Tumgik
#en iyi ve tek arkadaşımsın
beyazlalelerr · 2 years
Text
Çünkü sen mükemmelsin, kelimelerle anlatılmayacak kadar 💘
23 notes · View notes
yandereismylanguage · 2 months
Text
Do Not Feel / Geralt of Rivia x OC
Tumblr media
Özet: Jaskier bir görev için uzaklara gitmesi gerektiğinde, sevgilisini koruması ve Cintra’ya götürmesi için Geralt’a emanet eder. Ama yolculuk, ikisi için de tahmin edilemez hisler doğuracaktır.
Uyarılar: çıplaklık, yalan(?), platonik aşk, iletişim bozukluğu, aldatma, kan tasviri (bir kez falan)
Tumblr media
Uzandım ve elimdeki kanlı süngeri suya daldırıp sıktım. Yanıbaşımdaki küvette dinlenmeye çalışan ama varlığımla bariz biçimde rahatsız ettiğim adamın omzuna uzandım.
"Kendim de yapabilirim Ana—"
"Bu zamana kadar hep kendin yaptın sonuçta." Ona küçük bir tebessüm yolladım ama o kehribar gözlere bakmadım. Çünkü biliyordu, ne zaman gözlerine baksam kalbimin hızlandığını biliyordu. Bundan hoşnut değildi ve bu sefer haklıydı.
Sonuçta beni ona Jaskier emanet etmişti.
Şu anda onun nerede olduğunu bilmemekle beraber bir süre önce birbirimize aşık olduğumuzu itiraf etmeden edemeyeceğim. Bir süre önce birbirimize dedim çünkü onun dilinden düşürmediği Witcher'ı gördüğüm an tüm dünyam tepetaklak olmuştu.
O sırada Jaskier bana veda ediyordu. "Sevgilim, Prenses Cirilla için gideceğim. Gizli görev. Sana Geralt'tan bahsettiğimi hatırlıyorsun, değil mi?"
"O da mı seninle gelecek?"
"Hayır," demişti başını iki yana sallayarak. "O Prenses'in yanına gidecek. Seni burada tek başına bırakamam. Senin de onunla Cintra'ya gitmeni istiyorum."
Kaşlarımı çatmıştım. "Benim yerime karar verdin?" Demiştim neredeyse tehlikeli bir şekilde. Jaskier sinirli halimden bariz biçimde korkuyordu, çünkü sadece gerçekten hassas konularda ciddi şekilde sinirlenirdim. Ve benim canımın yandığı kadar onu üzmeden durmazdım. Sinirimin miktarı, ne kadar beni kırdığıyla doğru orantılıydı.
"Yapmak zorundayım," demişti yanaklarımı kavrayıp başını iki yana sallayarak. "Burası güvenli değil, hiçbir yer güvenli değil. Seni ormanın ortasında bırakırsam neler olur hayal edemiyorum. Geralt seni ne olursa olsun korur. Daha önce korudu, yine yapar."
İçinde bulunduğumuz şartlar sebebiyle itiraz etmemiştim. Ne boktan bir Kıta'da yaşadığımızın farkındaydım. Başımı sallamıştım. "Peki, sen nereye gideceksin?"
"En iyi yaptığım şeyi yapacağım, şarkı söyleyip bilgi toplayacağım." Alnımı öpmüştü. "Ne olursa olsun dikkatinin dağılmasına izin verme, kötü senaryoları düşünme. Her zaman sana geri döneceğim." Bana gülümsemiş ve gözü arkamdaki ağaçlara takılmıştı. Yüzü aydınlanmıştı. "İşte geldi." Demişti, dönüp onun baktığı yere bakmıştım.
Kalbimden vurulmuştum.
İç çektim ve anıları geride bırakıp yaralarını temizlemeye odaklandım. Neredeyse üç ay olmuştu. İlk ay neredeyse hiç konuşmamıştı. Sonra bana birkaç soru sormuştu ve bu bahaneyle onu da konuşturabilmiştim. Artık daha iyiydi. Hiç değilse bir şey söylediğimde yokmuşum gibi davranmıyordu.
Kolunun arkasına devam eden yarayı görebilmek için başımı eğdim, kolunu çekip biraz daha başımı eğdim, kafam neredeyse yan duruyordu. Yaranın o kısımlarını da temizlerken yüzüme düşen bir tutam saça üfledim ve umutsuzca önümden çekilmesini bekledim. Bir daha üfledim. Üçüncüsüne gerek kalmadan yüzüme bir el uzandı ve saçımı beklenmedik bir kibarlıkla parmakları arasına aldı, ardından kulağımın ardına attı.
Hiçbir şey belli etmemeye çalıştım. Üzerinde uzun uzun çalıştığım nefes alma tekniklerini falan uyguladım. "Teşekkürler," diye mırıldandım.
Kolunu bitirip dikiş atmak için iğneye uzandığımda sesi beni durdurdu. "Ben teşekkür ederim Ana, ne olursa olsun bana karşı anlayışlı davrandığın için."
Ona döndüm ve gülümsedim. Nefes alma tekniklerim işe yaramadı ve kalbim hızlandı, nefesim bir an kesildi. Belki de egzersizleri ona bakmak üzerine yapmalıydım, bakmamak üzerine değil. Günün sonunda göz göze geldiğimizde sürekli böyle hissetmemek için. Mümkünmüş gibi.
"Sen benim arkadaşımsın." Dedim ondan çok kendime. Jaskier'i düşündüm. "Onun sevdiği birini sevmemem imkansız."
Sarı gözlerindeki neredeyse huzurlu bakış değişti, ufak bir değişimdi ama tarif edemeyeceğim şekilde değişmişti. "Yine de, teşekkürler Ana."
"İşim bitince edersin." Dedim ve iğneyi elime aldım. Kolundaki ve göğüsündeki yaraları dikerken ona yakın olabildiğim anların tadını çıkarttım. Göğüsünü dikerken elimin altında atan kalbinin tadını çıkarttım.
Üç aydır devam eden yolculuğun sonuna gelmek üzereydik. Sürekli bir yerlerde durup dinlendiğimiz için yolculuk bayağı uzun sürmüştü. Cintra'nın hemen dışındaydık, Geralt yaralı olduğu için onu zar zor bu handa durmaya ikna etmiştim. Pişman değildim. Yatak ve küvetin neredeyse dip dibe olması dışında sorun da yoktu. Geralt'ı çıplak görmek tabii ki istemiyordum, onu sadece koşulsuz biçimde seviyordum, o kadar. Jaskier'e zaten duygusal olarak ihanet etmiştim, bunu fiziksele taşımaya gerek yoktu.
Geralt'ın taşımadığı kıyafetlerin aksine bende bir hayli kıyafet vardı, çoğu ince olduğu için çantama sığıyordu ama soğuk gecelerde işe yaramıyorlardı. Bu yüzden soğuktan donmak üzere olduğum birkaç gecede Geralt sıcaklığıyla yardım etmişti. Handa harcayacağımız birkaç bakırla daha kalın bir şeyler almamı söylemişti, öyle de yapmıştım ama yetmiyordu. Bu benim suçum değildi gerçekten.
Çantamdan sadece birkaç kez giydiğim gece elbiselerinden birini giymek için elim aldım ve Geralt'ın sırtının dönük olduğu tarafa gittim. Henüz onun gözünün önünde soyunacak kadar kafayı yememiştim. Hızlıca giyindim ve üşüdüğüm için yorganın altına koştum. Saçlarım hala Geralt gelmeden önce banyo yaptığım için nemliydi. Küvetten su sesleri geldi, birkaç dakika sonra yatağın diğer tarafına Geralt yattı. Sırtım ona dönüktü çünkü cenin pozisyonunda ısınmaya çalışıyordum.
Eskiden üşümeyi severdim, sonra Geralt'la tanıştım ve bedenim bir anda üşümekten nefret eder hale geldi. Bir nevi Geralt mekanizmasıydı.
İlk handa kaldığımız zamanlar iki ayrı oda tutmuştuk ama bunun çok pahalı olduğuna karar vermiş ve Geralt'ı ikna etmek zorunda kalmıştım. Geralt önce dışarıda yatmıştı ama hanlar kalabalıklaştıkça mecburen yanımda kalmaya başlamıştı. En sonunda aynı yatakta yatmamızın sorun teşkil etmediğine inanmıştı. Ondan önce uyandığım sabahlarda kendimi ona sarılmış halde bulduğumu sorundan saymazsa.
"Jaskier'i özlüyor musun?"
Ne yalan söyleyeyim, özlüyordum. Nasıl özlemezdim? Başımı salladım.
"Neyini?"
Neyini? Güzel soru. İç çektim konuşmadan önce. "Onunla konuştuğumda sanki dünyadaki her şey bir süre de olsa yolunda gidiyor gibi hissettiriyor." Kalbimi söken Geralt olsa da Jaskier'e duyduğum sevgi derindi ve kolay kolay geçecek bir şey değildi. Geralt'a aşıktım ama Jaskier'ı başlı başına, apayrı bir biçimde seviyordum. Sevgi ve aşk asla aynı şey değildi. "Onun yanında güvende hissediyorum çünkü ona aklımdan geçen her türlü şeyi söylerim ve o beni yargılamaz, saygı duyar ve benim gibi düşünmeye çalışır."
Homurdandı. Hafiften güldüm. "Çok içer ama sarhoşken o kadar tatlı olur ki." Duraksadım. "Ah, senin sorun bu değildi. Yanlış cevaplar. Ama toparlamam gerekirse Jaskier'in her şeyini özledim." İç çektim. "Ya sen? Birini özledin mi?"
Durdu. Gereğinden uzun bir süre düşündü. Bu kişinin bir kadın olduğundan şüphelendim. Kendim kaşınmıştım. "Eskiden özlüyordum."
"İsmi neydi?"
"Yennefer."
"Jaskier bahsetmişti." Bunu şu an fark etmem büyük aptallıktı. "Neden artık özlemiyorsun?"
"Özlemek bir şey değiştirmiyor. Birbirimize hiçbir zaman uygun değildik. Bunu umursamamıştım ama bazı şeyleri görmezden gelmek bazen işe yaramıyor. Artık özlemiyorum, zaten onun benim için herhangi bir anlamı da kalmadı."
Beklenmedik itirafı karşısında yüzümü ona döndüm, yatağın soğuk kısmında olmamı umursamadım. "İnsanlar bazı şeylere değmiyor."
Bir süre konuşmadı, ardından başını bana çevirdi. O bana bakmadığında her şeyi gizlemek daha kolaydı. "Jaskier senden bahsetmemişti. Son gördüğümde bir lordun kızından bahsetmişti, bal rengi saçları olan, saçları güneşte altın gibi parlayan, yeşil gözlü bir lord kızından." Yani benden. "Jaskier için koca kaleni mi bıraktın?"
"Olayı dramatikleştirmeye gerek yok. Babamı severdim, hala seviyorum ama politikadan nefret ederim. Beni biriyle evlendirecekti. Jaskier daha önce kaleye gelmişti, ben kaleden çıkıp giderken de beni fark etti ve bana yardım etti. Bu arada, babamla konuşmayı denedim, politika falan bir şeyler dedi. Yani düşüncesizlik yapmamaya çalıştım. Bunun karşılığında babam da dedi ki, istemiyorsan para alıp git. Ben de dediğini yaptım. O yüzden neredeyse her gece handayız ve Jaskier'le yaşadığımız evde gizlenmiş yaklaşık on yıl daha handa kalmaya yetecek para var." Konuşurken gözleri hariç her yere bakmıştım ama tekrar gözlerine baktım. "Bunu sormak için bu kadar beklemene bile şaşırdım."
"Yola çıktıktan üç gün sonra anlamıştım."
"Sürekli üşüyüp handa kaldığım ve seni zorla yıkattığım için mi?"
"Bedenin." Bir an nefesim kesildi. Neyim? "Farkında olmadan o kadar ölçülü ve asil davranıyorsun ki. Sana kaç ve saklan dediğimde bile dans eder gibi seri ve pürüzsüz biçimde yapıyorsun."
"Ah," diye soludum. "Fark etmemiştim."
"Kimse bunu farkında olarak yapamaz zaten. Özellikle korku anında." Yüzümü inceledi. Bakışları yumuşamıştı. "Dövüşmeyi öğrendin mi?"
"Babam neden öylece çık git dedi sanıyorsun?"
"Peşine taktığı askerler yüzünden sanmıştım." Gözlerimi kapattım. Siktir. Geralt'ın fark etmemesi saçma olurdu zaten. Ben bile fark etmiştim. "Asıl endişem, bir anda seni götürmeye karar verirler mi?"
"O yüzden Jaskier beni sana emanet etti zaten." Bakışlarında yine tarif edilemez bir değişim oldu. "Babam aniden karar değiştirirse diye."
"Bu zamana kadar değiştirmedi. Sadece güvenliğinden emin olmak istiyor olabilir."
"O zaman üç ay önce askerlerin gitmesi gerekirdi." Kaşları hafifçe çatıldı. Bu laftan sonra geri dönme şansımı kaybetmiştim. "Dünyada en güvende olduğum yerdeyim."
Ciğerlerine derin bir nefes doldurdu, bana inanamıyor gibi baktı. Sanki duyduklarına katlanamıyor gibi.
"Jaskier'in yanında güvende hissediyorum demiştin." Dedi belli belirsiz.
"Hissetmek başka." Dedim uyku bastırmaya başlarken. "Senin yanında güvende olduğumu biliyorum." Bana dehşete düşmüş gibi bakmasına dayanamadım. Devam edebilecek gücü bulmak için gözlerimi kapattım. "Babamın askerlerinden oluşan bir ordunun ortasında bile bu kadar güvende hissetmemiştim." Çenem düşmüştü ve kapatmam gerekiyordu. Geralt bir an hareketlendi, ardından tekrar hareket etti ve iç çekti.
"Sonsuza dek yanında olmayacağım Ana." Bir gün ölecekti. Bir gün herkes ölürdü. Onun ölmesini istemiyordum. "Gün gelecek benimle ilgili düşüncelerin değişecek. Şu an kendini bir macerada sanıyorsun ve her şeyi olduğundan iyi görüyorsun." Dehşet içinde gözlerimi açtım. Ne diyordu bu adam? "Birkaç yıla kalmaz gerçekleri görürsün."
Ne gerçeğinden söz ediyordu? Witcher olmasından mı? Gerçekten kendinden bu kadar nefret mi ediyordu? "Sana inanamıyorum, Geralt." Tavana bakmayı bırakıp bana döndü. Onun yanında hiç olmadığım kadar güvende olduğumu söylüyordum ve bana yeniyetme muamelesi yapıyordu. Bir sonraki sözü beni neremden kıracaktı? Daha küçük olduğumu mu söyleyecekti? Jaskier'i özlediğim için duygusal davrandığımı mı söyleyecekti? Daha beni ne kadar üzebilirdi ki?
Duygusuz olduğunu söylüyordu ama nereden vuracağını o kadar iyi biliyordu ki. Bunu sadece kendi duygularını örtbas etmek için yapıyordu.
"Bunları söylediğinde acımasız olduğuna falan mı ikna ettin kendini?" Onun ima ettiği gibi, çocuk gibi davranmamak için kendimi zor tuttum. Her an yorganla beraber yere yuvarlanıp yerde uyuyabilirdim. Gözleri kısıldı. "Duygusuz olduğunuz rivayetini mi devam ettirdin?"
"Nereden çıktı bu?"
"Nereden mi çıktı?" Dedim tehlikeli derecede sessizce. "Nereden mi çıktı?" Güldüm ve yatakta doğruldum. "Geralt sen beş şişe şarap falan mı içtin? Kendi ağzından çıkanı kulağın duymuyor mu?"
Ben dizlerim üzerinde otururken o dirsekleri üzerinde doğruldu. "Ana, gerçekten anlamıyorum."
Gözlerimi kıstım ve suratımı ona yaklaştırdım. "Yok, kendini macerada sanıyorsun, yok birkaç yıla anlarsın falan? Çocuk muyum ben? Kendini canavar olarak görüyor olabilirsin ama sadece körsün Geralt. Canavar olan çok kişi gördüm ve sende onların esamesi bile yok."
Tamamen doğruldu ve beni omuzlarımdan tuttu. "Ana, sakin ol."
Güldüm. "Sakin olayım. Pekala. Olurum Geralt. Yeter ki iste. Zaten Cintra'ya yaklaştık. Sen Prenses'le ilgilenirken ben de bahçede falan dolaşırım. Sonuçta etrafta o kadar asker olacak. Jaskier'in gözü de arkada kalmaz." Ondan kurtulmak için çırpındım. "Yeter, uyumak istiyorum. Gerçi sen ona da, yakında gözünü açarsın, falan dersin." Ondan kurtuldum ve kendimi yatağa atıp yorganı kafama kadar çektim. Yüzüm ona dönüktü çünkü sırtımı dönmemi de çocukça karşılardı. "Yat artık, soğuk giriyor." Diye kızdım ona.
Uzandı, yorganı çekti. Çaresizce bana sarılmasını bekledim, sadece ısıtmak için. Ama hiçbir şey olmadı. Beni kendi halime bıraktı. Ağlamadım, sonuçta onun da kokusunu alırdı. Cintra'da odamda ağlardım artık, ama tamamen sinirden.
Prenses Cirilla çok güzeldi, Geralt'ı çok seviyordu ve Geralt da onu seviyordu. Ona bakarken gözlerinde gezen sevgiyi kıskanmadan edemedim. Neyse ki aralarında baba-kız ilişkisi vardı.
Ciri, beni sevmiş gözüküyordu. Beraber yemek yemiş, sohbet etmiş, Jaskier ve Geralt'ı çekiştirmiştik. Jaskier ile aramda bir şeyler olduğunu anlamıştı ama korkarım Geralt'a hislerimi de fark etmişti. Buna rağmen beklediğimden daha anlayışlı davranıyordu. Bunu fark ettiği an yumuşamıştı.
Bana kendi odasına yakın bir oda vermişti ve dinlenmem için küvet hazırlatmıştı. Kahvaltısını odasında yapacaktı, benim de eşlik etmemi istemişti.
Ciri, leydi olduğumu da biliyordu. "Drakenborglu Leydi Ana," demişti Geralt, direkt. "Gerçi, Jaskier ile Blaviken'de yaşıyorlardı."
Ciri merakla bana dönmüştü. "Tüm kıta sizin kayıp olduğunuzu sanıyordu, bunca zaman ortaya çıkmadığınız için de öldüğünüzü varsaymışlardı."
Geralt'a ters bir bakış atmıştım. Handaki geceden beri doğru düzgün konuşmamıştık. İki gün geçmişti. "Politika sevmem, o yüzden ortadan kaybolmam icab etti Prenses."
"Ciri," diye düzeltmişti gülümseyerek. "Geralt'ın korumasındaki kişi, benim de korumamdadır."
Gülümsemeden edememiştim. "Teşekkürler, Ciri." demiştim.
Şimdi de küvette ağlıyordum.
Saray küvetinde ağlamak da bir ayrı zevkliydi.
Gözyaşlarım kurumuş yüzümü bir kez daha kapladığında derin bir nefes aldım ve başımı suya daldırdım. Mutlak sessizliğe. Burası rahattı. Burada kimse beni üzmüyordu. Jaskier'e rağmen Geralt'ı sevdiğim için suçluluk hissetmeme ve saçma sapan davranmama gerek kalmıyordu. Evet, burayı sevmiştim. Keşke hep burada kalsaydım.
Dudaklarımdan bir nefes firar etti ama umursamadım. Burası rahattı.
Birkaç ufak baloncuk daha çıktı. Ciğerlerimin yandığını fark ettim. Hareket etmeye çalıştım ama yapamadım. Panikledim. Küvetin kenarlarını tutmaya çalıştım. Dışarıdan bir güç beni tutup çekti. Başım dışarı çıkar çıkmaz derin bir nefes aldım ve öksürmeye başladım.
Az önce ne olmuştu? Nefessizlikten kaslarım falan mı kilitlenmişti? Öyle olmuş olmalıydı.
Öksürüklerim bittiğinde beni dışarıya çeken kişiye baktım ama bakmaz olsaydım. Resmen saçmalığın daniskası. Bu anı yaşayacağıma biraz daha gecikseydi ve ölseydim.
Geralt o kadar sinirli gözüküyordu ki, beni küvette kendi elleriyle boğsa şaşırmazdım. Yüzümü ovuşturduğumda bileklerimden yakaladı ve beni ona bakmam için zorladı. "Ne yaptığını sanıyorsun Ana?"
"Kendimi öldürmeye falan çalışmadım." Dedim neredeyse suçlu gibi ama sonra boğazımı temizledim ve yüksek sesle devam ettim. "Bana bir şey olduğu yok. Bir anda sen tutunca korktum ve nefesim kesildi."
Gözlerini kapattı ama toptan suratını bile kapatsa sinirli olduğu anlaşılırdı. Birkaç derin nefes aldı. "Seni şu ana kadar onlarca şeyden korudum Ana," dedi abartı bir sabırla. Gözlerini açtı. "Kendinden korumam gerektiğini fark etmemişim."
Kollarımı bıraktı ve arkasını döndü, birkaç adım attığında küvette ayağa kalktım. "Çocukluk yapıyorsun Geralt." Durdu, başını yan çevirdi ama küvetten çıktığımı fark ettiğinde önüne döndü. Havluların yanına yürüdüm ve büyük bir tanesini göğüslerime sararken devam ettim. "Buradan çıkar çıkmaz aşırı tepki verdiğini fark edeceksin."
"Aşırı tepki mi?" Gülme ve homurdanma arası bir ses çıkarttı.
"Evet, aşırı tepki. Tabii eğer..." durdum. Eğer ile başlayan cümleyi düşünmekten korktum. Umutlanmaktan.
"Eğer ne?"
Yürüdüm ve karşısına geçtim. Gözlerimi kısıp onu iyice inceledim. "Bir sebepten ötürü paniklemediysen." Mesela Jaskier geliyorsa ve az vaktimiz kaldı diye gerginse?
"Mesela ölmenden paniklemiş olabilir miyim?" Dedi çok barizmiş gibi. Bu kısımda doğruydu ama dahası da vardı.
"Bilmem. Jaskier'den kötü bir haber mi geldi?"
Başını iki yana salladı ve başımın üstüne, ardımdaki kapıya baktı. "Hayır. İyi haber, bir hafta sonra burada olacak. Sana bunu haber vermeye gelmiştim."
"Neden moralin bozuk o zaman?"
"Kendini öldürmeye çalıştın sandım."
"Neden böyle bir şey yapayım Geralt? Ayrıca sen hep sakin kalırsın. Neden bu kadar tepki verdiğini hala anlamadım."
Gözlerini gözlerime dikti. Kalbim yine tekledi. "Ne zaman direkt gözlerine baksam, kalbin tekliyor ve çok hızlı atıyor. Gerçekten bakılmayacak biri olduğumu mu düşünüyorsun?"
Kaşlarım çatıldı. Ne diyordu bu adam? "Bakılmayacak mı? Geralt, kafana darbe mi aldın?" Başında şişlik var mı, kontrol etmek için uzandığımda kollarımı yakalayıp kendinden uzaklaştırdı.
"Ne zaman gözlerine baksam korkuyorsun Ana,"
"Korkmak mı?" Gülmeden edemedim. "Korkmak mı?" Başımı iki yana salladım. "Aptal mısın Geralt? Ciddi ciddi soruyorum. Neden senden sadece korkulabileceğini düşünüyorsun? Böyle düşünmek için aptal olman gerek."
Yanından geçip havalı bir çıkış yapacağım an, kolumdan yakaladı. Ona döndüm. Bir anda bana bu kadar yakın olması beni olması gerektiğinden daha çok sarstı. "Çünkü benden korkmuyorsan, diğer ihtimaller bundan daha kötü demektir."
Kaşlarımı çattım. "Seni sevmem, senden korkmamdan daha mı kötü?" Diye bir öfke çığlığı koptu ağzımdan. Ne dediğimi fark ettiğimde her şey için çok geçti.
Dudaklarını birbirine bastırdı ve derin bir nefes aldı. "Ana, yapma."
"Haklısın." Yennefer'i düşündüm. Onu sevmişti. Kim bilir başka kimler peşinde koşmuştu. Kolumu elinden kurtardım. "Merak etme, söyleyeceğin her şeyi biliyorum. Çocuk gibi davrandığımı, şimdilik sadece sana hayran olduğumu ve gözümün açılacağını falan söyleyeceksin."
"Çocuk gibi olduğunu düşünmüyorum Ana," dedi ama sanki konuşmamış gibi devam ettim.
"Umarım haklısındır. Jas'ı gördüğüm an aklım başıma gelir. Evet, öyle olacağından eminim." İçimdeki onun canını acıtma dürtüsünü zar zor bastırıyordum. "Belki de haklısındır, senden sadece korkmam gerekiyordur, içindeki yufka yüreğini görmezden gelmem gerekiyordur. Ya da Senin yanında hissettiklerimin hepsi Jas'ı özlediğim için olan şeylerdir." Yüzündeki her zamanki acı çeken ifadesi vardı. "Hiç öyle bakma Geralt. Bunu kendi ellerinle yaptın. Konuşacak kadar bile değer vermediğin için oldu bunlar."
Susmam gerekiyordu. Bu yüzden devam etmek için ağzımı açtım ama durdum. Bundan sonra çıkacak her şey ikimizi de üzecekti. O yüzden sustum.
"Jaskier seni seviyor." Dedi benden çok kendine. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Gözlerini açtığında az önceki acıdan da, yüzündeki herhangi bir duygudan da eser yoktu. Geliyordu, kalbimi kırışlarının toplamından fazlası geliyordu. "Seni sadece o istedi diye korudum." Dedi buz gibi bir sesle. "Sadece donarak ölme ve handaki sarhoşlardan korkma diye yanında yattım." Nefesim kesildi. Sesi buzlu sulara atılmışım gibi hissettirdi. "Yol boyunca söylediğin hiçbir şeyi dinlemedim. Sana soru sorduğumda bile bunalıma girme diye sordum ve cevabının tek kelimesini bile dinlemedim. Konuştuğun her saniye kulaklarım tırmalanıyor gibiydi."
"Jaskier'i senin için terk etmeyeyim diye böyle söylüyorsun." Diye soludum. Nefes alamıyordum. İksirlerinden içtiğindeki hali bile bunun onda biri kadar korkutucuydu.
Kalbimin kırıkları ciğerlerime saplandı ve nefesimi kesti.
"Ne yaptığını umursamıyorum Ana." Gözlerimi kırpmaya korkuyordum. Gözlerim çıkana kadar ağlarım diye gözlerimi kırpmaktan korkuyordum. "Jaskier'le aranızda ne geçtiği umurumda değil. Ama sanıyorum ki bundan sonra benim için onu terk etmek gibi bir aptallık yapmazsın."
Her şeye inanabilirdim. Neredeyse her şeye ama handaki gece suratımı o kadar dikkatli izleyişinin yalan olduğuna inanmazdım.
"Yalan söylüyorsun." Dedim ama sesimden ve yüzümden çoktan kaderime razı geldiğim anlaşılıyordu. Güldüm. Güldüğümde yanaklarım göz kapaklarımı itti ve birer iri damla yanaklarıma yuvarlandı. Geralt'ın burun delikleri gözyaşlarımın kokusuyla şişti. "Çok iyi bir yalancısın Geralt. Size duygusuz olmayı değil, duygusuz gibi davranmayı öğretiyorlar."
"Kendini istediğine inandır. Ama bir yalana inanma diye seni uyardım. Aksi takdirde, buna izin verseydim bir canavar olurdum."
Canavar.
Onu odadan kovmak ve saatlerce ağlamak istedim ama aldığım saray adabı eğitimlerini hatırladım. Duruşum dikleşti, gülüşüm silindi, göz pınarlarım son yüklerini de atıp ciddiyetle Witcher'a odaklandılar.
"Beni kandırdığını mı sanıyorsun, Witcher." Gözlerini kırptı, normalden daha erken. Bir andaki tavır değişikliğim beklenmedikti. "Jaskier'in yerini seninle doldurdum, hepsi bu. Seni sevmedim bile, neden seveyim?" Onu baştan aşağı süzdüm, az daha tüm kalkanlarım çökecekti. Kendimi zorladım. Her şeyimle.
Hafif bir şaşkınlık emaresi taşıyan suratına son kez baktım, bu sırada yüzünü ezberledim. Ardından arkamı döndüm ve havluyu çıkartıp temiz elbiseme uzandım. Ayak sesleri uzaklaştı ve kapı kapandığı anda sandalyeye yaslandım. Gözyaşlarım anında düşerken, Geralt'ın kokusunu alması an meselesiydi ama tutamıyordum. Ağzımı kapattım ve koltuğa oturdum. Çığlık atarak ağlamamak için neredeyse tüm irademi kullandım. Eğer irademin tamamını kullanırsam, bir daha bir şey hissedememekten korkuyordum.
Ona dönüşmüştüm.
Canavar.
Artık tam da birbirimize layıktık.
Jaskier yemek salonuna girdiğinde Geralt Ciri'nin yanında, ben de Geralt'ın yanında oturuyordum. Sakin bir hava vardı. Gerekmedikçe konuşmuyordum.
Bir hafta boyunca düşünmüştüm. Belki bunları handaki son geceden önce söylese inanırdım ama artık inanmıyordum. Bunu Jas için yapmıştı. Jas beni seviyordu ve Geralt ikimizi ayıran kişi olmak istemiyordu. Bir de kendine duygusuz diyordu.
Beni kendinden uzaklaştırma şekli duygusuzcaydı ama normal şekilde açıklasaydı asla böyle bir etkisi olmazdı. Ondan vazgeçmezdim. Şu anda bile ufacık bir umuda tutunuyordum. Her an kırılabilecek bir umuda.
Madem arkadaşını mutlu görmek istiyordu, görecekti.
Jaskier'i görünce nefesimin kesilmesi ve onun adını haykırmam gerçekti. Yerimden kalkarken az daha sandalyeyi deviriyordum. Basamakları indim ve devasa salonun ortasında buluşmak için birbirimize koştuk.
Ona sarıldığımda kalbim hafifledi, tüm ağırlıklarımdan kurtuldum ve özgürleştim. Güvende hissettiğim ama aslında olmadığım kollardaydım. Beni koşulsuz seven birine sarılmayalı o kadar olmuştu ki.
"Jaskier." Diye kaç kez sayıkladığımı hatırlamıyordum.
Sonunda geri çekildik ve yüzümü avuçları arasında tutup beni izledi. "Benim güzel leydim." Diye fısıldadı. Sonra beni öptü. Gevşedim. Jaskier'i ne kadar sevdiğimi asla inkar etmemiştim. Bu olgunlaşmış bir sevgiydi ve güven veriyordu. Ama ait olduğum yer burası mıydı, onu bilmiyordum.
Aslında biliyordum. Ait olduğum yeri. Ve kesinlikle orası Jaskier'in kolları değildi.
Ayrıldığımızda diğerlerinin varlığını hatırladım ama Jaskier'e bakmaya devam ettim. Yüzünü okşadım. Ve sonunda, o da fark etti.
"Geralt, Ciri!" Benden ayrıldı ve reverans yaptı. Döndüm ve ikisine baktım. Ciri, Geralt'a bakıyordu. Geralt'ın gözleri belli belirsiz bir neşeyle Jaskier'e dikilmişti.
Ciri dönüp Jaskier'i karşıladı, ama bana baktığında bakışlarındaki bir şey geri adım atmamı istememi sağladı. Ama sakin kaldım. Jaskier yemeğe katıldı.
Yemekten sonra onu yıkadım. Giydirdim, hasret giderdim, Geralt ile yolculuğumun özetini anlattım.
Geralt eğer Jaskier'in mutlu olmasını istiyorsa tamam, Jaskier ile olmaya devam ederdim ben de.
Geralt eğer duygularını saklıyorsa, ben de saklardım. Ciğerim yanarken gülümsemek zorunda kaldığım ilk sefer olmazdı.
Ciri, Geralt'ın zaten sarayda bir konumu olduğunu, beni getirmek için saraydan ayrıldığını söylediğinde ertesi gündü. Jaskier'e de iş teklif etmişti. Geralt ile iyi bir ikiliydiler.
Yani Jas ile mutluluğumu evimizde yaşayamayacaktım.
Yani Jas, Geralt'ın önünde evlenme teklif ettiğinde ve son bir umut Geralt'a baktığımda yine o hissiz bakışlarla karşılaştım.
Yani Jas ile geçirdiğim her an, Geralt'ın gölgesindeydi.
Yani Geralt'ın varlığı bana sadece acı verdi.
Yani ona aşkım geçici değildi. Hayır, asla değildi. Her mutlu anımda ilk ona baktıracak kadar gerçek ve ciddiydi.
Ama tutunduğum o ufak umut da git gide zayıfladı. En sonunda, bir gün, bir ormanda, koptu.
umarım beğenmişsinizdir, iyi son sayılır çünkü belirli bir sonu yok.
ve geralt sevdi. köpek gibi sevdi. ama jaskier ilk kez hayatında bu kadar sevdiği birini bulmuşken onları ayırmak istemedi. kendini de baya zorladı hissiz gözüksem diye. Ana’nın da rol yaptığını çıktığı saniye anladı.
yani sonuç olarak bu da mı gol değil be...
4 notes · View notes
virgomoonhappy · 2 years
Text
Sana sarılmaya ihtiyacım var. Bir çocuğun istediği oyuncağı alması için uslu olması gibi sabırla bekliyorum gelişini. Gözlerinin kahverengisinde boğulmak istiyorum. Sarıldığın anın tarifi yok... Sendeki huzuru istiyorum artık . Omzuna yatayayım ve atlattık bu ayrı kaldığımız günleri atlattık demek istiyorum. O günler de olacak biliyorum. Zor olacak ama eninde sonunda olucak. Kavuşacağız biz seninle ... Bir daha hiç ayrı kalmayacağız. Sen aslında hep benimlesin. Dinlediğim şarkı sözlerinde , yürüdüğüm sokaklarda , gözlerimi kapatınca zihnimde , her an kalbimde ... Benim yüreğim de beynim de tek seni düşünüyor . Ben bundan hiç şikayetçi değilim. Sabah gözümü açınca ilk işim senin mesajlarına bakmak oluyor . Bana attığın emojilere bakıp sırıtıyorum. Hele bazen hiç beklemediğim anda arıyorsun ya o an beni dünyanın en mutlu kadını yapıyorsun. Sesine sarılmak istiyorum. Ah seni sevmek ne güzel şey. Yüreğimi hoplatanım. Herkese seni anlatıyorum . Sana olan aşkımı anlatıyorum. Leyla diyorlar bana . Böyle de sevilmez ama diyorlar. Bilmiyorlar ki sen benim hayat arkadaşımsın. Bu yolda beraber yürüdüğüm , beraber büyüdüğümsün. Küçük bir kız çocuğuydum seninle tanıştığımda şimdi bir genç bir kadınım. Ama hala seni kız çocuğu gibi heyecanla seviyorum. Gözlerindeki pırıltıya bile sırılsıklam aşığım . Ciğerim yanıyor aşkımdan. İyi ki seni seviyorum , iyi ki sen varsın , iyi ki biz varız.
Tumblr media
12 notes · View notes
cancivelek · 2 years
Text
Ellerinin, ellerime değdiği en son yerdeyim. Oradayım artık. Sen benim hayallerim, gücüm, nefesim, canım. Yine seni her aldığın kararda sonuna kadar destekleyecek, seni esen rüzgardan bile esirgeyecek ve yine sana sıkı sıkı sarılacağım ama bunu sadece ben bileceğim. Tek farkı bu. Sen bunu hissedeceksin belki. Güldüğünde yeniden doğmuş olacağım, üzüldüğünde kahr olacağım. Senden gitmiyorum, gitmek istemiyorum. Yüzüm avuçlarında, başın göğsümde. Tek farkla. Artık sadece hissedeceğim. Sadece sen bilecek, ben bileceğim. Biz.. biz bilmeyeceğiz.
Senin geniş yüreğin, benim için yuva. Gözyaşlarım, Gökkuşağı manzarası çıkartması için yağan yağmur. Yüreğim, senin için en yumuşak yastık. Yine yaslanacaksın göğsüme, yine saçlarını öpeceğim. Seni çok seviyorum, çok fazla. Canımdan öte, ciğerimden pare pare. Hepte seni seveceğim. Sana olan sadakatim, sana olan aidiyetim, senin olduğuma inancım sonsuz. Sadece seni seveceğim. Gülüşünü, nazını, sesini, kokunu. Kokunu..
Hala sana günaydın diyor, en son sana iyi geceler diliyorum. Hala güzel uyudun mu diye soruyorum sana. Tüm sorduğum sorulara, senin adına cevaplar da veriyorum. Evet diyorum bende güzel uyudum, kahvaltımı ettim. İlacımı içtim. Cumaya gidiyorum, otobüse bindim, metroya iniyorum. Seni seviyorum. İş yerinde bunlar bunlar oldu. Hala deliler gibi seninle sohbet ediyorum. Çünkü sen benim en yakın arkadaşımsın, en sevdiğim insansın. En sevdiğim.
Hayat karşına hep mutluluklar getirsin, üzüntü gelirse koş bana. Nefes almadan, arkana bakmadan koş. Ben çözerim, benim gücüm konu sen olunca her şeye yeter. Senin için canımdan geçer, yine sadece bir tebessümün için her şeyi yaparım. Ben seni en çok seven adamım. Yalan yok beni hiç unutma isterim, çünkü ben seni hep hatırlayacağım. Gülen yüzünle, neşenle, ellerimin içinde kaybolan ellerinle, ısırınca sinirlenen tavrınla. Seni her şeyinle, her şeyini hatırlayarak anacağım hep.
Güzel Ve Zarif Asiciğim, bu ince bilekli, zayıf çocuk seni çok sevdi. Bu esmer adam seni çok seviyor. Bu adam seni çok sevecek. Eminim ki sonsuza kadar da en güzel seven olarak kalacak. Sen benim en güzel sevenimdin, hep öyle kalacaksın benim için.
Tumblr media
3 notes · View notes
est-kurosawa · 2 years
Text
Kendim için bir genel rapor yazmak istedim,
Hayatı boyunca sürekli acılar içinde kavrulan çoğu insan gibi olsam da zayıf bir kişiliğim vardı. Şu dönemlerde tüm sosyal medya hesaplarını kapatmış odasında oturup kitap okuyan bir insana dönüşmüş veziyetteyim. Nasıl böyle bir insana dönüştüm, dinleyin de anlatayım;
Hayatımda sürekli başarısız ilişki durumları yaşayıp bir kez derinden aldatılan biri olmuştum, sonrasında ki olayları beni az çok tanıyan herkes duymuştur... yıllar sonra yine birini seviyorsun, yalanlarına rağmen güveniyorsun ve o seni çok sevdiğini söyleyen, kimse benim gibi sevmeyecek seni diyen insan seni gidip bir başkası ile aldatıp haftalarca sürdürdüğü eğlencesine rağmen seninle dalga geçiyor, o hep en korktuğun şeyi defalarca anlatmana rağmen yapıyor. Dediğinde haklıydı beni onun gibi başka kimse sevemez, kimse beni aldatacak kadar sevemez.
Gelelim benim delirmem ve gözyaşı aylarımın sonunda olanlara, ihanetine rağmen onu sevdim o hep sevmiyorsun dediği insanım ben:) neyse artık hayatımda bir kişilik değil hatıralarım var ve hepsinin yaratıcısı sonsuz bağlılık içinde olan bana ait. Hayatıma derslere ve kendime zaman ayırdığım herkese kapandığım şu dönemde sadece hatıralarımı düşünüp her yere izler bırakıyorum çünkü artık tek gerçek benim sevgim olduğunu biliyorum her şey söylendiği gibi değil biri seviyorum diyip aldatıyor biri en yakın arkadaşımsın diyip sadece canı sıkılınca hatırlıyor. Ben iyi bir insanım ve kimse benim saygımı alamayacak ileride olacağım insan için şimdiden düşünüyorum, biliyorum iyi bir insan olacağım. Uzun ve cümleler üzerine düşünmediğim direkt yazıp neler olduğunu anlattığım bu dizelerde ben kötü ve bitkin haldeyim.
1 note · View note
karahindibaruhu · 4 years
Text
Bugün nedense bir arkadaşımın bana söylediği sözler belirdi belleğimde. Dün de bu konu hakkında düşünürken bulmuştum kendimi. İçime batan şeylerin varlığını hissedebiliyordum, ruhumun pürüzlü noktaları varmışçasına belli ediyordu kendini. Yarım bıraktığım bir şeyler olmalıydı. Ya da birileri.
Son dört yılda kendime geri dönüp baktığım zaman aslında nasıl bir insan olduğumu anlayamıyorum. Bir şarkıdaki gibi “iyi niyetleri olan yanlış anlaşılmış bir ruh” muyum yoksa bu ruha hiç üflenilmemesi gereken biri mi?
Kendimi yapmamam gereken şeye çekilirken buluyorum çoğu zaman. İnsanların benimle iletişimi kesmek istemesini anlayabiliyorum. Fark ettim de aklıma ilk geleni yaptığımda, ki bu genelde duygularımı olur, kısa vadede daha huzurlu hissediyorum. Sanki kontrolün bir kereliğine bende olduğuna kanaat getirdiğim anlardan birisi oluyor. Bu yüzden düşünmeden davranmaya ve içgüdülerimi dinlemeye daha meyilliyim diye düşünüyorum.
Tüm herkesle iletişimi kesmeye ve kaçmaya ihtiyacım var gibi. Eski arkadaşlıklarımla. İyi bir insan olmadığımı yüzüme çarpan anılardan kaçıyor olabilirim sadece, fark etmez.
Dikkatli ve temkinli yaklaşıp olayları düşünmeli miyim yoksa duygularımın beni bırakacağı kıyıya varmayı göze almalı mıyım bilmiyorum.
Kendime itiraf edemediğim, içimde kalan bazı küçük şeyler var sanırım. Saat bire geliyor.
Bir yanım, gerçek benliğimin bu olmadığında kararlıyken diğer yanım ise her şeyi yıkıp yakabileceğimi söylüyor. Hepimizin içindeki ilkel bir isteğe bir zaman boyunca esir düşmek, beni değiştirir mi?
Sanırım bu dört yıl boyunca, görmek istemediğim yanlarıma da şahit olduğum için böyle hissediyorum. Boğazımdaki yumru ne zaman bu anları düşünsem daha da büyüyor.
Ne istediğimden hâlâ emin değilim. Daha iyi bir insan olmayı istiyorum diyebilirim. En azından eskisi gibi olmamayı. Ancak kaybettiğim tüm insanların temelinde sadece ben mi varım? Kendimi suçlamaktan halsiz düşüyorum bazen.
Tek odak noktam bu. Kapana kısıldığımın farkındayım ancak beni buradan çıkarabilecek bir şey yok. Gece ikiden sonra alınan her karar yanlış karardır diye bir söz vardı. Bu kararları gece ikiden önce alsam iyi olacak.
İnsanlar beni affetse bile kendimi affedemeyeceğim aşikâr, değil mi?
Yoksa sadece bahanelerle kendimi mi kandırıyorum? Hâlâ insanların beni yeteri kadar anlayamadıklarını düşünüyorum ama şunu kabul etmem gerekecek, kimse beni istediğim kadar anlayamayacak.
İşte buradaki ayrımı yapmak güçleşiyor. İyi hissetmek için onca zaman yalan söyledim. Aslında beni iyi hissettiren, ayakta tutan hiçbir şey yoktu. O suni hissi bulmak için bazı çabalarım oldu, o kadar.
Ve yine aynı hataları yapıyorum. İnsanları kendimden uzak tutarsam, peşimdeki hislerden arınmış olurum diye düşünüyorum. Bu sorguları, sualleri bitirmek amacıyla…
Belki de hayatım boyunca kimseyi sevemedim. Saat bire geliyor.
Kimseyi sevmeyi hak etmiyor olabilir miyim?
Bunu başka bir arkadaşıma daha itiraf ettim.
Belki sorunum kendimi birilerini sevecek değerimin olmadığına inandırmamdır. Gerçekten böyle bir his olabilir mi? Düşününce o kadar saçma geliyor ki. Benliğimin başka bir parçası bu hissettiklerimi umursamıyor bile. “Ne kadar mantıksız düşündüğünün farkında mısın?”
Yazdıklarım birbiriyle çelişiyor. Keza bedenimdeki tüm zerrelerim zıtlıklarla birbirlerinden ayrışıyorlar. Şimdi binlerce, yüzlerce, onlarca, birlerce kutba ayrıldım. Tek bir ben yok kimliğimde, kendimden öte bir varlıkla bütünleşmişim.
Saat bir türlü bir olmuyor.
Kendimi tanıyamıyorum. Daha önce aynaya baktığımda, yansımadaki yüz o kadar yabancı olurdu ki bu hisle bir daha buluşmamak için aynalara uzun süre bakmadım. Yüzümün hatlarını unutacak kadar bakmadım.
Bazen sevdiğim insanlarının semalarının hafızamdan silindiğini düşünüyorum ve aklımda belli belirsiz çizgiler oluşuyor. İlk gelen çizgiler kırmızı, kahverengi, siyah. Birbirleriyle kaynaşıyorlar ancak yeterince tatmin edici değiller.
Kendi yüzüm gibi, bir başkasının çehresine de yabancılaşıyorum.
Karahindibalar gibi üflesinler ruhumu istiyorum tüm çocuklardan, üflesinler ki dört bir yana dağılayım. Ah, aklıma yazdığım eski bir yazı geliyor.
Saat bire gelmeli artık. Veyahut bir şeyleri değiştirmeliyim, diyorum.
Ne karar verdiğim önemli değil. Nasıl olsa hayatımın her anında pişman olacak ve o ana geri dönmek için çırpınacağım.
Belki, kendimi tanıyorum.
“Hâlâ arkadaşımsın ama…”
Ama’sı yoktu. Daha fazla tahammül edebilecekleri biri olmaktan çıkmıştım. Başka bir hatamı daha görmezden gelemeyecek kadar soğutmuştum kendimden. Sanırım zararım onlar için yararımdan fazlaydı ve artık konuşulmayan eski bir dost olarak hatırda kalacaktım.
Neden bunu düşünüyorum bilmiyorum.
Üzerinde düşünülecek bir şey mi bu?
Pişmanlık duyuyorsam, kendimi değiştirmem gerekiyor. Oysa son dört yılda ne kadar değiştiğimi bir ben görebiliyordum. Yoksa yansımadaki yüz daha az yabancı olduğu için miydi tüm bunlar?
Kendime yıldızlardan daha uzağım, diye yazmışım.
Evet.
Sanırım öyle. Parmak uçlarımla dokunabileceğim kadar yakın ama iki ruhun birbirine olan uzaklığından daha ırak.
İşte ben, böyle çelişme düşkünüyüm.
Ve kimden özür dilemem gerek bilmiyorum. Fark etmeyecek de. Çünkü affedilmeyeceğim.
O yüzden tek yapacağım, yapabileceğim sessizce ağlamak olacak.
Belki o zaman,
Günahlarımı ödeyecek
Ve
Yaraladığım tüm insanlar kadar
Yaralanacağım.
Ve işte, saat bir.
Hiçbir karar almadan geri dönüyorum.
Özür dilerim.
Bunca zamandır ne yapmaya çalışıyordum?
Birini sevmek, yanında olmak, acıları kadar mutluluğunu da paylaşmak benim en çok zorlandığım şeylerden biri sanırım. Gerçekten yanında olmak istediğim bir insana mesaj atıyorum. Belki uyuyor belki de kâbus görüyor.
En azından onunla uykusuz geceleri paylaşabildiğim için şimdi daha yakınım, o bilmese bile şimdi herkesle daha yakınım.
Ben de tüm insanlığı kucaklamak istiyorum. Kalabalık yerleri daha çok sevmem bundandır. Bir anlığına bile olsa aidiyet duygusu hissederim ve kendimce tebessüm ederim koşuşturmacalarından hiçbir şeyi fark edemeyecek insanların hızlarına.
Sadece biraz gözlemlerim, karışmak için fazla erkendir.
Gözaltlarından, buruşuk ellerinin üzerindeki yılan gibi kıvrılan damarlardan ya da şakaklarına inmiş olan aklardan anlamak isterim onları. Tüm ağırlığıyla birlikte insanlığı kucaklamak için kollarımı açtığımı düşünürüm.
Bir gün bunu gerçekten deneyeceğim.
Şehrin en kalabalık caddelerinden birinde kollarımı iki yana açacağım ve gözlerimi kapayacağım.
İnsanların birçoğu bana anlam veremeyecek ya da göremeyecek kadar meşgul olacak ancak beni yine insanlığı kucaklayıp kendine yabancılaşanlar anlayacak. Sanırım…
Yapmam gerekeni yaptığımı düşünüyorsam arkama bakmamam gerekiyordu ancak ben öyle biri değilim. İstersem en doğru kararı vereyim, kendimi sorgulamak ve tüm doğrularımı yanlışlarımla ölçmek zorundayım.
Bu huyumdan kurtulabilsem keşke.
Sadece birinin beni anlamasını bekledim, çıkagelmesini yahut gökten düşmesini. Ne kadar aptal bir düşünce şekliymiş bu. Daha sonra da insanları suçladım, oysa onlar da kendi kargaşaları ile devam ediyorlardı. Durup düşünmedim bile, fırsatım olmadı.
Birinin gözlerimin içine bakıp beni anlamasını beklediğime inanamıyorum.
Oysa ben başımı kaldırıp kimseyle doğru dürüst göz göze gelmemiştim. Hiç kimsenin içimi görmesine müsaade edememiştim. Ve şimdi karşılaştığım tepkiler beni daha fazla üzmemeliydi. Küllerimden doğmalıydım, yarım kalanları tamamlamak yerine bitirmeyi seçmem de bu yüzdendi belki de.
Ah, kendine hâlâ yıldızlardan daha uzaksın.
Öyle kalacaksın.
Saat biri geçiyor.
Puslu bulutlar gökyüzünde Hermes’in kanatları gibi gerilmişler. Artık bir karar vermelisin. Gözlerin neden bu kadar endişeli bakıyor? Gerçekten kaybetmeyi göze alamadığın birileri olsaydı bunları düşünemeyeceğini ikimiz de biliyoruz.
Evet.
Tüm insanlarla birlikte en çok kendini affetmelisin belki de. Küllerinden doğmak için, yeniden başlamak için… İzin vermelisin yeni bir günün doğmasına ve bazı gecelerin silinmesine.
Öyleyse ruhunu azat et.
Ab Imo Pectore.
11 notes · View notes
tumitutscanlation · 5 years
Text
Heavenly Blessing – 105. Bölüm
Mega // Drive
Bölüm 105: Üç Tanrı Bir İblis, Saygın İse Görünürde Yok
Shi Qing Xuan tekrar ciddileşti ve devam etti. “Bu şeyle kendim başa çıkabilir miyim deneyip görmek istiyorum. Ekselanslarının da tecrübesi oldukça fazla, ee, vaktin var mı? Eğer yoksa kendini hiç zora sokma.”
Shi Qing Xuan geçmişte defalarca Xie Lian’a yardım etmişti ve şimdi acil bir durum söz konusuyken ondan yardım istiyordu, Xie Lian’ın reddetmesine imkan yoktu. Ancak Hua Cheng uzun bir yoldan geliyordu ve daha birkaç gün bile kalamamıştı. Eğer şimdi giderse kim Hua Cheng’e ev sahipliği yapacaktı? Her ne kadar iyi bir ev sahibi olmasa da…
Tam seçeneklerini değerlendirirken Hua Cheng bir elini çenesine yasladı ve gülümsedi. “Ge ge gidip Boş Lafların Saygın Efendisini mi görmeye çalışacak? Eğer yük olmayacaksam, ben de gelsem olur mu? Sonuçta nadir bir yaratık, ben de daha önce hiç görmedim.”
Xie Lian içinden, Çok utandım, ama San Lang beni anlıyor, diye geçirdi. Onun bu düşünceli hareketinden dolayı minnettarlıkla dolu bir halde başını salladı. Shi Qing Xuan bu konuda yorum yapmadı; elbette Hua Cheng’in ona yardım etmek için gelmediğini biliyordu, ama en azından zararı dokunmazdı, bu nedenle Hua Cheng’in gelmesi onun için hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Xie Lian tekrar konuştu. “Boş Lafların Saygın Efendisi gizemli bir yaratık, ne zaman veya nerede belireceğini kim bilebilir?”
Shi Qing Xuan cevapladı. “Ben de bilmiyorum. Gerekirse, büyük bir kente gidip, var olan en iyi restoranda en iyi odayı tutmayı ve seksen, yüz gün kadar içmeyi, oyunlar sergiletmeyi ve her gün kestane fişekleri atmayı planlıyorum. Eninde sonunda gelecektir.”
“Bu da bir yöntem tabi.” Xie Lian. “Ancak eğer ortaya çıksa bile yakalayamayabiliriz. Bir savaşı kazanmanın en iyi yolu kişinin kendisini ve karşısındakini tanımasıdır. Rüzgar Ustası yakın zamandaki diğer avlarını araştırdı mı? Nasıl faaliyette bulunuyor? Belli bir kalıbı var mı?”
“Bu konuyu doğal olarak abim araştırmıştı.” Shi Qing Xuan konuşurken kol yeninden bir parşömen çıkarttı ve açtı. Xie Lian’ın hızlı bir bakış atması huşu içinde durması için yetti. “Şaşırtıcı. Şaşırtıcı.”
Vay be! Bu yaratık sadece büyük balıkları avlıyordu. Parşömenin üzerindeki isimlerin hepsi ölümlü diyardaki duyulmuş kişilere aitti, her biri tanınıyordu ve neredeyse hepsinin sonu trajedi olmuştu. Bu trajik sonların hepsi yıkımın ardından gelen intiharlardı.
Devrilen dağlar gibi yok olan ordularının ardından kendi boğazını kesenler vardı; sonsuz servetleri tek gecede yok olunca kendini üç metre uzunluğunda beyaz sargılarla kendini öldürenler vardı; ve çaresizliğin pençesine düşerek tüm hayatını nüfuz ve zenginlik arayarak geçiren ama bulamayanlar vardı. Boş Lafların Saygın Efendisinin elinden yenilmeleri şart değildi, kendi kalplerindeki ‘kaybetme’ korkusuna yenik düşmüşlerdi.
Ancak listede imparatorlar veya krallar yoktu. Gerçek kralların cennetin oğlu koruyucu halesi olurdu ve kötülükler kolayca içeri sızamazlardı. Genel anlamda yükselme potansiyeli taşıyan kişilerinde etrafında bedenlerini koruyan doğal ruhani bir kalkan olurdu ve iblisleri, canavarları uzak durmaya zorlardı, bu nedenle Xie Lian Shi Qing Xuan’a bağlanan yaratığın sıradan bir şey olmadığını hissetmişti ve belki de birisi bilerek onun peşinden yolluyordu. Eğer öyleyse bu kişi son derece güçlü olmalıydı. Ancak Shi Qing Xuan henüz bir bebekken işaretlenmişti, o zaman böyle bir kişinin dikkatini nasıl çekmişti?
Tam bu sırada Hua Cheng konuştu. “Ge ge, bakabilir miyim?”
Xie Lian parşömeni ona uzattı. “Al.”
Hua Cheng kabaca bir bakış attı ve konuştu. “Kim bu parşömeni hazırladı?”
Shi Qing Xuan cevapladı. “Abim. Neden?”
Hua Cheng parşömeni tekrar masaya attı. “Hiç. Hatalarla dolu sadece. Abin bence bi daha denemeli.”
Bunu duyunca Shi Qing Xuan küplere bindi. “ÇİÇEĞE UZANAN KAN YAĞMURU!”
Xie Lian hemen onu tuttu ve özür diler gibi konuştu. “Rüzgar Ustası, lütfen otur. Otur. Boş ver, San Lang hep böyle konuşur. Öyle demek istemedi.”
Shi Qing Xuan oturdu, sesi tereddütlüydü. “Hep mi böyledir?”
Xie Lian Hua Cheng’e döndü ve sordu. “San Lang, hatalarla dolu dedin. Bu nasıl olabilir?”
Hua Cheng yanına yaklaştı ve ikisi çok daha yakın bir şekilde oturmaya başladılar. Hua Cheng birkaç ismi işaret etti. “Bunlar yanlış.”
Xie Lian isimlere yakından baktı ve hepsinin kindar, kötü kalpli tiranlar olduklarını gördü. “Nereden biliyorsun?”
Hua Cheng. “Çünkü onları ben öldürdüm.”
“…”
Xie Lian. “Hepsi intihar ederek öldü demiyorlar mıydı?”
“Hamle yapmadan önce selamlamak için önden habercilerimi gönderirim ve kendi kendilerini öldürürler.” Hua Cheng cevapladı. “Bu yüzden tam olarak ben öldürdüm sayılır mı bilmiyorum?”
Sayılır mıydı sayılmaz mıydı bilinmez, ama en azından dürüsttü. Shi Qing Xuan birkaç kez rahatsız bir şekilde öksürdü, dudakları titriyordu. “İblisler cennet mensuplarının önünde bu kadar düz bir şekilde nasıl insanları öldürdüklerini tasvir etmeseler olur mu acaba? İblisler cennet mensuplarıyla, diğer cennet mensuplarının önünde böyle soruları açık bir şekilde tartışmasalar olur mu acaba?”
Hua Cheng birkaç ismi daha işaret etti. “Bunlar da yanlış.”
Xie Lian sordu. “Onları kim öldürdü?”
Hua Cheng. “Kara Su.”
Xie Lian şaşırmıştı. “Kara Su İblisi Xuan mı? O hep gözlerden uzak durmaz mıydı?”
Hua Cheng. “Bu öldürmediği anlamına gelmez.”
Ardından Shi Qing Xuan’a döndü. “Saygın ağabeyciğin sana hatalı ve yanlışlarla dolu bir parşömen vermiş, bu araştırma bir parça bile içten yapılmamış ve sadece dikkat dağıtmak için yapılmış bir şeye benziyor, çer çöp. Bu yüzden sana önerim bunu yırtıp yeni bir tane hazırlaman.”
Shi Qing Xuan parşömenini geri aldı ve haykırdı. “Benim abim öyle yapmaz!” Her ne kadar sözleri zayıf olsa da ses tonu katıydı. Shi Wu Du söz konusu kendi küçük kardeşiyken asla özensiz davranmazdı, bu nedenle geriye tek bir ihtimal kalıyordu ve Xie Lian sordu. “Her mesleğin kendi nişi vardır, Su Ustası bu araştırmayı yapabilmek için başka kişilere itimat etmiş olmalı. Bu parşömeni gerçekte kimin hazırladığını sorabilir miyim?”
Biraz tereddüt ettikten sonra Shi Qing Xuan cevapladı. “Ling Wen.”
Xie Lian alnını ovaladı ve konuşmayı bıraktı. Her ne kadar diğer cennet mensupları Ling Wen Sarayına işe yaramadığı için lanet etse de, her şeye rağmen bu kadar çok hata olmamalıydı; neredeyse kaba bir taslaktı sadece. Yumruların kendi aralarında ilişkileri çok iyiydi, en azından yüzeyde. Altta neler vardı, muhtemelen dışarıdan bakan gözler hiç göremeyecekti.
Hua Cheng tekrar yerine döndü ve devam etti. “Sana gerçekle sahteyi ayırt etmek için bir yol daha söyleyeyim: Boş Lafların Saygın Efendisi bir kez gözüne birisini kestirince, her şeyi kökünden çeker. Sadece avı çöküntü yaşayıp ölmez, avının ailesi ve arkadaşları da etkilenir. Yani bu parşömendeki sadece kendisi ölen, ailesi dostları yaşayanların isimleri de yanlış.”
Bunu duyunca Shi Qing Xuan’ın yüzü bir ton daha soldu. Kısa bir süre sonra neşesini geri kazandı ve Ming Yi’ye kuru kuru güldü. “Ming-Xiong, bu senin de tehlikeye girdiğin anlamına gelmiyor mu? Sonuçta en yakın arkadaşımsın!”
Ming Yi ondan daha uzağa oturmak için hareketlendi, tüm yüzünde ‘En yakın arkadaşın olmasam ya lütfen’ yazıyordu. Bu hareketi onu Xie Lian’a yaklaştırmıştı ve Hua Cheng’in gözleri üzerinden geçip gitti, bakışları bıçak kadar keskindi. Shi Qing Xuan’ın böyle bir zamanda bile şaka yapmayı unutmadığını görünce Xie Lian kendini gülümsemekten alamadı. Yine de, Shi Qing Xuan’ın endişeli olduğunu görebiliyordu. Aslında endişesini baskılamak için zaten aşırı neşeli davranıyordu.
Shi Qing Xuan Rüzgar Ustası Yelpazesini açtı ve normalden hızlı bir şekilde beş, altı kez salladı, siyah saçları rüzgarda vahşice savruluyordu. “O zaman şimdi gidelim! En süslü, en yüksek kuleye çıkıp her şeyi unutana dek içelim! Hepimiz bir aradayken ortaya çıkmaya cesaret edebilecek mi çok merak ediyorum. Sayı üstünlüğü bizde, HAHAHAHahahaha…”
“…”
“Rüzgar Ustası lütfen sakinleş.” Xie Lian. “Biraz bekle, mabette yapmam gereken birkaç işim var.”
Bu seyahatlerinin ne kadar süreceğini kim bilirdi, ve iki çocuğu, iki ağız ve bir insanın bedenini ele geçirmiş olan geberesice bir iblisi öylece bırakamazdı. Onlara göz kulak olması için köyden güvenilir birisini bulmayı düşünüyordu, ama sanki Hua Cheng tüm endişelerini ve düşüncelerini tahmin etmiş gibiydi. “Eğer ge ge’nin gitmesi gerekiyorsa, o zaman hiç endişelenmeden gidebilir. Benim yardımcılarım var. Sen gittiğin zaman, elbette birileri gelip mabede göz kulak olacak.”
Xie Lian rahat bir nefes verdi. “San Lang’a şükürler olsun. Birilerinin göz kulak olması çok daha iyi olur.”
Hua Cheng de gülümsedi. “Evet. Birilerinin göz kulak olması gerek.”
Bariz bir şekilde ikisi farklı şeyleri kastediyorlardı. Ancak kimse sorgulamadı. Ming Yi sunak masasından uzaklaştı ve yere bir Mesafe Kısaltıcı Rün çizmeye başladı. Shi Qing Xuan’ın yelpazesi hızla yelliyordu, neredeyse yüzü görünmüyordu. “Bu arada Ekselansları, sormayı unuttum. Kapıdaki kimdi? Onu nasıl kızdırdım da ağzından öyle kaba sözler çıkabildi?”
Ancak tüm mesele kapandıktan sonra, bir de böylesine umursamaz bir halde soruyor oluşunu eğer Qi Rong duysa, şüphesiz yine midesi ekşirdi. Sahiden çok kabaydı, Xie Lian kenara yaslanmış olan RuoYe ve Fang Xin’i toplarken düşündü. “Kendi unvanını duyurmamış mıydı?”
“Ne, sahiden Yeşil Cin mi?” Shi Qing Xuan şaşırmıştı. “O tavrın bir suratı var ha? İnsanın sahiden bazı şeyleri gözüyle görmesi gerekiyor!”
Xie Lian alnını ovaladı ve kısaca olayları özetledi, sır olarak saklamalarını hatırlattı, özellikle de Lang Qian Qiu’dan. Konuşmaları sırasında Ming Yi de Mesafe Kısaltma Rününü çizmeyi bitirmişti. Geçen sefer Nan Feng’in çizdiği ham ve kabaydı, üstelik çok uzun sürmüştü. Ming Yi’ninki ise tam tersiydi; başından sonuna dek elleri hızlı ve kesindi, çizdiği çember çok daha temiz ve cetvelle çizilse olamayacağı kadar muntazamdı. Yazdığı harfler de kitaptan çıkma gibi düzenli ve topluydu, Xie Lian gizlice ağzı açık bakmaktan kendini alamadı.
Rün bittikten sonra Ming Yi. “Gidelim.” Dedi. Shi Qing Xuan derin bir nefes aldı ve nazikçe üfleyerek mumu söndürdü.
Hua Cheng önce çıktı ve kapıyı ilk açan o oldu. Küçük kapı gıcırdayarak açıldı ve dışarısı kapkaranlıktı, sanki kapı yıllar önce terk edilmiş eski bir eve ait gibiydi, hava küf ve toz kokuyordu.
Hua Cheng’in arkasında Xie Lian vardı, geçerken Hua Cheng’e kapıyı açtığı için teşekkür etmeyi ihmal etmemişti, ardından Shi Qing Xuan geliyordu ve en son Ming Yi gelmişti. Eşiği geçtikten sonra kapıyı arkasından kapattı.
Kapı kapandığı anda, kapının arkasındaki karanlıktan bir ses yükseldi, kasvetli ve ürperticiydi. “Gitmek istediğin yer asla hatırlamamayı dilediğin bir kabus olacak!”
Sesi duyduğu anda Xie Lian bir tekme attı.
Kapı anında parçalanmıştı, ancak rün bir kez kullanıldıktan sonra işlevini kaybederdi ve artık kapının arkasında Puji Mabedi yerine bir çöp yığını vardı. Bu ani hareketi yoğun toz bulutları kaldırmıştı ve Xie Lian öksürdü, Hua Cheng’in yaptığı kapıyı kırmadığı için biraz mutluydu, ve kol yenleriyle yüzünü örttü. “Bu Boş Lafların Saygın Efendisi miydi?”
Shi Qing fırçasını ve Rüzgar Ustası yelpazesini sıkıca kavramıştı ve cevapladı. “Bu onun sesi! Beni… Beni mi takip ediyordu?”
Xie Lian tozlu havayı uzaklaştırdı ve tezini çürüttü. “Hayır. Üç cennet mensubu ve bir iblis kralı vardı, eğer birisi seni takip ediyor olsa, nasıl bilmezdik? Daha yeni gelmiş olmalı.”
Ming Yi de aynı fikirdeydi. “Sakin ol.”
Shi Qing Xuan çığlık attı. “Sakinim. Çok sakinim. Ben sakinleşiyorum!”
Hua Cheng ise uzakta durmuştu, telaşsız bir halde konuştu. “Sakinlik iyidir. Ama kesinlikle bir şeyler oluyor. Nerede olduğumuzu bilen var mı?”
Xie Lian etrafına baktı. “Başkentteki en güzel restorana gitmeyecek miydik?”
Neresinden bakarsa baksın, bu terk edilmiş eski ev hiçte Shi Qing Xuan’ın bahsettiği restorana benzemiyordu. Dördü etrafı incelediler ve girişi buldular, ama üzerinde devasa kilitler vardı! Xie Lian bir kez daha tekme attı ve kilitler kırıldı, kapıları açtı. Kapılar açılınca karşılarına çıkan şey ne cehennem alevleri ne de kötülüğün gizemli manzaralarıydı. Tamamen normal, silik bir kasabaydı.
Hua Cheng kaşlarını kaldırdı. “Başkentler böyle görünmemeli.”
Xie Lian tüm kalbiyle katılıyordu. Büyük bir kentin halesi böyle küçük bir kasabanınkiyle kıyaslanamazdı ve arkasını döndü. “Toprak Ustası, ründe bir hata mı yaptın?”
Ming Yi. “Hata yapmadım. Getirmeyi planladığım yer burası değildi.”
Xie Lian hemen anlamıştı. Demek ki yaratık olaya müdahale etmişti. Onun tarafından buraya gönderilmişlerdi.
 Çevirmen: Nynaeve
138 notes · View notes
tarkankurdu · 5 years
Note
Selaaaaam ben ponçik anonimin nasılsın. Umarım iyisindir beni sorucak olursan ben çok iyiyim. Günün güzel geçmiş olmasını diliyorum sen bir insanın sahip olabileceği en iyi arkadaşsın ve daha da önemlisi sen benim arkadaşımsın. Lütfen sözlerimi yanlış anlama çünkü sözlerimi yanlış anlayanlar laf ediyorlar aşıksın, onu seviyorsun diye ama benim tek amacım arkadaşlarımı mutlu etmek çünkü arkadaşlarım mutlu olunca ben de mutlu oluyorum. İyi geceler iyiki varsın. Ponçik anonimden sevgilerle. ❤️❤️❤️
Teşekkür ederim ponçikcim sende iyi ki varsın sağol hiç unutmuyosun beni bu çok güzel bişey. Mutluluğun daim olsun her zaman gül ne kadar teşekkür etsem az ama teşekkür ederim ☺🌺⚘
2 notes · View notes
aynurant · 5 years
Text
BENI HİÇ ANLAMADIN ANLAMAYACAKSIN
ŞIIR: AHMET ÇABUK
YORUM : ELIF ÖZALLI
Beni hiç anlamadın, anlamayacaksîn.Aslında o kadar da farklı değiliz, farklı bakıyoruz sadece, farklı düşünüyoruz. Senin sözde doğruların var; benim kalpte yanlışlarım. Senin gitmeyen korkuların var; benim bitmeyen duygularım. Senin uzun kahvaltıların var; benimse yetmeyen uykularım. Sen bir ömür sonrasında yaşıyorsun; ben bir saat öncesinde. Sen hayata koşuyorsun, ben hayatın gölgesinde. Öyle ki, bir adım mesafe bile bazen gurbet oluyor işte…
Beni hiç anlamadın, anlamayacaksın.
Oysa ben içinde sen olmayan bir cümle kurmak isterdim, içimden gelerek. İçmeden içimi dökmek isterdim. Hani hep soruyorsun ya bana, ben senin neyinim, diye. Sen benim düş güzelim, sen benim rüyamsın. Sen içimdeki maviliği taşıyan gökyüzümsün. Sen, en karanlık tarafımı gören gecemsin. Sen, aynı günaha battığım suç ortağım, idam hükmünü bozan kararımsın. Sen kalbime yararım, sen ömrüme zararımsın. Sen, yaşanmamış gün, sen yaşanacak zamanımsın. Şimdi sorma artık bana, ben senin neyinim diye. Sen anahtar sözcüğüm, sen gizli öznem, sen imlâ hatamsın. Sen satırbaşım, sen sırdaşım, sen arkadaşımsın. Sen seve seve yaptığım yanlışımsın.
Beni hiç anlamadın sen, anlamayacaksın. Oluruna bıraksam her şeyi, bilmemki başıma ne işler açacaksın? Öyle bir yerdesin ki bende; dokunsam yakacak, bıraksam kaçacaksın. Bilmiyorum, sen söyle güzel gözlüm; ne yapayım ben seninle? Dağları mı dizeyim önüne kal diye, yoksa gidişini seyre mi durayım? Derdini veren mi olayım, derdinden verem mi ben?
Aklımda kumpaslar, yüreğimde tuzaklar, bin mayın patlar içimde bir hayalin sonunda. Kadere düğüm atıp, kedere düğün tutar kalbim… Ellerim başlı başına muamma, dilim sığmaz ağzıma, gözlerim bana yabancı, gönlüm ise iflah olmaz bir yalancı… Ben dürüstüm aslında, acınla kıyaslamam, kıyaslayamam hiç bir gülüşünü. Yalnızlık da sevseydi beni sensizlik kadar, bir sıcak bakışa çoktan râm olurdum ben de.
Kafam karmakarışık ama şunu bil ki bana bir tek sen iyi geliyorsun. Senin yanında unutuyorum zamanı, bir tek seninleyken düşünmüyorum; beni üzen sancıtan hiç bir şeyi… Kimim var ki senden başka, kim anlar ki senden başka? Bu kadar çarpmasan yüzüme gerçekleri, sen de anlarsın aslında. Cevap veremeyeceğim sorular yerine, duymak istediklerini sorsan. Onlara dokunup, kanatmak yerine, yaralarımı sarsan; olmaz mı? Ey güzel gözlüm, ey sahipsiz yazılarımın kimliksiz kahramanı; içimden cenazeni kaldırıp, gözyaşımı döksem ardından, “çık” desem aklımın çaprazlarından, “git artık, bit ne olur bit…” desem; biter mi? Ya da, hayallerine düşsem tepetaklak. Başımı çarpsam dizlerine, ılık ılık aksa mutluluk içime ve can versem gözlerinde… Yeter mi?
Beni hiç anlamadın sen, anlamayacaksın. Aslında o kadar da farklı değildik, senin sözde doğruların vardı; benim kalpte yanlışlarım. Senin gitmeyen korkuların vardı; benimse bitmeyen duygularım. Senin uzun kahvaltıların; benimse yetmeyen uykularım. Şimdi/nin önemsiziydi yarının artıkları, can kafesimin demir parmaklıklarıydı içimde bıraktıkları. Dilim düşman olsa da benliğime, içinde sen olmayan bir cümle kurmak isterdim, içimden gelerek. İçmeden içimi dökmek isterdim ama içtikçe hasretini içim gider doyamam özlemine. Saçlarından tutup gecenin, koynuna bırakmak isterim hayallerimi. Yanağına bir öpücük, yastığına bir gül bırakmak isterim. Sevgiden fazlası olmaz, sen içimi gör yeter, işte bu yüzden, en çokta bu yüzden; ne olur kal yanımda. Ben susuyormuş gibi yaparım, sen dinliyormuş gibi. Ben sevmiyormuş gibi yaparım, sen bilmiyormuş gibi.
9 notes · View notes
ozamanbenyokum · 2 years
Text
TERTEMİZ BİR SAYFA
"Kalbin kadar temiz bu sayfayı bana ayırdığın için teşekkür ederim canım arkadaşım."
Bu giriş cümlesi size bir şeyler hatırlattı mı? Çocukken günlük ve hatıra defteri furyası ortaya çıkmıştı. Çiçekli böcekli defterler alır, sayfa sayfa arkadaşlarımıza ayırırdık. En sevdiğimiz ve en yakın arkadaşlarımızı ilk sıralara yazardık. Çünkü en iyi arkadaş olmak bunu gerektirirdi.
Sen benim en iyi arkadaşımsın, diye biterdi kocaman paragraflar. Evde şu an iki tane hatıra defterim var, arada açar okurum. İnanır mısınız, neredeyse herkes 'en iyi arkadaşımsın' yazmış. Tabii ki bu doğru değil. Herkesin en iyi arkadaşı olmama imkan yok. Fakat kimseyle de kavga etmeyen biriydim. Arkadaşlarımı severdim ve uyumluydum. Küsleri barıştırmaya çalışır, ne olursa olsun yanlarında olurdum.
Çok sevdiğim bir arkadaşım, hala da severim, orta okulda başka okula gitmişti. Bir gün bizim okula ziyarete geldiğini gördüm. Zilin çalmasına da az kalmıştı. Hızlı hızlı merdivenlerden inerken, pat. Yere kapaklandım. Ama yarama bakmıyordum bile. Koşa koşa arkadaşın yanına gittim, sohbet ettik, sonra da uğurladım. Dizimdeki yaraya çok sonra bakabildim. Hatta şu an da bakıyorum. Yıllar geçmesine rağmen sağ diz kapağımın üstünde izi kaldı. Bu da böyle bir anımdı. Okursa anlayacaktır kendisi olduğunu. O arkadaşımla daha neler yaşadık. Hele bir yüzme kursu hatırası vardır ki, neyse sonra anlatırım.
---
Çocukluk anılarımı yazmak için oturmamıştım ama içimden geldi sanırım. Aslında anlatmak istediklerimle biraz alakası var. Dediğim gibi hep insanların yardımına koşan, ne olursa olsun zor zamanlarında yanında olan, olamasam bile buna çalışan bir insanım. Sevmediğim insan yoktur. Hadi abartmayayım belki birkaç tane. Beşi bile geçmez. Onların da ya enerjisini sevmemişimdir ya da bana ve değer verdiğim insanlara kötülük yapmışlardır.
Fakat ben bu aralar neyi fark ettim biliyor musunuz? İnsanların benim gibi olmadığını. Kendimi abartmıyorum, fakat değiller biliyorum. Herkes önce 'ben' diyor. "Ben nasıl hissedersem onu söylerim, karşımdaki üzülmüş mü kırılmış mı umurumda olmaz. İnsanlar zor zamanlarımda yanımda olsun ama ben onların canı sıkkınken anca laf olsun diye sorayım nasıl olduğunu."
Neredeyse bunu birkaç aydır iyice gözlemliyorum. Bazıları değil çoğu böyle. Üzgünüm. Sanırım bir tek ben bencil olmakta zorlanıyorum. Kendime ait sınırlarımın olmadığını düşünüyorum. Size ufak bir örnek vereyim. İnsanlar benden bir şey rica ettiklerinde o an herhangi bir işle uğraşsam bile, işim önemli olsun olmasın, bırakır istediklerini yapardım. Aman insanların işi hemen görülsün, beklemesinler. Fakat aynı şeyi ben istedim diyelim mesela bana verilen cevap biraz sonra yaparım, oluyordu. Bu beni değersiz hissettiriyordu. Ben işimi gücümü bırakmış yapmışım senin için, sen neden yapmıyorsun, diyordum. Aman aklınız karışmasın bunu da içimden diyordum. Dışımdan söyleyemem, insanlar üzülür.
İnce düşünmek çok yorucu. İnanın bana. Sürekli kendi isteklerini, zamanını, arzularını geri plana atıp, insanlara oldukça fedakarlık göstermek çok yıpratıcı. Geçen hafta tüm bunları şans eseri, belki de konuşmamız gerekiyormuş, küçük teyzemle konuştuk. Bendeki bu davranışların artık alışkanlık haline geldiğine emin oldum. Koskoca bir alışkanlık. Ama insanlar alışkanlıklarını bırakabilirler. Biraz daha bencil olabilirler. Ben de biraz daha bencil olma yolundayım. Bunun da kötülük olduğunu düşünmüyorum. Gerçi bazen insan en büyük kötülüğü yine kendisine yapıyor. Çok fedakar olarak ve ince düşünerek...
Bunlar gamsızlar için değildi. Onlar zaten yolunu bulmuş. Yazdıklarım oldukça ince düşünen ve insanları memnun etmekten yorulmuşlar için. Biliyorum hala benim gibi olanlar var. Tertemiz bir sayfa açmak ve başrolüne kendimizi yazmak için çok geç değil. Sevgiyle kalın...
1 note · View note
yacanimmisin · 7 years
Text
12.12
Nasıl başlamalı bilmiyorum. İçimdeki huzuru, dinginliği, mutluluğu anlatabilecek pek kelimem yok. Daha doğrusu olan kelimeler duygularımı tam anlamıyla karşılayamaz. Hayatıma kattıklarını açıklayabilecek zamanım yok. Bildiğim tek şey hayatımdaki bütün güzelliklerin sebebi olduğun.. Emin olduğum tek şey daima yanımda olduğun. Günler günleri, haftalar haftaları, aylar ayları kovalıyor. Ve bu kıstasa “seneleri” de ekledik. Ben inanmazdım. Ben sen olmazsan yapamazdım. Bomboş, ıssız bir yolda yönümü kaybetmiştim. Sen geldin, yolumu çiçeklendirdin, rotamı gösterdin ve tuttun elimden, birlikte ilerlemeye başladık. Benim için anlam kazandı yolum, yolun sonuna dair hayaller kurmaya, yolun sonunu düşündükçe gülümsemeye başladım. İyi ki varsın sevdiğim, iyi ki yol arkadaşımsın, iyi ki hayat arkadaşımsın, iyi ki aşkımsın, iyi ki dostumsun, iyi ki yoluna gönül koyduğumsun. İyi ki en’lerimin en karakterisin sen.. Şöyle geçip giden günlere bakınca ‘daha bu kadarcık mı olmuş?’ diyorum; zamanım seninle kıymet buluyor sevdiceğim. Keşke diyorum, keşke seninle geçirdiğim birkaç dakikayı ipek bir mendile sarıp da saklayabilsem. Seninle olmak çok güzel, seni sevmek çok güzel, seninle konuşmak çok güzel, seni dinlemek çok güzel, seninle kahvaltı etmek çok güzel, seninle film izlemek, müzik dinlemek, seninle İstanbul’u izlemek çok güzel; sana dair her şey çok güzel. Çok şükür sevdirene, sevmeyi nasip edene.. Bugünde de sana uzak olabilmenin hüznünü, hayatımda oluşunun tatlı sevinciyle karışık yaşıyorum. Rabbim bizi en yakın zamanda kavuştursun. Seni çok seviyorum, iyi ki hayatımdasın sevdiğim. Nice senli, mutlu senelerimize 😍🌺❣️
64 notes · View notes
blackwoman-810 · 5 years
Text
Böyle şeyler yazmayı hiçbir zaman beceremicem galiba. Konuşmaya nasıl başlanır ne denir bilmiyorum. Bu gün 2. yılımızı geride bırakıyoruz kolay kolay gelmedik bu güne, bir çok engelle karşılaştık ama o engelleri el ele verip aştığımızı düşünüyorum ❤ Şu içimdeki huzuru, dinginliği, mutluluğu anlatabilecek pek kelimem yok. Daha doğrusu olan kelimeler duygularımı tam anlamıyla karşılayamaz. Hayatıma kattıklarını açıklayabilecek zamanım yok. Bildiğim tek şey hayatımdaki bütün güzelliklerin sebebi olduğun.. 🖤 Emin olduğum tek şey daima yanımda olduğun. Günler günleri, haftalar haftaları, aylar ayları kovalıyor. Ve bu kıstasa seneleri de ekledik.🙏🏻 Ben inanmazdım. Bomboş, ıssız bir yolda yönümü kaybetmiştim. Sen geldin yolumu çiçeklendirdin, rotamı gösterdin ve tuttun elimden birlikte ilerlemeye başladık.❤ Benim için anlam kazandı yolum, yolun sonuna dair hayaller kurmaya, yolun sonunu düşündükçe gülümsemeye başladım. İyi ki varsın sevdiğim iyi ki yol arkadaşımsın iyi ki hayat arkadaşımsın iyi ki aşkımsın, iyi ki yoluna gönül koyduğumsun.🖤 İyi ki en’lerimin en karakterisin sen.. Şöyle geçip giden günlere bakınca daha bu kadarcık mı olmuş diyorum zamanım seninle kıymet buluyor sevdiceğim.🌸 Keşke diyorum, keşke seninle geçirdiğim birkaç dakikayı ipek bir mendile sarıp da saklayabilsem.🖤 Seninle olmak çok güzel seni sevmek çok güzel seninle konuşmak çok güzel seni dinlemek çok güzel sana dair her şey çok güzel. Çok şükür sevdirene, sevmeyi nasip edene.. Bugünde de sana uzak olabilmenin hüznünü, hayatımda oluşunun tatlı sevinciyle karışık yaşıyorum. Rabbim bizi en yakın zamanda kavuştursun. Seni çok seviyorum, iyi ki hayatımdasın sevdiğim ❤ Hep yan yana hep el ele nice mutlu senelerimize 🖤❤🌼🖤❤
0 notes
bupartideylullesin · 5 years
Link
BU VİDEO KESİNLİKLE MİNNOŞ, MUHTEŞEM, KUSURSUZ İKİZİM BARIŞLA BENİ ANLATIYOR 
Barış... Sen bu hayatım boyunca edindiğim en güzel arkadaşımsın. O kadar kötü şeyler başıma geliyor ki bana iyi gelen tek şey sensin bu hayatta. Bana kattığın her güzellik için sana müteşekkirim. 
Aramızdaki bağ demirden bile kat kat güçlüydü. O benim için kimsenin ulaşamadığı ve asla ulaşamayacağı seviyedeydi. O benim için aşkın verdiği histen daha güzel bir hisse sahipti. Ve şu ana kadar tanıdığım en güçlü insandı. 
İşte sevmek buydu. Orada olduğunu bilmek, iyi olduğunu bilmekti.
0 notes
sonsuzutopya-blog · 7 years
Text
İlk Aşk
    Hayatım, aramak, bazen ne aradığını bile bilmemek ama sonuçta hiçbir şey bulamamaktan ibaretti. Yine, hep öyle oldu.     İlkokul zamanlarım çokta eğlenceli ve başarı dolu geçmemişti. Sürekli dayak yiyor, azar işitiyordum. Gel zaman git zaman ilkokul dördüncü sınıfa geçmiştim. -İnanın bana nasıl geçtiğimi ben de bilmiyorum.- Sınıftaki kişiler ile uzun zaman hiçbir ilişkim olmadı. Hani yeni bir sınıfa geçince ya da sınav zamanı en arka sıraya geçip köşeye oturan tipler vardır ya, hah! işte ben de öyleydim. Sol arka tarafta pencerenin hemen yanında ki arka sırada otururdum hep. Normalde şeytan gibi çocuğumdur. Yerimde durmam pek. Ama sınıfta öyle biri vardı ki... insan, aşık olunca ne kalbine ne de gönlüne söz geçirebilir. Şimdi diyeceksiniz ki, ulan daha dördüncü sınıftasın neyin aşkı bu? Bildiğiniz aşk işte. Önce saçlarına, o kıvırcık sarı saçlarına.. parmaklarımın saçlarının arasında dolaştığını hayal ederdim. Sonra mimikleri. Çok tatlı mimikleri vardı, küçücük dudağı ve harika bir teni vardı. Bütün bunları sadece ben kendim biliyor, kendi kendime düşünüyor ve kurguluyordum. Çünkü yanına gidip konuşacak gram cesaretim yoktu. İtiraf ediyorum: Çizgili defterimin çokça sayfasını onun ismiyle doldurmuştum hep. Sol yanım onunla dolup taşmış, çizgili defter ne ki ? Daha sonra ne olduysa -keşke olmasaydı- yakınlaşmaya, konuşmaya başladık birbirimizle. Benim gibi bir öğrenci o en arka, kuytu köşedeki sıradan kalk, en ön sıraya, kızın önüne otur. Hemde tek başıma. Lükse bak amınakoyim! Öğretmenler, yanıma kaç kişiyi oturttu da tenefüste tehtid edip ya da bazılarını dövüp geri kaldırdım yanımdan. Çünkü Hazal vardı arka tarafımda. Bir başkasının görmesine bile dayanamadığım o ilk aşkım... ben basketbolu seviyordum, Hazal'da. Ben müzik dinlemeyi ve söylemeyi seviyordum, Hazal'da. Boş derslerde tahtanın önüne geçip ''Sözlerimi geri alamam...'' şarkısını söylemesi hala kulaklarımda canlanıyor. Hele ki şarkıyı söylerken o küçük küçük dans hareketleri... Hazal ile bilmem nasıl oldu ama bayağı yakınlaşmaya başladık. O zeki bir kızdı hemde fazlasıyla. Bense tembel, avare bir çocuktum. Derslerde hocayı boş verip, arkama dönüp Hazal ile muhabbet ederdik. Hoca farkedince hemen suçluluk durumunu kendi üzerime alırdım ama Hazal hiç izin vermezdi. O da ortak olurdu ve birlikte işitirdik azarı. Ökkeş hoca vardı, Fenci. Benim fen bilimleri ile şu ana kadar hiç alakam olmadı. -Fizik hariç.- Beni kaldırıp soru sordu. Ben ayakta mal mal düşünüyor, etrafa bakıyordum. Sonra bir ses. Allah'ım! ne de güzel bir ses. Kısık da olsa, birilerine yakalanmamak için hafifte olsa Hazal'ın bana yardım etme sesi. Kulağımla duymayı bırakın, sol yanımla bile duyuyordum onun söylediklerini. Hazal sayesinde tüm sınavlarım iyi geçiyordu. Kopya çekmeyi bilmeyen o kız, bana tüm sınavlarda kopya veriyor ve iyi bir not almamı sağlıyordu. Bizim zamanımız da SBS vardı. Tabii, öyle böyle sınıf atlıyorduk ve sınav heyecanı sarıyordu herkesi. Ailem, bana sormadan beni dershaneye kayıt etmişler. Sınav yaklaşıyor, oğlum dershaneye gidip sınavına daha iyi hazırlansın, diye. Yahu sevgili ailem, bana niye sormadınız ? Dershaneye ödeyeceğiniz taksitlerin parasını bana verseydiniz ben şu an ODTÜ ya da Boğaziçin'de olurdum. -Olmadı.- Akşam annem verdi haberi. Elinde dershane çizelgesi ile. Sabah erkenden sınav varmış. Bu sınavda alınan puana göre öğrencileri en iyi sınıftan en kötü sınıfa yerleştirmek içinmiş. Ben tabii ki en kötü, en son sınıfa düştüm. 706. 701-702-703 en zekilerin olduğu sınıftı. 704 ortadan hallice. 705-706 ''Dipteyim, sondayım, depresyondayım...'' sınıfıydı ve ben de 706'daydım. Sınıfın en kolpa çocuğuydum. Hocalar benimle baş edemediğinden artık onlarda bana alıştı ve ''Beni böyle sev seveceksen'' sözüyle öyle sevdiler beni. Allah yukarıda, hiç kimseye bir saygısızlığım olmamıştır. Derste, hoca varken bile küfür ederdim ama asla kişisel olarak değil tabii. Hayatımda ilk defa dershanede iken çokça çevrem, arkadaşım olmuştu. Sınıfımda ki tüm kızlar bana hastaydı. Hasta derken öyle aşk anlamında değil. Sempatik, komik çocuğum şimdi, ondan mütevellit yani. Hafta sonu dershaneye sabahın köründe geldiğim vakitlerden biriydi yine. Allah'ım! Allah'ım gerçek mi bu? 2 derece miyopum acaba yanlış mı görüyorum ? Hayır, yanlış görmemiştim. Oydu işte. Her zerresine aşık olduğum ve her zerresini ezberlediğim ilk aşkım, Hazal. Dershaneden içeri girmişti. Ulan kaç ay oldu ben şimdi mi görüyorum bu kızı ? Bir yandan kendi kendime sitem ederken bir yandan da sevgili aileme teşekkür ediyordum; beni bu dershaneye kayıt ettirdikleri için. Meğersem Hazal'la aynı dershanedeyiz. O çok zeki olduğu için 701. sınıfta haliyle. E, ben de gerizekalı olduğum için en son sınıftayım ve onu görmemem çok normal. Ama yine de kendi kendime sormadan edemiyordum: Ulan, hiç mi görmedin sahi ? Koridorlarda, aşağıda, etüt odalarında ? Hayır, gerçekten de hiç görmemiştim. Arkasından koşarak ''HAZAAAALLLĞĞĞ'' diye bağırıyordum. Merdivenlerde yakaladım onu. Bu kız çok hızlıydı bir de. O zamanlar Hüseyin Bolt yoktu ama Hazal vardı işte... ''Aaa! sen de mi bu dershanedesin? Çok iyi, n'aber?'' Kaç aydır bu dershanedeyım hemde. Benim ayıbım Hazal. Benim ayıbım ilk aşkım. Seni görmemek, burada olduğunu bilmemek benim ayıbım, özür dilerim. Diyemedim tabii bunları. ''Evet, ailem yazdırmış beni. Çok işe yarayacağı yokta işte...'' Seni gördüğüme çok sevindim Hazal. Şu an midemde değil kelebekler; Nuh'un gemisi dolaşıyor Hazal... desene olm bunları, niye sessizce içinden konuşuyorsun ? Kendim söyledim, kendim duydum ve kendim biliyordum, hep olduğu gibi. ''Kaçıncı sınıftasın peki ? 706, değil mi?'' Kurban olduğum, nasılda biliyor beni. ''Evet. Sınıf iyi ya. Hocalar filan bayağı muhabbet kurduk birbirimizle.'' ''Bizim sınıfa geçmeye çalış. Bir sonraki sınıf atlama sınavında. Yanım boş. Hem basketbol konuşuruz hemde eğleniriz.'' Sen bana öl de, ölürüm ben be Hazal. Ama amınakoduğumun sınavında bir türlü yükselemiyordum. Eh be Hazal! ne var sanki bu kadar zeki olacak. Hayır, en son sınıfa düş demiyorum da bari ortalarda filan kavuşsaydık. Ne yaptıysam olmadı. Ulan bir insan tüm sınavlarda nasıl eksi net çekebilmeyi başarırdı, hayret. Allah'ım! bana bu kadar duygusallık, düşünce ve iyi niyet vereceğine biraz da zeka verseydin, ne olurdu ? Sınıf atlayamamıştım belki ama sürekli Hazal'ın yanındaydım. Konuşuyor, sohbet ediyorduk. O gülünce benim içim geçiyordu. En son çok ciddi bir şekilde ben bu kızın okuduğu sınıfa geçmeyi kafaya koymuştum. Gizem diye bir kız arkadaşım vardı. O da zekiydi. 702. sınıftaydı o. Bununla oturup konuştum. Sınavda birlikte oturup bana kopya verecekti. Kabul etti sağ olsun. Ama yine olmadı. Oldu da 701. sınıf değil 703. sınıf oldu. Gizem de 701. sınıfa yükseldi. Allah'ım! bu kadar mallık bana fazla, gerçekten. Ama dershane zamanlarımın ilk defa en yüksek sınav sonuçlarını alıyordum, Gizem sayesinde tabii. Ailem, inanmıyordu bana. Bunu benim oğlum yapmış olamaz, diyordu. Heheheyt! sevgili ailem, elimde kapı gibi sınav sonuç belgesi var, al, buyur bak. 703. sınıfa geçmem de bir şeydi. Çünkü Hazal ile aramda sadece tek bir sınıf vardı. Dershane saatlerimiz aynıydı. Yani bu demek oluyordu ki benim için; Hazal ile beraberim. O gün, cehennemin dibini boylamaya imza attığım gün geldi çattı sonra. Hazal, Fen Bilgisinden etüt almıştı ve benimde gelmemi istiyordu. Ben de kabul ettim ve ismimi yazdırdım. Fen Bilgisi filan hikaye arkadaşlar; sevdiğim kızın yanında olacaktım. Ben ona bakınca benim tüm hücrelerim, sistemlerim zaten tavan yapmış oluyordu. Hoca, gel ben sana pratik olarak kendi üzerimden Biyoloji anlatayım, o derece yani. Hazal'ın sınıfında arkadaşları olduğunu öğrendiğim Duygu ve Yasenya vardı. Etüt'de dördümüzdük. Etüt sonrası hep birlikte kantinde bir şeyler yedik içtik ve muhabbet ettik dolayısıyla artık ben de Duygu ile Yasenya'yı tanımış bulunuyordum. Keşke tanımasaydım amınakoyim. Daha sonralar Yasenya benimle daha bir içli dışlı olmaya başladı. Şimdi bende kıza ''siktir git amınakoyim. Ocağıma incir ağacı mı dikeceksin. Git. Benim işim seninle değil, Hazal'la, ne olursun git.'' diyemem, diyemedim de. Keşke deseydim ama. Bazen, sevdiğiniz için kaba da olmak gerekiyor. Kendinizden ödün vermeniz gerekiyor. ''Cahildim, dünyanın rengine kandım...'' Neşet Baba, rahmetle... Meğer bu Yasenya bana abayı yakmış. Duygu ve Hazal'a da bunu söylemiş. Duygu, sürekli yanıma gelip ağzımı yoklamaya çalışıyordu. Yer mi lan Anadolu çocuğu! ''Hazal'ı seviyorum ben. İlk aşkım o benim. Her zerresini ezberlediğim kadın o'' diyemiyordum bir türlü. Diyemediğim için de Yasenya kendini iyice aşıyordu tabii. Ama ilginçtir ki, Hazal bana bununla ilgili tek bir kelime etmiyordu. Kurban olduğum, üzülmüşmüdür acaba? Merak etme sevdiğim. Benim gözüm o sıralar senden başkasını görmüyor. Tenefüste Yasenya bana aşağıda biraz konuşabilir miyiz, diye sormuştu. Aha! yaşadın olm. Kafaya koymuştum, her şeyi söyleyecektim ve bu davranışlarının boşa kürek sallama olduğunu anlatacaktım ona. Kabul ettim hemen. Tenefüste, boş etüt odasında Yasenya ile birlikteydim. Nasıl kasılıyorum, nasıl anlatacağım, ne diyeceğim, bilmiyorum bir türlü. Yasenya, ''Sana bir şey söy...'' ''Söyleme bana bir şey Yasenya. Ben Hazal'ı seviyorum. Dördüncü sınıftan bu yana gözüm, gönlüm sadece onda. Güzel kızsın ama ben Hazal'ı seviyorum. O bilmiyor ama seviyorum. O görmüyor ama seviyorum. İlk aşkım o benim.'' Kafamı sikeyim! Kafamı sikeyim! ulan tamam, biliyoruz, seviyorsun, dolusun ama öyle hayvan gibi söylenir mi? Kafamı sikeyim! Yasenya, ayaklı Trt gibi bu söylediğim her şeyi tek tek Hazal'a söyledi tabii. Ben etüt odasında tek başıma kalakalmış, şimdi ne bok yiyeceğimi kara kara düşünürken Hazal pat diye odaya girdi. Ben daha Hazal bir dakika demeden, Hazal bana bir güzel tokat attı. Sonra bir tane daha. Allahsız! eli de ağırmış, acıyordu. Ama olsun, vur be, bir daha vur. Vurduğun yerde gül biter be senin... ''Sen nasıl böyle bir şey dersin ? Sen benim arkadaşımsın. Sana inanamıyorum.'' Ne dedim be Hazal ? Kötü bir şey mi dedim ? Sadece seni sevdiğimi, ilk aşkım olduğunu söyledim. Her zerrene aşık olduğumu söyledim. Sana bir şey olsa ilk benim canım acır duygularımı, hislerimi söyledim. Evet, arkadaşız. Ama sevdim Hazal seni, engel olamadım. Sen de bu kadar güzel olmasaydın amınakoyim, ne yapim ? Gönül bu, laf dinlemiyor ki. Adını çizgili defterlerime doldurdum. Seni kimseye anlatmadım, kıskanacağımı bildiğim için. Göğüs kafesimde sakladım seni. Sensiz yaşadım seni. Öyle temiz, öyle güzel. Yine diyemedim tabii bunları. Hiçbir şey diyememiştim de zaten. O iki tokatı atıp ardından o cümleleri söyledikten sonra ben buz kesmiştim. Ağzımdan tek bir cümle çıkmamıştı. Dudaklarım bile kıpırdamamıştı. En can alıcı cümleyi de en son söyledi. ''Bir daha benimle muhattap olmuyorsun, sakın!'' Kulağımda, zihnimde canlanmıştı bu cümle. ''Bir daha benimle muhattap olmuyorsun...'' ne demekti bu ? Gerçekten anlamamıştım o zaman. Ya da anlamak istememiştim. Görüşmeyeceğiz mi? Konuşmayacağız mı? E, zaten bunları yapmıyorken bile ben seni yaş��yordum be Hazal. N'olmuş yani?     Bir kadını gerçekten sevmişsen kalbinden başka hiçbir şeyin kalmamıştır; aslında bir yerden sonra kalbi de yüktür ama taşımaya değer tek yük bu olduğundan, sevgiliyi içinde taşımanın hatırına kendi kalbine tahammül eder insan.
1 note · View note
ozamanbenyokum · 3 years
Text
POYRAZ’A ÖYKÜLER-
-BÖLÜM 1-
Güneşli bir günde Poyraz; annesi, teyzesi, halası, babaannesi ve dedesiyle yola çıkmıştı. Arabada olmayı çok seviyordu Poyraz. Arabadayken mutlu oluyor, neşeleniyordu. Bazense diğer arabalara bakıyordu.
Kırmızı, sarı, lacivert, siyah renkli arabalar ilgisini çekiyordu.
Köye vardıklarında etrafı seyretmeyi çok seven Poyraz, ağaçlara baktı.
“Burası ne kadar da yeşil” diye geçirdi içinden.
Burada nasıl hayvan arkadaşlarım, dostlarım olacak kim bilir” dedi. Köy evinde Poyraz’ı ilk kaplumbağa karşıladı.
“Hoş geldin köyümüze yakışıklı Poyraz” dedi. “Ben kaplumbağa arkadaşın Şakir, bu köy hakkında öğreneceğin çok şey var. Duyduğuma göre sen çok meraklı bir bebekmişsin. Fakat önce anne sütünü içmelisin sonra da uyumalısın. Bebekler için süt ve uyku çok önemlidir Poyraz. Kalktığında seninle bol bol sohbet edeceğiz.”
Kaplumbağa arkadaş giderken Poyraz’a göz kırptı ve güldü. Poyraz, bu yavaş yavaş yürüyen, oldukça sakin olan arkadaşına gülümsedi. Çok iyi arkadaş olacakları şimdiden belliydi.
Poyraz, yeni arkadaşı gittikten sonra söylediklerini yaptı. Önce annesini güzelce emdi. Sonra ise güzel ve huzurlu bir uykuya daldı.
-BÖLÜM 2-
Poyraz mis gibi bir havaya uyandı köyde. Burasını çok merak ediyordu. Babaannesi İzmir’de neredeyse her gün köyden bahsediyordu.
Arkadaşı kaplumbağa Şakir, kendisiyle sohbet edeceğine söz vermişti. Çevresine bakındı. Fakat onu göremedi.
Aaa, o da neydi?
Kafasının üstünde vızır vızır dönen biri vardı. Sarı ve siyah renkliydi. Hışırtılı kitaplardan gördüğü kelebeğe benzetti.
“Kelebek misin sen?” dedi.
“Hayır” dedi, kafasının üstünde dolaşan minik. “Ben bir bal arısıyım. Adım da Petek. Seninle tanıştığıma memnun oldum Poyraz. Kaplumbağa arkadaşın Şakir’in anlattığı kadar tatlı ve yakışıklıymışsın.”
Poyraz, Petek’in sözlerini duyunca gülümsedi. “Şakir nerede?” diye sordu.
Petek, “Şakir’in bugün işi varmış. Seninle ilgilenmemi istedi. Ben de seve seve kabul ettim.”
“Ne güzel” dedi Poyraz. “Yeni bir arkadaşım daha oldu. Seni şimdiden çok sevdim Petek. Duyduğuma göre halam sizden epey korkuyormuş. Yıllar önce bir arı canını acıtmış. Benim canımı acıtmayacaksın değil mi?”
Petek, “Elbette senin canını acıtmayacağım minik Poyraz. Sen benim arkadaşımsın, senin canını acıtmam.”
Poyraz, yeni arkadaşı Petek’ten bunları duyunca mutlu oldu.
“Ailem birazdan beni hazırlayıp, denize götürecek. Benimle gelip, orada oynar mısın? Hem kendin hakkında hem de deniz hakkında sohbet ederiz.”
“Tabi ki benim tatlı arkadaşım” dedi Petek. “Seve seve. Fakat ben sizin arabanızla gelemem. Çiçekleri koklayarak gelirim, orada görüşürüz, Poyraz.”
Poyraz, yeni arkadaşı Petek gittikten sonra heyecanla bekledi ailesini. Teyzesi, annesi, halası ve dedesi hazırdı artık. Ve yolculuk başladı.
-BÖLÜM 3-
Arabada annesinin kucağında olan Poyraz, etrafına baktı. Ağaçlara, çiçeklere, yolda karşılaştıkları hayvanlara.
Çok meraklıydı.
Yolda bir ara, uzun ve ince bir hayvan bile gördüler. Halası bunun bir yılan olduğunu söyledi küçük yeğenine. Poyraz, yılana yakından bakmak istese de bakamadı.
“Acaba, benim yılan arkadaşım olur mu?” dedi. Yılanlar hakkında da bilgi sahibi olmak istedi.
Bir yandan da yeni arkadaşı Petek’e bakınıyordu, camdan. Bir ara gözleri o kadar yorulmuştu ki, kısacık bir uykuya daldı annesinin kucağında.
Araba durduğunda, Poyraz da gözlerini açtı. Hayatında ilk defa bir deniz görüyordu. Poyraz, hayretle etrafına baktı.
Yüzeceği için çok heyecanlı ve mutluydu. Suyu, yıkanmayı çok seviyordu. Bu yüzden denizden korkmayacaktı. Zaten denizin en sığ kısmında olacaklardı.
Teyzesi, Poyraz’ı pusetine koydu. Eşyaları aldılar ve kumda yürümeye başladılar.
Poyraz, bu arada Petek’e bakınıyordu. “Gelmemiş miydi daha? Beni bulabilir mi?” diye düşündü. Tam da o sırada Petek, aniden başının üstünde uçmaya başladı.
Poyraz çok sevindi yeni arkadaşını gördüğüne.
Fakat halası için aynı şeyi söylemek mümkün değildi.
Poyraz içinden, “Nasıl bu kadar tatlı ve minik bir arkadaştan korkuyorsun, seni hiç anlamıyorum hala” dedi.
Petek, bunları duymuş gibi söze başladı. “Sadece halan değil, küçük Poyraz. Bazı insanlar bizden korkar. Bizi elleriyle kovalamaya çalışırlar, biz de daha da sinirleniriz, onların canını acıtırız. İğnelerimizle sokarız. Fakat iğnelerimizle soktuğumuz zaman da ölürüz.”
Poyraz, duyduklarına üzülmüştü. Dudakları büzüldü.
“Üzülme Poyraz” dedi Petek. “Hem daha anlatacaklarım bitmedi. Ailen ve çoğu insanın genellikle sabah kahvaltılarında yedikleri tatlı bir besin var. Onun adı Bal. İşte bu balı biz yaparız. Çeşit çeşit de bal vardır. Çam balı, çiçek balı, ayçiçek balı, ıhlamur balı, kekik balı, lavanta balı ve nicesi. Hepsini öğreteceğim sana.”
Petek, devam etti: “Hatta biliyor musun? Şu an Muğla şehrindesin. Muğla şehri, Türkiye’nin Ege Bölgesi’ndedir. Ve bu bölgede en çok üretilen bal Çam Balıdır.
Poyraz, duyduklarına şaşırmıştı. Bal yemek istedi aniden. Birbirlerine bakıp, gülümsediler.
Poyraz yorulmuştu. Arkadaşı Petek bunu fark etti. “Sen güzelce dinlen Poyraz. Güzelce karnını doyur, denizin tadını çıkar. Ben yine geleceğim yanına.”
“Tamam” dedi Poyraz. Arkadaşı giderken arkasından bir süre baktı. Ne kadar mutluydu.
Annesi, Poyraz’ı güzelce doyurdu. Altını temizlediler. Ve artık hazırdı, Poyraz deniz ile tanışmaya. Su biraz tuzluydu. Ve birazcık da dalgalı. Ama yine de çok sevmişti Poyraz.
Çok fazla kalmadılar, halası ve teyzesi hemen havlu getirdi, sardılar güzelce. Şemsiyenin altına getirdiler küçük Poyraz.
Poyraz şimdi daha da mutluydu. Sevdikleri yanındaydı. Bir tek babası yoktu. Ama o da gelecekti birkaç gün sonra. Ona tekrar hikayeler okuyacak, onunla tekrar İngilizce sohbet edecekti.Poyraz, çok seviyordu ailesini. Biliyordu ki ailesi de onu çok seviyordu.
O sırada Petek, çiçeklere kona kona geldi, yeni arkadaşı Poyraz’ın yanına.
“İyice dinlendin mi küçük Poyraz” dedi. “Burası hakkında da azcık sohbet edelim mi?”
Poyraz, “Evet” der gibi başını salladı.
Petek, zaman kaybetmeden anlatmaya başladı.
“Burası, bence Muğla’nın en güzel denizidir, Poyraz. Sen de fark etmişsindir. Birazcık dalgalı ve tuzludur. Fakat bu deniz, hemen derinleşmez. O yüzden bebekler ve çocuklar için daha güvenlidir.”
“Ne güzel” dedi Poyraz. “Demek ki biraz daha büyüdüğümde daha rahat oynayabileceğim denizin içinde.”
“Evet, küçük arkadaşım Poyraz. Baban ve halan, çocukken bu denizi çok severdi. Dalgalarla oynar, şarkı söylerlerdi. Sen de biraz daha büyüdüğünde baban ve halan gibi bu denizde dalgalarla dans edeceksin.”
Poyraz, biraz daha büyüdüğünü ve dalgalarla oynadığını hayal etti, güldü.
Petek, anlatmaya devam etti. “Hem bu denizde kaplumbağalar var. Biliyor musun?”
Poyraz şaşkınlıkla, “Yani arkadaşım Şakir burada mı?” dedi.
Petek, “Hayır, Poyraz. Şakir, kara kaplumbağası. Denizde yaşayamaz. Bahsettiğim bilinen adıyla caretta carettalar, denizde yaşarlar.”
Poyraz’ın kafası karışmıştı. “Hayvanlar kendi aralarında ayrılıyor mu?” dedi.
Petek, “Evet, Poyraz. Hayvanlar kendi aralarında ayrılır. Kaplumbağalar da olduğu gibi.”
Poyraz, gülümsedi. Hepsini öğrenecekti. Çünkü hayvanları çok seviyordu. O mutlu, sevgi dolu bir bebekti.
Petek, anlatmaktan yorgun düşmüştü. “Evet, Poyraz. Bugünlük bu kadar. İkimiz de çok yorulduk. Ailen gitmek üzere hazırlanıyorlar. Hem halan beni iyice fark etmeden gitsem iyi olacak. Köy evinde görüşürüz.”
Poyraz, Petek’e gülümsedi. “Teşekkür ederim arkadaşım Petek” dedi. “Dikkatli ol.”
Petek, göz kırptı ve uzaklaştı.
Halası Poyraz’ı pusetine bindirdi ve arabaya doğru yürüdüler.
Akşam güneşini seviyordu Poyraz, arabada teyzesinin kucağında bugünkü öğrendiklerini düşündü. Yeni arkadaşlarını düşündü. Ve mutlulukla kısacık bir uykuya daldı.
0 notes
mustafaaakemal · 7 years
Text
"Şimdi Size Hayatımın En Güzel 15 Yaşımı Anlatcam Liseye Yeni Başladık Sınıf Sayko Kimse Kimseyi Tanımıyor Neyse Kaynaştık Filan Dikkatimi Çeken Ama Hep Dalga Geçilen Bir Kişi Vardı Dünyada Gördügüm Tek Farklı İnsan Oydu Çünkü Kimse Benim Duygularımı Bu Kadar Kısa Zamanda Tanıyamazdı Eee Sonra Ne Oldu Kendimi Tutamadım İnsan Hani Dener Ya Açılmayı Açılamadım Çünkü Ben İçime Dönük Buruk Hep Acı İçinde Yaşamış Kapalı Biriyim Anlatamazdım Öle Herşeyi Bir Anda Bende Arkadaş Oldum Ama Baya Isınmıştım Sonra Çok İyi Knk Olduk Her Şeyimi Her Şeyi Ona Anlattım Anladı Tabi O Da Bu Duruma Dur Diyemedim Ne Diyebildirdim Ki İşte Böyle Devam Ederken Okul Sonu Oldu Bir Gün Ögle Saati O Gözlerinin Yeşiline Aşık Oldugum Kız Arka Sırada Başkasının Omuzumda Yatıyordu O An Şöyle Olmuştum Hani Yeni Bir Bardak Alırsın Bir Anda Elinden Düşer Ve Baka Kalırsın Ya İşte Öle Bir Hale Döndüm Ve Bu Durumu Anlayan Arkadaşım Tek Kelime Dedi "Git Söle Artık Bu Haline Yazık" Gittim Söyledim Ve Şöyle Dedi Sen Benim En İyi Arkadaşımsın Ben Seni Hep Böle Tanıdım Ve Böle Bilmek İstiyorum İnsanın Koptugu Cümleleri Bana Döktü Ve Diyecek Bişeyim Kalmadı Denedim Yerine Başka Kalp Koymayı Denedim Ugraştım Çok Ama Çok Yıprandım Genede Elimden Hiçbir Şey Gelmedi Ama Hiç Bir Şey Ve 2 Sene 2 Aydır Mutsuzken Sadece Ama Sadece Başkaları İle Deniyorum Ama Yapamıyor Ki Çok Ama Çok Havalı Bir Çocuga Benziye Bilirim Ama Bu Acıyı Silecek Tek Kişi Kirletendir. Çok Kısa Oldugu İçin Özür Dilerim İyi Geceler."
1 note · View note