Tumgik
#evrimin ilk kaynağı
INDEPENDENT-TÜRKÇE'NİN MÜSLÜMANLARA EVRİM TEORİSİNİ KABUL ETTİRME TAKTİĞİ
Tumblr media
Independent-Türkçe’nin Müslümanlara Evrimi Kabul Ettirme Taktiği Deşifre Oldu...
İngiliz yayın organı Independent'ın Türkçe versiyonunda  31 Mayıs 2020 tarihinde “Evrim ve din birbiriyle çelişir mi?” başlıklı bir makale yayınlanmıştır. Makalede, evrimci düşünceyi Müslümanlara kabul ettirmek için 9. Yüzyılda yaşamış Arap kökenli edebiyatçı yazar El-Cahiz, “biyolojik evrim teorisinin esas kurucusu” olarak tanıtılıyor ve sözde örnek alınması gereken bir “İslam alimi”ymiş gibi övülmektedir.
Evrim teorisi bilimin her dalında olduğu gibi özellikle paleontoloji alanında büyük darbe yemiştir. Sayın Adnan Oktar’ın seri şekllinde yayımlanan Yaratılış Atlası adlı eserinde fosiller kapsamlı bir şekilde sergilenerek canlı türlerinin ilk ortaya çıktıkları halleriyle çağlar boyunca sabit kaldıkları ve değişmedikleri sayısız örnekle kanıtlanmıştır. Bu durum paleontolojide “staz”, yani türlerin değişmemesi olarak bilinen bir gerçektir. Bununla birlikte tesadüflerle cansız maddelerden canlılığın ortaya çıkamayacağı, canlılığın yapıtaşı tek bir proteinin tesadüflerle ortaya çıkamayacağı da ispatladığımız bilimsel bir gerçektir.
Ne var ki, kitlelerin aydınlanması ve evrim teorisine inananların neredeyse kalmaması karşısında evrim taraftarları dogmalarını kabul ettirmek için klasik aldatmaca yöntemlerine tekrar başvurmak zorunda kalmışlardır: İslam dininin evrim teorisine karşı olmadığı kandırmacası. Bu konuda Sayın Adnan Oktar’ın KURAN DARWINİZM'İ YALANLIYOR adlı eseri bu aldatmacaya detaylı bir cevap olarak yayımlanmış, hatta CNNTurk ve HaberTurk TV’deki canlı tartışma programlarında arkadaşlarımız, evrimci ilahiyatçıları Kuran’dan ayetlerle ve güncel bilimsel delillerle çürütmüş, iddialarını en uygun şekilde cevaplamışlardı.
Independent haber sitesi tüm bunlara rağmen, Evrim teorisinin ilk olarak İslam dünyasından çıktığını öne sürerek Müslümanların bu teoriyi kabul etmesi gerektiğini savunmaktadır. Oysa bu çok mantıksız bir önerme şeklidir. Çünkü hem referans verdiği yazarlar din alimi değildir, hem de bahsi geçen eserlerin günümüzde bilimsel bir değeri tabi ki artık kalmamıştır. Bununla beraber, makalede başka pek çok gerçek dışı, çarpık bilgiye de yer verilmiştir. Aşağıda bu hatalı anlatımları cevaplarıyla bulabilirsiniz.
Evrim Teorisinin Esas Kurucusunun El-Cahiz Olduğu İddiası Yanlış Bir Bilgidir
Makalede 9. yüzyılda yaşamış olan Arap kökenli edebiyatçı, hicivci, araştırmacı yazar El-Cahiz evrim teorisinin ilk ortaya atan kişi ve evrimci fikirlerinin kabul edilmesi gereken bir “İslam alimi” olarak tanıtılmaktadır. Ancak burada bir kelime oyunu vardır; Herhangi bir konuda bilgili olmak ayrıdır, din alimi olmak ise apayrıdır. İslam dünyasından çıkan her yazar İslam alimi yani “din alimi” olmaz. Bugün Hristiyan çoğunluğu barındıran Avrupa topraklarında ateistler de vardır, deistler de. Nasıl ki Hristiyan isim taşıyan her kişi Kilise ve Hristiyanlık adına konuşmuyorsa, Arap topraklarından çıkan her araştırmacı-yazar da İslam alimi kabul edilemez. Bu yüzdendir ki, El-Cahiz’in İslam alimi olarak tanıtılması yanlıştır, art niyetlidir. El-Cahiz pek çok konuda kitaplar yazmış, Basra doğumlu tanınmış bir Arap edebiyatçısıdır, dindar ve bilim adamı bir kişiliği ise yoktur.
Tumblr media
9. YY.da Yaşamış Bir Arap Edebiyatçısı EL Cahiz
Söz konusu makalede El-Cahiz dünya tarihinde ilk olarak evrim teorisini ortaya atan kişi olarak tanıtılmıştır. Bu tamamen yanlış bir bilgidir, evrim teorisini ilk olarak El-Cahiz ortaya atmamıştır. Bu anlatım evrimci felsefeyi Müslümanlara hoş göstermeye çalışan, tarihi gerçeklere tamamen ters bir iddiadır. Sayın Adnan Oktar’ın pek çok eserinde de delillendirdiği üzere, evrim teorisi ilk kez Darwin tarafından da ortaya atılmış bir iddia değildir. Her şeye muktedir, yoktan var eden Allah’ın varlığının reddi, insanlık tarihi kadar eskidir. Allah’ın varlığının inkarı, söz konusu inkarcılar için başka sahte güçler bulmayı gerektirmiş, bu da onları doğadaki nesnelere güç atfetmek gibi bir mantıksızlığa sürüklemiştir. İşte Darwinizm de çağlar boyunca Paganizm olarak bilinen putperest tabiatçılık felsefesidir.
Spontane jenerasyon, yani kendi kendine meydana gelme bu felsefenin temelini oluşturur. Kendi kendine canlanma şeklindeki anti-bilimsel inanç Allah inancının karşısında yer almış ve bir kısım materyalistler tarafından nesiller boyunca aktarılagelmiştir. Canlıların kademeli bir şekilde birbirlerinden türediği masalına yazılı haliyle Mısır hiyeroglifleri, Babil ve Sümer yazıtlarında dahi rastlanır. Eski Mısır’da canlıların Nil’in çamurlu sularında “spontan” olarak meydana geldiğine inanılıyordu. Sümerlerde ise canlılığın, aynı şekilde cansız su kaosundan kendiliğinden oluştuğu inancı vardı. Kendi kendine canlanma ve evrim fikri, silsile şeklinde Eski Yunan filozoflarına, daha sonra da Araplara kadar ulaşmıştır.
Epikür ve Lucretus evrim fikrinin önde gelen savunucuları olan Yunan felsefecilerdi. Kendiliğinden oluşum yanılgısı başta Aristoteles olmak üzere pek çok Yunanlı felsefeci tarafından destekleniyordu. Aristoteles’in anlatımıyla güya “hayvanlar, özellikle de bazı kurtlar, böcekler ve bazı bitkiler, döllenme veya benzer üreme tarzına ihtiyaç duymadan, doğada kendi kendilerine oluşuyorlardı”.
Independent makalesinde “evrimin ilk kaynağı” diye gösterilen El-Cahiz’e ait “Kitabul Heyevan” adlı hayvanlar ansiklopedisi de Aristoteles’in “Historia Animalium” (Hayvanlar Tarihçesi) adlı 550 hayvan türünü sınıfladığı ansiklopedik eserinden esinlenmiştir. El-Cahiz ve eserleri hakkındaki bilimsel bir inceleme bu gerçeği gözler önüne sermektedir:
“Câhiz, Kitâbu’l-Hayevân’ı yazarken çeşitli kaynaklardan yararlanmıştır. Bunları Arap şiirleri, haberleri, darb-ı meselleri, Kur’ân ve hadis şeklinde sıralayabiliriz. Bunların yanı sıra Câhiz, Tevrat, İncîl ve çeviri kitaplardan –özellikle Aristoteles’in kitaplarından, hayvanlar hakkındaki görüşlerinden ve ona nisbet edilen sözlerden– nakillerde bulunmuştur. Câhiz, eserinde yararlandığı kaynakları açık ve anlaşılır bir şekilde ifade etmemiştir. Bazen Arapça kaynaklara ve Aristo’nun “el-Hayevân” adlı eserine işaret etmekte, bazen de Aristo’yu “Sâhibu’l-Mantık” olarak isimlendirmektedir.” (CÂHİZ ve EDEBÎ GÖRÜŞLERİ, Dr. Mustafa AYDIN, Syf 23, İstanbul Aydın Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018)
Görüldüğü gibi, El-Cahiz evrim fikrini ilk olarak ortaya atan kişi hiç değildir, yazdığı ansiklopedi ise Aristoteles’in hayvanlar hakkında yazdığı eserleri ve türler üzerinde yaptığı sınıflamayı temel almaktadır. Kendisi yalnızca Yunan felsefecilerin evrimci fikirlerini İslam dünyasına aktaran bir yazardır.
0 notes
eczane1903 · 3 years
Text
Karın Bölgemizdeki Yağlardan Nasıl Kurtuluruz?
Göbeğinin cinsel çekiciliğini anında yarıya düşürebileceğini biliyor musun? O zaman endişelerini bir kenara koy ve buradan iyi mi karın yağlarını eritebileceğini öğren. Mutlu okumalar!
Göbeğimiz güzel duyu açıdan görünüşümüzü etkileyen en büyük etkenlerden biridir. Bu yazımızda sana iyi mi göbeğini eritebileceğin ile ilgili bilgi aktarmak isterim.
Birçoğumuz bir zamanlar iyi gözüktüğümüz bir kıyafetimizi giyerken, artık bize uymadığını keşfetmişizdir!
Gömleğimizin son birkaç düğmesini takarken zorlandığımız olmuştur ve bunun nedeni de genel anlamda göbeğimizdir.
Utanmaya gerek yok, kimse harika değildir ve insanlar bilerek kilogram almazlar, bu durum dikkatsiz olduğumuz için gerçekleşir.
Bu makalemiz göbeğini eritmene ön ayak olacak ve seni motive edecek.
Daha fazla uzatmadan konumuza giriş deneyelim.
Göbek hasım tam olarak nelerdir?
Göbek hasım, karnında depolanan ekstra yağlardan doğar. Lakin bununla alakalı malum şeylerin yanında, göbeğini eritmek için en önce onu yakından tanımalısın.
Vücudumuzda 3 çeşit yağ bulunur, bunlar trigliseridler (kanında bulunurlar), viseral yağlar (iç organ yağları) ve deri altında bulunan yağlar.
Burada sorun karnımızın derinliklerinde bulunan viseral yağdır.
Teknik açıdan bakacak olursak şayet, viseral yağlar evrim cevabında gelişmiş olan yağlardır ve iç organlarımızı dışarıdan gelen zararlara karşı korurlar. Karın bölgemiz bu tarz yağların fazlasının depolandığı yeri oluşturur.
Aşırı karın hasım, hormon üretimini artırabilir ve metabolik dengesizliğe yol açarak, kalp ve damar rahatsızlıklarına hatta diyabete sebebiyet verebilir.
Peki, niçin karın yağı öteki yağlara göre daha hızlı doğar?
İnsan vücudu milyonlarca yıllık bir evrimin cevabında oluşmuştur ve karın hasım da bu süreçte kazanılmış olduğu özelliklerden arasında bulunmaktadır.
Geçmişte, açlık büyük bir problemdi ve insanlar bununla savaşabilmek için aldıkları extra besini depolama mevzusunda vücudunu adapte etti.
Bu yüzden ana enerji kaynağımız olan karbonhidratları yemeyi kestiğimizde, vücut fonksiyonlarını desteklemek için lüzumlu olan enerji, karında depolanan yağların yıkılması ile elde edilir.
Fakat günümüzde, yeterince yiyeceğimiz var ve bunun sadece küçük bir bölümü enerji için yıkılıyor.
İnsan karnı, vücudumuzda bolca yere haiz olan organlar arasında en rahat ulaşım sağlanan bölümü oluşturur. Ayrıca iç organlar, hareket ve aksiyon sırasında minimum eğimli yerleri oluşturur, bu yüzden yağların depolanması için emin bir yer teşkil eder.
Aynı zamanda üstte de belirttiğimiz benzer biçimde dışarıdan gelebilecek olan hasara karşı iç organları korunması için vücudumuz genetik olarak buna yönelimlidir.
Karın bölgemizdeki yağlardan nasıl kurtuluruz?
Midene giden her şey mühim!
Marketlerde pek fazlaca farklı yemek bulunmakla beraber eğer amacın yağ kaybetmek ise, o vakit şekerli ve tatlandırıcılı yiyecekler yememelisin. Yüksek fruktoz seviyesi karın ve karaciğer bölgesinde yağ depolanmasına öncelik eder.
Bir sonraki adımın ise karbonhidrat tüketimini azaltmak olmalıdır, bundan dolayı pirinç, patates ve abur cubur gibi yemeklerden uzak durmalısın.
Karbonhidrat yerine en iyi tercihin olan proteini tüketmeye çalış. Böylece vücudundaki yağ yıkımı artacaktır.
Lif kaynağı yiyecekler de bir sonraki seçeneğin olabilir, rahatça karbonhidratların yerini alabilen bu yiyecekler bununla beraber seni tok hissettirecektir. Kalori alımının düşmesi işten bile değil.
Göbeğini eritmek için egzersiz yap
Egzersiz yapmak kg kaybı için olmazsa olmaz bir katalizördür ve sıhhatli bir vücut yağ ortalaması tutturmak için herkes egzersiz yapmalıdır.
Haftada en az 5 gün ve her gün minimum 30 dakika egzersiz yaparak, kilonu istediğin düzeyde tutabilirsin.
Sadece karnındaki yağları eritmek için ilk önce bütün vücudunu forma sokmalısın, bundan dolayı egzersizlerine yağ yakıcı kardiyo egzersizleri de eklemeyi unutma.
En iyi karın yağı yakma şekillerinden bazıları yürüyüş yapmak, yüzmek ve koşu yapmaktır, bu tarz aktiviteleri dünyasına katıp alışkanlık haline getirerek en iyi sonuçlara ulaşabilirsin.
Aldığın kalorileri takip et
Yağ yakımını çoğaltmak için yapabileceğin bir diğer şey ise yediğin yiyeceklerin kalori değerlerini kovuşturmak olacaktır.
Bütün yiyecekler aynı değildir ve yediklerinin hesabını tutup dengeli beslenmek istiyorsan, aldığın kalorileri saymak bunun en rahat yolu olacaktır.
Genel olarak belirtmek gerekirse, erkeklerin günde 2000 – 2500 kalori alması gerekirken, kadınlar 1600 – 2000 kalori almalıdır.
Ne kadar yediğinizi bilirsen, kendine bir sınır koyabilir ve önerilen sınırlar içerisinde kalabilirsin.
Doğal kilo verme hapları: kullanışlı, efektif ve hızlı
Bu haplar, doğal ve bitkisel malzemelerden yapılmış olan, rahatsızlıkları önleyici ek gıdalar kategorisinde bulunmaktadırlar.
Bunların ana özelliği ise yan tesiri olmaması ve almak için hekim reçetesine ihtiyaç duymamandır.
Sonuç
Kilo yitirmek rahat değildir, ama doğru araçlar, bilgi ve yiyeceklerle bunu başarabilirsin.
Karın yağı, erkeklerin bir numaralı düşmanı olmakla beraber, ancak egzersiz yapmak ondan kurtulmana yetmeyecektir.
Yediğin yemeklere dikkat eder, kalori saymaya adım atar ve egzersiz yaparsan, karın yağlarının hemen erimeye başladığını göreceksin.
Dikkat etmen gereken şey, mümkün mertebe karbonhidratlardan kurtulmak ve yağ alımını azaltmak olmalı. Bunlar yerine ekstra protein, lif ve öteki mühim gıdaları almaya çalışın.
Verdiğimiz listede bulunan zayıflama hapları, bu noktada sarf etmen ihtiyaç duyulan eforu düşürecek ve düz bir karına haiz olmana destek olacaktır.
1 note · View note
olumsuzsozler · 4 years
Photo
Tumblr media
İleri teknoloji ülkelerindeki bizler, gelecek kuşaklar için yeni kuramlar ve organizasyonlar yaratmayı kendimize görev bilirsek, enerjiden çok daha güçlü bir şeyi serbest bırakabiliriz: Kolektif hayal gücü. 
Alvin Toffler
Tumblr media
╚► Sözler Gif:
Tumblr media
Alvin Toffler Sözleri: (1928-2016) Gerçekler daima kusurludur.   Alvin Toffler Gelecek gereğinden önce gelecek. Alvin Toffler Kütüphane zihin için bir hastanedir.   Alvin Toffler Değişimin büyük hırıltı motoru - teknoloji.  Alvin Toffler Değişim, geleceğin hayatlarımızı istila ettiği süreçtir. Alvin Toffler Yeryüzü dörtnala kendi nihai sonuna doğru koşuyor.  Alvin Toffler Toplumun hastanelerde çalışacak insanlara ihtiyacı vardır.  Alvin Toffler Bilgi üstün Sanayi çağının merkezinde oturan temel gerçektir. Alvin Toffler Para ve çılgınlık Batı edebiyatının iki büyük temasını oluşturur.  Alvin Toffler İnsanoğlu öncelikle şimdiye ışık tutmak için geleceği araştırmıştır. Alvin Toffler İnsanlar için yaşam ve özgürlük dışında en büyük değer eğitimdir. Alvin Toffler Toplumdaki yoğun değişiklikler çatışma olmaksızın gerçekleşmezler. Alvin Toffler Bazı kuşaklar bir uygarlığı yaratmak, bazıları da sürdürmek için doğar.   Alvin Toffler Hayal gücümüz yanlış yapma korkusunu bir yana koyduğu sürece özgürdür.   Alvin Toffler Eğer toplum içine kabul süresi kısalmışsa, ayrılıkta önemini yitirmiş demektir.   Alvin Toffler Zaman kullanımını değiştirmek, tüm insan deneyimlerini değiştirmek demektir.   Alvin Toffler Buraya gülmeye mi gelmiştik, ağlamaya mı? Ölüyor muyuz, yoksa doğuyor mu?   Alvin Toffler İfade özgürlüğü artık siyasi bir incelik değil, ekonomik rekabetin bir ön koşuludur.    Alvin Toffler Koyun gibi mutlu olmaktansa, düşünmeğin ve yalnızlığın acısını çekmeye razıyım.   Alvin Toffler Artık “ne kadar büyükse o kadar iyidir” yerine, “küçük ama etkili” prensibi geliyor.   Alvin Toffler Geleceğin insanları tarihte, kendini en iyi tanıma olanaklarına sahip kişiler olacaklardır.  Alvin Toffler Çokuluslu bir şirketi ele almak kıvranan bir balığı iki parmakla yakalamak kadar zordur. Alvin Toffler Dünyadaki yoksulların sorununa değinmek için ne yazık ki çok az araştırma yapılmıştır.  Alvin Toffler Geleceğin cahili, okumayan kişi olmayacaktır. Nasıl öğreneceğini bilmeyen kişi olacaktır.  Alvin Toffler Senaryolar, ne kadar mantıklı olurlarsa olsunlar, hayâl ürünü olmaktan öte geçemezler.  Alvin Toffler İnsanoğlunun hırsı ve bencilliği yüzünden, daha önce okyanuslar böylesine zehirlenmedi.   Alvin Toffler Toplum, yaşlıları gözeten ve nasıl şefkatli ve dürüst olunacağını bilen insanlara ihtiyaç duyar. Alvin Toffler Eğer kendi stratejinizi geliştirmezseniz, bir başkasının stratejisinin bir parçası haline gelirsiniz.   Alvin Toffler Gerçekleşen şey sadece bir teknoloji devrimi değil, en dolu anlamıyla yeni bir uygarlığın gelişidir.   Alvin Toffler Küçük Şeyler yaparken büyük şeyler düşünmelisiniz o zaman tüm Küçük Şeyler doğru yöne gider.  Alvin Toffler 21. yüzyılın cahilleri eskiden öğrendiği ve artık işe yaramayan bilgilerden vazgeçmeyenler olacaktır.   Alvin Toffler Hayvan türleri bir gecede yok olmadı; madenler daha önce dünyanın yüzeyini böylesine hırpalamadı.   Alvin Toffler İlk çağlarda güçlü olan, endüstri çağında zengin olan kazanırdı. Bilgi çağında isebilgili olan kazanacaktır. Alvin Toffler Bize kaos gibi görünen şey, aslında gücün yeni uygarlığa uygun şekilde yeniden düzenlenmesinden ibaret.  Alvin Toffler Bugün, öğrenimi çalışmayla, politik mücadeleyle, toplum hizmeti ile ve hatta oyunla birleştirmemiz gerekiyor.  Alvin Toffler İkinci ve Üçüncü dalga grupları arasındaki çatışma, aslında bugün uygarlığımızı saran politik gerilimin odağıdır.   Alvin Toffler   Bir sonraki büyük patlama genetik ve bilgisayarın birleştirildiği gün olacak. Organik bir bilgisayardan bahsediyorum.   Alvin Toffler Zaman bilinmeyen bir geçmişten günümüze kadar gelen ve gelecekte bilinmeyen bir noktaya doğru uzanan bir çizgi.   Alvin Toffler Tarihin hiç bir diliminde, bu kadar çok insanın böylesine bir heyecan ve hevesle enerji kaynağı aradığını göremezsiniz.  Alvin Toffler Enerji sorununun sadece bir miktar sorunu değil, aynı zamanda bir yapı sorunu olduğu genellikle gözden kaçırılmıştır.  Alvin Toffler Bugünün liderlerlerinin "zayıflığı", kişilik özelliklerinden ziyade, güçlerinin dayandığı kurumların yıkılışının bir sonucudur.  Alvin Toffler Bizler batan Titanik gemisinde hayatlarımızı kurtarmaya çalışırken, onlar hala güvertede en iyi koltuğu kapma peşindeler.  Alvin Toffler Hepimiz, ölmekte olan İkinci Dünya düzeniyle, doğmakta olan Üçüncü Dünya uygarlığının arasında sıkışmış durumdayız.  Alvin Toffler Eğitim hakkındaki tüm geleneksel varsayımlarımız, gerek zengin ve gerekse yoksul ülkelerde yeniden incelenmek zorunda.   Alvin Toffler Daha önce saç spreyleri ozon tabakasını delmedi veya termik kirlilik yüzünden gezegenin iklim düzeni tehdit altına girmedi.   Alvin Toffler Öğrencilere nasıl öğreneceklerini, nasıl öğreneceklerini ve yeniden öğreneceklerini öğreterek, eğitime güçlü bir yeni boyut eklenebilir.  Alvin Toffler Zaman, evrenin farklı yerlerinde farklı hızlarda akıyor . Fritjof Capra. Dolayısıyla, zaman tekliğinden söz etmemiz kesinlikle mümkün değil. Alvin Toffler Artık on iki yaşındaki çocuklar yaşlarının gerektiği gibi davranmıyorlar ; elli yaşındaki büyüklerse on iki yaşındaki çocuklar gibi davranıyorlar.   Alvin Toffler Hükümetler olarak, geleceğe plansız, ümitsiz ve vizyonsuz bir şekilde bakmak yüzünden programların birbirine karıştığı krizlerle tökezleyeceğiz. Alvin Toffler Dünya üzerinde yeni bir uygarlığın ortaya çıkışı, eski ilişkiler sarsılmadan, rejimler devrilmeden ve finansal sistem çalkalanmadan gerçekleşmez. Alvin Toffler Acımasız bir sonuca doğru itilmekteyiz. Bir yerden bir yere göçen yeni göçebeler gibi insanlar bir örgütsel yapıdan diğerine sürekli taşınır olacaklardır.  Alvin Toffler Toplum yalnızca bilişsel değil, fakat duygusal ve harekete geçiren becerilere de ihtiyaç duyar. Toplumu sadece veriler ve bilgisayarlarla yürütemezsiniz.  Alvin Toffler Bugün adına “ileri bilim” dediğimiz şeyin büyük bölümü, zengin ülkelerin sorunlarını çözmek için zengin ülkelerde bilim adamları tarafından geliştirilmiştir.  Alvin Toffler Bugün dünyanın her yerindeki laboratuvarlarda genetik mühendisler tamamen yeni canlı formları üretebiliyorlar. Evrimin kendisini çoktan geride bıraktılar bile. Alvin Toffler 21 Yüzyılın cahilleri, okuma yazma bilmeyenler değil, yanlış öğrendiklerini unutamayan, yeniden öğrenmeye, değişime ve dönüşüme açık olmayanlar olacaktır!  Alvin Toffler Günümüzde partiler ve adaylar ne söylerlerse söylesinler, aslında gerilmekte olan endüstri sisteminden daha fazla pay koparma çabasının ötesine geçemiyorlar.   Alvin Toffler Söz gelişi eğer insanlık tarihinin son 50.000 yılda yaklaşık 62 yıllık yaşam sürelerini bölünse 800 yaşam süresi geçirildiği ortaya çıkar. 800 yaşam süresinin 650’si mağaralarda geçmiştir.  Alvin Toffler Sorun, endüstri uygarlığının son dönemlerini kimin yöneteceği değil, onun yerini almaya başlayan yeni uygarlığı kimlerin şekillendireceğidir. Bu yarınlar için bir “mutlak hakimiyet” savaşıdır. Alvin Toffler İleri teknoloji ülkelerindeki bizler, gelecek kuşaklar için yeni kuramlar ve organizasyonlar yaratmayı kendimize görev bilirsek, enerjiden çok daha güçlü bir şeyi serbest bırakabiliriz: Kolektif hayal gücü.  Alvin Toffler
youtube
  ……………………………………… ╚► Facebook: https://www.facebook.com/Pusulasoz ╚► Tumblr: http://pusulasozler.tumblr.com/ ╚► Twitter: https://twitter.com/pusula1sozler ╚► Pinterest: https://tr.pinterest.com/szler/ ╚► Site arşiv: https://pusulasozler.tr.gg/ ╚► Sözler Gif:    https://i.ibb.co/4RV0c9M/Alvin-Toffler-S-zleri.gif ……………………………………
0 notes
ihtimallertukendi · 7 years
Text
Kendi elimle aylarca uğraşıp birçoğunu tek tek araştırıp özetlerine falan bakıp bir bölümünü farklı ufak listeleri alıp düzenleyip hazırladığım kitap listem <3
1. Schopenhauer - Say yayınları dizisi 2. Schopenhauer - İsteme ve Tasarım olarak dünya 3. Schopenhauer - Aşkın metafiziği   4. Rudiger Safranski - Felsefenin yaban yılları( Schopenhauer biyografisi) 5. Nietzsche - Böyle buyurdu zerdüşt  √ 6, Nietzsche - Putların Alacakaranlığında 7. Nietzsche - İyinin ve kötünün ötesinde 8. Nietzsche - Ecce homo 9. Nietzsche - Trajedyanın doğuşu 10. Soren Kierkegaard - Korku ve Titreme 11. Soren Kierkegaard - kahkara benden yana 12. Soren Kierkegaard - Ölümcül hastalık umutsuzluk 12. Dostoyevski - Karamazov Kardeşler 13. Dostoyevski - Ecinniler 14. Dostoyevski - Yeraltından notlar 15. Albert Camus - Mutlu ölüm 16. Albert Camus - Yabancı 17. Albert Camus - Defterler 18. Jean Paul Sartre - Bulantı 19. Jean Paul Sartre - Yaşanmayan zaman 20. Jean Paul Sartre - Sözcükler 21. Jean Paul Sartre - Varlık ve hiçlik 22. Irvin Yalom - Nietzsche Ağladığında 23. Irvin Yalom - Bugünü Yaşama arzusu 24. Platon - Sokrates’in savunması ( uzun versiyonunu öneririm) √ 25. Platon - Devlet 26. Aristoteles - Poetika 27. Cicero - Yaşlılık üzerine 28. Cicero - Ölüm üzerine 29. Seneca - Teselliler 30. Augustinus - İtiraflar 31. Boethius - Felsefenin tesellisi 32. Epiktetos - Düşünceler ve Sohbetler 33. Fernando Pessoa - Huzursuzluğun kitabı 34. Cesare Pavese - Yaşama Uğraşı 35. L. Ferdinand Celine - Gecenin sonuna yolculuk 36. Baruch Spinoza - Ethika 37. David Hume - İnsanın doğası üzerine inceleme 38. David Hume -  Din üzerine 39. Voltaire - Candide 40. J. J. Rousseau - Toplum sözleşmesi 41. J. J. Rousseau - Yalnız gezerin düşleri 42. J. J. Rousseau - Emile 43. J. J. Rousseau -İnsanlar arasında eşitsizliğin kaynağı 44. Sigmund Freud - Psikanaliz üzerine 45. Sigmund Freud - Mutlu olma ihtimalimiz 46. Ludwig Wittgenstein - Felsefi Soruşturmalar 47. Bertrand Russell - Sorgulayan denemeler 48. Peter Singer - Hayvan Özgürleşmesi 49. George Orwell - 1984 50. George Orwell - Hayvan Çiftliği 51. Hermann Hesse - Bozkırkurdu 52. Hermann Hesse - Demian 53. Hermann Hesse - Siddharta 54. Ahmet Hamdi Tanpınar - Saatleri ayarlama enstitüsü 55. Lermontov - Zamanımızın bir kahramanı 56. Aldous Huxley - Cesur yeni dünya 57. Anatole France - Kırmızı zambak 58. Cemil Meriç - Sosyoloji notları 59. Cemil Meriç - Bu ülke 60. Charles Bukowski - Kadınlar 61. Charles Bukowski - Ekmek arası 62. Charles Bukowski - Pis Moruğun Notları 63. Chuch Palahniuk - Dövüs kulübü 64. Chuck Palahniuk - Gösteri peygamberı 65. Jack Kerouac - Yolda 66. Tolstoy - İtiraflarım 67. Tolstoy - Anna Karenina 68. Tolstoy - Savaş ve Barış 69. Tolstoy - İnsan ne ile yaşar 70. Edgar Allen Poe - Seçme şiirler 71. Edgar Allen Poe - Seçme öyküler 72. Eduardo Galeano - Biz hayır diyoruz 73. Eduardo Galeano - Aynalar 74. Elias Canetti - Körleşme 75. Jose Ortega y Gasset - Sevgi üzerine 76. Max Horkheimer - Akıl tutulması 77. George Bernard Shaw - Gülen düşünceler 78. Sabahattin Ali - Kürk mantolu madonna 79. Sabahattin Ali - İçimizdeki şeytan 80. Herakleitos - Fragmanlar 81. Ralph Waldo Emerson - İnsanın görkemi 82. Richard Dawkins - Tanrı yanılgısı 83. Richard Dawkins - Kör saatçi 84. Richard Dawkins - Gen bencildir 85. Richard Dawkins - Ataların hikayesi, hil yayınları 86. Richard Dawkins - Yeryüzündeki en büyük gösteri 87. Jack London - Martin Eden 88. Marcel Proust - Kayıp Zamanın İzinde (2 cilt) 89. Vladimir Jankelevitch - Ölümü düşünmek 90. Slavoj Zizek - Acı çeken tanrı 91. Marquis de Sade - Yatak odasında felsefe 92. Simone de Beauvoir - Denemeler 93. Simone de Beauvoir - Kadın (serisi) 94. Virginia Woolf - Kendime ait bir oda 95. Virginia Woolf - Mrs. Dalloway 96. Michel Foucault - Cinselliğin tarihi 97. Erasmus - Deliliğe övgü 98. Paul Lafargue - Tembellik hakkı 99. Milan Kundera - Varolmanın dayanılmaz hafifliği 100. Franz Kafka - Milena’ya mektuplar √ 101. Franz Kafka - Dava 102. Franz Kafka - Aforizmalar 103. Oscar Wilde - Dorian Gray’in portresi 104. Sadık Hidayet - Kör baykuş 105. Carl Sagan - Cosmos (evrenin sırları)√ 106. Carl Sagan - Kozmik Bağlantı 107. Carl Sagan - Cennetin Ejderleri 108. Carl Sagan - Milyarlarca ve milyarlarca 109. Alfred Adler - İnsanı tanıma sanatı 110. Walter Sinnott Armstrong - Tanrısız ahlak 111. Orhan Hançerlioğlu - Düşünce Tarihi 112. Nigel Warburton - Felsefenin kısa tarihi √ 113. Alain de Botton - Felsefenin Tesellisi 114. Peter Watson - Fikirler Tarihi 115. Emil Michel Cioran - Doğmuş olmanın sakıncası üzerine 116. Emil Michel Cioran - Çürümenin kitabı 117. Ivan Goncarov - Oblomov 118. Mark Daniels - Dünya mitolojisi 119. Gündüz Vassaf - Cehenneme Övgü 120. Victor E. Frankl - İnsanın anlam arayışı 121. Montaigne - Denemeler √ 122. Wilhem Reich - Dinle Küçük 123. Karl Marx - Das kapital 124. Karl Marx - Komünist manifesto 125. Stephen Hawking - Büyük tasarım √ 126. Stephen Hawking - Ceviz kabuğunda ki evren 127. Stephen Hawking - Zaman ve uzayın doğası 128. Dante Aligiheri - İlahi komedya 129. Charles Darwin - Türlerin kökeni 130. Charles Darwin - İnsanın Türeyişi 131. Andreas Vesailus - İnsan vücudu üzerine 7 kitap 132. Claude Levstrauss - Hüzünlü dönenceler 133. Thomas more - Ütopya 134. Dave Goldberg - Evren kullanma kılavuzu 135. John Fardon - Astronomi bilmeniz gereken herşey 136. William Golding - Sineklerin tanrısı 137. Sun Tzu - Savaş sanatı 138. Edward O. Wilson - Doğanın gizli bahçesi 139. Neil Shubin - İçimizdeki Evren 140. E. Segal - İnsan nasıl insan oldu 141. Steven Weinberg - İlk üç dakika 142. John Gribbin - Derin basitlik 143. Lester R. Brown - Yer kürenin en güzel tarihi 144. Stephen Jay Gould - Pandanın baş parmağı 145. Douglas Adams - Otostopçunun galaksi rehberi 146. Frank Ashall - Olağanüstü buluşlar 147. Lawrance M. Krauss - Hiç yoktan bir evren 148. Eugenie C. Scott - Evrim mi? Yaratılışçılıkmı? 149. Brian Greene - Evrenin dokusu 150. Brian Greene - Evrenin Zarafeti 151. Micheal Shermer - Bilimin sınır bölgeleri 152. Micheal Shermer - İnanan beyin 153. Pico Della Mirandola - İnsanın onuru üzerine 154. Giovanni Boccacio - Decameron 155. Lorenzo Valla - Zevk üzerine 156. Botticelli - Venüs'ün doğuşu 157. Bill Bryson - Hemen herşeyin kısa tarihi 158. Peter Macinnis - 100 keşifler tarihteki en büyük buluşlar 159. Kenneth  W. Ford - Göremediğimiz dünya hakkında bilmemiz gereken herşey 160. Goethe - Faust 161. Gogol - Ölü canlar 162. Daniel Coleman - Sosyal zeka 163. Jose R. Dos Santos - Tarının formülü 164. Pierre Bourdieu - Bilim toplumsal kullanımları 165. Pierre Bourdieu - Seçilmiş metinler 166.Richard P Feynman - Fizik yasaları üzerine 167. Machiavelli - Prens 168. Rudolf Steiner - Gizli bilim 169. Champbell, Reece - Biyoloji 170. Ernest Mayr - Biyoloji budur 171. Ormiston Walker - 100 Fen ve teknoloji deneyi 172. Steve Parker - 100 Adımda bilim 173. Peter V. Brett - Göreliliğin anlamı 174. Pascal Acot - Bilim tarihi 175. Jared Diamond - Tüfek, mikrop ve çelik 176. Eddi Anter - Ben benim 177. Emile Zola - Germinal 178. Evrim - Douglas J. ,Palme yayınları 179. Evrimsel Analiz - Scott Freeman, Jon C. Herron, Palme Yayınları 180. Evrim Kuramı - John Maynard Smith, Evrim Yayınları 181. Evrim Atlası - Çağlar Sunay, Peter Barrett, Douglas Palmer, Muzaffer Özgüleş, İş Bankası Yayınları 182. Herkes İçin Evrim, Darwin’in Teorisi Hayata Bakış Açımızı Nasıl Değiştirir? -  David Sloan Wilson, Metiş Yay. 183. Charles Darwin: Evrim Devrimi -  Rebecca Stefoff, TÜBİTAK 184. Darwin Ne Yaptı? - Öner Ünalan, Papirüs Yay. 185. Dünü ve Bugünüyle Evrim Teorisi -  Evrensel Yay. 186. Türlerin Kökeni (Resimli Uyarlama) -  Michael Keller, Versus Kit. 187. İçimizdeki Balık - Neil Shubin, NTV Yay. 188. Maymundan mı Geldik? - Kolektif - Bilim ve Ütopya Kitaplığı 189. 50 Soruda Darwin ve Evrim Kuramı -  Haluk Ertan, Bilim ve Gelecek Kit. 190. 50 Soruda Yaşamın Tarihi - Deniz Şahin, Bilim ve Gelecek Kit. 191. Dersimiz Evrim - İlhan Akalın, Yurt Kitap Yay. 192. Harun Yahya Safsatası ve Evrim Gerçeği - Bilim ve Gelecek Kit. 193. Evrim Bilimi ve Yaratılış Efsanesi: Neyin Gerçek ve Neden Önemli Olduğunu Bilmek - Ardea Skybrek, Yordam Kit. 194. Evrim ve Yaratılışçılık - Michael Shermer, Varlık 195. Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım, Bilim ve Gelecek Kit. 196. Bilim ve Yaratılışçılık - Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi Görüşü, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) 197. Charles Darwin ve Evrim Tartışmaları - Bill Price, Kalkedon Yay. 198. Yüzyılın Davası - Edward J. Larson, İzdüşüm 199. Seksüel Seçme - Charles Darwin, Onur Yay. 200. Sevişen Beyin: Eş bulma süreci insan doğasını nasıl belirledi? - Geoffrey Miller, NTV 201. Kızıl Kraliçe: Cinsellik ve İnsan Doğasının Evrimi - Matt Ridley, Yapı Kredi Yay. 202. İnsanın Türeyişi - Charles Darwin, Gün Yay. / Onur Yay. 203. Neredeyse Bir Balina - Steve Jones, Evrensel Yay. 204. Evrim Serüveni - Sedat Ölçer, Metiş Yay. 205. Dünya'nın En Güzel Tarihi - Hubert Reeves, Joel De Rosnay, Yves Coppens, İş Bankası Yay. 206. Hayvanların En Güzel Tarihi - Pascal Picq, Jean-Pierre Digard, Boris Cyrulnik, Karine Lou Matignon, İş Bankası Yay 207. Bitkilerin En Güzel Tarihi - Jacques Girardon, Jean-Marie Pelt, Marcel Mazover, Teodore Monod, İş Bankası Yay. 208. 50 Soruda Yerin Evrimi - Mehmet Sakınç, Bilim ve Gelecek Kit. 209. Yerkürenin En Güzel Tarihi - Lester R. Brown, Andre Bahic, Paul Tapponier, Jacque Girardon, İş Bankası Yay. 210. Yaşamın Tüm Çeşitliliği - Stephen Jay Gould 211. Hayvan Zihni: Hayvanlarda Akıl Yürütme ve Problem Çözme Becerisi Üzerine - James. L. Gould, Carol Grant Gould, TÜBİTAK 212. Darwin ve Sonrası Doğa Tarihi Üzerine Düşünceler - Stephen Jay Gould, TÜBİTAK 213. Darwin ve Darwincilik - Patrick Tort, Dost Yay. 214. Darwin ve Evrimin Bilimi - Yapı Kredi Yayınları 215. Kalıtım ve Evrim - Ali Demirsoy, Meteksan 216. Evrimin Öyküsü - Vural Yiğit, Evrim Yay. 217. Köken - Vural Yiğit, Evrim Yay. 218. Gen Çeviktir - Matt Ridley, Boğaziçi Üniveritesi Yay. 219. Genom: Bir Türün Yirmi Üç Bölümlük Otobiyografisi - Matt Ridley, Boğaziçi Üniversitesi Yay. 220. Türlerin Kökeni - Janet Browne, Versus 221. Pandanın Başparmağı - Stephen Jay Gould, Versus 222. Olağandışı Yaşamlar - James L. Gould, Carol Grant Gould, TÜBİTAK 223. İçimizdeki Maymun: Biz Neden Biziz? - Frans de Wael, Metiş Bilim 224. Çıplak Maymun - Desmond Morris, İnkılap Yay. 225. Çıplak Kadın - Desmond Morris, İnkılap Yay. 226. Çıplak Erkek: Erkek Vücudu Üzerine Bir İnceleme - Desmond Morris, NTV Yay. 227. Charles Darwin’in Özyaşam Öyküsü -  Francis Darwin, Daktylos Yay. 228. Charles Darwin - Katrin Hahnemann, İş Bankası Kültür Yay. 229. Darwin ve Beagle Serüveni - Alan Moorehead, TÜBİTAK 230. Charles Darwin: Bir Doğabilimcinin Evrimi - Richard Milner, Evrim Yay 231. Biyolojik Evrim Kuramının Arkasındaki Yaşam - Charles Robert Darwin, İş Bankası Yay. 232. Charles Darwin - Alan Gibbons, İş Bankası Yay. 233. Charles Darwin Kimdi? - Deborah Hopkinson, Beyaz Balina Yay. 234. Darwin, Galip Ata - Bilim ve Ütopya Kit. 235. Meraklısına Darwin - Pascal Picq, Yapı Kredi Yay. 236. Bilim İnsanlarımız Darwin’i Selamlarken - Alper Dizdar, Yazılama Yay. 237. Darwin Sizi Seviyor: Doğal Seçilim ve Dünyanın Yeniden Büyülenmesi - George Levine, Metiş Bilim 238. Darwin ve Beagle Gemisi’yle Yolculuğu - Felicia Law, Optimist Yay 239. Üçlü Sarmal: Gen, Organizma ve Çevre - Rihard Lawontin, çev. Ergi Deniz Özsoy, TÜBİTAK 240. Cennetten Akan Irmak: Yaşama Darwinci Bir Bakış - Richard Dawkins, Varlık Yay. 241. Doğanın Gizli Bahçesi - Edward O. Wilson, TÜBİTAK 242. Biyoloji Felsefesi - Elliott Sober, İmge 243. Süreç Kuram ve Kavram Olarak Evrim - Yaman Örs, Kaynak Yay. 244. Biyolojide Diyalektik Yöntem - İ.T. Frolov, Toplumsal Dönüşüm Yay. 245. Darwin Kuramı Seçme Yazılar, Eleştiriler - Charles Darwin, Pan Yay. ve TÜBİTAK 246. Evren ve Evrim - Cihan Türkoğlu, Doruk Yay. 247. Evrim, Bilim ve Eğitim - Üniversite Konseyleri, Nazım Kitaplığı 248. Evrim Adamı - Roy Lewis, Dost 249. Evrim Kuramı Üzerine Sorular -  Charles Devillers, Henri Tintant, İletişim yay. 250. İnsan ve Hayvanlarda Beden Dili - Charles Darwin, Gün Yay. 251. Modern İnsanın Kökeni - Roger Lewin, TÜBİTAK 252. Göl İnsanları - Richard Leakey, Roger Lewin, TÜBİTAK 253. 50 Soruda İnsanın Tarih Öncesi Evrimi -  Prof. Dr. Metin Özbek, Bilim ve Gelecek Kit.
1K notes · View notes
midmanofficial · 4 years
Text
Digitally printed out Clan
Öğrenmemiz ve öğretmemiz gereken en önemli "Bilgi"; insan denilen varlığın, canlının: türün (Dijital Kabilenin) evrimi; yani hayatta kalma mücadelesidir. Bu mücadele; yani doğa ve çevre şartlarının- (dünya atmosferinin)oluşturduğu bu Hayat! [Life] organizayonuna "Uyum" {adaptasyon} sürecinin kendisidir. Bu süreci bilimsel olarak ele alan insanın yine kendisidir. Geriye doğru giderek elde ettiği kanıtlarla; tarihsel bir harita çıkartan yine insanın kendisidir. Bu evrim sürecinde, insanoğlunun insan türünün; doğadan ve doğal olaylardan korunmak- "Vahşi" yaşamda hayatta kalmak üzere Mağara insanı olduğu zaman dilimini; "dijital kabile" tezindeki önemli bir nokta olarak görüyorum. Mağaranın öncesi ve sonrası. Mağaraya girmeye neden olan şartlar ve mağaradan sonraki dönemde bu şartlara karşı geliştirilen - savunma. Insan türü; doğada tek başına aletsiz olarak hayatta kalmaya müsait bir canlı mı? Dili, sembolleri, nesneleri ve varlıkları olmadan hayatta kalabiliyor mu? Kalabildi mi? Soruları çoğaltabiliriz. Işte insan türünün, önce tek başına ve daha sonra ailesi veya kabilesi ile kapandığı/kapatıldığı bu hücreden bu mağaradan tekrar dışarı çıkma -kaçma- ve hücreye tekrar geri dönme istediğini/dürtüsünü ele alalım. Geceleri mağarasına giren, soğuktan, yağmurdan "içeri" giren ve kapanan; ailesini kabilesini içeri kapatan; insan türü. Pek çok hayvan türünde -in/yuva/ağaç kovuğu- mağara elbette var. Onlar hâlâ oralarda yaşıyor. Bir kısmı evcillestirildi! Insan türüyle aynı mağarada ayni evde aynı "içerde" yaşıyor. Biz buna adaptasyon diyoruz kısaca. Hücre mağaradır. Yaşam alanın. Hücre ne kadar geniş olursa olsun; ona olan tutku- ve hücrenin dışına olan arzu arasındaki bağımlılık haliyle birlikte mağara insanın içindeydi en başından beri. Kapanmak kaçmak istiyordu. Korunmak istiyordu. insanın evrimsel süreci! magaraya girdiği günlerden itibaren; yeni kısa bir evrim öyküsüdür. Maddelerin, dünyanın toprağın böceklerin bitkilerin ve hayvanların evrimi-ile insanın evrimi, farklı iki evrim olgusudur. Insan evrimi diger evrimlerdeki kalıtımsal değişime ek olarak yani bir genetik mirası olduğu kadar, kültür edilen/öğrenilen- kavramsallasitirilan dilbilimsel ontolojik bir aktarımdır. Insan türü; kendi genetiğini aktardığı kadar; duygularını, hafızasını, dilini ve sembollestirdigi soyutlugun kendisini aktarmasi bakımından - evrenden- yani içinde bulunduğu düzenden ayrılır. Düzenden Ayrıktır'. Öteki olandır. Bir nevi önce hiçlik, sonra tanrı, sonra kâinat, sonra gezegen sonra dünya, sonra toprak ve su sonra canlılar,bitkiler ve hayvanlar ve en sonra sonunda nihayet yaratılmış bir sonuncudur!. Otekidir. Yabancı. En genç olandır. En küçük kardeş gibi.Örnek vermek gerekirse, parka sonradan gelen yeni çocuk! mahalleye taşınan yeni komşu gibidir. Bizden önce bu kâinat, bu fizik ve bu kimya zaten mevcuttu. Bizler bu mevcudiyetin zaman dizelgesinde çok erken bir oluşumuz. Çünkü zaman kavramı aslında şimdidir. Geriye doğru değil teorik olarak ileriye gider. Çünkü zaman dediğimiz şey maddenin kendisidir. Işığın kendisi. Evrenin kainatın kendisidir. Bu sebeple Şimdi olandır. Şuandaki şeye zaman deriz. Geçmiş zaman, gelecek zaman, şimdiki zaman ve hepsini birlikte içine alan şeye' zaman deriz. Bunu takiben, zaman kavramının içine doğduğunu keşfedebilir bir canlı türüdür insan. Takvimler yapıyoruz. Planlar. Ölçekler. Haritalar. Enlem ve boylam. Matematiksel kâinatı digital(sanal) bi Düzleme çiziyoruz. Varolmayan bir ekvator çizgisi gibi. Onu oraya biz insanoğlu ekliyor bir nevi. Görünür kılmak için. Işığı çizmemiz gibi. Işaretliyoruz. Belirtmek için. Dunyanin yörüngesini çiziyoruz. Bu kavramsalın içinde doğduğunu bilen bir canlı türü. Insan. insan; bu bilgiyle birlikte kainatın düzeninde olup; o düzene yabancı tek varlık haline gelmektedir. Düzenin içinde düzeni değiştirmek isteyen ama hiçbir düzeni sonsuza kadar koruma şansı olmadığını -bilen- ölümlü oluşunun farkında bir canlı türü. Kendi düzeninde kendine yabancıdır.kendi kendisinin aynadaki yabancısı. Kendi yarattığı iyiyle kendi yarattığı kötüyü zihninde kavga ettiren- dijitotechnomeczup- bir ara tür. [Homo digitalis] zihinsel gelişiminin üst evrelerinde bugün dünyanın içinde bulunduğu durumun yegâne tek sorumlusu. Kendi düzenini sorgulayan kendi varoluşunu araştıran kainatın bilgisinin arayan ama Hiçbir sorumluluk almaması da onun yaptığı en genel özelliğidir. Felaketler depremler hayvanlar yada uzaylılar belki de teröristler belki yabancılar belki karşı taraftakiler. ama o sorumlu değildir. Bu özellik 50bin yıl öncesine dayanan mağaraya girme sürecindeki avcı toplayıcı türün bir özelliğidir. yaşamda kalmak! Ve Bulunduğu coğrafyanın bütün kaynakları tükenene kadar. Orda kalır. Bu özelliği ile herhangi bir virüsten çok daha tehlikeli çok daha bulaşıcı bir durumdadır. Evreni önce somut düzleme; sonra dili/sembolleri vasıtasıyla soyut düzleme taşıyan insan; şimdi o soyut düzlemdeki soyut evreni tekrar somutlaştırmak istiyor. Aslında insan dediğimiz; adem. Kabilesinin ailesinin başındaki reis, istiyor. O, peşinden sürüklüyor yada rızası olmayanı zorla sürüklüyor. Evet. Tıpkı sokağa çıkma yasağında olduğu gibi. Yasaklar koyarak. Yasalar kanunlar. Kurarak. Sınırlar çizerek. Yapmanı ve yapmaman gerekenleri söylüyor sana. Kabilenin reisi. Reisleri. Çünkü dünya artık cok kalabalık. Bir aile; bir kabile, en geniş 100 kişidir. Oysa bu büyük digital kabilenin çapı 8 milyar! Ve mağara adamından bugüne; henüz zihinsel kapasitesinde en ufak bir gelişme gösterememiş kontrolsüz bir nüfus. 50bin yıl önceki insanla birebir aynı. Konuşuyor. Çiziyor. Oynuyor. Eğleniyor. Yaşıyor. Tıpkı senin gibi. Aynı kavramsal seviyede. Mağaradaki adam. Adamın içindeki mağara. Insan türünün evriminde en önemli aşamalardan biri mağaradır. Felsefe konusu bile Platon'un mağara metaforuyla açılır. Peygamberler mağaraya çekilir. Dervişler ermişler büyücüler cadılar mağarada dünyaya gelir. Burdaki temel öğe mağaranın kendisi; ve mağaradaki kapanmaya adapte olma ve evrimine hayatına devam edebilmesi sorunudur. İlk resimlerin, sanat sayılan ilk eserlerin, objelerin; genellikle mağaralarda bulunması önemli bi kanıttır buna. Dilsel edinim sürecini, 3 boyutlu düşünmeyi ve fikirlerini aktarması, mağara kavramsalını dijital kabile- denkleminde karşılar gözükmektedir. Mağaradan önceki ve sonraki insan; artık aynı değildir. Geceleri uyumak için kapanmak yada kış aylarında haftalarca aylarca magaradan çıkmadan yaşamak. Tıpkı peygamberin veya dervişin çıkması gibi. Mağaradan çıkan her aile, her küçük kabile, belki bir Soloman[tek adam] kapanmışlığın farkında olarak; ışığa, aydınlığa, hayata- doğaya - tekrar kendi özgürlüğüne çıkıyordu. Hapishanenin çok çok eski bir buluş olması tesadüf değil. Hücresine Kapanıyor ve kapatıyordu:Mağaradaki adam. Mağaranın ikinci bir diğer sembolik düzlemi ise; anne karnı sendromu olmasıydı. Mağara anne gibiydi. Koruyordu. Içine alıyor, içinde taşıyordu. Evrenin kesesi gibiydi. Sıcaktı. Icerdet olandı. güneşli günlerde serindi. Annenin içiydi. Mağaradan sonraki insan türü; Tarımla birlikte devam eden evriminde; dilsel süreçlerinin bir neticesi olarak; kendinden sonraki evrim zincirine kendi mevcudiyetini aktarmakla kalmayıp; diğer tüm canlı ve cansız varlıkların varoluşsal bütünlüğünde; kainatın varoluşunu kavrayan yada kavramaya çalışan ve bunu aktaran yegâne canlıdır. Kendi gözünde. Zaten bu sebeple konuşarak çıkardığı seslerin evrimine tanıklık etmekteyiz. Bir zamanlar hiç konuşamayan ve sadece anlamsız sesler çıkartan bir canlının ilahi kitaplar yazabiliyor olduğu; şairane yüksekliğe, ilahi adalete [poetic justice] ulaşmış bir evrimden bahsediyoruz. Dilin, yazının, teknolojinin veya baltanın yada bi atın, uçağın, trenin yada internetin; içinde doğduğun dünyanın; sana öğretilmesi; geçmişle olan bağın/bağlantının Bilgi* olarak sana öğretilmesidir. Dilin, sembollerin, kuralların; (örneğin ensest yasak gibi) aktarımıdır. Alet yapmasını. Oyun oynamasını. Üretmesini. Tüketmesini. Üremesini. Hayatta kalmasını. Hatta bu Bilgiyi aktarması gerektiginin de öğretilmesidir. Bu sebeple arşiv yapmakta; tarih diye bir kurum yaratmaktadir. Bilginin; bilgi olduğunu öğrenme sürecine sahip bir canlı. Bilgiyi manipüle edebilen canlı. Bilgi; öğretilen bir bilgi. Yazılı, görsel, sözlü yada dijital. Reel yada gerçek üstü. Hiçbir farkı olmaksızın. Fabrikasyon bir bilgi. Sadece elleriyle mağarada yaşam mücadelesi veren; korunan, avlanan, hayatta kalan bir canlının; şimdi elleri olmaksızın bile; dünyaya hükmetme noktasına gelen yaşam alanı arasındaki paralellik. Bilginin; mağaradaki adamı 50bin yilda getirdiği bugünkü vaziyeti. Evrimin gerçekliğini kavramış bir türün; dijital vasiyeti. Genetiği değiştirilmiş bir bilgi. Oysa dokunsal ve duygusal bir Bilgi değil bu. Ruhani bir bilgi değil. Ruhu olmayan bir Bilgi. Fizik ötesi kanunlara uymayan, patolojik bir bilgi halüsinasyonu. Yaşadığımı çağ; Bilgi toplumu denilen toplumsal süreçte; bilginin toplum tarafından değil, toplumun bilgi tarafından yönetildiğini ve yönlendirildigini gösterdi. Ispatladı. Bizler bilginin kaynağını kontrol edemiyoruz. Bilginin derecesini bilmiyoruz. Bilginin doğruluğunu teyit edemiyoruz. Bilgi edinme değil; bilgilendirme mesajı alıyoruz. Malumatlar ve çorba tarifleri kıvamındaki pratik bilgiler içerisinde hayatlar yaşıyoruz. Din, vatan, ülke, meslek, cinsiyet, ırk, hayat, iyiler, kötüler,.peki ya gelecek? Gibi kavramları; bize hazır verilen pratik bilgiler içerisinde değerlendiriyoruz. Ve bu bilginin sadece işlevsel kısmındaki doğruluk payını önemsiyoruz. [ işime gelen her bilgi, pratiktir. Ve pratik bilgi işime gelmektedir. ] Sloganı duvarlarimizda yazılı. Burdaki tehlike, pratik bilginin çabukluğu- hızı ve etkisidir. Bir haber ajansı tarafından üretilen tek bir haberle hayatın altüst olabilir. Üstelik bu haber kaynağı devlet/şirket tarafından kontrol ediliyorken! Insan türünün bilgiyi kavramsal olarak aktarım süreci, 2 milyon yıllık konuşma ve 400bin yıllık şehirleşme evriminden sonra; bilgi çağı (uzay çağı) yada {bilim çağı} olarak da adlandırılan bu çağın artık sonuna gelindiğini gösterir olması açısından önemlidir. Bilginin Kavramsal aktarım dediğimiz sey! insan türünün bu gerçeği kabullenmesinden yada Adem hikâyesi çevresinde yeniden birleşmesinden ibaret bir kavgadır. Aileler arasında yaşanan ekonomik politik ve fikirsel sürtüşmeler; bilginin kontrolü; kitlelerin kontrolü ve rakiplerin kontrolü açısından bir tatbikattan öteye geçememektedir. Bu, bir, sosyal, deneydir!?. Bu olay acil durumlarda verilecek tepkileri ölçmek için dünya genelinde yapılmış digitalultragerçek simülasyon oyunudur. Adem'in mağaradan çıktıktan sonra, kayıt altına almaya başladığı Word dosyasının; ilk kimlik numarasıdır. Insanlığın bize Aktardığı; en azından benim kültürümün bana öğrettiği; ilk insan ilk isim. İlk tanımlama. Adam Adem. Insana ait ilk cisim. Ilk isim. İlk Vücut. Beden. İlk tasvir. Ve bu tanımlama kavramsalı karşısında Adem'in çocukları. Bugün gelinen yeni çağ; Sümerlerden gelen büyük kozmolojik bir uzay haritasının dünyanın ve güneş sisteminin samanyolundaki dönemsel dairesel yolculuğuna hareketine bakılarak yaratılmış bir matematiksel topografyadır. Bu sembolik matematiksel düzleme denk düşen aralıkları; hayvanlar aleminden aldığı eşleştirmelerle belirlemiş- çağlara isimler vermek suretiyle onları soyutsal bir zenginliğe eristirmistir. Bu soyut ve Içinde bulunduğumuz çağlar; bizim isimlendirdiğimiz bir tarihsel sürecin ürünü.binlerce yıl önce yaşayan homoHabilis yada homo Erectus homo.sapiens kendi çağının bilgisine sahipti belki; fakat bilginin sınıflandırılması yapılamıyordu. Çağından önceki ve sonraki arasında bir bağ kuramıyordu. Elinde kanıt olabilecek bir örnek yoktu henüz. Bilgi bilenin kendi sınırları içindeydi. O, içine doğduğu bilginin kendi içinde öz halinde kalmasıyla hayatını sürdürüyordu. Yağmurdan kaçıyordu. Ateşten belki korkuyordu. Hayvandan. Soğuktan. Acıkınca avlanıyor bitkileri yemeye çalışıyor, bir kısmı topraktan tohumla ürettiği yeni bitkilerin meyvelerini yiyerek hayatta kalıyordu. Çok sonra Bitkilerden ürünler kumaşlar madenlerden demirler üretiyor aletleri çeşitlendiriyordu. Bir kabilenin bir başka kabileden ayrıldığı anın şimdiki zamandaki anlık fotoğrafı gibi. Ayağa kalkanın oturanlardan ayrılmaya başlaması. Bir başka ailenin diğer ailelerden ayrılarak kendi yolunda ilerlemesi. Buldukları güvenli yerde nehir kenarı yada bi kayalık, bi tepenin kuytusunda çalılık, Yaşamaya çalışan o insan kabileler.. Aileler. Birkaç kişiyi.tek başına kalan Solo Man. Tek adam. (Yahudilikteki Solomon belki burdaki kelimeden gelir bilinmez.) Yada home made hand made ufacik nesnelerin soyutsal zenginliğin şekle bürünmüş heykelcikleri. hicbirsey yokken Venüs heykeli olduğunu isimlendirdiğimiz objeleri üreten kabilenin kendi içindeki düşsel dünyasını hayal etmeye çalıştigimda; sokağa çıkma yasağının ve karantina altına alınan "homo vaccinus" insanın kabileden ayrıldığı anın şimdiki zaman resmini; çizmeye çalışıyorum.kelimelerle. Dijitallestirilmis bilginin dijital arşivinde, dijital reelligin sonsuz bilgisinde; yok hükmündeki kontrolsüzlüğünü; düşünmek zorunda kalıyorum. Harddisk'i çökmüş bir anlayış. Bir kabile. Wireless bir enerjinin megabytlere indirgenmis yazılımsal kalıtımı. Kurumsal ve kitlesel körleşme. Körelmiş duygular. Duyu kaybının, doku kaybına dönüşmesi. Sinir sistemi tasviye edilmiş soyut bir iktidar mekanizmasının seni yönettiği.gerceginin açığa çıkarılması. bitkiselden.organik beslenmeye geçiş. Hayvanları ve varlıkları genetik olarak değiştirirek onları yemek. Dijital yamyamlık. Aslında gıda olmayan şeyleri gıda olarak tüketmek. Radyasyon. Nükleer felaketler. Zehirler. Kirlilik. Gazlar. Kirlenmiş sular. Teknolojik magnetik basınç. Evrim denilen şeyin nasıl oluştuğu olduğu süregeldigi gözünüzün önünde. Bizler insane türü evrim geçiriyoruz. Hem de çok hızlı. Teknolojik hız. Bugüne kadar alınmış tüm patent sayısı kadar patent; bir haftada alınıyor.! Yapılmış tüm icatlar kadar icat; 18 ayda. Sonsuz hıza erişmiş bir son vites. Bu erişilen hız; evrimsel değişim sürecinde neler olabileceğine dair elinizdeki en büyük ipucu. Belki de en önemlisi. Neler yapabileceğimizi henüz bilmiyoruz. Limitlerimiz. Limitleri nelerdir bilmiyoruz. Bilginin tarihsel birimini referans noktası kalmadan; yok etmek: dijital barbarlık. Dijital işlemler. Dijital inançlar. Zevkler. Mutluluklar. Dijital duygular. Elektrik elektronik mekanik robotik kuantum fiziksel düzlemdeki antik bilginin nükleer bir merkezde mutasyona uğratılması. Bilginin karmaşık dünyasında kaynağı belirsiz malumatlar arasında zihni kavrama işlevini yitirmiş bir insan prototipi. Önce cyborg, sonra robot, ve en sonunda digital bir organizmaya evrilen çağdaş klan. Küçük evlerine minik mahallesine hapsedilmiş; kendini büyük kalabalıklar geniş ülkeler coğrafyasında kitleler halinde yaşadığına inandırılan digital mesih.digital havariler. Evrimin gerçekliğini çözümlenmiş tarihin ve dünyanın akışını kavramış; mağarasından çıkmış insanın; kendi yok oluş serüvenine duyduğu korkunun ürünü; kitlesel göçler. Sanal göçler. Şimdi burada ve az sonra milyonlarca km uzaktaki bi zihin.ayaklari yerden kesilmiş bir benlik. Bağlantı noktası olmayan ve kendi kendine atmaya devam bi kalp gibi. Çalışan ama nereden geldiği belli olmayan bir kirli kan damariyla nereye yolladığını bilmediği temiz kan damarı arasında sıkışmış bir beden. Kendi bağlamından koparılmış; bir hayal dünyası. Gözlemlediği evrenin(space); sembollestirdigi soyutlugun (god) ve büyüklüğünü tasvir ettiği kainatın (univers) altinda ezilmiş bir şahsiyet. ...
0 notes
fenrees · 4 years
Text
İlk İnsanların Bir Günü Nasıl Geçiyordu? – Nasıl Zorluklar Vardı?
Bundan 1.000 yıl önce yaşayan insanlarla bugünün insanlarını bir tutmak mümkün değil. Bundan 1.000 yıl önce yaşayan insanların bugün yaşayan insanlara göre daha rahat oldukları durumlar olduğu gibi, daha kötü olduğu durumlarda ne yazık ki mevcuttu. İnsanlar 1.000 yıl önce ve 2.000 yıl önce nasıl yaşamaya devam ettilerse her zaman tehditlerle karşı karşıya kalmışlardı. O dönemde farklı hastalıklar vardı, farklı tehditler vardı.
Bugün nasıl ki nükleer bombaların her an başka ülkeye atılması tehlikesi varsa, o dönemde bu tehdit farklı insanların sopalar veya taşlarla diğer insanlara saldırmasını içeriyordu. Bundan 2.000 yıl önce veya daha geç tarihlerde dünyada insan sayısının da çok daha az olduğu biliniyor.
Milyonlarca insanın yaşadığı bir dünyada insanlardan daha çok hayvanın olduğu tahmin edilirken, hayvanlarda o dönemde insanlar için hem tehdit, hem besin kaynağıydı.
Kesin bilgiler yok
Ancak ilk insanların bir günü hakkında mağaralarda çizilen resimlerden farklı herhangi bir bilgi olmaması akıllarda soru işareti oluşturuyor. Eğer ki ilk insanlar bir gün içerisinde ne yaptıklarını bir taşa veya kağıda yazsalardı bile o dönemde konuşulan dili anlamayabilecek olduğumuz için yine de nasıl yaşadıklarını, ne gibi tehditleri olduğunu ve neler yaptıklarını asla bilemeyecektik.
Bugünün bilim dünyasına göre bundan 30.000 yıl önce yaşayan insanların bir gün içerisinde çalışma veya benzer işleri yoktu. İnsanların o dönemde birbirlerinden korkup korkmadıkları konusunda farklı görüşler var iken, doğadaki hayvanların bazılarında olduğu gibi bir grup insanın sürü halinde yaşarken, bir grubun ise tek başına diğer insanlardan korkarak yaşamış olduklarına dair tahminler var.
200.000 yıl önce ortaya çıkan insanlığın 50.000 yıl önce modern insan olmaya başladığı bilinmektedir.
Yani bilimadamları tarafından insanların 50.000 yıldır daha modern oldukları, birbirlerine daha yakın oldukları ve konuştukları konusunda öngörüleri vardır.
Avcılık zorunluydu
50.000 yıl önce ve 200.000 yıl önce insanların yine doğada avlanması gerekiyordu. İlk insanların bir gününün büyük oranda besin bulmak amacı ile geçtiği, kalıcı olarak bir yerleşkelerinin ilk dönemlerde olmazken, daha sonrasında ise 50.000 yıl öncesinde kalıcı yerleşkeler bulmaya başladıkları tahmin ediliyor.
Yine bilimadamlarına göre ilk insanların bir gün içerisinde birçok farklı tehditlerle karşı karşıya kaldıkları, bu tehditlerden en önemlisinin ise doğada yer alan yırtıcı hayvanların saldırısına karşı açık olmaları gösteriliyor.
Pornografi ve çoğalma
İnsan yaşamının en önemli parçası pornografiden doğan çoğalmadır. 200.000 yıl önce insanların nasıl ortaya çıktığı bilinmezken, bu insanlar bir şekilde birbirleri ile cinsel ilişki yaşamış sonucunda ise insan ırkı daha fazla çoğalmıştır. Eğer pornografi olmasaydı, yani insanlar cinsel olarak birbirleri ile birliktelikten zevk almıyor olsaydı çocuk yapma istekleri olmayacağı için bugün insan denen primat olmayabilirdi.
İnsanlar diğer canlılara göre görece daha fazla düşünebilen, kendinin farkında olan ve kendisini bilen ve konuşan primatlar olarak tanınıyor. İnsanın tanımı bu iken, geçmiş 200.000 yıl önce insanların ilk dönemlerde konuşamıyor oldukları yönünde tahminler bulunuyor.
İlk insanların konuşamıyor olmasına rağmen birbirleri ile cinsel anlamda nasıl beraber oldukları, eğer birbirlerinden korkuyorlardı ise nasıl birliktelik yaşadıkları sorusu gündeme geliyor. Ancak bilim dünyasından uzmanlar bu konuda hiçbir şekilde bunun bulunmasının mümkün olmayacağına dikkat çekerek, ilk insanların bugünkü gibi birbirlerine güvenmediklerine çok yakından dikkat çekiyorlar.
İlk insanların yine birbirleri ile çoğalmasında en büyük etkenin cinsellikten ilk dönemlerden itibaren zevk alıyor olmaları gösteriliyor. Erkek ve kadının birbirleri ile beraber olması sonucunda dünyaya gelen çocuğun o dönemlerde bu döneme göre daha farklı süreçlerden geçip geçmediği ise merak konusu. Bugün 9 ay olan ortalama doğum sürecinin o dönemde nasıl geçtiği konusunda soru işaretleri varken, bazı iddialar o dönemde doğum süresinin daha kısa veya daha uzun olabileceğine işaret ediyor.
İnsanlık geçirdiği evrim sayesinde her geçen yüzyıl daha fazla gelişiyor. Bugüne oranla bundan 200.000 yıl sonra eğer ki insanlar yaşamaya devam edebilirler ise bugünün insanlarına göre gerek bedensel, gerek ise psikolojik açıdan çok daha farklı olmaları bekleniyor.
Bundan yüzyıllar önce insanların daha fazla dişe sahip oldukları bilinirken, bugün insanlar 32 diş veya daha az dişe sahip oluyorlar. Yine benzer olarak cilt tipi bile 200.000 yıl öncesine göre gelişmiş durumda. İnsanlar 50.000 yıl öncesinde cilt tipleri bugüne göre daha kıllı, daha kötü görünümdeydi. Bugün ise insanların cilt tipleri daha bakımlı, daha iyi görüntüye sahip ve erkekler bile daha az kıla sahip.
Erkek bedeninde kılların daha az olmasının modernleşen dünya ile yakından ilgisi olduğu, özellikle evrimin bir parçası olduğu iddia ediliyor.
İnsanın gelişim evreleri yaş grupları
Bebeklik (0-3 yaş)
Çocukluk (3-12 yaş)
Ergenlik (12-21 yaş)
Yetişkinlik (21-65 yaş)
Yaşlılık (65 yaş ve üzeri)
200.000 yıl önce ne olduğunu asla bilemeyeceğiz
Bundan 200.000 yı önce neler olduğunu bugünün insanları olarak asla net bir şekilde bilemeyeceğiz. Bunun sebeplerinden en önemlisi hiçbir kalıntı olmaması ve o dönemde olan insanların bunu bize bildirebilecek düşüncede olmaması. Bugünün insanları bile gelecek 1000 yıl sonrasına dair herhangi bir kalıntı bırakmayı düşünemezken, sadece bazı önlemler alıyorlar. Uzaya gönderilen teknolojiler gelecek 1000 yıl içerisinde yok olma tehdidi ile karşı karşıya iken, bundan 1000 yıl sonra eğer Dünya olursa ve insanlar olursa bugünün insanları hakkında ne bilecekleri bilinmiyor.
200.000 yıl öncesine oranla gelişmiş olan modern insanlık tarihinde birçok sorunla karşı karşıya kaldı ve bunun sonucunda en son haline geldi. Bugün bizler son insanlar değiliz ancak gelişmişlik olarak insan neslinin en son sürümü olarak adlandırılıyoruz.
Daha modern olmamız, daha fazla düşünmemiz mümkün iken bundan 200.000 yıl sonra gelecek insanlara göre ise daha az modern olabileceğimiz gerçeği gün gibi ortada.
200.000 yıl öncesine ait bilgilere erişmek mümkün olmadığından o dönemde insanların nasıl anlaşabildikleri konusunda da soru işaretleri bulunuyor. Bu soru işaretlerinden en önemlisi ise o dönemde insanların herhangi bir çatı altında yaşamamalarına rağmen soğuk hava şartları gibi şartlara tek başlarına nasıl karşı koyabildikleri, özellikle besin alımı konusunda nasıl zorluklarla karşı karşıya kaldıkları konusunda olan soru işaretleri olmakta.
İlk insanların bir gününde tahminen yaşadıkları zorlukları nelerdi?
Bilim bu konuda bize hiçbir bilgi vermiyor. Bu konuda yapılan hiçbir çalışma %100 doğruluk teyit etmiyor. Ancak tahminlere göre ilk insanların 24 saat içerisinde yaşadıkları zorluklar farklıydı. O dönemde ülkeler yoktu, insanlar için herhangi bir ülke sınırı yoktu, ancak 50.000 yıl öncesinde bile insanların herhangi bir ülke sınırı, yasalar veya benzer konularla sınırlandırılmadığı açık.
50.000 yıl öncesinde dünyada adalet sisteminin olmadığı, o dönemde insanların birbirlerine zarar verip vermedikleri konusunda soru işaretlerine de hiçbir zaman net yanıt bulunamadığını hatırlatalım.
Ancak ilk insanların özelikle kendilerini diğer insanlar dolayısı ile kendilerini tehlikede hissetmeleri durumunda kendilerini savunacak önlemler alabildikleri, yer değiştirebildikleri gibi iddialar mevcut.
Yine ilk insanların en fazla yaşadıkları zorluklardan bir tanesi de o dönemde yaşanan avcılık sorunuydu. Gıda bulmak bugün olduğu gibi para ile satın alınabilecek bir kolaylık ile elde edilemiyordu. O dönemde herkes kendisi ve ailesi için avlanmak zorundaydı. Bugüne oranla o dönemde insanların bulundukları ortamdaki hayvanları daha iyi bildikleri, buna göre avlandıkları ve gece ve gündüz kavramını bildikleri düşünülüyor.
Genelde sabahtan itibaren erkek primatların (insanların) avlanma için arayışa çıktıklarından söz edilirken, aynı zamanda doğada yer alan yeşillik ve benzer ürünlerinde o dönemde tüketiliyor olabileceğine dikkat çekiliyor.
Dünyanın 200.000 yıl önce çok daha yeşil bir yer olduğu tahmin edilirken, birçok insanın su bulabilecekleri yerlere yakın yaşarken, aynı zamanda yağmur sayesinde su saklama yöntemleri geliştirdiklerine inanılıyor.
Sadece besin değil, aynı zamanda su ihtiyacı nedeniyle o dönemde farklı su saklama tekniklerinin olduğu, bunların genelde yapraklar ve küçük yer oluşumlarının içerisine saklanan sular olduğu düşünülüyor.
Ancak bazı bilimadamlarına göre 200.000 yıl önce insanların bugün olduğu kadar fazla gıda ve suya ihtiyacı olmuyordu. İlk insanların su ve gıda konusunda bugün olduğu gibi belirli bir ihtiyacı olmadığı iddiasına karşılık o dönemde insanların daha kaslı sembolize edilmesine rağmen bu gelişimin ardında o dönemin zorluklarının yattığını iddia edenler mevcut. Yine benzer olarak avcılık ve doğal şartlar dolayısı ile kaslı insan görünümünün beslenme ile yakından olduğu iddiası da sürekli olarak gündemde kalıyor.
Yaşanan tek zorluk avcılık değildi. Yağmur, sel felaketleri ve benzer doğal afetler her zaman vardı. Ancak o dönemde insanların kalıcı olarak üs kurmadıkları ve sadece tek bir yerde yaşamadıkları gibi bu tür olaylar durumunda yer değiştirebildikleri, yeni yere alışım sürecinde zorluklar yaşasalar bile bunlara kısa süre içerisinde alışabildikleri tahmin ediliyor. Yine bazı araştırmacılar 200.000 yıl önce insanların yaşadığı en büyük tehditlerin gece saatlerinde olduğunu iddia ediyor.
Gece saatlerinde doğal ortamda yaşayan, herhangi bir ev içerisinde yaşamayan, ışık ve benzer herhangi bir aydınlatıcı nesneye sahip olmayan insanların başta sürüngen hayvanlar olmak üzere bugün nesli tükenmiş çok sayıda yırtıcı ve hayal bile edemeyeceğimiz hayvanlar için bir besin kaynağı olarak görüldüğü ve buna karşı kendilerini korumak zorunda olduklarına dikkat çekiliyor
Eğer ki ilk insanların o dönemde kendilerini özellikle gece saatlerinde korumazlar ise bunun sonucunun ölüm olacağına inanılıyor. Özellikle bazı iddialar insanların o dönemde ağaç altları gibi bölgelerde yaşamış olabilecekleri, ormanlardan uzak durabileceklerine işaret ediyor.
Toplu yaşam iddiası
2013 yılında yapılan bir araştırmaya göre ilk insanlardan bir süre sonra insanlar 50.000 kişilik bir grup içerisinde yaşadılar ve kendilerini korudular. Bu 50 bin kişilik insan ordusu birbirlerine güveniyorlardı ve bu sayede doğal tehditlere karşı daha sert ve daha çabuk yanıt verebiliyorlardı.
Yine aynı araştırmaya göre insan nüfusunun 10.000 altına hiçbir zaman düşmediği, her zaman toplu olarak yaşadığı iddiası mevcut. Yine de bu konuda kesin bir bilgi bulunmadığı gibi, 10.000 insana kadar insanların birbirlerinden ayrı yaşamak zorunda kaldıkları ancak yakın bölgelerde yaşamayı sürdürmek zorunda hissettikleri tahmin ediliyor.
50 bin kişilik insan nüfusunun özellikle zaman zaman azaldığı, zaman zaman ise nüfus bakımından artığından söz edilirken, bu konuda araştırmaların doğru olup olmayacağı konusunda soru işaretleri maalesef her zaman için bulunuyor.
Milyonlarca yıl önceye dayanıyor
İnsanların hayvanlardan geldiği düşüncesi sık gündeme geliyor. 185 milyon yıldan daha önce Tiktaalik isimli bir omurgalı deniz canlısının ilk kez karaya çıkmaya başladığı, insanın ise bu canlıdan evrimleştiği iddiası bile gündeme geliyor.
Ancak bu evrimin nasıl olduğu, nasıl gerçekleştiği tamamen büyük bir soru işareti olarak yer alıyor.
Kaynaklar ve ileri okuma:
Bilimadamlarının görüşleri
https://peacenews.info/node/7741/first-peoples
The post İlk İnsanların Bir Günü Nasıl Geçiyordu? – Nasıl Zorluklar Vardı? appeared first on Zovovo - En İyi Bilgi Sitesi.
Kaynak: https://www.zovovo.com/ilk-insanlar-nasildi/
0 notes
hudaicakmak · 5 years
Text
 ÖNCE ŞU GERÇEKLERİ ÖĞRENELİM.
Bir yapının canlı olarak nitelenebilmesi için en azından ve en baştan: a)-Korunma, savunma bağışıklık ve çevreye uyum; b)-Beslenme, c)-Üreme düzenler, sistemler ve mekanizmalarına sahip olmak zorundadır. Yarım çeyrek eksik canlıların varlıklarını korumaları ve üremeleri mümkün değildir. Ekolojik düzen buna izin vermez.
Buna göre canlı türleri uygun yer ve zamanlarda yeterli cins ve sayılar da yaşamaya ve üremeye hazır halde eksiksiz var olmak zorundadır.
Canlıların türlerine özel gen havuzları vardır.
Türler arasında aşılması mümkün olmayan engeller vardır. Biyolojide buna tür yalıtımı deniyor.
Türlerden türlere geçiş imkansızdır.
Canlılar gen havuzları dahilinde çeşitlenirler. Evrim dilinde buna varyasyonlar deniyor.
Eşeyli üreme (karışmalı kalıtım) neredeyse sonsuz sayıda genetik kombinasyon imkanı sağlar.
Yaşam zenginliğinin kaynağı gen havuzları dahilinde doğal olarak oluşan çeşitlenmedir.
Canlı hücre ve bedenleri ultra kompleks yapılardır. Binlerce düzenler sistemler ve mekanizmaların bütünlüğündedir.
Evrim değişerek gelişimi, faydalı genetik mutasyonların diğer nesillere aktarımı ve biriktirilmesini temel alır.
Canlı hücre ve bedenler vb.. gibi kompleks yapılardaki mutasyon denilen rastlantısal değişimler termodinamiğin ikinci kanunu gereği az yada çok zararlıdır.
Bilinçli yapılan genetik mutasyonlar (yapay evrim denilen şey) evrim değildir. Evrim doğal olmalıdır. İçine bilinç karışmamalıdır.
Yapay mutasyonların faydalı oldukları oldukça şüphelidir. Genetiği değiştirilmiş organizmalardan (GDO’lu ürünlerden) vebadan kaçar gibi kaçıyoruz.
Doğal olan en güzeldir. Bu da canlı türlerinin ilk ortaya çıktıklarında mükemmel, eksiksiz yapılarda olduklarının en büyük kanıtıdır.
Genetik mutasyonlar eşeyli üreme sırasında genelde yok olur. Diğer nesiller aktarılır ise genetik hastalıklara neden olurlar.
Yüzlerce genetik hastalığın olması evrimin yanlış olduğuna kanıttır.
EVRİM DEĞİL TERSİNİM GERÇEKTİR.
Tersinim evrenseldir.
0 notes
istandistmag · 5 years
Text
Celal Şengör’den Yeni Kitap: Bilimin Büyüsü
Celal Şengör’ün bilimin insan yaşamındaki büyük etkilerini anlattığı Bilimin Büyüsü kitabı İnkılâp Kitabevi tarafından yayımlandı.
Daha önce İnkılâp Kitabevi’nden Zümrüt Ayna, Bir Toplum Nasıl İntihar Eder, Aptalı Tanımak ve Dahi Diktatör adlı kitapları yayımlanan Celal Şengör, Bilimin Büyüsü’nde insanlık tarihinde köklü değişimler yaratan bilim insanlarını ve bilimsel kırılma anlarını anlatıyor.
Kendine has üslubu ve bilimsel olandan taviz vermeyen yaklaşımı ile bilinen yazar, Bilimin Büyüsü’nde de okuyucuya sağduyunun önemini açıklıyor.
Bilim insanlarının önemli buluşları, yaklaşımları ve hayatlarına dair bilgilerin yer aldığı Bilimin Büyüsü, düşüncenin zengin, etkileyici ve bir o kadar yenilikçi dünyasını okuyucuya sunuyor.
Arka kapak;
Bilim dışında bilgi kaynağı olduğunu iddia edenler yanılmaktadır, ki bunun tarihte sayısız örneği mevcuttur. Ne mitolojiler ve dinler ne büyü ne de falcılık bilgi kaynağıdır. Tarih boyunca bilim adı altında “yalancı bilimler” (psödobilim) diyebileceğimiz; kehanet, astroloji, sihirbazlık, “gizli” (okült) bilimler gibi konular insanlara bilim diye sunulmuştur. Ama bunların hiçbiri bilim değildir; arkalarında ya safdil inanış ya da düpedüz sahtekârlık vardır.
İnsan, düşünmeye başladığı andan itibaren merak ederek öğrenmek, çevresinde olan biteni anlamak istemiştir. Bu biyolojik evrimin insana verdiği bir dürtüdür. İnsan, fiziksel olarak zayıf bir varlıktır. Ne kendini koruyabilecek doğal silahları (boynuz, tırnak, zehir vb.) ne de hız, uçmak gibi düşmanlarından kaçışını kolaylaştıracak becerileri vardır. Tek silahı aklıdır.
“Sorgulamanın cezalandırıldığı bir toplumda gelişme nasıl oldu?” diye düşünebilirsiniz. Bunun cevabı basittir: Her toplumda asi kafalar, her türlü ceza ve zorlamaya karşı duyduğunu, gördüğünü sorgulayan zeki bireyler türer. İşte yenilik ve gelişme bu nadir kişilerin sorgulamaları ve yeni düşünceler üretmeleri sayesinde olmuştur.
Özgeçmiş;
Prof. Dr. Dr. H.C. Mult. A. M. Celâl Şengör
24 Mart 1955’te İstanbul’da doğdu. 1973 yılında Robert Academy’yi bitirdi, 1978’de University at Albany’den (State University of New York) jeolog olarak mezun oldu. Aynı üniversitede 1979’da master, 1982’de doktora yaptı. 1981’de İTÜ Maden Fakültesi Genel Jeoloji kürsüsüne asistan oldu. 1984’te Londra Jeoloji Cemiyeti’nin “Başkanlık Ödülü”nü, 1986’da TÜBİTAK’ın “Bilim Ödülü”nü aldı. Aynı yıl İTÜ Maden Fakültesi Genel Jeoloji Anabilim dalında doçent oldu. 1988’de Neuchâtel Üniversitesi Fen Fakültesi’nden şeref bilim doktoru (Docteur ès sciences honoris causa) payesi aldı. 1990’da Academia Europaea’ya ilk Türk üye olarak seçildi, aynı yıl Avusturya Jeoloji Servisi muhabir üyesi, 1991 yılında Avusturya Jeoloji Derneği şeref üyesi oldu. 1991 yılında Kültür Bakanlığı’nın Bilgi Çağı Ödülü’nü kazandı. 1992’de İTÜ Maden Fakültesi Genel Jeoloji Anabilim dalında profesörlüğe yükseltildi. 1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi kurucu üyesi oldu, akademi konseyine seçildi. Aynı yıl TÜBİTAK Bilim Kurulu üyesi oldu. 1994’te Rusya Doğa Bilimleri Akademisi üyeliğine, Fransız ve Amerikan Jeoloji Dernekleri şeref üyeliğine seçildi, ayrıca kendisine Fransız Fizik Cemiyeti ve École Normale Supérieure Vakfı tarafından Rammal Madalyası verildi. Şengör 1997 yılında Fransız Bilimler Akademisi tarafından yerbilimleri dalında büyük ödül (Lutaud Ödülü) ile taltif edildi. 1998 Mayıs ayı içerisinde Şengör’e, Collège de France’ta misafir profesör olarak bir kürsü verildi. Burada “XIX. yüzyılda tektoniğin gelişmesine Fransız jeologlarının katkısı” konulu bir ders verdi ve 28 Mayıs 1998’de Collège de France’ın madalyasını aldı. 1999’da Londra Jeoloji Cemiyeti kendisine Bigsby Madalyası’nı tevcih etti. 2000 yılının Nisan ayında Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Bilimler Akademisi yabancı üyeliğine seçilen ilk Türk oldu. 2004-2005 öğretim yılında Şengör, Collège de France’da “Uluslararası Kürsü” (Chaire internationale) profesörlüğünü deruhte etti ve 20 Mart 2005’te ikinci kez Collège de France Madalyası’nı aldı. 2006’da üç yıllığına Paris Ulusal Doğa Tarihi Müzesi onur üyeliğine getirildi ve Rus Bilimler Akademisi’ne yabancı üye olarak seçildi. 2014 yılında Leopoldina Alman Ulusal Bilimler Akademisi’ne, 2015’te de Avusturya Bilimler Akademisi’ne seçildi. 2009’da Londra’daki Doğa Tarihi Müzesi (The Natural History Museum) Şengör’ü fahrî araştırmacı olarak atadı ve aynı yıl dünyanın en iyi altıncı üniversitesi addedilen Chicago Üniversitesi kendisine şeref bilim doktoru payesini tevcih etti. 2010 yılı Ekim ayında Almanya’nın bir yerbilimciye verdiği en büyük ödül olan Steinmann Madalyası ile taltif edildi. 2017’de Amerikan Jeoloji Derneği’nin Bilim Tarihi ve Felsefesi Bölümü’nün Mary C. Rabbitt ödülünü, 2018’de de Avrupa Yerbilimleri Birliği’nin katı arz konusundaki en büyük madalyası olan Arthur Holmes Madalyası’nı aldı. Şengör, Collège de France dışında İngiltere’de Oxford (Royal Society Araştırıcı bursuyla), ABD’de California Institute of Technology (Moore Distinguished Scholar olarak) ve Avusturya’da Salzburg-Lodron Paris üniversitelerinde misafir profesörlük yapmıştır.
Şengör jeolojide bilhassa yapısal jeoloji ve tektonik dallarındaki çalışmaları ile ün yapmıştır. Bu konuda 17 kitap, 262 bilimsel makale, 217 tebliğ özeti, 74 popüler bilim makalesi; tarih ve felsefe ile ilgili popüler 13 kitap ve 500’ü geçen deneme yazısı yayımlamıştır. Bunların 1997-1998 yılları arasında Cumhuriyet Bilim Teknik dergisindeki “Zümrütten Akisler” köşesinde çıkmış olanları Yapı Kredi Kültür Sanat Yayınları tarafından 1999’da Zümrütnâme başlığı altında kitaplaştırılmıştır. 2003 yılında ise ikinci deneme kitabı Zümrüt Ayna başlığıyla yayımlanmıştır. Yaşam öyküsü 2010 yılında Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Nehir Söyleşi serisinde Bir Bilim Adamının Serüveni başlığı altında yayımlanmıştır. Şengör ayrıca pek çok uluslararası dergide editör, yardımcı editör ve yayın kurulu üyeliği yapmıştır ve yapmaktadır.
Şengör, 1986 yılında Oya Maltepe ile evlenmiştir. Tek oğlu H. C. Asım Şengör 1989 yılında dünyaya gelmiştir. Celâl Şengör İngilizce, Almanca ve Fransızca bilmektedir.
The post Celal Şengör’den Yeni Kitap: Bilimin Büyüsü appeared first on İstanbul'a dair en güncel haber sitesi.
from WordPress https://istandist.com/elal-sengorden-yeni-kitap-bilimin-buyusu/
0 notes
Text
KORKU VAKTİ
Tumblr media
Her yaz olduğu gibi bu yaz da sinema salonları korku filmleriyle dolup taşacak. Henüz tarihi açıklanmayanlar bir tarafa, önümüzdeki 3 ay boyunca vizyona gireceği açıklanan korku filmlerinin sayısı 22’yi bulmuş durumda.
 '666 Cin Musallatı', 'Sinsiran: Yasak Aşk', 'Nefrin', 'Deccal 2', 'Büyü 2', 'Bezm-i Ezel', 'Cinayet-i Aşk', 'Semur', 'Alem-i Cin', 'Siccin 4'...  Önümüzdeki aylarda vizyona girecek yerli korku filmlerinden bazıları. Neredeyse her hafta bir yabancı ve bir yerli korku filminin vizyona gireceği Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında vizyona girecek korku filmi sayısı 22. Bu filmler izleyiciyi ne kadar korkutacak bilinmez. Fakat geçmişte yazları vizyona giren korku filmlerinin eleştirel karnesini göz önüne alırsak, bu rakamın eleştirmenleri korkuttuğu kesin.
Yukarıdaki rakamı son 5 senenin verilerine yerleştirince ortaya açık bir trend çıkıyor. Yaz aylarında vizyona giren korku filmi sayısı 2013'te 12, 2014'te 13, 2015’te 19, 2016’da 17, 2017’de ise şimdilik 22 olarak gözüküyor. Trend nereye kadar devam eder bilinmez ama yerli devam filmlerinin sayıyı önümüzdeki senelerde daha da yukarı çekeceği kesin.
Bu hususta şunu vurgulamak gerekiyor; bu trendin dünyadaki trendlerle bir ilgisi yok. Global düzeyde sinema için üretilmiş korku filmlerinin sayısı aslında düşüş eğiliminde. Yerli korku filmlerinin üretim sayılarındaki ve toplam izleyicisindeki artış, bu trendin buraya özgü dinamikleri olduğunu işaret ediyor. Lakin başka ülkelerde vizyona bile girmeyen ve DVD pazarı için üretilmiş yabancı korku filmlerini Türkiye vizyonuna mıknatıs gibi çeken de aynı dinamik. Bu yaz 20’nin üzerinde korku filmi vizyona girecek başka bir ülke daha bulmak zor. Üstelik de bu filmlerin yarısından fazlası yerli yapım olan.
YERLİ KORKU FURYASI
Yerli korku sinemasının ilk dikkat çeken özelliği sinema salonlarıyla hayat bulabilmesi. Pek çok korku filminin DVD’si piyasaya çıkmıyor ve bazıları bir daha TV’de bile karşımıza çıkmıyor. Yaz aylarında sinemalara uğrayan bir hayalet gibi gelip geçiyorlar. Korku furyasının yegane pazarının sinema salonları olması, genç bir izleyici kitlesine işaret ediyor. Bu janra özgü filmlerin tüketiminde, büyük perde ve karanlık salon önemli bir rol oynuyor.
Yerli korku filmlerinin evrimine baktığımızda ikinci dikkat çeken nokta, anlatı dünyasında çoğunlukla dini referansları merkeze alıyor ve mitlerden besleniyor olmaları. Motifler farklılaşsa da genellikle korkunun ana kaynağı gündelik dünyadan değil, diğer boyutlardan geliyor. Çıkış noktaları ve hikayeleri farklı olsa da anlatım stratejileri nedeniyle, çoğu film benzer bir küme altına toplanabiliyor. Dramatik yapı modeli, çoğunlukla Amerikan ve Asya sinemasından ödünç alınan, kısa süreli yerinden sıçratan korkutma taktikleri etrafına kurulu. Atmosfer, prodüksiyon değerleri, dramatik derinlik gibi kriterler genelde ikinci plana atılıyor. Çok kısa sürede yapılan çekimler, vizyon tarihine ucu ucuna yetiştirilen son kurgular, bu kriterlerde niteliğin daha da azalmasını beraberinde getiriyor. Özel efektler ve makyaj ise üzerine en fazla ağırlık verilen ve geliştirilmeye çalışılan unsurlar. Fakat sadece “korkutan” sahnelere odaklanmak dramatik temellere karşı bir miyopluk yaratıyor. Sadece çarpıcı fragmanlarına umut bağlayan pek çok örneğin, dünya sinemasındaki günümüz standartlarından uzak düşmesinde bu durum önemli pay sahibi.
Hemen hemen tüm filmlerin pazarlama stratejileri, film isimleri, afiş ve fragman gibi izleyiciye ulaşmak için kullandıkları araçlardaki dilleri de çok benzer. Farklılaşmak yerine tekrar edici olmak yerli korku sinemasının en kötü alışkanlıklarından biri. Ticari kaygılar ve üretim süreci, yaratıcı veya yenilikçi olmayı destekler nitelikte değil. Furyadaki başka filmlere benzeyerek ticari potansiyelini kolaylıkla arttırabilen yerli korku filmlerinin, bu döngüyü kırması zor. Hal böyle olunca,  korkuyu biçimsel yollar aracılığıyla yaratmakla pek ilgilenmeyen bir yerli korku sinemamız oluyor. Yerli korku furyasının önündeki en büyük engellerden birisi de bu: Anlatı motifleri açısından bir karakteristiğinden söz edilebilmesine rağmen, dramaturjik açıdan kendine özgü bir stili ve dili olmaması. Nicelikteki artışın niteliğe de yansıması için, hikayenin sinema dilindeki karşılığını biçimsel olarak aramak anahtar niteliğinde.
(5 Mayıs 2017 / BirGün)
0 notes
leavesoccer-blog · 7 years
Text
Rousseau - Yalnız Gezenin Düşleri (Birinci Bölüm)
Yeni yazı var! https://maiotik.com/rousseau-yalniz-gezenin-dusleri-birinci-bolum/
Rousseau - Yalnız Gezenin Düşleri (Birinci Bölüm)
Dergiler hayatımızdan çıktı ya da çıkmak üzere. Dedikoduları duyacağın, uzun metinle karşılaşacağın yer sayısı azaldı. İnternet kısa metinler üzerine kurulu bir dünya haline geldi. Ama birinin yolu düşer ve üslubu da beğenirse sonuna kadar okur belki diye yazdım ben. İnceleme, kitaptan seçtiğim alıntıların yorumlanması üzerine kurulu. Dijital işlerin konuşulduğu bir kongrede zamansız içerikler üretmekten bahsediyorlardı. Buyurun size zamansız içerik sevgili okur.
Çatır çatır her bir paragrafı üzerine akıl yorduğum kolay okunan çok düşündüren kitap: Yalnız Gezenin Düşleri!
“Bu bağlamı göz önünde tutarak onun en son “itirafları” olan Yalnız Gezenin Düşleri’ndeki o yılmışlık, küsmüşlük ve anlaşılmamış olma duygusu, spartaküsvari bir yenilgi duygusu olarak da anlaşılabilir belki. Spartaküs, köleliğin tarihsel bir formasyon olarak en güçlü temsil edildiği bir dönemde, Roma İmparatorluğu’nun sınırları içinde, henüz tarihsel şartlar ve dinamikler olgunlaşmamışken, ileriye dönük bir adım atmayı denemiş ve yenilmişti; Rousseau da “İşte artık yeryüzünde yapayalnızım” diye girer metne. Spartaküs’ü Romalılar çarmıha germişlerdi; Rousseau da bir tür inzivanın ıssız yollarına çekilir kendiliğinden; çünkü bir anlamda ayak uydurmadığı tarih “ileriye” doğru hızla akmaktadır.”
Veysel ATAYMAN’ın önsözünden – Sayfa 12
  Rousseau, bundan iki yüzyıl önce gelişmenin sanayide, makinede değil insan kafasında olması gerektiğini söylemişti. İnsanlığın görülmemiş bir hızla ilerlediğini savunanlara karşı hızın insanda değil makinede olduğunu insanlığın kafa yapısının henüz bu yenilikleri içselleştiremediğini anlatmıştı.
Ruhu henüz bu makinelerden sağlıklı faydalanabilecek kadar incelmemiş insanı anlatan Rousseau, gelecek yüzyıllarda ortaya çıkacak problemleri öngörmüş fakat tam da bu yüzden çağdaşları tarafından dışlanmıştı. Doğaya geri dönmek onu ihmal etmemek gerektiğini söylerken çağdaşları bu çağrıları ilkelliğe övgü olarak değerlendirmişti.
Şimdi Avrupa düşüncesini baştan aşağı değiştiren; Avrupa düşüncesinin kırılma noktalarından birini oluşturan nasıl yaşanacağı üzerine fazlaca kafa yormuş belki de pratik anlamda felsefeyi en işe yarar hale getiren bu filozofun tecrübesine yakından bakmaya çalışacağız.
Bu huzura bir başka şeyin daha katkısı oldu: Bana işkence edenler olanca kinleriyle bana acı çektirmek için başka başka tertipler düşünürken; durmadan yeni darbeler indirip işkencelerinin etkisini sürekli taze tutarken bir şeyi unuttular. Oysa bana biraz umut ışığı bırakacak kadar becerikli olsalardı, hala ellerinde olacaktım. Bazı yalancı yemlerle beni oyuncakları yapmaya, boşa çıkan beklentilerimin hayal kırıklığı ile her an bir üzüntü kaynağı daha yaratarak beni yeni acılara boğmaya devam edeceklerdi. Fakat kaynaklarının hepsini önceden tükettiler: bana hiçbir şey bırakmamakla, kendilerini de her şeyden yoksun bıraktılar. Beni boğdukları iftira, alay, rezalet ve kötülük ne artabilir ne de azalabilir; ne onlar şiddetlendirebilirler ne de ben bundan sıyrılabilirim. Perişanlığımı en son haddine vardırmakta o kadar acele ettiler ki, bütün insan kudreti: bütün hilelerinin yardımıyla bile ona hiçbir şey katamaz. – Sayfa 23
Şimdi bu adam paranoyak mı diyebilirsin sevgili okur; değil! Harbiden düşmanları var. Nitekim bir papaz yüzünden taşlamışlar da kendisini(mecazen değil) herif güvende değil yani. Onun dışında kamuoyunun desteği de rakiplerinin elinde. Rakipler kimler? Gelecek nesillerin emperyalistleri, kapitalistleri… Bir durum hele konuşalım demiş ama dinleyen olmamış hümanist filozofumuzu. Bu yüzden de onu edebiyat çevresinin, entelektüel dünyanın, siyasi, sanatsal ve sosyal hayatın dışına itmişler.
1800’lü yıllarda yaşayan bir entelektüel için dışlanmışlığın bugünkünden daha zor bir durum olduğunu pekala anlayabiliriz. Diğer taraftan bu pasaj bana gündelik hayattaki zehirleyici ilişkileri de hatırlattı.
Beklemek, karşılaşmaktan daha müthiştir: tehdit, darbeden daha kötü. Tehdit gerçekleştiğinde ise olaylar hayal gücünden kaynaklanan yanlarından arınarak gerçek değerini bulur. O zaman bu dertleri, sandığımdan çok daha önemsiz bulur, acı çekerken ferahlarım. Böylece herhangi yeni kaygılardan arınmış, beklemenin getirdiği endişeden kurtulmuş olarak, artık hiçbir şeyin ağırlaştıramayacağı bir duruma giderek daha rahat katlanırım ve duygularım günden güne körelmeye başladığından, yeniden canlandırmak mümkün olmaz. Düşmanlarım, kinlerinden kaynaklanan bütün zülüm yöntemlerini ölçüsüzce harcayarak işte bana böyle bir iyilik yaptılar.  – Sayfa 24
Ama bir sanatçı ve düşünür olarak gelecekten umudunu kesmiyor Rousseau. Eninde sonunda üreten insan geleceğin güzel olacağını düşündüğü için, anlaşılmak adına bir umut beslediği için yazıyor, çiziyor ve başka bir yüzyıla yatırım yapıyor. Evrimin emrettiği üzere geleceğin daha iyi olacağına dair muhteşem bir ümit taşıyor.
Ama, hala geleceğe güveniyor ve daha insaflı bir kuşağın, bugünün kuşağının, gerek hakkımdaki yargısını, gerekse bana olan davranışlarını inceleyip kendisini yönetenlerin hilelerini meydana çıkaracağını ve beni olduğum gibi göreceğini ümit ediyorum. Diyaloglar’ımı bana yazdıran ve bunları gelecek nesle aktarmak için beni binbir çılgınca girişime sürükleyen işte bu umuttur. Uzak bir geleceğe ait umudum, bir zamanlar bu yüzyılda insaflı bir yürek ararken içimde hissettiğim heyecanın aynısını bana hissettiriyor ve uzaklaştırmak istediğim o umutlar, aynı zamanda beni bugünün adamlarının oyuncağı yapıyordu. Diyaloglarımda bu beklentimi neyin üzerine kurduğumu anlattım. – Sayfa 25
 O kadar temiz anlatıyor ki Rousseau! Yanlış anlaşılırım endişesinden uzak, edebi kaygıdan uzak, sadece anlaşılır olmak kaygısıyla adı konulmamış duygularını açıklamak için…
Beni, acı verici bir şekilde olduğu kadar, boşuna da meşgul edecek konuları bir kenara bırakalım. Madem ki teselliyi, umudu ve huzuru sadece kendimde bulduğum için hayatımın geri kalanında yalnızım, kendimden başka hiç kimseyle ilgilenmemeliyim ki bunu da istemiyorum. Eskiden itiraflarım diye adlandırdığım titiz ve samimi incelemeye işte bu ruh haliyle devam diyorum. Son günlerimi, kendimi incelemeye ve yakında hakkımda vereceğim hesabı, önceden tasarlamaya adıyorum. Kendimi tamamen ruhumla konuşma zevkine bırakayım. O ruh ki, insanların elimden alamayacakları tek şeydir. İçimdeki eğilimlerin üzerinde düşüne düşüne onları düzene koymayı ve onlarda kalan kötülükleri düzeltmeyi başarabileceksem, derin düşüncelere dalmam hiç de gereksiz olmayacak ve artık bu dünyada hiçbir işe yaramama rağmen, son günlerimi boşuna harcamamış olacağım. Gündelik gezintilerim, çoğu zaman hatırlayamadığım için üzüntü duyduğum, muhteşem manzaralarla doludur. Hala hatırlayabildiklerimi yazacağım; onları her okuduğumda aldığım haz yenilenecek. Yüreğimin hak ettiği ödülü düşünerek, üzüntülerimi bana zülmedenleri ve iftira edenleri unutacağım. – Sayfa 27
Her ne kadar huzur içinde olduğunu söylese de arada kızgın olduğuna ve diğer insanları affetmediğine dair de bir çok ipucuna rastlıyoruz. Lakin insanın önünde sonunda dönüp dolaşıp geleceği yerin gene kendisi olduğunu görüyoruz. Bütün kovalamacalardan, işlerden, ilişkilerden, beklentilerden, acılardan, hüzünlerden sonra salt, sade, saf bir kendi. İlk çocukluk heyecanlarına, çocukluk tatlarına, ruhunun çocukluğunda bıraktığı o duyguları tekrar sahiplenmeye ve sadece kendine keyif veren şeylerle uğraşmaya başlama durumu.
Bu sayfalar, ancak hayallerimin gelişigüzel tutulduğu bir anı defteri olacak. Onlarda benden çok söz edilecek. Çünkü düşünen yalnız bir inan, kaçınılmaz olarak kendisiyle meşgul olur Giyinirken aklıma gelen bütün tuhaf, alışılmadık düşünceler de bu sayfada yerlerini alacaklar.  – Sayfa 28
 Okudukça huzur buldum ben sevgili okur, bütün gündelik problemlerinden kurtuldum. Var olmanın ağırlığını attım. Sakinledim, aceleciliğim gitti. Öyle naif bir düşünce birikimini sunuyor bu kitap. Öyle naif bir içerik ve öyle naif bir üslupla.
Büyük bir mutlulukla, yüreğimdeki sevgiyle ama körü körüne bağlanışlarımı, birkaç yıldır ruhumu besleyen hazin olmaktan çok teselli edici olan düşüncelerimi hoşlanarak hatırlıyor, kendimi onların kucağına teslim ederken aldığım kadar derin bir hazla onları kaleme almaya hazırlanıyordum. Öğleden sonram bu sakin düşüncelerle geçti ve günümden son derece memnun olarak dönmek üzereyken, şimdi size anlatacağım olay beni düşlerimin iyice yoğunlaştığı hayal dünyamdan çekip aldı. – Sayfa 34
Yer yer günlüğe dönüşüyor. Rousseau’nun hayatı hepimizinkine benziyor. Herkes havadan sudan bahsederken önemli olanın havanın ve suyun insan ruhu üzerinde bıraktığı dokunuşlar olduğunu, doğanın çok içlerimize kadar nüfuz ettiğini ve aslında böyle düşünceler içinde gide gele gide gele bir ömrü tamamladığımızı anlıyoruz. Ayakkabımızı bağlarken aklımıza gelenler, giyinirken aynaya baktığımızda hissettiklerimiz, hepsi kendimize dair bir algı bir tanım yaratıyor. Hepsi bir şeyler çağrıştırıyor. Yıllar süren insan birikimi, gen dizilimimize işlenmiş evrimsel acılar, değişiklikler hepsi o anda kendine yer buluyor.
Gece ilerliyordu. Gökyüzünü, birkaç yıldızı ve biraz da yeşillik gördüm. Bu ilk duyumsama nefis bir andı. Varlığımı sadece orada hissediyordum. Sanki hayat o anda doğuyor ve gördüğüm bütün nesneleri hafif varlığımla dolduruyordum. Tamamıyla o anı yaşıyor, başka hiçbir şeyi hatırlamıyordum: kimliğim ve başıma gelenler konusunda en ufak bir fikrim yoktu: ne kim olduğumu ne de nerede olduğumu biliyor; ne acı, ne korku ne de endişe duyuyordum. – Sayfa 36
 Maurice Merlau Ponty, Algılanan Dünya’da insana özgü tamamlanmamışlık duygusundan bahseder. Bir boşluk olduğunu ve bu boşluğu ilişkilerimizle, yaptığımız işle, ya da bilumum dünya bilgisiyle doldurmaya çalıştığımızı ancak bu boşluğun asla dolmayacak belirsiz bir boşluk olduğunu anlatır. Aslında Ponty mutsuz değildir çünkü ona göre insanı geliştiren de işte bu tamamlanmamışlık bu boşluk duygusudur. Kötü yanı insanı huzursuz yapmasıdır sadece. Ama şimdi ondan tam olarak iki yüz yıl önce yaşamış Rousseau’nun tamamlanmış olduğunu, huzura erdiğini, rahatlamanın mümkün olduğunu görüyorum. Hoş “Boşluğu doldurmuş olsa kitabı yazmaz!” diyeceksiniz “Yazıyor ki anlatmak istediği, yarım bıraktığı şeyler var!” diyeceksiniz. Durum bence öyle değil sevgili okur. O sadece üzerine düşeni, görevini yaptı. Kafası rahatladı ve bunun nasıl olduğunu anlatmak için bir sorumluluk hissetti.
Bu habere, tesadüfen duyduğum ve hiçbir ayrıntısını öğrenemediğim, daha tuhaf bir durum eşlik etti: Bu da, evimde bulunabilecek eserlerimin müsveddelerinin basılması amacıyla para toplamak için kampanya başlatılmasıydı. Anladım ki, ölümümden sonra bana atfedilmek amacıyla bir yazı derlemesi hazır tutuluyormuş; çünkü bulunabilecek gerçek el yazmalarının aslına sadık bastırılabileceğini düşünmek, on beş yıllık tecrübeden sonra, aklı başında bir adamın aklından bile geçmeyeceği bir aptallıktı. – Sayfa 41
Yukarıdaki pasajda birçok edebiyat klişesine ve dedikodusuna ışık tutuyor Rousseau. Söz gelimi öldükten sonra Tolstoy için de “Müslümandı saklıyordu”, “yazıları vardı ama yayımlayamadı” gibi söylentiler çıktı. Lakin durum aynen Rousseau’nun yukarıdaki pasajda kestirdiği gibiydi. Çağını aşan ya da çağında kendinden çok söz ettiren insanlar için öldükten sonra üzerine yamanmak üzere çok sayıda hurafe üretiliyordu.
Hem geçmişte hem de bugün yaptığım bir yığın gözlem, bu düşüncemi öylesine doğruladı ki, şimdiye kadar insanların kötülüğünün ürünü olarak gördüğüm olayları, artık insan aklının kavrayamayacağı ilahi sırlar olarak görmekten kendimi alamıyorum. – Sayfa 42
ve
Tanrı adildir; O, acı çekmemi istiyor, fakat masum olduğumu biliyor. İşte güvenmemin sebebi bu: yüreğim ve aklım yanılmadığımı ilan ediyor. Bırakalım insanlar istediklerini yapsınlar. Şikayet etmeden acı çekmeyi öğrenelim; sonunda her şey yoluna girecek; benim sıram da er geç gelecektir. – Sayfa 43
 Diyerek de tanrıtanır bir filozof olduğunu beyan eden Rousseau, kaderinin bir kısmını da doğal gidişatına bırakmış durumda. Hatta müdahale edemediği bu gidişattan haz alır gibi bir hali var. Nasıl olsa yaşamının devamını kestiremeyeceği; geçmişi değiştiremeyeceği ve geleceği de bilemeyeceği için bir teslim olma yöntemi seçmiş Rousseau. “E bunun neresi zor?” diyebilirsin sevgili okur. “Birçok dindar zaten bunu Rousseau’nun söylemesine gerek kalmadan uyguluyor ve huzurlu yaşıyor” diyebilirsin. Öyle değil. Dini bir dağ gibi düşünelim. Bu dağa kutsal kitaplar ve semavi dinler aracılığıyla çıkmak dağa yapılmış otobanda yürümeye benziyor. Felsefe ise dağın en sert yamacını kullanıyor. Tanrıtanır felsefeden bahsediyorum. Kendi yolunu oluştura oluştura gidiyor. İyice düz mantık berbat benzetmelerimle devam edebilirim ama beni dindar biri sanabilirsin. Hiç öyle değilim sevgili okur diyor ve boş muhabbeti bir kenara bırakıp devam ediyorum.
Ayrıca bu kadar geç alınan derslerden elde edilen kazanımlardan yararlanma zamanı da geçmiş olur, gençlik, bilgeliği öğrenme, yaşlılık da uygulama zamanıdır. İtiraf edelim ki, tecrübe daima bir şey öğretir; fakat sadece bundan sonra yaşayacağımız zamana faydası vardır. Ölme zamanı gelince, nasıl yaşamak gerektiğini anlamanın ne değeri var? – Sayfa 45
 Toplum baskısı dediğimiz şeye her ne kadar karşı çıksak da bu baskılar asırlar boyu süren bir insan tecrübesiyle oluşmuş baskılardır. İnsanlığı anlamak için son elli-yüz yılda inşa ettiğimiz sosyal kavramlara bakarak akıl yürütmek doğru değildir. İnsan en az 30.000 yıldır dünyada olan ve evrimsel bir takım gelenekleri hafızasında barındıran bir türdür.
Diyeceğim o ki bir takım hataları belli bir yaştan sonra yapmak hem toplum tarafından hem de kişinin kendisi tarafından affedilmesi güç bir durumdur. Gençlik ve ilk yetişkinlik döneminde yaptığınız hataların telafisi varken ve bu hatalar sizin geleceğinizi güzelleştirirken yetişkinlik ve yaşlılık döneminde bu hataları yapmanın mantıksız olduğunu anlatıyor Rousseau. Yaşlanınca zaten anlatılan geleceğin içinde yaşadığını ve bundan sonra öğreneceği yeni şeyler olmasına rağmen hata yapma ihtimalinin düşük olması gerektiğine, insanın kendini bu yönde eğitmesi gerektiğine değiniyor.
Doğduğumuzda girdiğimiz savaş meydanından ölünce çıkarız. Ömrün sonuna varıldığında yarış arabasını iyi kullanmayı bilmenin ne yararı var bize? Yapılacak tek şey kalmıştır, o da oradan nasıl çıkacağını düşünmektir. Yaşlı birinin öğreneceği tek şey, ölmektir, fakat aksi gibi benim yaşımda en az yapılan da bu; ölümün dışında her şey düşünülür. Tüm yaşlılar hayata çocuklardan daha fazla bağlıdırlar ve gençlerle karşılaştırıldığında daha zor ayrılırlar hayattan. Çünkü ömürleri boyu bu dünya için çalışmışlar; tüm çalışmaları sona erdiğinde, boşuna emek verdiklerini görmüşlerdir. Bütün emekleri, bütün servetleri, çalışarak geçirilen uykusuz gecelerinin bütün meyveleri gittiklerinde geride kalacaktır. Yaşadıkları sürece, ölürken görebilecekleri bir şeyler edinmeyi de düşünmemişlerdir. – Sayfa 46
Tamam burada ciddi bir dindar haline büründü naif filozofumuz ama yadırgamak yok. Yaptığı şey en azından klişeleşmiş öğütleri estetize ediyor, ona yeni bir form kazandırıyor. Edebiyatın ve yazının gücü de bu zaten. Bir çocuğa annesini üzmemesi gerektiğini söylersiniz; bu çocuğu değiştirmez. Lakin annesini üzen bir çocuğun anne tarafından kaleme alınmış hikayesi çocuğun bakış açısını değiştirebilir. Söylenen aslında aynı şeydir. Ama estetize edilmiş olan her zaman daha güçlü ve ikna edicidir.
Çocukluğumdan beri eğitimle beslenen ve daha sonraları hayatımı dolduran felaketlerin yaşadığım onca yokluk ve bahtsızlıkla güçlendirdiği bu duygu, beni daima hiçbir insanda göremediğim bir çaba ve özenle varlığımın niteliğini ve amacını araştırmaya itmiştir. Benden çok daha fazla bilgiçlik taslayarak felsefe yapanları gördüm, fakat felsefeleri sanki kendilerine yabancıydı. Başkalarından daha bilge olmak istediklerinden, rastladıkları bir makineyi sırf merak için nasıl incelerlerse, dünyanın nasıl oluştuğunu anlamak için de aynı şekilde inceliyorlardı. İnsan doğasını, üzerinde bilgiççe konuşabilmek için inceliyorlardı, kendilerini tanımak için değil. Kendilerini aydınlatmak için değil, başkalarına öğretmek için çalışıyorlardı. Birçokları, iyi kabul edilsin de ne olursa olsun diye kitap yazma sevdasındaydılar; kitapları basılıp yayımlandığında, içindekilerle, onu başkalarına kabul ettirmek ve saldırıya uğradığında içeriğinin çürütülmemesi için bu içeriğin doğru ya da yanlış olduğuna bakma zahmetine katlanmaksızın onu savunmak dışında hiçbir şekilde ilgilenmez olurlardı. Bana gelince, başkalarına öğretmek için değil, kendim bilmek için istedim öğrenmeyi her zaman. İnsanın başkalarını eğitmeye başlamadan önce, kendisi için öğrenmesi gerektiğine inandım. Hayatım boyunca insanlar arasında yaşarken öğrendiklerimi, ömrümün sonuna kadar kapanacağım ıssız bir adada bile tek başıma edinebilirim. – Sayfa 48
Ben Rousseau’nun yukarıda eleştirdiği duruma entelektüel mastürbasyon ya da bilgi oburluğu diyorum. Yani lezzet almak için değil, sindirmek için değil yemiş olmak için yiyorlar. Gene kalitesiz benzetmelerimle yazıyı katletmeden önce günümüzde de böyle birçok piyasa yazarının olduğunu görüyoruz. Ne bileyim bana ilginç gelen şey de bu klasik edebiyata dönüp baktığımızda, yüz yıl önce yazılmış felsefi metinlere baktığımızda aslında adı konulmuş ve çözüm önerileri sunulmuş onlarca problem görüyoruz fakat yıllar geçse de insanlar aynı hataları yapmaya devam ediyorlar, aynı propagandalardan etkilenmeye. Sanıldığının aksine evrim hız kazanmadı tam da Rouseau’nun başta dediği gibi hız kazanan makine. İnsan soyu gene ağır aksak ilerliyor.
Kaderim beni dünya kasırgasına yuvarlayınca yüreğimi bir an olsun oyalayacak hiçbir şey bulamadım. Boş zamanlarımın tatlı hatırası, beni her yerde izleyerek, etrafımda bana gelecek ve servet verebilecek olan her şeye karşı bir ilgisizlik, hatta nefrete yol açtı. Karışık isteklerimin kararsızlığı içinde az umdum ve daha az kazandım; çevremde zenginlik ve refah pırıltıları olsa bile, aradığımı sandıklarımın hepsine kavuştuğum takdirde yüreğimin, sebebini bilmeden kavuşmayı istediği bu mutluluğu bulamayacağımı hissettim. Böylece bu dünyaya tamamen yabancılaşmama neden olan mutsuzluklardan önce bildiğim her şey beni bu dünyanın ilgilerinden sıyrılmaya yöneltiyordu. – Sayfa 49
 İşte bu entelektüellik sevgili okur. Entelektüel insan para kazanmak için bir şey üretmez ancak ürettiği şeyin para etmesi gerektiğini bilir. Söz gelimi o sanat galerilerinin açılmasına devam edilebilmesi için bir takım tabloların satılması gerekir. Ya da dünyanın yeni sanat dalı sinema filmlerinin yapılabilmesi için eserlerin para kazandırması gerekir. Para kazanmak için iş yapmazlar ancak yaptıkları iş para eder. Ve entelektüel insan hiçbir zaman aç gözlü olmaz. Bütün bir ömrünü ruhunu inceltmek için harcar.
Kendimi yenileme işini sadece dış görünüşle sınırlamadım. Şüphesiz daha zor, ama daha gerekli olan bir işi yapmam, düşüncelerimi de yenilemem gerekiyordu. Böylece aynı işi iki defa yapmama kararıyla hayatımın geri kalanını ölürken görmek istediğim şekilde düzenleyebilmek için iç dünyamı sıkı bir sınavdan geçirmeye koyuldum. – Sayfa 51
Şüphesiz ki ruhsal olarak da kendini yenilemek dışsal yenilenmeye ve maddi yenilenmeye de ihtiyaç duymaktadır.
Dünyaya sırt çevirmem ve o zamandan beri beni terk etmeyen yalnızlıktan zevk alma duygusu bu döneme rastlar. Yazmaya başladığım eser, ancak tam bir inziva içinde yazılabilirdi; toplumun gürültüsünden uzak; uzun ve sakin bir şekilde düşünmeyi gerektiriyordu. Bu, beni bir süre için başka bir yaşam tarzına yöneltti; bu tarz yaşamda kendimi o kadar iyi hissettim ki arzum dışında, zoraki bir süre için bir ara verdikten sonra, imkan bulur bulmaz, sevinçle tekrar sarıldım. O kadar ki: İnsanlar, beni yalnız yaşamaya mahkum edince, onların beni mutsuz olmam için tecrit etmekle mutluluğuma benden çok hizmet ettiklerini gördüm. – Sayfa 51
Yalnız kalmak, kalabilmek önemli bir yaşama becerisidir sevgili okur. Elbette bahsettiğim yalnızlık sadece ilişkisel bir yalnızlık değil modern dünyanın hızlı romantik ilişkilerinden ziyade bir insanın yalnızlığından keyif alabilmesi, tek başına bir şehri dolaşabilmesi ve mutlu olabilmesi gerekir. Hayatımızdaki yapay uyaranlar yüzünden bu gün geçtikçe zorlaşsa da her anını paylaşmadığımız bir yalnızlığa sahip olmamız gerekir.
Kavgadan nefret ettiğim ve sürdürmek için yeterince yeteneğim olmadığından, çoğu zaman kendimi tam savunamadım; ancak hiçbir zaman onların yıkıcı öğretilerini benimsemedim ve belli bir fikre saplanıp kalmış bu tutucu adamlara direnmem, bana karşı duydukları hıncı körükleyen en büyük nedenlerden biri oldu. – Sayfa 52
 Çok uzun süre önce bir internet sözlüğünde tutunamamak ve kaybetmek arasındaki farkı konu alan bir başlık görmüştüm. Kaybeden insan kazanmayı deneyen insandı. Tutunamayan insan ise kazanmak için uğraşmayı mantıksız bulan insan. Rousseau’nun yukarıda bahsettiği de tam olarak böyle bir durum. O tartışmaların sonradan akla gelen savunmalarını, hep yenildiğiniz kavgaları bir kenara bırakın diyor. Siz iyi bir insansınız. İyi insanlar tartışmaları hep kaybeder ama bunun sebebi iyi insanın aptal olması değil kazanmakla bir işinin olmamasıdır. Bunda üzülecek bir şey yok diyor.
Uygun olan bu dönemi elden bırakmayayım: maddi durumumun yenilendiği bu dönem, bari entelektüel ve ahlaki durumumun da yenilendiği dönem olsun. Düşüncelerimi ve ilkelerimi kesin olarak belirlemeliyim ve iyice düşündükten sonra, hayatımın geri kalan bölümünde ne olmaya karar vermişsem o olayım. – Sayfa 53
Bu benim gerçekten değer verdiğim ve kabul ettiğim bir düşünce, maddi yenilenme birçok manevi yenilenmeye de ön ayak oluyor sevgili okur.
Filozofların sık sık bahsettikleri can sıkıcı zorlukların her zaman istediğim gibi üstesinden gelemediğimi itiraf etmeliyim. Ama her tarafta çözümlenemez sırlarla, cevapsız kalan itirazlarla karşılaştığım halde, insan zekasının kavramakta yetersiz kaldığı meseleler üzerinde sonunda bir karara varma azmiyle karşılık veremediğim ama karşıt sistemde en az bunlar kadar güçlü olan bir itiraz ile karşılanan itirazların üstünde durmadan, her konuda, bana en sağlam ve en inanılır gözüken fikri benimsedim. Bu konularda kestirme hükümler vermek, sadece şarlatanların yararınadır; önemli olan nokta, kendine özgü bir kanaat edinmek ve buna olgun bir akılla varmaktır. Buna rağmen yanılırsak, suçlu olmadığımız için cezasını çekmek bize düşmez. İşte, güvenimin sarsılmaz temeli olan ilkem budur. – Sayfa 54
Şunu ayırt etmekte yarar var: Filozofların sık sık bahsettiği zorluklar; metafizik kaygılar, varoluş sancıları, yaratım sancıları gibi kendini gerçekleştirmiş insanın içine düşeceği ya da duyumsayacağı zorluklardır. Bizler hala geçim sıkıntısı çeken, kredi kartı borcu olan insanlar olarak aramızdan çıkan birkaç istisnayı saymazsak bu noktaya varabilmiş insanlar değiliz. Kendini gerçekleştirmenin parayla bir ilgisi olduğunu söylemiyorum. Sanatın ve felsefenin zengin eğlencesi olduğunu da söylemiyorum ama nepnet bilimsel bir gerçek var: Borç insanı huzursuz yapar. En azından borçsuz olmak gerektiğini söylüyorum. Her insanın yüzeye çıkabilmek için yüzgeçleri yok kiminin sırtından borçlarını illaki kaldırmanız gerek o zaman rahatlarlar diyorum. Hatta benim “İnsanları bilerek borçlu tutuyorlar ki devletlerin meşru zeminleri ortadan kalkmasın” gibi bir komplo teorim dahi var.
Devlet çok kötü bir şey değil gerçi en kötü düzen bile düzensizlikten iyidir sevgili okur.
Ben Devleti severim. Devlet, hükümetler üstü bir kurumdur. Hükümet Baba yoktur ama Devlet Baba vardır. Kanuni’nin “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” sözü boşuna değildir. Bunlar başka mevzular. Tartışırız.
Yukarıdaki pasajda bahsedilen şöyle bir gerçek var. İnsan her şeyi kendi kendine bulamaz. Gördüğü her varlığı özgün bir şekilde yorumlayamaz. Bu noktada başkalarının varlığından destek alır, yeni fikirlere ihtiyaç duyar. İşte kitaplar -bir insanın bütün birikimini oldukça makul bir fiyata bize sunduğu araçlar- bu işe yararlar. Ve başka birinin fikri ince eleyip dokuduktan sonra size mantıklı geliyorsa, bu fikri takıntı hale getirmeden benimsemeniz kabullenmeniz ve inanmanız mantıklıdır. Bu sizi etki altında kalan biri yapmaz. Aynı konulara kafa yormuş ve ilerleme kaydetmiş birinden faydalanmış onunla bilgi paylaşmış yapar. Dolayısıyla fikir benimsemek kötü bir şey değildir. Yeter ki düzgün fikirler olsun. Yeter ki yeni fikirler doğurma fırsatı versin.
Yorucu araştırmaların sonucu, aşağı yukarı Savoeli Papazın İnanç İlkeleri’nde yazdıklarım gibidir. Bu eser ki, bugünkü kuşaklar tarafından öfkeyle alçaltılıp kirletilmiş olmakla birlikte, bir gün gelir de sağduyu ve iyi niyet sayesinde yeniden doğarsa devrim yapabilir. – Sayfa 54
Aradım, taradım bulamadım. Bu Savoeli Papazı’nın İnanç İlkeleri’ni duyan bilen gören duyan varsa yorumlasın.
Hala arada bir okuduğum az sayıdaki kitaptan beni kendisine en çok bağlayan ve yarar sağlayanlar Plutarkhos’un kitaplarıdır. Çocukluğumda ilk onu okudum, yaşlılığımda son okuyacağım odur. Hatta diyebilirim ki, okurken kendime dersler çıkardığım tek yazar odur. Daha önceki gün, ahlakla ilgili  eserlerinden Düşmanlardan Nasıl Yararlanılır? Adlı incelemesini okuyordum. – Sayfa 65
Yalnız Gezeni Düşleri’ndeki en güzel mesele ara sıra baya Rousseau ile sohbet ediyor gibi hissetmeniz. Mesela burada kendimi tutamayıp “A bende Tolstoy’u çok severim!” dedim. Yaşasaydı Rousseua ile oturup bir rakı içmek isterdim. Edebiyattan hayattan doğadan falan  bahsederdik. Gerçi kendisi dindar içmezdi ama eşlik ederdi diye düşünüyorum. Hümanist kardom sonuçta. Bira da olabilir.
0 notes
matysh13-blog · 7 years
Text
ateş ve insan
Fiziksel olarak bakıldığında insan, diğer canlılara göre oldukça zayıf, güçsüz, yeteneksiz ve aciz sayılır. Ne kemikleri kırıp ilikleri yiyebilecek çene yapılarımız, ne ölmüş hayvanların postlarını parçalayabilecek pençelerimiz, ne etleri bölebilecek dişlerimiz, ne de sert gagalarımız var. Özellikle diğer vahşi yırtıcılarla karşı karşıya kaldığımızda bedensel olarak onlara karşı koyabilecek hiçbir gücümüz yok. Fakat ateşin keşfi insanoğluna sınırsız bir güç tanıdı ve insanoğlu doğanın kendine bahşettiği bu armağanı, hiçbir zaman iyi yönde kullanmadı. Üç ila dört milyon yıl önce diyetlerine eti katan insansı türlerinden biri 2.5 milyon yıl önce alet yapma becerisi olan insana doğru evrildi. Bu tarihte insan, et ihtiyacını eskisi gibi leşlerden değil avlanarak karşılamaya başladı. Bu tarihlerde çakıl taşlarından ya da çakmak taşlarından keskin kenarlı aletler yapan insan, bu aletleri çeşitli işlerinde kullanmaya başladı. Kültür tarihimizi başlatan bu ilk aletler ile beraber, kasaplık işleri kolaylaşan insan, hala büyük otçul hayvanları avlayabilecek silahlara sahip değildi ve ateşi henüz kontrol altına almayı başaramadıkları için etleri çiğ olarak yiyordu. Avcı toplayıcı yaşam süren insanların, zaman zaman ateş kullanmaya başlaması yaklaşık 800.000 yıl önce oldu. 300.000 yıl önce ise Homo erectus, Homo neandertalensis ve Homo sapiens ateşi günlük hayatlarının bir parçası olarak kullanıyordu. Ateş kullanımı ile beraber avcı toplayıcıların hayatı ve insanoğlunun evrimi büyük oranda değişti. İnsana ısı ve ışık kaynağı olan ateş aynı zamanda yırtıcı hayvanlardan korunmak, sık bitki örtülerini çayıra çevirmek ve yiyecekleri pişirmek gibi birçok işe yarıyordu. Yemeklerin pişirilmesi ile birlikte, besinlerin kimyası ve biyolojisi değişti. Gıdalardaki parazit ve mikroplar yok oldu, meyve, kabuklu yemiş ve böcekler daha kolay sindirilebilir hale geldi. En önemlisi ise yemek pişirmek, insan vücudunda ciddi miktarda enerji harcayan uzun bağırsakları kısaltıp, bir diğer ciddi miktarda enerji harcayan beynin gelişmesine olanak sağladı. Besinleri çiğneme süresi azaldı. Yemek pişirmek daha çeşitli besinlerin yenebilmesini, yeme işleminin daha kısa sürede yapılabilmesini, daha kısa bağırsaklarla ve daha küçük dişlerle idare edebilmeyi sağladı. Ateşle beraber insanlar istedikleri zaman büyük bir ormanı küle çevirebilecek sınırsız bir güce kavuştular. Üstelik bunun için sadece bir insan bile yeterli idi. Dişlerin küçülmesine, çene kaslarının zayıflamasına dolayısı ile çenelerin küçülmesine yol açan ateş, insanlığa adeta çağ atlattı. Ateşin keşfinin sosyal olarak yarattığı etkileri kesin olarak bilemesek de, insanların sosyal yönünü de büyük ölçüde değiştirdiği düşünülür. Çünkü ateş, yarattığı güvenli ortam, ışık, sıcaklık gibi etkenlerle insanların biraraya toplanması için oldukça elverişli bir ortam sağlıyordu. Ateş yemek pişirmenin yanında insan hayatına birçok yenilik getirdi. Ateş sayesinde doğal ortamları kendilerine uyacak şekilde düzenlemeye başlayan insanlar, yabani gıdaların büyümesini sağlamak için toprağı temizleyip, hayvanların otlayıp üremesi için alanlar açmaya başladı. Böylece insanlar yabani gıdaları toplayabilir ve üreyen hayvanları ateş yardımıyla topluca uçurumdan aşağı sürebilecek hale geldi. Sonrasında ok ve yayın katıldığı bu avlanma tekniklerine yaklaşık 18.000 yıl önce kurdun av köpeğine dönüşmesi ile bir artık insanlar uzman avcı kategorisine yükseldi. İnsanlık tarihindeki en önemli kültürel buluşlardan biri olan ateşin keşfi, yaşam standartlarındaki birçok değişikliğin yanısıra, insanın evrimine doğrudan yön verdi. Yaşlıların daha iyi beslenmesi ile insan ömrü uzadı, ateşte pişirilen yiyeceğin daha hijyenik olması insan sağlığını olumlu etkiledi, hastalıklar ve ölümler azaldı, mide ve bağırsaklarda etkin olan bakterilerin yarattığı hastalıklar bitti. Zaman içinde pişmiş yiyeceklere uyum sağlayan bünyemiz de bu doğrultuda evrimleşti. Kaynak
1 note · View note