Tumgik
#gece manzarası
resimlerin-dili · 7 months
Text
Tumblr media
146 notes · View notes
meloderler0 · 2 years
Text
Tumblr media
🛥️
11 notes · View notes
Text
Şehirden Köye Kaçış: Köyde yaşamın avantajları
Şehirden Köye Kaçış: Köyde yaşamın avantajları
#AidiyetDuygusu, #AkşamManzarası, #Avantajlar, #ÇanSesleri, #ÇocuklarVeDoğa, #DoğaDeneyimi, #DoğalYaşam, #DoğanınSundukları, #Dolunay, #ElektrikKesintisi, #GeceManzaraları, #Gökyüzü, #GüneşinDoğuşu, #HavaSıcaklığı, #KendiKendineYetebilmek, #KışSabahları, #Komşuluk, #KöyDüzeni, #KöyHayatı, #KöydeAidiyetDuygusu, #KöydeYaşam, #KöydeYaşamanınTemelKonuları, #KöydekiYaşam, #KöyeYerleşme, #KoyunVeInekler, #Mevsimler, #MutfakMaliyetleri, #ParkSorunu, #Podcast, #SebzeYetiştirme, #ŞehirdenKöyeKaçış, #Sis, #Sürdürülebilirlik, #SürdürülebilirlikVeKendiKendineYetebilme, #TazeOtKokusu, #TemizHava, #ToplulukBağları, #TrafikVeKalabalık, #TrafikVeKalabalıkGibiŞehirStresindenUzaklaşmak, #Yardımlaşma, #Yıldızlar https://is.gd/nXqCqf https://www.tibbivearomatikbitkiler.com/podcast/sehirden-koye-kacis-koyde-yasamin-avantajlari/
Şehirden Köye Kaçış: köyde yaşamın avantajları ile ilgili hazırlamış olduğumuz podcaste hoş geldiniz. Herkese Merhabalar ben Selin. Bugün sizlere köyde yaşamın avantajlarından bahsedeceğim. Bu avantajlar, kişinin yaşam tarzına, önceliklerine ve beklentilerine göre değişebilir.
Spotify üzerinden dinlemek için hemen aşağıdaki medya oynatıcıyı başlatabilirsiniz.

Youtube üzerinden dinlemek için hemen aşağıdaki medya oynatıcıyı başlatabilirsiniz.
youtube
Bizimde köye yerleşirken beklediklerimizle karşılaştıklarımız farklıydı. Podcastin sonunda  amma köy güzellemesi yapmış ha demeyin   başak burcuyum mükemmeliyetçi olmam gerekir ama bende aşırı polyannacılık var. Öyle ki aronyaları ilk diktik keçiler girip bir kısmını yedi. Başkası olsa aşırı tepki verirdi. Ben yine sakin kalarak ya olsun vardır bir hayır dur bakalım falan dedim. Yani deseler ki ekmek kalmadı unda yok durun pilav yapayım ekmek yerine geçsin derim o kadar uyumlu bir tipim.
Şehirden Köye Kaçış: Köyde yaşamın avantajları
Gelelim konumuz olan köyde yaşamanın avantajlarına.
Şehirden buraya geldiğimizde ilk büyülendiğim ve hala etkisi aynı olan güneşin doğuşu, kavuşması ve gece manzaraları.
Mevsim Yaz ise hava sıcaklığından dolayı gündüz dışarıya çıkarılmayan koyun ve inekler gece 3 civarı yayılmaya çıkarılıyor. Her gece 3-5  koyun ve inek çanlarının sesi benim için eşsiz bir deneyim. Sabah güneş doğmaya başlamış, ortalıkta kuşların ötüşü arıların vızıldaması, pencereden dışarı ilk baktığımda rüzgar gülleri, öyle bir manzara düşünün.
Bir kış sabahında çiğ yağmış, yoğun bir sis var. Hatta geçen gün paylaştım sırlar dünyası diye kimi zaman sisten karşımızdaki direk bile gözükmüyor öyle bir sis var. Bu yaşıma kadar hiç bu kadar yoğun bir sisle karşılaşmadım. İlk karşılaşmamda nefesim daraldı gibi hissettim ama artık alıştım. Kış sabahları, doğmaya çalışan bir güneş sis, çiğ, yoğun bir temiz hava, her yerde taze ot kokusu.
Güneşin akşam üzeri kavuşması bulutların kızıllı turunculu renklere boyaması, akşamın vermiş olduğu bugünü de bitirdik  çok şükür hissi ile dinginliğin zirvede yaşanması.
Yaz akşamları efsaneydi. Yıldızlara bakıp tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Nasıl bu kadar çok ve parlak olabilir nasıl bu kadar güzel olabilir. Her gökyüzüne baktığımda gezegenin sonsuzluğu büyüler ve görebildiklerim için şükrederim. Hatta bir keresinde tam böyle mitolojik olaylardan bahsediyoruz, bir göktaşı düştü. Şahitlik ettiğimiz anlar çok özeldi. Yeni ayın başlangıcından, dolunay olana kadar döngüsünü şehirde hiç bu kadar net yaşamamıştım. Dolunay olduğu gecelerde bir kaç kez elektrik kesildi ve sonraki dolunaylarda keşke elektrik kesilse dedim. Bu kadar aydınlık muazzam yani. İşin özeti köye yerleşince gecenin, gündüzün, güneşin, ayın döngülerine şahit olmak çok güzel bir deneyim.
Bu kadar doğadan bahsetmişken hava kalitesinden bahsetmemek olmaz. Köyümüz yaklaşık 600 rakımda anayola baya uzak. Yerleşim çok dağınık. Tarım yapmaya başlamadan öncede  tarlanın konumundan dolayı en çok sevindiğim kısım yola ve evlere uzak oluşumuzdu. 10 km’lik ilçeye bile inip çıktığımızda o aldığımız havadaki temizlik hissi fark ediliyor. Ayrıca köyde en dikkat ettiğim şey uzun yaşam.. Allah uzun ömürler versin yaşı oldukça ilerlemiş komşularımız var.
Şehirden Köye Kaçış: Köyde yaşamın avantajları – Komşuluklar
Yani köye yerleştiğinizde her sabah temiz havayla uyanma garantiniz var ama sıcak havalarda gelen bir esintiyle tezek kokusu almanızda mümkün. Bu arada bu tezek mevzusu şöyle biz bu konudan rahatsız değiliz ama  özellikle Muğla’nın köylerinde ahır ve ağıların kaldırılmasını isteyen kokudan rahatsız olan bir kesim varmış. Ya ben bu konuda çok netim kimi köyler dışardan insan kabul etmiyormuş bence haklılar. Sen yıllardır alışılagelmiş düzenleri olan bir köye son sistem bir ev yaptırıp etrafına uzun uzun duvarlar örüyorsun, köye yerleşmişsin. Zaten var olan düzende önümden hayvan geçmesin, işte bu tezekte çok kokuyor diyemezsin. O zaman yerleşemeyecektin şehrinde avm‘ye gitmeye devam edecektin.
Burada köyün düzenin den bahsetmişken köyde insanlar genellikle birbirini tanır ve birbirine yardım eder. Bu, güçlü topluluk bağları oluşmasına ve insanların yalnızlık hissetmemesine yardımcı olur. Öyle ki bizim burada da komşularımız sağ olsunlar bizi benimsedi ve kısa sürede kendilerinden biri gibi gördü. Bir podcastte bahsetmiştim bizi soğansız sarımsaksız ıspanaksız hiç bırakmadılar. Bir gün evde görmeyince hemen arayıp neredesiniz bugün sizi görmedik diyorlar. Tabi bunu bu şekilde değil şiveyle söylüyorlar duysanız anlamazsınız. “Hihihi”  Bizde artık dama gitmeyen teyzelerimizi görmeyince onların verdiği tepkiyi verip neredesiniz diye arıyoruz. Yani büyük şehirlerde de eskiden komşuluk vardı. Şimdilerde yan komşusunu tanımıyor insanlar. Biz evimizin etrafına uzun uzun duvarlar örmedik çünkü yeterince beton gördüğümüzü düşünüyoruz. Evin etrafı sadece tel çevrili.
Şu anımı da anlatmadan geçemeyeceğim. Bir gün sarımsak istedik bir teyzemizden misafir gelecek aniden bitmiş. Ahırdan alın dedi. gittik ahırdan hemen iki baş aldık. Tabi teyzede az aldığımızı fark etmiş. Akşam üstü ahırdan dönerken kapının önüne bir demet sarımsak atıp gitmiş benim dediğim bir demette şehirde pazarda satılan küçük demetler değil baya büyükçe bir bağ sarımsak. ben köyde komşuluk temalı bir sohbet oldu mu hep bunu anlatırım “Eyy şehirliler size böyle bir iyiliği hangi komşunuz  yapar” diye “Hihihi”
Komşulardan söz açılmışken köyde olmanın bir güzel yanı da üstteki komşu ses mi yaptı alttaki müziğin sesini çok mu açtı falan gibi dertleriniz yok. Evler zaten müstakil olduğu için ben sabahtan açıyorum müziği akşama kadar çalıyor ya da başka bir komşunun yaptığı ses sizi rahatsız etmiyor. Çünkü evlerin mesafesi birbirine uzak olmasa açık havada rahatsız etmiyor ya da kışa yakın dönemlerde herkes mesela kışlık odununu ayarlamaya çalıştığından ağaç motoru sesi çıkıyor  ama o bile rahatsız etmiyor yani çünkü açık havadasınız ve biliyorsunuz ki mecburiyetten o ses o an orada çıkmak zorunda. Çünkü aynısını bizde yapmak zorunda kalacağız. Bu bence yaşam alanımızda özgür olmak özellikle çocuklu aileler bana hak verecektir çok büyük bir lüks. Mesela şehirdeyken çocuğun uyumaya çalıştığında dış ses sorunu kadar, ağladığında veya herhangi bir durumda gece uykusundan uyanıyor rahatsız oluyor falan televizyonu açıyorsunuz ses olur mu aman sesi kısalım üste kata gitmesin alta kata gitmesin ama burada böyle bir şey yok gayet rahatız.
Şehirden Köye Kaçış: Köyde yaşamın avantajları – Mutfak Maliyetleri
Mutfak maliyetlerinin köyde nasıl düştüğünden bahsedelim. Bu sene ilk yılımız olduğundan kışı kaçırdık demiştim. Yaz mevsimine başlamadan tohumlar çıktı meydana hepsi viyollere, yeterli seviyeye gelince toprağa alındı. Kabak, kabak çiçeği, domates, salatalık, biber, patlıcan, dolmalık biber gibi çeşitleri yetiştirdik. Kabak çiçeği bilmiyorum daha önce duyanınız var mı ama bizde dolması çok yapılır. Bu sene kabak verimi çok olduğundan yumurtalı olarak kahvaltıda bolca yedik. Bu saydığım sebzelerin hiç birini pazardan almadık. Sadece pazardan alınan sebze vesaire de değil aslında ekmek yapılacak yak odunu at taş fırına, yemek yapılacak kuzineli sobada pişsin. Kışlık hazırlıklarımızı biz hep dışarda odun ateşinde yaptık buda bir takım maliyetlerin ortadan kalkması demek .
Bir başka maliyet kalemi bence şehirde çocuk olmak. Şehirde kızımızla beraber yapabileceklerimiz kısıtlıydı parka git markete git avmye git. Oyun alanı varsa oyun alanına dünyanın parasını öde yarım saat içeride dönsün oynasın yada oynadığını sansın diye. Zaten pandemiden dolayı elimizde dezenfektanla gezer olduk. Aman çocuk suratına mı hapşırdı ağzını salıncağa mı sürttü derken iyice paranoyak olduk. Son dönemde sanırım oyun alanlarının da fiyatı oldukça artmış. Birde kum alanları çıkarmışlar inşaat kumunu dökmüşler iki kamyon iki kepçe 1 saati dünyanın parasını alıyorlar. şimdi böyle konuşuyorum ama şehirde olsam bende dünyanın parasını verenlerden olacaktım. Köyde hiç bir oyuncak olmasa dahi çocukların hayal gücünü kullanacağı bir sürü alan var bir defa toprak var. Biz sürekli bir şeyler diktiğimiz  için  kızım kendine sağda solda duran dalları bulup onlarla bahçe yaptım diyor. Kendince alanlar kuruyor. Uzun tahtaları alıp denge kurup üzerinde yürümeye çalışıyor.
Hiç bir şey bulamasa 4 köpek , 5 keçi, 20 den fazla tavuk, 2 ördek 1 hindili çiftliğinde oynayacak bir canlı buluyor. Bunu böyle söylediğimde de çocuk insan istiyor falan deniyor. Haklı yanları olabilir ancak ben şimdiki halinden memnunum en azından toprağı tanıyor bir şeyler yetiştiriyor. Çocuklarla, oyuncaklarla oynayıp sonu kavgayla biten bir durumun içinde olmasındansa böyle doğaya saygılı bir birey yetiştirmek daha çok işime geliyor.
Şehir köy karşılaştırması yaparken bizim en çok kıyas konumuz trafik ve kalabalık. Burada park sorununuz yok. Trafik yok. Yollarda birbirine çarpan insanlar yok. Özellikle park sorunu şehirdeki yaşamın son zamanlarında oldukça problemdi yaşadığımız bölgede. Şimdi kişinin evinin önüne duba şise taş gibi şeyleri koyup park yerini kendine ayırması hakkı olan bir şey değil ama bir şey söylemeye kalksanız haybeden tartışma çıkacak. Trafikte yine aynı şekilde yol vermedi, yan baktın, yeşil yandı neden bekliyorsun kavgalarını hep duyuyoruz.
Şehirdeki son zamanlarımda şehirler mi daha kalabalık oldu yoksa ben taşınıyorum diye mi bana kalabalık gelmeye başladı aşırı bunalmıştım. Markete giriyorsunuz uzunca kuyruklar, yolda yürüyeceksiniz insan kalabalığı insan kendini unutuyor şehirde. Burada maksimum gördüğümüz taşıt traktör. Ben bu halimden memnunum  bir yıl olacak geçen traktörün kime ait olduğunu tanıyoruz artık, köye yabancı mı gelmiş kim bu diye en ufak farklı araç sesinde dışardayız. İlk geldiğimizde bize herkes tuhaf bakarken şimdi biz dışardan gelene ne işi varmış burada diyoruz. Şehirde olmayan aidiyet duygusu burada var.
Bence bu aidiyet duygusu burayı her şeyiyle tanıdıkça gelişiyor. Boş vakitlerimizde dağlarında gezip, köy çeşmelerine gidiyoruz. Sabahları tarlaya giderken böğürtlenimizi yiyoruz. En iyi böğürtlen hangi kısımda, hangi yoldan nereye gidersek daha iyi olur gibi çevreyi tanımamız bizi köye daha ait hissettiriyor. Şu aralar mantar sezonu çokça paylaşımda yaptım instagramda.. Burada melki deniyor, kanlıca mantarı, çıntar gibi her yörenin kendine göre söyleyişi var. Mantar aramak, toplamak farklı bir pencere açtı mesele bende. Oturduk eşimle mantar belgeseli izledik, mantar türleri hakkında bilgi sahibi olduk. Eşim mantara ikinci gidişinde köylülerimizden daha çok şey biliyordu “Hihihi”. Dağlarda mantarın nerelerde olduğunu keşfettik önümüzdeki sene daha bir hazırlıklıyız mantar sezonuna mesela. Kendi arayıp bulduğunuz, topladığınız doğanın size sunduğu bir ürünü tüketmek çok keyifli. Bunu biz sebzelerimizde de yaşadık bal kabaklarımızın gözünün içine baktık büyüsünler diye. Balkabağından bir tatlı yaptım daha önce o kadar leziz bir tatlı yememiştim.
Köyde doğanın bize sunduklarına daha yakınız. Havaya, toprağa, güneşe, aya daha yakınız. Ben hep şöyle düşünüyorum. Hayata bir kere geliyorsun ve çalışmaktan güneşin doğuşunu, yıldızların ışığını fark edemeden ömür geçip gidiyor. Ekonomi, yaşam koşulları, bakmakla yükümlü olduklarımız sorumluluklar belki hepsi elimizi ayağımızı bağlayan şeyler. Köyde yaşamı herkes sevmeyebilir kendini ait hissetmeyebilir, yapamayabilir yani o zamanda zorlamanın alemi yok. Ama köye yerleşmek isteyen insanlara da lütfen köstek olmayın, yapamazsın, ne işin var gibi söylemlerde bulunmayın. Yapamazsa da  kendi tecrübe etsin. Kendi yaşasın.. Bunu sadece doğal yaşam tutkusuyla söylemiyorum. Önümüzdeki yılların konusu sürdürülebilirlik, kendi kendine yetebilmek. En önemlisi tarım olacak diyerek bir sonraki podcastin konusunda ipucu vermiş olayım . Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Yeni bölümlerden haberdar olmak için abone olmayı, takip etmeyi zili falan açmayı unutmayın.
1 note · View note
tipitip213 · 14 days
Text
Bir gecelik ilişki
Anlatacağım hikaye birkaç ay önce yaşanmış gerçek bir olaydır. Bir seminer için şehir dışında bulunduğum bir hafta sonu, dinlenmek için girdiğim bir kafede kahve içerken tanıştım Fatma ile. Otuz yaşında, ince yapılı, beyaz tenli, kumral uzun saçlı, gösterişsiz giyimli bir kadındı.
İlk bakışta aşırı güzel bir kadın gibi olmasa da nasıl olduysa ilgimi çekmişti. O şehirde üniversite okumuş ve sonra oraya yerleşmiş olduğunu söylemişti. Aslen mutaassıp bir ailenin kızıymış. Daha önce bir sevgilisi olmuş ve ailesi onun ile evlenmesine karşı çıkmış, sonra tek başına devam etmiş hayatına.
Nasıl oldu ise sohbete daldık, o sırada sadece hafta sonu için orada olduğumu, sonra geri döneceğimi, zaten evli olduğumu söyledim; bu konuda yalan söylemeye gerek görmedim. Sohbetimizin kahve ile sınırlı kalmamasını, beraber bir şeyler içmek istediğimi söyledim.
Atıştırmalıkları güzel ve kokteyl menüsü zengin bir mekana geçtik, içeceklerimizi sipariş ederek muhabbete devam ettik. Anlattıklarına bakılırsa masum bir tarzı vardı, fakat muhafazakar ailelerin kızlarının masum rolü oynamayı iyi bildiklerini bilirim.
Alkolün etkisi belirginleştikçe birbirimize daha samimi davranmaya başlamıştık. Ayrıca, özgüveni çok yüksek bir kız olmadığını da kısa sürede fark etmiştim. Saat akşam sekize doğru gelirken,
"Buradan kalkalım, manzarası güzel olan daha başka bir yere götüreceğim seni!" dedim. Taksiye bindik ve kaldığım lüks oteldeki odama geldik. Odaya sipariş ettiğim şarap ve atıştırmalıklar ile deniz manzarasına karşı balkonda oturduk. Şaraplarımızı yudumlarken sohbete kaldığımız yerden devam etmeye başladık...
"Ben aslında bu kadar çok içki içmem!" dedi. Ben de,
"Sana yapacaklarımı bilsen içmen gerektiğini de bilirdin!" dedim ve güldüm. Sözlerimi tuhaf bulduğu belliydi, ama pek de üzerinde durmadı; o dakikadan sonra ne olursa olsun o gece benim olduğunu bilerek geldiği belliydi.
Tuttum elinden, ayağa kaldırdım ve dudaklarına bir öpücük kondurdum. Dokunuşlarıma heyecanlı ama uyumlu karşılıklar veriyordu. Odaya geçtik. Onu çırılçıplak kalana kadar soydum, ama kendim soyunmadım. Utangaç ama itaatkar şekilde karşımda duruyordu.
Vücudu ince, göğüsleri küçük, teni beyazdı. Şöyle bir kendi terafında döndürüp sırtına ve götüne göz attım, fena değildi. Ona bir eşya gibi davranıyor ve kendisini öyle hissetmesini sağlıyordum.
Vücudunu okşuyor, göğüslerini sıkıştırıyor, götüne tokat atıyor, boynunu sertçe tutuyor, göğüs uçlarını ısırıyor, belini kavrıyor, saçlarını tutuyor, bacaklarını okşuyordum. Kendisini tamamen edilgen hissetmesini istiyordum.
Bir süre sonra istediğim kıvama gelmişti. Diz çökmesini sert bir ses tonuyla ve emir kipinde söyledim. O önümde dizlerinin üstünde dururken soyundum ve kalkmış yarağımı ağzına yüzüne sürtmeye başladım. Sonra ağzına verip yalamasını ve emmesini izledim. Tecrübeli olduğu belliydi, ama çok da iyi sakso çekemiyordu.
“Sikimi iyice ıslat bebeğim. Aksi takdirde canının yanacak. Çünkü amına tek hamlede gireceğim”
Yaptığı oral seks işlemine ara vermeden, kaygılı ama kabullenmiş bir şekilde gözlerime bakarken sikimi daha da ıslak şekilde yalamaya özen gösteriyordu.
Ayağa kaldırdım ve yatağa sırt üstü yatırdım. Misyoner pozisyonunda üzerine uzandım ve yarağımı amına hizalayıp tek hamlede girdim. Canı yanmıştı, bunu görebiliyordum. Sessizce inledi ve içine aldı.
Sikerken boynunu ve göğüslerini emiyordum. Bazen bacaklarını sıkıştırıyor, bazen onları omzuma alıyordum. Hafif hafif inliyor ve sikilmenin tadını çıkartıyordu.
Uzun uzun sikilmek isteyeceğini tahmin ediyordum, çünkü böyle gösterişsiz kızlar saçma sapan ve genelde beceriksiz erkeklerle yattıkları için uzun süren cinsel ilişkiye hasret oluyorlardı. Erken boşalmayan, kaslı ve yakışıklı bir adam olarak Fatma için adeta bir nimet sayılırdım.
Yaklaşık yarım saat sikip göbeğine ve göğüslerine boşaldım. Sonra şarabımı getirmesini istedim. Getirdi ama yatağa tekrar girmesine izin vermedim. Ben yatakta oturarak kadehimi yudumlarken onun ayakta beklemesini istiyordum.
Sessizce bekliyordu, ki muhabbete devam etmeye başladım. Kültür seviyesi hiç de düşük değildi; müzikten ve edebiyattan anlıyordu, bu da benim hoşuma gitmişti. O sırada halen ayakta idi.
Uzunca bir sohbetten sonra götünü sikeceğimi ve orayı hazırlamasını söyledim. Şaşkın ve biraz da korkulu şekilde baktı ve itiraz etmeden banyoya gitti. Giderken de,
“Duş al ve üzerindeki döllerimi de yıka!” dedim. Daha önce anal seks yapıp yapmadığını sormadım, ama sorsam eminim ki hiç yapmadığını söylerdi, çünkü masum görünmek isteyen kadınlar öyledir...
Banyodan geldi ve nasıl hazırlık yapması gerektiğini bilmediğini söyledi. Gülümsedim ve onu tekrar dizlerinin üzerine çökmeye yönlendirdim. Fakat bu defa önce taşaklarımı yalamasını ve ben söyleyene kadar sikime dokunmamasını söyledim.
Taşaklarımı yalarken dilini, dudaklarını, ağzını yüzünü izliyordum. Çenesi ve taşaklarım tükürük içinde kalmıştı, bu beni daha da tahrik ediyordu. Sonra kalkmış yarağımın başını ağzına verdim.
Bolca tükürük ile yavaş yavaş yalamaya devam etmesini söyledim. Yorulduğu belli oluyordu ama ben söylemeden yarağımı ağzından çıkarmasına izin vermeyeceğimi anlamıştı.
Sonra elinden tutup kaldırdım, banyodan şampuan getirmesini ve yatağa domalmasını söyledim. Yavaşça gitti, şampuanı getirdi. Yatağa domaldığında kafasını çevirmiş ve bana bakıyordu, korkuyor gibiydi.
Şampuanı aldım ve göt deliğine döktüm. Sonra baş parmağımı götüne soktum ve şampuanı içeri doğru sürdüm. Fakat çok da uğraşmadım, çünkü canının biraz yanmasını da istiyordum. İtaatkar bir şekilde ama bir yandan da çırpınarak göt vermesini istiyordum.
Arkasına geçtim, bir elimle saçlarını sımsıkı tuttum, diğer elimle yarağımı göt deliğine yasladım. Korktuğunu anlamamak mümkün değildi, vücudu titriyordu. Götüne itince acı dolu bir ses ile inledi.
Deliği aşırı dardı, zorla girmiştim. Tüm o teslimiyetçi tarzına rağmen refleks ile öne doğru kaçmaya çalıştı, fakat bunu tahmin ederek saçlarından öyle sert tutmuştum ki, pek de kaçamıyordu. Hiç beklemeden sikmeye başladım.
“Ahh… Yavaşş… Lütfen…”
Sesi neredeyse ağlayacak gibi geliyordu, ama o durumda ona acımam mümkün değildi, çünkü zevkten göklerde uçuyordum.
Acı inlemeleri zaten devam ediyordu, fakat ben bir yandan saçlarını çekerken diğer elimle de götünün yanaklarına sert tokatlar atıyordum. Her tokat attığımda çığlık atıyor ve bir yandan da vücudu kasılıyordu.
Her kasılmada götü de kasılıyor ve deliği sikimi sımsıkı sarıyordu. Bundan dolayı da canı ayrıca yanıyordu. Çaresiz şekilde göt siktirmesi, içimdeki hayvanı daha da tahrik ediyordu. Ağlamıyordu, ama saçlarından tutup kafasını yana doğru çevirince yüzündeki ıstıraplı ifadeyi görmüştüm. Dedim ya, canını yakmak hoşuma gidiyordu...
Götünü o pozisyonda ne kadar süre siktim bilmiyorum, ama yorulduğu halde acı sesleri kesilmemişti, belli ki götü bir türlü alışamıyordu. Son bir hareketle saçlarından kendime çektim ve hırlayarak götünün içine boşalmaya başladım.
Sarsılarak ve sert darbeler ile boşalıyordum. Sonra bir süre içinde bekledim, hareketlerim yavaşladı, son olarak sikimi götünden çıkardım. Göt deliği belirgin şekilde tahriş olmuş, hatta bir miktar açık da kalmıştı.
Bir süre uzandık, sonra beraberce duş aldık ve tekrar yatağa geçtik. Uyumadan önce sırtıma güzelce bir masaj yapmasını istedim. Tüm yorgunluğuna karşın yaptığı masaj beni oldukça rahatlatmıştı.
Sabah uyandığımda o halen uyuyordu. Götünü elimle ayırıp baktım, deliği kıpkırmızıydı. Sabah ereksiyonu ile semsert olmuş sikime biraz şampuan sürüp arkasına geçtim ve o yüz üstü yatarken arkasından amına yavaşça girdim.
Yarağımın vajinasını bir anda doldurmasıyla uyanmıştı. Ellerini arkasında sıkıca tutarak amını sertçe sikmeye başladım. Kısa süre sonra yarağımı amından çıkartıp üzerine biraz daha şampuan sürüp bu defa göt deliğine doğru ittim.
Yarağım göt deliğine girerken Fatma'dan, "Ihhh!" sesi geldi, ama önceki gece olduğu gibi acı çekmiyordu. Acıktığım ve kahvaltıya gitmek istediğim için hızlıca siktim ve götünün içine boşaldım.
Geceye nazaran çok daha sakin bir seks olmuştu. Duşa girip çıktık ve sonra kahvaltıya geçtik. Kendisini parçaladığımı, hiç böyle tutkulu bir şey yaşamadığını, benimle olmaktan çok zevk aldığını, ama götünü sikmemden haz duymadığını söyledi.
Ne hissettiği ile ilgilenmediğimi beden dilimden anlıyordu, ama bana serzenişte bulunamayacağı ve bana itiraz edemeyeceği hissini o sırada bile yaşıyordu.
Telefon numaramı, soyadımı ve bana ait başka bir iletişim bilgisini de kendisine vermedim. Aynı gün öğleden sonra evime dönmek üzere ayrıldım. Bir daha görüşmedik!
36 notes · View notes
gozyuku · 7 days
Text
Tumblr media
dün gece bir ayak sesine "baba" dedim. bir ayak sesine. sesini unutmaktan korkuyorken hemde. sonra oturup bir sigara içtim, manzarası mezarlık olan bir evde. bir kez daha dönüp "baba" dedim, ne vardı bu kadar ölecek?
24 notes · View notes
34-mavi · 1 year
Text
Tumblr media
Gecenin karanlina inat mutlu Geceler
Sevmek ne uzun kelime. Derin deniz 💙🩵mavisi💦💧. Ne zaman geleceksin. Gelsen ya. Güzel buralar. Hem sana bütün olmayı öğretirim. Göğsünde kaybolurum hüzünlendiğim dakikalarda, çünkü senin omuzlarında ağlamanın deniz manzarası var. Giderdin dedim. Gittin ve gittiğin kırk gece sana uyudum. Aklım ödünç, ellerim yanlış. Ama sen yine de gitme. Gidersen peşinden gelmem ama kalırsan bu masalın sonunu birlikte öğreniriz. Bulutlardan elbise dikmeye başlasın mı güvercinler? Ama yine de sen bilirsin. Sana gitme demeyeceğim. Zaten ben senin gidişine hastayım. Sustuk yine. evet. sevmezsin. Her yollar ıssız,karanlık. Ben güzel değil miyim? Neden 🐦🐦‍⬛🦜 koymuyorlar yoluma? Bu hayat sıktı.Gel birlikde yürüyelim?
Tumblr media
Ⓜ️avi 🐦
💙💙💞🌺 Ⓜ️AVİ🌺💞💙
51 notes · View notes
baybaykus · 2 months
Text
KADINLAR NE İSTER ?
Harun Reşit savaşta esir aldığı düşman Generale : -Hayatını bağışlarım ama bir şartım var, der. ”Kadınlar hayatta en çok ne ister?” Budur bilmek istediğim… Bu sorunun yanıtını getir, kurtar kelleni der.
General sorar soruşturur bu çetin sorunun yanıtını
aramaya başlar ve Kafdağı’ndaki bir cadının bunu bildiğini öğrenir. Günlerce gecelerce at koşturur, cadıyı bulur ve sorar:
-Kadınlar hayatta en çok ne ister?
Korkunç cadı yanıt için öyle bir şart ileri sürer ki yenilir yutulur cinsten değil…
-Evlen benimle!.. O zaman öğrenirsin ancak istediğini…
Bu ölümcül teklifi kabul eder General, doğru yanıtı alır almaz koşar Harun Reşit”e ve :
-Kadınlar en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek ister!.
Harun Reşit Generalin hayatını bağışlar, ancak General cadıya da evlenmek için söz vermiştir.
Neyse evlenirler. İlk gece General bir bakar ki , o korkunç cadı dünyalar güzeli bir afete dönüşmüş karanlık odada….. Konuşur cadı :
- Benim kaderim böyle…. Günün sadece yarısı güzel olabilirim, diğer yarısı çirkinim, der. Ne dersin? Geceleri seninleyken mi güzel olayım, yoksa sen gündüzleri dışarıdayken mi?…..
General düşünür ve:
- Sen bilirsin kararı kendin ver, der.
İşte o an korkunç cadı sonsuza dek güzel bir kadın olarak kalır.
Peki, bu öyküden çıkarılacak 3 ders nedir?
1. Kadınlar en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek
isterler.
2 .Özgür iradesiyle hareket eden bir kadın her zaman güzeldir.
3. İster güzel olsun, ister çirkin olsun her kadın aslında bir cadıdır. 😎
Hayatınız seçtiğiniz kadındır.
Zevkli bir kadına rastlarsanız zevkiniz,
bilgili bir kadına rastlarsanız bilginiz,
zeki bir kadına rastlarsanız zekanız gelişir.
Hayat kat kattır. Babil'in Asma Bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir ve bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür. Ve bugün durduğunuz teras, seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat yanınızdaki kadının terası, manzarası ve hayatıdır.
Hayatınız seçtiğiniz KADINDIR...
Tumblr media
2 notes · View notes
yalnizbiraykizi · 10 months
Text
Ben yola çıktım Allahım gece manzarası kesinlikle daha güzel sadece araba farlarıyla ortaya çıkan ormanlar beni büyüledi ben galiba uykumu kaçırdım. Daha Sokak Nöbetçilerinin yeni gelen bölünü okuyacağım yeni başlıyoruz.
*Dipnot: bütün gece buraya durum bildirisi yaparak kendi blogumu işgâl edeceğim. Uyanık olanlara duyurulur xşövşcövşc
7 notes · View notes
amathust · 10 months
Note
Çomü Nasil acaba biraz bahseder misin imkanlarından ortamindan şehirden falan yurtta kaliyorsan yurtlar da olur veya evler kira vs seni dinliyoruz yani 🤗🤗🤗
Çanakkale öğrenciler için güzel bir şehir. İstanbul kadar kalabalık değil ve trafik de çok yok. Bolca deniz manzarası var. Denizi görüyorsan asla kaybolmayacağın bir yer. Çok büyük değil bunun bazı dezavantajları var örnek olarak sevgilinden ayrılsan bile sürekli bir yerlerde karşına çıkar zfdhgkfd Ana kampüs yine şehrin en yüksek noktasında. Bol bol yokuş çıkacaksın eğer kampüste gezmek istersen. İnsanları gayet elit (6 aylık tecrübeme göre öyle).
Evde kalmak istersen kiralar İstanbulla yarışır boyutta. 6 7 k kira vermek zorundasın eğer eve çıkmak istersen (şu an 10 k civarı olmuştur diye düşünüyorum)
Yurtta kalmak istesen, yemekleri pek iyi değil ve gece giriş saatleri sıkıntı. Kızlar ve erkekler için 3 er tane kyk yurdu var diye biliyorum. erkek yurdunda 5 kişi kalıyorduk biz ama kızlarda da durum aynıdır 5 -6 arası kişi kalıyor odalarda.
Gece hayatı ve mekanlar konusunda gayet çeşitlilik var ama sen öğrenci olarak gidiceksin ve paran olmayacağını hesaba katarsan bolca okay e gidicesin.
Eğer eğitim fakültesinde okuyacaksan merkezde olacaksın ama ana kampüse uzak olacaksın. Ana kampüste yani dağda olursan da merkeze biraz uzak olacaksın.
Üniversite dahilinde bir sürü farklı kulüp var. Ben izcilik üyesiyim ve gerçekten eğlenceli. (tek tek hepsini saymak istemiyom araştırıp bulabilirsin kulüpleri)
Kocaman bir kütüphane var. Eğer ders çalışmayı seviyorsan bolca zaman geçirebilirsin. İstesen orada uyuyabilir ya da sabahlayabilirsin. Yurda gitmediğin zamanlara uyumak için en güzel yerlerden bir tanesi djkfdslx
Çanakkale konumu sebebiyle fazla rüzgarlı bir şehir. Saçlarını yapmakla çok uğraşıyorsan bunu tavsiye etmem (büyük ihtimal rüzgar bozacak) Hava konusunda fazla dengesiz ama genel olarak iyi.
Sürekli etkinlikler falan oluyor diyolar ama ben henüz katılmadım bunlara o yüzden yorum yapmıycam.
Not: Sadece 6 ay çanakkale de kaldım bu yüzden daha deneyimleyemediğim bir sürü şey var. Başka sorun varsa sorabilirsin.
6 notes · View notes
hotwinesblog · 5 months
Text
Uzun bir gece...
Sokağın başından sonuna kadar olan otuz adım ya var ya yok mesafe kısa güzel arada sönen o lamba gecenin üçünü seçti var gücümle kapıyı itip açmayı başardım burnuma gelen rutubet kokusu ile kendime geldim evdeydim merdivenlere doğru yürüdüm basım dönüyor merdivenler de dönüyor trabzanlardan destek aldım iki basamak çıktım ve hayatı sorgulanmak için en iyi noktayı buldum eskimiş paslı trabzanlar rutubet kokusu ve boyasi sökülmüş duvarlar ve ben gündüzleri daha çekilebilir olan bu yer geceleri sanki yalnızlığımı daha fazla yüzüme vurur gibi kalktım ve ikinci kata çıktım
Vişne çürüğü ahşap kapnın önünde anahtarımı çıkardım o kadar güzeldi ki neredeyse hiçbirseyi değistirmemiştim evimde insanlarında bana karşı aynı olmasını isterdim. İçeride beni karşılayan koridor sonundaki mutfağa doğru ilerledim ayaklarım birbirine dolanıyor kendime gelmem gerekiyor kendim nerede bilmiyorum dolabı açtım ve bir bira daha aldım kendimi zaten bulamayacaktım damlayan musluk bana eşlik etti hafif bir müzik gibi dışarıdan gelen araba insan sesleri orkestrası eşliğinde balkona çıktım.
Gecenin en güzel anı dolunayı görmekti evinin manzarası yıkılmak üzere olan ama hala ayakta olan bir yapı eski şeyler çok hoşuma gidiyor yaşanmışlıklar hayal kurmak.
3 notes · View notes
resimlerin-dili · 10 months
Photo
Tumblr media
131 notes · View notes
aynodndr · 6 months
Text
Tumblr media
Saat sıfırın altında bilmem kaç.
Zaman bir kalp miktarı tartılıyor,
Tüm ağırlıklarıyla.
Fazla mesai yapıyor bu aralar gönlüm.
Gündüz biriktirdiklerini,aktarıyor hüznüne.
Gece uykusunu kovalayanlar,
Sabah , mahmur bakışlara bırakıyor yerini.
Sonra akıl bu,
Takılı kalıyor işte, maziye.
Ve hayalden mandallarla kurumaya bırakıyor insan,
gözyaşları ile nemlendirdiği hatıraları.
Ve kalemi firkata banıp,
Keder döküyor satırlara.
Insan her şarkıda, her türküde,
Ve şiirde, her şiirde.
Kendinden bir şeyler buluyor.
Kendini bulup, kendi oluyor.
Kendi gönül kıyısından habersiz,
Uçsuz bucaksız bir deniz özlemliyor.
Deniz ve vapurlar,iskele balıkçıları.
Ve yırtılır gibi ağzını açmış kedi.
Ve hiç bir buhurdanlik,
Kokmuyor deniz gibi,gökyüzü gibi.
Hiç bir resim doldurmuyor gözü.
Bir damla kır manzarası kadar.
Aşk tutmuyor hiç bir söz.
Ellerinden tutan bir el kadar.
Şimdi saat sıfırın altında bilmem kaç.
Ve hayat mutlak ayrılık ve birazcık vuslat...
...Rüzgar...
3 notes · View notes
namikkemalaksoy · 7 months
Text
Tumblr media
Akdeniz’den Kızıldeniz’e rüya gibi bir mısır programı hazırladık. Mısır’ı en kuzeyinden en güneyine doyasıya gezeceğiz. Çiğdemim Derneği, Ayşatur işbirliği ile daha önce de birçok yurtdışı programı yapmıştık. Bu kez rotamızı Afrika kıtasının en güneyine belirledik. 27 katılımcı ile gece saatlerinde mahallemizde başladı yolculuğumuz. Akdeniz’in Denizkızı lakaplı İskenderiye (ALEXANDRIA) şehrinde güneşin doğuşu açtık gözlerimizi. Mısır’ın en büyülü şehirlerinden birine iniş yapmıştık. Ya da biz öyle hayal etmiştik. Havalimanında bizi bekleyen otobüsümüze binerek şehir merkezine doğru hareket ettik. İlk durağımız Roma dönemi yeraltı mezarları ve Pompei sütunu olacaktı. Ama ne yazık ki sabahın daha erken saatlerinde bir mısır polisinin İsrailli turist grubuna yaptığı silahlı katliam nedeniyle bölge ziyarete kapatılmıştı. Grubun moralini bozmadan durumu idare etmeye çalışan rehberimizin yönlendirmeleriyle İSKENDERİYE KÜTÜPHANESİ ile gezimiz başlamış oldu.
İskenderiye Kütüphanesi, MÖ 3.yy başlarında Ptolemaios hanedanı tarafından kurulmuş olan antik kütüphanedir. Varlığını 4. yüzyıla kadar sürdüren ve ünü bütün dünyaya yayılmış olan kütüphanenin Sezar tarafından, İskenderiye'yi kuşattığı sırada yok edildiği görüşü oldukça hakimdir. Yakılan İskenderiye kütüphanesinin bulunduğu alanda Yeni İskenderiye Kütüphanesi yapılmış ve 2002 yılında hizmete açılmıştır. Yeni kütüphanenin (resmi adıyla Bibliotheca Alexandrina) ana binası eğik duran dev bir davula benziyor. Cam ve alüminyumdan yapılmış çatısı yaklaşık iki futbol sahası büyüklüğünde. Bu çatıya ana okuma salonunu aydınlatan pencereler yerleştirilmiş. Bir kısmı deniz seviyesinin altında bulunan geniş, kesik bir silindir şeklindeki kütüphanede halka açık alanlar bulunuyor. Binanın yedi katlık bir yükseklikten hafif bir eğimle aşağı doğru duran düz ve parlak yüzeyi derin bir çukur oluşturuyor. Güneş ışığını yansıtan metalik yüzeyi ile bu yapı uzaktan, doğan bir güneşi andırıyor. Gri granitten yapılmış ana yapının dış duvarlarına, bilginin çoğalmasına katkıda bulunan unsurları simgeleyen antik ve modern alfabelerden harfler oyulmuş.
Daha gezimiz planlanma aşamasındayken “İskenderiye’ye gelip deniz mahsulleri eşliğinde balık yemeden gidilmez” demiştik, dediğimizi de yaptık. Fish Market Marina ‘da öğle yemeğimizi deniz manzarası eşliğinde afiyetle yedik. 
15. yüzyılda Memlük Sultanı Kayıtbay tarafından şehri savunma amacıyla bir zamanlar dimdik ayakta duran ve dünyanın yedi harikasından bir olan İskenderiye Feneri’nin kalan parçalarıyla yapılmış ve zaman içerisinde çok zarar görmüşse de, 1984’te yapılan restorasyonla yeniden iyileştirilen KAYITBAY KALESİ’ nde muhteşem manzaralar eşliğinde turumuzu tamamlıyoruz. Ve akşam saatlerinde Kahire’ ye doğru yola koyuluyoruz.
Mısır’ın başkenti Dünyanın nüfus yoğunluğu en fazla olan şehirlerinden 12 milyon nüfuslu Kahire. Trafiğin her saatte çok yoğun olduğu (bir uçtan diğer uca yaklaşık 2.5 saat süren trafik) şehirde, trafik ışıklarının neredeyse hiç kullanılmaması, kimin nereden nasıl döndüğü, nereye gittiğinin belli olmaması bunda en büyük etken. İskenderiye için daha renkli, daha turistik, daha sevimli bir kent hayal edip karşılaştığımız manzara Kahire içinde farklı olmadı. Toprak rengi binalar ve toz bulutları. Binaların dış cepheleri neredeyse hiç tamamlanmamış ve birbirine bitişik nizam inşa edilmiş. Bina, araç ve insan yoğunluğunun üzerinize üzerinize geldiği ve bir taraftan da seyyar satıcıların size göz açtırmadığı bir karmaşa. Göz teması kurulur kurulmaz peşinizden bir ordu şeklinde gelen seyyar satıcılar. 500 Egp ile başlayan pazarlıklar genellikle 100 Egp ile sonuçlanıyor. Bir satıcıdan kurtulduğunuz anda nefeslenmek için birkaç saniyeniz oluyor ardından yeni satıcılar peşinize düşüyor. En güzel fotoğraf buradan çekilir diye size yol gösterip hemen arkasından bahşiş isteyen çok mısırlı ile karşılaştık. (içlerinde silahlı devlet görevlileri bile vardı) Çektiğiniz bir fotoğraf karesine eğer bir mısırlı girmişse mutlaka bir bahşişi hak etmiştir. Neyse biz programımıza geri dönelim. Sabah kahvaltı sonrası ekip otobüste yerini aldı. Bugün Piramitler günü. İlk durak Dünyanın en eski Basamaklı piramidi unvanına sahip Memfis bölgesi SAKKARA PİRAMİTLERİ. Nil nehri kanalları ile tarıma elverişli hale getirilen yeşil bir vadi üzerinde şehirden uzaklaşırken yeşilin kendini aniden sapsarı çöl kumlarına bıraktığı platoya geldik. Ve bugünden sonra milyonlarca kere karşılaşacağımız x-ray cihazlarında geçerek çölün ortasında Sakkara piramitlerine ulaşıyoruz. Ve grup olarak ilk yeraltı mezar ziyaretimizi gerçekleştiriyoruz. Farklı bir duygu, inanılmaz derecede heyecanlı. Yıllarca belgesellerde izlediğimiz piramit kompleksinin içindeyiz. Gözümüzden hiçbir detayın kaçmasına izin vermek istemiyoruz. Tabi ki bu ilk deneyim olduğu için bu kadar heyecanlanmışız. Bu ilerleyen günlerde çok daha iyi anlayacağız. Gize bölgesine geçmeden önce bir papirüs yapım atölyesini ziyaret ediyoruz. Naneli çay, hibiskus çayı ve kahve eşliğinde papirüs yapımına şahit oluyor ve alışverişimizi yaptıktan sonra öğle yemeği için Gize bölgesine geçiyoruz.
Yemek sonrasında Gize piramitlerine “Keops, Kefren ve Mikerinos” kavuşma zamanı. Kalp atışımın hızlandığını hissedebiliyorum. Çocukluğumuzun hayali piramitlerin yanı başındayız. Bu anda ne rehberimizin anlattıkların nede okuduğumuz kitaplarda yazılanların bir anlamı yok. Sadece Keops piramidinin insanı büyüleyen ihtişamını izliyoruz. Yanına yaklaştıkça devasa yapı daha da büyüyor. Dışarıdan görmekti aslında buraya gelmeden önce düşüncemiz, ama Meliha hanımın “buraya kadar gelip içine girmeden gidersek bir şeyler eksik kalır” cümlesinin yarattığı heyecanla dünyanın yedi harikasından ilki Keops piramidinin taaaa içine kadar giriyoruz. Piramitleri yakından görmenin heyecanı bu kez Keops piramidinin içine girecek olmanın heyecanına bırakıyor yerini. Önce hep birlikte o devasa blokların ikinci katına kadar yürüyoruz. Sonra içeri girmek isteyen 15 katılımcımız ile birlikte daracık koridorlardan geçerek ve neredeyse 90 derecelik merdivenlerden tırmanarak mezar odasına kadar ilerliyoruz. İnanılmaz sıcak ve havasız mezar odasında çektiğimiz fotoğrafa şimdi bakarken aslında ne kadar büyük bir iş başardığımızı daha iyi anlıyorum. İniş de bir o kadar zorlu bu arada. Dışarı çıktığımızda inanılmaz bir hafiflik hissediyoruz ve mutluluğumuz yüzümüze yansıyor. Piramitleri panaromik olarak fotoğrafladıktan sonra Büyük Gize Sfenksini daha fazla bekletmemek için yola koyuluyoruz. Aslan pençeli, boğa bedenli ve insan başlı devasa heykel hala piramitlerin koruyucusu olarak dimdik durmaya devam ediyor.
Otelimize dönüş yolunda son durağımız Mısır’ın ünlü parfüm ve esanslarının yapıldığı atölye oluyor. Önce tüm esansların kokularını tek tek kokluyor, deneyimliyor ve ardından Mısır ekonomisine katkıda bulunarak otelimize geri dönüyoruz. Ertesi gün Müzeler günü.
Sabah kahvaltı sonrası ilk durak Kahire kalesi. İçerisinde Mahmet Ali Paşa Cami’sini de barındıran kaleden Kahire’yi tüm görkemiyle seyreyledikten sonra Antik Mısır Uygarlığı’nın en görkemli eserlerini bünyesinde bulundurmasıyla ünlü ve kurulduğu 1891 yılından beri yaklaşık 120.000 esere ev sahipliği yapan Mısır Ulusal müzesine ulaşıyoruz. Müthiş bir kalabalık içeri girmek için sıra bekliyor. Biletlerin ve kulaklıkların alınması sonrasında gezimize başlıyoruz. Tutankhamon’ a ait oda en kalabalık olan mekan, ayrıca Amenhetop ‘un maskesi, Narmer paleti, Keops heykeli, Zozer anıtı, Kedi mumyaları, Hatşepsut heykeli en dikkat çekici eserler arasında. Tabi ki tüm eserlere zaman ayırmak mümkün değil. Sırada tüm dünyanın canlı yayınla izlediği görkemli bir törenle yeni ikametgahlarına taşınan mumyalar salonu ile ünlü NMEC (National Museum of Egyptian Civilization) müzesi var. Salona giriş çok ihtişamlı bir video ile başlıyor. Müzik ve ses daha içeri girmeden sizi havaya sokuyor. Salon çok güzel dizayn edilmiş. 12 firavun ve kral mumyası sizi içeride karşılıyor herbiri için ayrı odalar yapılmış. Mısır pasaportuna sahip tek Firavun olan  II. Ramses’in mumyası ve kıvırcık saçları ile ünlü Tiye ‘nin mumyası beni en çok etkileyen oldu sanırım. Akşam saatlerinde Mısır’ın en ünlü çarşısı Han-el Halili ‘ye ulaşıyoruz. Işıl ışıl ve rengarenk ama daracık sokaklarda bir taraftan yürümeye diğer taraftan etrafı seyretmeye çalışıyoruz. Satıcılar sizin gözlerinize odaklanmış durumda en küçük bir temasta avlarını yakalamaya hazırlar. Bizim hedefimizde ise El Fishway var. Burada çay ve kahve için aylar öncesinden verilmiş sözümüz var. Müzik, seyyar satıcılar ve insan kalabalığı arasında kahvelerimizi yudumluyor ve havanın kararması ile bambaşka bir boyuta ulaşan çarşıdan artık ayrılma zamanı. Sanki bütün Kahire sokaklarda. Evlerde neredeyse hiç ışık yok ama sokaklar bir o kadar ışıl ışıl. Otobüsümüzün o kalabalık ve daracık sakalardan nasıl çıktığını sanırım hiçbir zaman anlayamayacağım.
Kahire’den ayrılma vaktimiz geldi. Bambaşka bir coğrafyaya hareket edeceğiz. Daha da güneye inmek üzere havaalanındayız. Daha günün aydınlanmasına çok var. Ama gezgin olmak bunu gerektiriyor. Erken kalkan yol alır. Uçağımız Aswan’a iniş yapıyor. İskenderiye ve Kahire ile kıyaslamak gerekirse daha düzenli, daha temiz ve nispeten renki bir şehir burası. Aswan barajı ziyareti sonrasında, Aswan’da bir granit ocağında bulunan Bitmemiş Dikilitaş’ ziyaret ediyoruz. 42 m uzunluğunda ve eğer tamamlanmış olsaydı yaklaşık 1100 ton ağırlığıyla Eski Mısır’da şimdiye kadar kesilmiş en ağır dikilitaş maalesef daha yapım aşamasında üzerinde çatlaklar oluşması nedeniyle kesimi durdurulmuş ve o haliyle terkedilmiştir. Her ne kadar başarısızlıkla sonuçlansa da bahsi geçen kayadan nasıl yapıldığına dair somut bir örnek niteliği taşıyan Bitmemiş Dikilitaş; Antik Mısır’ın fizik ve matematik alanında bu bilgileri eyleme dökme bağlamında ne kadar gelişmiş bir medeniyet olduğunu gözler önüne sermektedir. Şimdi bir Akdeniz kenti havasının hakim olduğu ve bir o kadar renkli limandan teknelerimizle İsis (philiale) tapınağına doğru yol alıyoruz. Antik Mısır’ın en büyük tanrıçası İsis için inşa edilmiş bu tapınak, ülkedeki en kıymetli tarihi eserlerden biridir. 2000 yılı aşkın bir mazisi bulunan tapınağa, Mısır’a hakim olan her medeniyet farklı bir katkı yapmıştır. Dolayısıyla Philae Tapınağı, hem Mısır uygarlığının, hem de Yunan ve Roma uygarlıkları gibi farklı kültürlerin bizlere bıraktığı ortak bir mirasa dönüşmüştür. Fakat tapınak, Asvan Barajı’nın yapımında çok büyük hasar gördüğü için yok olmanın eşiğine gelmiştir. Bu duruma çözüm olarak, UNESCO’nun yürüttüğü, bölgedeki diğer tarihi eserleri de kapsayan program dahilinde, tapınak Philae Adası’nın yakınlarındaki Agilkia Adası’na taşınmıştır. Parça parça yeniden inşaa edilen tapınak, tüm bu yaşananlardan sonra turistler tarafından sıkça ziyaret edilen bir nokta haline dönüşmüştür. Philae Tapınağı, kültürel geçmişinin yanında tasarım ve mimari anlamında da zengin bir yapıttır. Tapınağın giriş kısmından itibaren ziyaretçilerin dikkatini çekmeye başlayan İsis, Horus ve Harpokrates gibi mitolojik figürlerin duvar oymaları ve heykelleri, birbirinden farklı şekil ve boyutlarda tapınağı donatmaktadır.
Adadan hiç ayrılmak istemesekte daha görecek çok tapınağımız var. Limandan otobüsümüze ulaşmak için yol boyunca satıcılarla katılımcılar arasında müthiş bir kovalamaca ve pazarlık var. Kimin ikna kabiliyeti yüksekse alışverişten o karlı çıkıyor. Bu görüntü tüm tur boyunca her durak noktasında birebir aynı olarak yaşanacak. Ne onlar vazgeçecek ne de biz.
Şimdi bize üç gün boyunca ev sahipliği yapacak gemimizde odalarımıza yerleşiyoruz. Kısa bir dinlenme ve yemek molası sonrasında Nil nehrinin motorsuz yelkenlileri Felluca’larla sadece dalga sesleri eşliğinde nehir turumuza başlıyoruz. Bu şekilde başlamış olsak da sadece birkaç dakika içinde Mısır’ın olmazsa olmazları bizi burada da buluyor. Pazarlama alanında bu kadar parlak fikirleri üretmiş olmalarına inanmak zor. Nehrin ortasında felluca’mıza yanaşan bir tekneden çıkartma yapan seyyar satıcılar masanın kurulması esnasında bizlere kendi şarkılarını kendi enstrümanları ile sunuyor ve birlikte dans ediyoruz. Sıraca Nübian köyü ziyaretimiz var. Nehrin ortasında felluca’ dan yeni motorlu teknemize geçiyoruz. Köye doğru güneşin batışı ile birlikte yol alırken bize kanoları ile birlikte eşlik eden mısırlı çocuklar şarkılar söylüyorlar. (tabi ki bahşiş karşılığında) Nehrin yamacında kurulu mavi-beyaz boyalı evlerden oluşan Nübye köyü fotoğrafçılara inanılmaz kareler sunuyor. Bir nübye evini ziyaret ediyor ve naneli çaylarımızı yudumladıktan sonra gemimize dönüş yapıyoruz. Ertesi sabah çok daha erken kalkıp yol almamız gerekiyor. Sırada Abu Simbel tapınağı var.
Mısır’ın en güneyine doğru gecenin karanlığında yol almaya başlıyoruz. Yaklaşık 3 saatlik bir otobüs yolculuğu ile Abu Simbel’e ulaşacağız. Yolda güneşin doğuşunu seyredeceğimiz kahvaltı molası vereceğiz. Güneş çölde gerçekten bir başka doğuyor. Çekilen birkaç fotoğraf sonrasında paket kahvaltı yapmak için sığındığımız alana yüzlerce otobüs yolcularını indirmiş. İhtiyaçlarını aynı anda gidermeye çalışan turist toplulukları var çevremizde. Neden bu kadar düzensiz herşey diye sorgulamaya başlıyorsunuz. Ve neden ben buradayım diye. Dünyanın hemen hemen her bölgesinden insanlar var, bu kadar kötü şartlara rağmen hala gelmeye devam eden tarih meraklıları. Söyleyecek çok şey var ama… biz keyfimizi bozmadan yola devam ediyoruz. Ve sonunda Abu Simbel’deyiz. Mısır içinde ulaşması en zor yerde bulunan Mısır uygarlığının belki de en görkemli ve en zarif eserlerini barındıran Abu Simbel. Abu Simbel Mısır’ın en tanınan firavunlarından olan ve 66 yıl ülkeyi yöneten II. Ramses‘in yaklaşık 20 yılda yaptırdığı, Amen-Ra ve Ptah gibi önemli tanrılara adadığı, Nil Nehri kenarında bir kaya tapınağı kompleksidir. İki tapınak bulunuyor komplekste. Birinci tapınakta II. Ramses’in  girişteki devasa heykeller ve içerideki duvar kabartmalarıyla kendisini tanrılarla  aynı seviyeye tapınak, ikinci tapınak ise firavunun gözdesi olan eşi  Nefertari için yaptırdığı küçük tapınak veya Hathor Tapınağı. Asvan barajı yapımı esnasında Mısır eserlerini sular altında kalmaktan kurtarmak için UNESCO‘nun başlattığı ve 50 civarında ülkenin katıldığı çok büyük bir proje sonucunda Abu Simbel Tapınakları 1964-68 yılları arasında yapay olarak inşa edilmiş iki tepenin içine, güneşe karşı aynı açıyı koruyarak taşınmış ve orijinal konumunun yaklaşık 200 metre ötesine ve 65 metre daha yüksekte bulunan bir noktaya götürülmüştür. Sadece bu özelliği ile görülmeye değer bir tapınaktır Abu Simbel.  Yolda yüzlercesi ile birlikte geldiğimiz otobüslerden inen turist kafileleri aynı anda bu tapınaklara girmek için sıra bekliyor. Yaşanan kaotik durum, güneş, seyyar satıcılar hiçbir şey sizi o tapınağın içine girmekten alıkoyamıyor. Tapınağın içi bir film stüdyosu gibi, sütunlar, duvarlar mısır kabartmaları ve resimleri ile süslü. Pilon adı verilen salonlardan geçerek Tapınağın belki de en mistik yeri, içinde 3 tanrıyla birlikte oturan II. Ramses’in heykelinin olduğu sunak kısma “Kutsalların Kutsalı (Holy of Holies)” adıyla da bilinen bölüme ulaşmak için yaşadıklarımızı yazmak istemiyorum. Sırada Hathor tapınağı var. Bu tapınağın da yapısı büyük tapınağa çok benziyor. Yine büyük heykellerin arasında çocukların küçük heykelleri var, yine içerideki koridorda yüksek sütunlar var, ancak sütunlarda Hathor’un gülümseyen başı yer alıyor. Yine buradaki duvarlara birçok sahne nakşedilmiş. Ancak burada savaşlardan çok tanrılara, özellikle Hathor’a yapılan adaklar, tanrı tasvirleri ve gündelik hayattan sahneler yer alıyor.
Bu enfes saatlerden sonra otobüslerle dönüş yolculuğu başlıyor. Yine yaklaşık 3 saatlik bir yolculuk sonrası gemimize ulaşıyoruz. Gemi son yolcularını aldıktan sonra limandan ayrılma vaktimiz geliyor. Bir taraftan nil nehri üzerinde yol alıyor diğer taraftan öğle yemeğimizi yiyoruz. Gün boyu nil nehri üzerinde yol almaya devam ediyoruz. Tüm katılımcılarımız nehir manzaralı balkonlarından ya da güverteden nehri ve nehrin can verdiği yerleşim yerlerini seyrederek her detayı hafızalarına alıyorlar. Akşamüzeri kek yanında çaylarımızı da güvertede derin sohbetler eşliğinde yudumluyor ve güneşin batışına yakın bir saatte Kom Ombo ‘ya ulaşıyoruz. Gemimiz limana demirlediğinde yürüyerek bir başka harika esere daha yaklaşıyoruz. Kom Ombo tapınağının bir yanı timsah tanrı Sobek‘e, öbür yanı ise şahin tanrı Haroeris‘e adanmıştır. Haroeris, aynı zamanda Büyük Horus olarak da bilinir. Sobek ve Horus, iki ana tanrıdır ve bu nedenle tapınak aynı zamanda “Timsah Evi” (Sobek) ve “Şahin Kalesi” (Horus) olarak da bilinir. İki ayrı tanrı için içe içe geçmiş iki ayrı tapınak olarak inşa edilen yapının bütün girişleri, koridorları, odaları ve mabetleri iki tanrı için de ayrı ayrı olacak şekilde tasarlanmıştır. İki alanda da mitolojik ve tarihi olay ve kişilikleri simgeleyen rölyef çalışmaları ve hiyeroglifler bulunmaktadır. Güneşin batışı ile bambaşka bir kimliğe bürünüyor tapınak. Gece aydınlatması muhteşem. Timsah mumyaları müzesinden geçerek tapınaktan ayrılıyoruz. Akşam yemeği bugün doğum günü olan komşumuz Hürriyet hanımın sürpriz partisi ile renkleniyor.
Eğlence gece boyu devam ediyor. Ama sabah yine çok erken kalkmamız gerekecek. Çünkü Şahin başlı tanrı Horus’un tapınağı EDFU Tapınağı ziyaret edilecek. Edfu Tapınağı, Nil Nehri'nin batı kanadındaki Edfu şehrinde yer alan Antik Mısır dönemine ait bir tapınaktır. Mısır mitolojisindeki şahin başlı tanrı Horus'a ithafen inşa edilmiştir. Karnak Tapınağı'ndan sonraki en büyük ve günümüze kadar en iyi muhafaza edilmiş antik tapınaktır. Tapınağın kum altında kalması zarar görmeden uzun yıllar boyunca ayakta kalmasının en önemli nedenidir. Horus'u bir şahin olarak gösteren granit heykel bugün dahi tapınağın girişini koruyor. Tapınağın iç duvarlarında Horus mitine uygun kabartmalar yer almaktadır. Taş yapının hemen hemen tüm yüzeyleri büyük veya küçük boyutlu pek çok figür, tasvir ve süslemelerle doludur. Muhteşem kumtaşı duvarları, eski firavunların kahramanlık süslemelerinin olduğu dev hiyeroglif ve göz kamaştırıcı frizlerle kaplıdır. Geniş hipostil salonunda dolaşırken, sanki devler için inşa edilmiş gibi görünen koridorlarında kendinizi bir cüce gibi hissediyor ve eski Mısır firavunlarının mutlak gücünü duyumsuyorsunuz. Kutsal alana ulaşmak yine her zamanki gibi inanılmaz bir insan kalabalığı arasından büyük zorluklar içinde gerçekleşti. Bir tapınak daha hafızamıza kazınmıştı. Sıradakine doğru yol alma zamanıydı şimdi.
Gemiler birbirleri ile yarışıyordu Nil Nehri üzerinde, amaçları sadece ikişer geminin aynı anda geçmesi için inşa edilmiş ve nehrin yüksekliğinin değiştiği kanallara önce varabilmek. Bu arada belki de artık pazarlamanın nirvanaya ulaştığı satışlara tanık oluyoruz. İki kişilik kayıklarla gemilere yanaşan mısırlılar gemilerin güvertelerindeki turistlere fizik kurallarına aykırı satış yapmaya çalışıyorlar. Bizim ekipte bu satışlardan nasibini alıyor. Bu gezinin belki de en enteresan dakikaları bu kayıkların yol alan gemilere yanaşması, halatla bağlanması ve satış için çaba harcaması olabilir.
Kanallardan geçişin uzun sürmesi nedeniyle Luksor şehrine biraz geç ulaşıyoruz. Luksor tapınağını akşam ışıklar altında gezeceğiz.
Luksor Tapınağı’nın iç kesimleri Yeni Krallık Dönemi’ nin 9. firavunu III. Amenhotep, dış kesimleriyse II.Ramses tarafından yaptırılmıştır. Eski Mısır Tanrılarının en büyüğü Amon-Ra adına inşa ettirilen bu muazzam yapı zamanında 190 metre uzunluğa ve 55 metre genişliğe sahipti. Tapınağın dev bir girişi vardır ve bu giriş Güneş Tanrısı için yapılmıştır; Girişin arkasında yine dev sütunların kapladığı bir salon mevcuttur. Tapınağa girişi sağlayan bu Pilon, 24 metre yüksekliğe sahipti ve cephesinde 4 tane oturan, 2'si ayakta duran muazzam boyutlara sahip 6 adet II. Ramses heykeli bulunmaktaydı. Günümüzde tahtta oturur şeklindeki 2 heykel, girişin sağında ve solunda yer almaktadır ve pilon cephesi boydan boya II. Ramses'in zaferlerini anlatan tasvir ve yazılarla süslenmiştir. Yine orijinal konumunda olması gereken 2 adet dikilitaştan birisi bugün Fransa’da Concorde meydanını süslemektedir. (kahire kalesinde geldiği günden beri hiç çalışmayan hediye saat kulesinin karşılığı olarak Fransa’ya hediye edilmiştir) Tapınağın birinci pilon bölgesine 13.yy’da bir cami inşa edilmiştir.  Büyük İskender’in granit türbesi ve II. Ramses’ in eşi Neterfari’nin heykeli tapınağın en önemli bölümleri arasındadır. Tapınak ziyareti sonrasında sürpriz bir etkinlik var. Faytonlarla Luksor şehir turu. Yarım saatlik bu akşam turunda şehrin birçok önemli mekanını ışıklar içinde görme imkanına sahip oluyoruz.
Sabah çok erken kalkmamız lazım. Rüya gibi bir etkinliğe katılmak isteyen 19 katılımcı ile birlikte krallar vadisi üzerinde balon turu yapacağız. Hava daha aydınlanmadan yola koyulduk. Ama dışarıda biraz rüzgâr var. Bu kötü haber. Alana ulaştığımızda bizler gibi bekleyen yüzlerce turist balonların havalanmasına izin verilmesini bekliyor. Zaman geçiyor ama izin yok. Ekibin geri kalanını bekletmemek ve turumuzu eksiksiz bitirmek için maalesef bu etkinlikten vazgeçmek zorunda kalıyoruz. Hayal kırıklığı yaşayan 19 katılımcı ile kalan ekip arkadaşlarımızla dev memnon heykelleri önünde buluşuyoruz.
Yüksekliği 21 metreyi bulan dev boyutlu 2 heykel. Kahire yakınlarındaki taş ocaklarından çıkarılan kuvarsit kumtaşı bloklarından yapılan bu dev ikiz heykellerin her biri 720 ton ağırlığında. Shammy ve Tammy (muhtemelen sağ ve sol için kullanılan arapça kelimelerin değişime uğramış hali) adlarındaki heykellerden kuzey yönündeki heykelden bazı günlerde şafakla birlikte arp sesine benzeyen bir ses yükseldiği rivayet edilirmiş. Bu yüzden bu heykel şarkı söyleyen Memnon adıyla anılırmış. Büyük bir deprem sonrası yerle bir olan tapınaktan sadece bu iki heykel ayakta kalmış. Ancak heykellerde birtakım hasarlar meydana gelmiş. Heykelden yükselen sesin, rüzgarın oluşan boşluklarda çıkardığı ses olduğu düşünülmüştür. Heykellerin restorasyonu sonuncunda seslerde son bulmuştur. Kısa bir mola sonrasında yeni rotamız Krallar Vadisi.
Krallar Vadisi Mısır’ın Luksor kentinin batısında yer almaktadır. 18. ve 20. Hanedanlık dönemlerinde hükümdarlar için inşa edilen mezarların bulunduğu bu alan Firavunlar Vadisi olarak da anılmaktadır. Başlangıçta sadece vefat eden Mısır firavunlarının gömülmesi için inşa edilmiş olan vadi sonraları dönemin ileri gelenlerinin de defnedildiği bir alan haline gelmiştir. Bölgede onlarca mezar odası var. Biz üç mezar odasını ziyaret edeceğiz. Diğer tapınakların aksine burada daha medeni bir şekilde ziyaretlerimizi gerçekleştiriyoruz. 4.,7. ve 9. Ramses mezar odalarını ziyaret ediyoruz. Aslında Seti 1 ve Tutankhamon mezarları da krallar vadisinin en önemli mezarları arasında ama o mezarlara giriş ayrı bir biletlemeye tabi. Burası bambaşka bir coğrafya. Çok esrarengiz bir havası var krallar vadisinin. Attığınız her adımda ayağınızın altında binlerce yıl öncesinden bir kral mezarının varlığı olabileceği duygusu hakim. Artık krallar vadisinden de ayrılma zamanı geldi. En çok merak ettiğim tapınak ve kraliçelerden birine doğru yol alma zamanı. Kraliçe Hatşepsut’un görkemli tapınağı Tanrıça Hathor’a adanmış HATSHEPSUT (Der-il Bahari) TAPINAĞI.
Bir tepenin yamacına oyularak inşa edilen yapı 3 kademeli geniş bir tapınak.  Hatşepsut eşi II. Thutmose öldükten sonra üvey oğlu III. Thutmose’un küçük olduğunu öne sürerek tahta geçmiş. Kadınların firavun olmadığı bu dönemde kendisini topluma kabul ettirebilmek için Tanrı Amon-Ra’nın kızı olduğunu iddia etmiş. Bir kral gibi giyinmiş, firavunların geleneklerini devam ettirerek törenlerde takma sakal kullanmış. Neticede öyle güçlü bir firavun olmuş ki 21 sene Antik Mısır’ı yönetmiş kraliçe Hatshepsut. Tepemizde öyle güçlü bir güneş var ki bırakın yürümeyi gölgede bile durmak güç istiyor, ama ekibimiz bu tapınak ziyaretini de başarı ile tamamlıyor. Yemek sonrası antik mısır turumuzun son tapınak ziyaretini yapacağız. Karnak, Eski Mısırlılar tarafından inşası 2000 yıldan fazla süren bir tapınaklar şehri. Dünyada bugüne kadar inşa edilmiş en geniş antik yapı. Dünyanın en eski ve gizemli uygarlığının Mısır’ın, Luksor şehrinin 2,5 km kuzeyinde, küçük bir köyü olan el-Karnak’ta inşa edilen ve UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Karnak Tapınağı
Karnak Tapınak kompleksindeki en önemli ve etkileyici yerlerinden biri, dünyaca ünlü Büyük Hipostil Salonu ile Amun-Ra Tapınağı’dır. Ramses II tarafından tamamlanmış olmasına rağmen, 69 ayaklı sütunlarıyla bu devasa yapının Amenhotep III tarafından mı yoksa Seti I tarafından mı yapıldığı konusundaki tartışmalar halen devam etmektedir. Geniş ve büyüleyici alanlarla dolu olan Karnak Tapınağı, Mısır’ın (Giza piramitlerinden sonra) en çok ziyaret edilen ikinci alanıdır ve günümüzde Karnak Açık Hava Müzesi’ni oluşturmaktadır.
Tapınağa, kesme taşlarla döşeli, etkileyici Sfenksler Caddesi‘nden giriliyor. Caddenin her iki yanında bulunan yirmişer adet oturmuş pozisyondaki koç başlı sfenksler, tanrı Amon’un bir sembolü. Bir sonraki hipostil salonda doğu-batı ekseni üzerinde sıralanmış, 15 ve 23 metre yüksekliğinde, 16 sıra halinde ve 3.5 metre genişliğindeki 134 sütunun bulunduğu 600 metrekarelik bu görkemli yer karşısında, insanlar cüce gibi kalıyor. 4.pilonda yer alan dikilitaş ve 10. Pilonda yer alan 80 metre uzunluğunda, 40 metre genişliğindeki Kutsal Göl ile Güneş Tanrısının bir sembolü olan Antik Mısır’ın kutsal hayvanı skarabeus heykellerini görmeden tapınaktan ayrılmamak gerekiyor. Hatta skarabeus heykelinin etrafında 7 kere dönüp dilekte bulunmayı unutmayalım.
Sonunda antik Mısır turumuzu bitirdik. Ama bizim turumuz sona ermedi. Şimdi tüm anılarımızı yanımıza alarak üzerimizdeki çöl tozlarından arınmak için Kızıldeniz’e girme zamanı. Hurgada’ya akşam saatlerinde vardık. Kızıldeniz’in kenarında denize sıfır konumdaki otelimize yerleştik. Sabah kendimizi Kızıldeniz’in o tuzlu, turkuaz renkli sularına bıraktığımızda bir haftalık yorgunluktan eser kalmadı. Öğle saatlerine kadar denizin tadını çıkaran katılımcılarımızla öğleden sonra bir tekne turuna katıldık. Cam tabanlı tekne ile Kızıldeniz’in o büyülü sualtı dünyasını doya doya izledik. Hatta bazı şanslı katılımcılarla birlikte açık denizde yüzme ve şnorkel ile sualtı dünyasına daha yakından tanıklık etme şansına sahip olduk.
Sabaha karşı dönüş uçağımız var. Akşam yemek sonrası bazı katılımcılarla birlikte Hurgada şehir turu yaptık. Ve sonrasında bu muhteşem 8 günlük rüyadan uyanma vakti geldi. 27 katılımcı ile Ortadoğu’da İsrail-Hamas savaşının en ateşli olduğu dönemde, bambaşka bir kıtada en küçük bir sorun yaşamadan geri dönmeyi bildik. Bunda bugüne kadar yaptığımız her etkinlikte yanımızda olan Ayşatur ve firma sorumlusu Tulcan bey ile Çiğdemim Derneği’nin çok büyük emeği olduğunu biliyor ve kendilerine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. @namikkemalaksoy
Gezi notu:
Çiğdemim nerede?
Bahşiş
yavaş yavaş hasan şaş
How much?
Yallah yallah
4 notes · View notes
buse-005 · 7 months
Text
Yamur gece 3 kadar yağdı ama beni temizleyemedi.
Arabanın sağ camından gördüklerin, sol camından kaçırdıkların.
+umutlar çalınır mı?
-umutlar çalınır geriye boşluk kalır.
Lotus en ücra bataklıkta ne taşıyor tohumlarında?
Dünyanın en kötü durumu;
Seni düşünmeyeni
Her saniye düşünmektir...
Gökyüzünde ki yıldızlardan daha parlaksın..
Gece yarısı
Şarkılar
Deniz kenarı yada şehir manzarası
Güzel hayal
Sadece hayal
En yalancı şeyler hayallerdir
Gökyüzü güneş olsa
Yine karanlıktayım
Sen lazımsın bana
Ve hiç bir zaman senin içindekileri görmediler.
5 notes · View notes
stnblmavi · 1 year
Text
Gece yarısı
‘İstanbul’
Deniz manzarası
@stnblmavi
6 notes · View notes
beyzadoguc · 1 year
Text
賛否
sanpi bir ev ceylanı. evde hopluyor, sehpalardan masalara. kanepelerde konaklıyor, ortalığı karıştırıyor. bir sahibi yok sanpi'nin, yanlış anlamayın. kendi evi olan bir ev ceylanı. evini dekor etmesi için tuttuğu bir çalışanı vardı bir zamanlar. ancak artık kimseyle çalışmak istemediğine karar verdi. canı ne istiyorsa onu yapıyor, yapabildiği kadar. odalarından birisinde bir orman manzarası var. bazen oradan dışarıyı izliyor, bu onun en sevdiği aktivite.
bir de ev arkadaşı var sanpi'nin ama kimse onu daha önce görmedi. adı ne, nasıl birisi, ne tarz müziklerden hoşlanıyor kimse bilmiyor.
bazı geceler saat tam 4:47'de mutfağın olduğu odadan leylak renginde bir ışık çıkıyor. bu ışığın ne olduğuyla ilgili farklı söylentiler var. bir kesim bunun sanpi'nin büyücü olmasıyla alakalı olduğunu ve iksir kazanından yayılan renkler olduğunu söylüyorlar. bir kesim de ev arkadaşının bir portal ile gece mesaisine gittiğine inanıyor.
ve, hikayemizin önemli notasına gelirsek, bir gün bir rüya görüyor sanpi. rüyasında birisi ona şu dizeleri fısıldıyor:
yan, yanıl ya da yan yana, yum yumulacak kaç gözün varsa, dön bir o yana, bir bu dağa, sorma bunu ne ormana ne bana.
gözlerini karanlığa açan sanpi hemen kalkıp hazırlanıyor. tek tek bütün camlardan dışarı bakıyor ve dışarı çıkıyor. nereye gideceğini çok iyi biliyor. gidiyor gitmesi gerektiği yere. kimse anlamıyor nereye gittiğini bu kararlıkla. hepsi dönüp bakıyor delirmiş ceylana. ev arkadaşı kim olduğu belli olmayan, gece garip ışıklar yayan birisi sonuçta. şimdi neyin peşinde kim bilir?
dayanamıyor merakına, takılıyor her birisi peşine. kendinden emin adımlar ve arkasında karmakarışık bir topluluk. bazıları kendilerini hazırlıyor korkunç bir tabloya, bazıları ise bazı sorularının cevabını almaya. hep beraber seksen iki ağaç, üç ırmak ve bir dağ geçiyorlar. sonra bir köprüye varıyorlar incecik. her biri merakının sarhoşluğuyla fark etmeden uçurumu sızıyorlar yoldan ileriye. kaç gün geçti kim bilir, kaç gece.
bir kıvılcım çakıyor önce, sonra aydınlanıyor zihinler. her bir manzara geçişinde cevap buluyor nedenler. belki birkaç gün sonra, belki birkaç sene; ağaç oluyor biri, bir diğeri ırmak. birisi yaprak oluyor süzülüyor bir daldan ileri. bir diğeri yuvarlanıyor, ufacık bir kum tanesi.
ceylan dönüyor camının başına, izliyor her birisini.
en sevdiği manzarayı, ormanı izliyor.
11 notes · View notes