Tumgik
#hakikat elbet bir gün
doriangray1789 · 2 years
Text
“Ölümün ortasında yaşam , Yalanın ortasında hakikat Karanlığın ortasında aydınlık, Israr ve azimle var olmayı sürdürür.” * Gandhi
Ülkece öyle çok zor bir süreçten geçiyoruz ki herkesin canı sıkkın morali bozuk. Üzülmek ve kaygı hepimizin üzerinden kolay kolay atamayacağı bir durum. Hele ki kaybı olanların geçmeyecek can ağrıları var artık. Yaşanılanlara çok şey söylenebilir elbet hiç kolay değil gün bir olma günü ve şartlara rağmen iyi olma günü. Nasıl mucizelere tanık olduk. Biz güçlü bir ulusuz. Bu topraklar öyle çok farklı rengi barındırıyor ki. Bizi değerli yapanda farklı renklerimizle yıkılmaz bir bütün olabilmek. Biz yaralarımızı beraber sararız. Yaralarımızı sararken de asla yaşadıklarımızın ağırlığını unutmamalıyız ki yine yaşamayalım. 
Biliyorum hiçbirimiz bir yere sığamıyoruz, uykularımız yarım... lokmalarımız eksik... nefes alırken bile utanır olduk... ama ders alarak çıkacağız… zor da olsa geçmeli. Yapmamız gereken dik durmak,...Beraber ağlarken beraber kalkabilmeliyizde..  Hayata yeniden biz buradayız diyerek fısıldama zamanı….
11 notes · View notes
etaali · 2 years
Text
Tumblr media
Madem Nev-rûz. Yeni bir gün.
Ve madem bir döngünün bilmem kaçıncı yıl başlangıcı bu...
Tabiat gibi olmak lazım gözüm.
Onlar gibi; Güneş, yağmur, toprak ve mahsul olarak toplanmalıyız bir araya. Birimizin yandığında ısınan, bir diğerinde ıslanmalı. Toprak, tohumun bir gün bağrını deşeceğini bilmeli. Ve hatta bazen taşın dahi...
Yeniden bismillah demek lazım.
Saate niye dönüyorsun diye sorulmaz, her dönüş yeni bir zaman için çünkü.
Döktüğümüz yapraklar, açacağımız çiçek için.
Umutsuzluk bize yakışmaz, biliyorum.
Biliyorum; hayasız akın sadece bir döneme ait değil. Tarihin bir kesitine münhasır değil. Cehalet ehlinin kılıncı her daim kan süzer. Devenin dişisi ile erkeğini ayırt edememenin mazlum ettiği sadece Ali(as) değil ki.
Bil ki; bazı ortamlarda yok hükmündedir hakikat ehli. Alemler zerresidir ama. Var edenden gayrısına meçhul bu.
Zemheri soğuğunda gölgesinde oturduğu ağacı hissetmez ya insan. Bu yüzden her daim dışlanmış bir azınlığın yok sayılan bireyi olmak vardır kaderinde Ali(as)'nin. Ali(as)'nin kaderi Nev-rûz gibi, döngü. Yenilenir o. Tarih, mevsimler gibi yaşanmışlıkları da artçıl kılar. Kimse Ali(as) ol(a)maz elbet, kaderiyle tanışıklık mesele.
Bil ki, kokuşmuş bir düzende yenilenmek olmaz. Burada bizim yerimiz yok. Olması için çabamız da olmaz. Bu yozlaşma öldürücü çünkü. Zalim, hiç olmadık kadar revaçta. İki yüzlülük, yaşamın tam orta yerinde. Ve mutlu herkes.
Onlara sadece kalp dileriz belki.
İnsanın tek başına güç yetiremediği, kendisinden menkul değerlerle değiştiremediği, rüsvâ bir düzenin ahtapot kollarında takatten düştüğü bir zaman bu. O yüzden yenilenme duasında rabbimize, onun merhametine ihtiyacımız var. Ona inanır, ondan yardım bekleriz.
O ki, kalp ve gözleri değiştirme kudretine sahip...
Nevruz, tüm halklarımıza barış ve bereket getirsin.
Dünyanın tüm iyilerine selam olsun.
5 notes · View notes
sektorellfirmalar · 11 months
Link
0 notes
architectsarchive · 2 years
Text
bir pazar alıntısı
Nobel ödül töreni sonrası yaptığı konuşmadan;
...Herkes, bilhassa her sanatçı başkaları tarafından tanınmayı arzular. Bu arzuyu elbet ben de paylaşıyorum. Fakat kararınızı duyduğumda, bu haberin yankılarının kişiliğim üzerindeki olası etkilerini düşünmeden edemedim. Hâlâ genç sayılabilecek, zenginliğini şüphelerine borçlu, eserlerini inşa etmeye devam eden ve hayatını, çalışmalarının yalnızlığında ya da dostluklarının sığınağında tek başına sürdürmeye alışmış biri, kendini birdenbire parlak bir ışığın altında bulunca nasıl şaşkınlık duygusuna kapılmaz ki?...
...Sanat, bana göre kişisel bir zevk ürünü değil de insanların sahip olduğu ortak acıların ve zevklerin ayrıcalıklı bir tasvirini sunarak onların duygularına hitap etme biçimidir...
...Yazmak, bana aynı zamanda, aynı tarihe tanıklık eden kişilerle paylaştığım acıları ve umutları elimden geldiğince yüklenme sorumluluğu veriyordu. Birinci Dünya Savaşı'nın başında doğan, Hitler'in iktidara geldiği ve devrimcilerle ilgili davaların başladığı dönemde yirmilerine basan, sonrasında eğitimlerini tamamlamak için İspanya İç savaşı, İkinci Dünya Savaşı, toplama kamplarının yanı sıra, işkencelerin ve hapishanelerin hükmettiği bir Avrupa'yla yüzleşmek zorunda kalan bu nesil, çocuklarını ve eserlerini nükleer yıkım tehdidiyle karşı karşıya gelen bir dünyada yetiştirmek zorunda kaldı. Kimsenin onlardan iyimser olmalarını talep edebileceğini sanmıyorum...
...Şüphesiz, her nesil dünyayı şekillendirmeyi kendine görev bilir. Benim neslim bunu yapamayacağının farkındadır ama onun görevi belki de daha zordur. Dağılma tehdidiyle karşı karşıya olan bir dünyada, zamana karşı amansız bir yarış içerisinde, ülkeler arasında köleliği ortadan kaldıran bir barış sağlaması, emek ve kültür kavramlarını uzlaştırması ve herkesi bir araya getirecek bir mutabakat elde etmesi gerektiğini biliyor. Bu zor görevi bir gün gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğinden emin olamasa da, hakikat ve özgürlüğü dünyanın her yerinde aramaya ve bu arayış uğruna gerekirse kin beslemeksizin ölmeye de hazırdır. Bu yüzden her yerde, özellikle de kendini feda ettiği her alanda saygı görmeyi ve desteklenmeyi hak ediyor. Ben de bana bahşettiğiniz bu onuru, isteğimi kabul edeceğinizden emin olarak, beni yetiştiren bu nesle ithaf etmek istiyorum...
Yaratma Tehlikesi | Albert Camus*
*1913 yılında Cezayir'de dünyaya geldi. 1957'de Nobel Edebiyat ödülü aldı. 1960 yılında bir trafik kazasında yaşamını yitirdi.
0 notes
mustafasalihbozok · 4 years
Text
YAZMAK…
Arkadaş telefonda sordu:
“Hayrola üstat! Eskiden ‘Pazar Hikâyeleri’ yazardın. Hiç değilse haftada birkaç yazı paylaşırdın, artık yazmıyor, paylaşmıyorsun, ne oldu?”
Bir süre düşündüm.
Ne desem, nasıl anlatsam…
Kestirmeden gittim; “İçimden gelmiyor” dedim.
Sustu.
Suskunluğundan tatmin olmadığını anladım.
Nasıl anlatsam…
Ahmet Erhan’ın yazdığı gibi:
“Tünel karanlık,
Tren yorgun,
Raylar eski.
Gönlümde sonsuz kaçma isteği…” desem.
Kim bilir ne düşünür?
“Bunalımda galiba…”
Düşünür mü düşünür.
Varsın düşünsün.
Memleket olmuş bunalım deryası, herkes payına düşeni alıyor.
Doluya koyuyor olmuyor, boşa koyuyor dolmuyor. Türküde olduğu gibi; “Düştüm(k) bir ormana yol belli değil…”
Tahliye edilen gazetecilerden biri sanırım Barış Terkoğlu: “Tecrit… 4 ay yalnızdım… 120 gün tek başıma hücrede kaldım, kendi kendime konuşmaya başladım”demiş.
Bu satırları okuyunca dalıp gittim.
Tanıdık bir ruh hali.
Yıllardır uydurulmuş suçlarla içeride olanları düşündüm.
Mesela Selahattin Demirtaş… Osman Kavala, Ahmet Altan… Sadece emre itaat ettiği için ağırlaştırılmış müebbet alan 17 yaşındaki askeri öğrenciler… Belediye başkanları, siyasetçiler…
Öğrenciler, avukatlar…
Bir de onlara sorsak…
Adaletin olmadığı, hukuk dışı uygulamaların tavan yaptığı böyle dönemlerde içerideki insanların hali acep nicedir?
Bunu ancak hapis yatanlar bilir.
Geçenlerde bir arkadaş yazmış:
“İneğin 10 TL’ye ot yediği milletvekilinin 5 TL’ye yemek yediği ülkeden adalet bekliyoruz…”
Memleketin hali duman!
Corona salgını bu durumu beter hale getirdi.
Yoksulluk, işsizlik, adaletsizlik, eşitsizlik… Keyfilik, kibir…
Bir avuç saray ricali ve soytarısından başka hiç kimse halinden memnun değil.
Memnun olanlar, memnun olmayanlara, yaşadığımız hayatın aslında çok güzel bir hayat olduğuna inandırmaya çalışıyorlar.
Televizyonlar, gazeteler, kürsüler, sosyal medya bu işe soyunmuş yüzlerce binlerce trolün at oynattığı alanlar haline gelmiş.
Hakikat, yalanın ve çarpıtmanın karşısında ecel terleri döküyor.
Bu yüzden kimse haber dinlemiyor, gazete okumuyor.
Kimse merak etmiyor mecliste ne olup bittiğini… Siyasilerin demeçleri, kavgalar, hakaretler, körüklenen düşmanlıklar, atılan nutuklar…
Yalanlar üzerine inşa edilen sanal bir hayat yaşıyoruz sanki!
Yönetenler sabah-akşam propaganda tekniklerinin en alasını kullanarak rıza üretmeye, çalışıyorlar.
Beyin yıkıyorlar.
Oysa hakikat çok farklı!
Hakikat, kaynamayan tencerelerde, olmayan işlerde, çöp bidonlarından toplanan artıklarda, iflaslarda, hacizlerde, toplu intiharlarda, kendini yakmalarda…
Ümitsizlikte.
Çaresizlikte.
Sabırda ve öfkede…
Sorunlarımız her geçen gün artarak çoğalıyor.
Özgürlük ve adaletle ilgili mağduriyetler artıyor.
Yazarlar, gazeteciler, insan hakları savunucuları, siyasetçiler hapishanelere dolduruluyor, kadına şiddet, taciz, tecavüz rutin olaylar haline geldi.
Milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırılıyor, vekilliği düşürülüyor. Belediyeler kayyumlara devrediliyor.
Tel tel dökülüyor.
Lime lime ülke…
İktidar, Ülkeye gelecek vaat edemiyor.
Geleceğe dair vizyonu, tükendiği için, beka, tehdit, terör gibi negatif reaksiyoner kavramlara tutunuyor, bunları malzeme olarak kullanıyor.
Umut vermek yerine korku, endişe aşılıyor.
İyi bir gelecek yerine, kötü bir geleceğe yatırım yapıyor, bununla korkutuyor. “Hiç değilse elinizdekine sahip çıkın” diyor.
“Açız” diyenlere, “Ayasofya” diyor.
“İş” diyenlere, “Suriye, Libya” diyor.
“İflas ettim” diyenlere, “vatan, bayrak, Kur’an” diyor.
İtiraz edene, “terörist, vatan haini” diyor…
Fabrika yerine hapishane yapıyor, öğretmen yerine bekçi atıyor.
Daha kötüsü bunları karşılıklı tartışamıyoruz. Tartışmak isteyenleri, bu gidişe itiraz edenleri ihanetle suçluyor, damgalıyor.
O kadar ki, kamu kuruluşu olan baroları, meslek örgütlerini parçalayıp, kendine tabi yeni kurumlar oluşturmak istiyor.
Kamunun neyi varsa özelleştirdi, sattı, savdı.
Elde kalan birkaçını “Varlık Fonu” adı altında saraya bağladı.
Şimdi de kamu bankalarının paralarını rüşvet olarak dağıtıyor.
Böylelikle sadece kamu mallarını değil, ülkenin geleceğini de satıyor.
Hiç mi iyi bir şey yapmadılar?
Yaptılar.
Pandemi sürecinde halka maske dağıtmayı beceremediler ama dünyanın dört tarafına, “Türk’ün gücünü” göstermek için maske yolladılar.
Yoksula doğrudan destek vermediler ama Ukrayna ordusuna 200 milyon dolar bağışladılar.
İban numarası verip para istediği yurttaşlarına şarkı-türkü dinlettirmek için saray soytarılarına 30 milyon lira dağıttılar.
Elamanların ayağına taş değmesin diye, yeni zırhlı araçlar satın aldılar.
Esnafa kredi verdiler, saray müteahhitlerine dolar üzerinden nakit ödediler…
Hülasa, vaziyet göründüğünden daha vahim… İyileşeceğine dair kısa vadede herhangi bir emare de görünmüyor.
İşsizlik artıyor, üretim, turizm, ihracat, cari açık sos veriyor.
Borç da bulamıyor.
Karşılıksız para basmak ne kadar çözüm olur, bunu bilmiyoruz.
Peki, ne olacak?
Orası meçhul!
Ya muhalefet ortak bir program dâhilinde bir araya gelecek, ya da tufan olacak…
Gelelim hikâye yazmaya.
Ünlü Alman düşünürü Goethe:
“İnsan kalbinde ne taşırsa dünyayı da öyle görür” diyor.
Bunu şair diline çevirmiş İsmet Özel:
“Neyi bastırdıysan göğsüne, göğsün soludukça büyüyen odur”
Göğsümüze bastırdıklarımız, soluduklarımız, arkadaşa söyleyemediklerimiz bunlar.
Düşünüp de söyleyemediklerimiz, kaleme-kitaba sığdıramadıklarımız başka şeyler de var elbet. Hissiyatımız ise baki.
O hissiyat insanlığın ortak mirası, yaşama sevinci, iradesi, tarih bilinci… Onlar da olmasa insan nasıl, ne adına, niçin yaşar ki!
Sebebimiz budur…
İyi Pazarlar…
Mirza ARABACI 🖌️♥️
Tumblr media
13 notes · View notes
zeynebsahn · 5 years
Text
Tumblr media
Üç yıl ... tam üç yıl geçti , gittiğinden beri ... bazen üç gün öncesi gibi , bazen üç asır kadar eski ...
Fotoğraflarına bakıyorum zaman zaman... sanki hiç gitmemişsin, böyle kanlı canlı karşımda duruyormuşsun gibi , bazen de hiç tanımadığım , hiç tanışmadığım bir yabancı sanki ... Anlayacağın yar dediğim , sen bana bazen can oluyorsun bazen el gibi...
Çok şey değişti sen gittiğinden beri , bazı şeylerse inadına kaldı olduğu gibi ... Çocuklar büyüdü , ben büyüdüm . Her geçen yıl başka şeyler öğretti , her geçen yıl bir şeyler aldı götürdü yerine başka başka güzellikler getirdi .
Ali Cihat daha sakin , aramız daha iyi , her zamanki gibi umursamaz tavrının altında çok naif , çok hassas yüreği ... “İlk göz ağrım “diyerek sevdiğin , her anına şahitlik ettiğin , en çok emek verdiğin ...
Zeynep eskisi gibi sakin ve anlayışlı zeynep değil , yine uyumlu , olgun, akıllı ama daha öfkeli . Zeynep ... “babasının süsü” diye sevdiğin... Nasıl düşkün sana , nasıl seviyor hala seni ... Yeryüzünde herkes unutsa , bir tek o unutmaz sanki ... Senin gidişinle değişti ... o kadar zor oldu ki anlatmak bir daha hiç gelmeyeceğini ...
Ömer ... ilk yaşını bile göremediğin ... ne zaman böyle düşünsem ve yansa ciğerim , evladının doğduğunu göremeyen babaları düşünüp hamdederim... İlk konuşmayı öğrendiğinde “ anne , babam nerde ? , gelsin artık “dedi . Bir ara arkadaşlarımın eşlerine “ baba “ diye seslendi , akşamları zil çaldığında “ babam geldi “ diye koştu kapıya ... neyseki uzun sürmedi ... zeynep her defasında onu“ Ömer , babam cennette , eğer iyi insan olursak, biz de cennete gideceğiz “ diye teselli etti . Şimdiler de Ömer “ babam öldü “ diyor , zeynep öfkeleniyor “ hayır babam ölmedi , şehitler ölmez ,o bir kahraman “ diyor . Ömer’de “ babam öldü “ diyor da ölmek nedir bilmiyor ki ... bazen bana “ anne, babam nerde ? , babama gidelim “ diyor , öylece kalıyorum . Geçenlerde “ mezarlığa gidelim mi Ömer ? “ dedim “ tamam gidelim , hem belki babam da oraya gelir “ dedi. Mezarlığa gittik , “ anne , babam gelmemiş , babam nerede ? “ dedi , kabrini gösterdim . “ ama burada çiçekler var “ dedi . “ baban onların altında uyuyor “ dedim . “ O zaman onu , çiçeklerin altından çıkaralım “ dedi. Baktım verecek cevabım , anlatmaya da gücüm yok“ haydi oğlum , sen biraz koş “ dedim .
Ve ben ... sanki yüreğimde bir yanım volkan , bir yanım buzdağı... içimdeki ateş her alev aldığında , imtihanımı nimet kabul edecek kadar ağır imtihan yaşayanları düşündüm , avuttum kendimi . Allah’ın bana gönderdiği güzel kulları ile su serptim yüreğime ve rahmeti bol Rabbimin varlığı ile güç buldum , ona sığınıp devam ettim yoluma güvenle ...
İlk zamanlar ... Algıda seçicilik oluyor sanırım , ne zaman çıksam dışarı el ele tutuşan çiftlere takılırdı gözlerim ... hele yaş almış çiftleri gördükçe bir an daha fazla acırdı yüreğim ... bazen sosyal medyada paylaşılan çift fotoğrafları kaybettiğim şeyi hatırlatır incecik bir sızı ile yakardı içimi ... o zaman daha iyi anladım , çok masum görünen bir şeyin bilmeden , istemeden belki ne kadar çok kul hakkına girmemize sebebiyet verdiğini ...
Eskiler ibadet de ,muhabbet de, kabahat de gizli yapılır derlerdi . Böylece ibadette riya olmaz , kabahat de şahit tutulmaz ki günah da normalleşmezdi ... muhabbet ise hem nazara gelmez , hem kul hakkına girmezdi. Çok değil yakın geçmişte sahip olduklarımızı ilan etmezdik o sebeple yuvada huzur , muhabbette ve sofra da bereket olurdu ve yapılan her şeyde var olurdu muhakkak edep ...
İlk bir kaç ay sürdü bendeki bu hal , bilirsin beni, herşeye verilecek mantıklı bir cevap bulur , avuturum kendimi ... ilk zamanlardı ... çoktan geldi geçti ...
Bir de öfke duyduklarım ve hayal kırıklıklarım var ... Ne söylediğini nereye gideceğini bilmeden , ne yaptığını görmeden , bazen de yapması gerekeni yapmayıp söylemesi gerekeni söylemeden hayatına devam edenlere ... Hep derdim ya sana “etrafın çok kalabalık , çok çabuk güveniyorsun insanlara , her seviyorum diyene aldanma “ diye . Severlerdi seni biliyorum , senin gibi abiyi , dostu kim sevmez ki ... bir gün sana “ keşke eşin olacağıma arkadaşın olsaydım “ demiştim . İyi insanlara eş olmak , evlat olmak zordur zira sıra sana gelsin diye beklersin . Sevmek değil de sevginin tezahürü çok mühim mesele . Şunu söyleyeyim üç kişi şaşırttı beni ikisi müspet birisi menfi ... çok kalabalıktı etrafın sen hayattayken , oysa şimdi çocuklarının büyüdüğüne şahitlik edenleri toplasan bir elin parmakları kadar etmez . Herkesin canı çok yandı biliyorum çünkü sen herkese çok emek verdin . Herkes acısını farklı yaşar elbet , sadece seninle o kadar zaman geçirip seni hiç tanımamışlar ona sitemim . Bizden çaldıkları vakti haketmeyişlerine öfkelendim .
Mezarına geliyorlar , ağlıyorlar , dertle��iyorlar seninle... senin kaderin , iki alemde dert dinlemek ... Ev ile mezarlık arası 5 dakika bir kez merak etmediler emanetlerini ... yine bu benim gördüğüm , bildiğim . Hakikat Allah’ın katında malum . Elbet vardır herkesin kendince bir sebebi ...
Ben ise , bazen bir Yasin okuyacak bazen de sadece bir Fatiha okuyacak kadar kalabiliyorum yanında . Gelmezsem eksik kalıyorum , geldiğimde ise sanki sen orada değilsin . Bir nefeslik uğrayabiliyorum yanına , nefes alıp dönüyorum zira yetişmem gereken yerler , yapmam gereken işler oluyor ... emanetlerine ve ismine sahip çıkmaya çalışıyorum elimden geldiğince , ismini kullanmak yerine , ismine layık olmaya ... yapabildiğim , olabildiğim kadar .
Her an seninleyim zaten , her an aklımda , dilimde ve kalbimdesin ... bazen muhabbet bazense sitemle ... gerek yok uzun uzun anlatmaya , inanıyorum herşeye şahitsin ...
Eskiden seni ziyarete geldiğimde diğer şehitleri de ziyaret ederdim . Kabirler süslü birer çiçek bahçesi gibi . Herkes ayrı özeniyor , renk renk çiçeklendiriyor kabirleri . Fakat şehitlerden birinin kabrinde çiçekler yanında yabani otlar var , gözüm onlara takılıyor , temizlemek istiyorum elim gidiyor zor tutuyorum kendimi . Üzerime vazife değil elbet de takıntılıyım bilirsin beni . Neyse bir kaç kez böyle denk gelince dedim “ uzak oturuyorlar , belki sık sık gelemiyorlardır , belki de rahatsız etmiyordur otlar , beni rahatsız ettiği gibi” . Neyse ... bir gün bir vesileyle şehidimizin eşiyle beraber gittik mezarlığa . Şaka yollu takıldım “ Ayşegül abla , sen çok ihmal ediyorsun Mehmet abiyi , bak hep otlar sarmış her yeri . Kaç kez elim gitti temizlemek istedim ama belki sen başka bir kadın elinin eşinin mezarına uzanmasını istemezsin , ya da Halil benim başka bir adamın mezarı ile ilgilenmemden rahatsız olur diye kendime engel oldum “ o da gülümseyerek bana “ haklısın Ayşeciğim , öyle düşünmezdim de ... “ dedi ve devam etti “Bakıyorum şimdi , bunlar da Allah’ın bir otu , çiçeklerde ... burada kendiliğinden bitivermişler . Sırf diğerleri gibi güzel değiller diye , onları koparmaya gönlüm el vermedi ... “
Böyle bir hadisede böyle bir cevap tahayyül edemezdim . O gün öğrendim ki hayatta çok fazla şey göründüğü gibi değil . Hadiselerin bir aşikar bir de gizli yanları var . Oysa biz insanlar, ne kolay durum tespiti yapıyoruz , ne kadar çok şeyi biliyoruz , ne kolay hüküm veriyoruz ... işte tam da burada ömür hikmeti ... insan yaşadıkça öğreniyor , o da öğrenmeye varsa niyeti ...
Sen giderken çocuklarını ümmete emanet ettin , ümmetten gelenler emanetlerinin büyüdüğüne şahitlik etti . Hani ben sana “ sen başkaları için bu kadar koşturuyorsun , Allah korusun sana bir şey olsa bu insanlar aynı şeyi yapacaklar mı ? “ demiştim , gitmeden 10 gün önce . Sen bana “ diğerleri yapmaz “ deyip bir isim verdin “ ama o yapar , o da benim gibi dedin “ emin misin ? diye sordum sana “ boşver hatun , Allah bilsin , Allah kimseye muhtaç etmesin de bizi “ dedin. Rahat ol sevdiğim güvendiğin güvenini haketti... Ankara’ dan geldikçe çocukları ziyaret etti , Ali’ yi alıp gezdirdi sonra geri getirdi .
Bir de “ hani o hiç büyümeyecek , o hep ailenin küçüğü olarak kalacak “ derdin ya , öyle olmadı sevdiğim , sen gittin , kardeşin büyüdü . Ve öyle bir zaman geldi ki bir cümlesiyle beni bile büyüttü ... Ve yar dediğim Allah bizi kimseye muhtaç etmedi . Anladım ki niyet Allah rızası için olunca kulun kim olduğu mühim değil , kul bilmezse Halik bilir ve rızasına gönül verene başka kullar gönderir .
Bana hep “anlatmak istediğiniz , söylemek istediğiniz bir şey var mı ? “ diye soranlara “ yok “ dedim , “sessizliğimle eşlik edeyim “ şimdi niye anlattım bunları ?
Son bir kaç aydır hiç iyi değilim , içimde bir yangın , boğazımda bir düğüm. İnsanlar güçlü durmaya çalışanları duvar zannediyorlar , halbuki duvar olsa bile bir gün yıkılır . Kimseye yük olmamaya , dert olmamaya çalıştıkça hep daha fazlası beklenir oldu benden . Ben kimseye sitem etmedim , sabrettim de üstüne bir de sitem yedim . Hep doğru davrandım diyemem ama yanlış yapmamak için elimden geleni yaptım . En nihayetinde bende etten , kemikten , nefisten bir insanım . Benim için bunu söylemek , kendime bile itiraf etmek öyle zor oldu ki... ben çok yoruldum , çok yorgunum Halil ...herşeye , her yere yetmeye çalışırken kendime geç kaldım ve hiç bir şey tam olmadı , her şey eksik her şey yarım . Son zamanlarda “ nasılsın ? “ diyenlere “ kendimi bir kapatıp, yeniden açasım var “ diyordum . Sanırım bugün kendimi kapatıp yeniden açtığım gün olacak . Bütün kırgınlıklarımı , kızgınlıklarımı geride bırakıp , bütün yüklerimden ve kendime yük ettiklerimden kurtulup , önceliklerini doğru belirleyen bir Ayşe olarak kaldığım yerden devam edeceğim . Miladım olsun bugün benim ...
15 temmuz ... birilerinin hayatına hiç dokunmadı , birilerininkini tarumar edip geçti . Tüm bedel ödeyenlere ve yakınlarına dayanma gücü ver Allah’ım , yüklerimizi hafiflet ... Bizleri imtihanını kazananlardan ve sevgine mazhar olanlardan eyle . Bizlere seni sevmeyi , senin sevdiklerinin sevgisini ve sadece sana yaklaştıracak şeylerin sevgisini nasip et.
Allah’ ım bu hain gecenin mimarlarını , planı yapan , emri veren , emre itaat eden , gördüklerine kör , duyduklarına sağır kalan , hiç bir bedel ödemeden yaptığı hainlik yanına kar kalan her kim varsa sence malum , sen onları her iki cihanda dilediğin gibi cezalandır . Ayrıca 15 temmuz istismarcılarını ve içini boşaltanları, anlamsızlaştıranları , bunca yanan canı yok sayanları sana havale ediyorum.
Hakikati bilen sadece sensin Allah’ım , inanıyorum ki birileri masum , birilerinin imtihanı çok ağır . Sen onları koruyup kolla , onların imtihanını kolaylaştır , yüklerini hafiflet , yaşadıklarının nihayetinde kazananlardan olmalarını nasip et . Ailelerine kolaylık ve dayanma gücü ver ...
Son olarak farklı zamanlarda , farklı şekilde fakat bir vesileyle bize yardımı dokunan , yükümüzü hafifleten , bize iyi gelen , duasında yer veren , haberdar olduğum veya olmadığım herkese çok teşekkür ediyorum. Allah’ın rızası sizlerle olsun , Allah’a emanet olun...
- Ayşe Kantarcı
Şehid Halil Kantarcı abinin eşi.
222 notes · View notes
Text
Tumblr media
Üç yıl ... tam üç yıl geçti , gittiğinden beri ... bazen üç gün öncesi gibi , bazen üç asır kadar eski ...
Fotoğraflarına bakıyorum zaman zaman... sanki hiç gitmemişsin, böyle kanlı canlı karşımda duruyormuşsun gibi , bazen de hiç tanımadığım , hiç tanışmadığım bir yabancı sanki ... Anlayacağın yar dediğim , sen bana bazen can oluyorsun bazen el gibi...
Çok şey değişti sen gittiğinden beri , bazı şeylerse inadına kaldı olduğu gibi ... Çocuklar büyüdü , ben büyüdüm . Her geçen yıl başka şeyler öğretti , her geçen yıl bir şeyler aldı götürdü yerine başka başka güzellikler getirdi .
Ali Cihat daha sakin , aramız daha iyi , her zamanki gibi umursamaz tavrının altında çok naif , çok hassas yüreği ... “İlk göz ağrım “diyerek sevdiğin , her anına şahitlik ettiğin , en çok emek verdiğin ...
Zeynep eskisi gibi sakin ve anlayışlı zeynep değil , yine uyumlu , olgun, akıllı ama daha öfkeli . Zeynep ... “babasının süsü” diye sevdiğin... Nasıl düşkün sana , nasıl seviyor hala seni ... Yeryüzünde herkes unutsa , bir tek o unutmaz sanki ... Senin gidişinle değişti ... o kadar zor oldu ki anlatmak bir daha hiç gelmeyeceğini ...
Ömer ... ilk yaşını bile göremediğin ... ne zaman böyle düşünsem ve yansa ciğerim , evladının doğduğunu göremeyen babaları düşünüp hamdederim... İlk konuşmayı öğrendiğinde “ anne , babam nerde ? , gelsin artık “dedi . Bir ara arkadaşlarımın eşlerine “ baba “ diye seslendi , akşamları zil çaldığında “ babam geldi “ diye koştu kapıya ... neyseki uzun sürmedi ... zeynep her defasında onu“ Ömer , babam cennette , eğer iyi insan olursak, biz de cennete gideceğiz “ diye teselli etti . Şimdiler de Ömer “ babam öldü “ diyor , zeynep öfkeleniyor “ hayır babam ölmedi , şehitler ölmez ,o bir kahraman “ diyor . Ömer’de “ babam öldü “ diyor da ölmek nedir bilmiyor ki ... bazen bana “ anne, babam nerde ? , babama gidelim “ diyor , öylece kalıyorum . Geçenlerde “ mezarlığa gidelim mi Ömer ? “ dedim “ tamam gidelim , hem belki babam da oraya gelir “ dedi. Mezarlığa gittik , “ anne , babam gelmemiş , babam nerede ? “ dedi , kabrini gösterdim . “ ama burada çiçekler var “ dedi . “ baban onların altında uyuyor “ dedim . “ O zaman onu , çiçeklerin altından çıkaralım “ dedi. Baktım verecek cevabım , anlatmaya da gücüm yok“ haydi oğlum , sen biraz koş “ dedim .
Ve ben ... sanki yüreğimde bir yanım volkan , bir yanım buzdağı... içimdeki ateş her alev aldığında , imtihanımı nimet kabul edecek kadar ağır imtihan yaşayanları düşündüm , avuttum kendimi . Allah’ın bana gönderdiği güzel kulları ile su serptim yüreğime ve rahmeti bol Rabbimin varlığı ile güç buldum , ona sığınıp devam ettim yoluma güvenle ...
İlk zamanlar ... Algıda seçicilik oluyor sanırım , ne zaman çıksam dışarı el ele tutuşan çiftlere takılırdı gözlerim ... hele yaş almış çiftleri gördükçe bir an daha fazla acırdı yüreğim ... bazen sosyal medyada paylaşılan çift fotoğrafları kaybettiğim şeyi hatırlatır incecik bir sızı ile yakardı içimi ... o zaman daha iyi anladım , çok masum görünen bir şeyin bilmeden , istemeden belki ne kadar çok kul hakkına girmemize sebebiyet verdiğini ...
Eskiler ibadet de ,muhabbet de, kabahat de gizli yapılır derlerdi . Böylece ibadette riya olmaz , kabahat de şahit tutulmaz ki günah da normalleşmezdi ... muhabbet ise hem nazara gelmez , hem kul hakkına girmezdi. Çok değil yakın geçmişte sahip olduklarımızı ilan etmezdik o sebeple yuvada huzur , muhabbette ve sofra da bereket olurdu ve yapılan her şeyde var olurdu muhakkak edep ...
İlk bir kaç ay sürdü bendeki bu hal , bilirsin beni, herşeye verilecek mantıklı bir cevap bulur , avuturum kendimi ... ilk zamanlardı ... çoktan geldi geçti ...
Bir de öfke duyduklarım ve hayal kırıklıklarım var ... Ne söylediğini nereye gideceğini bilmeden , ne yaptığını görmeden , bazen de yapması gerekeni yapmayıp söylemesi gerekeni söylemeden hayatına devam edenlere ... Hep derdim ya sana “etrafın çok kalabalık , çok çabuk güveniyorsun insanlara , her seviyorum diyene aldanma “ diye . Severlerdi seni biliyorum , senin gibi abiyi , dostu kim sevmez ki ... bir gün sana “ keşke eşin olacağıma arkadaşın olsaydım “ demiştim . İyi insanlara eş olmak , evlat olmak zordur zira sıra sana gelsin diye beklersin . Sevmek değil de sevginin tezahürü çok mühim mesele . Şunu söyleyeyim üç kişi şaşırttı beni ikisi müspet birisi menfi ... çok kalabalıktı etrafın sen hayattayken , oysa şimdi çocuklarının büyüdüğüne şahitlik edenleri toplasan bir elin parmakları kadar etmez . Herkesin canı çok yandı biliyorum çünkü sen herkese çok emek verdin . Herkes acısını farklı yaşar elbet , sadece seninle o kadar zaman geçirip seni hiç tanımamışlar ona sitemim . Bizden çaldıkları vakti haketmeyişlerine öfkelendim .
Mezarına geliyorlar , ağlıyorlar , dertleşiyorlar seninle... senin kaderin , iki alemde dert dinlemek ... Ev ile mezarlık arası 5 dakika bir kez merak etmediler emanetlerini ... yine bu benim gördüğüm , bildiğim . Hakikat Allah’ın katında malum . Elbet vardır herkesin kendince bir sebebi ...
Ben ise , bazen bir Yasin okuyacak bazen de sadece bir Fatiha okuyacak kadar kalabiliyorum yanında . Gelmezsem eksik kalıyorum , geldiğimde ise sanki sen orada değilsin . Bir nefeslik uğrayabiliyorum yanına , nefes alıp dönüyorum zira yetişmem gereken yerler , yapmam gereken işler oluyor ... emanetlerine ve ismine sahip çıkmaya çalışıyorum elimden geldiğince , ismini kullanmak yerine , ismine layık olmaya ... yapabildiğim , olabildiğim kadar .
Her an seninleyim zaten , her an aklımda , dilimde ve kalbimdesin ... bazen muhabbet bazense sitemle ... gerek yok uzun uzun anlatmaya , inanıyorum herşeye şahitsin ...
Eskiden seni ziyarete geldiğimde diğer şehitleri de ziyaret ederdim . Kabirler süslü birer çiçek bahçesi gibi . Herkes ayrı özeniyor , renk renk çiçeklendiriyor kabirleri . Fakat şehitlerden birinin kabrinde çiçekler yanında yabani otlar var , gözüm onlara takılıyor , temizlemek istiyorum elim gidiyor zor tutuyorum kendimi . Üzerime vazife değil elbet de takıntılıyım bilirsin beni . Neyse bir kaç kez böyle denk gelince dedim “ uzak oturuyorlar , belki sık sık gelemiyorlardır , belki de rahatsız etmiyordur otlar , beni rahatsız ettiği gibi” . Neyse ... bir gün bir vesileyle şehidimizin eşiyle beraber gittik mezarlığa . Şaka yollu takıldım “ Ayşegül abla , sen çok ihmal ediyorsun Mehmet abiyi , bak hep otlar sarmış her yeri . Kaç kez elim gitti temizlemek istedim ama belki sen başka bir kadın elinin eşinin mezarına uzanmasını istemezsin , ya da Halil benim başka bir adamın mezarı ile ilgilenmemden rahatsız olur diye kendime engel oldum “ o da gülümseyerek bana “ haklısın Ayşeciğim , öyle düşünmezdim de ... “ dedi ve devam etti “Bakıyorum şimdi , bunlar da Allah’ın bir otu , çiçeklerde ... burada kendiliğinden bitivermişler . Sırf diğerleri gibi güzel değiller diye , onları koparmaya gönlüm el vermedi ... “
Böyle bir hadisede böyle bir cevap tahayyül edemezdim . O gün öğrendim ki hayatta çok fazla şey göründüğü gibi değil . Hadiselerin bir aşikar bir de gizli yanları var . Oysa biz insanlar, ne kolay durum tespiti yapıyoruz , ne kadar çok şeyi biliyoruz , ne kolay hüküm veriyoruz ... işte tam da burada ömür hikmeti ... insan yaşadıkça öğreniyor , o da öğrenmeye varsa niyeti ...
Sen giderken çocuklarını ümmete emanet ettin , ümmetten gelenler emanetlerinin büyüdüğüne şahitlik etti . Hani ben sana “ sen başkaları için bu kadar koşturuyorsun , Allah korusun sana bir şey olsa bu insanlar aynı şeyi yapacaklar mı ? “ demiştim , gitmeden 10 gün önce . Sen bana “ diğerleri yapmaz “ deyip bir isim verdin “ ama o yapar , o da benim gibi dedin “ emin misin ? diye sordum sana “ boşver hatun , Allah bilsin , Allah kimseye muhtaç etmesin de bizi “ dedin. Rahat ol sevdiğim güvendiğin güvenini haketti... Ankara’ dan geldikçe çocukları ziyaret etti , Ali’ yi alıp gezdirdi sonra geri getirdi .
Bir de “ hani o hiç büyümeyecek , o hep ailenin küçüğü olarak kalacak “ derdin ya , öyle olmadı sevdiğim , sen gittin , kardeşin büyüdü . Ve öyle bir zaman geldi ki bir cümlesiyle beni bile büyüttü ... Ve yar dediğim Allah bizi kimseye muhtaç etmedi . Anladım ki niyet Allah rızası için olunca kulun kim olduğu mühim değil , kul bilmezse Halik bilir ve rızasına gönül verene başka kullar gönderir .
Bana hep “anlatmak istediğiniz , söylemek istediğiniz bir şey var mı ? “ diye soranlara “ yok “ dedim , “sessizliğimle eşlik edeyim “ şimdi niye anlattım bunları ?
Son bir kaç aydır hiç iyi değilim , içimde bir yangın , boğazımda bir düğüm. İnsanlar güçlü durmaya çalışanları duvar zannediyorlar , halbuki duvar olsa bile bir gün yıkılır . Kimseye yük olmamaya , dert olmamaya çalıştıkça hep daha fazlası beklenir oldu benden . Ben kimseye sitem etmedim , sabrettim de üstüne bir de sitem yedim . Hep doğru davrandım diyemem ama yanlış yapmamak için elimden geleni yaptım . En nihayetinde bende etten , kemikten , nefisten bir insanım . Benim için bunu söylemek , kendime bile itiraf etmek öyle zor oldu ki... ben çok yoruldum , çok yorgunum Halil ...herşeye , her yere yetmeye çalışırken kendime geç kaldım ve hiç bir şey tam olmadı , her şey eksik her şey yarım . Son zamanlarda “ nasılsın ? “ diyenlere “ kendimi bir kapatıp, yeniden açasım var “ diyordum . Sanırım bugün kendimi kapatıp yeniden açtığım gün olacak . Bütün kırgınlıklarımı , kızgınlıklarımı geride bırakıp , bütün yüklerimden ve kendime yük ettiklerimden kurtulup , önceliklerini doğru belirleyen bir Ayşe olarak kaldığım yerden devam edeceğim . Miladım olsun bugün benim ...
15 temmuz ... birilerinin hayatına hiç dokunmadı , birilerininkini tarumar edip geçti . Tüm bedel ödeyenlere ve yakınlarına dayanma gücü ver Allah’ım , yüklerimizi hafiflet ... Bizleri imtihanını kazananlardan ve sevgine mazhar olanlardan eyle . Bizlere seni sevmeyi , senin sevdiklerinin sevgisini ve sadece sana yaklaştıracak şeylerin sevgisini nasip et.
Allah’ ım bu hain gecenin mimarlarını , planı yapan , emri veren , emre itaat eden , gördüklerine kör , duyduklarına sağır kalan , hiç bir bedel ödemeden yaptığı hainlik yanına kar kalan her kim varsa sence malum , sen onları her iki cihanda dilediğin gibi cezalandır . Ayrıca 15 temmuz istismarcılarını ve içini boşaltanları, anlamsızlaştıranları , bunca yanan canı yok sayanları sana havale ediyorum.
Hakikati bilen sadece sensin Allah’ım , inanıyorum ki birileri masum , birilerinin imtihanı çok ağır . Sen onları koruyup kolla , onların imtihanını kolaylaştır , yüklerini hafiflet , yaşadıklarının nihayetinde kazananlardan olmalarını nasip et . Ailelerine kolaylık ve dayanma gücü ver ...
Son olarak farklı zamanlarda , farklı şekilde fakat bir vesileyle bize yardımı dokunan , yükümüzü hafifleten , bize iyi gelen , duasında yer veren , haberdar olduğum veya olmadığım herkese çok teşekkür ediyorum. Allah’ın rızası sizlerle olsun , Allah’a emanet olun...
104 notes · View notes
atanamayankafka · 4 years
Text
evden çıkarken anahtarlarını ve cüzdanını almanın çoğu zaman "her şey tamam" hissi verdiği bu dünyada, kelimelerini alıp giderken aynı duyguyu bir türlü yaşayamıyorsun. kitaplarını ya da bir sözlüğü yanına almak gibi değil çünkü kelimeleri taşımak. çünkü "kelimenin tam anlamını bize sözlükler verseydi, çiçek koklamak anlamını yitirirdi" dediğimde -her şeyimin kelimelerden ibaret olmasına ve hiçbir şeyin beni onlarla vakit geçirmek kadar oyalamamasına ve hiçbir şeyin onlarla oynamak kadar bana keyifli gelmediği yaşantıma rağmen- yazmanın boşluğunun yazmamaktan da büyük olduğunun da bilinciyle, yani aslında ne söylense eksik kalacak düşüncesini hiçbir zaman gözardı etmeyerek, yine de her seferinde son sözümü söylemek gibi bir gayreti barındırdım. bu da benim "nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak" tanımımdı. bu edebiyatla kirletmeden nasıl anlatılır diye bir cümle kurmuştum, çünkü hakikat bile edebiyata bulanınca gerçekliğinden koparılıyor gibi geldi. ya da yazılan hiçbir şeyin yaşanılanı karşılamadığı gibi. birinin ağıdını türkü diye dinlemek, kederini roman diye okumak, ıstırabını şiir gibi görmek acının muhatabına büyük bir haksızlık diye düşündüm hep. ve yazmak işte böyle, bir türlü sadede gelinemeyen bir şeydir.  
beş-altı ay önce tasarladığım bir hikaye vardı. bitirdiğimde, daha önce yazdığım iki hikaye ile birbirine bağlanacaktı. hayatımda ilk defa, sonunun nasıl olacağına yazmaya başlamadan önce karar verdiğim bir öyküyü yazmaya niyet ettim ve tabii ki yazamadım. araya bir dünya mesele girdi ve hikaye taslak olarak kaldı. kafamda çevirip durdum ve bunu yaparken cür'etime bak ki insana ait ne varsa bir seferde söylemek ve uzun bir süre bir şey yazmamak düşüncesini taşıyordum. bir türlü olmadı. aşık ismetî'nin "düştüm ibret aldım, kalktım unuttum" diye bir şiiri vardır. pek sevgili necati hoca, bu mısrayı kullandığı bir şiir getirip "şuna bir bak, sağını solunu düzelt" dediğinde "insan; kanatlı melek, kanatsız şeytan" mısrasını okuyup durmuş ve neresi düzeltilebilir insanın diye düşünmüştüm. ve yazmak işte böyle, daldan dala atlanılan bir şeydir. 
bugün birkaç tane görüntü izledim. bıçaklanan, demir çubuklarla dövülen, tekmelenen, kurşuna dizilen kan revan içindeki insanların başlarına gelen felakete nasıl çaresizce boyun eğdiğine şahit oldum. hem de bunu yapanlar, kendi haklılıklarına olan sarsılmaz inançlarının eminliği ile eylemlerini gerçekleştiriyorlardı. sevgili murat abi ile şiddet üzerine bir şeyler konuşurken, o şiddetin değil de karşısındaki çaresizliğin daha dayanılmaz olduğu hususunda birkaç şey söylemiştim. elim kolum bağlı, onların çaresizlikleriyle beraber, çaresiz kaldım. en çok da bunları yapanların bir insan olması, aynı kötülüğü benim de içimde barındırdığım fikriyle korkunç bir utanç uyandırdı bende. sonra kendi acılarımı düşündüm. nasıl hiçe indiğine tanıklık ettim. bir sözü dünyamı cennete çevirecek insanların, bunu benden nasıl esirgediklerine sitem ederken, insan denilen canavarın dünyayı nasıl cehenneme çevirdiğini gördüm. ve yazmak işte böyle, hiçbir yaraya merhem olmayan bir şeydir. 
neredeyse her gün, bir şekilde suça bulaşmış, her tavrından salt kötülük akan insanlarla tanışıyorum. onlara bakarken kendimce, şartların insanı getirdiği durumu göz önünde bulundurmaya çalışarak var oluş biçimlerine bir geçerlilik bulmayı umuyorum. üzülüyorum hallerine, anlamaya, bir çıkar yol bulmaya çalışıyorum. biliyorum ki umut etmek güzeldir ama dünya hiçbir zaman, bir önceki gününden daha güzel bir yer olmadı. yine de, elbet umut vardır diyorum. -ve sevgili said öyle şahane "umutsuzluk haramdır" demişti ki- , bir gün güzel bir şeyden bahsedecek bir şey yazana dek bir şey yazmak istemediğim fikrini bu sebeple kendime tekrarlıyorum. ve yazmak işte böyle, en çok kendine söylemektir.  
bütün bu olanların, olmayanların, hataların, günahların, hayatın, dünyanın içinde, "insan nedir ki iyi olsun" çok iyi bilerek, içimden "insanız, affet" demekten başka bir şey geçmiyor. hem kırıp döktüklerim, hem de kırılıp dökülen yanlarım için. 
ve yazmak i��te böyle, yazmayacağını bile yazmaya muhtaç bir halde dile getirdiğin bir şeydir.
2 notes · View notes
raskolnikovsendromu · 6 years
Text
       Yaşayanların içinde çürüyen ölü hayaller var ve ruha kazılan bu mezarlık her geçen gün büyüyor. Sonsuz bir huzura yahut daim bir mutluluğa doğmayı beklemiyorduk elbet, fakat...layık olmanın ya da hak etmemiş olmanın en ufak bir ehemmiyetinin olmayışını da ummuyorduk. Böylesi bir hal ile insan, sevgiye ve doğruya olan güven ve yönelişini sarsılmaz temeller üzerinde tutamıyor, maruz kaldığı suistimal, haksızlık ve ihaneti öyle kolayca sindiremiyor da. Ruhuna çarpan bunca kötülük içinde iyi kalabilmek ancak ütopik bir sabır ve iradeyle mümkündür ki insan, bir mazerete saklanan kötülüğü içsel olarak meşrulaştırıp benliğinde kendini kolayca aklayabilecek kadar kısasçıdır. Öyledir! Gayem insanlığı ayaklar altına almak değil. İçine doğulanın içinde yoğrulmak bu: ortamdan, dinden, dilden, kültür ve etnik yapıdan bağımsız olunamayışı sonucunda vuku bulan bir hakikat. Ne hayat ne de insan berbat. Sadece...ikisi birbirinden ayrı düşünüldüğü vakit sanki daha temizler. Belki de hep akıl yüzündendir. Nihayetinde kötüyü de iyiyi de var eden ve onlara kıyafetler diken başka kim var?
...        
170 notes · View notes
mine-yagiz · 6 years
Text
Tiyatro incelemesi ; Hakikat, Elbet Bir Gün (Ocak 2019)
Tiyatro incelemesi ; Hakikat, Elbet Bir Gün (Ocak 2019)
“Deli dediğin gerçeği çalınandır.”
D22, yeni sezona Berkay Ateş’e 25.Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’nü kazandıran, Serkan Salihoğlu’nun yönettiği ‘Hakikat, Elbet Bir Gün’ oyunuyla merhaba dedi.
Gizem Erdem, Seda Türkmen, Emir Çubukçu, Can Kulan, Berkay Ateş’in sizi tek perdede nefesinizi keserek sahneye kitleyeceği olağanüstü bir performansa hazır olun.
(more…)
View On WordPress
0 notes
arifdbsr · 5 years
Text
Tumblr media
Üç yıl ... tam üç yıl geçti , gittiğinden beri ... bazen üç gün öncesi gibi , bazen üç asır kadar eski ...
Fotoğraflarına bakıyorum zaman zaman... sanki hiç gitmemişsin, böyle kanlı canlı karşımda duruyormuşsun gibi , bazen de hiç tanımadığım , hiç tanışmadığım bir yabancı sanki ... Anlayacağın yar dediğim , sen bana bazen can oluyorsun bazen el gibi...
Çok şey değişti sen gittiğinden beri , bazı şeylerse inadına kaldı olduğu gibi ... Çocuklar büyüdü , ben büyüdüm . Her geçen yıl başka şeyler öğretti , her geçen yıl bir şeyler aldı götürdü yerine başka başka güzellikler getirdi .
Ali Cihat daha sakin , aramız daha iyi , her zamanki gibi umursamaz tavrının altında çok naif , çok hassas yüreği ... “İlk göz ağrım “diyerek sevdiğin , her anına şahitlik ettiğin , en çok emek verdiğin ...
Zeynep eskisi gibi sakin ve anlayışlı zeynep değil , yine uyumlu , olgun, akıllı ama daha öfkeli . Zeynep ... “babasının süsü” diye sevdiğin... Nasıl düşkün sana , nasıl seviyor hala seni ... Yeryüzünde herkes unutsa , bir tek o unutmaz sanki ... Senin gidişinle değişti ... o kadar zor oldu ki anlatmak bir daha hiç gelmeyeceğini ...
Ömer ... ilk yaşını bile göremediğin ... ne zaman böyle düşünsem ve yansa ciğerim , evladının doğduğunu göremeyen babaları düşünüp hamdederim... İlk konuşmayı öğrendiğinde “ anne , babam nerde ? , gelsin artık “dedi . Bir ara arkadaşlarımın eşlerine “ baba “ diye seslendi , akşamları zil çaldığında “ babam geldi “ diye koştu kapıya ... neyseki uzun sürmedi ... zeynep her defasında onu“ Ömer , babam cennette , eğer iyi insan olursak, biz de cennete gideceğiz “ diye teselli etti . Şimdiler de Ömer “ babam öldü “ diyor , zeynep öfkeleniyor “ hayır babam ölmedi , şehitler ölmez ,o bir kahraman “ diyor . Ömer’de “ babam öldü “ diyor da ölmek nedir bilmiyor ki ... bazen bana “ anne, babam nerde ? , babama gidelim “ diyor , öylece kalıyorum . Geçenlerde “ mezarlığa gidelim mi Ömer ? “ dedim “ tamam gidelim , hem belki babam da oraya gelir “ dedi. Mezarlığa gittik , “ anne , babam gelmemiş , babam nerede ? “ dedi , kabrini gösterdim . “ ama burada çiçekler var “ dedi . “ baban onların altında uyuyor “ dedim . “ O zaman onu , çiçeklerin altından çıkaralım “ dedi. Baktım verecek cevabım , anlatmaya da gücüm yok“ haydi oğlum , sen biraz koş “ dedim .
Ve ben ... sanki yüreğimde bir yanım volkan , bir yanım buzdağı... içimdeki ateş her alev aldığında , imtihanımı nimet kabul edecek kadar ağır imtihan yaşayanları düşündüm , avuttum kendimi . Allah’ın bana gönderdiği güzel kulları ile su serptim yüreğime ve rahmeti bol Rabbimin varlığı ile güç buldum , ona sığınıp devam ettim yoluma güvenle ...
İlk zamanlar ... Algıda seçicilik oluyor sanırım , ne zaman çıksam dışarı el ele tutuşan çiftlere takılırdı gözlerim ... hele yaş almış çiftleri gördükçe bir an daha fazla acırdı yüreğim ... bazen sosyal medyada paylaşılan çift fotoğrafları kaybettiğim şeyi hatırlatır incecik bir sızı ile yakardı içimi ... o zaman daha iyi anladım , çok masum görünen bir şeyin bilmeden , istemeden belki ne kadar çok kul hakkına girmemize sebebiyet verdiğini ...
Eskiler ibadet de ,muhabbet de, kabahat de gizli yapılır derlerdi . Böylece ibadette riya olmaz , kabahat de şahit tutulmaz ki günah da normalleşmezdi ... muhabbet ise hem nazara gelmez , hem kul hakkına girmezdi. Çok değil yakın geçmişte sahip olduklarımızı ilan etmezdik o sebeple yuvada huzur , muhabbette ve sofra da bereket olurdu ve yapılan her şeyde var olurdu muhakkak edep ...
İlk bir kaç ay sürdü bendeki bu hal , bilirsin beni, herşeye verilecek mantıklı bir cevap bulur , avuturum kendimi ... ilk zamanlardı ... çoktan geldi geçti ...
Bir de öfke duyduklarım ve hayal kırıklıklarım var ... Ne söylediğini nereye gideceğini bilmeden , ne yaptığını görmeden , bazen de yapması gerekeni yapmayıp söylemesi gerekeni söylemeden hayatına devam edenlere ... Hep derdim ya sana “etrafın çok kalabalık , çok çabuk güveniyorsun insanlara , her seviyorum diyene aldanma “ diye . Severlerdi seni biliyorum , senin gibi abiyi , dostu kim sevmez ki ... bir gün sana “ keşke eşin olacağıma arkadaşın olsaydım “ demiştim . İyi insanlara eş olmak , evlat olmak zordur zira sıra sana gelsin diye beklersin . Sevmek değil de sevginin tezahürü çok mühim mesele . Şunu söyleyeyim üç kişi şaşırttı beni ikisi müspet birisi menfi ... çok kalabalıktı etrafın sen hayattayken , oysa şimdi çocuklarının büyüdüğüne şahitlik edenleri toplasan bir elin parmakları kadar etmez . Herkesin canı çok yandı biliyorum çünkü sen herkese çok emek verdin . Herkes acısını farklı yaşar elbet , sadece seninle o kadar zaman geçirip seni hiç tanımamışlar ona sitemim . Bizden çaldıkları vakti haketmeyişlerine öfkelendim .
Mezarına geliyorlar , ağlıyorlar , dertleşiyorlar seninle... senin kaderin , iki alemde dert dinlemek ... Ev ile mezarlık arası 5 dakika bir kez merak etmediler emanetlerini ... yine bu benim gördüğüm , bildiğim . Hakikat Allah’ın katında malum . Elbet vardır herkesin kendince bir sebebi ...
Ben ise , bazen bir Yasin okuyacak bazen de sadece bir Fatiha okuyacak kadar kalabiliyorum yanında . Gelmezsem eksik kalıyorum , geldiğimde ise sanki sen orada değilsin . Bir nefeslik uğrayabiliyorum yanına , nefes alıp dönüyorum zira yetişmem gereken yerler , yapmam gereken işler oluyor ... emanetlerine ve ismine sahip çıkmaya çalışıyorum elimden geldiğince , ismini kullanmak yerine , ismine layık olmaya ... yapabildiğim , olabildiğim kadar .
Her an seninleyim zaten , her an aklımda , dilimde ve kalbimdesin ... bazen muhabbet bazense sitemle ... gerek yok uzun uzun anlatmaya , inanıyorum herşeye şahitsin ...
Eskiden seni ziyarete geldiğimde diğer şehitleri de ziyaret ederdim . Kabirler süslü birer çiçek bahçesi gibi . Herkes ayrı özeniyor , renk renk çiçeklendiriyor kabirleri . Fakat şehitlerden birinin kabrinde çiçekler yanında yabani otlar var , gözüm onlara takılıyor , temizlemek istiyorum elim gidiyor zor tutuyorum kendimi . Üzerime vazife değil elbet de takıntılıyım bilirsin beni . Neyse bir kaç kez böyle denk gelince dedim “ uzak oturuyorlar , belki sık sık gelemiyorlardır , belki de rahatsız etmiyordur otlar , beni rahatsız ettiği gibi” . Neyse ... bir gün bir vesileyle şehidimizin eşiyle beraber gittik mezarlığa . Şaka yollu takıldım “ Ayşegül abla , sen çok ihmal ediyorsun Mehmet abiyi , bak hep otlar sarmış her yeri . Kaç kez elim gitti temizlemek istedim ama belki sen başka bir kadın elinin eşinin mezarına uzanmasını istemezsin , ya da Halil benim başka bir adamın mezarı ile ilgilenmemden rahatsız olur diye kendime engel oldum “ o da gülümseyerek bana “ haklısın Ayşeciğim , öyle düşünmezdim de ... “ dedi ve devam etti “Bakıyorum şimdi , bunlar da Allah’ın bir otu , çiçeklerde ... burada kendiliğinden bitivermişler . Sırf diğerleri gibi güzel değiller diye , onları koparmaya gönlüm el vermedi ... “
Böyle bir hadisede böyle bir cevap tahayyül edemezdim . O gün öğrendim ki hayatta çok fazla şey göründüğü gibi değil . Hadiselerin bir aşikar bir de gizli yanları var . Oysa biz insanlar, ne kolay durum tespiti yapıyoruz , ne kadar çok şeyi biliyoruz , ne kolay hüküm veriyoruz ... işte tam da burada ömür hikmeti ... insan yaşadıkça öğreniyor , o da öğrenmeye varsa niyeti ...
Sen giderken çocuklarını ümmete emanet ettin , ümmetten gelenler emanetlerinin büyüdüğüne şahitlik etti . Hani ben sana “ sen başkaları için bu kadar koşturuyorsun , Allah korusun sana bir şey olsa bu insanlar aynı şeyi yapacaklar mı ? “ demiştim , gitmeden 10 gün önce . Sen bana “ diğerleri yapmaz “ deyip bir isim verdin “ ama o yapar , o da benim gibi dedin “ emin misin ? diye sordum sana “ boşver hatun , Allah bilsin , Allah kimseye muhtaç etmesin de bizi “ dedin. Rahat ol sevdiğim güvendiğin güvenini haketti... Ankara’ dan geldikçe çocukları ziyaret etti , Ali’ yi alıp gezdirdi sonra geri getirdi .
Bir de “ hani o hiç büyümeyecek , o hep ailenin küçüğü olarak kalacak “ derdin ya , öyle olmadı sevdiğim , sen gittin , kardeşin büyüdü . Ve öyle bir zaman geldi ki bir cümlesiyle beni bile büyüttü ... Ve yar dediğim Allah bizi kimseye muhtaç etmedi . Anladım ki niyet Allah rızası için olunca kulun kim olduğu mühim değil , kul bilmezse Halik bilir ve rızasına gönül verene başka kullar gönderir .
Bana hep “anlatmak istediğiniz , söylemek istediğiniz bir şey var mı ? “ diye soranlara “ yok “ dedim , “sessizliğimle eşlik edeyim “ şimdi niye anlattım bunları ?
Son bir kaç aydır hiç iyi değilim , içimde bir yangın , boğazımda bir düğüm. İnsanlar güçlü durmaya çalışanları duvar zannediyorlar , halbuki duvar olsa bile bir gün yıkılır . Kimseye yük olmamaya , dert olmamaya çalıştıkça hep daha fazlası beklenir oldu benden . Ben kimseye sitem etmedim , sabrettim de üstüne bir de sitem yedim . Hep doğru davrandım diyemem ama yanlış yapmamak için elimden geleni yaptım . En nihayetinde bende etten , kemikten , nefisten bir insanım . Benim için bunu söylemek , kendime bile itiraf etmek öyle zor oldu ki... ben çok yoruldum , çok yorgunum Halil ...herşeye , her yere yetmeye çalışırken kendime geç kaldım ve hiç bir şey tam olmadı , her şey eksik her şey yarım . Son zamanlarda “ nasılsın ? “ diyenlere “ kendimi bir kapatıp, yeniden açasım var “ diyordum . Sanırım bugün kendimi kapatıp yeniden açtığım gün olacak . Bütün kırgınlıklarımı , kızgınlıklarımı geride bırakıp , bütün yüklerimden ve kendime yük ettiklerimden kurtulup , önceliklerini doğru belirleyen bir Ayşe olarak kaldığım yerden devam edeceğim . Miladım olsun bugün benim ...
15 temmuz ... birilerinin hayatına hiç dokunmadı , birilerininkini tarumar edip geçti . Tüm bedel ödeyenlere ve yakınlarına dayanma gücü ver Allah’ım , yüklerimizi hafiflet ... Bizleri imtihanını kazananlardan ve sevgine mazhar olanlardan eyle . Bizlere seni sevmeyi , senin sevdiklerinin sevgisini ve sadece sana yaklaştıracak şeylerin sevgisini nasip et.
Allah’ ım bu hain gecenin mimarlarını , planı yapan , emri veren , emre itaat eden , gördüklerine kör , duyduklarına sağır kalan , hiç bir bedel ödemeden yaptığı hainlik yanına kar kalan her kim varsa sence malum , sen onları her iki cihanda dilediğin gibi cezalandır . Ayrıca 15 temmuz istismarcılarını ve içini boşaltanları, anlamsızlaştıranları , bunca yanan canı yok sayanları sana havale ediyorum.
Hakikati bilen sadece sensin Allah’ım , inanıyorum ki birileri masum , birilerinin imtihanı çok ağır . Sen onları koruyup kolla , onların imtihanını kolaylaştır , yüklerini hafiflet , yaşadıklarının nihayetinde kazananlardan olmalarını nasip et . Ailelerine kolaylık ve dayanma gücü ver ...
Son olarak farklı zamanlarda , farklı şekilde fakat bir vesileyle bize yardımı dokunan , yükümüzü hafifleten , bize iyi gelen , duasında yer veren , haberdar olduğum veya olmadığım herkese çok teşekkür ediyorum. Allah’ın rızası sizlerle olsun , Allah’a emanet olun...
| Ayşe Kantarcı
6 notes · View notes
etaali · 4 years
Text
Biz ki şunu yapmaya çalışıyoruz:
Bugün öncelik Karabağ'ın kurtarılmasıysa eğer samimi, dürüst, ahlaklı bir şekilde her kim her neye gücü yetiyorsa onunla bu mücadeleye destek olmalı.
Onun için de Azerbaycan'a dostlukları artırıcı tavır takınıyoruz. Düşmanlıklar oluşturacak, halkı gereksiz yere kutuplaştıracak söz ve tavırlardan uzak duruyoruz.
Klavye başında sahtekarlık, yalan ve fitne üreten her bihâya'dan uzak durulması gereken gün olduğuna inanıyoruz bugünün...
Yoksa 40 yıldır Emperyalizmin patronlarına bükülmeyen bileğin, siyonizme 1 milyon şehid vermiş milletin, üç kırık GAMOH artığı algı projesine elbette hakikat sahasından çokça cevap var, biliyoruz.
Siyonist projenin ülkemiz ve komşularına yönelik 'Sürekli Mesafe Kuralı" adını verdikleri hikayeden de haberimiz var. Halklarımızı her daim birbirinden uzak tutmaya matuf bu projenin en gönüllü ve organize olanıydı FETÖ...
"Cennetin yolu İrandan geçse, geçmem!" diyenin ne dediğini, niye dediğini, kimin için dediğini nasıl unuturuz. Onlar ifşa ama ruhları bir çok kriptonun bedeninde gizli şimdi. Farsı Türkten, Türkü Kürtten, Kurdü Araptan "uzak durmaya" kilitlemesi onları çok sevdiğinden değildi elbet.
Dünya haritasında biraz güneye gidin, Pakistanlılarla Bangladeşlilerin durumuna bakın beni anlarsınız. Yine Hindistanlılarla olan durumları da... Birbirlerinin kanını içiyorlar, biliyoruz.
Bir şeyi daha biliyoruz ki, geçmişinde onca savaşa rağmen Fransa'nın Almanya'yla, İsveç'in Norveç'le kuzu sarma olduğunu. Dostluklar onların, düşmanlıklar bizim. Cehalet sana lanet olsun!
Emperyalizm böldükçe kazanacak! Bölmeye gönüllü yazılmış cehalet ehli, eline tutuşturulan taşla kırdığı komşusunun camının kırığında kendi ayağını da kanatacak. Bir domino taşı gibidir yıkılacak olan; sizi de yıkar. Parçalanmış bir İran Türkiye için, Türkiye İran için alkışlanacak bir durum değildir. Cehalet niye anlamıyor. Anlamadığıyla kaybettik, kaybediyoruz, kaybedeceğiz....
O gün Azerbaycan cephelerinde ayak izi olanlara, orda mezar tapusu olanlara ne hikmetse hep "Azerbaycan Geceleri"i düzenleyen, burada yiyip içen, cephe görmemiş konser yorgunu kesim tavır yapıyor.
Üç kurum dahi bir araya gelemeyen, Diaspora üzerinden birbirine olmadık laflar edenlerin hakikati perdeleyip, ABD imalatı GAMOH ruhuyla bu coğrafyayı daha da bölmeye matuf çabaları insanın içini yakıyor.
Kaç gündür komşumuza olmadık yalanlarla çemkirenlerin bir kez dahi olsa Ermenistan'a alan açmak için Azerbaycan istihbaratı veren İsrail için laf etmemeleri manidar değil mi sizce?! Hiç, ama hiç kimse konuşmuyor bunu, neden?
İsrail Irkçı Rejimin bu coğrafyada kah Türkçü, kah Kürtçü, kah Sünni-Şii provokasyonlarına bunca teşneliği ne vatanseverlikle ne ırkseverlikle ne de mezhepseverlikle izah edebiliriz. Bu nâdanlık değilse nedir peki?!
Olsa olsa düşman eli düzeltmektir...
Yapmayın!
Yazıktır, günahtır, ayıptır!
1 note · View note
gulindede · 5 years
Text
2018-2019 bakiyesi
Geçen sezonun bakiyesini yeni sezon başlarken yayınlamak. :)
1. Kıyı, Moda Sahnesi, 29 Eylül, *** 2. Cadı Avı, Emek Tiyatrosu, 6 Ekim, *** 3. Frida, Küçük Salon, 13 Ekim, *** 4. Hakikat Elbet Bir Gün, D22, 17 Ekim, *** 5. Killology, Craft Tiyatro, 30 Ekim, *** 6. Pss Pss, Compagnıa Baccalà, 20 Kasım, ***** 7. Fourfold, Platform 0090, 22 Kasım, * 8. Hamlet, THEATRE OF NATIONS, Robert Lepage, 23 Kasım, *** 9. Beyaz Üzerine Beyaz, Kunst / Werk & Platform 0090, 24 Kasım, *** 10. Gece Sempozyumu, Zorlu PSM, 24 Kasım, *** 11.Yüzyılın evi, Galataperform, 25 Kasım, **** 12. Do-Ku-Man, Taldans, 26 Kasım ** 13. Dünyada Karşılaşmış Gibi, Krek, 26 Kasım **** 14. Zebercet, Talimhane Tiyatrosu, 28 Kasım, *** 15. Pixel, 4 Aralık, **** 16. Zengin Mutfağı, DasDas, 19 Aralık, ** 17. Unutulan, Yersiz Kumpanya,4 Ocak, *** 18. Kader Can, Bam İstanbul, 5 Ocak,  **** 19. Artık Bir Davan Var, BGST,  14 Ocak, *** 20. Aslan asker Swayk, Katot, 17 Ocak  ** 21. Nihayet Makamı, Altıdan Sonra, 22 Ocak, ***** 22. Güle güle Diva, DasDas, 9 Şubat **** 23. Küründen Kabare, 20 Şubat, *** 24.Tırnak İçinde Hizmetçiler, Hemhal, 23 Şubat *** 25. Mazgal, Tiyatro Obs, 13 Mart, ** 26. Benimle Gelir Misin?, B Planı, 30 Mart **** 26. Meçhul paşa, Tiyatroadam,13 nisan, **** 27. Fotoğraf51, Craft Tiyatro, 19 Nisan *** 28. Pleasant Island - Silke Huysmans & Hannes, Dereere/CAMPO, 13 Mayıs 29. Penelope sleeps - Mette Edvardsen, Kaaitheater, 14 Mayıs 30. Pillow Talk, Begüm Erciyes 31. Yaralarım Aşktandır, 28 Mayıs, ** 32. Araba Kullanmayı Nasıl Öğrendim, Oyun Atölyesi, 9 Haziran, ***
Kunstenfestivaldesarts kısaları
1.Presentation of workspacebrussels - Valérie Wolters 2.Showing Trails & Grooves - Cassiel Gaube 3.Talk Between Us - Anyuta Wiazemsky and Kim Snauwaert 4.Showing dddddddddduettttttttttttttttttttttttt - Dan Mussett and Laurent Delom 5.Talk Calculated Risk - Kasper Vandenberghe 6.Showing Bright Days - Groupe Pluton 7.Hyphen – Charlotte Vanden Eynde, Nicolas Rombouts 8.Kadrage - Jef Van gestel (Tuning People) 9.Ellipsis – Kevin Trappeniers 10.Tender Men – Koen De Preter 11.Man strikes back – Post uit Hessdalen 12.15419 FT – Post uit Hessdalen 13.Mia Fair – Stefanie Claes (Lucinda Ra) 14.Willard – Tom Struyf 15.Forced Labor – Ugo Dehaes 16.Tuning Things – Wannes Deneer (Tuning People)
Çocuk Oyunları
1. Her Kafadan Bir Ses, Moda Sahnesi, 21 Ekim, *** 2. Tavşan Aranıyor, Atta Fest, 28 Ekim, *** 3. Mira Miro, Atta Fest, 14 Aralık , **** 4. Yeni Dünya, Bir Uzay Macerası, Nilüfer Tiyatro, ***** 5. Zaman Makinesi 2, Albert Einstein , ** 6. Pi Hanımın Tarifsiz Kurabiyeleri, DasDas 9 Mart, *** 7. Göçebe, Primatölye, *** 8. Soğuktan Korkmayan Tek Kuş, ****
2 notes · View notes
geldimgidiyorum · 2 years
Text
Cenazeler neredeyse kimsesiz defnediliyor. Son yolculuğa çıkarken, giden de kalan da yapayalnız. Acısını paylaşmak istese insan, başını koyabileceği bir omuz yok…
Her gün toplu taşıma ile işine gitmek zorunda olan da yalnız, işyeri kapanıp mecburen hayatı eve sığdıran da…
“Hayallerinin peşinden git, sevdiğin işi yap” güzellemeleri yapanlar, şimdi her zamankinden daha çok muhtaç; hayal ettiğini değil, mecbur kaldığını yaşayana…
Son günlerin popüler cümleleri; “hayat eve sığar”, “herkes kendi ohalini ilan etsin”…
Tahammülü en zor olan da; “salgın herkesi eşitledi”… Aksine; salgın sınıf farkını bütünüyle gün yüzüne çıkardı. Lüks konutlarında kendi karantinasını tatil tadında yaşayıp, canı sıkılan, sıkıldıkça online alışveriş yapanla, iki göz odalı evde yaşayan, üstüne bir de sokakları ya da migreni tutanın korkup da giremediği hastanenin tuvaletini temizlemek zorunda olan, market listelerimizi kapımıza kadar taşıyan nasıl eşit olabilir ki? Bilmem hangi ünlü, korona paniği ile özel hastanede testini de tedavisini de kolayca yaptırabilirken, devlet hastanesi acilinde virüs taşıyanı/sağlıklısı yüzlerce kişi birarada sıra beklemek zorundaysa, hangi eşitlik? Yüce devletine bağış yapan vatansever ilan edilip, zırnık yok diyenler, ödediği verginin hesabını soranlar terörö muamelesi görüyorsa hangi eşitlik?
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, hakikat bu… Kendimize döndüğümüz bugünlerden sağ salim çıkarsak eğer, bireysel aydınlanmanın geçtiği yolun, kolektif mücadeleden azade olmadığını da anlamış oluruz umarım. İnsanın insanca yaşaması için, başkasının hak arayışına kendi meselemiz gibi sahip çıkarsak mümkün olabilir ancak.
O espriler de olmasa nasıl geçer bugünler diye düşünenler haksız değil elbet. Ama tehlikeli olan; hissizleşmek sanırım -ki uzun zamandır çoğumuz bu haldeyiz- alışıyoruz her şeye… Oysa her şey gözümüzün önünde olup bitiyor. Hepimiz buradayız yani. Hepimiz buradayız…
Nisan 2020
0 notes
asksalmevzular · 4 years
Text
       Yaşayanların içinde çürüyen ölü hayaller var ve ruha kazılan bu mezarlık her geçen gün büyüyor. Sonsuz bir huzura yahut daim bir mutluluğa doğmayı beklemiyorduk elbet, fakat...layık olmanın ya da hak etmemiş olmanın en ufak bir ehemmiyetinin olmayışını da ummuyorduk. Böylesi bir hal ile insan, sevgiye ve doğruya olan güven ve yönelişini sarsılmaz temeller üzerinde tutamıyor, maruz kaldığı suistimal, haksızlık ve ihaneti öyle kolayca sindiremiyor da. Ruhuna çarpan bunca kötülük içinde iyi kalabilmek ancak ütopik bir sabır ve iradeyle mümkündür ki insan, bir mazerete saklanan kötülüğü içsel olarak meşrulaştırıp benliğinde kendini kolayca aklayabilecek kadar kısasçıdır. Öyledir! Gayem insanlığı ayaklar altına almak değil. İçine doğulanın içinde yoğrulmak bu: ortamdan, dinden, dilden, kültür ve etnik yapıdan bağımsız olunamayışı sonucunda vuku bulan bir hakikat. Ne hayat ne de insan berbat. Sadece...ikisi birbirinden ayrı düşünüldüğü vakit sanki daha temizler. Belki de hep akıl yüzündendir. Nihayetinde kötüyü de iyiyi de var eden ve onlara kıyafetler diken başka kim var?
0 notes
sebperest · 7 years
Text
Bizi güçlü kılan yakınımızdaki zayıflıklardır
The Mountain Between Us/Aramızdaki Sözler filmini izlerken şunu düşündüm: Bizi güçlü kılan yanımızdaki/içimizdeki zayıflıklardır. Güçlü, eğer civarında şefkat edeceği bir zayıf yoksa, güçsüzleşir. Tıpkı anahtar ve kilit ilişkisinde olduğu gibi merhamet ve zayıflık beraber çalışır. Biri ortaya çıktığında diğeri yardımına koşar. Hatta kendisini zayıf bilen dahi daha zayıfını bulduğunda kavileşir. Belki de bu yüzden finaline doğru Alex Martin (Kate Winslet) ve Ben Bass (Idris Elba) birbirlerine "Beni sen kurtardın!" diyorlardı. Çünkü doktoru güçlü kılan gazeteciydi. Gazeteciyi güçlü kılansa doktordu. Birisinin cür'eti diğerini gayret etmeye zorladı. Berikinin dikkati ötekini çılgınlıktan korudu. Burada aşkı farklı bir rengiyle gördük. Aşk, genel anlamda bir uyumu ifade etse de, bu uyum 'aynıların uyumu' olmak zorunda değildir. Zıtların uyumu da aşka benzer bir temayül içerir. Hatta bu konuda şunu da söyleyebiliriz: Aşk, bir ölçüde benzerlik, bir ölçü de farklılık ister. Ülfet için benzerlikleri hayret içinse farklılıkları kullanırız. Hayretsiz bir ülfet bizi bıkkınlığa ülfetsiz bir hayretse korkuya sürükler. Kaçtığımız şeylerden onlara ülfet etmemiz mümkün olmadığı için kaçarız. Sıkıldığımız şeylerden onlara hayret edemediğimiz için sıkılırız. Burada bir denge var. Korunması gereken bir gizem var. Ayın bir yüzü karanlıkta kalmalıysa da diğer yüzü aydınlanmalı. Şurada 'rahat' orada 'merak' ederiz. İkisine de ihtiyacımız var. Cahil kalmak istemiyoruz. Tamam. Ama herşeyi bilmek de istemiyoruz. Hayatın bir heyecanı olması için 'bilme' tüm yaşama dağılmalı.
Buradan şuraya gelelim: İnsanın geleceğini bilmemesi de ona bir nimettir. Geçmişini unutamaması da... Hafıza ülfet için gerekli olan malzemeyi sağlar bize. Gayb ise hayret için gerekli olan cahilliği. Tıpkı başka bir insana tutunmak için bu iki eli kullandığımız gibi hayata tutunmak için de aynı iki eli kullanırız. Geleceğin sürprizleri olmasa ertesi güne uyanmak zorlaşır. Geçmişin bilgisi olmasa uykuya yatmak mümkün olmaz. Ülfet ve hayret arasına bir 'mışıl mışıl uyku' berzahı girer. Gelin biz buna 'huzur' diyelim. Evet, huzur, salt 'herşeyi bilmekten' kaynaklanmaz. Herşeyi bilmemekten de bir güven hissi alırız biz. "Gün doğmadan neler doğar!" derken Allah'a dair duyduğumuz umut yaratışına sınır koyamayışımızdandır. Bu bizi olabileceklere dair meraklandırır. "Neylerse güzel eyler!" derken hissettiğimiz de hikmetine dair ülfetimizin verdiği güvendir. Alex Martin ve Ben Bass'a birbirlerine nasıl âşık oldular? Bir hikaye, ama sıradışılıklarla dolu bir hikaye, sahibine neler kazandırır? Bu soruların cevabını bulmak için şu dünyaya gelişimize de bakmak lazım arkadaşım. Cenab-ı Hak bizi yaratmadan önce bilmiyor muydu hangimizin ne yapacağını? Elbette biliyordu. Bilmeseydi olanları yaratamazdı. Yaratmak bilmek işidir. Fakat bu imtihanı yaşatmakla, bahşetti, bizi bir hikaye sahibi yaptı. Cennette ebediyen yâd edeceğimiz, inşaallah, bir öykümüz var artık bizim. Tıpkı Alex'in fotoğrafları gönderirken Ben'e dediği gibi: "Bunların ne anlama geldiğini yalnızca sen bilebilirsin." Ben şu an sana izlediğim bir filmi anlatmaktan keyif alıyorum. Sen de katlanıyorsun. Demek ki seviyorsun. Bu filmi çeken de, öyküsünü yazan da, oyunculuğunu katan da elbet ondan bir keyif alıyor. Alıyor ki yapıyor. Sence cennette 'bize has' hikayelere sahip olmakla biz de böyle keyif almaz mıyız? Aşkı gerçek kılan özgünlüklerse, mutlu olalım, hepimize hayatımızın başrolü verildi. Eh, peki, söyleyeceklerim şimdilik bitti. Yazımda bir hakikat gördünse, kısacık elinden tut, onunla birlikte Saffat sûresinin berrak semasına çık: "Naîm cennetlerinde karşılıklı tahtlar üzerindedirler. (...) İşte o zaman birbirlerine dönerek (dünyadaki hallerini) soracaklar."
2 notes · View notes