Tumgik
#çocuklar ve doğa
Text
Şehirden Köye Kaçış: Köyde yaşamın avantajları
Şehirden Köye Kaçış: Köyde yaşamın avantajları
#AidiyetDuygusu, #AkşamManzarası, #Avantajlar, #ÇanSesleri, #ÇocuklarVeDoğa, #DoğaDeneyimi, #DoğalYaşam, #DoğanınSundukları, #Dolunay, #ElektrikKesintisi, #GeceManzaraları, #Gökyüzü, #GüneşinDoğuşu, #HavaSıcaklığı, #KendiKendineYetebilmek, #KışSabahları, #Komşuluk, #KöyDüzeni, #KöyHayatı, #KöydeAidiyetDuygusu, #KöydeYaşam, #KöydeYaşamanınTemelKonuları, #KöydekiYaşam, #KöyeYerleşme, #KoyunVeInekler, #Mevsimler, #MutfakMaliyetleri, #ParkSorunu, #Podcast, #SebzeYetiştirme, #ŞehirdenKöyeKaçış, #Sis, #Sürdürülebilirlik, #SürdürülebilirlikVeKendiKendineYetebilme, #TazeOtKokusu, #TemizHava, #ToplulukBağları, #TrafikVeKalabalık, #TrafikVeKalabalıkGibiŞehirStresindenUzaklaşmak, #Yardımlaşma, #Yıldızlar https://is.gd/nXqCqf https://www.tibbivearomatikbitkiler.com/podcast/sehirden-koye-kacis-koyde-yasamin-avantajlari/
Şehirden Köye Kaçış: köyde yaşamın avantajları ile ilgili hazırlamış olduğumuz podcaste hoş geldiniz. Herkese Merhabalar ben Selin. Bugün sizlere köyde yaşamın avantajlarından bahsedeceğim. Bu avantajlar, kişinin yaşam tarzına, önceliklerine ve beklentilerine göre değişebilir.
Spotify üzerinden dinlemek için hemen aşağıdaki medya oynatıcıyı başlatabilirsiniz.

Youtube üzerinden dinlemek için hemen aşağıdaki medya oynatıcıyı başlatabilirsiniz.
youtube
Bizimde köye yerleşirken beklediklerimizle karşılaştıklarımız farklıydı. Podcastin sonunda  amma köy güzellemesi yapmış ha demeyin   başak burcuyum mükemmeliyetçi olmam gerekir ama bende aşırı polyannacılık var. Öyle ki aronyaları ilk diktik keçiler girip bir kısmını yedi. Başkası olsa aşırı tepki verirdi. Ben yine sakin kalarak ya olsun vardır bir hayır dur bakalım falan dedim. Yani deseler ki ekmek kalmadı unda yok durun pilav yapayım ekmek yerine geçsin derim o kadar uyumlu bir tipim.
Şehirden Köye Kaçış: Köyde yaşamın avantajları
Gelelim konumuz olan köyde yaşamanın avantajlarına.
Şehirden buraya geldiğimizde ilk büyülendiğim ve hala etkisi aynı olan güneşin doğuşu, kavuşması ve gece manzaraları.
Mevsim Yaz ise hava sıcaklığından dolayı gündüz dışarıya çıkarılmayan koyun ve inekler gece 3 civarı yayılmaya çıkarılıyor. Her gece 3-5  koyun ve inek çanlarının sesi benim için eşsiz bir deneyim. Sabah güneş doğmaya başlamış, ortalıkta kuşların ötüşü arıların vızıldaması, pencereden dışarı ilk baktığımda rüzgar gülleri, öyle bir manzara düşünün.
Bir kış sabahında çiğ yağmış, yoğun bir sis var. Hatta geçen gün paylaştım sırlar dünyası diye kimi zaman sisten karşımızdaki direk bile gözükmüyor öyle bir sis var. Bu yaşıma kadar hiç bu kadar yoğun bir sisle karşılaşmadım. İlk karşılaşmamda nefesim daraldı gibi hissettim ama artık alıştım. Kış sabahları, doğmaya çalışan bir güneş sis, çiğ, yoğun bir temiz hava, her yerde taze ot kokusu.
Güneşin akşam üzeri kavuşması bulutların kızıllı turunculu renklere boyaması, akşamın vermiş olduğu bugünü de bitirdik  çok şükür hissi ile dinginliğin zirvede yaşanması.
Yaz akşamları efsaneydi. Yıldızlara bakıp tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Nasıl bu kadar çok ve parlak olabilir nasıl bu kadar güzel olabilir. Her gökyüzüne baktığımda gezegenin sonsuzluğu büyüler ve görebildiklerim için şükrederim. Hatta bir keresinde tam böyle mitolojik olaylardan bahsediyoruz, bir göktaşı düştü. Şahitlik ettiğimiz anlar çok özeldi. Yeni ayın başlangıcından, dolunay olana kadar döngüsünü şehirde hiç bu kadar net yaşamamıştım. Dolunay olduğu gecelerde bir kaç kez elektrik kesildi ve sonraki dolunaylarda keşke elektrik kesilse dedim. Bu kadar aydınlık muazzam yani. İşin özeti köye yerleşince gecenin, gündüzün, güneşin, ayın döngülerine şahit olmak çok güzel bir deneyim.
Bu kadar doğadan bahsetmişken hava kalitesinden bahsetmemek olmaz. Köyümüz yaklaşık 600 rakımda anayola baya uzak. Yerleşim çok dağınık. Tarım yapmaya başlamadan öncede  tarlanın konumundan dolayı en çok sevindiğim kısım yola ve evlere uzak oluşumuzdu. 10 km’lik ilçeye bile inip çıktığımızda o aldığımız havadaki temizlik hissi fark ediliyor. Ayrıca köyde en dikkat ettiğim şey uzun yaşam.. Allah uzun ömürler versin yaşı oldukça ilerlemiş komşularımız var.
Şehirden Köye Kaçış: Köyde yaşamın avantajları – Komşuluklar
Yani köye yerleştiğinizde her sabah temiz havayla uyanma garantiniz var ama sıcak havalarda gelen bir esintiyle tezek kokusu almanızda mümkün. Bu arada bu tezek mevzusu şöyle biz bu konudan rahatsız değiliz ama  özellikle Muğla’nın köylerinde ahır ve ağıların kaldırılmasını isteyen kokudan rahatsız olan bir kesim varmış. Ya ben bu konuda çok netim kimi köyler dışardan insan kabul etmiyormuş bence haklılar. Sen yıllardır alışılagelmiş düzenleri olan bir köye son sistem bir ev yaptırıp etrafına uzun uzun duvarlar örüyorsun, köye yerleşmişsin. Zaten var olan düzende önümden hayvan geçmesin, işte bu tezekte çok kokuyor diyemezsin. O zaman yerleşemeyecektin şehrinde avm‘ye gitmeye devam edecektin.
Burada köyün düzenin den bahsetmişken köyde insanlar genellikle birbirini tanır ve birbirine yardım eder. Bu, güçlü topluluk bağları oluşmasına ve insanların yalnızlık hissetmemesine yardımcı olur. Öyle ki bizim burada da komşularımız sağ olsunlar bizi benimsedi ve kısa sürede kendilerinden biri gibi gördü. Bir podcastte bahsetmiştim bizi soğansız sarımsaksız ıspanaksız hiç bırakmadılar. Bir gün evde görmeyince hemen arayıp neredesiniz bugün sizi görmedik diyorlar. Tabi bunu bu şekilde değil şiveyle söylüyorlar duysanız anlamazsınız. “Hihihi”  Bizde artık dama gitmeyen teyzelerimizi görmeyince onların verdiği tepkiyi verip neredesiniz diye arıyoruz. Yani büyük şehirlerde de eskiden komşuluk vardı. Şimdilerde yan komşusunu tanımıyor insanlar. Biz evimizin etrafına uzun uzun duvarlar örmedik çünkü yeterince beton gördüğümüzü düşünüyoruz. Evin etrafı sadece tel çevrili.
Şu anımı da anlatmadan geçemeyeceğim. Bir gün sarımsak istedik bir teyzemizden misafir gelecek aniden bitmiş. Ahırdan alın dedi. gittik ahırdan hemen iki baş aldık. Tabi teyzede az aldığımızı fark etmiş. Akşam üstü ahırdan dönerken kapının önüne bir demet sarımsak atıp gitmiş benim dediğim bir demette şehirde pazarda satılan küçük demetler değil baya büyükçe bir bağ sarımsak. ben köyde komşuluk temalı bir sohbet oldu mu hep bunu anlatırım “Eyy şehirliler size böyle bir iyiliği hangi komşunuz  yapar” diye “Hihihi”
Komşulardan söz açılmışken köyde olmanın bir güzel yanı da üstteki komşu ses mi yaptı alttaki müziğin sesini çok mu açtı falan gibi dertleriniz yok. Evler zaten müstakil olduğu için ben sabahtan açıyorum müziği akşama kadar çalıyor ya da başka bir komşunun yaptığı ses sizi rahatsız etmiyor. Çünkü evlerin mesafesi birbirine uzak olmasa açık havada rahatsız etmiyor ya da kışa yakın dönemlerde herkes mesela kışlık odununu ayarlamaya çalıştığından ağaç motoru sesi çıkıyor  ama o bile rahatsız etmiyor yani çünkü açık havadasınız ve biliyorsunuz ki mecburiyetten o ses o an orada çıkmak zorunda. Çünkü aynısını bizde yapmak zorunda kalacağız. Bu bence yaşam alanımızda özgür olmak özellikle çocuklu aileler bana hak verecektir çok büyük bir lüks. Mesela şehirdeyken çocuğun uyumaya çalıştığında dış ses sorunu kadar, ağladığında veya herhangi bir durumda gece uykusundan uyanıyor rahatsız oluyor falan televizyonu açıyorsunuz ses olur mu aman sesi kısalım üste kata gitmesin alta kata gitmesin ama burada böyle bir şey yok gayet rahatız.
Şehirden Köye Kaçış: Köyde yaşamın avantajları – Mutfak Maliyetleri
Mutfak maliyetlerinin köyde nasıl düştüğünden bahsedelim. Bu sene ilk yılımız olduğundan kışı kaçırdık demiştim. Yaz mevsimine başlamadan tohumlar çıktı meydana hepsi viyollere, yeterli seviyeye gelince toprağa alındı. Kabak, kabak çiçeği, domates, salatalık, biber, patlıcan, dolmalık biber gibi çeşitleri yetiştirdik. Kabak çiçeği bilmiyorum daha önce duyanınız var mı ama bizde dolması çok yapılır. Bu sene kabak verimi çok olduğundan yumurtalı olarak kahvaltıda bolca yedik. Bu saydığım sebzelerin hiç birini pazardan almadık. Sadece pazardan alınan sebze vesaire de değil aslında ekmek yapılacak yak odunu at taş fırına, yemek yapılacak kuzineli sobada pişsin. Kışlık hazırlıklarımızı biz hep dışarda odun ateşinde yaptık buda bir takım maliyetlerin ortadan kalkması demek .
Bir başka maliyet kalemi bence şehirde çocuk olmak. Şehirde kızımızla beraber yapabileceklerimiz kısıtlıydı parka git markete git avmye git. Oyun alanı varsa oyun alanına dünyanın parasını öde yarım saat içeride dönsün oynasın yada oynadığını sansın diye. Zaten pandemiden dolayı elimizde dezenfektanla gezer olduk. Aman çocuk suratına mı hapşırdı ağzını salıncağa mı sürttü derken iyice paranoyak olduk. Son dönemde sanırım oyun alanlarının da fiyatı oldukça artmış. Birde kum alanları çıkarmışlar inşaat kumunu dökmüşler iki kamyon iki kepçe 1 saati dünyanın parasını alıyorlar. şimdi böyle konuşuyorum ama şehirde olsam bende dünyanın parasını verenlerden olacaktım. Köyde hiç bir oyuncak olmasa dahi çocukların hayal gücünü kullanacağı bir sürü alan var bir defa toprak var. Biz sürekli bir şeyler diktiğimiz  için  kızım kendine sağda solda duran dalları bulup onlarla bahçe yaptım diyor. Kendince alanlar kuruyor. Uzun tahtaları alıp denge kurup üzerinde yürümeye çalışıyor.
Hiç bir şey bulamasa 4 köpek , 5 keçi, 20 den fazla tavuk, 2 ördek 1 hindili çiftliğinde oynayacak bir canlı buluyor. Bunu böyle söylediğimde de çocuk insan istiyor falan deniyor. Haklı yanları olabilir ancak ben şimdiki halinden memnunum en azından toprağı tanıyor bir şeyler yetiştiriyor. Çocuklarla, oyuncaklarla oynayıp sonu kavgayla biten bir durumun içinde olmasındansa böyle doğaya saygılı bir birey yetiştirmek daha çok işime geliyor.
Şehir köy karşılaştırması yaparken bizim en çok kıyas konumuz trafik ve kalabalık. Burada park sorununuz yok. Trafik yok. Yollarda birbirine çarpan insanlar yok. Özellikle park sorunu şehirdeki yaşamın son zamanlarında oldukça problemdi yaşadığımız bölgede. Şimdi kişinin evinin önüne duba şise taş gibi şeyleri koyup park yerini kendine ayırması hakkı olan bir şey değil ama bir şey söylemeye kalksanız haybeden tartışma çıkacak. Trafikte yine aynı şekilde yol vermedi, yan baktın, yeşil yandı neden bekliyorsun kavgalarını hep duyuyoruz.
Şehirdeki son zamanlarımda şehirler mi daha kalabalık oldu yoksa ben taşınıyorum diye mi bana kalabalık gelmeye başladı aşırı bunalmıştım. Markete giriyorsunuz uzunca kuyruklar, yolda yürüyeceksiniz insan kalabalığı insan kendini unutuyor şehirde. Burada maksimum gördüğümüz taşıt traktör. Ben bu halimden memnunum  bir yıl olacak geçen traktörün kime ait olduğunu tanıyoruz artık, köye yabancı mı gelmiş kim bu diye en ufak farklı araç sesinde dışardayız. İlk geldiğimizde bize herkes tuhaf bakarken şimdi biz dışardan gelene ne işi varmış burada diyoruz. Şehirde olmayan aidiyet duygusu burada var.
Bence bu aidiyet duygusu burayı her şeyiyle tanıdıkça gelişiyor. Boş vakitlerimizde dağlarında gezip, köy çeşmelerine gidiyoruz. Sabahları tarlaya giderken böğürtlenimizi yiyoruz. En iyi böğürtlen hangi kısımda, hangi yoldan nereye gidersek daha iyi olur gibi çevreyi tanımamız bizi köye daha ait hissettiriyor. Şu aralar mantar sezonu çokça paylaşımda yaptım instagramda.. Burada melki deniyor, kanlıca mantarı, çıntar gibi her yörenin kendine göre söyleyişi var. Mantar aramak, toplamak farklı bir pencere açtı mesele bende. Oturduk eşimle mantar belgeseli izledik, mantar türleri hakkında bilgi sahibi olduk. Eşim mantara ikinci gidişinde köylülerimizden daha çok şey biliyordu “Hihihi”. Dağlarda mantarın nerelerde olduğunu keşfettik önümüzdeki sene daha bir hazırlıklıyız mantar sezonuna mesela. Kendi arayıp bulduğunuz, topladığınız doğanın size sunduğu bir ürünü tüketmek çok keyifli. Bunu biz sebzelerimizde de yaşadık bal kabaklarımızın gözünün içine baktık büyüsünler diye. Balkabağından bir tatlı yaptım daha önce o kadar leziz bir tatlı yememiştim.
Köyde doğanın bize sunduklarına daha yakınız. Havaya, toprağa, güneşe, aya daha yakınız. Ben hep şöyle düşünüyorum. Hayata bir kere geliyorsun ve çalışmaktan güneşin doğuşunu, yıldızların ışığını fark edemeden ömür geçip gidiyor. Ekonomi, yaşam koşulları, bakmakla yükümlü olduklarımız sorumluluklar belki hepsi elimizi ayağımızı bağlayan şeyler. Köyde yaşamı herkes sevmeyebilir kendini ait hissetmeyebilir, yapamayabilir yani o zamanda zorlamanın alemi yok. Ama köye yerleşmek isteyen insanlara da lütfen köstek olmayın, yapamazsın, ne işin var gibi söylemlerde bulunmayın. Yapamazsa da  kendi tecrübe etsin. Kendi yaşasın.. Bunu sadece doğal yaşam tutkusuyla söylemiyorum. Önümüzdeki yılların konusu sürdürülebilirlik, kendi kendine yetebilmek. En önemlisi tarım olacak diyerek bir sonraki podcastin konusunda ipucu vermiş olayım . Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Yeni bölümlerden haberdar olmak için abone olmayı, takip etmeyi zili falan açmayı unutmayın.
1 note · View note
bigcollections · 6 months
Text
SOSYOLA - GOLD
Tumblr media
Sosyola.com: Sağlıklı ve Doğal Yaşamın Adresi! Sosyola, sağlıklı yaşam ve doğal ürünler konusunda bilgi veren, kaliteli ürünleri bir araya getiren bir platformdur. Bu platformda yer alan ürünler arasında öne çıkan Terapix Jel, Benzoxin ve Polivit Şurup gibi sağlığınıza katkı sağlayacak ürünleri bulabilirsiniz. Terapix Jel: Cilt Bakımında Doğanın Gücü! Terapix jel, cilt bakımında doğanın gücünü kullanarak formüle edilmiş bir üründür. Doğal içeriği ile cilde nem kazandırır, canlandırır ve tazelik sağlar. İçeriğindeki özel bitkisel özler sayesinde cildinizi besler ve korur. Terapix Jel'i düzenli olarak kullanarak cildinizdeki farkı hissedeceksiniz. Benzoxin: Doğal ve Etkili Temizlik! Benzoxin ne işe yarar konusuna karşılık olarak Benzoxin, ev temizliği konusunda doğal bir alternatif arayanlar için ideal bir çözümdür. Doğa dostu içeriği ile evinizdeki yüzeyleri temizlerken kimyasal kalıntılardan kaçınmanıza yardımcı olur. Benzoxin, etkili temizlik sağlarken çevreye saygılı bir seçenek sunar. Polivit Şurup: Sağlıklı Yaşamın Tamamlayıcısı! Polivit Şurup, vitamin ve mineralleri içeren bir takviye üründür. Özellikle günlük beslenme alışkanlıklarını tamamlamak isteyenler için ideal bir tercihtir. Çocuklar ve yetişkinler için uygun olan Polivit Şurup, vücudu destekleyerek günlük enerji ihtiyacını karşılamaya yardımcı olur. Neden Sosyola.com? Kaliteli Ürünler: Sosyola, doğal ve kaliteli ürünleri bir araya getirerek müşterilerine en iyiyi sunar. Güvenilir Alışveriş: Platform, müşterilerinin güvenliğini ve memnuniyetini ön planda tutar. Güvenilir alışveriş deneyimi sunar. Doğa Dostu Ürünler: Sosyola.com, çevreye duyarlılık konusunda önemli bir duruş sergileyerek doğa dostu ürünleri kullanıcılarına sunar. Geniş Ürün Yelpazesi: Sağlık, güzellik, temizlik ve daha birçok kategoride geniş bir ürün yelpazesi ile müşterilerine çeşitlilik sunar. Sağlıklı ve doğal yaşamın anahtarı için Sosyola.com'u ziyaret edin. Terapix Jel, Benzoxin, Polivit şurup gibi ürünleri inceleyerek sağlığınıza katkıda bulunun ve doğal yaşamın tadını çıkarın!
579 notes · View notes
s-serdal · 4 months
Text
Biraz sonra asmaya götürecekler beni
Biraz sonra dalımdan koparıp
Öldürecekler beni hoşça kalın sevdiklerim
Dört mevsim, yedi kıta, mavi gök
Bütün doğa hoşça kalın
Hoşça kalın sevdalılar
Çocuklar, üniversiteliler, genç kızlar
Sonsuz uzay, gezegenler ve yıldızlar
Hoşça kalın
Tumblr media
Tumblr media Tumblr media
Tumblr media Tumblr media
9 notes · View notes
by-hulusi · 7 months
Text
Kızılderililerin Şeref Yasaları
1 – Dua etmek için güneşle birlikte kalk. Tek başına dua et, sık sık dua et.
Büyük Ruh dinler..
2 – Yollarında kaybolmuş olanlara karşı anlayışlı ol.
Cehalet, kibir, öfke, kıskançlık ve açgözlülük, kayıp bir ruhtan kaynaklanır.
Rehberlik bulmaları için dua et.
3 – Kendini, kendi kendine araştır, keşfet.
Başkalarının senin yolunu senin için belirlemelerine izin verme.
O senin, sadece senin yolundur.
Diğerleri o yolu seninle birlikte yürüyebilirler,
fakat hiç kimse o yolu senin için yürüyemez.
4 – Misafirlerine evinde saygıyla davran.
Onlara en iyi yiyeceklerini ver, en iyi yatağı ver ve onlara saygı ve onurla muamele et.
5 – Herhangi bir kişiden, bir topluluktan, bir çölden ya da bir kültürden olsun, senin olmayan şeyi alma.
O ne kazanılmıştır, ne de verilmiştir. Senin değildir.
6 – Yeryüzü üzerindeki her şeye saygılı ol – ister insan, ister hayvan veya bitki olsun.
7 – Diğer insanların düşüncelerini, isteklerini ve sözcüklerini onurlandır.
Başka birinin sözünü asla kesme, alay etme ya da taklidini yapma.
Herkese kişisel ifadeleri için izin ver.
8 – Başkalarına asla kötü bir şekilde konuşma.
Evrene bıraktığın negatif enerji, sana katlanmış olarak geri döner.
9 – Herkes hatalar yapar. Ve tüm hatalar bağışlanabilir.
10 – Kötü düşünceler zihinsel, bedensel ve ruhsal hastalıklara neden olur. İyimser ol.
11 – Doğa bizim için değildir, o bizim bir parçamızdır.
Onlar senin dünyasal ailenin parçalarıdır.
12 – Çocuklar geleceğimizin tohumlarıdır.
Onların yüreklerine sevgi ek ve bilgelik ve hayatın dersleriyle sula.
Onlar büyürken, onlara büyümeleri için yer bırak.
13 – Başkalarının kalplerini incitmekten kaçın. Verdiğin acının zehiri sana geri döner.
14 – Her zaman dürüst ol.
15 – Kendini dengede tut. Senin Zihinsel ben ‘in, Ruhsal ben ‘in, Duygusal ben ‘in ve Fiziksel ben ‘in – hepsinin güçlü, saf ve sağlıklı olmaya gereksinimi var.
Zihnini güçlendirmek için bedenini çalıştır.
Duygusal rahatsızlıkları iyileştirmek için ruhsallıkta büyü.
16 – Kim olacağını ve nasıl davranacağını belirlerken bilinçli kararlar ver. Kendi eylemlerinin sorumluluğunu üzerine al.
17 – Başkalarının mahremiyetine ve kişisel yerlerine saygılı ol.
Başkalarının kişisel eşyalarına dokunma, – özellikle kutsal ve dini eşyalarına.
Bu yasaktır.
18 – İyi talihini başkaları ile paylaş.
19 – Başkalarının dini inançlarına saygı göster. Kendi inancını başkalarına kabul ettirmeye çalışma.
Tumblr media
20 – Önce kendine karşı dürüst ol.
Önce kendini besleyemezsen ve kendine yardım edemezsen,
başkalarını besleyemezsin ve onlara yardım edemezsin…
16 notes · View notes
hisboslugu · 9 months
Text
birlikte oturduğumuz parklara senden sonra da gittim. epeyce vakit geçirdim ve kaybettim ve üzgündüm. bitiremediğim şarapları diplerine boşalttığım mavi ladinler, büyümüş. çocuklar gördüm, oyunlarına büyük bir ciddiyetle devam eden. bağ değil, büyü bozulmuş köpek gibi pişmanım... aynı anda hem sana, hem kendime, hem tabiata yerli yersiz küfürler sıralarken bir taraftan öptüğüm diğer kızlar da aklımdan geçmedi değil ama sen başkaydın. şarabın içinde aspirin baş ağrısına engel olur diyen tıp öğrencisi... niye yalan söyledi? olsaydın da konuşsaydık... hiçbir yere sığamıyorum, oh mu olsun ki bana? gidenler bildiklerini de beraberinde götürür. ay tutuldu misal dün, sıradan bir doğa olayı ama aklım ermedi, boş boş baktım havaya. olsaydın da anlatsaydın, kafam böyle karışmazdı. olmadı öpüşürdük, aklıma takılmazdı...
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
11 notes · View notes
h-angst-er · 8 months
Text
Alilerin koleje geldikleri ilk hafta...
"O varoşları göndereceksin bu okuldan baba!"
"Ha'di ama," dedi Kenan. "Sanki kırk yıldır burslu yok okulumuzda..."
"Ama onlar farklı! Anlamıyor musun baba ya, görmüyor musun, Vefa için gelmişler bu okula! Ve bu okul bitene kadar da bize rahat vermeyecekler!"
"Zaten şur'da mezun olmanıza iki sene kaldı!" dedi babası. "Şımarıklık yapma Berk, iki sene sık dişini, mezun ol, git!"
"Ben şımarığım öyle mi, bunların hiçbiri senin suçun değil!"
"Bir düşün," diye oğlunun ellerini elleri arasına aldı Kenan. "Çocuklar bu sınava girmişler, haklarıyla kazanmışlar. Tıpkı benim gibi... ben buralara, senin aksine, baba parasına konarak gelmedim. Dişimle, tırnağımla kazıdım. O yüzden, o çocukların tek şansını ellerinden alamam...!"
"İyi ki de ölmüş o çocuk!"
Kenan, kaldırmak üzere olduğu elini yumruk yapıp kendini oğluna tokat atmaktan alıkoydu. Bu zamana kadar bir fiske dâhi vurmamıştı. "Bunları kızgın olduğun için söylüyorsun," diye dişlerini sıktı. "Seni anlıyorum... Bak Berk, burası bizim okulumuz... Sen kendi eğitiminle ilgileneceksin. İstesem seni yatılı okula da verebilirdim. Ama burada kal istiyorum, çocukluk arkadaşların seni adam etsin istiyorum. Ner'de! Belki yıllardır, onların yapamadığını; bu çocuklar yapar ha? Belki bu çocuklarla arkadaş olursun, ha?"
"İki sene!" diye anlamsız bir şey söyledi Berk. Sadece babasına itiraz etmek istiyordu. Ondan sonra da çekip kapıyı çıktı zaten. Kenan, Berk'i böyle olduğu için suçlayamazdı. Bir annesi yoktu ki çocuğun. "Nereye gidiyorsun?" diye bir mesaj attı oğluna. Bu yöntemi, Çağrı'nın babası Önder hoca önermişti:
"Gençlerin dilinden anlamasaydım bu koleje beden eğitimi hocası olmazdım; sen de biraz gelenekçi eğitim anlayışını bi' kenara bırak da, Z jenerasyonuna uyum sağla..."
"Oğlum yaşında oğlun olmasa, sen de biraz zor anlardın dillerinden Önder Bey," diye cevap vermişti Kenan.
"Evlat sahibi olmak meselesi değil Kenan, bu... çocuk sevgisi meselesi."
Kem-küm etmişti Kenan. Önder hep kendisini tuşe ediyordu çünkü. Kenan, kimseye itiraf edemese de, Çağrı'nın kendininkinden daha iyi bir evlat olduğunu kabullenmek de zorundaydı. Bir onun tek başına yetiştirdiği çocuk, Çağrı'ya bakın!... bir de kendisinin tek başına yetiştirdiği çocuk, Berk'e bakın!... Kenan, bir şansı daha olsa, daha iyi bir çocuk yetiştirmek için çabalar mıydı, kim bilir...
Yağızoğlu Koleji'nin züppeler ve burslular ikilemini, Ali fark etmişti. Fark edilmeyecek gibi değildi ki, her özel okulda olan, doğal şeylerdi bunlar. Berk gibi zengin çocukları için beş yıldızlı bir otele benziyordu lise; kendisi gibi burslular içinse, bir taşraya. Bu kolejin manzarasını gören, üstüne tırmandığı bu ağaçtan bile nefret etme noktasına gelmişti; çünkü Vefa'yı kaybetmişti ve okulunda olmasının gerektiği bu saatlerde, Arap'la Zeyno'nun mesajlarını umursamıyordu, hatta bu mesajlar kendisini daha çok sinirlendirerek havaya taşlar fırlatmasına neden oluyordu. Eğitim için bu okulda değildi ve bir haftadır, kendisine soruları verenden ses-seda çıkmadığı için geriliyordu. Fırlattığı taşlar, yeşil zemine düşüyor, Doğa sanki Vefa hiç ölmemiş gibi kaldığı yerden devam ediyordu. Bütün bu doğal ortam bir Cehennem gibi görünüyordu Ali'ye, sanki Vefa öldü diye bütün Doğa akışını durdurmalıydı, Güneş Batı'dan doğmaya karar vermeliydi.
"Şimdi kim bilir gittiğin nasıl bir Cennet'tir Vefa'm," diye konuştu. Ondan sonra dilini ısırarak ağaçtan inmeye başladı. "Burada kafayı yiyeceğime gidip o ah'rın hayvanlarını kontrol ederim daha iyi." Okula giderken, peşi-sıra uzanan sahile kafası dönük yürüyordu, alnını elinin tersiyle sildi. Aslında hava o kadar sıcak değildi ama, yeni okulunun yolu gerçekten bir Cehennem gibi geliyordu Ali'ye, gitmek istemiyordu, ama gitmek mecburiyetinde olmak tam bir işkenceydi. O okula giderken çevrilecek her bir pedal bile ziyandı, o yüzden o gün bisikletini getirmemişti. Yürüdüğü için nefretle dolduğunu itiraf etmek zorundaydı. Gerçi o okula kendisini bir helikopter bile atsa, bu nefreti geçmezdi. Oysa eski okulu ne güzeldi... Eski sınıf arkadaşlarını hatırladı. Her sabah okulda, Gentha müzikleri dinleyerek güne başlarlardı. Arap tarzındaki bir sürü çocukla, her gün Beşiktaş'ı konuşurlardı. Heyhat, Vefa'yla birlikte, bütün eski hayatını kaybetmiş gibi hissediyordu. Okula yakın yerlerde park edilen lüks arabaları görünce daha bir keyfi kaçtı. "Lüks arabaların sürücüsü ahır hayvanları..." diye dişlerini gıcırdattı. "Gerçi hepsi hayvan değil, ama birçoğu yine de hayvan, nefret ediyorum hepsinden."
"Geç kâğıdını müdürden alacaksın evladım," dedi güvenlik de küfürlerini tahmin ederek.
"Selamını da söyleyeyim mi Veysel Efendi?"
"Geç bakayım hergele!" dedi adam. "Kenan müdürün yanında da böyle zevzeklik yapabilecek misin bakalım!"
"Tamam, bugünlük iznini benden alsın," diye lafa karıştı biri.
"Aaaaa, Önder hoca, yani müdür yardımcımız!"
"Benim ilk dersim boştu... ben de biraz tembellik yaptım. Bu nedenle geç kâğıdı almana gerek yok. Sınıfına git, hangi öğretmenin dersiyse, ona anlat benden vize çıktığını. Ama bir kereye mahsus bir şey, anlaştık mı?"
"Evet, hocam, emin olun bu iyi niyetinizi bir daha suiistimal etmem," diye homurdandı Ali. Teşekkürü bile bir küfür gibiydi. Çünkü kimsenin dikkatini çekmemek için bu kadar geç kalmıştı, yine de Önder hocaya enselenmişti. Müdür yardımcısını atlattıktan sonra koridorlarda biraz aylaklık etmeye karar verdi, o sınıfa öldürseler girip, o öğretmene Önder hocanın kendisine torpil geçtiğini söylemeyecekti. Dolaşırken, panolarda fotoğraflar gördü. Ve bu fotoğraflardaki müdür,
"Haydi, kaytarma, sınıfına," dedi Ali'ye, sanki Önder'le arasında geçen konuşmadan jet hızıyla haberi olmuş gibi. Bu okulda posta güvercinleri mi vardı ne? Anında Kenan'a haberi uçuruyorlardı sanki. Ama bundan da ilginci, bugün karşılaştığı her yetişkinin tavırlarındaki yumuşaklıktı. Hepsi de, Ali'nin işini zora koşmamak için anlaşmış gibilerdi.
"Ben de başka bir yere gitmeyi düşünmüyordum hocam," diye bilmiş bilmiş cevap verdi Ali.
Ali, sınıftan içeri girdiğinde, neler olduğunu anladı. Sınıfın en gözde üç öğrencisi de firardı şimdi. Önder'le Kenan, kendi oğullarının yularını tutamamış olmalıydı ki, eşitsizlik olmasın diye geç kalan burslu öğrencilere nazik nazik davranmıştılar. Ali, "Geç kaldığım için özür dilerim hocam," dedi. Pes etmişti. "Gerçekten geçerli bir sebebim vardı... Önder hocanın bilgisi dâhilinde..."
Öğretmen daha fazla üstelemedi. "Peki, yerine geç bakayım çocuğum..." dedi.
Beş dakika geçmemişti ki, kapı filan tıklatılmadan, paldır-küldür Berkler girdi. "Hocam pardon," dedi Berk. "Bizim bindiğimiz otobüsün tekeri patladı da..."
"Ya, öyle mi..." dedi hoca. "Hangi tekeriydi peki?"
"Hangi tekeriydi ya?" diyen Berk, arkadaşlarına döndü. "Sol ön tekerdi galiba..."
"Yok, sağ arka tekerdi ya..." diye güldü Ege.
"Yok, yok, sağ ön tekerdi..." dedi Çağrı.
"Geçin yerinize be cıvık herifler, çocuk yok karşınızda kandıracağınız!"
Öğretmen kızmıştı ama, Berkleri herhangi bir konuda tehdit edemiyordu, çünkü o, meslektaşları gibi "atanmış" değildi. Evet, maalesef, kendileri devlet kadrolarında şu anda ense yapmaktayken, kendisi böyle bir özel kolejde zengin piçlerinin envaiçeşit nazını, niyazını, şımarıklığını çekmek zorundaydı; üstüne üstlük, sözünü geçiremeyince de kendisini sınıf yönetimi konusundaki beceriksizliğiyle suçlamaya hazır ve nazır bir ordu veli vardı.
Dersin bitmesine çok az zaman kalmış olduğundan, öğretmen son anlattıklarını, dinlemeyeceğini bildiği yeni gelenler için son bir kez özet geçti, ve zil çalar çalmaz, sınıftan çıkan ilk kişi oldu. Sınıfta sadece, üç zengin züppe, Hazal ve de Tozluyakalılar kalmıştı. Berk önce, bir Ege'nin, bir de Çağrı'nın kulağına bir şeyler fısıldayarak gülüştü. Ondan sonra sesinin biraz daha işitilmesine müsaade ederek, "Neydi lan bu çocuğun adı?" diye sordu.
"Hangi herifin ismi?" diye güldü Ege.
"Canım, şur'daki esmer, kavruk olan var ya..."
"Ben de hatırlamıyorum valla', bir hafta geçmiş, ama bir haftada sineğin bile adı öğrenilirdi, demek ki bunun sinek kadar önemi yok!" diye bir kahkaha patlattı Çağrı. Ege, beşlik çakması için elini uzatırken, Berk, "İş başa düştü," diye mırıldanarak, öğretmen kürsüsüne gitti. Sanki ilk kez tanışıyorlarmış gibi, "Demek adın Ali..." dedi. "Benden özür dilersen bu ismi unutur ve sen bana bir yanlış yapmadığın sürece yine hatırlamam Ali."
"Neden özür diliyormuşum anlamadım," dedi Ali. Arap, zaten gergin olduğunu hissettiği arkadaşının omzundan tutarak, olası bir kavgaya karşı önlem almaya çalıştı.
"Bu zamana kadar yaptıkların için," dedi Berk. "Bundan bir yıl kadar önce benim mekânımda bana posta koydun, bundan bir altı ay kadar önce de senin mekânında bana posta koydun. Bi' dak'ka ya, ikincisi pek de özürlük bi' davranış değilmiş ama, yine de özür istiyorum. Haksız mıyım Ege?"
"Hayır, haklısın bro."
"Haksız mıyım Çağrı?"
"Hayır, haklısın bro," dedi Çağrı da papağan gibi.
"Bana bak..." diye ayağa kalktı Ali, artık Arap'ın bile durduramayacağı bir vaziyette; ama bir "ses" onları durdurdu...
"Bırak onu Berk."
"Cemre, sen buna karışma," dedi Berk, tedavisi nedeniyle yine geç kalan sevgilisine.
"Bırak, dedim. Ne istiyorsun ya? Bu okulun yeni gelenleriyle derdin bitmedi mi? Ne istiyo'sun, daha fazla intihar eden öğrenci falan mı?"
Cemre'nin sözleri, herkeste soğuk duş etkisi yaratmıştı. Berk, "Sen Cemre'ye dua et..." diye geri çekilmek zorunda kaldı.
"Ben kimseye dua etmem, istediğin kavga olsun, her zaman hesaplaşabiliriz," diye cevap verdi Ali. Berk, kapıya doğru giderken, parmağını sallamaya devam ediyordu.
"Senin adın Ali, değil mi?" diye sordu Cemre.
"Sen ve senin tayfanın hafıza problemleri varsa, kafanıza Yangın Ali diye de yazabilirsiniz..." diye çıkıştı Arap. "Böyle hatırlaması daha kolay olur."
"Arap, kıza sataşma..." dedi Ali. "Bizi savundu, asıl hafıza sorunları olan sen olmayasın?"
"Nihayet yaptıklarımı takdir eden biri çıktı ya, ölsem de gam yemem artık..."
"Ner'de o günler..." diye homurdandı Zeyno ve Arap'ın çimdiğiyle, küçük bir çığlık ortaya koydu.
"Kimmiş senin yaptıklarını takdir etmeyen?" diye sordu Ali.
"Sence de belli olmuyor mu..." diye ofladı Cemre.
"Berk..." diye ellerini iki yana açtı Arap.
"Yani sevgilin..." diye düzeltti Zeyno.
"Eski sevgili adayım."
"Ne?!"
Hazal güldü. Cemre'nin Berk'ten ayrılma niyeti, sessizliğini bozmuştu. Bunun detaylarını öğrenmek için, seyirciliği bir kenara bırakıp, sınıftaki bu sabah şenliğinin ortasına attı kendini. "Haydi, gel Cemre. Seninle kız-kıza laflayalım biraz..."
"Evet, biz hiiiiiç tutmayalım sizi, size bol dedikodular!" diye bağıran Zeyno, bir taşla iki kuş vurduğu için, yani aynı anda iki yılışık şıllıktan birden kurtulduğu için mutluydu.
*****
15 EKİM 2022
"Ali'ye...
Bu yazdıklarımı, asla yüzüne bakarak söyleyemezdim...
Ben, Cemre Yılmaz; Vefa Akın'ın katiliyim. Kenan amca ve Vedat abinin hiçbir suçu yoktu...
O'nu, çatıdan atmak suretiyle ben öldürdüm. Çünkü onu seviyordum ve, kıskandım. Çatıdan itmeden önce de, daha evvel ona hediye etmiş olduğum anahtarlığı zorla almıştım geri. Ve onu Kenan Yağızoğlu'nun evine ben bırakmıştım...
Bütün bu yaptıklarım için senden bağışlanma dilemeyeceğim. Ama sana olan aşkımın gerçek olduğunu bil.
Buna inansan yeter...
Gerisi, bu mektubu Ali'den sonra okuyan kişilere...
Biliyorum, beni anlamıyorsunuz, ama herhangi birinizde, sevdiği kişiyi öldürecek cesaret var mı ki?
Bende vardı. Eğer evimi araştırsanız, bir sürü kırılmış oyuncak bulurdunuz... hepsini ben kırmıştım küçükken. Çünkü bize misafirliğe gelen çocukların, onlarla oynamamasının tek yolu buydu... onları kırıyor ve, onların kıymetini sadece ben biliyordum. Başka hangi çocuk, kırılmış bir oyuncağı sevebilir ki?
Ben seviyordum. Çünkü Beth March gibi, onları tamir eden de bizzat bendim...
Benim bir tek sağlam kalan oyuncağım, o devasa tavşan. Yeri gelmişken, bir şeyden daha bahsetmek istiyorum. Annem küçükken çok güzel kekler yapardı ve beni yardım etmem için mutfağa çağırırdı. Bile bile yumurta kabuğu düşürürdüm o bulamacın içine, kimse yemesin diye. Sonra da, kabuklu keki bir tek ben yerdim, eee, gülü seven dikenine katlanmaz mıydı...?
Sadece kek de değil... Annemin yaptığı bütün güzel yemeklere burun kıvırırdım. Çünkü onları översem bilirdim ki, başkalarına da ikram edecekti. Başkaları da onları sevecek ve, benim elimden alacaktı.
Hiçbiriniz, aranızda bir kişi bile, bu kadar kıskanmanın, bu kadar paylaşamamanın nasıl bir duygu olduğunu bilemez.
Çok klişe olacak ama... sizler bu mektubu ele geçirdiğinizde, ben çok uzaklarda olacağım.
Ali'ye çok âşığım, ve hep de öyle kalacağım,
Cemre..."
Ali, elindeki bu mektubu ucundan tutuşturarak yakmaya başladı. Bir yandan da, "Cemre Vefa'yı seviyormuş, Cemre Vefa'yı seviyormuş..." diye kendi kendine mırıldanıyordu. Kıskançlık mıydı bu belli değildi, kıskançlık olsa bile, zaten halen kendini iğrenç hissediyordu... bulunduğu mekân, yakma-yıkma işlerine de uygundu zaten. Etraf, lastik yakan TOFAŞ'çılardan geçilmiyordu, bu kadar "keko" arabasının yanında, Ali'ninki çok lüks kalıyordu. *
Aslında bunu Kenan Yağızoğlu'nun garajından kaçırdığının kimse farkında değildi. Kenan Bey bilse, asla izin vermezdi oğlunun ehliyetsiz araba kullanmasına, bir de yarışlara katılmasına... Ali, başı ağrıyarak direksiyona geçti. Herkes, kazanacağını düşünerek ona bahis oynamıştı, böyle ortamlarda sürücünün yaşına çok dikkat edilmiyordu, Ali'nin 16-17 yaşlarında olduğunu tahmin edememişlerdi, en önemlisi de, Ali her zamanki gibi Kenan Yağızoğlu'nun adını verebilirdi.
Fakat son anda, Ali'nin sağında lüks bir araç belirdi. TOFAŞ'çılardan biri, "Senin yarışacağın araç değişti, sorun olur mu?" diye sordu.
Omuz silkti Ali. "Benimkinin dişine göre bir rakip... açıkçası zoru severim."
Fakat rakip aracın şoförünün başında, tıpkı rallicilerinki gibi bir kask vardı, tanınmasına engeldi bu. "Emin misin," diye sordu adam. "Kaybedersen... kaptırırsın arabanı ha..."
"Bana ne," diye yeniden omuz silkti ve gözleri, iki aracın arasındaki kumral saçlı kızı kesti. Onun işaretiyle, arabanın gazına öyle bir bastı ki, adam neredeyse cama takılıp gidecekti onunla.
Rakip, kendisi kadar sert bir çıkış yapmamıştı ama, kendisine yetişmesi saniyelerini aldı. Ali, arada bir bu rakibe bir bakış atıyordu ama, aralarında bir burundan fazla bir fark oluşmuyordu. Yarış berabere sonuçlanacak gibiydi, ta ki Ali baş ağrısına yenilene kadar. Ali, bu yenilgiyi, rakibine karşı bir yenilgi olarak görmemişti, kendine karşı bir yenilgi olarak görmüştü, kaybedeceği arabayı da önemsemiyordu. Zaten para, Kenan Yağızoğlu'nun cebinden çıkıyordu.
"Kaybeden olmaya bi' türlü doyamadın..." diyen tanıdık bir ses, kaskın altından sahibini gösterdi. Ali, Çağrı'nın durumunda olsa, bunun bir halüsinasyon olduğundan şüphelenirdi ama, Berk'e, "Bur'da da mı?" diye sordu. "Bur'da da mı beni buldun?"
"Bizim garajdan araba çalıyorsun ve, özellikle benim 11111 plakalı aracın torpidosundan çıkan kasetlerden sonra, sahip olduğumuz her araca takip cihazı koydurduğumu hesaplayamıyor musun?"
"İyi de, buna ne gerek var? Bu dava kapanmadı mı? Vefa'nın katili..." Son zamanlarda, Cemre konusunu açmaya çalışan Berk'ti ama; ilk defa Ali'nin dilinin ucuna gelmişti. Berk,
"Şimdi de 'Hızlı ve Öfkeli'ye mi özendin?" dedi. "Sırada ne var? Kafes dövüşlerine mi katılacaksın?"
Ondan sonra beklenmedik bir şey oldu. Ali, gülmeye başladı. Sarhoş gibi kahkaha atıyordu. Fakat alkollü olmadığına emindi Berk. Bugün, bir önceki günün antitezi gibi bir şeydi... dün ağlayan, bugün gülüyordu. Beş dakika, on dakika... bir türlü bitmeyen bu kahkahalar, artık Berk'in sinirine dokunmaya başlamıştı.
"Ali, oğlum..." dedi. "Aramızda bir akıllı sen kalmıştın, sen de aklını yitirirsen n'aparız biz?"
"Tok-Tok..." hecesinden başka bir şey çıkmıyordu Ali'nin ağzından. Berk, anlamak için kulak kabartmaktan daha fazlasını yapması gerektiğini anladı. Gerilip gerilip, beşkardeşi aşk ettirdi Ali'nin yüzüne. Afallayan Ali, artık ödeştiklerini düşünemeyecek vaziyetteydi, ama gülmesi sona ermişti nihayet. "Tokyo Drift gibi ha..." diye mırıldandı. "Bu çok komikti."
"Espri olsun diye söylememiştim."
"Adrenalin..." diye konuştu Ali. "Sadece adrenalin unutturuyor bana Cemre'yi... Ege'yi her geçen gün daha iyi anlıyorum..."
Ali, her baktığı yerde Cemre'yi görüyordu. Yarışa "start" veren kızı bile O'na benzetmişti. Ve şimdi de, sembolik olarak arabalarını yarıştırmışlardı Berk'le, Cemre için. Ve Berk kazanmıştı... ama ortada Berk'e bırakılacak ne bir araba vardı, ne de Cemre.
İkisi de ona aitti zaten.
"Söylemeden geçemeyeceğim..." dedi Berk. "En azından dinlediğin müzik kalitelileşmiş. WWE giriş müziği gibi şarkı çalmaya başlamışsın lan, aferin, yakında kekoluğun tarihe karışacak...!"
"Hey, bana baksana sen!" diye bir ses gürledi. "Sana söylüyorum, on altı yaşındaymışsın sen! Ehliyetin de yokmuş!"
"Bu şimdi mi sorun olmaya başladı?" diye kardeşini savundu Berk. "Canın levye çekiyor galiba..."
"Sen niye rakibini savunuyorsun lan? Yoksa birbirinizi tanıyor musunuz...! Bu, yarışma kurallarına aykırı biliyorsun değil mi sarı oğlan?..."
"Benden iyi bilen olmaz..."
"Bu durumda, araba kasanın olur... yani bizim... hiçbir hileci bizden çalamaz!"
"Birader sen Süleyman Çakır'a özendin galiba..." diyen Berk, arabasının anahtarını uzattı. "Al benim arabayı, Ali'ninkinden daha lükstür ha."
"Lan, ne haliniz varsa görün!" diyen Süleyman Çakır kılıklı, yine de anahtarı almayı ihmal etmedi...
"Yaptığını beğendin mi?" diye sordu Berk, Ali'ye. "Senin yüzünden bir araba kaybettik!"
Fakat Ali yerine, "Bakın buraya ikizler!" diyen birinden ses geldi...
"Biz ikiz değiliz," diye cevap verdi falcı kadına Berk.
"Değilsiniz, ama kardeşsiniz. Doğru bildim mi?"
"Evet... benzemesek de öyleyiz," dedi Ali.
"Bilirim ben... başka şeyler de bilirim. Ver elini bakayım kara oğlan."
Ali, kadının hitabına ister istemez gülerek elini uzattı. Kadın, izin istemeden Berk'in de elini kaptı. "Okurum ben, her şeyi okurum..." dedi. "Sizin kaderinizde var, aynı anda ölmek."
"Ne saçmalıyo'sun sen ya," diyen Berk, hızlıca elini çekti. "Para kazanmamak için ekstra çaba gösteren falcıyı da ilk kez görüyorum!"
"Parası önemsiz, bu söylediğimi iyi yazın aklınıza..." diye arkasından seslendi falcı. "Siz ikiniz de aynı anda öleceksiniz, hem de iki kere!"
Berk, Ali'yi uzaklaştırmayı başarmıştı ki, "Bu böyle olmayacak..." dedi, damdan düşer gibi. "Cemre'yi polise teslim etmeye karar verdim."
"Ne?"
"Zaman kazanmaya çalıştığımızın farkındayım. Sen de ben de... Ama emin misin? Son kararın mı, sormak zorundayım. Cemre'yi satma işini bana bırakıyor musun? Bu hikâyedeki kötü çocuk rolünü, Berk Yağızoğlu'na bırakıyor musun...?"
"Berk..." dedi Ali. "Bunu neden yapıyorsun?"
"Çünkü Cemre seni çok seviyor. Ve o aramızda paylaşabileceğimiz bir araba değil... O'nun kimi seçtiği önemli..."
"Berk..." Ali dudağını ısırdı, sanki kelimeleri o zikretmiyor da, daha çok, kelimeler kendilerini zorla atıyorlardı ağzından dışarı... "Cemre'yi polise teslim et. Bunu, ben vazgeçmeden yap!"
"Tamam, ama yarın yapacağım..."
"Berk bir de..." dedi Ali. "Mail kutunu açık tut."
*****
Kader, kapısında kuş taklidi yapan birinin sesiyle yatağından sıçradı. Pencereden, Bilal'in ağacın tepesine kadar tırmanmış olduğunu gördü. "Şimdi de Kibar Feyzoluğa mı özendin Bilal, Allah canını almasın!"
"Madem sen gelmiyorsun, Ben geleyim, dedim..."
"İn lan aşağı, tamam geleceğim, Zeyno uyanacak, in ha'di!"
Bilal, Kader'in dediğine uyarken, Kader de üzerine geceliğini alarak, Zeyno'nun odasını kontrol etti. Zeyno ne uyanmıştı, ne de ağır uykusundan uyanacağa benziyordu. Kader, bir de kapı önünü yoklayarak Bilal'e, "Kardeşin evde mi?" diye sordu.
"Hayır, gizli bir şeyler çeviriyor ama... ben anlarım onun oyununu. Biz kendi oyunumuza bakalım."
"Baban içer'de, sen halen oyun mu düşünüyorsun ulan hayvan?!"
"Yas da bir yere kadar, matem de... ben seni özledim kızım, ha'di düş önüme..."
Bilal, Kader'i önüne kattıktan sonra, Ali sarhoş bir biçimde Zeynoların evinin önüne geldi. Berk'le "Tokyo Drift" macerasından sonra içmeye başlamıştı, ve şimdi zil-zurna haldeydi. Şimdi de, Peter Pan gibi Zeyno'nun penceresinden içeri girdiğinin farkında bile değildi. Tozluyaka çok güvenli bir mahalle olduğu için, Zeyno penceresini açık bırakarak uyumuştu...
"Zeyno..." diye seslendi öncelikle. "Sana bi' itirafta bulunacağım... Şimdi uyuyo'sun, o yüzden söyleyebiliyorum böyle kolaylıkla... Vefa'nın katilini biliyorum. Ama O'nu ele veremem... Çünkü O, sevdiğim biri... bunu Berk yapacak. Yine de... birine söylemek istedim... Arap'a ya da sana... Şimdi Midas'ın eşekkulaklarını ispiyonlayan kuyuyu o kadar iyi anlıyorum ki... Ama çok geç kaldım. O yüzden, bu saatten sonra ne senin yüzüne bakabilirim, ne de Arap'ın... Osman amcanın, Bilal abinin, annemin... hatta bütün mahallenin yüzüne bakamam asla..."
Ali kendinden nefret ediyordu.
16 EKİM 2022
"Neden ya?" diye dişlerini gıcırdatıyordu Mavi. "Neden bu Cemre halen içer'de değil?"
Mavi'nin istediği, Cemre'nin cezasını çekmesi, Vefa için adaletin sağlanması değildi, o bu ihbarı yapmıyordu çünkü, Cemre'nin ölümü Ali'yle Berk'in elinden olsun istiyordu... aynı anda. Gönderdiği mailin Ali'ye ulaşıp ulaşmadığını teyit etmeliydi. Soluğu onun evinin yakınlarında aldı, ama Ali'nin çoktan çıkmış olduğunu gördü. Belki de polise gidiyordu şimdi... Üzerindeki kot ceket, beyaz tişört ve siyah ayakkabıyı ona çok yakıştırmıştı Mavi. "Benim gibi mavicisin ha..." dedi kendine. "Sen de hiç fena değilsin Ali... bunu yeni mi fark ettim?" Ve,
"Bak Ali, ne yaptım," diye sol kolunu sıyırdı. "Güzel mi?"
Ali, sol kolunda boylu boyunca uzanan, "It's a mad, mad world that we're living in..." sözlerini okudu. "Bana ne bu dövmeden?" diye sordu.
"Seni akıllı biri sanırdım..." dedi Mavi de cevaben, Ali'ye. "Blue Jasmine rumuzunu çoktan çözeceğini düşündüm..."
"Çok fazla sabretmek sana göre değil sanıyorum..." dedi Ali.
"Haddinden fazla sabrettim zaten..." dedi Mavi de.
"Sana çok teşekkür ederim Mavi. Olmasaydın, elimizdeki tek kanıt da gitmişti... o kanıt olmadan, Cemre en fazla Vedat abi kadar suçlanabilirdi..."
"Bu teşekkür yeter mi sence?"
"Ne istiyorsun?"
"Çok bir şey değil canım... sadece bir 'selfie'cik," diyen Mavi, telefonunun kamerasını açtı. Ali, her olaya magazin muamelesi yapan ve canlı yayın açan Duru'yu aklına getirerek, "Saatçi Niko senin neyin oluyor?" diye sordu Mavi'ye.
"Dedem. Anne tarafından Musevi'yim ben. Bilirsin, Musevilikte anne kutsaldır... Baba tarafından da Müslüman'ım, e İslam da babayı kutsayınca... arada kaldım. Ama dedemi çok severim, hayattaki tek varlığımdır o. Saatçilik yapar, geçinir gideriz... bir de Serdar abi vardır, mahalleden, bilirsin, zaten tanışmışsın kendisiyle... benim bu hikâyeden bu şekilde haberim oldu işte... Ama senin bunları şimdi öğrenmen ne garip öyle değil mi? Aylardır aynı sınıftayız ve, sen beni bayağı uzun bir süredir unutmuştun..."
"Bunun için özür dilerim..."
"Cemre'yi ne zaman ihbar etmeyi düşünüyorsun?"
"Acelem yok. Bak, yardımların için gerçekten çok teşekkür ederim, ama bu mesele artık Berk'in meselesi. Cemre'yi ihbar etmek, onun kararı olmalı..."
"Yani Berk'in onayı olmadan, adalet yerine gelemez öyle mi...?"
Mavi, yanlış kişiye geldiğini anladı.
Ali'nin akıllı olduğunu düşünerek gerçekten hata yapmıştı.
*****
Cemre, öylece yürüyordu sahilde. Burası, birlikte simit yedikleri yerdi... ama Ali'yi bulamadı bu sabah burada. O da, elindeki simitleri martılara fırlatmaya başladı. "Ne kadar garip öyle değil mi..." diye bir ses geldi. "Sen bir insanın canına kıy, ama hayvanları bu kadar umursa..."
"Kapa çeneni Mavi," dedi Cemre. "Sana daha önce de söylemiştim. Kimse Cemre olamaz...!"
"Ya ben sadece, senin fikrini merak etmiştim..." diye telefonunu açtı Mavi. "Sosyal medyaya yüklemek için, sence Ali'yle bu fotoğrafımız mı güzel, yoksa bu mavi filtreli olan mı... bence ikincisi güzel, ne de olsa mavi benim rengim..."
Cemre, gördüğü bu fotoğrafa sinirlenmedi. Ali'yi de hiç kıskanmadı. Mavi'ye sakince, "Şimdi de Ali'ye mi sardın..." dedi. "Ama sen alışkınsındır benim eskilerimi giymeye...!"
Mavi, öfkeden barut gibi olmuştu. Kızın arkasından yumruğunu sıkarak, "Bunu ödeyeceksin Cemre..." dedi. "Bunu kesinlikle ödeteceğim sana...!"
*****
Leyla, okulun tiyatro salonuna gelmişti. Hafta sonu kurslarına katılıyordu, çünkü kliniğe yatırılmamasının bedellerinden biri de buydu. Kendine bir hobi edinmek... ama tiyatro ekibinin T'si yoktu ortalıkta. "Bu maç işini fazla abarttılar..." diye çıkmaya hazırlandı, fakat kapıda bazı tıkırtılar vardı. Leyla, "Nihayet gelebildiniz..." dedi.
"Selam Leyloşçum, başkasını mı bekliyordun?" diye soruyordu Mavi.
"Mavi... senin ne işin var burada? Sen de mi tiyatroya merak saldın?"
"Valla' şu ara Ali'den başka hiçbir şeye sarmadım..." dedi Mavi. "Sarsa mıydım başka birine? Senden benim için bir şey yapmanı isteyeceğim."
"Ne?"
"Vur bana."
"Ne, ne saçmalıyorsun sen?"
"Sen değil miydin, 'Ben senden tarafım Mavi, benim Cemre gibi kaybedenlerle işim olmaz,' diyen? Göster bana sadakatini. Ha'di, şöyle bi' saçımı—başımı yol... yüzümü falan morart... boynumu filan sık... göster gücünü."
Leyla, Mavi'nin Cemre'ye iftira atacağını anladı. "Olmaz, Mavi, ben..." dedi. "Bu kadarını yapamam."
"Ne oldu o çılgın kıza, ha?" diye sordu Mavi. "Ne oldu o özgür kıza? Çağrılarla uyuşturucu partileri veren o, cesur kıza? Cesaretini mi kaybettin, ha Leyla? Sen yapamazsan, ben yaparım!" diye kızın elini kaptığı gibi, uzun tırnaklarıyla kendi boynu üzerinde uzun bir çizgi yarattı. Leyla, gözleri fal taşı gibi açılarak, kızın ince boynu üzerinde beliren pespembe, yer yer kırmızı kanın aktığı ize baktı... "Bana saldırdın."
"Ne? Ama bunun doğru olmadığını biliyorsun Mavi!"
"Sence sana mı inanırlar, bana mı? Senin geçmişin kirli değil mi Leyla...? Benimse geçmişimde hiçbir vukuat yok... Seçim senin. Ya bana saldırdığını kabul edersin, ya da bunu Cemrecik yapmış olur... veya şöyle söyleyeyim... ya sen kliniğe gidersin, ya da Cemre disipline defolur gider..."
"Tamam, ne istersen yapacağım," dedi Leyla. "Yeter ki bana klinikten falan bahsetme!"
*****
Berk de, arabasıyla Cemre ile son kez baş başa kaldıkları sahile gidiyordu. Öğle vakitleri olduğu için, Ali'den de hiç ses—seda çıkmadığına göre, Ali'nin her şeyi zamana bıraktığını anladı... Ali, Cemre ve kendisi arasında adı konulamayan bir bağ oluşmaya başladığını düşünmekteyken, Berk yolun kenarında dikilip ağlayan Mavi'yi gördü.
"Mavi!... ne oldu sana?" diye sorarak arabasından indi.
"Hepsi o unutamadığın eski sevgilinin işleri!" diye bağırdı Mavi. Boynunu gösteriyordu. "Bana yaptığına baksana!"
"Bunu sana Cemre mi yaptı?"
"Başka kim olacak! Bak, benim Ali'yle bir 'selfie'm vardı tamam mı, bunu görüp kıskanmış! 'Ali benim arkadaşım,' dediysem de inanmadı, beni kasıtlı ve planlayarak öldürmeye çalıştı!"
"Bak, saçmalama tamam mı... Bu hiç de Cemrelik bir davranış değil..."
"Ya, öyle mi? Neymiş Cemrelik olan davranış?"
Berk, Cemre'nin düşmanlarına asla fiziksel saldırıda bulunmayacağını biliyordu. Onun felsefesi, "Aşk için öldürmeli aşk o zaman aşk"tı. Yani Cemre, âşık olduğu Vefa'yı öldürmüştü, şimdi de Ali'ye saldırsa mantıklı olurdu, ama Mavi... Berk cevap vermese de genç kız, onu istediği kıvama getirdiğini görebiliyordu.
Delikanlı da, Cemre'nin durumunun gerçekten de kötüleştiğini görebiliyordu...
Arabasına dönerken, Ali'nin telefonunu çevirmeye başladı...
*****
Esmer delikanlı, boş stadyumda kendi kendine şutlar çekerek, oyalanıyordu. Stat, bomboştu çünkü hiçbir zaman büyük bir stadyum olmamıştı, o kadar ki, güvenlik kamerası bile noksandı burada.
O nedenle Ali'nin ensesine yediği uçsuz baltanın bir şahidi olmadı.
Cemre, Ali'nin başında bekliyordu. Gözleri, ensesinden akan kanlar üzerinde; baltayı bir süre daha elinde tuttu. Bu, öldürücü darbe değildi, Ali'ye ikinci bir kez daha vurması gerekiyordu. O ölene kadar, son sözlerini söyledi: "Bunu bana nasıl yaparsın... ha? Bunu bize nasıl yaparsın!"
Cemre, baltayı tekrar havaya kaldırdığında, "Yapma..." diye zayıf bir ses geldi. Cemre, yalnız olduğundan emindi ama; korkarak gözlerini ileriye dikti. On üç—on dört yaşlarında, sarışın bir çocuktu...
"Sen de kimsin?" diye sordu.
"Benim kim olduğumu biliyorsun bence..."
Bu oydu, Cemre'nin minik kardeşi Emre'ydi... Yeşil gözleriyle masum masum bakıyordu. "Ama Ali beni aldattı..." diye cevap verdi kardeşine. "Mavi'yle aldattı!"
"Bunun doğru olmadığını biliyorsun abla..."
"Aldatmadıysa da aldatacak! Bu zamana kadar yanlış kişiden şüphelendim, hayatımdaki bütün erkeklere ağzının salyasını akıtanın Hazal olduğunu zannettim ve korkunç bir cinayet işledim! Ama asıl düşman Mavi imiş... şimdi Ali'yi öldüreceğim, ve Ali de Vefa gibi, sonsuza kadar benim olacak... eğer yaşarsa Mavi'nin olur... buna izin veremem..."
"Ama Ali yaşamak isterdi... ben de yaşamak isterdim... Vefa gibi... bizim için artık çok geç... ama Ali'nin hayatını bağışlayabilirsin..."
"Artık çok geç, evet..." diyen Cemre, bir beysbol topuna vuracakmış gibi baltaya eskisinden de sıkı sarıldı. "Ali için de... Kan, kanı çağırıyor... sen, Emre; senden sonra Vefa; Vefa'dan sonra Ali'yle bu üç olacak..."
"Ama sen pişman olduğunu söylemedin mi Ali abiye...?"
"Evet, ama pişmanlık başka, kıskançlık başka!"
"Cemre!" diye bağırdı Emre. Hayır, bu kez Emre değildi; o kendisine Cemre demezdi ki... Cemre, az evvel Emre'nin durduğu yerde Berk'i görebiliyordu...
"Berk yaklaşma!" diye bağırdı Cemre de.
"Cemre sana yardım etmek istiyorum!" Yükselen sesler de tansiyon da Ali'yi ayıltmaya yetmemişti...
"Bana kimse yardım edemez... Ali'yi öldüreceğim. Cebimdeki bıçak da benim için..."
"Cemre saçmalıyorsun şu anda!" Berk, bir adım atmaya çalıştı. "Bunu ona yapamazsın. O'na bir hayat borçlusun..."
"Burası ilk öpüştüğümüz yerdi biliyor musun... burası, aynı zamanda mezarımız olacak..."
"Bir saat vardı..." diyen Berk, son kozunu oynadı. "Vefa'nın akıllı saati... siz o çatıdayken, seslerinizi kaydetmiş... saf kanıt olduğunu bilmeden takıyormuş Ali onu... sonra Ege'ye, 'Katil o saatin içinde,' diye Ali'ye not göndertmişler... Ali, o saati tamir ettirmeye çalışıyordu... Or'dan öğrendi senle Vefa'yı..."
"Yalan söylüyorsun," dedi Cemre. "Madem öyle bir kanıt var ortada, hani, ner'de o saat?"
"Ben yok ettim onu... parçalara ayırdım... seni ben kurtardım Cemre... Ali'nin aklından bile geçmedi böyle bir şey yapmak..."
"Ya kayıtların yedekleri?" Cemre, her zamanki gibi zekice sorular soruyordu.
"Bilemiyorum... var olabilirler de, olmayabilirler de... bak Cemre, ilgilenmen gereken şu ki... Ali'ye asla tam anlamıyla güvenemezsin. Ege'ye de öyle. Aslında hiç kimseye... Ben hariç, herkes senin düşmanın... onların mı yaşamasına izin vereceksin ha? Bırak elindekini ha'di güzelim benim, hepsinden birlikte intikam alalım... bir düşünsene, Ali'yle sen öldükten sonra n'olacak? Diğer herkes sağ kalacak... Ama eğer sen sağ kalırsan, Ali'den de, Ege'den de, Mavi'den de, herkesten de intikamını alırsın..."
"Sen yapacak mısın..." dedi Cemre. "Benim için, Ali'den intikam alacak mısın?"
"Zaten yaptığım o değil miydi?" diye cevap verdi Berk. "Seni ona tercih ettiğimi, o saati parçaladığımda gösterdim ben... Ya, Ali kim ya? Ali Öztürk, Vefa için bana saldıran o aşağı mahallenin delikanlısından başka bir şey değil benim için... Bir anda hayatıma yıldırım gibi düştü. Dediler ki, 'Bu kardeşindir.' N'apacağım, Ali için ölecek miyim? Kardeşimmiş, peh, peki ben kardeşimin bekçisi miyim?!... sense benim çocukluk aşkımsın Cemre... yine de Ali ölsün istemem... yaşasın, ve sürünsünler... Ali, Ege, Mavi, Çağrı, Hazal, Arap, Zeyno... masum geçinen herkes. Gerçek olmayan herkes... bizim gibi olmayan, sahte olan herkes. Çünkü biz gerçeğiz. Kötüyüz, ve kötü olduğumuzu da kabul ediyoruz... Senle ben... 440 hertz bir çiftiz... Doğa'ya aykırı bir çift... Ben öldürmek istemediğin tek erkeğim... aynı zamanda seni aldatmış bir erkek olarak, sana daha evvel de söylediğim gibi, sen halen benim en sevdiklerimin listesinin ikinci sırasında yazılısın... annem, sen ve Hato... Ali'ye yer yok ilk üçte. Sen her daim benim önceliğim oldun, ve öyle kalacaksın... Şimdi sana yalvarıyorum, bırak o sopayı."
Cemre'nin, beysbol sopası tutar gibi tuttuğu baltayı kavrayan, parmakları gevşedi. "Ha'di, 112'yi ara," dedi.
"Biliyordum..." dedi Berk de. "Sen bana geleceksin, dediğimde ciddiye almamıştın, ama bir gün beni seçeceğini biliyordum Cemre..."
*****
Ali'nin damarlarında akan kan da Yağızoğlu fıtratıydı. Ali, kolay kolay ölmezdi. Ambulansın gelişinden bile evvel kendine geldi, kendisine saldıran kişinin kim olduğunu hiçbir zaman anlayamadı. Cemre ise, ilaçlarını toparlıyordu. Berk'in hediye ettiği elbiseyi giymiş, Berceste Hanım'ın saç bandanasını takmıştı. "Berk, beni kurtaracak..." diyordu. "Ali, Mavi'yi seçmiş. Berk, beni kaçıracak, kurtaracak bu hayattan..."
Annesi, zaten Kenan'la Derya'nın eski ilişkilerinin ayyuka çıktığını öğrendiklerinden beri Kenan'ın evinden çıkmıyordu sayılır. Duygu durumunu anlamak mümkün değildi. Kenan'a kızıyordu ama, kanser olduğu için üzülüyordu da... Cemre bavulunu sürükleyerek evden çıktığında, Berk çoktan onu bekliyordu...
"Bu elbise sana, annemin bandanası da saçlarına çok yakışmış Cemre..." dedi hayranlıkla.
"Berk, ikimiz de on sekiz yaşının altındayız..." dedi Cemre. "En fazla ne kadar uzaklaşabileceğiz ki?"
"Ben her şeyi ayarladım. Sahte pasaportlar hazır. Buradan Yunan adalarına akıyoruz. Ondan sonra da, ver elini Avrupa... orada kimse bizi bulamayacak, herkesi ve her şeyi geride bırakacağız... kanser olan babamı bile... atla ha'di."
Cemre, dediğini yaparken, "Arabanın üstünü neden kapatmıyorsun Berk?" diye sordu.
"Sen böyle daha çok seviyorsun da ondan... unutmadım Cemre," dedi Berk.
"Ama kaçmıyor muyuz? Görülmememiz lazım... neyse, açık kalsın madem."
Berk gaza bastı.
Araba bir süre ilerledikten sonra, radyoda güzel bir müzik çalmaya başladı. Cemre, "Kim söylüyor bu şarkıyı?" diye sordu Berk'e.
"Air diye birileri..."
Cemre, kolunu açık camdan uzatarak, havada parmaklarıyla müziğe hayali bir ritim tuttururken, "Bir itirafta bulunayım mı..." dedi.
"Dinliyorum?"
"Ali'yle son bir kez yüzleşemeyeceğim ya... içimde ukde kaldı..."
"Benim de merak ettiğim bir soru var..." dedi Berk. "Şimdi sen bu Vefa'yı seviyordun... öldürdün... Ali'yi de seviyorsun... onu öldürür müydün gerçekten?"
"Evet," dedi Cemre, "Bu senin anlayamayacağın bir his. 'Herkes öldürür sevdiğini,' şimdilerde moda bir alıntı, ama herkes benim kadar ciddi anlamlar yüklemiyor bu cümleye..."
"Öyleyse benim işim kolay..." dedi Berk. "Beni aşkla sevmediğine göre, öldürmeyi düşünmezsin, diye düşünüyorum..."
"'Doğru düşünüyorsun,' diyorum..."
"Peki, ya intikam? Veya kıskançlık. Bu iki duygu, seni birine zarar vermeye itebilir mi Cemre?"
Cemre cevap vermeden, başındaki bandanayı çözerek, biraz da onu sallandırdı rüzgârda. Berk'in kendisini karakola getirdiğini de fark edememişti. Karakol Berk'in tarafında kalıyordu. Hem bu, Ali'nin artık pijama ve terliklerle bile girebildiği kadar yüzlerinin aşina olduğu karakoldan farklıydı, Cemre'nin bunu fark etmesi riskini alamazdı Berk.
Genç kız, kendisini bekleyen kadın polis memurlarını görünce, Berk'in yüzüne döndürdü gözlerini ama, Berk kendisine henüz en büyük ihanetini etmemişti. Bileğindeki akıllı saati çözdü, ona bakarak, "Birincisini ben parçalamıştım..." dedi. "İkincisinde kaydı almak da, bana düşerdi."
"Hani bana asla zarar vermezdin?" dedi Cemre.
"Ben iyi biri olmaya çalışıyorum Cemre..."
"Hayır, sen... sadece muhtaç haldeki kızlara yardım etmeye çalışıyorsun. Ondan sonra da onları yarı—yolda bırakıyorsun böyle..."
Cemre'nin görüş açısına biri daha girmişti. Gözleri Ali'yle çarpışınca, fazla direnmedi. Kendisi uzattı bileklerini ve, kelepçeler ona takılırken, Berceste'nin bandanası kayarak düştü ellerinden.
Polisler, Cemre'yi karakolun kapısına götürürken, Ali de yaklaşıp bandanayı aldı. "Bir dakika..." diye seslendi memurlara, "Müsaade edebilir misiniz bize?"
Kadın polis memurları, bir süre çıktılar Cemre'nin kollarından. Ali önce Cemre'nin bir kâkülünü kulağından arkaya attı, sonra bandanayı düzgünce yerleştirdi saçlarına. "Bir suçlunun, kalplerde tamamen affedilmesi için, gereken üç şey vardır," dedi Cemre'ye. "Birincisi, pişman olması... Senin bunu yeterince yaptığını düşünmüyorum. İkincisi, teslim olması, ki bunu da Berk'in zoruyla yapıyorsun. Ve üçüncüsü, cezasını çekmesi... Cezanı artık kabullenmelisin Cemre, kabullenmelisin ki; biz de seni aramıza kabul edebilmek için hazırlayalım kendimizi..."
Cemre'nin, Ali'ye Mavi konusunda ufacık bir şüphesi vardıysa da geçmişti artık.
Kadın polis memurlarına tek tek bakarak, kollarına girmelerini işaret etti gözleriyle.
Cemre'nin ardından, Berk Ali'ye yaklaştı. "Nasılsın?"
"Biraz başım ağrıyor..."
"Benim de..."
"Öyle değil, kafamın burası ağrıyor..." diye ensesini gösterdi Ali. "Sanırım bulaştığım serseriler, beni stadyumda buldu ve enseme yedirdi sopayı..."
"Evet, her'alde o serserilerdir..." dedi Berk ve, elini Ali'nin ensesine atarak orayı biraz okşadı. "Başka düşmanın yok ki?"
"Evet, yok."
Berk, böylece Ali'ye sarıldı. Bu kez herhangi bir ihanet olmadan, herhangi bir blöf olmadan, hesapsız, kitapsız...
"Bitti kardeşim..." dedi Berk. "Her şey geçti..."
19. BÖLÜMÜN SONU
Biyere kaçmayın, gece yarısı Adanmışı konuşucazzzz
2 notes · View notes
panoptik · 2 years
Text
Yaratılış Mitleri -Bir Babil Miti: ENUMA ELİŞ
Sanat tarihi akımları hakkında okumalar devam ederken bir yandan da yaratılış mitleri hakkında yazılar derleyeceğimden bahsetmiştim. Zerdüşt ve İskandinav mitleri yazılarım da taslaklarda hazır ancak içerik olarak vakit buldukça farklı kaynaklardan zenginleştirmeyi bekliyorum. Bu yazıları derlerken hem öğreniyor hem de mutlu oluyorum. 
Eski Yakın Doğıu mitleri arasında en öne çıkanlardan biri olan Enuma Eliş, Babil bilgi dünyasının da en önemli ve temel bilgi kaynaklarından biridir. Bu epik şiirde amaç daha çok Babil’in tanrısı olan Marduk’u kutsamaktır. Miti okurken özellikle Yunan mitolojisini ve oradaki Kronos-Zeus ilişkisini düşünerek okumanızı tavsiye ederim
Tumblr media
Enuma Eliş ismi yazının açılış cümlesinden gelmektedir: “Enuma elish la nabu shamanu…” Yani çevirisini yazacak olursam “Yukarıda göklere adı verilmemişken (henüz manasında)
Tarihsel anlamda bu mit ilk olarak Ninova’daki Kral Asurbanipal’in (MÖ 668-626) kütüphanesinin yıkıntıları arasında keşfedilmiştir. Ancak kalıntının içinde övgüyle anlatılan Marduk’tan yola çıkarak söz konusu mitin Marduk’un milli bir tanrı haline geldiği ilk zamanlardan geldiği düşünülmektedir. İçinde bahsedilen olaylar MÖ 2057-1758 yılları arasında geçer, en çok da ünlü kral Hammurabi (MÖ 1990) dönemine denk geldiği görülmektedir.
Enuma Eliş’teki bu çoğu ismin esasen Sümerce olduğu ifade edilmektedir ve Apsu, Anu, Enlil gibi tanrılarında Sümer Tanrısı olduğu ifade edilmektedir. Bu anlamda kesin bir şey söylenemese de bu Babil mitolojisinin büyük bir kısmı Sümerlerin bir türevi gibi gözükmektedir ancak Sümerlerde bir örneğine rastlanamadığı için kesinlik atfedilmemektedir.
Enuma Eliş karakter sayısı bolca olan bir mit, o yüzden ben okurken karakterleri soyağacı gibi çizerek okudum. Buraya da bir grafiğini bırakıyorum ki kafalar çok karışmasın.
Tumblr media
Destan, Apsu (okyanus) ve Tiamat (ilksel sular – anne) beraber hareketsiz durmasıyla başlar ve sonunda bunlar tanrısal doğa güçlerini yaratırlar. Aile grafiğinde göreceğiniz üzere;
Kumu temsil eden Lahmu, çamuru temsil eden Lahamu; Gökyüzünün ufkunu ifade eden Anşar, dünyanın ufkunu ifade eden Kinşar Bulutların sisi ve entropi prensibini ifade eden Mummu yaratılır.
“Neden yaptığımız çocukları yok edelim? “
Çocuklar büyüdükçe düzensiz dünyaya bir düzen getirmeye uğraşırlar, aralarından soyları türer. Her geçen süre daha isyankar hale gelirler.  Bunların var edicisi Apsu ve Tiamat çocukların bu hallerine gücenip öfkeyle ağırklıklarını yeniden göstermek isterler. İçlerinden Mummu’yu çağırıp diğer genç tanrıları öldürmek için komplo kurarlar.  Fakat bu plan suya düşer çünkü Tiamat annelik kaygısıyla geri çekillir ayrıca bu geri çekilmede 3. Soyda bulunan Suyun ve Toprağın Efendisi Ea’nın (başka deyişle Enki veya Nudimmud) Apsu’yu kurnaz hünerleriyle yolundan döndürmesi de vardır. Bu olaylar sonrası Ea Mummu’yu hapseder, Apsu’yu ise bağlar ve öldürür.
Ea’nın karısı Damkina’yla birliktelerinden muhteşem Marduk dünyaya gelir.
“O, derindeki sularda doğdu. Marduk, Apsu’nun kalbinde oluştu, onun kalbinde yapıldı. Ea onu doğurttu ve Damkina onu doğurdu. O tanrıçaların memesini emdi, süt analarından dehşetle beslendi.”
Babası Ea, onu görür görmez sevinir, onun mükemmel olduğunu fark ettiği için onu birinci ve en yukardaki ilan eder.
Ayaklan, Annemiz! Onlardan öcünü al ve onları rüzgar gibi içi bomboş yap.
Marduk büyürken gökyüzünün ulu babası Anu ise savaşçıları yönetmeleri için güçlü rüzgarları yaratır ve bu rüzgarları dört bir yandan estirir. Tiamat’ı korkutmak için dehşet bir kasırga meydana getirir.Diğer bazı tanrıların sürekli esen bu rüzgardan ve süregelen bu halden huzur kalmamıştır ve Tiamat’a gidip komplolarını anlatırlar.
Annelerine şöyle derler: “Apsu’yu öldürdüklerinde bir şey yapmadın, kocana yardım etmedin. Şimdi de Anu, dört yandan bu rüzgarları seni korkutmak için rüzgarları estiriyor. Terk edilmiş halde etrafta dolanıyorsun ve bizleri de artık sevmiyorsun. Gözlerimiz ağrıyor ve acı çekmekten bizler de artık uyuyamıyoruz.”
Bu gelişmeler üzerine Tiamat soyundan kendi genç tanrıları öldürmek için çeşitli işlere girer, bir takım düzensiz canavarlar yaratır. Evlendiği Kingu’yu da bu düzensiz canavarların şefi yapar.
“Bir zamanlar sözlerle bir tuzak kurmuştın, git ve dene onu. Mumnu’yu öldürdün, Apsu’yu da öldürdün; Tiamat’ın önünde yürüyen Kingu’yu da öldür!”
Anşar, Tiamat’ın nasıl güçlendiğini duyduğunda huzursuz bir kedere kapıldı ve kendince direndi sonunda konuştu ve Ea’yı savaşmaya zorladı; onu zamanında yaptığı şeyleri tekrar yapması için telkin etti. Ea, Tiamatla görüşeceğini bildirir fakat yapmayı planladıklarının tamamını gördüğünde onunla yüzleşemez ve boynu eğik geri gelir ve Anşar bu sefer oğlu, göklerin ulu babası Anu’yu çağırır. Anu da gidip yüzleşemeden geri döner ve “Benim elim çok zayıf, onu yenemem.” Der.
Hangimiz savaşta en zorlu? Kahraman Marduk!
Tüm bu gelişmeler sonucunda Annunki tanrılar grubu toplantısı neticesinde efendi Anşar ve diğer tanrılar Marduk’u yardıma çağırır ve Marduk bunun karşılığında bu tanrılardan kendisinin üstünlüğünün tanınmasını ister.
Tumblr media
Neden isyan ediyorsun, kabaran kibrinle, kalbindeki çatışmayla, oğullar babalarını reddetsinler diye mi? Hepsinin annesi olarak neden savaşa annelik ediyorsun?
Hazırlanan Marduk sonunda Tiamat ile yüz yüze gelir, Kingu bile Marduk’u görünce bocaladı ve geride kaldı ama Timat hiç çekinmeden gürledi; Marduk’u kibir ve görmemişlikle suçladı. Marduk ise yukarıda başlıkta belirttiğim gibi Tiamat’a karşı suçlamalar yöneltti.
İkisi karşı karşıya gelip kavgaya tutuştular, Efendi Marduk, Tiamat’ın üzerine ağını attı ve sürekli esen vahşi rüzgar İmhullu arkadan gelerek Tiamat’ın yüzüne vurmaya başladı, Tiamat onu yutmak için ağzını açtığında Marduk rüzgarı içeri itti ve karnına inen hava Tiamat’ı şişirdi. Sonunda Marduk ona bir ok attı ve ok karnını yarıp Tiamat’ın rahmine saplandı. Efendi Marduk böylece Tiamat’ı yendi.
Gücü elinde tutan Marduk bu olaylardan sonra gökte yıldızların yerini tayin eder, tanrılara görevlerini dağıtır, gökyüzü ile dünyayı birbirinden ayırır. Kendini yaşayacak yer olan Babil’i kurar ve sonunda dünyadaki kaosa bir son vererek kendince bir düzen verir. Özellikle mitolojinin bu kısmında zamanı anlamlandırma, gökyüzünü anlamlandırma, tekrar eden doğa hareketlerini bir kalıba oturtabilme çabası görüyoruz.
Vaktiyle sizler derin suların üzerinde boşlukta oturdunuz fakat ben dünyayı, gökyüzünün aynası olarak yaptım, onun temellerini yapmak için toprağı sertleştirdim. Orada şehrimi, sevgili evimi kuracağım.
Tumblr media
Fiziksel dünyanın düzeni efendi Marduk tarafından tahsis edildikten sonra Marduk kutsal bir alan oluşturmaya ve orayı yaşam alanı ilan etmeye karar verir. Tanrılar ona şükranlarını sunar ve büyüklüğü kabul ederler, krallarına şöyle haykırırlar;
İzin ver, Ea senin mimarın olsun ve mükemmel planı çizsin, biz de onun duvar ustaları olacağız.
Marduk tanrılardan da aldığı ilhamla bir sanat eseri yaratmak için heyecan içindeydi ve içinden geçenleri Ea’ya şöyle anlattı:
“Kanı kandan alıp kandan ve kemikle, özgün bir şey yaparım, onun adı İnsan, ilk insan benim eserim olacak.
Onun tüm işi sadakatle hizmettir, düşmüş tanrılar dinlensin onların görevlerini dikkatle değiştireceğim ama kutsallıkları aynı kalacak.”
İnsan, tanrılara hizmet edecek olan!
Ea, dikkatle dinledi ve Marduk’a soylarından bir kişinin öldürülmesinin diğer tanrıları yaşatmak için yeteceğini ifade etti. Toplantılar sonucu isyanı başlatanın Kingu olduğu, savaş suçlusu olduğu söylenir.
Onu suçlu ilan ettikten sonra Kingu Ea’nın önüne getirilir. Damarlarını kestiler ve vücudundan insanı yaptılar. Ea onun kanından tanrılara hizmet amacıyla insanı yaratmış oldu.
Mitin kalanında Marduk’a yapılan detaylı övgülere yer verilir ve ona ait elli ismin zikredilmesiyle son bulur.        
Enuma Eliş, yüksek sesle okunmak içindir ve yılda bir defa, yeni yıl kutlamasının dördüncü gününde, Marduk heykelinin önünde sahnelenir. Mit ayinde okunurken, hem kainat sembolik olarak yeniden yaratılır hem de dünyanın düzeni yeniden onaylanır. Kral, yüce rahip Marduk’un önünde diz çöker, böylece o ve onun temsil ettiği ülke tanrısal güce itaatini gösterir.
Kaynakça:
Demirci, K. (2013). Eski Mezopotamya Dinlerine Giriş: Tanrılar, Ritüel, Tapınak, Ayışığı Kitapları, İstanbul.
Heidel, A. (2000). Enuma Eliş: Babil Yaratılış Destanı. çev. İsmet Birkan. Ankara: Ayraç Yayınları, 
Sproul, B. C. (2018). Yaratılış Mitleri: İnsanın ve Evrenin Ortaya Çıkışına Dair Tüm Dünyadan Mitler (çev. Ali Bucak). İstanbul: Hil Yayın.
15 notes · View notes
oyunabirazara · 2 years
Text
Tumblr media
Elimde kocaman bir sopa ile çobanlığa mı gidiyorum n'apıyorum?
Elbette çobanlık yapıyorum. Sürümü başıboş köpeklerden korumak için başka bir yol bulamamıştım.
Fotoğraf yazdan. Annemlerin evinin, mahallenin okulunun her tarafı köpek lobisi olmuştu resmen. Ee çocuklar da parka gitmek istiyorlar. En koruma yöntem olarak bu sopayı bulmuştum. Ben de korkuyorum köpeklerden o işin başka boyutu.
Normal değil bayım hiç normal değil. Dengeleri altüst ediyoruz. Fesat çıkarıyoruz ifsad ediyoruz.
İş sadece köpekleri toplatmakla bitse keşke. Keşke aşıları yapılıp çözülse.
Biz ailede dengeyi bozduk. Şehirlerde dengeleri bozduk. Toplumda dengeyi bozduk.
Çocukperest, hayvanperest, nefisperest, işperest olduk. Denge gitti huzur gitti.
Evet çocuğuna da hakkını vermelisin, ailene de, işine de hayvanlara da... Ama herşey dengeli olmalı. Doğa doğa doğa diyenler paganizme doğru gidiyor mesela.
Çocuğa eşe haddinden fazla anlam yüklemek hümanizme doğru kayıyor.
🖋️
Geçen ev süpürüyorum akşam ezanına az kaldı, bi baktım kendimi halı silerken buldum. Çocuklar salona gelmeyin diyorum. Oysa bi gece herkes uyurken silecektim. Zaten iki göz ev çocuklar nereye gidecek. Sildim silerken de Gülsüm mantıksız iş yaptın diyorum.
Sonra düşünmeye başladım anne-baba olmak mantık işi mi sizce? Gönül işi mi? Evlenmek aile kurmak mantık işi mi gönül işi mi? Gönül yoksa ne aile yürür ne evlat büyütülür. Gönül anne baba olmanın sorumluluğunu kaldırır, akıl kaldıramaz.
Aklıyla düşünen insan çocuk mu bakıcam o da ne? Köpek bakarım kedi beslerim. aile mi kuracam? hayvanlardan aile yaparım diyor. Sorumluktan kaçıyor. Sonra Akıl yavaş yavaş hayvanlar gibi düşünmeye başlıyor.
İnsan nereye gidiyor?
Salt akıl bizi nereye götürür bayım. Salt Mantık neyi çözebilir. Biz ne zaman gönüllerimize ve aklımıza vahyi okutacağız. Ne zaman sünneti seniyye medeniyetine yeniden sarılacağız.
Biz 'koyunu sağarken tırnaklarınız uzun olup da hayvanın canımı yakmasın " diyen Peygamberin (ASM)ın ümmetiyiz.
Hayvanlar insanlara hizmet etmek için yaratılmıştır. Lakin artık insanlar hayvanlara hizmet ediyor.
Hayvan hakları hayvan hakları derken, insanı da insanların haklarını da -bilhassa müslüman haklarını- yerin dibine soktunuz.
Orada bir durun artık Ya Hû!
4 notes · View notes
korelist · 2 years
Text
Tumblr media
STRONG GIRL BONG-SOON // KDRAMA DİZİ YORUMU
UYARI : Yazılar genel olarak spoiler içerebilir. İçermeyedebilir.
İmdb puanı: 8,2 Benim puanım: 10
Drama: Strong Girl Bong-Soon  / Strong Woman Do Bong-Soon
Hangul: 힘쎈여자 도봉순
Director: Lee Hyeong-Min
Writer: Baek Mi-Kyeong
Episodes: 16
Date: 2017
Language: Korean
Country: South Korea
Cast: Park Bo-Young, Park Hyung-Sik, Ji Soo, Shim Hye-Jin, Yoo Jae-Myung, Lim Won-Hee, Kim Won-Hae
2017 (1st) The Seoul Awards - October 27, 2017
Best Actress (Park Bo-Young)
Best Popular Actor (Park Hyung-Sik)
Kore sinemasında komedi ne izleyebiliriz diye bakarken en iyi komedi dizileri listesinde 2.sırayı parsellemiş olan bu yapımı bulduk. İyi ki de bulmuşuz. Tartışmasız izlediğim en keyifli dizilerden biriydi. Üzerine çokça başka dizi izlemiş olmama rağmen, açıp açıp hala bazı sahneleri izliyorum ve izlediğimde de hala aynı derece keyif alıyorum.
Dizinin konusu, doğa üstü güce sahip bir hanım kızımızın hikayesini anlatıyor. Bu güç nesilden nesile ailedeki kadınlara geçiyor. Kötü amaçla kullanırlarsa kaybedeceklerine inanıyorlar. Bong soon (Park Bo-Young) bundan korktuğu için hayatı boyunca gücünü çevresinden saklamak zorunda kalmış. Bir gün gücünü kullanmak zorunda kaldığında An Min Hyuk (Park Hyung-Sik) ile karşılaşıyor. Bu genç adam ise bir oyun şirketinin sahibi. Bir süredir tehdit telefonları aldığı için tedirgin yaşıyor. Do Bong soon’un gücüne şahit olması üzerine onu özel koruması olarak işe almaya karar veriyor.
Duygu geçişleri, insan ilişkileri, mimikler dizi boyunca kalitesini koruyor. Kesinlikle başrolleri seçerken mükemmel iş çıkartmışlar. Tartışmasız en uyumlu dizi çiftiydiler. Enerjileri, bakışlar, diyaloglar bütün anlatılmak istenen duygular olduğu gibi izleyiciye geçiriyordu. İzlerken kadın oyuncuyu sevdiğim için ya da erkek oyuncuyu beğendiğim için değil, ikisinin birlikte kimyalarına bayıldığım için bu yorumu yapabiliyorum. Ve bu dizinin üzerine onlarda Kore dizisi izlemiş olan biri olacak gönül rahatlığı ile net bir şekilde söyleyebilirim ki en güzel çifttiler.
Dizide çok fazla absürt olay ve karakterde vardı. Dizinin çok ciddi bir havası olmamasından kaynaklı olumsuz bir durum olduğunu düşünmüyorum. İzlerken beni rahatsız eden birkaç karakter olmasına rağmen, en itici bulduğum karakterin dizinin ilerleyen bölümlerinde farklı bir rolde daha karşımıza çıktığını görünce, baştaki düşüncem oyuncuyu takdir etme olarak şekil değiştirdi. Birbirinden o kadar bağımsız iki karakteri çok başarılı canlandırdığı için bence alkışlanmalı.
Diziye beklentim çok düşük başladığımı itiraf etmeliyim. Mantıksız, abartı ve absürt sahnelerle geçiştirilmesini bekliyordum. Belki bu kadar düşük bir beklenti ile başladığım için beni daha çabuk yakalamış olabilir. Beklediğimden çok daha kaliteliydi. Özellikle, diğer dizilerde; kız ile erkek tanışır aşık olur ve ya biri diğerinin peşinden koşar klişesi yerine, başrol kızın daha ilk bölümden başka birine aşık olarak başlaması farklı bir hava yaratıyordu. Bölümler ilerledikçe ilişkilerin evrilmesi, çözümlenmesi, gelişimi çok dozunda işlenmişti. Karakter gelişimi gerçekten gözle görülüyordu.
Bu iki güzel insanın bir araya gelmesinden ortaya çıkan içimizi ıstan ilişki uzunca bir süre yüzümü güldürdü. Park Bo-Young ve Park Hyung-Sik için o dönem flörtleştikleri yönünde dedikodular çıksa da hiç kanıtlanmamış. Belki de bu kadar uyumlu olmalarının nedeni aralarında gerçekten bir çekim olmasıydı.
Diziden bana kalan en keyifli anlara gelecek olursak, iki sahneyi söyleyebilirim. Öncelikle çatıdaki bomba sahnesi çok duygusaldı. Oyunculuklarda, sahne çekimi de, senaryodaki yeri de bence konuşulması gereken anlardandı. İkinci sahne ise sahilde kuma kalp çizdikleri sahneydi. İnsanların bir adım atarak hayatlarını değiştirebileceğini metaforik olarak dile getirmeleri beni etkilemişti. Bu iki sahnenin dışında, An Min Hyuk’un belli zamanlarda ‘beni sevsen olmaz mı’ diye sorması yüreğimizi bolcana parçaladı. Birbirlerine Min Min ve Bong Bong diye hitap ettiklerinde çocuklar gibi sevinmeleri de çok eğlenceliydi. Çok seven erkek karakter yerine, o çok sevgiyi güzel severek gösteren erkek karakterler açık ara öndeler. Min Min de çok güzel seviyordu.
Sonuç olarak toparlamamız gerekirse, absürt ama kaliteli bir diziydi. Benim ilk 5’imdedir, net.
OST:
Suran – Heartbeat
Chung Ha- Pit A Pit
Raven Melus
BAŞKA NELER VAR ?
FOTOĞRAFLAR
3 notes · View notes
aynodndr · 2 years
Text
Tumblr media
( Yazlıkçılarımızın Engin Hoşgörüsüne Sığınarak Biraz Gülümseyelim)💐🙂
TÜRKİYE'DE Yazlık site sakinlerindeki mantık :
🏡 Taze manda sütü alalım,
Ama manda b*kuna basmayalım.
🏡 Olabilecek en bakir, en temiz bölgede yazlığımız olsun,
Ama alışveriş merkezlerine, hastaneye,
postaneye yakın olsun.
● Yolu düzgün, ortalık ışıl ışıl, capcanlı, eğlenceli olsun,
mülklerimizin değeri artsın,
Ama fazla kalabalık, betonlaşma ve kirlilik olmasın.
● Köy sütünü, sebzesini, yumurtasını bol bol alabilelim
Ama pahalı olmasın.
● Hepimiz en başta gelen, en birinci,
en şampiyon doğa severleriz,
Ama akrepler, çiyan ve kertenkeleler
evlerimize girmesin, domuzlar, tilkiler
bahçemizde dolaşmasın, sivrisinekler her gün ilaçlansın.
● Ortalık yemyeşil olsun,
Ama ağaçlar fazla büyümesin,
deniz manzarasını kapatmasın,
çiçekler, yapraklar balkonumuza dökülmesin,
● Her akşam mangalda balık pişirelim,
Ama balık çiftlikleri olmasın,
denizler temiz kalsın.
● Çocuklar, torunlar gelsin ,
Ama geldiklerinde torunlar fazla gürültü yapmasın,
çocuklar sorun çıkarmasın.
● Deniz, sabahları girerken ürpertmesin,
Ama öğlen sıcağında da bunaltmasın, serinletsin.
● Rüzgar olsun,
Ama deniz dalgalı olmasın.
● Hava açık, bulutsuz olsun,
Ama güneş yakmasın.
● Her denize / havuza giriş çıkışta mutlaka duş alalım,
evde günde beş şampuan,
üzerine iki kese atalım,
akşam üzeri çimleri sulayalım,
Ama bölgede su sıkıntısı yaşamayalım
● Gündüzleri çok sıcak olmasın
akşamları çok serin olmasın.
● Komşuluk ilişkileri sevgi, saygı, hoşgörü
çerçevesinde şekillensin,
Ama komşu benim merdivenimi kullanmasın,
sınırımı geçmesin, çimlerime basmasın,
çiçeğimi koparmasın,
akşamları da televizyonun sesini fazla açmasın.
● Yazlık, yazlık olmasına olsun,
Ama birazcık kışlık gibi de olsun.
Hem kliması, hem sobası olsun.
● Site yönetimi, güvenlik, peyzaj, çevre temizliği
dört dörtlük kusursuz olsun,
Ama aidatlar ucuz olsun.
● Evlerin hem denize, hem ormana,
hem çöle, hem de göle cephesi olsun 😂
● Hem modern, hem konforlu, hem salaş,
hem de birazcık otantik olsun.
● Hem öyle, hem böyle,
hem de birazcık şöyle olsun 😂
● Yanağında bir beni mutlaka olsun
Netten Alıntıdır.
3 notes · View notes
by-hulusi · 2 years
Text
Kızılderililerin Şeref Yasaları
1 – Dua etmek için güneşle birlikte kalk. Tek başına dua et, sık sık dua et. Büyük Ruh dinler..
2 – Yollarında kaybolmuş olanlara karşı anlayışlı ol. Cehalet, kibir, öfke, kıskançlık ve açgözlülük, kayıp bir ruhtan kaynaklanır. Rehberlik bulmaları için dua et.
3 – Kendini, kendi kendine araştır, keşfet. Başkalarının senin yolunu senin için belirlemelerine izin verme. O senin, sadece senin yolundur. Diğerleri o yolu seninle birlikte yürüyebilirler, fakat hiç kimse o yolu senin için yürüyemez.
4 – Misafirlerine evinde saygıyla davran. Onlara en iyi yiyeceklerini ver, en iyi yatağı ver ve onlara saygı ve onurla muamele et.
5 – Herhangi bir kişiden, bir topluluktan, bir çölden ya da bir kültürden olsun, senin olmayan şeyi alma. O ne kazanılmıştır, ne de verilmiştir. Senin değildir.
6 – Yeryüzü üzerindeki her şeye saygılı ol – ister insan, ister hayvan veya bitki olsun.
7 – Diğer insanların düşüncelerini, isteklerini ve sözcüklerini onurlandır. Başka birinin sözünü asla kesme, alay etme ya da taklidini yapma. Herkese kişisel ifadeleri için izin ver.
8 – Başkalarına asla kötü bir şekilde konuşma. Evrene bıraktığın negatif enerji, sana katlanmış olarak geri döner.
9 – Herkes hatalar yapar. Ve tüm hatalar bağışlanabilir.
10 – Kötü düşünceler zihinsel, bedensel ve ruhsal hastalıklara neden olur. İyimser ol.
11 – Doğa bizim için değildir, o bizim bir parçamızdır. Onlar senin dünyasal ailenin parçalarıdır.
12 – Çocuklar geleceğimizin tohumlarıdır. Onların yüreklerine sevgi ek ve bilgelik ve hayatın dersleriyle sula. Onlar büyürken, onlara büyümeleri için yer bırak.
13 – Başkalarının kalplerini incitmekten kaçın. Verdiğin acının zehiri sana geri döner.
14 – Her zaman dürüst ol.
15 – Kendini dengede tut. Senin Zihinsel ben ‘in, Ruhsal ben ‘in, Duygusal ben ‘in ve Fiziksel ben ‘in – hepsinin güçlü, saf ve sağlıklı olmaya gereksinimi var. Zihnini güçlendirmek için bedenini çalıştır. Duygusal rahatsızlıkları iyileştirmek için ruhsallıkta büyü.
16 – Kim olacağını ve nasıl davranacağını belirlerken bilinçli kararlar ver. Kendi eylemlerinin sorumluluğunu üzerine al.
17 – Başkalarının mahremiyetine ve kişisel yerlerine saygılı ol. Başkalarının kişisel eşyalarına dokunma, – özellikle kutsal ve dini eşyalarına. Bu yasaktır.
18 – İyi talihini başkaları ile paylaş.
19 – Başkalarının dini inançlarına saygı göster. Kendi inancını başkalarına kabul ettirmeye çalışma.
20 – Önce kendine karşı dürüst ol. Önce kendini besleyemezsen ve kendine yardım edemezsen, başkalarını besleyemezsin ve onlara yardım edemezsin…
5 notes · View notes
pazaryerigundem · 2 days
Text
Büyükşehir’den Sakin Kent’te Çevre Şenliği
https://pazaryerigundem.com/haber/174966/buyuksehirden-sakin-kentte-cevre-senligi/
Büyükşehir’den Sakin Kent’te Çevre Şenliği
Tumblr media
Muğla Büyükşehir Belediyesi 5 Haziran Dünya Çevre Günü etkinlikleri kapsamında Akyaka’da Çevre Günü Şenliği düzenledi.
MUĞLA (İGFA) – Muğla’nın “Sakin Kent” unvanlı Akyaka Mahallesi hafta sonunda 5 Haziran Dünya Çevre Günü etkinliklerine ev sahipliği yaptı. Muğla Büyükşehir Belediyesi’nin “Dünya Çevre Günü Şenliği” ismiyle düzenlediği etkinlikte Popüler Müzik orkestrası sahne alırken çocuklar için atölyeler, yetişkinler için de yarışmalar düzenlendi. Etkinliğe katılan Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Tayfun Yılmaz Muğla’nın çok özel bir coğrafyaya sahip olduğunu, bu güzellikleri korumak için sivil toplum kuruluşları ve tüm duyarlı vatandaşlarımıza birlikte mücadeleye devam edeceklerini söyledi.
Tumblr media
“Gökova Körfezi ve Muğla’daki talana dur demek için mücadelemiz sürecek.”
Muğla Büyükşehir Belediyesi’nin Ula ilçesi Akyaka Mahallesi’nde düzenlediği Dünya Çevre Günü Şenliği’ne katılan Candan Süsoy etkinlikte doğal ürünlerini sergilemek için bulunduklarını söyledi ve Dünya Çevre Günü’nün çok önemli bir gün olduğunu belirtti. Candan Süsoy; “Bugün sadece çevre için değil ekoloji konusunda da ne kadar duyarlı olmamızı anlamamız için önemli bir gün. Çünkü Muğlamız ne yazık ki Türkiye’nin en çok doğa talanına sahne olan bölgelerinden biri. Bizlerde özellikle çevre ve ekoloji konusunda burada yaşayanlar olarak duyarlı olmak zorundayız. Bu konuda çeşitli sivil toplum örgütleri ile mücadelemiz var. Bunlardan biri Muğla Çevre Platformu. Ben MUÇEP Gökova sözcüsüyüm. Özellikle Gökova Körfezi’ndeki ve Muğla’daki talana dur demek için mücadelemiz sürecek. ”diye konuştu.
“ÇOCUKLARLA EĞLENCELİ AKTİVİTELER YAPARAK ONLARDA ÇEVRE BİLİNCİNİ OLUŞTURUYORUZ”
Akyaka’daki etkinlikte konuşan SOGEM Gönüllüsü Burçin Terzioğlu’da çevrenin kendilerine emanet olduğunu bunun bilincinde olarak çevreye sahip çıkmaları gerektiğini belirtti. Burçin Terzioğlu; “Bugün SOGEM ile bu etkinlikteyiz. Çevre koruma haftasında farkındalık yaratmak için çok önemli bir etkinlik. Özellikle çocuklara yönelik etkinlikler yapıyor, onlar eğlenirken çevre bilincini oluşturmaya çalışıyoruz. Çevre bizlere emanet, bunun bilinciyle hareket etmeli, çevremizi korumalıyız.” dedi.
“GÜZEL BİR GELECEK HEPİMİZİN HAKKI”
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi İktisat öğrencisi Ulaş Çiçek Akyaka’daki etkinlikte küresel ısınmanın çok arttığı bu dönemde çevre konusunda daha bilinçli olunması gerektiğini, güzel bir geleceğin herkesin hakkı olduğunu belirtti. Ulaş Çiçek; “İktisat son sınıf öğrencisiyim ve SOGEM gönüllüsüyüm. Bugün çevreye katkı sunmak, çocuklarla eğlenceli vakit geçirmek için geldik. Çevre için çok daha bilinçli olmamız lazım. Özellikle küresel ısınmanın ve diğer yan etkilerinin arttığı bu dönemde önce yerel sonra global çapta insanlara ne kazandırabiliriz. Güzel bir gelecek hepimizin hakkı.” şeklinde konuştu.
“MUĞLAMIZIN TAŞINA, TOPAĞINA SİVİL TOPLUM KURULUŞLARIMIZ VE  TÜM DUYARLI VATANDAŞLARIMIZLA SAHİP ÇIKMAYA DEVAM EDECEĞİZ”
Muğla Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Tayfun Yılmaz’da Çevre Günü Şenliği’nde Muğla’nın Türkiye’nin göz bebeği şehirlerinden biri olduğunu, bu özel şehri korumak için sivil toplum kuruluşları ve tüm vatandaşlarımızla hep birlikte mücadele etmeye devam edeceklerini belirtti. Tayfun Yılmaz; “Muğla 1480 km kıyı şeridi, yüzde 68 orman varlığı ve beraberindeki zengin kültürel mirasıyla ülkemizin göz bebeği şehirlerinden biri. Biz bu bilinç ve hassasiyetle kentimizin korunması, gelecek nesillere aktarılmasına yönelik ciddi çalışmalar yapıyoruz. Bir önceki dönemde olduğu gibi bundan sonra da bu çalışmalarımıza devam edeceğiz. Büyükşehir olarak geçmişten bu yana çevre ve imar konularında devam eden 220 davamız var. Muğlamızın taşına, toprağına, ormanlarına zarar verecek kararların hukuk yolu ile takipçisiyiz. Bundan sonra da sivil toplum kuruluşları, duyarlı vatandaşlarımızla toprağımıza, ağaçlarımıza şahsi ve kurumsal olarak menfaatleri doğrultusunda zarar vermek isteyen odaklarla hep birlikte mücadele vereceğiz. Etkinliğimize katılan, destek veren tüm paydaşlara teşekkür ediyor, Çevre Günü’nü kutluyorum.” dedi.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
hamiltyum · 16 days
Text
Çocuk KurslarIyla Hangİ YaŞ Grubundakİ Çocuklar İÇİn Hangİ TÜr Aktİvİteler Önerİlİr?
Çocuk Kurslarında Kullanılan Yöntemler Nelerdir?
Tumblr media
Çocuk kursları farklı yaş gruplarına uygun olarak tasarlanır ve çocukların yaşlarına, ilgi alanlarına ve gelişim seviyelerine göre çeşitli aktiviteler sunar. 3-5 yaş arası çocuklar için yaratıcı drama, sanat ve el işi, müzik ve ritim aktiviteleri önerilir. Bu yaş grubundaki çocuklar, hayal güçlerini, yaratıcılıklarını teşvik eden, motor becerilerini geliştiren ve duygusal ifade yeteneklerini destekleyen aktivitelerden fayda sağlarlar. 6-9 yaş arası çocuklar için bilim, doğa, spor ve hobi odaklı kurslar daha uygundur. Çocuk kursları ile ilgili detaylı bilgiye ulaşmak için https://www.sizdrama.com/ web adresini ziyaret edebilirsiniz.
Çocuk Kurslarının Aileler Üzerindeki Etkisi Nasıldır?
Çocuk kurslarında kullanılan yöntemler interaktif, eğlenceli ve katılımcı odaklıdır. Yaratıcı drama, hikâye anlatma, role-play, grup çalışmaları ve oyunlar sıklıkla tercih edilen yöntemler arasındadır. Bu yöntemler, çocukların öğrenme sürecini eğlenceli ve etkili hale getirirken aynı zamanda sosyal, duygusal ve bilişsel becerilerini geliştirmelerine yardımcı olur. Kullanılan yöntemler, çocukların aktif katılımını teşvik eder, özgüvenlerini artırır ve öğrenmeye olan ilgilerini canlı tutar.  Çocukların fikirlerini paylaşmalarını, dinlemelerini ve birlikte çalışmalarını teşvik eden etkileşimli aktiviteler de sıkça kullanılır. Çocuk kursları, çocukların gelişimine olumlu katkılar sağlamanın yanı sıra aileler üzerinde de olumlu etkilere sahip olabilir. Kurslara katılan çocuklar, yeni beceriler kazanırken aynı zamanda sorumluluk duygusu, özgüven ve bağımsızlık kazanabilirler. Bu, aile içinde daha pozitif bir dinamik yaratır ve çocukların evde daha sorumlu ve özgüvenli davranmalarına yardımcı olabilir. Çocukların kurslarda edindikleri ilgi alanları ve yetenekler, ailelerle daha derin ve anlamlı etkileşimler sağlar. Çocuk kursları aynı zamanda aileler için de sosyal bir destek ağı sağlar, ebeveynler arasında bilgi ve deneyim paylaşımı imkânı sunar ve aile bağlarını güçlendirir.
Sizdrama.com
0 notes
tripuck · 21 days
Link
0 notes
Text
Yüzme Kursu
Yüzme Kursu
Yazın vazgeçilmez aktivitelerinden biri olan yüzme, Aquakamp'ta çocukların en çok ilgi gösterdiği alanların başında gelir. Aquakamp’ın Yüzme Kursu, bebeklerden yetişkinlere kadar her yaştan bireye hitap ediyor. Profesyonel yüzme antrenörleri eşliğinde verilen yüzme dersleri, her öğrencinin suyla olan ilişkisini güçlendirirken yüzme becerilerini de üst seviyelere taşıyor.
Kurslarımız, yüzme tekniklerinin yanı sıra su güvenliği ve ilk yardım gibi hayati öneme sahip konularda da bilgilendirme yapıyor. Yüzme kurslarımız, özellikle yaz aylarında çocukların fiziksel aktivite ihtiyaçlarını karşılamak ve onları sıcak yaz günlerinde serinletmek için idealdir. Kurslar, hem bireysel hem de grup dersleri şeklinde düzenlenir, böylece her öğrenciye en uygun öğrenme ortamı sağlanır.
Aquakamp ile Sağlıklı ve Aktif Bir Yaz
Aquakamp'ta sağlıklı ve aktif bir yaz geçirmek için sunulan imkanlar sadece yüzme kursları ile sınırlı değil. Kamp alanında çocuklar için düzenlenen çeşitli spor aktiviteleri, doğa yürüyüşleri ve saha oyunları da bulunmaktadır. Tüm bu aktiviteler, çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimine katkıda bulunurken aynı zamanda onlara doğayla iç içe keyifli zaman geçirme fırsatı sunar.
0 notes
populersiteler904 · 1 month
Text
Yaz Kampı
Yaz Kampı
Yaz ayları geldiğinde çocuklar ve gençler için en heyecan verici aktivitelerden biri, kuşkusuz ki yaz kamplarıdır. AquaKamp, eğitici ve eğlenceli bir Yaz Kampı deneyimi sunarak gençleri doğa ile iç içe bir ortamda sosyalleşmeye, yeni beceriler öğrenmeye ve unutulmaz anılar biriktirmeye davet ediyor. Kampımız, gençlerin yaz tatillerini en verimli şekilde geçirebilmeleri için tasarlanmış bir dizi aktivite sunmaktadır.
AquaKamp Yaz Okulu Programları
AquaKamp'ta Yaz Okulu programları, çocuklar ve gençler için özenle hazırlanmış eğitim içerikleri ile doludur. Yaz okulumuz, öğrencilerin akademik becerilerini geliştirmelerinin yanı sıra, yaratıcılıklarını ve sosyal becerilerini de artırmayı hedefler. Matematik, fen bilimleri, sanat ve müzik gibi birçok farklı alanda özel olarak hazırlanmış kurslarımız, öğrencilerin ilgi alanlarına göre şekillendirilmiştir. Bu kurslar, öğrencilerin yaz tatillerini keyifli ve üretken bir şekilde geçirmelerine olanak tanırken, yeni arkadaşlıklar kurmaları için de mükemmel bir ortam sağlar.
0 notes