Bekliyorum seni ben. 3 yilda vazgecegimi sandiysan beni tanimamissin demektir. Bana artik "yalnizligin en sevdali hali" diyorlar. bu zamana kadar vazgecmeyip bekledigim icin. Gunun belli bir saati neredeyse tapulu malim haline gelecek banka oturup duslere daliyorum. Karanlik bir odadayim. Ilk basta soguk ve urperti veren seyler geliyor aklima. Odanin her kenarina dizilmis erimeyen buzlar,soguk ruzgarlar,odanin tavanindan siril siril akan bir selale...Dusundukce vucudum titremeye basliyor, nabzim artiyor, nefes almak zorlasiyor. Ama sen giriyorsun birden odaya. Buzlar cozunup suya donusuyor,ruzgarlar durgunlasiyor, tam arkanda akan selalenin ustunden bir gunes dogup ikimizi de isitiyor. Hepsi senin sayende olsa bile bunlari hak edecek kadar degerli olmadigindan bahsediyorsun. Gozlerim aciliyor o anda. Bankta buluyorum yine kendimi. Elimdeki sisede son yudumlarimin kaldigini fark ediyorum. Sinir bozucu. Ama olsun. Yagmurlar yagsa da, sirilsiklam olsam da, simsekler etrafimi yalasa da bekliyorum seni ben. Yoksa aslinda dibimdesin de ben mi goremiyorum? Ruzgara karsi koymaya calisarak ucan marti misin, her gun ustune basmak durumunda kaldigim cimen misin, belki uzak yerlere giderim umuduyla masmavi gokteki bulut musun, on besinde beni uyurken izlemek icin yukselen ay misin? Hepsine sordum seni. Cok bekledigi icin kafayi yemis birisi dediler bana. Bir bakima haklilar da. Bunca suredir beklememin karsiligi olacak mi? Yoksa bosu bosuna mi bekliyorum ben seni? Sahi var midir gonlunde benden daha iyileri? O yuzden midir bu yoklugun? Var ya, bazen hissediyorum geldigini. Deniz oyle bir dalgalaniyor ki senin saclarin geliyor aklima. Dalgalara dokunmak istiyorum. Eger dokunursam seni hissedecekmisim gibi. Bir kedi geliyor yanibasima. Mirliyor ayni senin yaptigin gibi. Sevgiye muhtac. Sanki ona dokunursam seni hissedecekmisim gibi. Ama hicbiri sen degilsin. Saniyorum ki sen dunyanin kendisisin. Gordugum, hissettigim, kokladigim, isittigim her sey sensin. Eger oyleyse bu senin kotu yanlarinin da oldugunu mu gosteriyor? Bu dar sokaklarda,sahit oldugum butun kavgalarda senden en ufak bir parca goremesem bile korkuyorum. Bu korku beni yiyip bitirmeden once gel nolursun. Bekliyorum seni ben. Soguk ve urperti veren bu odanin kapisini acman icin bekliyorum.
Bugün canım Halil amcam öldü. Hasta olduğunu öğrendiğimden beri üzerime karanlık bir bulut çökmüştü sanki, radyolarda cumadan beri güneşli olacağı konuşulan bu pazartesi günü güneş bir an bile ışığını göstermedi tahminlerin aksine.
Aslında hasta olduğunu da öğreneli çok olmadı, 6 ay sürecek kemoterapilerden bahsedilince insan diyor ki tamam en azından beraber bir 6 ayımız daha var. Babam yanından döndüğü bir akşam bana “ara kızım, birinin aklına geldiğini hissedince öyle mutlu oluyor ki” dedi. Lanet olsun ki aramadım ama. Bazen çok uzun saatlerimizi bomboş koşturmacalara ayırırken zamanın bir başka insan için değerini nasıl da anlayamıyoruz. Zamanın kıymeti de hızı da göreceli. Gecikmiş olunca ama göreceli değerlerden bağımsız sadece gecikmiş oluyorsun.
Sesini duyamadım Halil amca, çok özür dilerim senden. Ben maalesef her şeyi ertelerim, neleri ertelememem gerektiğini bugün senden öğrendim. Sen benim izmir’deki dedemdin. İlk kez 6 yaşımda gördüm seni ve sonra hep görmek istedim. Şımartılmaya alışmamış utangaç çocukluğumda en şımarabilir hissettiğim anlarımı bana sen hediye ettin. Kaydıraktan bile kayıyor olsam beni alkışlayıp yüreklendirdin, sen varken hep göklerde hissettim. Seni kalbimin bu kadar derinlerinde bulmam bana da sürpriz oldu, bunları belki arayıp sana da söyleyebilseydim hem şaşırır hem sevinirdin.
Çok eski bir 5 şubat akşamı doğum günümü kutlamaya geldiniz diye uykumdan uyandırmıştı annem beni, uyandığım yetmiyormuş gibi evde de misafir var diye ne huysuzlanmıştım içten içe. Salonda balkon kapısının önünde bizim eski sarı tekli koltuklar vardı o sıra, tam kapı önünde olanında oturmuş kollarını iki yana açmış çağırmıştın beni. Sarılır iyi ki doğdun der sonra beni unutur, koca adam benimle mi sohbet edecek, boşuna uyandım diye düşünürken beni bir dizine oturtup koluma hayatımın ilk saatini taktın. Beni düşünüp bana hediye almıştın, kırmızı bir saat, hala heyecanı kalbimde. O yaşta bir çocuk bir şey istemedikçe alınmaz, çoğunlukla istediği bir şey de alınmaz. Sen almıştın, vermek için de heyecanlanlıydın. Bunlar bana bir yetişkinin, hele de erkek bir yetişkinin aklından geçirse bile yapmaya zahmet etmeyeceği şeyler gibi görünürdü.
Çok mutlu oldum sayende Halil amca. Normalde belki küçük ama o zamanlar seninleyken biraz daha büyük yer kapladım dünyada. Beni gördüğün ve sevdiğin için teşekkür ederim, senden öğrendiklerimle ben de tüm şeffaf çocukları göreceğim.
Sen bulut bende yağmur olsam yanlış anlama yürümüyorum çok ağladığım için dedim
derdi veren dermanını da verir, dünyanın merhamet eksikliğinden can çekiştiği bir çağdayız, sahip olduğun merhametli yüreğin Allah'ın sana verdiği en büyük lütuflardan biri olması ise bir başka şükür sebebi, güne dermanınla uyanasın anonim 🌻
Bir mermer yontucusu, dağın tepesinde, kızgın güneşin altında, mermer yontmaktan son derece yorulmuş. Kendi kendine söylenmeye başlamış:
” Bıktım artık mermer yontmaktan. Hayat mı bu yaşadığım sanki… Devamlı mermer yontmaktan başka bir şey yapmıyorum…
Yontmak zaten zor bir de yetmezmiş gibi hep bu kızgın, yakıcı güneş! Ah ! Güneşin yerinde olsam keşke…
Ne güzel yükseklerde her yere hakim olurdum. Işığımla her yeri aydınlatırdım.
Yontucunun dileği mucize eseri kabul olunur ve yontucu o an güneş olur. Dileği kabul edildiği için çok mutludur. Fakat bu sırada bulutlar ortaya çıkar ve ışığını her yere yaymasına engel olur. Bu duruma isyan eder:
“Şu basit bulutlar benim ışınlarımı engelleyecek kadar kuvvetli olduklarına göre güneş olmanın ne anlamı var. Mademki bulutlar bu kadar kuvvetli keşke bulut olsaydım.”
Dileği kabul olur ve hemen bulut olur. Dünyanın üzerinde özgürce gezinmeye başlar, oradan oraya gider, yağmur yağdırır, toprağa bereket verir. Fakat birdenbire rüzgar çıkar ve bulutları dağıtır.
“Rüzgar nerden çıktı da geldi ve beni dağıttı, demek ki rüzgar daha kuvvetli öyleyse ben rüzgar olmak istiyorum. “
Dileği yine kabul olur, güçlü bir rüzgar olur. Dünyanın üzerinde eser durur, fırtınalar estirir, tayfunlar meydana getirir.
Fakat birdenbire önüne kocaman bir dağ çıkar ve ona mani olur..
“Basit bir dağ beni durdurmaya yettiğine göre benim rüzgar olmamın ne anlamı var.” En güçlü dağ olmak istiyorum.
Dileği kabul olur ve bir anda koca bir dağ olur.
Bir zaman sonra bazı sesler duyar, ve kendisine durmadan vurulduğunu hisseder. Ondan daha kuvvetli olan, onu içten içe oyan, kimdir acaba. Bir de bakar ki…
Kendisinine zarar veren sadece küçük bir mermer yontucusudur.
Hayat akarken bazen hayatımızdan, olduğumuz yerden memnun olmayıp, başka birinin yerinde olmak isteriz.
Mutluluğu başka yerlerde arar, onun kendi içimizde olduğunu unuturuz nedense. Kendimizden uzaklaştıkça mutluluğu arama telaşında hiçbir şey yeterli gelmez daha da mutsuz oluruz.
Kimi boyunu beğenmez, kimi saçını. Kimi evini beğenmez, kimi eşini. Hep farklı şeyler ister durur. Halbuki Yaratan her şeyi ne güzel yaratmıştır. Yaratılan her şeyin bir amacı vardır. Bir şeylere vesile olur. Bu nedenle Mevlam ne eylerse güzel eyler.