"İçinizin rahatlığı doya doya zikretmeye bağlı, bol bol sadaka vermeye bağlı. Ne müzik sesi, ne su sesi, ne kuş sesi, ne sessiz bir orman, ne bir dalga sesi...Bunlardan gavur da pay alıyor ama mutlu olamıyor arkadaşlar."
"Kim günde 100 kere lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehul mülkü ve lehul hamdu ve hüve alâ külli şeyin kadîr derse bu tesbîhat o kişi için 10 köle azâd etmeye denktir. Ve kendisi için 100 iyilik yazılıp, 100 kötülük silinir. Ve o günün akşamına kadar şeytandan korunmuş olur."
“Kainatta hiçbir şey yoktur ki hamd ile Allah'ı tesbih etmesin, Onu anmasın, Ona dua etmesin. Fakat siz onların bu tesbihlerini, zikirlerini, dualarını fark etmiyorsunuz.”
Şemsuddin İbnu’l-Kayyım el-Cevziyye el-Hanbeli rahimehullah şöyle der:
Zühd üç bölüme ayrılır;
Birinci Bölüm: Farz olan zühd. Haram olan şeyleri terk etmektir. Bunu ihlal eden müslüman için azap sebebi gerçekleşmiş olur. Bu azabın meydana gelmesini engelleyen bir sebep olmadıkça da azap kaçınılmaz olur.
İkinci Bölüm: Müstehab olan zühd. Bu da, terk edilen şeylere nispetle farklılık gösterir. Bu zühd, mekruh olan şeyleri, ihtiyaç fazlası mübahları ve çeşit çeşit mübah arzuları terk etmektir.
Üçüncü Bölüm: Zahidlerin zühd hâlidir ki, bunlar, Allah'a yönelip seyr-u sülükta bulunmak için paçaları sıvayan kimselerdir.
Bu zühd de iki çeşittir;
Birinci tür: Genel olarak dünya hakkında zahid olmak. Bundan maksat, dünyayı tamamen elden çıkarmak ve dünya hususunda eli boş oturmak değildir. Bilakis, dünyayı kalbinden çıkarmak, ona iltifat etmemek ve elinde bulunsa dahi kalbine girmesine fırsat vermemektir. Hiç şüphe yok ki zühd, dünyayı, kalbinde olduğu halde elinden çıkarman değil, elinde olduğu halde kalbinden çıkarmandır. İşte bu, râşit halifelerin ve bütün malların hazineleri elinin altında bulunduğu halde zühdü "darb-ı mesel" olan Ömer b. Abdülaziz'in hâlidir. Hatta bu, âdemoğullarının efendisinin hälidir ki; Allah ona birçok fetih nasip ettiği halde, bu fetihler onun sadece dünya hakkındaki zühdünü arttırmıştır.
Böyle bir zühde sahip olmak için 3 şey gerekir;
1. Kulun, dünyanın geçici bir gölge ve bir an için insana uğradıktan sonra kaybolup giden bir hayal olduğunu bilmesi.
2. Kulun, bu dünyadan sonra daha büyük, daha kıymetli bir yurdun, ebedilik yurdunun olduğunu bilmesi.
3. Kulun, dünya hakkında zahid olmasının kendisi için takdir edilen hiçbir şeyi engellemeyeceğini bilmesi.
İkinci tür. Kişinin, nefsi hakkında zahid olması. Zühd çeşitlerinin en zon ke meşakkatli olanıdır. Zahidlerin çoğu bu mertebeye ulaşmış ama İçine girememişlerdir. Zira bir zahidin haramı terk etmesi kolaydır. Çünkü onun neticesi çok kötü, meyvesi çok çirkindir. Aynı şekilde zahid, kendi dimini himaye etmek, imanını korumak, lezzet ve nimetleri azaba tercih etmek, fäsık ve fäcirlere ortak olmaktan kaçınmak ve düşmanının eline düşüp onun oyuncağı olmaktan korunmak için haramlardan kaçınabilir. Yine zahidin mekruh ve ihtiyaç fazlası mübahları terk etmesi kolaydır, zira zahid, bunlan tercih edince kaçıracağı lezzetleri, ebedi sevinçleri ve daimi nimetleri çok iyi bilir. Zahidin dünyayı da terk etmesi kolaydır, zira dünyadan sonra nasıl mükemmel ve tam bir karşılık istediğini ve ne kadar yüce bir talebi olduğunu çok iyi bilir.
Nefis hakkında zühd sahibi olmak ise nefsi bıçaksız kesmektir.
Bu zühd de iki türlüdür;
Birincisi: Vesile ve başlangıç konumu. Bu, nefsi öldürme mertebesidir. Böylece senin katında nefsin hiçbir kıymeti kalmaz. Öyle ki ne nefis hesabına kızarsın, ne razı olursun, ne ona destek olur ne de onun için intikam alırsın. Sen onun itibar ve şerefini ihtiyaç günü için harcarsın. Bu durumda nefsin, ona yardım etmene, onun için intikam almana, seni çağırdığı zaman ona icabet etmene, sana asi olduğu zaman ona ikram etmene ve kötülendiğin zaman da onun için kızmana değmeyecek kadar basit ve değersiz olur. Hatta senin katında nefis, kendisi hakkında söy lenen şeylerden çok daha değersiz ve ona zor gelse dahi kurtuluşunun bağlı olduğu şeyleri yaptıktan sonra onu biraz dinlendirmeye değmeyecek kadar basittir.
İkincisi: Zühdün gayesi, kemål seviyesi. Bu mertebede olan kul, nef sini tamarnıyla mahbubuna feda eder ve ondan hiçbir şeyi kendisi için bırakmaz. Bu kulun nefsi hakkındaki zahidliği, elinde bulunan değersiz bir malı sevdiğinin istemesi durumunda o malı hemen terk edip sevdiğine Veren bir kimsenin o mal hakkındaki zahitliği gibidir. Hiç bu kimsenin kalbi, bu değersiz malı elinde tutmayı ve mahbubuna vermemeyi ister mi? İşte samimi olan zahidin kendi nefsi hakkındaki zühdü de böyledir. O tamamıyla kendi nefsinden vazgeçmiş ve O'nu Rabbine teslim etmiştir.
O devamlı nefsini Rabbi için feda etmekte ve bunun kendisinden kabul edilmesini ummaktadır. Hiç şüphe yok ki daha önceden anlattığımız bütün zühd mertebeleri, bu mertebenin başlangıcı ve vesileleridirler.
Bu mertebenin de gerçekleşmesi, bütün o mertebelerin oluşmasına bağlıdır.