Tumgik
#bir zaman sonra sinir bozucu
defnekalbim96 · 8 months
Text
En geri kafalıca huyum her seyi bir seye bağlamak doğru bi söyleyis mi bu emin değilim ama
20 notes · View notes
gercekhikayem · 1 year
Text
Zorlu Teslimat
Sıcak bir Ağustos akşamüstü 48 yaşında bir kadın, yazlığında tek başına. İstediği biraz ilgi ve yazı seks yapmadan bitirmemek.
Zeynep bu sorunla daha önce ilgilenemediği için kendine kızdı. Çamaşır makinesi bir hafta önce arızalanmıştı, gelen tamirci kısa, kel, pis kokulu, işe yaramaz bir erkeklik örneğiydi. Lafta büyük ustaydı ama saatlerce uğraşıp pis su dolu bir mutfağın hayal kırıklığı ve bozuk bir çamaşır makinesi dışında hiçbir şey yapamadı. Artık mutfak masasında bir süreden beri alışkanlığı olan bir şişe şarap ve çalışmayan makineden çıkardığı içi her türlü çamaşır ile dolu büyük sepet  duruyordu. Daha fazla kirli de banyodaki sepetlerde. O da mutfağın pisliğine ve yalnız geçirdiği kötü yaz tatiline sinirle bir kadeh daha doldurdu.
Kocasının bitmez tükenmez iş seyahatlerinden birinde olması, Zeynep'in bu sorunla kendisinin ilgilenmesi gerektiği anlamına geliyordu. Kocasının iş gezilerini bahane ettiğini biliyordu buraya onun yanına gelmek istemiyordu. Kim bilir hangi ucuz orospunun peşine takılmıştır diye düşündü. Yazlığa hafta sonu gelecek yorgunum diye uyutacaktı bütün gün. İkisi de zorda kalmadıkça birbirleri ile olmak istemiyor gibiydi. Kocası gücünü başka kadınlara saklıyordu sanki. Zeynep de geçen yaz barda sarhoşken beraber olduğu adamdan sonra kocası ısrar etmezse, sevişme başlatan taraf olmuyordu. İki üç kere birlikte olduğu o adam da bu sene ortalıkta gözükmemişti. Son üç aydan beri olduğu gibi bir kadeh şarap sonrası kendini okşayarak veya bir film seyrederek uyumaya çalışacaktı bu gece de. Ancak işe yaramaz tamirciyle yaşadığı sinir bozucu an içindeki bu istediği de söndürmüştü. Sözde Ankara'da iş seyahatinde olduğunu söyleyen yirmi beş yıllık kocasını çamaşır makinesi al diye aradığında arkadan gelen müzik sesleri Yunanca idi ve adam telefonu hemen kapamak için tamam tamam en sağlamından bir tane sipariş ederim bugün, bir iki gün çamaşır yıkamasan olur demişti. 25 yıl birbirlerinden uzaklaşmak için yeterli bir süre. Kocası zengin bir adamdı ve çevresinde dolanan genç kadınlar için iyi bir avdı. Bu yazlığı karısı ister istemez almasının sebebi de büyük ihtimal buydu zaten. Karısı ondan ne kadar uzak olursa o kadar iyi.
Tamirci gelmeden bulduğu son temiz şeylerden olan dar şort kasıklarını sarmıştı, amının üstüne gelen kalın dikiş geriye yaslanınca klitorisine kabaca sanki bir parmakmış gibi sürtüyordu. Bir iki kere daha bu baskıdan sonuç almayı denedi. Sinirden ve ortamın dağınıklığından konsantre olamadı. Düşüncelere daldı, uzun sıcak yaz yüzünden bronzlaşmış vücudu ve bacakları ve her gün yüzmekten dolayı sıkılaşmış ve zayıflamıştı. Vücudu neredeyse son bir aydır her gün azgındı ve bazen büyük göğüslerinin uçlarının ne zaman ortaya çıktığını kendi bile anlayamıyordu. Çevredeki kaçamak bakışları irileşen göğüs uçlarında yakalıyordu. Aylardır ondan uzak duran kocasının sikinin yerini hayallerinde zaman zaman yan villada tatil yapan iki üniversitelinin siki alıyordu. Onların veya kendinin çekingenliğini kırmayı ve siklerinin üzerinde zıplayarak boşalmayı hayal ediyordu geceleri. Bir iki kere en cesur bikinisi ile balkona çıkıp gençlere göz banyosu sunmuş ama bir sonraki adımı atamamışlardı. Nasıl atsınlar yıllardır tanıdıkları Zeynep ablaları idi o. 
Şarap, kocasının yokluğu, aklından geçenler ve klitorisi üzerindeki baskı, Zeynep'in bir an önce banyoya gitmesi ve kendini ne olursa olsun boşaltması fikrini aklına soktu. Akşam altıya geliyor önce güzel bir boşalma, sonra akşam yemeği. Kapı zili çaldığında banyo kapısındaydı ve çamaşırı nemden şortuna yapışmıştı. Saçını başını aynada düzeltip kapıyı açtığında ise nefesi tekrar hızlandı. Uzun boylu genç, atletik esmer bir adam, elinde bir not panosuyla gülümseyerek  bir teslimat bekleyip beklemediğini soruyordu. Adamın beyaz parlayan dişlerine ve kalın kollarından gözlerini kaçırmaya çalışarak telaşla evet dedi. Adamın duraksamasını geç fark ederek de içeri mutfağa doğru geçmesini işaret etti. 
Adam içer adım atmadan önce döndü ve teslimat minibüsündeki bir meslektaşına başparmağını kaldırdı. İkinci bir genç, aşağıya atladı. Her ikisinin de üzerinde bir örnek bermuda şortlar ve kısa kollu gömlekler vardı. Kaslı yapıları ile kıyafetleri iki beden küçük gibiydi üzerlerinden. Erkeklerden uzun olanı düğmelerini nerede ise göbeğine kadar açmıştı ve kaslı gövdesini ortaya çıkarmıştı, hafifçe terlemiş ve gömlek sırtına yapışmıştı. Şişmiş göğüsleri gömlek altında belli idi.
Biri yeni cihazın yerini görmek isterken, arkadaşı da makineyi arabadan indirme işlemine başladı. Genç adamı mutfağa götürürken Zeynep adamın vücudundan gelen tatlı terin kokusunu alabiliyordu, boğa gibi görünen genç bir erkeğin yakınlığı ve yürüme hareketi dar şortun kalın dikişinin yarığına sert bir şekilde sürtünmesine ve nemli bölgesinin daha da büyümesine neden oluyordu. Eski makineyi de çıkarmamız gerektiğini söylememişlerdi sorun değil hallederiz dedi adam.  Yazlık bölge olduğundan insanların mayo ile veya şortlar ile onları karşılamalarına alışkınlardı ama bu kadının ince uzun bacaklarını daha da belli eden dar şortu, iri göğüsleri ve ıslak bakan mavi gözleri iki gencin de dikkatinden kaçmamıştı.
Genç adam elindeki panoyu tezgâhın üstüne koydu ve aşağı inip tesisatı kontrol etmek için dolapların arkasına doğru çömeldi. Tesisatı kıçı göreceğim diye gülümsedi Zeynep, adama dar gelen bermudanın kumaşından kıçının hatlarını görme fırsatı verdi. Gözleri biçimli kalçalara takılıyken adam döndü ve gülümsedi sanki gözleri bir an için dar şortun ezdiği ıslak bölgesine baktı. Ayağa kalkarken Zeynep'e gereğinden fazla yaklaşmış gibi geldi. Yok diye düşündü Zeynep tezgah üzerindeki not panosunu almak için eğilmek zorundaydı adam o nedendir. Eski makinenin üzerine eğilerek adamın alamadığı panoyu Zeynep uzattı. Bu sefer de o adamın gözlerini, üzerindeki askılı penyeden yarısı ortaya dökülen göğüslerine bakarken yakaladı. Kahretsin diye düşündü. Uçları yine sertleşmiş ve belli oluyordur. Belli olmayacak gibi değildi ve genç adam da bu yaştaki bir kadının göğüslerinin bu kadar dik durmasına hayret etmişti. Ne kadar bakmamaya çalışsa da kadının sarı saçlarına inat yanmış güzel cildi bakılmayacak gibi değildi. Formdaki bir iki yeri kocanızın imzalaması gerekiyor derken makinenin altındaki son parçayı sökmek için sırt üstü uzanmıştı. Nereyi diye sormak için adama bakarken dar tulumun önündeki kabartı ve yana doğru uzanmış sikinin hatları gözünün önündeydi. Adam bir hortumu sökmek için ileri geri hareket ederken bermudanın ağı yukarı geliyor ve taşaklarıyla sikinin kabartısı ortaya çıkıyordu. Bilerek mi yapıyor bu genç adam diye düşündü. Nasıl bu kadar iri gözükebilir siki. Çok esmer ikisi de, aşağıdaki köydeki Çingen mahallesinden mi? Çingenlerin siki büyük olur derler. Bunları aklından çıkarmak için formdaki küçük yazıları okumak amacıyla makinenin üstüne eğildi. Ayağa kalkmış ve  şimdi Zeynep'in biçimli kıçına ve ince uzun bacaklarına bakan adam kocanız sipariş etmiş o imzalasa daha doğru olur, evde mi diye sordu. Hayır dedi Zeynep bu evdeki her işi ben yapıyorum. Formu kadın da imzalayabilirdi ama sadece evde yalnız mı olduğunu teyit etmek için sormuştu adam. Yüzlerce teslimat yapmıştı arada ufak tefek maceraları olmuştu ama bu kadın farklı idi. Çarpıcı güzelliği değildi aklını alan, kadının eve girdikleri andan beri tutuk hareketleri vücudunu süzen gözleri idi. Ulaşılmaz, ukala zengin kaltaklardan biri diye düşündü, dikkatli olmak gerek. Karının şortunun ağındaki renk değişikliği ne peki, am suları mı sanmam, bana öyle geliyor olsa diye kafasını toplamaya çalıştı.
O anda kapı eşiğinden biri geliyorum diye bağırdı ve ikinci genç adam mutfak odasına girdi. Kardeş gibi birbirine benzeyen ama diğerinin daha kısa bir versiyonuydu bu. Daha kaslı bir yapıya sahipti, giydiği dar bermudaya benzeyen pantolonun kasık bölgesine niye baktığını kendi kendine sordu Zeynep. Az evvel gördüğünü diğer gençte de mi arıyordu? Her iki adam da eski çamaşır makinesine yönelip onu yerinde tutan boruları ve kablolardan kurtardı. Kasları esneyerek ve daha da şişerek kolayca makineyi havalandırdılar ve evin dışına çıkardılar.
Tüm bu koşuşturma sürerken bile Zeynep'in klitorisi yanıyordu. Adamlar eski makineyi arabaya yüklemek ile meşgulken hızlıca göğüs uçlarını ve  nemli bölgesini kontrol etti. Şortun üzerine kadar çıkmıştı ıslaklığı ve biraz daha artsa açıkça görülebilirdi. Elini içeri sokarak dar şortun amına baskı yapan yerini uzaklaştırmaya başladı ve klitorisinin baskısını biraz olsun hafifletmek için şortun belini hafifçe aşağı çekti. Yere konan makine sesine arkasını döndüğünde ise elini telaşla çekti ve masanın üzerindeki çamaşırlara çarparak yere saçtı. Teslimatçılardan uzun olanı içeri girmiş ve ayakta onu izliyordu. Kardeşinin hadi şovunu yap önerisini kabul ederek tek başına yeni makineyi taşıyabilmek için gömleğini çıkarmış ve kaslı gövdesini sergilemişti. Özür dilerim sizi korkuttum diyerek yaklaşmış ve çamaşırları almak için eğilmişti. Ona durmasını söyleyerek ısrar etti. Bir yandan da bir elinin amında diğerinin arkasında olduğunu adamın görmemesinin imkansız olduğunu düşünüyor ve iyice panikliyordu. Adama yaklaşarak yerden topladığı çamaşırları adamın elinden almaya çalıştı. Adamın tuttuğu yazlık sutyenlerinden ve bikini altlarından biri idi ve adam önce sutyene sonra da Zeynep'in göğüslerine dik dik baktı. İkisinin de birer ucundan tuttuğu sutyeni daha hızlı çeken adamın gücüne karşı koyamadı ve gövdesi adama yapıştı. O şaşkınlığını atmadan adam yapacağını yaptı ve bir elini atlet gibi penyesinin üstünden göğsüne yapıştırdı. Kalın parmak uçları ile göğsünü sıkarken diğer eli kalçasına pençe gibi geçmişti. Dur dedi önce ama el önce kabarmış göğüs ucunu sıktı. Göğsünü sıkan el belinden içeri girip ince sutyeni üzerinden göğsünü kavradığında ağzından sadece derin bir nefes çıktı Zeynep'in.
Kadının direnmemesinden hoşnutluk bulan adam şortunun bel düğmesini çözdü ve iki eli ile kumaşı bacaklarından ayak bileklerine kadar çekti. Kardeşi haklı çıkmıştı. Karının meme uçları dışarda ve yürürken kıvranıyor, bu karı biz gelmeden kesin kocası ile sikişmek üzereymiş demişti. Kocasının evde olmadığını öğrenmişlerdi. Zeynep adamın çıplak kalçalarını sıkan ellerine teslim olmuş çaresiz hissediyordu, bir elinde kendi kirli sutyeni vardı. Aşağıya baktığında ��nünde diz çöken adamın siyah saçlı kafasının bacak arasına yaklaştığını gördü. Dili uzun süredir ıslak duran amına ve klitorisine hafifçe vurunca masaya yaslandı ve amını adamın yüzüne doğru itti. Çok ıslakmışsın diye ilk defa konuştu adam. Koca dili amının derinliklerine girmişken cevap veremedi. Burada bu an ayakta boşalabilirdi. Anın tadını çıkarmak için gözlerini kapattı. Am yemeği biliyor bu adam, hele şişmiş bekleyen klitorisine büyük dudakları ile baskı yapınca ince bacakları titriyordu. Büyük elleri kalçalarını yoğururken suratını kadının amına iyice bastırıyordu. Dili nohut gibi şişmiş ve sertleşmiş klitorisine dayanılmaz bir baskı yapıyordu. Bir süre sonra bir elin sıkarak tuttuğu sutyeni elinden aldığını hissetti ve gözlerini açtığında yanında duran ikinci teslimatçının da belden yukarısı çıplak olduğunu gördü. Adam ona bakarak şortunu çıkardı ve uzanarak kadının üzerindeki penyeyi sutyeni ile birlikte çıkardı. Altındaki bokseri da çıkarttığında kadının gördüğü beklentilerini aşan bir sikti. Yarı sert sik yumruk büyüklüğündeki başı ile adamın cildinden daha kara idi ve hayallerindeki zenci sikleri gibi uzanıyordu. Üzerinde damarlardan oluşmuş çizgiler ile korkutucu idi. Bu daha kısa boylu olanıydı ve yaklaşıp göğüslerini aynı anda kavradı sağ memesini sertçe sıkıp sert meme ucunu emmek için eğildi. Demiştim sana meme uçları sikilmek için dikilmiş, penyeyi yırtacaktı. Her şey hayallerinden daha fazla idi. Dev gibi iki el göğüsleri ile ilgilenirken klitorisi ustalıkla yalanıyordu. Biri hiç konuşmazken diğeri onun nasıl sike aç olduğunu bilir gibi beynine giriyordu. Sikine bakıyordu değil mi orospu, kocasız kaldığı belli. Klitorisi adamın dudakları arasında kaldığında bacakları titremeye başladı. Göğüslerini emen adamın kafasını iyice kendine bastırdı. Off karının göğüsler gerçek lan taş gibi. Orgazm dalgaları arttıkça bacaklarından aşağı süzülen sular da artıyordu. Kadını yalayarak boşaltmanın verdiği güven ile ayağa kalkan adam da soyundu ve eşit derecede etkileyici oranlarda kalın sanki biraz daha uzun bir siki ortaya çıkardı. Yüzü Zeynep'in am suları ile parlıyordu. Karı biz gelmeden ıslakmış, amını okşuyordu içeri girdiğimde, yatır şunu masaya da sikelim.
Bir kuş gibi havalandırıp çırılçıplak vücudunu masaya yatırdılar. İkisinin de elleri kadının üzerinde gezindi. Kalın parmakları kırmızı ve ıslak amının üstünde buluştu, içini parmakları ile keşfettiler. Bir parmağım bile amına zor giriyor diye güldü kısa olan. Bu dar karının ilk sikişi senin abi dedi ben girersem dayanamaz. Demek kardeştiler. İki yanında sarkan iki kalın sike uzanarak tuttu. Parmaklarını her birinin kalın ve sert etrafına sarmaya çalıştı. Dimdik tavanı gösteren siklere hayranlık durarak okşamaya başladı. Kocamanlar ve elime sığmıyorlar, amımı parçalar bunlar. Bunları düşünmek, sıkılan göğüsleri ve amına giren parmaklar uzun uzun inlemesine neden oldu. Karı durmadan akıyor abi, tam bir amcıkmış.
Uzun boylu olan bacaklarını çekti ve ayak bileklerini omuzlarına koydu. Geniş gövdesi şimdi daha heybetli görünüyordu. Sikini am girişine yerleştirdi. Böyle bir yarak yedin mi daha önce? Hayır hayır diye inleyebildi. Seyret o zaman diyen kardeşi ensesini kaldırarak kadının dirseklerinin üzerinde durmasını ve amına girecek siki seyretmesini sağladı. Adamın yatay olması için aletini aşağı doğru bastırması gerekiyordu. Amıma girince bu sik yine dikleşecek ve beni çıldırtacak diye düşündü. Bağırmaktan çekinme diye güldü kardeşi. İlk defa yiyenlerden bayılan bile oldu. Dirseklerinin üzerinde dinlenirken, yanmış vücudu ile kontrast oluşturan beyaz kalmış mayo izi üzerinden amına sürtünen koyu renkli sike bakmaya devam etti. Kara yumruk gibi başı pembe am duvarlarını geri itti. Adam geri çekilip bunu tekrar yaptı. Sıcak siki ile onunla oynarmış gibi sırıtıyordu. Amının girişinden kat kat iri duran sike bakan Zeynep'e adam alay eder gibi seslendi. Alamayacaksın galiba ev orospusu. Kendinin bile beklemediği bir tepki ile sessizce mırıldandı sok hadi orospu çocuğu sok. Penisin giren kısmı amcık dudaklarını iyice açtı boynu geriye düştü kadının ve kısık, gırtlaktan bir inilti çıkardı.
İlerlemeye devam eden kara canavar am dudaklarını içe doğru itti, iç duvarlarını parçalar gibi geçip içine yerleşti. Alnından ve karnından boncuk boncuk terler akmaya başladı. Tekrar içine girene baktı. Sik amının dibini onu tamamen doldurarak bulmuştu. Dışardan kalan kısmı o korkunç kalınlıktaki kökü girişini iyice germişti. Siyahlığı beyaz güneş görmeyen yerlerinin tam zıddı idi. Adam aletini çıkarmaya başladığında, amındaki boşluğu sevmediğini düşündü ve adama doğru kendini kaydırdı. O sikten ayrılmak istemiyordu. Orospuya bak abi sik diye kıvranıyor. Adam zenci gibi sikini onun artık teslim olmuş amcığına hızlanarak sokarken topların kıçına çarptığını hissedebiliyordu. Adamın sikme hızına uyum sağlayan kadar çığlıkları mutfakta çınladı. Bir süredir sadece göğüslerini okşayan ve bunları da sikeceğim diyen kardeşin sikini tutmak için uzandı, yüzüne doğru çekti, kocaman başını yavaşça yaladı, adamın ohh orospu diye inlemesinden memnun kalarak dilini ucunda gezdirdi. Başını alabilmek için ağzını sonuna kadar açması gerekti.
Ağrıyan ağzından siki çıkardı ve ilk gördüğü andan beri aklında olan iki tenis topu büyüklüğündeki taşakları okşadı. Birazdan onların içindekiler amcığımı dolduracak düşüncesi içini titretti. Sik yakından ve en sertleşmiş hali ile bir canavara ait gibi duruyordu. Bacaklarının katlanması ve içindeki sikin çılgınca hızlanması ile tekrar orgazma ulaştı. Gözünden yaş göğüslerinden ter akıyordu ve karnı sancılanarak titriyordu. Amından akan sular utanç verici derecede fazlaydı ama utanmak yerine zorla açtığı gözleri ile kasıklarına baktı ve amının açgözlülükle siki dibine kadar yuttuğunu gördü, amcığı ıslaktı, çok ıslaktı ve amının suyu içine giren siyah kalın pistonu yağlıyordu. Yaşadığı bir orgazmın ötesi idi, kaybolmuştu aklı. Boğazının ağrıma sebebi çığlıkları idi. Aletini onun amına pompalayan genç adam da terliyordu, neredeyse iki katı yaşındaki bu güzel kadının mavi gözlerine ve sallanan sert büyük göğüslerine bakarak amını daha hızlı sikmeye çalışıyordu. O hızlandıkça kadından çıkan çığlıklar artıyor, çığlıklar arttıkça o hızlanıyordu. Kadın siktikçe güzelleşiyordu sanki. Siki kalındı, kadınlar ilk aldıklarında zorlanırdı, bunu biliyordu ama uzun süredir de bu kadar dar ve sulu bir amcık sikmemişti. Patlaması yakındı. Sikini kadının amına yerleştirip durdu. Nerene istersin kaltak? Zeynep cevap vermedi sadece bacaklarını sikicisinin beline doladı üzerine eğilen adamla dudakları ilk kez şehvetle buluştu. Adam homurdanarak aletini elinden geldiğince içeri itti. Orgazmının devam ettirdi bu darbe. Zeynep okşadığı diğer siki bir anlığına bırakarak adamın omuzlarına uzandı, onu kendine iyice yapıştırdı. Amından dokunulmamış yerleri keşfeden dev yumruğun ve sikin seğirdiğini sıcak yapışkan sıvıyı içine çektiğini hissettiğinde dili adamın ağzındaydı. Amına bu kadar uzun süre bu kadar yakıcı döl akmamıştı hiç.  Korunmak aklının ucundan bile geçmiyordu o an.
Perişan halde bacakları masadan sarktı, gözleri yine kapandı, sikin amını terk ettiğini hissetti, nefeslenmek istiyordu ama amı boş kaldığı için üzgündü . Yeniden doldurulması gereken bir boşluk hissederek diğer gence baktı. Hiç konuşmadan sarkan bacaklarını masanın kenarına katlayan genç belini sikine doğru çekti.  Bu masada yemek yenmez artık diye güldü adam, karının am suyu ve döllerin kaplı abi. Sert yumruk büyüklüğündeki sikin ucu çok hızlı bir şekilde amının girişine konumlandı, amına doğru bastırdı. İçeri girerken az evvel kalın başka bir sik girmesine rağmen bir miktar dirençle karşılaştı. Zeynep şaşkınlıkla gerildi. Abisinden daha kalın bir yarak mı?  Sikin başı amına girince de kafası geri düştü Aman Tanrım yavaşş diye bağırdı ve yüksek sesle bir homurtu çıkardı. Canı yanıyor ama ne kadar genişleyebilirim diye de merak ediyordu. Gözleri kapandı. Amının yaşadıkları gözünde canlandı, dev baş amını yararak ilerlemiş onun açtığı yerlere kalın gövde yerleşmişti. Amında yeni yeni kapılar yeni zevk noktaları açılmıştı. Sikicisi yarıya kadar dışarı kaydı ve hızla tekrar içeri itti kütük gibi kalın siki. Artık vücudunu tamamen ter ile kaplanmıştı ve güçsüz bacakları adam omzunda tutuyordu. Bu daha iyi bir sikici. Sikinin dev başını am duvarlarında gezdire gezdire sikiyor ve bağır orospu bağır diye söyleniyordu. Arada omzundaki bacaklarını öpüyor küçük küçük ısırıyordu. Isırılmayacak gibi değildi, tüysüz, güneşte yanmış pürüzsüz bacakları. Bağırıyor ve durmaksızın terliyordu. Bağırmasına aldırış etmeyen diğer sik dudaklarına çarptı. Kocaman bir et parçası olarak yanaklarını tokatladı. Sikin başını hızlıca dilledi, kendi suyuyla onun sperminin karışımını tattı. 
Genç spermlerin baş döndürücü tadı. Kocası veya yazlıkta geçen sene verdiği yaşlı adamınki gibi değil. Yarak manyağı bu karı. Baksana şuna tam bir sikilmelik kaltak. Hiç bu kadar güzel bir karı siktin mi abi. Göğüsleri tokatlanırken amındaki devin hızı arttı. Yavaş sik lan kaçmıyor karı bak amından sular fışkırıyor tekrar. Göğüs uçları ezilirken Zeynep tekrar doruğa çıktı. Nefes almak haykırmak istiyordu ama ağzına giren sik izin vermiyordu. Amını siken göbeğini okşarken ağzındaki sikin sahibi göğüslerine hoyratça saldırmıştı. Tutamıyorum lan karıyı nasıl çırpınıyor orospu. Karnındaki tüm kaslar acıyarak bacakları gerilerek orgazma teslim oldu. Adam kalın sikini kasan titreyen amcığa rağmen sikişini durdurmadı. Bir haftadır sikişim yok karı sikimi koparacak zor dayanıyorum diye söylendi. Hareketsiz kalmış kadının hala kasılan amına patlamak üzere olduğunu anladığında abisinin yaptığını yaptı. Nerene istersin ev orospusu amına mı ağzına mı? Aklında o güzel dudaklara ve küçük burna doğru patlamak vardı.  Kadının sarı saçlarını çekerek domaltarak sikmek ise ilk gördüğü andaki fantezisi idi. Bunları düşünmek boşalmasını hızlandırdı. Kadın ise sadece inleyebiliyordu elleri ile karnının üzerini işaret etti. Küçük kardeş sikini çıkardı. Görüntüsü am suları ile parlayan siyah bir boru gibi idi. Damarları korkunç derecede şişmişti. Sıcak beyaz dölleri fışkırarak göbeğine oradan göğüslerine kadar geldi. Bir iki üç dört fışkırma ile tenis büyüklüğünde taşakların ne ile dolu olduğunu kadına gösterdi. Sikinin ucundaki yarıktan son bir iki damlayı da hassaslaşmış am dudaklarına sürterek bıraktı.  Kocam bir ayda bu kadar döl çıkaramazdı herhalde dedi içinden.
Gözleri kararak çevresindeki seslere aldırış etmeden masa üzerinde yığılı kaldı. Kendine gelen Zeynep  terli ve spermlerle kaplıydı, amının girişi soğumaya biraz da sızlamaya başlamıştı. Terli cildinde spermler soğurken sikicileri onu bırakmış makineyi kurmuşlardı. Masadan kalkmaya çalışırken başı döndü, amı sanki hala aralıktı ve uzun süre kapanmayacak gibi sızlıyordu. Amından ve göbeğinden sızanları yere yayılmış çamaşırlar ile sildi. Koca sikleri tam inmemiş ve sallanan adamların yanından konuşmadan geçti ve bir bornoz almak için yukarı çıktı. Banyo aynasında kendine baktı. Göğüs uçları sert sert sıkılmaktan dolayı ağrıyordu ve renkleri morarmış gibi koyulaşmıştı ama vücudunda başka bir kızarıklık görmedi. Sarı saçlarına kadar sıçrayan bir dölü eli ile aldı. Makinenin çalışma sesini duyunca bornoza sarılıp aşağıya indi. 
Geldiğini gören kardeş kadını hızlı çekip onu dudaklarından sert bir şekilde öptü. Zeynep amını dağıtan o koca siki bir kere hissetmek isteyerek kasıklarını sürttü. Diğeri kapının arkasından bir sonraki randevunun 5 dakika sonra olduğunu bağırdı, gecikirsek atarlar işten. Hareket etmeleri gerekti, göğüslerini hızla sıktı ve ismin ne diye sordu. Zeynep dedi fısıldayarak. Abim ve ben yarın da sana teslimat yapmaya geleceğiz Zeynep, ister misin? Akşam gelin son teslimat bana olsun diye kıkırdadı. Çevresine bakınan adam kulağının kenarından öperek o zaman tost olmaya hazırlan ve bol bol bira al, canını çok yakacağız diyerek arabaya koşturdu.
Dolaptan bir bardak daha alıp şarap doldurdu, kahrolası çamaşırlar bir gün daha bekleyebilirdi. Yarın döllerle kaplanacak yatak çarşafları ile beraber yıkanırdı. Masa üzerinde acele ile başlayan bir sikişte bile perişan etmişlerdi. Yarın gece kalpten götürür bunlar beni düşüncesi aklına gelince şarabı bıraktı ve buzdolabındaki vitaminlere uzandı.
--- bu hikaye bir kadın okuyucu tarafından gönderilmiştir.---
yeni hikayeleri gecikmeden takip etmek ve daha rahat okumak için adresiniz.
218 notes · View notes
burakurnaz · 15 days
Text
ekin diye yıllar öncesinden tanıdığım bir arkadaşım var. eski atölyeden tanışıyorduk, sonra orası kapandı ve belirsizlikler oluştu. o dönem ekin'le iletişimsizdik. hazel-ekin-zeynep üçü birlikte bir sanat galeri açtılar. galeri sayesinde iletişimimiz yeniden başladı şükür. huzur evrenimin bir yerlerinde ekin'i bulabileceğim bir yer olduğu bilgisi, denizlerimin seviyesinin sabit kalmasına katkı sağlıyordu.
bugün de bir serginin açılışı vardı, çok kalabalık değildi ama yine her zaman orada bulunan insanların bir kısmı olarak oradaydık. ekin birileriyle konuşurken kulak misafiri olduğum şeyi sordum, 10 gün sonra yurt dışına gidecekmiş. onun için umarım iyi olur ama ya ben ekin'in ankarada olmasından çok mutluydum. birbirimizin hayatının bazı parçalarına tanık olarak sözsüz bir iletişimimiz oluştu. temeli karman çorman fotoğraf projelerimde beni hep dinledi, zaman ayırdı, üstten bakmadı, yardımcı olmaya çalıştı. bana karanlık odada film yıkamayı ve baskı yapmayı o öğretmişti, yaz sıcağında buzdolabına önceden koymadığım suyun uygun sıcaklığa gelmesini beklediğim için bile benimle bekliyordu.
sevdiğim arkadaşlarım böyle birer birer yurt dışına gidiyorlar, ülkenin durumundan dolayı. ülke bir sürü yüksek potansiyelli güzel insanı kaybediyor. babam akp'li, babama sırf arkadaşlarımı kaybetmeme sebep olduğu için bile öfke duyuyorum. ve gitmek için gereken bütçe için de yıllarca türkiyede sıkıntılı, daracık bir hayat yaşıyorlar. sonra oraya gidiyorlar ve sıkıntılı hayat yine devam ediyor.
Tumblr media
ekin'in bu fotoğrafını 2 martta yorucu bir atölye sergisinin açıldığı günün sonunda çektim.
ekin'in gidecek olmasına çok üzüldüm. kahverengi, zayıf ve kısamsı fiziğini, hep kocaman gülümsemesini unutmamak istiyorum. bu yaz eymir'de koşalım diyorduk, kaldı galiba.
mesela murat vardı, o da gitti. yıllar önce bir kış akşamı, atölye çıkışı tunalı hilmi'de yürürken ona "kendimi hissedemiyorum, uyuşmuş ve kendime sıkışmış gibiyim. birileri suratımı şöyle güzel bir yumruklasa, birkaç dişim dökülse de kendimi hissetsem" dediğimde beni çok iyi anladığını, bol sakallı ve kıvırcık saçlı kafasının içindeki sıkışık dişlerinin arasından çıkardığı seslerden anlamıştım. ağzında küp şeker emiyormuş gibi konuşuyordu, gür sesiyle o da bazen böyle şeyler hissettiğini söylemişti. "kimsenin anlamadığı ama benim çok üzerime gelen ufak sinir bozucu durumlarım var ve bunları bir türlü çözemiyorum murat. mesela çalışma sandalyem, oturuyorum, çalışıyorum, konsantreyim, sabitim, birden düşüyor ya. sonra kaldırıyorum ve bir yüksekliğe geliyor ama önceki yüksekliği benim için harikaydı ve onu bir daha yakalayamıyorum. yani eyvallah çok siktiriboktan bir durum ama bu sürekli oluyor ya. babama söyledim, güldü ve dikkate almadı. yani yapacağı tek şey, sandalyeyi arabaya yükleyip ostimdeki firmaya tamire götürmekti. adamlarla da konuştum, getirin yaparız, dediler. ama sırf babama muhtaç kalmamak için araba hiç istemediğim halde ilk fırsatta bir araba alıcam ve sandalyemi götürücem." diye öfkemi boşaltmıştım murata.
murat almanya'da master yapıyor şimdi. kalacak ev bulmak için instadan sık sık paylaşım yapıyor. fikirlerini çok büyük bir heyecanla, sanki birini idama gitmekten kurtaran bir avukat yüksekliğiyle sunardı. çok sarma sigara içerdi, uzun boylu olduğu için hafif kamburu vardı ve bıyıkları dudağını kapatırdı. bol kesim kumaş pantolon giyerdi. onu sonbaharda tanıdığım için hep uzun palto gibi şeylerle ve kazakla görüyordum, heybetli sanıyordum ama benim kadar zayıfmış aslında. babası üzerine çalıştığı bir fotobook yapmıştı ki karman çormandı. onun da kafası benimki gibi çin keranesi gibiydi. cümlelerini tamamlamadan diğerine başlardı. aklındakileri anlattığı sıradaki konuşmasını çok hızlı konuşan bir papağana benzetirdim.
3 notes · View notes
Text
Seabrook ༘˚⋆𐙚。⋆𖦹.✧˚
Teneffüs zilini duyan Juliette aceleyle sınıfından çıkıp alt kata indi ve koçun odasının önünde durdu.Derin nefes alıp kapıyı çaldı ve "Gir" sesini duyunca odaya girip masasına yaslanmış Dean'a baktı.Dean ona masanın önündeki sandalyeyi işaret etti.
"Oturabilirsin"
Juliette aceleyle sandalyeye oturdu ve ona baktı.
"Beni ne için çağırdınız?"
Dean kollarını kavuşturdu.
"Flinn ile konuşmanı duydum Juliette"
Juliette kaşlarını çattı ve yutkundu.
"Hangi... konuşma?"
"Bizim aramızdaki şey hakkında konuştuğun o konuşma.Gerçekten senden hoşlandığımı mı düşündün?"
Juliette gözlerini kırpıştırdı ve inanamayarak ona baktı.
"Haksız mıyım?"
Dean sinir bozucu bir şekilde güldü.
"Sen bir öğrencisin ve ben de bir öğretmenim Juliette.Aramızda hiçbir şey olamaz"
"Bunu bilmenize rağmen neden sürekli etrafımdasınız?"
"Sadece öğrencim olduğun için seni korumak istedim.Bunu yanlış anlamanı sağlayacak bir şey yapmadım."
Juliette sinirle ayağa kalktı.
"Tamam Bay Winchester iyi günler ve ayrıca lütfen bundan sonra arkadaşlarıma mesaj atıp onları rahatsız etmeyin"
Juliette hızlıca odadan çıktı ve Dean onun arkasından bakakaldı.
Okul çıkışı Flinn,Juliette ve Ella bahçede Audria'yı beklerken görmeyi bekledikleri en son şey gerçekleşti.Adrian ile gülüşerek okuldan çıkan Audria.Flinn hızla ona el salladı ve Audria onları görüp Adrian ile birlikte yanlarına gitti.Juliette kollarını kavuşturdu.
"Sabahtandır seni bekliyoruz"
"Üzgünüm Adrian'a okulu gezdirdim"
Adrian gülümseyerek ona elini uzattı.
"Ben Adrian memnun oldum"
Juliette onun uzattığı eline baktı ve göz devirip hafifçe elini sıktı.
"Hm ben de Juliette.Audria'nın en yakın arkadaşlarından biriyim."
Adrian sırayla diğer kızlarla da tanıştı ve Audria'ya döndü.
"Ben artık gideyim.Yarın görüşürüz o zaman?"
Audria gülümsedi.
"Görüşürüz"
Adrian kızlara veda edince Ella sırıtarak Audria'yı dürttü.
"Aşk üçgeni mi olacak yoksaaa"
"Saçmalama Ella çocuk okula yeni geldi ve arkadaşı yok.İlk arkadaşı ben olayım dedim"
"Arkadaş deme lazım olur"
Kızlar sohbet ederek yürümeye başladılar.Flinn,Juliette'in asık suratını görünce kaşlarını çattı.
"Juli bugün bana gelir misin?Birkaç işim var evde bana yardım edecek birine ihtiyacım var"
Ella dönüp ona baktı.
"Ben gelebilirim"
Juliette başını olumsuz anlamda salladı.
"Yok ben giderim Ella"
Ella oflayıp Audria'nın omzuna sarıldı.
"Biz de bir yerlere gidelim miii"
Audria kıkırdadı
"Nereye mesela?"
"Şerefsiz James'in evini basmaya"
Audria göz devirdi.
"Hayır"
Flinn saçlarını düzeltti.
"Biz buradan gidiyoruz annem beni almaya gelmiş"
Flinn ve Juliette ikiliye sarıldıktan sonra arabaya binip gittiler ve Ella Audria'nın koluna girdi.
"Sence de Flinn ve Juliette bu aralar biraz garip değil mi?"
"Nasıl yani?"
"Bir şey saklıyor gibiler"
Audria omuz silkti.
"Bilmem olabilir"
Yürümeye devam ederlerken Audria uzakta gördüğü kişi ile duraksadı.Ella ona baktı.
"Ne oldu?"
Audria başıyla ileriyi işaret etti ve Ella o tarafa doğru baktı.
"Oha"
"Bunu hemen kızlara atmamız lazım"
Audria telefonunu çıkartıp gördüğü iki kişinin fotoğrafını çekti ve gruba attı.
2 notes · View notes
benmisim · 1 year
Text
bakın şimdi kardeşime çatmalı mıyım çatmamalı mıyım.
geçen beni aradı. doğum için ne zaman geleyim muhabbeti yapıyo. dedim ağustos başı gel. dedi olmaz o zaman ankara’dayım. guest artist olarak gidiyo dövme yapmaya. “sonra da” diyor, “mete bodrum’a gidelim diyor” diyor… “oradayken doğum olursa oradan gelirim” falan diyor. neyse. “ağustosun 13-14’ü gibi geleyim mi” diyor. ya şimdi hiçbir şey belli değil ne desem boş, belki öncesinde olcak belki sonrasında. ama kardeşim illa bir tarih belirleme derdinde gibi. bir ara buna dedim ki telefonda “sana da hiç güvenemiyorum, sanki gelip napacaksın, yardım mı edeceksin”. bu da bi bozuldu “niye öyle diyorsun” falan dedi. e dedim öyle, son gelişlerinde sana bir iş söylüyordum sonra dönüp gelip yine aynı şekilde buluyordum, kafanı telefondan tabletten kaldırdığın da yok falan dedim. ama cidden çok sinir bozucu derecede dağınık ve ekran bağımlısı. ablasına ev işinde yardım etmeyi geç, daha da kendi dağınıklık yaratıyo. kaldığı odada bardaklar birikiyo. hani bi bardağını kaldırıp mutfağa götürmek yok. bu sırada hamileyim bi de, ben hizmet ediyorum fkckdj neyse. kardeşim de dedi ki “sadece bir kere yapmamıştım, yaparım yani” falan ama böyle gevşek gevşek, cevval değil :D neyse kapattık telefonu. sonra ben bi üzüldüm. öyle demese miydim ya kız bozuldu üzüldü falan gibi düşünceler geçti kafamdan.
peki ertesi gün noldu?
kardeşim instagramda guest tarihleri paylaşıyor :D ankara, bodrum, ardından eskişehir 14-27 ağustos :D bana yaptığı ayağa bakar mısın :D güya buraya doğum yapan ablasına yardım etmeye geliyor :D gelecek burada dövmeye gidecek. hey yarabbim. önceki gelişlerinde de böyle yapmıştı. hazır buradayken bir dövme stüdyosuyla da anlaşıyordu, kaldığı sürece dövmeye gidip geliyordu. ama doğum sırasında da yapma be kardeşim ya. o kadar sinir oldum ki. şimdi ben bunu “misafirliğe diye geliyorsan hiç sırası değil kardeşim, bir de senle uğraşamam” diye paylasam, haklı mıyım haksız mı ya. tutuyorum kendimi çatmamak için.
8 notes · View notes
beyazbiri · 1 year
Text
Karanlığında Boğulmak
"Bedenim bendiliğimi terketmek üzereydi, soğuk terler döküyordum, nefes alış verişim hızlı ve kesiksizdi. Ellerimi kaldırıp onlara odaklanmaya çalıştım ama ellerimi bile göremiyordum.O odanın içinde kapana kısılmış hissediyordum,her zaman böyle hissetmişimdir, yapayanlızdım. Ses ve görüntü yok, soluklarımdan ve kafamdaki susmak bilmeyen düşüncelerden başka hiçbir şey duyamıyordum. Korktuğum şey karanlık değildi, yapabiliceklerimdi." Önündeki kağıda bir şeyler not aldıktan sonra bakışlarını bana çevirdi, Tanrım yine o yapmacık berbat gülümsemesini yüzüne takınıyor, nefret ettiğim gülümsemesiyle birlikte odadaki saatin "tik tak" sesi birleşmiş beni çileden çıkarmak üzereydi, daha fazla orda durmak istemedim.
"Bana şu "yapabiliceklerim" 'den kastının tam olarak ne olduğunu anlatır mısın?" Gözlerimi kapatıp odadaki sinir bozucu detayları yok saymaya çalıştım, ama imkansızdı.
"Şu saatin pillerini sökebilir misiniz?" Ani çıkışımın üzerine kadının yüzündeki afallama ifadesini saniyeler olsa da görmeyi başarabilmiştim, sonra yine o yapmacık olduğu nefes alışından bile belli olan gülümsemesini tekrardan yüzüne takındı."Gülümsemeyi de keserseniz sevinirim." Ağzını açtığında ondan önce davranıp lafını kesmiştim, tekrar afallama. Kafasını onaylarcasına sallayıp ayağa kalktı, adımları sinir bozucu derecede yavaştı, ve ben 5. adımı attığında dayanamadım."Unutun gitsin, bi psikoloğa neden ihtiyacım olduğunu bile anlamıyorum. Siz bu terapilerinizden birini ona verin bence, bana değil." Ayağı kalkıp kabanımı aldıktan sonra odanın kapısını açıp dışarı çıktım, içimdeki tüm nefreti kusarcasına kapıyı çarpıp o yerden ayrıldım.
Topuklu ayakkabılarımın çıkardığı sesleri yok saymaya çalışarak hızlı adımlarla evime ulaşmaya çalışıyordum. Aklımdan geçen düşünceler beynimi tüketmeme yetecek kadar fazlaydı. Duygularım, hislerim ve düşüncelerimi kaplayan karanlığa yeminler olsun ki kaçacağım. Bedenimi sana teslim ediyorum bırak ki benliğim kurtulsun. Buysa yaşamak tercih ederim ölümü. Hem ölü bi bedenle farkı yok diri bi bedenin hissizliğinin.
Kaldırımın kenarında oturmuş ağlayan bi çocuk gördüğümde duraksadım. Çocuklar konusunda çoğu zaman duyarsızımdır, onları sevmem, özellikle ağladıkları zamanlar, ama içimdeki bi ses bu sefer durmamı söylemişti. Ayağımdaki ayakkabıları çıkarıp bir kenara attım, çocuğu karanlıktan zar zor seçebiliyordum ama bir kız çocuğu olduğu her halinden belliydi, uzun sapsarı saçlarına küçük tokalar takılarak şekillendirilmişti, üstünde bordo bi tulum vardı ve diğer çocuklara nazaran oldukça tatlı gözüküyordu. Oturduğu kaldırımın biraz ilerisine oturup onu izlemeye başladım, azalmayan gözyaşları üstündeki küçük bordo tulumu ıslatıyordu. Biraz yanına yaklaşıp elimi omzuna koyduğumda irkilerek geri çekildi."Adın ne ufaklık?" Bakışlarında mavilik vardı, gözlerindeki koyu mavi renk bakışlarını da renklendirmişti.
"Adım yok." Tek kaşımı kaldırıp sorgularcasına yüzüne baktım.
"Ailen nerde?" Dur durak bilmeyen gözyaşları çoğaldığında ailesini kaybetmiş olabiliceğini düşündüm, onun yaşındaki bi kız için ne kadar da acı olsa gerek."Nerde kalıyorsun?" Üstündeki pahalı kıyafetlere ve özenilerek yapılmış saçına bakılırsa evsiz değildi, yada ailesini yeni kaybetmişti. Hüzünlü mavilerini gözlerime diktiğinde içim acıdı.
"Seninle kalmak istiyorum." Yüzüm şaşkın bi hal aldığında ağlaması ansızın durmuştu. Onu reddedicektim, çünkü ben çocuklardan nefret ederim, onu reddetmeliyim.
"Peki." Bu kelimenin ağzımdan nasıl çıktığını bilmiyorum, bedenim son bi kaç yıldır yaptığı gibi benden izin almadan hareket ediyor. Çocuğun maviliklerinin rengi açılmaya başladı gülümsemesi yüzünde yayılırken. Küçük narin kollarını boynuma dolayarak bana ardı ardına sevgi sözcükleri sıralamaya başladı. Kollarımı ağır ağır kaldırıp emin olmamakla birlikte beline doladım. Yüzünü çekip ışıldayan bakışlarını gözlerime diktiğinde ağzındaki eksik olan 2-3 dişi gösterircesine genişçe gülümseyip yanağımı öptü.
"İyiki varsın." Belli belirsiz gülümseyip onu kucağıma aldım. Gecenin karanlığında sokağı aydınlatan sokak lambalarının altında çıplak ayaklarımla onu evime götürmeye başladım.
Ona yiyecek bir şeyler hazırlamakla uğraşırken arada bir ona bakıyodum, daha doğrusu ona bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Maviliklerini televizyona dikmiş açtığım çizgi filmi izlediği dakikalar boyunca sessizce oturmuştu. Yanına gidip elimdeki tabağı sehpaya bıraktım.
"Kendin yiyebilir misin?" Gülümseyip kafasını salladığında yanına oturdum. Telefonumu cebimden çıkarıp "Ablam" yazısına tıkladım. Telefonu kulağıma götürüp çağrı sesini dinlerken bakışlarımı çocuğa çevirdim, sandviçten küçük bi parça koparık onu çiğnemeye çalışıyordu. Onun bu halini gördüğümde yüzümde istemsiz bi gülümseme oluşmuştu. Telefondan "Aradığınız kişiye şuanda ulaşılamıyor." sesi geldiğinde oflayıp telefonu kapattım.
"Annem mi?" Çocuğun mavilikleri koyulaşmış ve ümit dolu bakıyordu gözlerime.
"Annenin kim olduğunu biliyor musun?" Çocuk kafasını sallayıp iştahla sandviçini yemeye devam etti."Adı ne?" Yüzüme kınayıcı bi bakış attığında neden böyle baktığını anlayamamıştım.
"Annemi sen de tanıyorsun."
"Pardon." kız yüzüme bile bakmadan sandviçini yiyip televizyonu izlemeye devam etti. Üzgün olduğu için saçmalayabiliceğini düşündüm, herkes böyle anlarda biraz saçmalar. Tek kelime daha etmeden yanından kalkıp odama gittim. Yatağıma uzanıp kulaklığımı telefona bağladım. En sevdiğim şarkıyı açıp kulaklığı taktıktan sonra hiçbişey düşünmemeye çalıştım. Gözlerimi kapatıp huzurlu hissetmeye başladığım sırada telefonum çalınca kulaklığımı çıkarmadan, hatta kimin aradığına dahi bakmadan aramayı cevaplandırdım."Alo."
"İyi günler.Ben ablanızın cinayetiyle ilgili yeni edindiğimiz bilgileri size aktarmak için aradım." Gözlerimi sonuna kadar açıp doğrudan ışığa baktım.
"Ablam mı?" Yatakta dikelip kulaklığımı çıkararak telefonu kulağıma götürdüm.
"Evet,yeni şüpheliler bulduk ve sizin de bunu öğrenmek istiyeceğinizi düşün-"
"Ne tür bi şaka bu! Komik olduğunu ve aklınca şaka yaptığını mı düşünüyorsun?" Uzun bir sessizliğin ardından aramayı sonlandırıp telefonu yatağın diğer ucuna attım. Kendimi toparlamakta zorluk çekerken insanların bana böyle şakalar yapması hiç hoş değildi. Kendimi bulmakta zorlandığım şu zamanlarda hiçbir şeyden keyif alamaz olmuştum ve ablam benim psikolağa gitmemi sağlayarak iyi olucağımı iddea ediyordu.
"Şaka değil." Kafamı çevirip kapının önünde dikilen küçük kıza baktım.
"Bak bilmediğin işlere burnunu sokmamalısın." Uyarıcı bi tonla konuşmama rağmen beni umursamadı.
"Hatırla." Yüzümü ovalayıp ofladım.
"Seni evime aldığım için pişman olmaya başladım."
"Hatırla, bizi nasıl ölüme terk ettiğini hatırla."
"Sen neden bahsediyorsun? İyice saçmalamaya başladın çık artık şu odadan!" Kız başka bir şey söylemeden odadan ayrılıp kapımı kapattı. Yüzümü sıvazlayıp yatağa oturdum, herşey üst üste gelmek zorunda mı? Aniden elektrikler gittiğinde telefonumu bulmak için yatağın üstünde elimi gezdirdim. İçerden bi çığlık sesi geldiğinde olduğum yerde donakaldım."Mavi." Ardı ardına gelen çığlık sesleriyle olduğum yerden kalkıp hızla kapıya yöneldim. Kapıyı açmaya çalışsam da kapı açılmıyodu, sanki biri onu tutuyomuş gibi.
"Bizi kurtaramadın." Kafamı çevirip karanlığın içindeki maviliklere baktım, silah sesleri, çığlıklar. "Yapabilirdin ama yapmadın!"
"Hayır kapı kilitliydi."
"Kapı hiçbir zaman kilitli değildi, sen oturduğun yerden kalkıp onu açmadın sadece." O gece olanlar geldi gözümün önüne, onları bir kez daha kaybedemezdim.
"O zaman korkuyordum, şuan korkmuyorum sizi kurtarabilirim."
"Çok geç, karanlığında boğul." Mavilikler ansızın gittiğinde kendimi yere atıp ağlamaya başladım.
"Kurtaramadım."
Yaşamak mıdır ölmek? Bana kalırsa evet. Siz yaşamayı bu sefil bedenlerinizde geçirdiğiniz boş ve acı dolu hayatlardan biri sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Hayatta geçirdiğim süre boyunca oluşan yürek acısına tercih ederim bilkelerimi kestiğimde oluşacak tatlı acıyı. Karanlıkta boğulmak, zihnimden bir türlü atamadığım o iki kelime. Onları kurtaramadım, beni karanlığa sürüklediklerinde korkup onlara yardım edemedim. 2 yıldır, zihnim bana oyunlar oynayıp o anı tekrar tekrar canlandırıyor, ama ben bir kez olsun onları kurtaramadım. Şimdi karanlıkta boğulmalıyım, karanlığı kendi kanımla doldurmalıyım ki başkalarının canlarını da alamasın. Karanlığa bürünmeliyim ki artık korkmadığımı anlasınlar.
5 notes · View notes
karincakarakedi · 1 year
Text
Neler olacağını bilmediğim bir belirsizlik~
Evet..
Bugünleri özetlemem gerekirse sanırım böyle derim. Geçtiğimiz üç ayı oturup düşündüğümde, o üç ay öncesindeki her şeyi düşündüğümde..
Tuhaf hissediyorum. Rüya mı gördüm acaba?
Elbette şu an mutsuz olduğumu iddia etmiyorum, öyle olsa benden mutsuz olanlar bana kızmakta haklı olurlardı. Kendim için gösterdiğim o tüm çaba şu an beni ayakta tutan şey.
Ama her şeyden önce en yakınım dediğim insanın da içinde olduğu o zor süreci unutmak istemediğimi bu günlüğe yazmak istiyorum. Bu blog benim günlüğüm, anılarım, mutlu anlarım ve mutsuz anlarım. Elbette mutlu anları ve çabayı, motivasyonu burada daha çok görmek temennim.
Deprem bu ülkede yaşandı. Benim gibi uzağında olanlar içinde değildi ama yaşandı. Henüz bitmedi. Depremin ardından aylar geçse de bugün hâlâ zorluk çeken insanlar olduğu sürece bunu bitmiş sayabileceğimi sanmıyorum.
Elbette ki aynı acıyı hissedemeyiz ya da kendimize psikolojik olarak zarar verecek düşüncelere yönelemeyiz. Amacım sadece bunu unutmamayı hatırlamak.
Çünkü toplum günlük hayata döndüğü zaman önemli olayları unutur. Unutmamak acıyı unutmamak ya da sürekli acı çekmek değildir. Unutmamak sizin için önemli olanı bilmektir. Orada hâlâ zorluk çeken insanlar olduğunu bilmektir. Elinizden geleni yapmaktır. Kendiniz için de elinizden geleni yapmaktır.
Tabii ki bir kişinin tek başına yapabileceği şeyler sınırlı ancak bu konuyu burada uzun uzun dile getirmeyeceğim~ Sadece benim için ömrümün "iyi ki"si dediğim dostumun da acı çektiği, üzüldüğü, korktuğu, yalnız hissettiği, ailesinden insanları kaybettiği bu olayı unutmamayı tercih ediyorum. Bana gelirsek..
Uzun zamandır bu blogda yazamıyorum çünkü aylardır sürekli hastaneye gitmek zorunda kalıyorum. Başta basit bir bilek yaralanması geçirdiğimi düşünmüştüm. Sonunda yürüyemediğim haftalarım oldu. (Çok şükür şu an biraz daha iyiyim~) 8 kez doktor yüzü gördüm.. En son fizik tedaviye gitmemi söylediler ama şahsen sorun ne ben bile bilmiyorum. Bildiğim tek şey kas ağrılarının sinir bozucu olduğu ve normal ritmimi çok özlediğim.
Ama bu süreçte öğrendiğim şeyler de oldu.
Mesela yanımda olduğuna inandığım bazı insanların umurunda bile olmadığımı öğrendim ama bir o kadar da hiç beni umursamadığına inandığım kişilerin gerçekten de "arkadaşı" olduğumu öğrendim.
Stresimi azaltmak için bol bol çizim yaptım. (Çizen Anka çizimlerini her şeyden ayrı tutuyor ve paylaşıyor, anime tarzı çizimler seviyorsanız bir uğrayın derim, kendimi geliştirmeye çalışıyorum: Tık)
Danstan kopmamak için zihnimde bol bol dans tekrarı yaptım, çok bir şey yapamasam da derslere katılmaya çalıştım. Göz yaşı döktüğüm ağrı çektiğim ve umutsuzluğa kapıldığım günler yok muydu? Elbette var.
O kadar hastaneye gidip de doktorunuzun size "Bilmiyorum başka bir doktora gitmelisin" deyip durduğunu düşünün. Bir noktadan sonra incinmemek elde değil.
Ayrıca bu süreçte dil çalışmalarım azalsa da geçtiğimiz yılın sonunda ufak ufak başladığım tarih çalışmamın yarısını bitirmiş bulunmaktayım. Tarih Celal Hoca'nın sayesinde o kadar eğlenceli ve katkı dolu ki.. Eski Türk Tarihi ve Osmanlı Tarihi ne ara bitti anlayamadım bile. Şu an Cumhuriyet Tarihi'ndeyim. Bakalım neler öğreneceğim. Neden tarih çalıştığımı mutlaka bu günlüğe iliştirmişimdir ama tekrar iliştireyim. Çünkü içimde kaldı. En büyük sebebi bu.
Lise yıllarımda kötü olmayan tarih dersleri alsam da (hocam cidden iyiydi).. İlk öğretim ve orta öğretimde pek alamadım. Lise yıllarında ise dürüst olalım ilgim çoğu zaman ders çıkışı gittiğim yazarlık eğitiminde ya da satranç takımında idi. Eheh~
Ayrıca o yıllarda ders çalışmayı ve kendimi geliştirmeyi şimdiki kadar sevmiyordum, bana bu sevgi on sekizimden sonra üniversite yıllarımda geldi. O yıllarda kendimi tanıma fırsatı yakaladım~ İçimde kalan pişmanlık değil ama eksik olan geç kalınsa da yapmak istediğim şeyleri şu boşta kaldığım süreçte yapmaya çalışıyorum. Bilek ağrısı çekerken başta kolay değildi ama ilaçlarla hafifleyen ağrılar ve zamanla biraz kendimi toparlamış olmam hızımı almamı sağladı.
Tumblr media Tumblr media
Not: Bu defterleri zamanında uygun fiyatlı iken almıştım, tarih çalışmalarım için kullanırken bazen gülümsemiyor değilim. Hafif esprili bir yanı var.
En azından bu zorlu süreçte edindiğim bazı bilgileri arkadaşlarımla paylaştığım o anlar, yeniden yazmaya döndüğüm bu günler, üzülüp ağladığım anların yanında beni gülümsetiyor da.
Maalesef bu yazım da motivasyon ve mutluluk dolu değil. Bolca çaba, bolca pes etme, bolca yeniden başlamayla dolu. Belirsizlikle dolu. Ama bazen böyle olur.
Umut etmeyi nasıl hatırlarım ben de bilmiyorum şahsen ama hâlâ yapmak istediklerim var. Bu sebeple sıkıca çabalıyor, bu çabalarımı bu günlüğe iliştiriyorum.
Son günlerde bu melodinin verdiği hissiyat beni yazmaya daha da itiyor.. Yazdıkça yazımın, yazı dilimin ne kadar değiştiğini fark ediyorum. Büyü gibi hissettiriyor, hoşuma gidiyor. Gerçi.. 10 yıl sonra bugün yazdıklarımı okursam yastık ısırarak utanacağıma eminim ama neyse xD Yazmayı kalbiyle seven pek-çok yazar böyle hissediyordur sanırım.
Kendimizi çok eleştirip durduğumuz için asla yazdıklarımıza "mükemmel" diyemiyoruz. Bu özgüvensizlik değil, en iyimizi görmek istememizden ötürü~ Akıl sağlığına zararlı hâle getirilmediği sürece bunun yazmakta da, çizimde de, dansta da iyi bir getiri olduğuna inanıyorum~
youtube
Belirsiz, zorlu günlerde elinden geleni yapan herkesin emeklerine sağlık~ ~Anka
6 notes · View notes
lovelyyfluff · 1 month
Text
İnziva | 12 - Cumartesi
Tumblr media
Mika: —Ha? Cidden öyle mi oldu?
Hajime: Evet. Şimdi kendine gelebildin mi, Kagehira-senpai?
Mika: Yani, o kadar şeyi hatırlamıyom, nasıl emin olabilirim?
Mika: Dün azcık uykum vardı, ama baya dinlendim, şimdi iyiyim.
Mika: Ondan önce aklıma hiç bi' şey gelmiyo. Şey... Üzgünüm? Sizi endişelendirmek istemedim.
Shu: Hıh. Kendinden utanmalısın. Dersini almışsındır herhalde.
İzumi: Değil mi? Hepimize iş çıkardı, çok sinir bozucu.
Hajime: Hehe. Öyle dediklerine bakma, Kagehira-senpai, ikisi de senin için çok endişelendi.
İzumi: H-Hey! Ondan bahsetmene gerek yok!
Hajime: Ehehe. Demek insan kendini gerçekten hipnotize edebiliyormuş. Kagehira-senpai rolünü oldukça ciddiye almış olmalı.
Mika: Hmm... Kendimi hipnotize mi etmişim?
Mika: Yani, rol için çok çalıştığımı hatırlıyorum, ama hipnoz kısmından emin değilim.
İzumi: E yani, olayı hatırlamazsan inanması zor olur.
İzumi: Rolünü fazla ciddiye alıp normale dönemeyen oyuncular var. Sektörümüzde yeni bir şey değil.
Hajime: Bu doğru. Bende o tarz hikayeler duydum. Acaba aradan zaman geçince mi düzeliyor?
İzumi: Öyledir herhalde. Neyse ki herkese panik yaşatmadık.
Hajime: Sakasaki-senpai'nin dediği gibi hipnozun sabaha kadar bozulmasına sevindim♪ Dün çok korkmuştuk.
Tumblr media
Shu: ......
İzumi: Hey, İtsuki. Sorun ne? Yüzün normalden daha ürkütücü görünüyor.
Shu: Ah, hayır. Önemli bir şey değil.
Shu: (Herkese sorunun hipnoz olduğunu söyledim... Doğru şeyi mi yaptım?)
Shu: (Sena ve Shino dün çok yardımcı oldu. Onları kandırıyorum gibi hissediyorum, ama...)
Shu: (Oyuncak bebek olayını anlatsaydım bana asla inanmazlardı.)
Shu: (Gerçekten onun yüzünden mi oldu? Yoksa Kagehira tesadüfen mi geri döndü? Hâlâ emin değilim...)
Shu: (...Ahh, evet, onlara söylememek en iyi seçim. Ortalığı daha çok birbirine katmak istemem.)
Shu: Tamam, bu kadar sohbet yeter. Kagehira, hemen hazırlan.
Mika: Ha? Bi' yere mi gidiyoz? Yoksa planımız mı vardı?
Tumblr media
Shu: Seni aptal! Müzik videomuzun çekimine sadece birkaç gün kaldığını unuttun mu?
Shu: Hiç bir şey hatırlamadığın için zaman donmuş gibi hissetmişsindir.
Shu: Sen yokken doğru düzgün bir ilerleme kaydedemedik bile.
Shu: Eminim yaptığımız onda provada da kendinde değildin.
Shu: Neyse. Bundan sonra aralıksız prova yapacağız, kendini hazırla.
Mika: Aa, şey! İki günden beri çalışıyom sanmıştım, demek yanılmışım?
Hajime: İyi olduğunu gördüğümüze göre gidebiliriz.
İzumi: Evet. Bir daha bizi böyle anormal işlere karıştırma, anlaşıldı mı?
Mika: Anladım. Kusura bakmayın. İkinize de teşekkürler♪
Mika: Yaaa~... Aslında prova yapmaktan biraz korkuyom. Aradan bir süre geçmiş, ya bildiklerimi unuttuysam~...
Tumblr media
Shu: Fakat yapacak tek şey ilerlemek... Başlamadan önce taslağı tekrar okumayı unutma. Al.
Mika: Ha? Kağıdı niye yanında taşıyon, Oshi-san?
Shu: Bundan sonra prova yapmayı planlıyordum, o yüzden yanıma aldım.
Mika: Her şeye hazırlıklısın, Oshi-san. Bakıyım...
Mika: ...Hey, Oshi-san.
Shu: Ne oldu? Sorun mu var?
Mika: Yo, bi' şey yok da... Senaryoyu azcık değiştirsem olur mu?
Mika: Yani, biliyom vaktimiz az kaldı, ama ben yarında kadar yeni taslağı hallederim.
Shu: O nereden çıktı şimdi? Senaryoyu sevmedin mi?
Mika: Ondan değil. Çok iyi yazmışsın, Oshi-san. Sadece sonuna bi' şey eklemek istiyom.
Mika: Nası desem? Sanatçının sevdiği kişiyi bir kuklaya dönüştürmesin. Tam tersine bi' kuklaya can vermesini istiyom.
Shu: ......!
Shu: Kagehira. Neden böyle bir son istiyorsun? Yoksa olan biteni hatırlıyor musun...
Tumblr media
Mika: Ha? Ee... Neyi hatırlıyom mu? Bilmem, öyle daha iyi olur diye düşündüm... Aklıma bi' anda geldi.
Mika: Hem şarkı iyi bi' sonla bitseydi hoş olurdu.
Shu: Hmm...
Shu: Anlıyorum. Beğendim.
Mika: Evet ya, kötü bi' fiki—
Mika: ...Dur, ne?! Beğendin mi?! "Beğendim" mi dedin az önce?!
Shu: Evet, öyle dedim. Niye bu kadar şaşırdın? Ayrıca taklidimi yapmayı bırak. Hiç bana benzemedi.
Mika: Ama fazla vaktimiz yok, hem yaptığın şeylere son anda ekleme yapmayı sevmiyon. Hayır dicen zannettim...
Shu: Geçen yılki ben olsaydım vaktimiz olmadığını söylerdim ve sinirlenirdim.
Mika: O zaman şimdi niye evet dedin?
Tumblr media
Shu: Çünkü... Bu senin şarkın.
Shu: Eğer bir sanatçı, yarattığı şeyi geliştirmek istiyorsa onlara daima destek çıkarım.
Shu: Ayrıca... Sanat acımasız olabilir, ancak arada bir mutlu son eklemenin kimseye zararı yok.
← Önceki bölüm ◆ Sonraki bölüm →
0 notes
thyoxymoron · 1 month
Text
•hiraeth•
(i.) geri dönemeyeceğiniz, belki de hiç var olmamış bir yuvaya duyulan sıla hasreti; nostalji, özlem, geçmişin kayıp yerlerine duyulan keder.
Birbiri ardına görülen rüyalarının aslında başka bir gerçeklik olma ihtimali ile geçmiş hayattaki o kişiye notlar.
entry-1 170223 22:37
Zihnimde canlanan ve tekrar tekrar oynayan bu öteki hayatın anılarını daha fazla içimde tutamayacağım. Yazdıkça daha da berraklaşır görüşüm ve bulanıklık kaybolur belki, değil mi? Dün gece gördüklerim her zamanki gibi biraz karmaşıktı. İmgeden imgeye atladığım, birkaç farklı anının birbirine geçmiş hali gibiydi. Rüyalarımın merkezi o olsa da- Sen. Sana yazıyorum sonuçta, sen diye hitap etmem daha iyi olur. Evet. Rüyalarımın merkezi sen olsan da yüzünü hala göremiyor olmak, görsem de hatırlayamıyor olmak ne kadar sinir bozucu, bilemezsin! Sana bakarken içimdeki o duygular ve sıcaklık uyandığımda canımı acıtacak kadar ortada. Tüm bu duyguları böylesine hissedilebilirken bana yaşatan yüzünü hatırlayamamak zihnimin bir laneti.
Gördüklerime geçeceğim direkt, tamam mı? Dediğim gibi çok karışıktı ama daha önce de gördüğüme emindim dünkü anıları. Anı diyorum çünkü o gördüğüm şeyleri düşündüğümde rüyadan çok birer anı gibi hissettiriyorlar. Hiç yaşmadığım anılar.
Sen de hatırlıyor musun o eski, çarpık merdivenleri? Sayısız kez yürüdüğümüz ve gizlice el ele tutuştuğumuz, hatta kimsenin bizi göremeyeceği kadar karanlık olduğunda dudaklarımızı buluşturduğumuz o sokakları? Birinin bizi görme riskinin korkusuna rağmen dudaklarının tadından kolayca vazgeçemiyordum, tüm korkaklığım sana karşı hissettiğim tüm o… yoğun duygular yüzünden yok oluyordu.
Peki şeyi hatırlıyor musun, benzin istasyonunun marketinden aldığımız şu garip markalı içecek? Hani benim çürümüş böğürtlenli biraya benzettiğim ama senin köylülerin yaptığı ev yapımı şaraplara benzediğini savunduğun komik şekilli şişesi olan içecek! O marketin soğuk zeminine sarhoş bedenlerimizi bırakıp gizlice kraker yediğimizi de hatırlıyor musun? Hareket edemeyecek kadar dönüyordu başım, beyaz floresanlar fazla parlaktı ve yüzünü görmemi engelledikleri için hiç huyum olmamasına rağmen küfürler savuruyordum sessizce.
O yaşamda da yüzünü göremiyor olmak fazlasıyla canımı sıkıyordu anlaşılan.
Dizlerimin üstünde doğrulmuş ve derin bir nefes almıştım o sinir bozukluğu ile. Ellerimi soğuk zemine bastırarak karşımdaki bedenine emekleyip boylu boyunca uzattığın bacaklarına yerleşmiş, kollarımı da narin boynuna dolamıştım bunu yaparken. Başını göğsüme doğru bastırırken yumuşak, koyu renkli, omuzunun hemen üstünde biten saçlarına öpücükler bırakıyordum ki çalışan çocuk bizi yakalamış, bir an şaşkınlıktan donakalmıştı! Eh, kaçmamız için iyi fırsattı bu da!
Cidden... Kim olduğunu bile bilmiyorum.
Bu anılar ile yeniden doğan sadece ben miyim? Yoksa dünyanın bir yerinde sen de bunları anımsıyor musun? Bu bedenlere ait olmayan anılar... Bu yazıları görebilecek misin?
Seni bir daha görebilecek miyim? Ruhunu bir daha hissedebilecek miyim?
entry-2 040923 02:14
Önceki gece gördüklerimi kafamda toplama fırsatım yeni oldu. Bunu tekrar yapmayı uzun süredir planlıyordum ama sanırım yaparsam kabullenmiş olurum korkusu ile sürekli erteliyordum. Son seferden beri bayağı zaman geçti. Aylardır yazmaya korkuyordum. Aslında yazdıktan sonra iyi hissederim sanmıştım, ama kendimi büyük, karanlık bir derinliğin içinde boğulurken buldum. Dönüp okuyunca, sanki gerçekten okumanı bekler gibi çocuksu bir sevinç varmış sanki sözlerimde. Bunca zaman maviliğime sıcak tonlar eklenmesini sağlayan şey yalnızca rüyalardı. Hayır. Hayır sendin. Sanırım bu yüzden… seninle iletişim kurmanın hayali ihtimali bile beni mutlu etmişti. Kısa süreliğine.
Bazen yeni anılar, bazense aynı anıları daha detaylıca görüyorum. Rüyalarımın ana karakteri artık ben değilim uzun zamandır. Bundan ise hiç şikayetçi değilim, aksine fazlasıyla hoşnutum. Bu seferki… çok güzeldi. İkimizden birinin resimle çok haşır neşir olduğunu biliyordum arada gördüğüm imgelerden, ama bu hep benimdir diye düşünmüştüm evimdeki onlarca tabloyu düşünürsek, yanılmışım. Ama düşünüyorum da, şimdiki hayatımda yeteneksizliğime rağmen tuval ve fırçanın elimden düşmüyor oluşunun nedeni sensindir belki de.
Dün gece o aynı sokakta ilerlerken çöp konteynırının yanında kocaman koyu kahve bir kumaş görmüş ve bakışlarını heyecanla dikip elimi bile bırakmadan kumaşa koşturmuştun. Kucakladığın büyük kumaşı eve getirip sabaha kadar deterjanlı suda beklettikten sonra evin çatlak, beton taşlarla inşaa edilmiş ve ilk depremde yıkılacak gibi duran balkonunda tam dairemize vuran güneşe karşı astığını gördüm. Yaz zamanıydı, sıcaktan üstümüzde pek bir kıyafet yoktu ve açık havadaki güneş dairemizi aydınlatıyordu tüm canlılığı ile. Huysuz bir his içindeydim sanırım, ama nedeni sen değildin, güneşin daha fazla uyku için yalvaran gözlerime vurmasındandı, eminim.
Kumaş balkonda kurumaya durmuşken birlikte kahvaltı hazırlayıp yedikten sonra ben içlerinde ne yazdığını hatırlamadığım defterlerime dönmüştüm. Yaz mevsimini ağır yaşadığımız bir ülkedeydik, rüya olsa bile -belki bir anı- boğucu nemi anımsayabiliyorum. Eski ve bozulmak üzere gibi duran vantilatör rahatsız edici ama bizim alıştığımız için neredeyse kendisine sağır olduğumuz takır tukur sesini çıkarıp dönüyordu. Sen yerdeki büyük hardal rengi minderin üstünde otururken ben de sıcağa rağmen hemen dibinde, sana yaslanarak yarı oturur yarı yatar pozisyonda defterlerden birisine göz atıyordum. Vantilatör üstümdeki fıstık yeşili, iliklenmemiş ve belimin iki yanına düşen şifon gömleğin kumaşını hafifçe sallandırırken çakmak sesini duydum, ardından sigarayı soluduğunu. Yazın sigara içmene hayret ettiğimi hatırlıyorum ama rahatsız olmuyordum hava o derece sıcak değilken kendim de içtiğim için.
Ne kadar süre öylece durduk bilmiyorum. Sıcak havanın ve direkt vuran güneşin etkisi ile hemen kurumuş koyu kahve keten kumaşı evin içine almak için kalktığında ben de ayaklanmış, geceden hazırlayıp ufak beyaz kare fayanslardan oluşan ve salonumuzun bir duvarına kabaca montelenmiş mutfak tezgahına bıraktığın çivileri ve ağır çekici almıştım. Çivileri senin için tutarken ağır çekici elimden alıp kahverengi kumaşı önünde hiçbir şey olmayan -evimiz genel olarak fazla bir mobilya içermiyordu-, mutfak tezgahının tam karşısındaki boş duvara çivilemeye başlamıştın. Duvarın yarısını kaplayan kumaşı sıkıca duracak şekilde çiviledikten sonra derin bir nefes alıp boş bir tuvale bakar gibi baktığını anımsıyorum. Bense merakla izliyordum seni. En sevdiğim anların bunlardı sanırım, bir şeyler yaratmadan önceki o hallerin çok hoşuma gidiyordu. Yaptığın diğer tabloları daha önce gördüm. Zihnini ve kalbini ustaca aktarıyordun ve ben en çok da buna aşıktım sanırım. Çünkü aktardığın şeyin dilini anlayan sayılı kişilerden birisiydim, belki de tektim, senin için de varlığımın anlamlanması bu yüzden olmamış mıydı zaten?
Dudaklarının arasına yeni bir sigara iliştirdiğinde ben de tezgaha oturmuş, çıplak bacaklarımı hafifçe sallandırırken ne yapacağını izliyordum. Sigarandan bir duman çektikten sonra balkon kapısının önüne dizilmiş ve ucuz oldukları bozuk görüntülerinden belli olan boyalarına ilerleyip birkaç kova ve büyük fırçalarla geri dönmüştün. Büyük fırçalara birkaç saniye baktıktan sonra kendi kendine mırıldanıp yere bırakarak boya kovasına elini daldırdığında kaşlarım havalanmıştı dudaklarım da iki yana gerilirken.
Heyecanın sanki etrafında sıcak turuncu bir ışık silüetine neden oluyordu... Kalbinin atışını senin 7-8 adım arkanda olmama rağmen benim göğsümde atıyor gibi hissediyor, senin heyecanın ile mutlu oluyordum. Yüzünü hatırlamıyorum, yine, ama kenara kıvrılan dudaklarını anımsıyorum. Gülüşün... çok seviyordum gülüşünü. Bana doğru dönüp az sonra hayatının eğlencesini yaşayacağını biliyormuşçasına gülümserken elindeki boyaları kumaşa doğru savurmuştun. Beyaz boya kahverengi kumaşa leke gibi sıçrarken gülümsemem daha da büyümüştü. Tezgahtan zıplayarak yere inip yanına adımlamıştım ben de eğlencene katılmak isteyen bir çocuk gibi. İzin ister gibi sana bakarken arkama geçip ellerini bileklerime sarıp boyaya batırdığında odayı dolduran kıkırtılarımızı hala anımsıyorum.
Ellerimi fırçanmış gibi kullanıp kumaşın belirli yerlerine sürerken sırtıma doğru atan kalbinin hissiyatının içimi ne kadar ısıttığını düşününce şu an bu kadar boş ve soğuk hissetmesine şaşırmıyorum doğrusu.
Dudaklarının arasındaki sigaranın külü birikerek yere düşerken ellerimi bırakıp yeşil boyaya yönelmiştin. Yalnızca yarım atlet giyindiğin bedenininde tenine yayılmış boya damlacıklarının ter damlacıkları ile karışıp teninden akışını incelerken etrafın bulanıklaşması ile kulağıma birkaç komşunun bağırması doldu.
Ardındansa gözlerimi gerçekliğe açtım zaten.
Bu yaşamımıza en büyük etkenin geçmiş yaşamımız olduğunu söylüyorlar. Hikayemiz nasıl sonlandı da ben şimdi böyle bir hayat yaşıyorum, sevgilim?
entry-3 160923 04:32
Kelebek.
Göğsümün yan kısmında, neredeyse belime yakın bir yerdeydi.
Bir dövme salonu hatırlıyorum; gereksiz derecede detaylı, imgesiyle de, hissettirdikleriyle de. Çok soğuktu, beyaz floresanlarla aydınlatılıyor olması daha da soğuk hissiyatı veriyordu, ilk başlarda tabii. Arkadaşındı sanırım, bizden yaşça çok büyük olmasa da fiziksel olarak irice bir adam vardı. Herhalde şimdiki hayatımda görsem varlığı tedirgin hissettirecek bir görünüşe sahip olan bu adam tanıdık bir samimiyet hissettiriyordu. Ellerinde siyah eldivenler ve bir kolunu sanki eldiven devam ediyormuşçasına kaplayan kara dövmesi ve yapısına göre narin duran ince çerçeveli bir gözlüğü vardı. Onun dövme yapışını biraz korkarak, biraz da merakla izlerken üstümdeki kısa tişörtün kapatmadığı belimde sıcak parmaklarını hissetmiştim ve ardından bedenim sana uyarak arka tarafta kalan odaya ilerlemişti. Parmaklarının sıcaklığından kopup soğuk, deri koltuğa yerleştiğimde ilk önce sağımdaki kol koyma çıkıntısını yukarı kaldırmış, sonra dizlerini kırarak yere çökmüş ve sanki teninin sıcaklığından kopmanın bende hissettirdiği rahatsızlığı biliyor gibi ellerime yerleştirmiştin bir elini.
Gözlerin.
Bu rüyayı yazmak için yüzümü bile yıkamadan klavye başına geçme nedenim bu. Kalbim şu an boğazımda atıyor, biliyor musun? Midem öyle kıpır kıpır ki boş olmasına rağmen bir şeyler çıkaracak gibi hissediyorum. Gözlerini hatırlıyorum. Detaylıca. Sonunda güzel dudakların sahibinin gözlerinin sıcaklığını hatırlamak ellerimin titremesine neden oluyor tuşların üstünde. Keşke resmedebilecek yeteneğim olsaydı seni. Unutmaktan korkuyorum. Neredeyse siyah gibi hissettiriyorlardı ve aslına bakarsan bunun tek nedeni sıradan bir insana göre daha yoğun duran kirpiklerindi sanırım. Bir göz kapağın diğerine göre biraz daha düşüktü ve bakışların gözlerinin dış köşeleri hafifçe yukarı eğilmiş şekliyle bir kedininkileri anımsatıyordu.
Çok güzeldin. Yani gözlerin çok güzeldi. Sana aşık olmamak bir seçenek değildi benim için, eminim. Gözlerinin güzelliğini benim için artıran şeyse bana bakış şeklindi. Gözlerin kendi ışığı olabildiğini seninkileri tanıyınca öğrendim. Etrafındakilere bakarken sadece keskinliği ortada olan ama bana döndüğünde sevginin merhametle ve bağlılıkla yoğunlaştığı o koyu irisler… Bana hiç kimse öyle bir sevgilye… ya da merhametle bakmadı, biliyor musun? Hayatın kendisi merhametli değil. Yani, bu hayatımda.
Ne diyordum, nerelere geldim... Unutmadan yazmam gerek ama yeterince üstünde durmazsam bu konunun, yeterince betimlemezsem güzelliğini, unutmaktan korkuyorum... Bir de... önceki birkaç geceme göre daha iyiyim, o yüzden daha da yazasım var galiba. Belki de yazmak seninle konuşuyor gibi hissettirdiğinden, bilemiyorum.
Nerede kalmıştım? Evet, gözlerin. Bakışlarımızın birbirini bulmasını, parmaklarının güven vermek ister gibi avuç içimdeki boğumları okşamasını hatırlıyorum. Bir şeyler dediğini anımsıyorum ama sesini anımsayamıyorum. Kendimi zorlamamamla ilgiliydi, istemiyorsam o an vazgeçebileceğim ile ilgiliydi sanırım, ama ben ısrarla olumsuz cevap veriyordum sana. O yüzden en sonunda dayanamayıp arkadaşın gibi siyah eldivenleri geçirmiştin sen de ellerine. Üstümdeki tişörtü çıkarıp sporcu atleti ile kaldığımda hissettiğim ürperti bedenimi sararken dikkatle arkama yaslamıştın beni.
Eldivenli parmakların belimden yukarı çıkıp yan tarafımda kalan boşluğa, evdeyken çoktan transfer aldığın özel mürekkepli kelebeğin üzerine geldiğinde bir an yutkunamamıştım. Ufak ve senin için kolay bir dövme olacaktı ama ilk defa yaptırdığım için ve tabii bu kalıcı tasarımını bedenime işleyecek olan sen olduğun için korkudan çok heyecan hissediyordum. Gözümü açıp kapadığımda bu sefer altında kısa bir tabure, elinde de dövme makinesi vardı. Potasına boya koyup iğneleri açarken gözlerin yer yer benimkilerle buluşuyordu yine. Vazgeçeceğimi söylememi bekliyordun, biliyorum. Ama senden bana kalacak o şey benim için o kadar önemliydi ki sevgilim… İğne derime girip çıktıkça hissettiğim acıya kat kat değerdi. Acı katlanılamaz olmasa da inkar edilemeyecek kadar da oradaydı. Sana çaktırmak istemediğimden alt dudağımın içini kemiriyordum ufak ufak. Tabii, sen her şeyin farkındaydın, değil mi? Hem, gözlerine odaklanmaktan acıya odaklanamıyordum ben! Evet, kesinlikle öyleydi!
06:47
Yazamadım bir süre. Bu yazma işi iyi mi oluyor, kötü mü bilmiyorum. Sanki canımın acıdığını okursan üzülürmüşsün gibi cümlelerimle seni o an canımın acımadığına ikna etmeye çalıştığımı fark ettim. Sanki gerçekten bunları okuyacaksın gibi. Sanki... gerçeksin gibi.
Belki bir zamanlar gerçektin, ama şimdi... Zihnimin bana oynadığı bir oyun musun, yoksa Budistler haklı mıydı? İki türlü de, bu bir lütuf mu yoksa lanet mi karar veremiyorum.
Hiç yaşamadığım anıları, hiç tatmadığım duyguları hissediyorum gözlerimi dünyaya yumduğumda. Gözlerim kapalıyken oradasın, benimlesin. Dövmeyi bitirmişsin, bitene kadar dayandığım için benimle ne kadar gurur duyduğunu söylüyorsun. Bedenimde senden bana kalan, geçmeyecek bir iz olmasının gururunu hissediyorum ben de. Üşüyor olmama rağmen saydam bandajla kapattığın dövmeye bakıp duruyorum aynada, gülümsemem gitmiyor yüzümden. Kelebek ve ufak hilal... o kadar güzel duruyorlardı ki... Kollarının dikkatlice beni sardığını hissettiğim o an üşümem gitmişti yine, sıcacık hissetmiş, kollarının arasında sana doğru dönüp yüzümü hafifçe boynuna gömmüştüm bir elimi de yanağına yerleştirirken.
"Kozasından yeni çıkmış, güzelliği ile büyüleyen bir kelebeksin sen de."
Yazmadığım süre boyunca buna benzer bir cümle düşünüp duruyordum. Ardından hatırladım sesin hala bilinmez olsa da her kelime ile kulağıma vuran sıcak nefesini. Sendin bu kelimelerin sahibi. Huzurluydum. Mutlu hissediyorum. Gerçekten mutlu hissediyorum. Mutluydum ben. Bu kolay konsept, mutluluk, o kadar uzak ki bana artık.
Matsuo Basho'nun sözleri geldi aklıma az önce balkonda elimde kaçıncı olduğunu unuttuğum sigara ile güneşin doğuşunu izlerken.
"Bir tırtıl, sonbaharın en derinlerinde... Hala bir kelebek değil."
Kelebeğe dönüşemedim. Kozamda ölümü bekliyorum.
Uyumak istiyorum. Seni görmeye ihtiyacım var.
1 note · View note
n0bold · 4 months
Text
Sevgili ?
İnsanlar nasıl hissedeceklerine nasıl karar veriyor ? Çok zor bir iş.
Sanırım yaklaşık 1 haftadır yazmıyorum. Bu bir hafta gibi kısa bir zamanda bir sürü şey oldu, hepsini hatırlamıyorum ama bende etki bırakanları yazacağım (en azından deneyeceğim...)
Hava ne kadar da sıcak. Sürekli terlemek çor sinir bozucu. Şuan yazarken bile gerildim için daha da terliyorum. Her neyse. İlk defa yurtta sınıfımdan olmayan arkadaşlarım oldu, ama henüz çok yeni olduğu için hala benimseyemedim. Nedense çok yakın olduğum insanlarla konuşurken bile orada değilmişim gibi hissediyorum. Çok tuhaf bir his. Karşımdaki insanlarla konuşuyorum ama sanki.. sanki ruhum bedenimle bir olmayı bırakıp dışarıdan izliyormuş gibi? Nasıl anlatsam bilemedim umarım anlaşılmıştır. Belki bunun nedeni henüz yeterince vakit geçirmemiş olmamızdır. Okuldayken olmuyor mesela. Hatta yeni bir insanla konuşsam bile. Galiba bulunduğum ortamla da ilgisi var. Geçen gün yurttaki yeni arkadaşımla dışarı çıktık. ( Dışarı çıktık dediğim de sadece markete gidecektik :b )
Ama kendisini pek tanımadığım için gergindim. Acaba organ kaçakçısı olsaydı ne olurdu diye düşüncelere daldım yine. Ama o düşüncelere daldığımı fark etmiş olmalı ki bana ne düşündüğümü sordu. Bende "organ kaçakçısı olup olmadığını anlamaya çalışıyorum" dedim. Güldük ettik falan ama daha sonra gerçekten ciddi olduğumu fark etti ve gerildiğimi anladı. Yolda bir sürü şey konuştuk ama ayrıntıya girmeyeceğim, zaten çoğunlukla o konuştu ben dinledim
( her zamanki gibi ) neyse geç saatte gittiğimiz için market kapalıydı zaten. Geri dönüş yolunda kahvehanede kahve içmeyi teklif etti ama çok gerildiğim için kabul edemedim. Çevremdekiler genelde beni anlamadıkları için mi yoksa bu ön yargılarımı yenmemi istedikleri için mi bilmiyorum ama sürekli beni davet edip duruyorlar ama ben çoğunlukla çıkmak istemiyorum sanırım insanların beni eleştirmesinden korkuyorum. Aslında orada o kahveyi içseydim hiçbir şey olmayacağını biliyordum sanırım. Ama neden sürekli hayır diyordum? Şuan bu sorunun cevabını bilmiyorum. Bu gün beni bir çizim etkinliğine davet ettiler. Bizim okuldakilerde olacakmış, hala gitmeme fikrindeyim. Ödevim var deyip geçiştirmek istiyorum -ki ödevim var- ama gitmek de istiyorum. Sadece tanımadığım -ya da sürekli muhatap olmadığım- insanlar da olacağı için pek gitmek istemiyorum (⁠@⁠_⁠@⁠;⁠)
Ama işin içinde çizim var, çizmeyi severim. Çok kararsızım ve hiçbir şey istemiyorum (ayrıca hiçbir şey bilmiyorum) bu yazıları beni tanıyan çok çok az kişi bileceği için (belkide hiçbiri?) şu anda bunu belirtmekten korkmayacağım.
Kararsızım, İstemiyorum ve Bilmiyorum.
Kararsızım, İstemiyorum ve Bilmiyorum.
Kararsızım, İstemiyorum ve Bilmiyorum.
Kararsızım, İstemiyorum ve Bilmiyorum.
Kararsızım, İstemiyorum ve Bilmiyorum.
Kararsızım, İstemiyorum ve Bilmiyorum.
Kararsızım, İstemiyorum ve Bilmiyorum.
Kararsızım, İstemiyorum ve Bilmiyorum.
Kararsızım, İstemiyorum ve Bilmiyorum.
Kararsızım, İstemiyorum ve Bilmiyorum.
Kararsızım, İstemiyorum ve Bilmiyorum.
Kararsızım, İstemiyorum ve Bilmiyorum.
Kararsızım, İstemiyorum ve Bilmiyorum.
Kararsızım, İstemiyorum ve Bilmiyorum.
Kararsızım, İstemiyorum ve Bilmiyorum.
KARARSIZIM
İSTEMİYORUM
ve
BİLMİYORUM
Bir rahatlama geldi. Hayatım boyunca fikirlerimi bu kadar net ve belirgin (ikiside aynı şey ama ikisini de kullanmak istiyorum) paylaşabileceğim bir yerde bulunmamıştım. Bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama burada daha fazla zaman geçirecekmişim gibi geliyor.
Dün müydü bu gün müydü hatırlamıyorum ama çok kötü bir kabus gördüm. Öncelikle şunu söylemeliyim ki yaklaşık bir hafta önce çok sevdiğim bir öğretmenimin önerdiği "ateş böceklerinin mezarı" adlı animasyon filmini izledim. Spoiler vermeyeyim ama film 2. Dünya savaşı zamanında ABD ile Japonya imparatorluğunun savaşı sırasında ABD'nin japonya'nın Kobe şehrine yaptığı hava saldıları yüzünden savaş alanına dönen köyde hayatta kalmaya çalışan iki kardeşi ele alıyor. Daha fazla ayrıntı vermeyeceğim ama film o kadar şeydi ki.. o kadar..
Bu kadar kötü bir olay en fazla
bu kadar güzel anlatılabilirdi.
Filmi kesinlikle izleyin ama çok fazla üzüleceğinizi söylemeden edemem. Film esnasında sürekli zırlayıp durdum (not: sulu göz değilim.) açıkçası toplam 1 saat falan ağlamışımdır. Hala daha uzun uzun düşünürsem gözlerim dolar. Neyse işte kabus olayına geri dönersek bu film bilinç altıma işlenmiş olacak ki kabusumda kardeşimle sürekli ağlayıp duruyorduk çünkü annem (niye annem?)
bir savaş yerine gönderiliyordu. Sonrasında çekmeceden annemin not defterini bulup kardeşime gösteriyorum ve ağlamamız yeterince sarsıcı değilmiş gibi 10 kat daha fazla ağlamaya başlıyoruz, ve uyanıyorum. Tabii rüyanın etkisinden olmalı ki uyandigim gibi göz yaşlarımı tutamadım. Kısa bir süre sonra oda arkadaşlarımın uyuyor olmalarına şükür ederek tuvalete gidip kendimi toparladım. Neyseki kısa sürede "sadece bir kabus" cümlesini kendime inandırabildim.
Yakında sınavlar başlıyor, bilin bakalım kim henüz hiçbir şey yapmadı 😚
Ben değil?
Evet bir şeyler yaptım ama daha çok iş var. Benim için en zoru olan başka insanlara konuşmak. (Bir sınavımız için gerekli) Aslında tanımadığım insanlarla bir alıp veremediğim yok, hatta okulda canım isterse öylesine tanımadıklarımla muhabbet ettiğim bile oldu. Ama zorunlu olunca error veriyorum sanırım.
Ki muhtemelen ödev bu yüzden verildi yinede buna biraz sinir oluyorum ಠ⁠_⁠ಠ
Ne yazacağımı unuttum neyse bu da böyleydi.
A hatırladım arkadaşlarım-
Yine unuttum • • •
Her neyse, - dur hatırladım. Okuldaki arkadaş grubum bazı anlaşmazlıklardan dolayı bölündüğü için ve ben yine iki gruplada olmak istediğim için sürekli gidip geliyorum. Bir grup bir gün derslerden sonra daha önceden evine gittiğimiz bir arkadaşımızın evine gittiler ve yakın arkadaşım onlara makarna yapmış ve çok beğenmişler.
Keşke sen de gelseydin tarzı şeyler söylediler. Sanırım ilk defa (bazen garip bir şekilde kendimi insanlara daha yakın hissediyorum) birinin evine gerilmeden gidebileceğimi düşündüm ve hislerimi belli etmek için "ben gelince bir daha yaparsın" dedim. Tabikide "ooooo" "vaay" gibi şaşırma ifadeleri aldım. Ben de şaşırmıştım aslında, demek ki oluyormuş.
Bazen herşeyin bir şaka olduğunu duymak istediğiniz zamanlar oluyor mu?
Çünkü birileri şuan o zamanlarda ve ne yapacağını bilmiyor. Tabi sonrasında yine vazgeçip "herşey bir şaka olsaydı sence gerçekten tatmin olur muydun ? " sorusuyla kendimi düşünce okyanusuna bırakıyorum. Belkide bunları yaşamamız gerekiyordur. (belki değil)
Evet, şuanlık bu kadar. Toplanma yerine gideceğimi sanmıyorum ama fikrimi değiştirirsem yazarım (gitmicem)
~ 2 dakika sonra ~
Kimi kandırıyorum şuanlık bu kadar falan değil. Hala bir sürü şey düşünüyorum. Buluşmaya gitmek istiyorum çünkü bu huyumdan ve düşüncelerden kurtulmam gerektiğini biliyorum. Ama öte yandan gerçekten hiçbir şey istemiyorum. Ne yeni insanlarla tanışmak, ne fikrimi belirtmek, ne yeni yeni etkinlikler yapmak... Yani asosyal biri değilim daha öncesinde söylemiştim ama sanırım birisi davet edince sorun oluyor böyle şeyler. Normalde arkadaşlarım aralarında konuşsa ve buluşma fikri aklıma yatarsa çekinmeden ben de geliyorum diyebilirim. Ama o buluşma davetini duyduğum anda nedense afallıyorum. "Kendine tabulaştırıyorsun" derler ya, tam olarak onu yapıyorum sanırım. Ön yargım isteklerimin önüne geçmeye başladı. Daha fazla ilerlemesini istemiyorum. Bir dergide insanların yeni şeylere karşı pek açık olmadığı ancak insan doğasının ve beyninin yeniliklere ihtiyaç duyduğunu okumuştum. Bir bakıma doğru bence. Güvende hissettiğimiz alandan hiç çıkmamaya çalışıyoruz. Ama bir süre sonra sıkılmaya başlıyoruz. Bu bir döngü mü ? Bu arada, son günlerde çevremdeki herkesin bana bir şeyler söylemeye, anlatmaya ve öğretmeye çalıştığını farkettim. Ve hayatımda sürekli böyle oldu sanırım. Öz güvensizlikten sürekli kendimde bir şeylerin eksikliğini çok fazla dile getirdigim için insanlar bana bir şeyler öğretme derdine girmiş olabilir. Son günlerde bunu düşünüp durdum. Sürekli birilerinin benden bir şeyleri -her hangi bir seyi- benden çok daha iyi yapabilmesi düşüncesine istemeden de olsa çok fazla kafa yoruyorum. Ve artık. "çok da iyi değilim"
"Yeterli değilim" "ben bunu yapamam"
"Ben nasıl yapayım ki" "benden mi istiyorsun" "asla onun gibi olamam"
"Bak ne güzel yapmış bir de bana bak"
"Elimden geleni yapmıyorum" "elimden geleni yapsam ne olacak ki" ve benzeri düşüncelerimi kendime saklamaya karar verdim. Ama buna karar versem bile en nihayetinde böyle düşüncelerden kurtulmam gerek bunu biliyorum. Kim bu düşüncelerle yaşamak ister ki?
Hayatı boyunca hiçbir şeyde iyi olmadığını kim düşünmek ister ki?
Bu zor.
Aslında son zamanlarda kendime bir tık (logoyu bir tık büyütsek? deki bir tık) daha güvenmeye başladım -başlamaya çalıştım- çünkü bir şeyler yapabildigimi fark ettim. Eskiden olsa yaptığı bir şeyi bana gösteren bir arkadaşıma sürekli "çok güzel olmuşş ohaaa yuhhh
süperrr 😍" derdim.
Neden?
Seninkinden daha iyi.
(Öyle olmasa bile)
Şu sıralar bunu biraz aştım sanırım. En azından gerçekten kendi fikrimin bir kısmını söyleyecek kadar. Tabii bu tarz düşünceler içinde olunca bir şey başarabildimi söyleyen bir öğretmenim olunca olay sevinç danslarına kadar gidiyor. Herşeyi çok abartı yaşıyorum galiba ne dersiniz :b
Arkadaşıma buluşmaya gelemeyecegimi söyledim...
Şimdilik bu kadar. Umarım önüme tekrar buluşma fırsatı gelir. Bunu gerçekten yenmek istiyorum (bunun olması için benim de bir şeyler yapmam gerektiğinin farkındayım ve zaten çabalıyorum >:[ )
Evet. Saat 23.56
Arkadaşımın esyaları olduğu için onu otogardan alıp yurduna bıraktım ve bana kiraz verdi 🥺 çok güzeldi tşk ettim baya. Neyse asıl haber, sanırım artık konuştuğum oda arkadaşlarım olacak :b resim kursundakilerle aynı odada kalma kararı aldık ve bence bu harika ama aynı zamanda garip. Öncelikle sigara kokusu almayacağım için bayağı motive oldum. Öte yandan tanıdığım insanları dışarıda görmeye bile tahammül edemeyen bir insan tanıdıklarıyla aynı odada kalacak ?
Ki ben yanlız olmayı her zaman zevkli bulmuşumdur. Çünkü kendimle zaman geçirmeyi seviyorum. Örnek olarak kimseyle konuşmasam bile hep yapacak bir şeylerim var her neyse fazla uzatmak istemiyorum. Seneye mi olacak yoksa bir kaç güne aynı odaya geçer miyiz bilemiyorum. Herşeyi zaman gösterecek. Umarım konfor alanımdan çıkmam gerekmez.. neyse böyleydi herşeye rağmen sigara kokusu almayacağım ( En azından odada -_- )
Bu harika bir haber bence?
(Not: oda arkadaşlarım kötü insanlar değiller ama sigara işte :/ )
Şimdilik bu kadar,
iyi günler bol güneşler.
1 note · View note
gamekoliknet · 4 months
Text
Euro Truck Simulator 2 Oyundan Atma Sorunu Çözümü 2024
Tumblr media
Euro Truck Simulator 2 oyundan atma sorunu oyuncuların canını bir hayli sıkmaktadır. Euro Truck Simulator 2, milyonlarca oyuncunun dünyanın dört bir yanını keşfettiği popüler bir simülasyon oyunudur. Ancak, bazı oyuncular zaman zaman oyundan aniden atılma sorunuyla karşılaşabilirler. Bu sorun, oyun keyfini olumsuz etkileyebilir ve oyuncuları hayal kırıklığına uğratabilir. Euro Truck Simulator 2 oyundan atma sorunu çözümleri için aşağıdaki adımları takip edebilirsiniz: - Öncelikle atma sorununun nedenini anlamak önemlidir. Oyunun atılmasına sebep olabilecek birkaç faktör olabilir. Bunlar arasında donanım uyumsuzluğu, sürücü güncellemeleri, sistem gereksinimlerinin karşılanmaması veya kötü yapılandırılmış oyun dosyaları bulunabilir. Bu nedenle, sorunu çözmek için farklı yaklaşımlar denemek gerekebilir. - İlk adım olarak, bilgisayarınızın donanım ve sürücülerinin Euro Truck Simulator 2'nin gereksinimlerini karşıladığından emin olun. - Oyunun minimum sistem gereksinimlerini karşılayan bir bilgisayarla oynuyorsanız, atma sorunları yaşama olasılığınız daha düşüktür. - Ayrıca, ekran kartı sürücülerinizin ve diğer bileşenlerinizin güncel olduğundan emin olun. Güncel olmayan sürücüler, oyunun istikrarını etkileyebilir ve atma sorunlarına yol açabilir. - İkinci olarak, oyun dosyalarını doğrulayın veya gerekirse yeniden yükleyin. Oyun dosyalarında bir hata olabilir veya eksik dosyalar olabilir, bu da atma sorunlarına neden olabilir. - Steam gibi bir oyun platformundan oynuyorsanız, oyun dosyalarını doğrulamak için platformun sağladığı araçları kullanabilirsiniz. Eğer doğrulama işlemi hatalı dosyaları tespit ederse, bu dosyaları düzeltmek için otomatik olarak indirebilirsiniz. - Üçüncü olarak, oyun ayarlarınızı gözden geçirin ve gerektiğinde ayarları düşürün. - Oyunun grafik ayarları çok yüksekse veya oyun çok fazla sistem kaynağı tüketiyorsa, bilgisayarınızda atma sorunlarına neden olabilir. - Grafik ayarlarını düşürmek veya oyunun daha düşük bir çözünürlükte çalışmasını sağlamak, performansı artırabilir ve atma sorunlarını çözebilir. - Oyunun ve işletim sisteminizin güncel olduğundan emin olun. Geliştiriciler sürekli olarak oyunlarını günceller ve bu güncellemeler performansı artırabilir veya sorunları çözebilir. - Ayrıca, bilgisayarınızın işletim sisteminin de güncel olduğundan emin olun. Güncel olmayan işletim sistemleri, oyunların düzgün çalışmasını engelleyebilir ve atma sorunlarına neden olabilir. Euro Truck Simulator 2 oyundan atma sorunu, oyuncular için sinir bozucu olabilir, ancak yukarıda belirtilen adımları izleyerek genellikle çözülebilir. Donanım uyumluluğunu kontrol etmek, oyun dosyalarını doğrulamak, ayarları düşürmek ve güncellemeleri kontrol etmek, atma sorunlarını gidermek için etkili yöntemlerdir. Bu adımları izledikten sonra, Euro Truck Simulator 2'nin keyfini sorunsuz bir şekilde çıkarabilirsiniz.
Euro Truck Simulator 2 Oyundan Atma Neden Olur?
Euro Truck Simulator 2 oyundan atma sorunları birkaç farklı nedenle oluşabilir. Bunlardan bazıları şunlardır: - Oyununuzu oynarken donanımınızda bir sorun olabilir. Bu, işlemci, ekran kartı veya bellek gibi bileşenlerden kaynaklanabilir. - Oyun dosyalarında veya oyunla ilgili diğer yazılımlarda hatalar olabilir. Bu durumda, oyun dosyalarını doğrulamak veya oyunu yeniden yüklemek gibi çeşitli adımlar deneyebilirsiniz. - Bilgisayarınızın aşırı ısınması oyunun çökmesine neden olabilir. - Oyun sırasında arka planda çalışan diğer programlar, sistem kaynaklarını tüketebilir ve oyunun çökmesine neden olabilir. - Bilgisayarınızda yetersiz bellek varsa, oyunun çökmesine neden olabilir. - Sürücülerinizin güncel olmadığı durumlarda oyununuz istikrarsız olabilir. - Bazı durumlarda, oyunun kendisi hatalı olabilir. - Çevrimiçi bir oyun modunda veya oyun sırasında internet bağlantınızın kesilmesi, oyunun çökmesine neden olabilir. Tüm bu çeşitli nedenler sonucunda Euro Truck Simulator 2 oyundan atma sorunu meydana gelir. Euro Truck Simulator 2 Oyundan Atma Tekrarlar Mı? Euro Truck Simulator 2 oyununda çeşitli sebeplerden dolayı oyundan atılma yaşanabilir. Bunun birkaç nedeni olabilir: Oyun dosyalarında bir hata olabilir, sürücü güncellemeleri gerekebilir veya bilgisayarınızın donanımıyla ilgili sorunlar olabilir. Euro Truck Simulator 2 oyundan atma genellikle oyundaki hatalardan kaynaklanır ve düzeltilebilir. Oyunun geliştiricileri tarafından düzenli olarak güncellenen bir oyun olduğundan, çoğu zaman bu tür sorunlar yeni yamalarla veya güncellemelerle giderilebilir. Euro Truck Simulator 2 Oyundan Atma Sorunu Çözümü 2024 makalemizin sonuna geldik. Bu tarz minecraft eğici ve öğretici makaleleri okumak isterseniz blog sayfamızı güncel olarak takip edebilirsiniz. Read the full article
0 notes
kurtlukiraz · 1 year
Link
Ne ekrandaki ölüm ne de franchise'ın aşırıya kaçması bir korku ikonunu durduramaz; bu yüzden Kramer, Testere VI ve Testere 3D yönetmeni Kevin Greutert'in destanın Testere ve Testere II arasındaki zaman çizelgesinde geçen Testere X'i için geri dönüyor.Bell'in sinir bozucu derecede amaçlı performansının sakin zevkleri bir yana, John'un eski kötü oyunlar, sözde ahlaki testler ve ortaçağ ölüm tuzaklarından oluşan bu bloktaki bu kaçışın ana sorunu, bu kaçınılmazlık duygusudur.Saw'ın devam filmleri, ön bölümler, neredeyse parodiler ve spin-off'lardan sonra buradaki asıl satış, temellere dönüş yaklaşımıdır. Greutert, Paskalya yumurtası hayranlarının bekleyebileceği tüm kanlı kan ve dizileri bir uyarıyla sunuyor. Hayran kitlesini memnun etmekle o kadar meşgul ki, serinin yapbozunun hayati bir parçasını daha ihmal ediyor: En iyi Testereleri 'işkence pornosu' klişelerinin üstüne çıkarmaya yardımcı olan gizem duygusu.Bilgilerinizi girerek şunları kabul etmiş olursunuz: Şartlar ve koşullar Ve Gizlilik Politikası. Aboneliğinizi istediğiniz zaman iptal edebilirsiniz.Testere X, bir niyet beyanıyla başlıyor ve ölümcül kanser teşhisiyle yüzleşen Kramer'in yüzüne yaklaşıyor. Görünüşte iyileşmiş bir kanser hastası Kramer'e yeni ve radikal bir tedavi hakkında bilgi verene kadar en iyi ihtimalle bir yıl yaşamayı umuyor.Kayıt olan Kramer, Meksika'da gizli bir yeri ziyaret eder ve tedavi masraflarını öder. Ancak dolandırıldığını fark ettiğinde, himayesi altındaki Amanda (Shawnee Smith) ile iletişime geçer ve intikam planları yapar; bu onun rahatsız edici düşüncesine göre, kurbanlarını hayatın değeri konusunda "yeniden uyandırmak" için ayrıntılı işkenceler ve testler tasarlamayı içerir.Buna benzer daha fazlaKramer'ın baş kahraman olarak yer aldığı Saw X, ölümlülükle yüzleşmesinin duygusal etkisini kısmen yansıtıyor. Tersine, açılış bölümü aynı zamanda darağacı mizahında kazanan bir çizgiyi de pazarlıyor. Sahte cerrah Cecilia Pederson (Synnøve Macody Lund) ne yaptığını sorarken komik-dramatik etki yaratmak için duraklayan Kramer, "Benim birkaç hobim var" diyor.Onun kasvetli hastane odası eskiz defterine bir bakış da eğlendirir ve hırsız bir hademeye verdiği gereksiz işkencenin, şımartılmayacak kadar küstah bir karşılığı vardır.O ve Amanda, ona sahte umutlar satan dolandırıcıları yakaladığında, bozulacak çok az şey kalır. Amanda'nın Testere II'de nerede sona erdiğini bildiğimize göre, uyuşturucu kullanıcısı ve dolandırıcı Gabriela'nın (Renata Vaca) cezalandırılması konusunda Kramer ile yaşadığı geçici çatışmaların hiçbir yere varmayacağını da biliyoruz.Devamını oku:Kramer bu hileleri bir depoda zincirleyip acımasız "testlere" tabi tutarken, Greutert bunun yerine brüt satış faktörünü yükseltmeye odaklanıyor. Başlığa yakışır şekilde Saw X, serinin sonrasında hâlâ soğuk bir duş alma isteği uyandırabileceğini kanıtlıyor.Karakterler acı veren ölümü önlemek için uzuvlarını keserken, saatlerin ilerlemesi gerilimi artırıyor. Bir karakterin kendi kendine gerçekleştirdiği beyin ameliyatı, Ridley Scott'ın Hannibal filmindeki kafa derisini yüzdüğü sahneyi şaka değeri açısından geride bırakıyor. Bir başka zavallı bahtsızın bağırsakları çözülüp ip olarak kullanıldığında aşağılanmaları ölümden öteye gidiyor.Sorun şu ki burada sizi içine çekecek hiçbir gizem yok, hele şaşırtacak hiçbir şey yok. Son zamanlarda yaşanan kötü bir gelişme, Greutert'e galonlarca kan fışkırması için bir şans veriyor, ancak en iyi Testere filmleri, kaba bir kan dökmeden daha şeytani bulmaca kutusu zevkleri sunuyordu.X'in en uzun Testere filmi olması nedeniyle, sonuç, gelişmek yerine uzatılmış gibi geliyor ve daha sonra, bir anahtar karakterin iç ahlaki boşluğunun açığa çıkması, bazı acımasız 'kötü kötü adam' oyunculuğuyla sonuçlandığında daha da uzatılıyor.Kramer "İşimiz bitmeyecek" derken, kan kusan hayran hizmeti dışında sunabileceği çok az yeni şey olan, kırılma noktasının ötesine geçen herhangi bir korku ikonu adına konuşuyor olabilir.Saw X, 29 Eylül 2023 Cuma gününden itibaren İngiltere sinemalarında. Bu gece neler olduğunu öğrenmek için Film kapsamımıza daha fazla göz atın veya TV Rehberimizi ve Yayın Rehberimizi ziyaret edin.Radio Times dergisini bugün deneyin ve yalnızca 10 £ karşılığında 10 sayıya sahip olun, AYRICA evinize teslim edilen 10 £ John Lewis and Partners kuponu da alın - hemen abone olun. TV'nin en büyük yıldızlarından daha fazlası için The Radio Times Podcast'ini dinleyin.
0 notes
gundemburadadedim · 1 year
Link
Ne ekrandaki ölüm ne de franchise'ın aşırıya kaçması bir korku ikonunu durduramaz; bu yüzden Kramer, Testere VI ve Testere 3D yönetmeni Kevin Greutert'in destanın Testere ve Testere II arasındaki zaman çizelgesinde geçen Testere X'i için geri dönüyor.Bell'in sinir bozucu derecede amaçlı performansının sakin zevkleri bir yana, John'un eski kötü oyunlar, sözde ahlaki testler ve ortaçağ ölüm tuzaklarından oluşan bu bloktaki bu kaçışın ana sorunu, bu kaçınılmazlık duygusudur.Saw'ın devam filmleri, ön bölümler, neredeyse parodiler ve spin-off'lardan sonra buradaki asıl satış, temellere dönüş yaklaşımıdır. Greutert, Paskalya yumurtası hayranlarının bekleyebileceği tüm kanlı kan ve dizileri bir uyarıyla sunuyor. Hayran kitlesini memnun etmekle o kadar meşgul ki, serinin yapbozunun hayati bir parçasını daha ihmal ediyor: En iyi Testereleri 'işkence pornosu' klişelerinin üstüne çıkarmaya yardımcı olan gizem duygusu.Bilgilerinizi girerek şunları kabul etmiş olursunuz: Şartlar ve koşullar Ve Gizlilik Politikası. Aboneliğinizi istediğiniz zaman iptal edebilirsiniz.Testere X, bir niyet beyanıyla başlıyor ve ölümcül kanser teşhisiyle yüzleşen Kramer'in yüzüne yaklaşıyor. Görünüşte iyileşmiş bir kanser hastası Kramer'e yeni ve radikal bir tedavi hakkında bilgi verene kadar en iyi ihtimalle bir yıl yaşamayı umuyor.Kayıt olan Kramer, Meksika'da gizli bir yeri ziyaret eder ve tedavi masraflarını öder. Ancak dolandırıldığını fark ettiğinde, himayesi altındaki Amanda (Shawnee Smith) ile iletişime geçer ve intikam planları yapar; bu onun rahatsız edici düşüncesine göre, kurbanlarını hayatın değeri konusunda "yeniden uyandırmak" için ayrıntılı işkenceler ve testler tasarlamayı içerir.Buna benzer daha fazlaKramer'ın baş kahraman olarak yer aldığı Saw X, ölümlülükle yüzleşmesinin duygusal etkisini kısmen yansıtıyor. Tersine, açılış bölümü aynı zamanda darağacı mizahında kazanan bir çizgiyi de pazarlıyor. Sahte cerrah Cecilia Pederson (Synnøve Macody Lund) ne yaptığını sorarken komik-dramatik etki yaratmak için duraklayan Kramer, "Benim birkaç hobim var" diyor.Onun kasvetli hastane odası eskiz defterine bir bakış da eğlendirir ve hırsız bir hademeye verdiği gereksiz işkencenin, şımartılmayacak kadar küstah bir karşılığı vardır.O ve Amanda, ona sahte umutlar satan dolandırıcıları yakaladığında, bozulacak çok az şey kalır. Amanda'nın Testere II'de nerede sona erdiğini bildiğimize göre, uyuşturucu kullanıcısı ve dolandırıcı Gabriela'nın (Renata Vaca) cezalandırılması konusunda Kramer ile yaşadığı geçici çatışmaların hiçbir yere varmayacağını da biliyoruz.Devamını oku:Kramer bu hileleri bir depoda zincirleyip acımasız "testlere" tabi tutarken, Greutert bunun yerine brüt satış faktörünü yükseltmeye odaklanıyor. Başlığa yakışır şekilde Saw X, serinin sonrasında hâlâ soğuk bir duş alma isteği uyandırabileceğini kanıtlıyor.Karakterler acı veren ölümü önlemek için uzuvlarını keserken, saatlerin ilerlemesi gerilimi artırıyor. Bir karakterin kendi kendine gerçekleştirdiği beyin ameliyatı, Ridley Scott'ın Hannibal filmindeki kafa derisini yüzdüğü sahneyi şaka değeri açısından geride bırakıyor. Bir başka zavallı bahtsızın bağırsakları çözülüp ip olarak kullanıldığında aşa��ılanmaları ölümden öteye gidiyor.Sorun şu ki burada sizi içine çekecek hiçbir gizem yok, hele şaşırtacak hiçbir şey yok. Son zamanlarda yaşanan kötü bir gelişme, Greutert'e galonlarca kan fışkırması için bir şans veriyor, ancak en iyi Testere filmleri, kaba bir kan dökmeden daha şeytani bulmaca kutusu zevkleri sunuyordu.X'in en uzun Testere filmi olması nedeniyle, sonuç, gelişmek yerine uzatılmış gibi geliyor ve daha sonra, bir anahtar karakterin iç ahlaki boşluğunun açığa çıkması, bazı acımasız 'kötü kötü adam' oyunculuğuyla sonuçlandığında daha da uzatılıyor.Kramer "İşimiz bitmeyecek" derken, kan kusan hayran hizmeti dışında sunabileceği çok az yeni şey olan, kırılma noktasının ötesine geçen herhangi bir korku ikonu adına konuşuyor olabilir.Saw X, 29 Eylül 2023 Cuma gününden itibaren İngiltere sinemalarında. Bu gece neler olduğunu öğrenmek için Film kapsamımıza daha fazla göz atın veya TV Rehberimizi ve Yayın Rehberimizi ziyaret edin.Radio Times dergisini bugün deneyin ve yalnızca 10 £ karşılığında 10 sayıya sahip olun, AYRICA evinize teslim edilen 10 £ John Lewis and Partners kuponu da alın - hemen abone olun. TV'nin en büyük yıldızlarından daha fazlası için The Radio Times Podcast'ini dinleyin.
0 notes
mezardakicicekk · 1 year
Text
SERT RÜZGARLAR
Yeni kursumdaki ikinci günümün sabahı gördüğüm rüyanın etkisiyle büyük bir anksiyete atağı geçirdim. Öncelikle size rüyamdan bahsedeceğim.
Bir yerden eve geliyordum ve apartmanın girişinde Satürn beni karşılıyordu. "Gel ve yaptığın esere bir bak." diyerek beni evin arka bahçesine götürdü. Gördüğüm manzarayla kitlenip kalmıştım. Satürn'ün mezarı alevler içinde yanıyordu. Mezarı gözlerimin önünde kül olurken polisler gelip bileklerime kelepçe taktılar.
Rüya bu şekildeydi. İyi hissetmediğim için arkadaşlarımdan birini aradım ve beni almasını söyledim. Konum attıktan sonra beklemeye başladım. Artık nefes almakta zorlandığım için boynumdaki chokerı çıkardım ve su içtim. Geçer sanıyodum ama gözlerim dolmaya başlamıştı. İlk kez bir kriz anında ağlıyordum. Şapkamla yüzümü gizledim kimse görmesin diye. Yanıma önce kurstan bir arkadaşım daha sonra hocam geldi ve cidden çok endişelenmişti. Eski kursumda gördüğüm psikolojik şiddetin üstüne atak esnası umursanmamak öyle büyük boşluk yaratmıştı ki içimde yeni hocamın bu davranışı cidden dokundu kalbime.
Hocam, yeni kursuma vesile olan en yakın arkadaşım Rudra'yı arayıp haber vermiş. Çağırdığım arkadaşımla aynı anda girdiler içeriye ve ben Rudra'nın geleceğini hiç beklemediğimden önümde çöküp endişeyle bana baktığını görünce ağlamam şiddetlendi. Eşyalarımı toplayıp beni dışarı çıkardılar. Kursun yakınındaki bir parkın banklarına oturduk. Diğer arkadaşım gözyaşlarımı silerken Rudra beni neyin tetiklediğini sordu. Rüyamı anlattığımda arkadaşım bana rüyamın anlamını söyledi.
"Yüksek ihtimal bir konu için sana kızmış. Son günlerde flört yapıyorsun ya, kendini bu yüzden suçluyorsan kızmış olabilir. Ya da bu flört meselesinde kızdığı başka bir şey olabilir."
Bunları duymam daha çok ağlamama sebep oldu. Evet, suçlu hissediyordum ve Satürn'ün bana kızmasını o kadar çok özlemiştim ki en son gelip cidden kızmıştı bana. Rudra beni Satürn'ün mezarına götürmek istediğini söyledi. Ben ne olduğunu anlamadan kendimi arabada buldum. Rudra şoför koltuğunda, ben yan koltukta ve arkadaşım arka koltuktaydı. Daha sabah Rudrayla "Sen yeni ehliyet aldın, arabana binsem öteki dünyaya uçarım galiba." tarzı şakalar yapıyorduk.
Satürn'ün mezarına geldiğimizde ikisi arabada kalıp bizi yalnız bırakmayı tercih ettiler. İlk olarak mezarı suladım, ayak ucundaki yosun eskiye oranla daha büyüktü. Yanına oturup mezar taşındaki ismine baktım. "Bugün nasıl iletişim kuracağız?" diye sordum ve sorumun ardından rüzgar esti. Normalde mezarına ne zaman gitsem üşümemem için güneş açardı ama bugün inadına üşümem için rüzgar esiyordu.
"Eğer rüzgarlar iletişim aracınsa ve bana kızdığında güçlü bir rüzgar esecekse bunu anlamam için tekrar güçlü bir rüzgar essin." dedim ve cidden oldu. Güçlü bir rüzgar esti ve gülümsedim. Sorularıma cevap alabilirdim artık. Önce Minik Elften bahsettim. Size bile sadece tek yazıyla anlatıp bir daha hiç bahsetmediğim o tatlı kızdan bahsettim. Ondan vazgeçme sebebimi saçma ve sinir bozucu buldu. Kendimi kötü hissettim diye çok kızdı bana. Sonra yeni flörtümden bahsettim ve daha detaya girmeden o kadar uzun ve güçlü rüzgarlar esti ki muhtemelen bu konuda kızdığı bir şeyler vardı. Belkide benim göremediğim kötü bir şeyi gördü ve beni uyarmaya çalıştı, bilmiyorum. Kafam o kadar karışıktı ki en son Satürn'e "En iyisi aşk hayatımı tamamen sonlandırmak." dedim.
O an öyle sert, güçlü ve uzun bir rüzgar esti ki kendimi tutmasam muhtemelen yere yapışırdım. Arkadaşlarım arabanın içinde olmalarına rağmen rüzgarın etkisiyle sarsılmışlar. Bu sorumun onu çok sinirlendirdiğini anlayınca binlerce kez özür diledim. Ona sarılmak istediğimi söylediğimde istemediğini belirten bir rüzgar esti. Onu dinlemedim ve mezar taşına sıkıca sarıldım. Mezar taşına öpücük kondurdum. Uzun zamandır onunla böyle iletişim kuramıyordum. Sessizliğiyle anlaşırken bu sefer duyabileceğim seslerle cevaplar vermesi çok iyi geldi bana. Sarılmayı bırakana kadar usulca rüzgarlar esti. Bana sarılmadı bu sefer ama yanağımı okşadığını hissettim.
Satürn, her şeye rağmen benimle iletişimde kaldığın için teşekkür ederim. Seni seviyorum.
1 note · View note
korelist · 1 year
Text
Tumblr media
FIGHT FOR MY WAY //  KDRAMA DİZİ YORUMU
UYARI : Yazılar genel olarak spoiler içerebilir. İçermeyedebilir.
İmdb puanı : 8,1 Benim puanım:  9
Drama: Fight for My Way (English title) / Fight, My Way (literal title)
Hangul: 쌈, 마이웨이
Director: Lee Na-Jeong
Writer: Im Sang-Choon
Producer: Moon Joon-Ha
Episodes: 16
Date: 2017
Language: Korean
Country: South Korea
Cast: Park Seo-Joon, Kim Ji-Won, Ahn Jae-Hong, Song Ha-Yoon, Jeon Bae-Su, Kwak Dong-Yeon, Choi Woo-Sik
2017 KBS Drama Awards - December 31, 2017
Excellent Actor (mini series) (Park Seo-Joon)
Excellent Actress (mini series) (Kim Ji-Won)
Best New Actor (Ahn Jae-Hong)
Best Supporting Actor (Kim Sung-Oh)
Netizen Award (Park Seo-Joon & Kim Ji-Won)
Best Drama OST
Best Couple Award (Park Seo-Joon & Kim Ji-Won)
2017 (10th) Korea Drama Awards - October 2, 2017
Excellent Actress (Song Ha-Yoon)
 Birinci bölüme 3 kere baştan başlayıp daha sonra izlemek için ötelediğim bir diziydi. İtaewon Class izledikten sonra bu dizide de Park Seo-Joon ‘un oynadığını öğrenince izlemek için nedenim olmuş oldu. Hatta oyuncunun o olduğuna çok zor ikna oldum diyebilirim. Gerçekten tipinden önce oyunculuğunu beğendiğim aktörler arasında bir numaraya yerleştirdim. Kısaca konusundan bahsedip yorumlara geçeyim. Çocukluktan beri arkadaş olan 4 kişinin hayallerinin peşinden koşma macerasını izliyoruz. “Slice of life” diyebileceğimiz tarzda bir konusu var. Aslında birinci bölüme 3 kez tekrar başlamamdaki neden de biraz bu durağanlıktan kaynaklanıyordu. 3.bölüme geldikten sonra dizi akmaya başlıyor.
Dizide hikayelerini anlatmaya lise yıllarından başlanıyor. İlerleyen bölümlerde dahada küçüklüklerine dair flashbackler de gösteriyorlar. Senaryo da ikinci kadın, ikindi adam hikayeleri olsa da sinir bozucu değillerdi. Gereğinden fazla uzatılmıyor. En kendine çeken tarafı ise genç yaşta büyük başarılar elde etmiş ütopik karakterler yerine, listede kurdukları hayallerin hiçbirini gerçekleştirememiş hayatın içinde bocalayan karakterler olmasıydı. Eskiden beri refleks olarak birbirlerini koruyup kollamaları izleyicide güzel duygular uyandırmayı başarıyordu.
Zengin, kariyer sahibi karakterler yerine daha normal hayatları görmek, dizinin içine çekilmeye yetiyordu. İlk bölümlerde Kwak Dong-Yeon’u namı diğer Vincenzo’nun brother’ını konuk oyuncu tadında görmek beni mutlu etti. Ayrıca hikayede kendi ayakları üstünde durabilen kadın karakterler görmek her zaman artı puan kazandırdığını söylemeliyim. Yan karakterler olsun, ana karakterler olsun hepsi güçlü bir resim çiziyordu.
Park Seo-Joon’un oyunculuğuna o kadar kaptırıyorsunuz ki, dizideki gizli özneler gözden kaçabiliyor. O nedenle bir tanesini belirtmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Park Moo-Bin karakterini canlandıran Choi Woo-Sik. Hem sevimli, hem sempatik olmasının yanı sıra eğlenceli bir oyuncuydu. Tanıştığıma memnun oldum. Bir nevi ikinci adam olarak diziye girdi.
Konuya dönecek olursam; Ko Dong-Man(Park Seo-Joon), lise yıllarda tekvando sporu ile ilgilenen başarılı bir öğrencidir. Bir turnuva sırasında sakat kardeşi için şike mevzusuna karışır ve bilinçli bir şekilde yenilir. Bu olaydan sonra kendisine bu durumu yediremediği için tekvandoyu bırakır. Onun adına; olmak istediği kişi ve olması gereken kişi arasında kendi ile yaşadığı mücadeleye tanık oluyoruz. Choi Ae-Ra(Kim Ji-Won)’nın ise lise yıllarında tek hayali spiker olmaktır. Ancak büyüyüp hayatın içinde kaybolmuştur. Hayatını devam ettirebilmek için geçici işlerde çalışmış, hayali olan mikrofonu ise bir mağazada resepsiyonda kullanabilmektedir. Baek Seol-Hee (Song Ha-Yoon), lisede hayali evlenip anne olmak olan bu kızımız ise, bir şirkette yoğun saatler mesai harcayan bir çalışan olmuştur. Yükselme hırsları olmayan kendi halinde bir kızdır. Choi Ae-Ra’nın yakın arkadaşıdır. Aynı zamanda Ko Dong-Man’ın yakın arkadaşı olan Kim Joo-Man (Ahn Jae-Hong) uzun zamandır sevgilidirler. Kim Joo-Man (Ahn Jae-Hong) ise Seol-Hee ile aynı şirkette yönetim kadrosunda çalışandır. Şirkette sürekli üstleri tarafından kullanılan, yükselmek için her türlü muameleye göz yuman bu arkadaşımız, hayatta bir şeylere adım atmak için pozisyonunun düzelmesini beklemektedir.
Aslında izlerken beni rahatsız eden bir şey olmadı. Gereksiz duygusallıklar, hırslar, tripler, yanlış anlamalar yani olumsuz hiçbir şey yoktu. Oyuncular ve oyunculuklarda çok yerinde ve dozundaydı. Kimse dizi içerisinde olmasaydı keşke demedim. Kim Ji-Won’u “Descendants of the sun” dizisinde sert asker rolü ile hatırlıyorum. O da Park Seo-Joon gibi bambaşka bir karakter ve oyunculuk ile bizi şaşırtmayı başardı. Başrol dörtlüsünün enerjileri öyle yüksekti ki, her biri parıl parıl parlıyordu.
Başrolün sürekli kazandığı, en başarılı olduğu, en güzel, en zengin olduğu bir yapım olmadığından izlerken ne olacağını kestiremiyorsunuz. Hayatta her an her şey olabilir tadında bir ilerleyiş var. Örneğin dövüş sahnelerinde başrolün kazanacağının hiçbir garantisini vermiyorlar. Tabi ki kurgu bir hikaye olması nedeni ile normalde başımıza gelmeyecek güzelliklerin gerçekleşmesine de şahit olmuyor değilsiniz. Dizinin belgesel olmasını bir yerde engellemeleri gerekiyor, o yüzden kabul edilebilir güzelliklerdi.
Günün sonunda toparlayacak olursak, Kore dizilerinin genelinde ilk 3 bölümü atlatmak diye bir kavram var. Bu dizi de hayattan bir kesit anlatmasından dolayı bir iki bölümden sonra açılıyor. Güzel zaman geçirtiyor. Tavsiye eder miyim, evet ederim.
 OST:
BTOB - Ambiguous
Raven Melus
BAŞKA NELER VAR ?
FOTOĞRAFLAR
0 notes
lovelyyfluff · 1 month
Text
İnziva | 3 - Pazartesi (1)
Mika: Zzz... Zzz...
Tumblr media
Mika: Hm? Hn~... Aah...
Mika: (Ee... Bugün napıcaktım ya?)
Mika: ...Aa, doğru ya! Yeni şarkı için alıştırma yapıcaz! Hazırlanıp çıkmam lazım...
────────────────────────────
<Hazırlandıktan sonra>
Mika: Tamam, hazırım heralde. Bi' şeyi unuttum gibi sanki?
Mika: (Eyvaah. Hazırlanmak için etraşfa koşuşturdum... Umarım Ritsu uyanmamıştır...)
Mika: Şeyy... —Ritsu?
Ritsu: Zzz... Zzz...
Mika: (Oh be. Uykusu derin~ Ritsu uyumaya bayılıyo. Sabahları kaldırması çok zor~)
Mika: (Anlıyom aslında. Yatakhanedeki yataklar çok rahat ve yumuşak... Ha?)
Tumblr media
Mika: Eyvah! Oshi-san'ın verdiği bebek düşmüş!
Mika: Yaa~... Çok üzgünüm, farketmemişim!
Mika: Başucuma koymuştum, uykumda elim çarpmış galiba. Artık daha dikkatli olcam.
Mika: Tamamdır, saçını ve elbiseni de düzeltiyim... İşte. Hiçbi' şey olmamış gibi♪
Mika: Ayy, gitmem lazım. Geç kalmak istemiyom.
Mika: Görüşürüz, Bayan Bebek!
────────────────────────────
<Seisoukan'ın mutfağı>
İzumi: ... (Yavaşça ve dikkatlice salatasını çiğniyor)
Hajime: Şey, Sena-senpai? İşine karışmam doğru değil, ama kahvaltıda sadece salata yemek yeterli mi...?
Tumblr media
İzumi: Hm? Eh, başka seçeneğim yok. Yakında bir podyuma çıkacağım, o yüzden diyetteyim.
Hajime: Diyet mi...? Ama yalnızca salata yersen podyum ve diğer işler için enerji toplayamazsın.
İzumi: Senin için söylemesi kolay. Modeller için diyet yapmak şarttır.
Hajime: Ah! Buldum! Sana yiyecek bir şey getireceğim, Sena-senpai! Bir saniye bekle!
İzumi: Ha? Ne, bekle. Ne getirirsen getir yemem ben bir şey.
Hajime: Endişelenme, diyetine uygun bu! Bak, haşlanmış hijiki yosunu ve yumurta♪
Hajime: Dün kahvaltı için birsürü şey hazırladım. Diyette olsan bile yiyebilirsin, değil mi?
İzumi: Hm, aslında. Az karbonhidrat içeriyorlar. Sanırım biraz yiyebilirim.
İzumi: Şey, sağol.
Hajime: Her zaman!
Tumblr media
Mika: Aa! Günaydın! Son iki gündür karşılaşıp duruyoz, Hajime~ Kahvaltı mı ediyonuz?
Hajime: Ah, günaydın, Kagehira-senpai. İki sabahtır birbirimize rastlıyoruz!
Hajime: Bugün kahvaltı için vaktin var mı? Öyleyse bizimle beraber yiyebilirsin!
Mika: Olur! Bundan sonra antrenmana gidiyom, o yüzden güzel bi' kahvaltı yapmak istedim.
Hajime: Tamamdır, sana da bir şeyler getireyim o zaman. Burada bekle.
Mika: ...Ha?
İzumi: ... (Düzgünce çiğnemeye devam ediyor)
Tumblr media
Mika: (Yaaa~ Geri gel, Hajime! Beni Sena-senpai ile baş başa bırakma!)
Mika: (Nası konuşcam ki ben onunla~)
Mika: (Napıcam? Öylece oturup yemek yiyo... Bi' şey mi desem?)
İzumi: Hey. Antrenmana mı gidiyorsun? Valkyrie için mi? İtsuki dün geri geldiğinden herhalde.
Mika: Ha? Aa, aynen. Valkyrie'nin yeni şarkısı için alıştırma yapıyoz.
İzumi: Ha. İtsuki bir süre burada olacak yani?
İzumi: Normalde ya ben ya da İtsuki yurtdışında oluduğu için odamızda üç kişi olurdu. Şimdi dört kişi kalınca çok kalabalık olacak. Off, çok sinir bozucu.
Tumblr media
Mika: Ha?! Ee, t-tamam da...?
Mika: (Niye bana bunu anlatıyo? Bi' çözüm mü bulmamı istiyo?)
Mika: (Ama ben... Ben napıcam ki...)
Mika: Şeyy, Sena-senpai? Kızgın olduğun belli oluyo, ama yapabilceğim bi' şey yok...
İzumi: Ha? Biliyorum. Senden bir şey isteyen mi oldu.
Mika: (Ne—?! O zaman niye bana söylüyon?!)
Tumblr media
Mika: (Benle dalga mı geçiyo yoksa...? Belki geçmiyodur... Uu, şu adamı anlamıyom ki!)
Hajime: Al bakalım~♪ Pirinç, miso çorbası, hijiki yosunu, haşlanmış yumurta ve kavrulmuş balık~
Mika: Ohh~ Tam da aradığım adam! Meleksin sen, Hajime!
Hajime: Ha? O kadar çok mu acıktın? Öyleyse afiyet olsun~
Mika: (Şunu bi' çırpıda içiyim de Sena-senpai'den kaçabiliyim...!)
Mika: Saol! Önce çorbadan başlıyım...
Mika: Ayy?! Çok sıcak, çok sıcak~...
Tumblr media
Hajime: Eyvah, iyi misin? Çorba çok sıcaktı, dilini yakmak istemiyorsan daha yavaş içmelisin.
Mika: Uuu, ağzım uyuştu... Çoktan yaktım dilimi. Keşke öyle kafama dikmeseydim...
Hajime: Tekrar içmeden önce soğumasını beklesen?
Mika: Evet. Dikkatli olucam. Uff~ Uff~...
────────────────────────────
<Kahvaltıdan sonra>
Mika: Oh be♪ Enfes! Teşekkürler, Hajime~
Hajime: Ne demek♪ Hoşuna gittiyse her sabah sana kahvaltı hazırlayabilirim.
Mika: Çok iyisin♪ Neyse, gitsem iyi olur. Sonra görüşürüz.
Hajime: Görüşürüz, Kagehira-senpai~
Tumblr media
İzumi: Tembellik yapma sakın.
Mika: Yapmam! Bay bay!
← Önceki bölüm ◆ Sonraki bölüm →
1 note · View note