Tumgik
#dini yapı
dokmimarlik · 3 months
Text
Stonehenge - Column History
0 notes
yasamsallik · 3 months
Text
Tumblr media
"Kıt aklınca bana yazan Ümmetçi kardeşim dinle bak, sana ne diyeceğim!..
Üniversite Lisans ve masterimi belirtmeyeceğim, haftada 2 kitap bitirdiğimi, günlük 10 tane gazete, dergi takip ettiğimi ve en az 20 yazarın köşe yazılarını okuduğumu, 50 ülke gezdiğimi, 3 dil bildiğimi, 4 kitap yazdığımı, saz çaldığımı söylemeyeceğim.
Cahilsin diyorum alınıyorsun, yeterince okumamış ve araştırmamışsın diyorum kabul etmiyorsun, görmemişsin ve yaşamamışsın diyorum güceniyorsun…
Cahil olmana değil, cahillikte diretmene kızıyorum. Yine de seni doğrudan doğruya suçlamıyorum, sen ve senin gibi saf insanları, iyi niyetli arkadaşları ve Türk Halkını hususi cahil bırakanları, karanlığa sürükleyenleri ve sonrasında amaçları doğrultusunda bir maşa gibi kullananları lanetliyorum.
Resimdeki yer, Riyad/Suudi Arabistan, uluslararası iş dünyası ve yatırım ajansları toplantısındayım. Biliyorum, sen kutsal toprak dediğin buraları hiç görmedin, belki umre ve hacca gidenlerden dinlemişsindir.
Dünyanın tüm Arap ülkelerini dolaştım, her seviyede Araplar ile tanıştım, mevcut dini yapı ve inanç sistemlerini inceledim, kültür ve hayat şartlarını görerek ve yaşayarak öğrendim.
Vardığım sonuç; her ne arayacaksan kendinde aramalı, her ne istiyorsan özünde bulmalısın.
Kim ki; Arabın şahsına, Arabın diline, Arabın kültürüne, Arabın giyim ve yaşam biçimine kutsiyet atfediyorsa, bil ki ya cahildir, kandırılmıştır, ya menfaat karşılığı satılmıştır.
Dikkat buyur; din demiyorum, din ortak bir kavramdır ve genel olarak Türkler de müslümandır. (Kaldı ki müslüman olmayan Türkler ve Türk boyları kardeşlerimiz de vardır, hepsine sevgimiz ve saygımız sonsuzdur) Müslüman olup da Arap veya Türk olmayan farklı milletler ve ülkeler de mevcuttur.
Bu durumda, İslam dini; hiç bir ülkenin, milletin, hiç bir cemaat ve grubun tekelinde değildir.
Arap iyi müslüman da, Türk kötü müslüman mı? Bu hayranlık, sempatizanlık, özentilik neden?
Dünyadaki tüm müslüman milletler, Arap gibi giymek, Arap gibi yemek, Arap gibi konuşmak, Arap gibi okumak, Arap gibi yaşamak zorunda mıdır? Kaynak nedir? Ölçü nedir? Doğru nedir?
Kaynak “Kur’an” dediğini duyuyorum. Ama kaynağı da iyi okumuyorsun, okusan da anlamıyorsun, kelimelerin manasını bilmiyorsun. Kaynağın da, anlayacağın dilde, Türkçe olarak okunmasını, duaların Türkçe edilmesini istemiyorsun. Çünkü, sana öyle diyorlar, öyle öğretiyorlar, öyle aşılıyorlar.
Hiç sordun mu, araştırdın mı? Diğer dinler ve kitaplar nasıl? Mesela İncil neden öyle değil. Avrupa ülkelerini gezince göreceksin ki, her ülke kendi dilinde dualarını okuyor, ibadetini yapıyor.
Ortodokslar mesela, Rusya, Ukrayna, Gürcistan, Yunanistan vs. hepsini gezdim, kiliselerine gittim, din adamlarıyla konuştum, gördüm ki hepsi kendi dillerinde, kendi kültürlerinde inançlarını harmanlayarak dinlerini yaşıyorlar.
Ayrıca… Müslüman ülkelerde Arap kültürünü hakim kılmak için yıllık ne kadar bütçe ve finansal kaynak ayrıldığını biliyor musun?
İsimleri ve faaliyet alanları farklı görünse de, ortak amaç ve zihniyetleri “Arabizm” olan dernek, cemiyet, parti, vakıf, cemaat, tarikat vs. yapıların, sadece bayramdan bayrama topladıkları kurban derileriyle mi giderlerini karşıladıklarını sanıyorsun?
Bir tek bağışlarla mı geçiniyorlar? Yalnız aidatlarla mı ayakta duruyorlar? Kimler destekliyor? Hangi Arap ülkelerinin diasporası var bu oluşumların arkasında? Harcanan bu devasa sermaye, nasıl geri dönüştürülüyor?
Sen daha neyin orucu bozup - bozmadığını öğrenemedin ki, bunları nerden bileceksin? Günde 10 bin defa tesbih çekmeyi, 20 bin defa tekbir getirmeyi ders mi, ilim mi sanıyorsun?
Demem o ki; Ümmetçi kardeşim, aklını kullan, hipnoz olma, kimseye biat etme, gözlerini aç!. Din kullanılarak dünya geneline yayılan Arap Emperyalizmini gör, Selefi Arapçılığı fark et!..
Bir Türk vatandaşı olarak, bütün insanlara, dinlere, dillere ve kültürlere elbette saygı duyuyorum ama kimsenin de Türk dilini, dinini, töresini ve kültürünü Araplaştırmasına, yozlaştırmasına, tahrip etmesine iyi gözle bakmıyorum ve kayıtsız kalamıyorum.
Çünkü ben Ümmetçi değil, özü ve sözüyle bir Türk Milliyetçisiyim, Vatansever, Devrimci, Halkçı, Cumhuriyetçi, Laik, Yurtseverim. Senin hiç sevmediğin ATATÜRK, benim hayat liderimdir. Senin hoşlanmadığın Cumhuriyet, Laiklik ve Demokrasi, benim vazgeçilmezimdir. Özgürlük ruhum, bağımsızlık karakterimdir. Yükselmek, gelişmek, ilerlemek hedefimdir.
Gayem insanlık, yüküm sevgi, ölçüm vicdandır.
Kalben yolum Hak-Muhammed-Ali, ocağım Ahmet Yesevi, Pirim Hacı Bektaşi Veli’dir.
Ulu Ozanlar ile nefeslenirim; Nesimi okur, Şah Hatayi dinler, Pir Sultan Abdal söylerim.
Öğüdü Edebali’den, hoşgörüyü Yunus Emre’den, cesareti Battal Gazi’den alırım.
Unutma, bilim ile gidilmeyen her yol karanlıktır.
Düşünce karanlığına ışık tutanlara selam olsun."
Muazzez İlmiye ÇIĞ
29 notes · View notes
bazenmahir · 6 months
Text
Maddecilik ve soyutçuluk
Materyalizm, evrenin temel yapı taşlarının maddeden oluştuğunu savunan bir felsefi görüştür. Bu düşünceye göre, gerçeklik maddeden ibarettir ve soyut, metafizik kavramlar gerçek değildir. Materyalistler, evreni, gördüğümüz, dokunduğumuz ve ölçebildiğimiz maddi nesnelerle açıklamaya çalışırlar. Onlara göre, insanın zihni de maddenin bir ürünüdür ve düşünce süreçleri, sinirsel etkileşimlerle açıklanabilir.
Materyalizme göre, insanın varlığı da maddi süreçlerin bir sonucudur. Duygularımız, düşüncelerimiz ve bilincimiz, beyin aktivitelerinin ürünüdür ve tamamen fiziksel bir temele dayanır. Dolayısıyla, insanın kimliği ve ruhu gibi soyut kavramlar, aslında maddenin karmaşık etkileşimlerinden başka bir şey değildir.
Materyalizm, bilimsel yöntemin ve gözleme dayalı bir yaklaşımın ürünüdür. Buna göre, evrenin işleyişi ve doğası, doğa yasalarıyla açıklanabilir ve anlaşılabilir. Bu nedenle, materyalistler, gerçekliği anlamak için bilimsel araştırma ve deneylere büyük önem verirler.
Peki bu durumda, materyalist görüşe karşı çıkanların savunduğu düşünce nedir ?
İnsan deneyimlerinin ve duygularının sadece maddenin fiziksel özellikleriyle açıklanamayacağını savunurlar. Onlara göre, insanın iç dünyası ve ruhu, sadece maddenin mekanik etkileşimlerinden ibaret değildir ve metafizik bir boyutu vardır. Bu nedenle, materyalizm, evrenin tamamını açıklamak için yetersiz olabilir ve insanın varoluşunu tamamen anlamak için diğer felsefi ve dini görüşlere de başvurmak gerekir.
8 notes · View notes
sillagen · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
17 Ağustos | Perşembe | 23
Süleymaniye Kanuni Sultan Süleyman'nın yanına Mimar Sinan'ı çağırarak öyle büyük bir cami istiyorum ki Ayasofya'yı yaptıran Justinuanus'un dediği "yendim seni Süleyman" cümlesine karşılık bu cami inşaatını başlatmıştı. O yüzden gerçekten ihti��amlı mı diye merak ediyordum. Buradaki Süleyman peygamberimiz için ve Kudüs içindeki Mescid-i Aksa için denilmişti. Aslında Kanuni'nin amacı intikam almaktı. Camisinde en çok merak ettiğim Mimar Sinan'ın kalfalık dediği aslında ince sanata bakınca ustalık denilebilecek eserinin bazı ince ayrıntıları vardı. Örümcek ağı tutmasın diyerek özel olarak getittirilen deve kuşu yumurtası hâlâ ışıkların orada asılıydı. O dönemde yüksek bir yapı olan caminin örümcek ağı tutması imkansız ama bunu geliştirmişti. Caminin kolonları tani o kocaman mermerler bildiğiniz tüm şekilde getittirilmişti. Caminin aslında en önemli meselesinden biri de mikrofon o dönemde olmadığı için caminin akustik seviyesi yani en arkadaki de imamı duysun dediği şeyi kubbelerin iç kısımları ve alt kısımlarına oluklu taş yaparak bunu sağlamıştı. Camiye akşam ezanı girebildim. Namaz kıldım elhamdülillah ama hayran hayran baktım okuduğum şeylerin bizzat müşahede edince o caminin büyüklüğünü görünce gözlerimi alamadım. Birde o dönemde kandil yandığı için cami is olmasın amaçlı dikdörtgen şeklinde oyuklara is toplanıyordu. Bu isler belli bir zaman sonra toplanıp Arabistana giden devenin üstüne asılıyor. Deve sallandıkça hem is kuvvetleşiyor hem de kutsallığı artıp o isi dini yazmalarda kullanıyorlardı. Muazzam bir incelik ile yapmış camiyi. Bir ara gerçekten uykum geldi biraz bir köşede uyumak istedim. Birde o dönemde bu bir külliye şeklinde olduğu için hamamdan gelen su caminin alt tarafına akıtılıp orada alttan ısıtma elde ediliyordu. Yazın ise o kanalın önü kapatılıyordu. Cami o kadar güzeldi ki bayıldım ya bayıldım mest oldum.
33 notes · View notes
zamanigelmeyensaman · 7 months
Note
Dini görüşün nedir ?
Dinin insanlara zarar veren bi yapı olduğunu düşünüyorum. Eğer cehenneme gitmemek için kötülük yapmıyorsan sen zaten iyi bir insan değilsin. Eğer cennete gitmek için iyilik yapıyorsan da aynı şekilde. İyi insan olmak için dine ihtiyaç yoktur. Din insanları bölen, kendinden olmayana düsmanlık besleten bir olgudur ve kışkırtmaya çok açıktır. Hiç tanımadığınız birine dediği bi şeyden dolayı küfür edebilirsiniz, hakaret edebilirsiniz. O yüzden hiçbir dini inanca sıcak bakmıyorum. Bence cennette cehennemde insanın kendi içinde. Ben bugün sokaktaki kediyi besliyosam içimden geldiği içindir cennete girmek için değil. Uzun oldu ama böyle
9 notes · View notes
ziyapasa-01 · 2 years
Text
Bir TV kanalında de yarım yamalak Türkçesi ile konuşan Japon uzmana soruyorlar;
"Sizde yapı denetim sistemi yok mu?"
"Hayır yok."
"Peki bir yapının müteahhidi proje dışına çıkıp demirden, çimentodan çalarsa onu kim denetleyecek?"
"Denetlemeye gerek yok çalmazlar."
"Ya çalarlarsa?" +
...."Hayır kesinlikle çalmazlar. İnsan canının siz konusu olduğu yerde böyle şeyler olmaz."
Aman Tanrım! Japonların dini yok, peygamberi yok, kutsal kitabı yok. Hırsızlık da yok!
....KORKARIM,
Kelime-i Şehadet'i öğrenirlerse biz cenneti göremeyiz . !
Mehmet Akif Avrupa seyahatinden sonra boşa dememiş ‘işleri var dinimiz gibi, dinleri var işlerimiz gibi’
Tumblr media
27 notes · View notes
hamiraa · 1 year
Note
Merhaba. Genel olarak kaygılı, endişeli, hüzünlü ve karamsar bir yapım var. Umutsuz da demek istemiyorum ama umutlu da değilim. İslamda bu tür düşüncelere nasıl bakılır? Yani çok kaygılı, hüzünlü, endişeli ve umutsuz insanlar günahkar mıdır?
Esselam...
► “Ey oğullarım! Gidin, Yusuf ve kardeşi hakkında kapsamlı bir araştırma yapın. Allah’ın rahmetinden/yardımından ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” (12/Yûsuf 87)
► “Seni gerçekle müjdeledik. (Öyleyse) sakın ümitsizlerden olma!” demişlerdi. (15/Hicr 55)
► “Rabbinin rahmetinden sapıklardan başka kim ümit keser ki?” demişti. (15/Hicr 56)
► Allah’ın ayetlerini ve O’nunla karşılaşmayı inkâr edenler... Bunlar, benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir. Bunlara can yakıcı bir azap vardır. (29/Ankebût 23)
► Yanları (geceyi ibadetle geçirmek için) yataktan uzaklaşan, Rablerine korku ve umutla dua eden ve onlara verdiğimiz rızıktan infak edenler... (32/Secde 16)
► (Bu mu,) yoksa geceleri secdede ve kıyamda geçiren, ahiret (azabından) sakınan ve Rabbinin rahmetini umarak gönülden ve sürekli (Allah’a kulluk eden mi daha hayırlıdır)? De ki: Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Ancak akıl sahipleri öğüt alır. (39/Zümer 9)
► De ki: “Ey (çokça günah işleyerek) nefisleri hakkında aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz ki Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, (evet,) O (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) El-Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.” (39/Zümer 53)
Kısa bir araştırma ile Kur'an'da ümitsizlik ile ilgili ayetler karşınızda. Hepsinde de ümitsizlik yerilmiş, hoş karşılanmamış hatta müminlerin ahlakı olmadığı belirtilmiş peki niye? Bizler müslümanız bizim bütün işlerimizin kaynağı Alemlerin Rabbi olan Allah'tır. O'na hiçbir şey zor gelmez, O'nun katında zor, imkansız yoktur. Ol der ve olur. Kulları sabah akşam O'na isyan etse de O rızıklarını gönderir, bütün ma'siyetlerine rağmen kullarını asla yüz üstü bırakmaz. Bütün bunlara rağmen biz neden tam bir teslimiyetle işlerimizi Rabbimize bırakamıyoruz? Rasulullah aleyhisselam dünyası daraldığında hep Rabbine beni tek başıma bırakma, işlerimi hallet diye dua edermiş aynı Peygamber aleyhisselam Uhud savaşında Müslümanlar savaşı kaybettiğinde oturup yas tutmak yerine ordunun yenilgi psikolojisine girmemesi için kilometlerce yürütmüştür. Çünkü zayıf, pasif, zillet hali müslümanların ahlakı değildir. Müslüman güçlü, dimdik, ümitvardır. Niye? Dayanağı Rabbidir de ondan. Ne yani müslüman üzülemez mi, yıkılamaz mı? Elbette üzülür, elbette tükenir ama bu üzüntü onu ye'se düşürmez, zillete büründürmez düştüyse, üzüldüyse kalkmasını da bilir. Ayrıca şu dünyaya maruz kalıp üzülmemek elde de değil zaten. Ma'siyete ulaşmak kolaylaşmış, fitneler çoğalmış, Allahın şiar ve hükümleri arka plana atılmış, müslümanlar garip kalmış ama bütüün bunlara rağmen biz umutluyuz çünkü Allah bize zaferi vaad etti ve O vaadinden asla dönmez bu bize yeter de artar. Hüznümüz Allah için, dini için olsun. Gerisine Allah kafi biiznillah.
Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma şöyle dedi: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem omzumdan tuttu ve: «Dünyada bir garip veya yolcu gibi ol.» buyurdu( Buhârî, Rikak 3)
Hadisdeki garib (yabancı) kelimesini bir alim şöyle şerh etmiş; dünyadan çıkmaktan başka gayesi olmayan, öz vatanında olmadığı için mahzun yani gurbette yaşayan kimse. Allahuekber!
Bir de şöyle bir husus var; mesela ben yapı olarak bir şeyler üretmeye, yeni dersler, okuma grupları, projeler yapmaya çok hevesliyimdir. Aklıma bu tarz fikirler geldiğinde hemen o konuda bana yardımcı olacak kişilere açarım durumu ama koşar adım bir çocuk neşesiyle gittiğim insanların yanından buruk bir şekilde ayrılırım çünkü karamsarlığı, pasifliği ahlak edinmiş, sürekli olumsuzlukları düşünen insanlar diğer insanlara da bu hallerini yansıtıyorlar ve bu da karşı tarafın motivasyonunu düşürüyor. Rasulullah aleyhisselamın insanlara karşı böyle davrandığını hiçbir kaynak kitapta bulamazsınız, O'nun ahlakında bulunmayan bir şeyin bizim ahlakımızda olması da sizce hayr mıdır şer midir? Aksine o daima, hayr konuşur hayrı öğütlerdi. Rabbim bizleri O'nun ahlakı ile ahlaklandırsın, her daim kendisine karşı hüsnü zanda bulunan kullarından eylesin. Üzüntülerimizi, acılarımızı, yaralarımızı da cennetimize vesile kılsın. Müsait olamadığım için çok açamadım ama yazdıklarım kalbinize şifa olsun inşaallah. Şu makaleye de bir göz atarsanız faydalı olur inşaallah.
selametle..
إِنَّ رَبًّا كَفَاكَ بِالأَمْسِ مَاكَانَ، سَيَكْفِيكَ فِي غَدٍ مَا يَكُونُ Dünkü işlerinde sana yeten Rabbin, yarın olacaklarda da sana yeter. İmâm Şâfiî rahmetullâhi aleyh [Dîvânu’ş-Şâfiî, s. 132]
11 notes · View notes
dolunay66 · 2 years
Text
Stendhal Sendromu
Sanatın İnsanı Kendinden Geçiren Gücü
Bir sanat eserinin karşısında baş dönmesi, kalp atışlarınızda hızlanma, kendinizde geçme gibi durumlarla hiç karşılaştınız mı? Eğer cevabınız "evet" ise Stendhal Sendromu'na yakalanmışsınız demektir.
"Peki, bu sendrom nedir, nasıl ortaya çıkar, insanları nasıl etkiler?" diyorsanız incelemeye başlayalım.
Nasıl Ortaya Çıktı?
1989'da İtalyan bir psikiyatrist Graziella Magherini araştırmaları sırasında Fransız bir yazar olan Marie Henri Beyle'in 1817 tarihindeki Floransa gezisi sırasında yazdığı günlükleri okur.
Marie Henri Beyle - ki mahlası Stendhal'dir- Floransa'da Santa Croce Bazilikası'nı gezerken Giotto'nun freskleriyle süslenmiş bazilika önünde dikilip kalır ve günlüğüne "Orada, kapının sağında Michelangelo'nun mezarı, ötesinde Alfiere'nin mezarı. Bu büyük İtalyanı tanıyorum. Sonra Machiavelli'nin mezarı, önünde Michelangelo, gerisinde Galileo. Ne büyük adamlar! Ne muhteşem bir koleksiyon! Duygularım öyle içten ki neredeyse dindarlığa ulaşacağım. Bu kilisenin melankolik dindarlığı ve hala bitmemiş basit ahşap tonozlu kemerleri. Bunların hepsi ruhumda canlı bir şekilde konuşuyor. ....Floransa’da olmaktan, o muhteşem insanların mezarında dolaşmaktan dolayı kendimden geçmiştim. Bu yüce güzelliğin düşüncesi beni avuçları içine almıştı. Bir an ilahi hislere gömüldüm. O an her şey ruhuma sahicilikle hitap etmeye başladı. Ah, keşke unutabilsem. Kalbim hızla atmaya başlamıştı. Hayat gözlerimin önünden çekilmişti, yürürken yere yuvarlanıp gitmekten korktum." şeklinde duygularını yazar.
Magherini, bu notları okuduktan sonra son 10 yılda Floransa'daki Santa Maria Nuova Hastanesi'ne yatırılan 106 turistin de benzer duygu durumlarına sahip olduğunu fark eder. Stendhal'in günlüklerinden dolayı bu duruma "Standhal Sendromu" adını verir.
Stendhal sendromu başka isimlerle de anılır. Floransa'da meydana geldiği için "Floransa Sendromu" ve kişinin sanat eserlerinin aşırı ihtişamı ve güzelliği karşısında kendinden geçme halini yansıttığı için de "Sanat Zehirlenmesi" ve "Hiperkültüremi" şeklinde de isimlendirilir.
Nasıl ortaya çıkıyor?
Sanat eserinin aşırı güzelliği, görkemi ve yüceliği karşısında adeta huşuya gelme halini yansıtan bu sendrom kendini baş dönmesi, kalp atışlarında hızlanma, baygınlık veya halüsinasyon şeklinde kendini gösteriyor. Yani psikolojik nedenlerle ortaya çıkan ve bedensel hastalıklarla kendini gösteren psikosomatik bir rahatsızlık.
Bu durumu merak eden araştırmacılar, Medici Sarayı'nı ziyaret eden ziyaretçiler üzerinde bir araştırma yaparlar. Fresklerle süslenmiş şapeli gezen ziyaretçilerin kalp atış ve nefes alış hızlarını, tansiyonlarını, göz ve kas hareketlerini incelemeye alırlar. Hem kameralarla takip yapılır hem de duygularını yazmaları istenir. Çalışmada ziyaretçilerden bazılarında eserleri incelerken yüz kaslarında gevşeme, göz bebeklerinde küçülme, kalp atış ve nefes alış hızlarında değişmeler gözlenir. Ziyaretçilerin bazıları duygularını "yoğun duygulanma ve hoş bir yorgunluk yaşadım" şeklinde belirtir.
Tıp literatürüne girmiş olan bu sendrom bazılarına abartı olarak gelebilir. Ancak durum bu kadar basit değil. Çoğu insan farklı şekillerde de olsa bu sendromun farklı versiyonlarını yaşıyor. Okuduğunuz bir kitaptan aşırı etkilenme, dinlediğiniz bir müziğin etkisinden uzun süre çıkamama veya dini bir yerin sizin tüm manevi duygularınızı harekete geçirmesi hali gibi örnekler çoğaltılabilir. Bu durum sizin bir duruma ya da sanat eserine yüklediğiniz anlamla ilgilidir. Eğer siz sanat eserlerinden anlayan, onlardaki estetiği gören biriyseniz bu durumdan etkilenirsiniz. Ancak hayatınız boyunca sanat eserlerine sadece bir tablo, bir heykel ya da bir mimari yapı olarak baktıysanız ve en fazla önünde durup fotoğraf çektirip bir kere olsun ondaki güzelliği fark etmek için bakmadıysanız elbette ki sizin için Stendhal sendromu bir abartı veya bir saçmalık olarak kalacaktır.
Tumblr media
31 notes · View notes
onderkaracay · 1 year
Text
Tumblr media
🗣️ Batı Sömürgesi Hedefine Dini, Etnik ve Sınıf Ayrımcılığını Kullanarak Ulaşmak İstiyor
Birinci dünya savaşı bitmiş değildir.
Batı'nın Roma imparatorluğu kini ve Serv inadı devam ediyor.
Ülkemizde bütün kaleler tarihte olduğu gibi içten yıkılıyor.
İç cephesi sağlam bir toplumu dünyada dağıtabilecek hiçbir güç olmadığını herkes bildiği halde bunun tersine ve beyhude çabalar sürüyor.
Bu çabaların baş aktörleri genelde siyaset ve sermaye olmakla birlikte zaman zaman askerler, hukuk ve bürokrasi olmuştur.
Tüm maddi güçleri bu odaklar kontrol ederek ulusumuzun aleyhine kullandıkları için bugünlere geldik.
Her dayatmaya, olumsuzluğa baskı ve zulme karşı yine de yıkılmıyor direniyor ve dayanıyoruz.
Bu azim ve kararlılık yaydığı enerji ile kurtuluşun kapısını yavaş yavaş aralıyor.
Batı sömürge çetesi dini, siyaseti, sermayeyi, medyayı, parayı, etnik ve mezhepsel ayrımcılığı, ekonomide ki paylaşım eşitsizliğini kullanarak hedefine ulaşmak istiyor.
Bütün bunların farkında olanların sayısının gün geçtikçe artmış olması umudumuzu artırıyor.
Dinsel hoşgörüsüzlüğün belirli bir dozajda tarihteki tüm toplumsal oluşumları ziyaret etmesine karşın, günümüz toplumlarından sadece Türk ulusunu hedef alıp vurabilmiş olması şaşırtıcı değil homojen yapımızın bir sonucudur. Bu homojen yapımızın daha fazla yıkıcı ve sömürücü batı barbarlığı lehine işlemesi için demografik yapı değişikliği din kardeşliği adı altında dayatılıyor.
Bizi dinsel hoşgörüsüzlüğün yanında bilinçli bir şekilde gözden kaçırılmak istenen 'yoksulluğun', 'hastalıkların', adil olmayan paylaşımın, devlet idaresinin ve sınıf mücadelelerinin vurduğu, biçimlendirdiği, korku ve endişe yayarak, kurtuluş ütopyaları tarafından beslenen toplum olmamız bir o kadar büyük bir tehdite dönüşmüştür.
Çaresi Mustafa Kemal Atatürk'ün askeri olmaktan geçer.
Mustafa Kemal Atatürk batı sömürgesi emperyalizmin Anadolu üzerinde ki planlarını bir asır erteledi. Biz ise sonsuza kadar unutmalarına sebep olacak bir kurtuluş örneği mücadelesi vererek Türk ulusunun ve Türkiye Cumhuriyeti'nin sonsuza kadar payidar kalmasını yarım kalan Cumhuriyet devrimlerini tamamlayarak gercekleştireceğiz.
Mustafa Kemal Atatürk'ün sözüne küçük bir ilave yaparak altına imza atıyorum onun bir askeri olarak.
Vatana ve ulusa ihanetin sebebi olmaz. Er ya da geç bedeli olur.
] Önder KARAÇAY [
7 notes · View notes
baybaykus · 8 months
Text
Kıt aklınca bana yazan Ümmetçi Kardeşim iyice oku, ama okuduğunu anlamadan sakın cevap Yazma...
Sana ne diyeceğim, cahilsin diyorum, alınıyorsun.
Yeterince okumamış ve araştırmamışsın diyorum, kabul etmiyorsun.
Görmemiş ve Yaşamamışsın diyorum güceniyorsunn.
Cahil olmana değil, cahillikte diretmene kızıyorum.
Yine de Seni doğrudan, doğruya suçlamıyorum.
Sen ve senin gibi, saf İnsanları, iyi niyetli arkadaşları.
Türk halkını hususi cahil bırakanların...
Karanlığa sürükleyenlerin ve sonrasında amaçları doğrultusunda bir maşa gibi kullananları öyle hakaretler öyle küfürler ediyorum ki küfürün bile yüzü kızarıyor...
Kardeşim ;
Her seviyede Araplar ile tanıştım.
Mevcut Dini Yapı ve İnanç sistemlerini inceledim.
Vardığım Sonuç ;
"Her ne arayacaksan, kendinde aramalı, her ne istiyorsan, Özünde bulmalısın..."
Kim ki ;
Arabın Şahsına,
Arabın Diline,
Arabın Kültürüne,
Arabın Giyimine,
Yaşam Biçimine
Kutsiyet atfediyorsa, bilmeni isterim ki;
Ya Cahildir,
Ya Kandırılmıştır,
Ya da Menfaat karşılığı Satılmıştır...
Dikkatli OKU Yazdıklarımı ;
Sana Din demiyorum.
Din ortak bir kavramdır ve genel olarak Türkler de Müslümandır.
Kaldı ki Müslüman olmayan,
Türkler ve
Türk Boyları Kardeşlerimiz de vardır.
Hepsine Sevgimiz ve Saygımız sonsuzdur.
Müslüman olup da arap veya Türk olmayan farklı Milletler ve Ülkeler de mevcuttur...
Bu durumda, İslam Dini ;
Hiç bir Ülkenin,
Hiç bir Milletin,
Hiç bir Cemaat ve Grubun Tekelinde Değildir.
Arap iyi Müslüman da,
Türk kötü Müslüman mı..?
Bu hayranlık..?
Empatizanlık..?
Özentilik neden..?
Dünyadaki tüm Müslüman Milletler ;
Arap gibi giymek,
Arap gibi yemek,
Arap gibi konuşmak,
Arap gibi okumak,
Arap gibi yaşamak
Zorunda mıdır..?
Kaynak nedir..?
Ölçü nedir..?
Doğru nedir..?
Kaynak “Kur’an-ı Kerim" dediğini duyuyorum.
Ama Kaynağı da ; İyi okumuyorsun.
Okusan da anlamıyorsun.
Kelimelerin mânasını bilmiyorsun.
Kaynağın anlayacağın Dilde.
Türkçe olarak okunmasını.
Duaların Türkçe edilmesini istemiyorsun.
Çünkü,
Sana öyle diyorlar,
Öyle öğretiyorlar,
Öyle aşılıyorlar..
Hiç sorup, araştırdın mı..?
Diğer Dinler ve Kitaplar nasıl..?
Mesela İncil neden öyle değil..?
Her Ülke kendi Dilinde Dualarını Okuyor, İbadetini Yapıyor.
Ortodokslar mesela, Rusya, Ukrayna, Gürcistan, Yunanistan vs.
Hepsi kendi Dillerinde.
Kendi kültürlerinde inançlarını harmanlayarak Dinlerini yaşıyorlar...
Ayrıca,
Müslüman Ülkelerde,
Arap Kültürünü hâkim kılmak için yıllık ne kadar Bütçe ve Finansal Kaynak ayrıldığını biliyor musun..?
İsimleri ve faaliyet alanları farklı görünse de, ortak amaç ve zihniyetleri “Arabizm” olan.
Dernek, Cemiyet, Parti, Vakıf, Cemaat, Tarikat vs. yapıların.
Sadece Bayramdan Bayrama topladıkları Kurban Derileriylemi giderlerini karşıladıklarını sanıyorsun..?
Onlar ;
Bir tek bağışlarla mı geçiniyorlar..?
Yalnız aidatlarla mı ayakta duruyorlar..?
Kimler destekliyor..?
Hangi Arap Ülkelerinin Diasporası var bu oluşumların arkasında..?
Harcanan bu devasa Sermaye,
Nasıl geri dönüştürülüyor..?
Sen daha neyin Orucu Bozup-Bozmadığını öğrenemedin ki, bunları nerden bileceksin..?
Günde 10 Bin defa Tesbih Çekmeyi.
20 Bin defa Tekbir Getirmeyi,
Ders mi ilim mi sanıyorsun..?
Ümmetçi Kardeşim ;
Aklını kullan,
Hipnoz olma,
Kimseye biat etme,
Gözlerini aç..!
Din kullanılarak Dünya Geneline yayılan Arap Emperyalizmini gör.
Selefi Arapçılığı fark et..!
Bir Türk Vatandaşı olarak,
Bütün İnsanlara,
Dinlere,
Dillere,
Kültürlere elbette saygı duyuyorum ama kimsenin de.
Türk Dilini,
Dinini,
Töresini ve Kültürünü Araplaştırmasına,
Yozlaştırmasına,
Tahrip etmesine iyi gözle bakmıyorum ve kayıtsız kalamıyorum...
Çünkü ben Ümmetçi değil,
Özü ve Sözüyle bir
Türk Milliyetçisiyim,
Vatansever,
Devrimci,
Halkçı,
Cumhuriyetçi,
Laik,
Yurtseverim...
Senin o hiç sevmediğin,
Mustafa Kemal ATATÜRK...
Benim Hayat Liderimdir.
Senin hoşlanmadığın,
Cumhuriyet, Laiklik, Demokrasi,
Benim Vazgeçilmezimdir.
-Arşiv Saka
2 notes · View notes
dokmimarlik · 3 months
Text
Leaning Tower of Pisa -Ikon Trapezoid
0 notes
epifizz · 1 year
Note
Sence bilim ve din ilgilendikleri alanlar ve açıklamalarıyla birbiriyle örtüşür mü? Karşı karşıya getirilmeli mi?
Örtüştüğü uzun bir zaman olmuştu elbette. Aydınlanma çağına kadar uzun bir süre epistemoloji, ontoloji ve mantık bilimi teolojik bir motivasyonla çevrelenmişti. Diyalektik yaklaşırsak bu bir dönem ilerici bir hareket sağladı, çünkü din adamları hiyerarşik konumu ile angarya işi yapmayıp üretim fazlasına el koyabildikleri için akli ilimlere yönelme imkanı yakaladı. Bir yaratılış olarak tanrının tasarımını takdir etme ve bu yolla tanrının kelamına ve nizamına bir yorum getirme motivasyonu bilimi oldukça ileri taşıdı, Avrupa'daki ilk üniversitelerin finansmanının kiliseler olması bu sebeple şaşırtıcı değildir. Ancak o zamanki bilimin doğrulama odaklı metodolojisi ve çokran belirlenmiş çerçevesi gerçekliğin arayışındaki bu uçsuz çabada insanı ancak bir yere kadar taşıyabilir. Tanrıları anlama isteğiyle doğan astronomi, güneş merkezci sistem bulgusuyla ve sabit yıldızlar kuşağının var olmadığı kanıtıyla artık dini terminolojiye uyamıyordu.
Bilim materyalist bir metodolojiye yerleşmeye başladı bu noktada. Deneysellik ön plandaydı ve motivasyonu tanrının tasarımına duyulan hayranlıktan değil aksine var olan maddi unsurun her şeyden ayrıksı o tikel gerçekliğini anlama isteği başladı. Bilim maddi kazançlar, askeri ve politik çıkarlar ve insanın anlatısız varoluşuna dair cevaplar üzerinden bir motivasyon geliştirmeye başladı. Böyle bir noktada temel metolodoljisi ortadayken, astronomi ve köken anlatısı uyumsuzken, sosyal bilimlerin de ilerlemesiyle hukukla beraber toplum kurgusunun ifadesi dinlerin ahlak kurgularıyla çarpışırken, ekonomik iddiaları zıtlaşırken ve teknolojinin yarattığı yeni boyutlarda oluşan yeni yorumlamaların adaptifliği bu denli düşükken bilim ve dinin günümüzde iki karşıt unsurmuş gibi görünmesi çok doğaldır. Şu noktada örtüşebilecekleri kısımlar olabilir ama din eskisi gibi bilimin başlangıç ve bitiş noktasını sarmalayan bir yapı olamaz asla. Bilimin yarattığı literatür Laplace'in Napolyon'a söylediği gibi artık hiçbir şekilde Tanrı önermesine ihtiyaç duymamaktadır. Köken anlatısı, gelişim anlatısı ve toplumsallaşmanın anlatısı ile bir sosyal dizayn anlatısını teolojiden tamamen bağımsız bir şekilde kurgulamış bir bilim var karşımızda ve bu kurum metodolojisi ile din kurumundan kat be kat daha güçlü. Elbette din kurumunun duygusal ve anlamsal iktidarı devam ediyor ama gerçeği belirleme gücünü kaybetti, artık bireysel alanda kısmi bir güç sahibi yalnızca. Şu noktada karşı karşıya gelmemesinin tek çıkar yolu din kurumunun evrensellik iddialarından vazgeçmeleri, anlatılarının kapsamını daraltması ve tamamen bireysel alana dönük bir yapıya dönmesiyle olur. Günümüzde dini böyle yaşayan ve bu sebeple hiçbir şekilde çelişkiye düşmeden bilimsel kariyerine devam eden insanlar pekala vardır ancak din kurumlarının bir kurum olarak söylemini böyle daraltıp kamusal alandan çekilmeleri tamamen bir intihar olacağı için kanımca bu çatışmayı sürdürmeyi pek doğal olarak isteyeceklerdir.
7 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
(Yazı taslağı)
ATEİZM
sizin inandiklariniza inanmayan... ama baska bir suru inanclari ve erdemleri olanlar... İnanıyorum’un tersi inanmıyorum-> dinlerin ortaya çıkmasından bu güne dek süregelen tartışma
insan kendi varoluşuna bşr kutsiyet affetmesi, düşüncenin ve beynin gelişmesi ve dinlerin orataya çıkışı… Burada kronolojik bir sıra izlemeyeceğim ya da seri halinde bşr yazı da yazmayacağım  Sadece bir kaç olguyu ortaya atacağım…
evrenin varolmasının ilk nedeni tanrı ya da ilahi bir güç mü? nihai amaç, akıllı!! ve ahlaklı!! bir yaratık olan insan, tanrının eserimi? yoksa evrimsel seleksiyon şeklinde tesadüflerin eserimi? Ölümden sonra bşr hayatın varlığı inancı ? gibi belli bazı konularda diyalektik bir tartışma…
hemen hemen tüm felsefe ekolleri ve öğretileri gibi ateizm'in kökleri de eski yunan'a uzanır. maddeci yapı belirten çeşitli felsefe okullarının bağlıları, ontolojik yorumları sonucunda ateist bir inanç sergilemişlerdir. "gölge etme başka ihsan istemem" sözüyle yaygın bir ünü bulunan diyojen bunlardan biri ve felsefe tarihinde kâfir diye nitelenen ilk kimsedir. atom kuramcısı demokrit, onun izleyicisi leocippus, sofist'lerden gorgias ve protegoras, kendi adıyla anılan ekolün kurucusu epikür, öne sürdükleri materyalist görüşler bağlamında birer ateist olarak göze çarparlar. rönesans'tan sonra batı'da varlığını hissettiren din-dışı eğilimler ve özellikle de evrenin, doğanın ve insanın, insan toplumunun dinden bütünüyle soyutlanarak yorumlanması sonucu ortaya çıkan görüşler, ateist tutumlara büyük katkılarda bulunmuş, onlara bolca kullanabilecekleri veriler sağlamıştır. nitekim, dinden ve törelerden bağımsız bir siyasetin oluşturulması savını öne süren makyavel, ateizm'i bu alana sokarken; birer ateist olmadıkları hâlde dekart, david hume ve kant gibi kimselerin akılı dinden bağımsız kılma çabaları ve bu doğrultuda öne sürdükleri düşünceler çağdaş ateizm'e tutanaklar hazırlamış oldu. pozitivist yorumlarla oluşturulan bilimsel kuramlar ve evrene yönelik rasyonalist bakış açılarının oluşturduğu ortam, feuerbach'ın öne süreceği düşünceler için çok elverişliydi. xix. yüzyılın en önemli ve sonraki dönemler bakımından da en etkili ateisti olan bu düşünür, tanrı'nın insana özgü ülkülerin bir yansıması olduğunu, insanın özgürlüğünün tanrı'yı inkârla gerçekleşebileceğini öne sürmüş; dini insanın etkinlik alanına indiren bu görüşten yola çıkan marks ise, ezilenlerin egemenliğiyle birlikte dinin de yok olacağı varsayımıyla ateizm'i doruk noktasına çıkarmıştır. bu çizgiyi kemâline ulaştıran nietzsche ise, "tanrı'nın ölümü" adlı kitabında, insanın kendisini bütünlemesi ve özünü bulması için göstermesi gereken en insanca tepkinin ateizm olduğunu söylemiştir. darwin, geliştirdiği kuramla yaratıcı-tanrı kavramını dışlarken; freud, tanrı inancının çaresızlık içindeki insanın çocukluk durumuna dönerek koruyucu bir babaya sığınma ihtiyacından doğduğunu öne sürerek, psikolojik çerçevedeki inkârı gündeme getirmek yoluyla ateizm'e bir başka boyut kazandırmıştır. yüzyılımızdaysa, ateizm'i jean paul şartre, albert camus gibi varoluşçular temsil ettiler. bunlar, insanın evrende bir başına olduğu ve kendi değerlerini belirlemek özgürlüğüne sahip bulunduğu düşüncesinden yola çıkarak, bu özgürlüğü kabulün kaçınılmaz sonucu olarak tanrı'nın inkârına gitmektedirler. agnostizm (bilinmezcilik) ve pozitivizm (olguculuk) gibi ateizm'i andıran görüşler, açıkça "tanrı yoktur" demeyip de "bilinemez" "tartışılması bilimsel değildir" türünden ifadeler kullandıklarından konumuzun dışında kalmaktadır. islâm literatüründe, dehriyye* diye adlandırılan ateizm, kronolojik bakımdan iki ayrı safha halinde irdelenebilir. cahiliyye dönemi dehriliği ve islâm sonrasındaki dehriyyun... kur'an-ı kerîm'de: "dediler ki: o (hayat dedikleri) şey, dünya hayatımızdan başkası değildir; ölürüz, diriliriz, ve bizi ancak dehr (zaman) helâk etmektedir.' halbuki onların bu sözlerinde hiçbir ilimleri yoktur. onlar ancak zanda bulunuyorlar. " (el-casiye, 45/24) haberiyle bildirilen cahiliyye dehriliği, yaratılmayı inkârla zaman ve maddenin ebediliğini öne süren bir inançtır. felsefî anlamdaki islâm sonrası dehrilik ise, muhtemelen, sâsânîler döneminde yaygın bir inanç olarak gözlenen "herşeyi değiştiren ve herşeyden kuvvetli olan, tüm olayları oluşturan ve yönlendiren büyük güç, ilâhî zat olan hürmüz değil, yalnızca sınırsız zamandır" temel inancı üzerine oturtulmuş bulunan zurvanig'in karşılığı ve uzantısıdır. bu inancın sahipleri allah'ı inkâr ederek, bütün oluşları zaman, dehr ya da felek adını verdikleri akışa bağlamaktaydılar.
3 notes · View notes
ramazanserdar · 1 year
Text
BUNDAN SONRA YAPMAMIZ GEREKEN…
Seçimler bitti, sonuçları biliyorsunuz…
Son sözü yine halk söyledi; ben ne dersem o olur dedi.
Yapay zekâ teknolojisinin öne çıktığı, çakma kasetlerle, deep fake videolarla itibar suikastlığını yapıldığı farklı bir seçim süreci yaşadık.
Haftalarca seçimleri konuştuk, seçimleri yazdık.
Yapılan anketlerde sonuçların birbirine yakın çıkması, seçim sonuçlarını tahmin edilemez bir hale getirdi.
Öyle ki son ana kadar -şu kazanır- diyemiyorduk.
Gerçekten de heyecan son sandıklar açılana kadar sürdü ve sonuçta seçmenlerin çoğunluğunun Cumhurbaşkanı tercihi, Recep Tayyip Erdoğan oldu.
Hayırlı olsun.
Bundan sonra yapmamız gereken “kutuplaşmalara” imkân vermemek olmalı…
Çünkü…
Siyasi partilerimizle, Sivil Toplum Örgütlerimizle, Kamu kurum ve kuruluşlarımızla hep birlikte sosyal refaha, adalete, temiz ve güçlü bir devlete ulaşabiliriz.
Bunu yaparken siyasetçiler farklı bir dil söyleyebilir.
Farklı ilkeler geliştirebilir.
Farklı yol haritası izleyebilir.
Ama tüm bunlar kutuplaşma sebebi olmamalı…
En azından benim anladığım siyaset bu değil.
Ben siyaseti iki ayrı uçtan oluşan bir yapı olarak görmüyorum.
Bir ucunda Sol bir ucunda Sağ yok bana göre…
Günümüzde öne çıkan kavramları kullanacak olursak; siyasetin bir ucunda Laiklik, diğer ucunda Din yok…
Laikliği alıp yerine dini veya dini alıp yerine laikliği koyamazsınız.
Bu ikisi mutlaka karşıt olacak diye bir şey yok…
İkisini birbirinin alternatifi olarak görürseniz kutuplaşmaktan ve dolayısıyla çatışmaktan öteye gidemezsiniz.
Neden ikisinin arasında bir tercih yapmak zorunda bırakılıyoruz ki?
Biri iyi diğeri kötü mü?
Dün Sol-Sağ,
Bugün Laiklik ve Din,
Yarın Alevi-Sünni, ileride bir başka kavram…
Bu böyle devam edip gidecek mi?
Siyasetçiler, “farklılıklarla” çatışmak yerine bunların ayrılmaz bir “bütün” olduğu yönünde politika geliştirmeyi neden düşünmezler?
Sonu olmayan kavgalar, çatışmalar, tartışmalarla mı geçecek günlerimiz?
Toplum olarak hep bir kafa karışıklığı içinde mi yaşayacağız?
Eğer bir şekilde siyasete atıldıysanız zor olanı seçmişsiniz demektir.
İşin kolayı kenarda kalmaktı…
Etliye sütlüye bulaşmadan yaşamak, sonu gelmez siyasi tartışmalar yapmaktı.
Rahmetli Kudret Bölükoğlu, bir sohbetimizde ilçe başkanlığı döneminde, belediye meclisine üye belirlemek için kapı kapı dolaştığını anlatırken, ‘işlerimiz bozulur’ düşüncesiyle insanların siyasete girmeye pek sıcak bakmadıklarından bahsetmişti.
Ve ardından eklemişti:
“Hem göreve gelmezler hem geleni beğenmezler…”
Genel anlamda siyaset anlayışımızı özetleyen tarihi bir cümleydi bu bana göre.
Oysa hepimiz taşın altına elimizi sokmak zorundayız.
Ben bir kenarda durayım, kim ne yaparsa yapsın, yapılanı alkışlarım, yapamayanı da eleştiririm anlayışını bir kenara bırakmalıyız.
Bu bizi bir yere götürmez aksine kutuplaşmalara sebep olur.
Buna izin vermemek ise bizlerin elinde…
Ramazan S.TOPRAKTEPE
2 notes · View notes
etaali · 2 years
Text
Tumblr media
"Nefsani aşk; sevenle sevilenin öz yapı itibariyle benzeşip özdeşleştiği aşktır. Seven, sevgilisinin yol ve yordamına da ilgi duyar, onun yaptığı her şeyi sever. Bireyi heyecan ve şevke getirip dünyevi ilgi ve eğilimlerden onu kurtaran bu duygu, aşktır."
Hâce Nasirüddin Tusi
Sevgi, benzeşme ve özdeşleşmeye iter insanı, böylece seven sevdiğine benzemeye başlar. Sevgi tıpkı sevenden sevilene uzanan bir kablo gibidir; sevilenin bütün özellik ve hasletleri bu kablo aracılığıyla sevenin varlığına iletilmiş olur. Sevilenin kim olduğu ve kime gönül verileceği konusu işte bu noktada ehemmiyet kazanmaktadır; bu nedenledir ki İslam dini kiminle arkadaş ve dost olunacağı konusuna pek fazla önem verir,
3 notes · View notes
inancdunyasi · 10 days
Text
Tumblr media
Seküler Bir Toplumda Müslüman Olmak
Dinin kamu hayatından ayrılması ve bireysel vicdana bırakılması anlamına gelen sekülerizm, Müslüman kimliğini koruma konusunda birçok kişi için önemli bir sorun haline gelmiştir. Burada şöyle bir soru gündeme gelmektedir, Seküler toplumda Müslüman kimliği ile yaşanır mı?
Seküler Toplumda Müslüman Olmanın Anlamı:
Müslüman birey, kendi inançlarını yaşarken, toplumun ortak değerlerine saygı göstermeli, diğer inançlara ve inançsızlara karşı hoşgörülü olmalı, toplumun ortak değerlerine katkıda bulunmalı ve hukukun üstünlüğüne inanmalıdır. Seküler bir toplumda dini değerler ve genel toplumsal değerler arasındaki çelişki, bireyde kimlik bunalımına yol açabilir. Dini inançları nedeniyle önyargı ve ayrımcılığa maruz kalma riski bulunmaktadır. Dini pratikleri yerine getirmek için toplumsal baskıyla karşılaşılabilir.
Laiklik, din ile devlet işlerinin ayrılmasını ifade ederken, sekülerizm bireysel yaşamda dinin etkisinden uzak durulmasını vurgular. Birincisi, "Devlet işlerine din karışmasın" derken, ikincisi "Bireysel hayatıma din karışmasın" demektir. Laiklik, devlet yapısına; sekülerlik ise bireyin yaşam tarzına atıfta bulunur. Laik bir devlette, bireyler dini inançlara göre de, dini esas almadan da yaşayabilirler; bu bir özgürlüktür. Laik sistem ve seküler toplumun zıddı, herkese dini yaşam tarzını zorunlu kılan şeriat devleti ve dini toplumdur.
Laik sistem ve seküler yaşam:
Laik sistem ve seküler yaşam hakkına karşı çıkanlar genellikle dini bir geçim kaynağı olarak kullanırlar. Kader, takdir, imtihan, sabır, tevekkül, şükür gibi kavramlar. Bu tür inançlara sahip kişilerin bu inançları sürdürme hakkı laik sistem tarafından korunmaktadır. Ancak bu düşünce yapısı bilime, ilerlemeye ve daha iyi bir yaşama karşıt bir tutum sergilemektedir. Bilim, bu tür bir mantaliteye karşı geliştirilmiş bir olgudur. Laiklik ve Sekülerizm: Dini İnançlarla Uyum İçinde mi?
Laiklik ve sekülerizm, modern toplumların temel yapı taşlarından ikisidir ve sıkça yanlış anlaşılan kavramlardır. Laiklik, devletin din işlerine karışmamasını ve her inanç grubuna eşit mesafede durmasını ifade ederken, sekülerizm daha çok toplumun dini inançlardan bağımsız olarak dünya hayatına odaklanmasını vurgular. Peki, bu iki kavram dini inançları reddeder mi, yoksa onlarla uyum içinde mi var olabilirler?
Laiklik, genellikle devletin dini kurumlar ve inançlar üzerindeki etkisini sınırlar. Bu, bireylerin dini inançlarını özgürce yaşamalarına olanak tanır. Örneğin, Türkiye ve Fransa gibi ülkelerde laiklik anayasal bir ilke olarak yer alır ve devletin dini meselelere müdahalesini engeller. Bu durum, dini inançların kişisel bir mesele olarak kalmasını ve devletin tüm vatandaşlarına eşit davranmasını sağlar.
Sekülerizm ise, toplumun dini inançlardan bağımsız olarak dünya hayatına odaklanmasını ifade eder. Bu, dini inançların toplumsal ve kültürel yaşam üzerindeki etkisinin azalması anlamına gelir, ancak bu, bireylerin dini inançlarını yaşamalarını engellemez. Seküler toplumlarda, bireyler dini vecibelerini yerine getirebilir ve aynı zamanda seküler bir yaşam sürebilirler.
İslamiyet ve sekülerizm:
Örneğin, birçok Müslüman, seküler bir toplumda yaşarken dini vecibelerini yerine getirmeye devam eder. Namaz, oruç gibi ibadetlerini sürdürürken, aynı zamanda seküler eğitim ve iş hayatının bir parçası olabilirler. İslam'da seküler bir hayatın olmayışı ile ilgili Kur'an ve hadislerde belirtilen prensipler, bireylerin hem dünya hem de ahiret için çalışmalarını öğütler.
Seküler bir dünyada nasıl Müslüman kalınır sorusu, günümüzde birçok kişi tarafından sorulmaktadır. İslamiyet, bireylerin kendi dinlerini özgürce yaşamalarına imkan verir ve laiklik ilkesi de bu özgürlüğü destekler. Böylece, bir Müslüman, seküler bir toplumda yaşarken dini vecibelerini yerine getirebilir ve inancını koruyabilir.
Sonuç olarak, laiklik ve sekülerizm dini inançları reddetmez; aksine, bireylerin dini inançlarını özgürce yaşamalarına olanak tanır. Bu iki kavram, dini özgürlükler ve vicdan hürriyeti için sağlam bir temel oluşturur ve bireylerin hem seküler bir yaşam sürüp hem de dini vecibelerini yerine getirmelerine imkan verir. Bu durum, toplumun çeşitliliğini ve bireylerin özgürlüğünü koruyarak, daha hoşgörülü ve kapsayıcı bir toplum yapısına katkıda bulunur.
Ahmet ATAM
0 notes