiğim tek kişi oldu. ona güvendim, beni sevdiğine inandım. yanıldığımı anlamam bir kaç ay sürdü. ihanet etti. aldatmaktan fazlasını ifade ediyor bu. ihanet etti güvenime, masumiyetime, aşkıma… 7 ay boyunca bir kez sesini duymadım hem nefret ettim hem özledim. geçtiğimiz ay bir şekilde yine karşıma çıktı. o günden beri nefes alamıyorum. asla ona teslim olmadım, bunu kendime yapmam. ama onunla geçirdiğim her güne bir ah bırakmışken, neden bu kadar zor silip atmak, neden bu kadar acı içindeyim?
Bunların seni yontan ve nihayetinde mükafatlandıracak bir sınav olduğunu ya da günahlarının bir erken ödemesi olduğu tarzda bir üstsel sebep sunmak isterdim sana. Ancak böyle bir sebep olduğunu sanmıyorum, hiçbir sebep olmadan yaşadın bunları maalesef ve bu baş etmesi gerekilen en büyük sorun. Çoğu insan insan bilincinin sebep-sonuç ilişki ağı üzerinde düşünmeye alışması sebebiyle başına gelen kötü olaylarda bir anlam çıkarmaya çalışır, çoğunda çıkarılan bu anlamın niteliği negatiftir. Hak ettiğini, kötü biri olduğunu ya da bunların yaşanmasına sebep olacak karşı konulamaz unsurlara sebep olduğunu düşünür. Tek istediği mantıklı olabilecek bir sebebe sahip olmak ve yaşanan hazin olayları bir temele oturtabilmektir. Ama maalesef böyle bir sebep yok.
Sen yaşananlarda mağdur olansın, ötekinin alanının ihtilali ve onun eylemlerinden pasif bir şekilde etkilenmiş olansın. Bir sebep sonuç ilişkisi varsa bile bu senin alanında cereyan etmedi, bu sebeple sana maruz kalan diyoruz. Sana maruz kalan diyoruz çünkü bir ilişiğin olmasa da bu sebep-sonuç ilişkisi senin alanını yarıp geçti, sebepsizce ve belki de öylesine. Bir adam hava ateş etti, kendi eğlence anlayışı veyahut adetleri sebebiyle veyahut bir kutlamanın kendince değiştirilemez bir parçası olarak. Artan ve azalan ivmeyle, atış açısıyla, sürtünme kuvvetinin ve yer çekiminin etkisiyle bu mermi bir çocuğun kafasına geldi. Burada bir sebep sonuç ilişkisi var ancak çocuğun açısından değil, çocuk tamamen dışsal olan bu olaya tüm anlamsızlığıyla ve tüm bedellerini ödeyerek maruz kaldı sadece.
Acı içindeyiz ve bedel ödüyoruz, maruz ve mağdur kalıyoruz. Keşke bir Demiurgos, anti-christ veyahut bir şeytan olsaydı da tüm bu kötülük bir sebep veyahut anlam kazansaydı. İnsanlık zaten hep bunu istemedi mi? Kötülüğe ve acıya anlam veren tek bir günahkar... Maalesef buna sahip değiliz bence. Sahip olabileceğimiz tek şey bu amaçsız ve sebepsiz durumlardaki anlamı aramayı bırakıp, bu durumların oluşmasını engelleyecek yollar çizmeye çalışmak olabilir. Belki bizim için değil ama o silahı o adam gibilere vermeye mahal vermezsek, çocuklar için anlamsız olan o cinayetleri durdurabiliriz bir nebze. Veyahut gelecekteki kendimizi bazı maruziyetlerden ve mağduriyetlerden kurtarabiliriz.
18 notes · View notes
onlinefirmam · 10 months
Text
MakPack Vakum Makinesi
Tumblr media
MakPack hepinizin izlediği gibi son yıllarda büyük bir atak yaparak marka değerini büyüttü, piyasamızdaki çıtayı yükseltti, dünyaya açıldı.
MakPack olarak günümüz koşullarında gıda ambalajı üzerine Gıda Vakum Makineleri, ambalaj çözümleri ve ambalaj teknolojileri geliştiren ve üreten genç ama dinamik bir firmadır. Ambalaj çözümleri üretirken ilk hedefimiz, gıdaları tamamen doğal hallerinde, mümkünse katkısız olarak işlenerek ambalajlanmasıdır.
Beslenme konusunda işin püf noktası olarak temiz Gıda’yı temel aldık ve bu yolda ilerliyoruz. İş yaptığımız ve yaşadığımız ortamda doğru yöntemlerle ve tekniklerle paketlenmeyen ürünlerin hem sağlığımızı tehdit ettiğini hem de üreticiyi büyük maddi zarara uğrattığını hepimiz yakından takip ediyoruz.
Müşterimizle masaya oturduğumuzda her şeyden önce onların isteklerini, taleplerini ve beklentilerini tam anlamıyla tahlil ediyoruz. Ondan sonra ürüne göre mümkün olan en uzun raf ömrünü sağlayacak tekniklerle ve olabilecek minimum maliyette çözümler üretiyoruz. Bütün bunları yaparken geleceği de düşünüyoruz.
Dünyadaki gelişmeleri izlerken, MakPack olarak ihtiyaçlarımız doğrultusunda yeni teknolojiler geliştiriyoruz. Yıllardır bilgi ve deneyimlerimizi kullanarak kendi tasarladığımız makineleri, en küçük parçasına kadar yine kendimiz imal ediyoruz. Ürettiğimiz bütün makineler uluslararası standartlara ve sertifikalara sahip.
MakPack isminin arkasında 15 yıllık bir deneyim yatıyor. Hem Türkiye’de hem de yabancı ülkelerde pek çok seçkin firmaya makine ve hizmet desteği veriyoruz. Biz ürünümüzü teslim ettikten sonra yatırımcıyı ve üreticiyi kaderiyle, sorunlarıyla baş başa bırakmıyoruz. Satış sonrası 7/24 Destek vermekteyiz.
Vakum Makinesi denilince akla ilk gelen firma MakPack
Tumblr media
#vakummakinesi #gidavakum #vakum #vacuummachine #foodvacuum #makpack
3 notes · View notes
ibokumus · 1 year
Text
Tumblr media
ATATÜRK’ÜN İNÖNÜ’YE YAZDIĞI O MEKTUP / TURGUT ÖZAKMAN
Ve 30 Ekim 1923 sabahı Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk başbakanı İsmet İnönü’ne şöyle yazdı:
“Sevgili paşam, Cumhuriyet’in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın.
Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın.
Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz.
Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 km. kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda.
Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet’le de insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız.
Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.
Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı %60’ı geçiyor.
Nüfusun yüzde 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe.
Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var.
Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor.
Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler.
Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.
Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı.
Cumhuriyet’e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney.
Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.
Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim.
Allah yardımcımız olsun!”
(Mektup, Turgut Özakman’ın yazmış olduğu ‘Cumhuriyet: Türk Mucizesi 2’ kitabından alınmıştır.)
3 notes · View notes
derdiderun · 1 year
Note
Selamün aleyküm hayırlı günler kadınların çalışma koşulları nelerdir ?
Ve Aleykümselam.
Dinimizde evin geçim işi normal şartlarda erkeğe yüklenmiştir. Kocanın kazancı yeterli olunca kadının para kazanmak için ayrıca çalışmasına bir gerek kalmayacaktır. Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi vesellem) kadınların her zaman değil, bir ihtiyaç durumunda dışarı çıkacaklarını şöyle belirtmiştir:
"Ey kadınlar size, ihtiyaçlarınız için dışarı çıkmaya izin verildi." (Buhârî, Nikah, 115 (nr.5237)
Bir zaruret varsa kadın uygun şartlarda çalışabilir. Bir zaruret yokken de kadının çalışması caizdir. Ancak bir mümin kadının evin dışında çalışma durumunda şu edeplere uyması lazımdır:
¶ Kocanın izni. Koca evin reisi ve geçiminden sorumlu olduğu için kadın ondan izinsiz evin dışına çıkıp çalışamaz. Kadının çalışmasına zaruret varsa, buna aile ile iştişare ile karar verir.
¶ Mümin kadın, iş, ibadet veya hizmet için evin dışına çıktığı zaman örtüsü içinde olmalı; ayrıca yabancı erkekler içindeki konuşma, hal ve hareketlerine dikkat etmelidir.
¶ Yabancı erkeklerle baş başa kalmamalıdır.
¶ Yapılan iş helal olmalıdır. Dinen haram olan, kendisinin ve ailesinin şerefini zedeleyecek, kınanmaya vesile olacak bir işte çalışmamalıdır.
¶ Çalışma kadının temel görevlerini aksatmamalıdır. Mesela kadın iş yüzünden farz ibadetlerini terk etmemelidir. Bu ibadetlerin başında namaz ve oruç gelmektedir. Ayrıca iş yüzünden kocasına ve çocuklarına karşı görevlerini aksatmamalıdır.
Eğer kadın hamile ise, iş veya hizmet yüzünden karnındaki çocuğa zarar vermemelidir.
Yapılan iş, kadının gücünü aşmamalı, onun bünyesini ve dengesini bozmamalıdır. Kadın para kazanırken dinini, edebini, sıhhatini ve huzurunu kaybetmemelidir.
Mümin kadın evli değilse, dışarıda çalışma durumunda izin kısmı hariç yukarıda sayılan diğer şartlara uymalıdır.
Kadın evinin içindeki işleri hiç de küçümsenmeyecek kadar çoktur. Her şeyden önce şunu hatırlatalım ki, yeryüzünde annelikten daha kıymetli, daha şerefli, daha bereketli ve daha gerekli bir iş yoktur.
Bir kadının yuvasında beklemesi, çocuklarıyla ilgilenmesi, eve düzen vermesi, evin tabii ihtiyaçlarını görmesi ve bu esnada farz ibadetlerini yapması tam bir çalışmadır. Bu kadının bütün temel ihtiyaçları gücü nisbetinde kocaya aittir. Ancak bazan aile kalabalık olur, şartlar zorlar, kocanın geliri yetmez ve kadının kocasına maddi destek vermesi gerekebilir. İşte bu durumda mümin kadın yukarıda verdiğimiz ölçüler içinde evinde veya evin dışında bir işte çalışabilir.
Mümin kadının, kendisine ait özel mülkü ve ticareti olabilir.
Mümin kadınlara işveren kurum, şahıs ve şirketlerin onların şu üç konudaki problemini çözmesi gerekir:
1. Namaz
2. Örtü
3. Yabancı erkeklerle baş başa kalma olayı.
Bunu yapmak, yüce Allah'ın emrî olduğu kadar insanlığın da bir icabıdır. Bu insanlığı yapanlar gayri müslim de olsalar, bir şekilde güzel karşılığını görecektir.
5 notes · View notes
Text
Değişim, yenilik, özgürlük, en önemlisi Adalet isteyen bir toplumun çok büyük bir kısmı hâlâ aynı zihniyetteyse insanların sinirlenmesi, öfkelenmesi (Çadırları geri sökmeleri) gayet normal.(Asla desteklemiyorum.) Ancak bizi, en çok depremzelerin anlaması gerekiyordu. Neden mi? Afadın 70. Saatde bile ulaşmadığı -ulaşamadığı- bin tane yer vardı. Bunlar ortada. İmar affını malum kişiler getirirken millet göbek atmıştı ancak ayın 6'sında hepsi binaların altındaydı. Kızılay çadır sattı, depremden dolayı kimse suçluluk duyup istifa bile etmedi. Doğal afetler tabiki Allah tarafından gelebilecek bir şey, ancak ÖNLEM almazsan bu senin yönetildiğin devletin sorunu. Afad geç geldi, Kızılay çadır sattı, ülkenin CUMHURBAŞKANI "Bu Allahtan gelen bir şeydir." dedi.
-Ki kendi döneminde, seçilme telaşıyla "Tedbirsizlik, ihmalsizlik" diye açıklama yaptığı zamanlar var. Ülkenin İÇ İŞLERİ BAKANI "Bizim Hazırlığımız İstanbul depremiydi." diye açıklama yapıyor. Hani? Nerede? Ekrem İmamoğlu tek başına mücadele veriyor orada. Ne Hazırlığı Allah aşkına?(!) Biride çıkıp demiyorki "DEPREM VERGİLERİMİZ NEREDE?" , "BAĞIŞ GECESI TOPLANAN PARALAR NEREDE, 128 MİLYAR DOLAR GIBI O DA MI YOK?" , "NEREDE AFAD?" , "NEREDE KIZILAY?", "BİNLERCE YARDIM TIRI GİTTİ BUNLAR NEDEN MALUM PARTİ BİNALARINA GİTTİ TEKRARDAN?"
Bunları diyen olmadığı gibi, demek isteyenlerde susturuldu. Yandaş haber kanalları "Afad her yerde!" Diye Başlıklar atarken Gaziantep'te, Kahramanmaraş'ta, Adıyaman'da, Malatya'da hâlâ bir kişi bile kurtarılmamıştı. Telefon hatlarını kestiler, interneti kestiler, insanların hayatlarını yok ettiler. Sınırlardan AKIN AKIN Suriyeliler, Afganlılar girdi kimse çıtını çıkartamadı. Askerler bile sahaya geç girdi ya (!). Bakanlıktan kişiler gelecek diye yollar kapandı, yardımlar durdu, yardıma giden gönüllü onlarca insan saatlerce bekledi. Şimdi bu seçimde, herkes unuttu her şeyi. Ellerine sıfır daireler geçti diye, ölen hemşerilerini, kardeşlerini, dostlarını yok saydılar. Onlarca insan, tüm Türkiye destek verdi, çabaladı onlar için. Sadece benim şehrimde her saat başı KOCA KOCA tırlar kalktı yardım için.
Biz, -ben en azından- değişim için çabalıyoru(-m)z. Bir daha bu olmasın diye. Bir daha depremde "Allahtan geldi yapacak bir şey yok." diyerek milletin dini duyarlılığı kullanılmasın diye. Ama anlıyorum ki Ne Antep, ne Maraş, nede Adıyaman almamış dersini. Bir ev uğruna, milletini, ülkesini, vatanını dini kullanarak istismar eden yönetimle baş başa bıraktı. CADIRDA YAŞAYANLAR, SARAYDA YAŞAYANLARA OY VERDİ!
Ben utanıyorum! Ben, gerçekten utanıyorum. "Ben, manevî miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında belki gayelere tamamen erişemediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar." (1933, Cumhuriyet Bayramı açılış konuşmasından.) Diyen ATAM dan, bu zihniyetler yüzünden mahçup hissedip utanıyorum. Ben ölesiye utanıyorum.
"Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum. Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir. Âdetâ halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini, gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir. Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istediği gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır." Diyen ATAMA KARŞI BEN MAHÇUP HİSSEDİYORUM.
Özür diliyorum. Tek başıma yetemiyorum. Değiştiremiyorum bir şeyleri. Ben, benim gibi çabalayan herkesten, (küçük- büyük fark etmez) Özür diliyorum.
5 notes · View notes
seslimeram · 2 years
Text
Uçurumun Kıyısında Bir Ülke
Tumblr media
Duyulan ile görülen, bakılan ile fark edilen, sezilen ile yaşanan arasında uçurumun alenen her gün biraz daha açıktan var edildiği bir süreklilik ile sınanıyor bu sahne. Bütün bütün, doğrudan bir kara propagandanın esiri, muktedirin seslenişi dışında kalan hemen hiçbir şeyin güncellenmediği, duyulmadığı, konuşturulmadığı bir zemin var ediliyor. Her günü daha da karanlığa çıkartılan bir düzlem hali süreğen kılınıyor. Var edilmiş olagelen tüm o biyolojik politik deneyimleme ile mutlak iktidara biat hamlesi sürekli işlevsel kılınıyor. O nihai teslimiyet demokrasi mefhumunu hiçe sayarak onu artık gündem dışına iteleyip yeni ülke tahayyülünde gereksiz bir detay ilan ederek büyün yeniden bina ediliyor. Topyekun bir dönüşüm Orwellyen bir devinimi, fabl dahilinde dahi yok artık denilenlere sahip çıkıp, yeniden türeterek güncelleniyor artık. Yeni ülke bütün bu öğütücü mekanizmadır alenen, tamamen. Var edilen hayat akışındaki uçurum hali yeni ülkenin her nereye doğru meylini verdiğini de bildirir. Denetim, gözetim, tahakküm ekseninde yaşamın onarılması imkansız yaralara rehin edilmesi söz konusudur. Çukur dediğimiz bu hallerle birlikte güncellenen bir meseldir.
Duyulan, görülen ve bildirilen ile var edilen arasındaki uçurum derinleştikçe hayatın bir biçimde mahvına da zemin sağlama alınır. Geçtiğimiz günlerde doksan dokuzuncu yılı idrak edildiği zikredilen cumhuriyetin kazanımları diye çıkagelen şeyler reklamlarla bir biçimde sponsor addedilen eline kan bulaşmış sermaye nezdinde sunulurken, cerahatin hiçbir yere gitmediği bir zemini gerçek kılmaları söz konusudur. Bir hafta gibi bir süre içinde önce Kürd basınından dokuz gazeteci gözaltına alınır. Peyderpey var edilmiş olan bir soruşturma, birbirinden alakasız konuların bulup, birleştirip bir suç mesnedi olarak, örgüt üyeliği öne sürülerek dokuzu tutsak edilir. Memleketin tabipler odası başkanı bir insan hakları savunucusu olagelen, adli tıp uzmanı, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’yı önce malum medya, hemen ardından baş amir hedef kılar. Bu bahsin hemen üstünden bir an geçmeden soruşturma, gözaltına dönüştürülür. Kimyasal silahın, aması fakatı yokken, bunu PKK / HPG bilmiyoruz hangisine karşı kullanılmasının da insanlık suçu olduğuna dair kelam edilmesinin, bir yerde Cenevre konvasiyonuna göre, atılan anlaşmalardaki ol imzaların gerekliliği olarak soruşturulması söz konusu edilsin denildi diye Fincancı hoca mahpus edilir. Duyulan, görülen, anılan ile var edilen arasındaki devletle halkın arasında olagelen uçurum hali, Kürd toplumuna, onlarla birlikte hareket eden, lafta değil sahiden muhalefete bedel kılınır.
Bir tarafta pişirilip durulan, ya istibdat, ya hürriyet bahsinin aslında, İttihat ve Terakki’yi var eden bir oluşumun, bu ülkedeki Ermeniler başta olmak üzere gayrimüslimi daha sonra da Kürd halkının her kimliğinden çıkagelen suretleri, halkları yok etmek adına kullanıla geldiği bir figüratif slogan olduğu gözlerden kaçırılır. Cumhuriyet halk partisinin de temel odağı olarak kendisine yer bulan, kurucu önderin bu şerefli topraklar sizin (Türklerindir!), ermenilerin zerrece bu topraklarda hakkı / payı yoktur ile devam eden, sürekli güncelliği sağlama alınan bir nefret / ötekileştirme siyaseti o gümbürtü içerisinde baş amirin karşıtı olduklarını zikredenler eliyle yeniden piyasaya sunulur. Baş Amir, Kürd’ün özgürlüğüne karşıtlığı zikredip, eyleme dökerken, o muhalefet çatısı altından çıkagelen vatan bizim, böldürmeyeceğiz argümanları arasında altılı masa çoktan masal olur. Ağır ağabeylerin, hazır lokma yiyicilerin, götürelim abicim bahislerinin kıyısında bir avuç insanın muhalif olarak suna geldiği hayat böyle bir mesel değil sunumunun göz ardı edildiği zeminde ol istibdat zaten çoktan hayatı kuşatır. Görülen, duyulan, hayata dahil edilenlerle hakikatin arasındaki uçurum, bütün o iyi parti, saadet partisi, zafer partisi, memleket partisi diye bir biçimde muktedir emirleri doğrultusunda çoğalarak bölünerek her yere sirayet eden ırkçı akımlar / oluşumlar ile birlikte var edilir. Baş amirin yaptıkları neyse o adı anılanların bir biçimde suna geldikleri ülke perspektifinde, Ermeni’ye de yer yoktur, Kürd’e de, Alevi’yi de istemez, Ezidi’yi de diye devam eden bir süreklilik taşır. İyi de doksan dokuz yıldır hiç kimselerin kılınamayan, hala Türk’ün hangi kliğinin sahibi olduğuna karar verilemeyen bir menzilde adalet hiç söz konusu edilebilir mi?
Bianet’ten aktaralım: “Halkların Demokratik Partisi (HDP), Şırnak İl Örgütü’nün Cizre Belediyesi’ne kayyım atamasının yıl dönümünde düzenlenen protesto gösterisinde, kolluk güçlerince tehdit edildiklerini açıkladı:
“İktidardan aldığı talimatla daha önce milletvekillerimiz şahsında, halk ve meclis iradesine saldıran kolluk güçleri işi cinayet tehdidine vardırdı.”
“Polis, mermi çekirdeği fırlattı”
Partinin açıklamasında, HDP Şırnak Milletvekili Hasan Özgüneş konuşurken, polisin Özgüneş’e mermi çekirdeği fırlattığı belirtildi:
“Cizre Belediyesine kayyım atanmasının yıldönümünde milletvekillerimiz Hasan Özgüneş ve Nuran İmir’in de katıldığı basın açıklaması yapılmasında doğrudan “ölüm tehdidi” içeren son derece tehlikeli bir gelişme yaşandı. Polis ablukasında gerçekleştirilen basın açıklaması sırasında milletvekilimiz Hasan Özgüneş’e bir adet mermi çekirdeği fırlatıldı.
Kameralara yansıyan ve ekte paylaşacağımız görüntülerde mermi çekirdeğini kimin tarafından ve nasıl atıldığı net olarak görülüyor. Anayasayı, yasaları özellikle partimize ve halka karşı sistematik olarak çiğneyen AKP iktidarı ve güdümündeki silahlı yapıların tehdidinin ne anlama geldiğini kamuoyu biliyor. Bu duruma tepki gösteren milletvekilimiz Hasan Özgüneş, ‘Feriştahınız gelse bizi korkutamazsınız’ dedi.”
MA’nın haberine göre, HDP Şırnak İl Örgütü, Cizre Belediyesi’ne kayyım atamasının yıl dönümünde basın açıklaması düzenledi.
HDP Cizre ilçe binası önünde yapılan açıklamaya HDP Şırnak il ve ilçe örgütleri, HDP milletvekilleri Nuran İmir ve Hasan Özgüneş, Barış Anneleri Meclisi, Özgür Kadın Hareketi (TJA) yöneticilerinin yanı sıra çok sayıda kişi katıldı.
Açıklamada ilk olarak konuşan, görevden alınan Cizre Belediyesi Eşbaşkanı Berivan Kutlu, Cizre Belediyesi’ne daha önce de kayyım atandığını ama Cizre halkının her şeye rağmen kendi iradesinin ortaya koyarak yine HDP’li belediye eşbaşkanlarını seçtiğini söyledi.
Seçimlerden kısa bir süre sonra 29 Ekim 2019’da Cizre Belediyesi’ne tekrar kayyım atandığını hatırlatan Kutlu, “AKP iktidarı, seçimlerde kazanamadığı ve asla da kazanamayacağı belediyelere kayyım atamaları yaptı. Kayyım rejimiyle Cizre halkının iradesini almaya çalıştı” dedi.”
Duyulan ile görülen, bakılan ile fark edilen, anılan ile yaşatılan arasındaki uçurumu bir biçimde kestirmeden göstere gelen bir karşılaşmadır Cizre’de var edilen. Abluka güncesi dahilinde 2015 yılında yerle yeksan edilmiş bir kentte, temsili iradeye kayyım atanarak o iradenin yok sayıldığı bir zeminde bunun hukuksuzluk olduğunu zikreden bir vekil, kalan Halkların Demokratik Partisi üyelerine yönelik tehdit var edilir. Kürd sorununun varlığına dair kesintisiz kılınmış olagelen inkarla çıkılan düzlemde, aşk bodrumda yaşanıyor yazısı ile duvarlara zerk edilmiş nefretin, bodrum katlarında yakılarak katledilmiş insanların var edildiği Cizre’de iki satırlık itiraz hakkına yanıt yıllar sonra bir kere daha kurşun fişeğiyle çıkagelir. Demokrasi ediminden bunca kopuşun var edilebildiği bir zeminde hayatiyeti hiç addederek vekile kurşunla mesaj verip, halka gözdağını batının görmediği, fark etmek istemediği bir yıldırı halini yedi gün yirmi dört saat var ederek güncelleyen bir zeminde her nedir ki demokrasi, her ne haldedir, sahiden de insan hakları! Kurşun atarak bir şeyleri ama en çok da ölümü kutsayarak hangi gün var edilebildi, edilebilir ki sahiden de?
Diken.com.tr’den aktaralım: “Boğaziçi Film Festivali Komitesi, ‘Karanlık Gece’ filmiyle en iyi yönetmen ödülünü kazanan Özcan Alper’in ödül gecesinde Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı hakkındaki söylemlerinden ‘rahatsız’ oldu. Komite, ‘törende ödül kazananların politik göndermelerini ve sloganlarını kınadıklarını’ açıkladı.
Senarist ve yönetmen Özcan Alper, bu yıl 10’uncusu düzenlenen festivalin önceki akşamki ödül töreninde ‘Karanlık Gece’ filmiyle en iyi yönetmen ödülünü kazanmıştı.
Alper, ödülünü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’ta kimyasal silah kullandığına ilişkin iddiaların araştırılması gerektiğini söyledikten sonra iktidar tarafından hedef gösterilerek tutuklanan TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’ya ithaf ederek şu konuşmayı yapmıştı:
“���Hep barış olsun, asla savaş olmasın’ diyen bir kadın Şebnem Korur Fincancı, yine sadece barış dediği için maalesef bir linç kampanyasına maruz kaldı. Umarım son olur. Umarım cezaevinden bir an önce çıkar. Bu ödülü ona ithaf ediyorum.”
O sırada salonda bulunan oyuncu Burak Haktanır, Alper’e ”O kadın TSK’ya iftira attı. Kaç gündür tüm PKK sayfaları onu destekliyor‘ diyerek tepki göstermişti.
En iyi film ödülünü kazanan ‘Kar ve Ayı’nın yönetmeni Selcen Ergün de ödülü almak için sahneye çıktığında Haktanır’ın çıkışını ”Çok eril bir dil kullanıyorsunuz” diyerek eleştirmiş, Haktanır’ın Ergün’e ”Hadi oradan” demesiyle salonda gerginlik oluşmuştu.
Festival komitesinin ödül gecesine ilişkin sosyal medya hesaplarından yapılan açıklamada isim vermeden Alper’in konuşması ‘kınandı’:
“On yıl boyunca herhangi bir ayrım yapmadan, hiç kimseyi ötekileştirmeden katılımcı bir festival olmak için çalıştık. 10. Boğaziçi Film Festivali kapanış gecesi ve ödül töreninde yaşanan istenmeyen olayların ve onaylanması mümkün olmayan siyasi söylemlerin meydana getirdiği etki bir yıllık uzun bir çalışma sonucunda ortaya koyduğumuz programın, filmlerin ve ödüllerin konuşulup tartışılamamasına sebep olmuştur. Her zaman sanatçıları ve filmleri önceleyen bir festival olarak ödül törenimizde ödül kazananların politik göndermeleri ve sloganlarını kınıyor, kültür sanat hayatımızın sağlıklı bir zeminde yükselmesi temennisinde bulunuyoruz.”
Görünen, anılan ve aksettirilen arasındaki derin uçuruma bir kısa kesit daha paylaştığımız şu yukarıdaki örnek. Hiçbir biçimde gerilla güzellemesi, örgüt propagandasına yer verme, bahis açma çabası gütmeden, bir insanlık suçu var edilmişse bunun akıbeti sorgulanması elzem olandır diyen bir hekim tutsak edilmiştir. Yönetmen Özcan Alper’de bunu, iki satır meramında, barışın egemenlerin elinde hiç edilmesine karşı yıllar yılıdır mücadele veren bir insana destek linç edilmek istenir. Festivalden çok devletten nemalanma, sponsorlarla hayatını idame ettirme telaşındaki yapının da mal bulmuş mağribi gibi atlaması ve bütün onların üstüne tüy diken resmi kanal palyaçosu tiplemenin vatan savunurken saçtığı tüm o salyalarla birlikte bir kere daha gösterilen / var edilen ile anlatılan arasındaki hakikatin ta kendisi tuzla buz edilir. Ezberden mavallar okunarak, kokuşmuş bir siyaset argümanına bir biçimde bir kere daha tutunup, kırk küsur yıldır devam olunan bir yok etme haline, bir savaş haline, en son eklenmiş kimyasal silah kullanıldığına dair tespit ve tanıklıklara karşı sözü çiğneyerek, vatan kurtarılmaya çalışılır. Oysa yer yerinden çoktan oynamıştır, Cizre ya da Amed’in Sur’u gibi gidenlerin, kaybedilenlerin hiçbiri için bir telafi yoktur. Ne asker ne gerilla ne köylü, ne korucu ne o ne bu hiçbir biçimde yıkım / ölüm sarmalından bir çıkışı bıraktırmayan bu kör karanlık sarmal, daha yeni yüzyılını ilan eden ülkede hiç ama hiçbir huzurun da kalmayacağını bir kere daha bildirir. Benzeri 2015’te yaşatılan o kara, kapkaranlık günlerin paralelinde, bir örnek tekrarında hangi istikamet var edilecektir ki hazandan gayri. Sorguluyor musunuz?
Birbirilerine değen, biri bitmeden bir başkası başlayan, hepten, her dem kötülüğün daimi kılındığı bir zeminde, görünen, gösterilen, anılan ve anlatılanların kıyısında olmakta olan yegane şey hayatın müşterek savunusunun da imkansızlığa demir attırılmasıdır. Bunca açık, bir o kadar kesintisiz bir biçimde devlet ister kendi yönetim katından olsun, isterse yol verdiği kolluğundan, işaret ettiği rehin aldığı temsilcilerine, ister eli kanlı sermayedar isterse her ne iş gördüğü kendisinin dahi bilmediği garabet tiplemelerin yekten var ettiği o naralarla şekillendirdiği hallere hep bir kısır döngü sürekli yinelene gelir. Biteviye bir hal, ki hep açmazlara çıkar. Biteviye bir yol ki hep derin çukurlara yollanan. Öylesine değil hiç ama hiçbir biçimde mübalağa değil doğrudan yıkımı arzulayan. Bitimsiz bir karanlık, biteviye bir kısır döngü dahilinde ne görülen, ne anılan, ne hakikat hakkaniyetle var ediliyor artık. Uçurumun kıyısında her anı daha da zifiri, her günü çok daha yıkıcı bir yer, bir menzilde hayat ne yana düşer, düşürülür sahiden?
Misak TUNÇBOYACI - İstan'2022
Görsel: Reuters via BBC Türkçe Servisi
8 notes · View notes