#hint felsefesi
Explore tagged Tumblr posts
felsefebilim · 1 year ago
Text
Abhasavada Nedir?
Tumblr media
Abhasavada, Sanskritçe bir kavramdır; kelime anlamı olarak abhasa'dan türemiştir ve abhasa da yansıma, benzeme demektir. Hint felsefesinden Advaita Vedanta geleneğinde ise "görünüş teorisi" anlamında kullanılır. Burada Advaita Vedanta geleneğinden Hintli filozof Suresvara, Abhasavada ile aslında Platon'un idealar teorisine yakın bir teoriyi anlatır. Bireysel ruhun sadece yaratıcı tanrı Brahman'ın bir yansıması, projeksiyonu olduğunu söyler. Bunun nedeni ise Brahman'la tüm ruhların özdeş olduğuna inanılmasıdır.
18 notes · View notes
musatokmak · 2 months ago
Video
youtube
Kelile ve Dimne – Beydeba | Sesli Kitap
#kelilevedimne #beydeba #selikitap #podcast Dünya edebiyatının en etkileyici ve öğüt verici eserlerinden biri olan Kelile ve Dimne, Hintli bilge Beydeba tarafından yazılmıştır. Bu klasik eser, hükümdarlara öğüt vermek amacıyla kaleme alınmış, hayvan karakterleri üzerinden insan davranışlarını, siyaset, ahlak ve yönetim ilkelerini alegorik bir dille anlatmıştır. Bu sesli kitapta; aslanlar, tilkiler, kaplumbağalar, baykuşlar gibi sembolik karakterlerin akıl dolu öyküleriyle karşılaşacak, hikmetli öğütlerle dolu bir dünyaya adım atacaksınız. Hem çocuklara hem de yetişkinlere hitap eden bu klasik, evrensel değerlerin ve insani derslerin nesilden nesile aktarılmasında önemli bir yer tutar. 🎧 Sesli anlatım sayesinde eserin atmosferini hissedecek, kulaktan kalbe bir yolculuk yapacaksınız. 📌 Videoyu beğenmeyi, yorum yapmayı ve kanalımıza abone olmayı unutmayın. 📚 Kelile ve Dimne: Bilgeliğin sesi, edebiyatın ışığı. Kaynak CCBY Kaynak: CCBY https://archive.org/details/keli-le-ve-di-mne-beydeba 🏷️ Anahtar Kelime: kelile ve dimne, beydeba, kelile dimne sesli kitap, sesli kitap, fabl kitabı, klasik eser, doğu edebiyatı, hint edebiyatı, fars edebiyatı, hikmetli hikayeler, ahlaki öğütler, hayvan hikayeleri, kelile dimne özet, kelile dimne konu, kelile dimne karakterler, kelile dimne ders, kelile dimne mesaj, kelile dimne fabl, kelile dimne ne anlatır, kelile dimne özeti, kelile dimne nedir, kelile dimne yazarı, beydeba kimdir, hint klasikleri, edebi klasik, pers masalları, öğretici hikayeler, ahlak hikayeleri, siyaset hikayesi, tilki hikayesi, aslan hikayesi, kaplumbağa hikayesi, baykuş hikayesi, yönetim dersi, devlet yönetimi, halk hikayeleri, anlamlı öyküler, youtube kitap, kitap dinle, klasik kitaplar, sesli klasik kitap, eğitici sesli kitap, çocuklar için fabl, yetişkinler için fabl, kelile dimne dinle, kelile dimne pdf, kelile dimne oku, kelile dimne indir, kelile dimne mp3, kelile dimne youtube, kelile dimne fabl örnekleri, kelile dimne sesli anlatım, fabl dinle, fabl türü, ders veren masal, fabl kitap önerisi, kitap özeti, sesli öykü, kısa fabl, uzun fabl, kelile dimne türkçe, kelile dimne türkçesi, kelile dimne çizgi film, kelile dimne alıntı, kelile dimne sözleri, değerler eğitimi, karakter eğitimi, fabl hikayesi, kelile ve dimne hikayesi, kelile ve dimne bölümleri, kelile ve dimne ders notları, kelile ve dimne yazarı, kelile ve dimne yazılışı, beydeba eserleri, fabl mesajı, anlamlı kitaplar, kelile dimne konusu nedir, beydeba'nın hikayeleri, klasik sesli anlatım, klasik fabl, kelile dimne örneği, kelile dimne sözler, kelile dimne analiz, kelile dimne inceleme, kelile dimne karakter analizi, fabl türünün örnekleri, fabl kitap incelemesi, değer eğitimi kitapları, klasik öğütler, kelile dimne hikaye analizi, kelile dimne özet bilgi, eğitici kitap, halk edebiyatı, çocuk klasikleri, sesli fabl kitap, sesli klasikler, eski çağ hikayeleri, dünya klasiği, edebi öğretmenlik, eski dönem hikayeleri, fabl yazıları, fabl karakterleri, eski kitaplar, kelile dimne kitap kapağı, kelile dimne pdf oku, hint masalları, hintli yazarlar, fabl örnekleri youtube, fabl listesi, fabl dinletisi, sesli dinle kitap, kelile dimne ders notları pdf, kelile dimne fabl çözümleme, kelile dimne kitap yorumu, fabl eserleri, islam edebiyatı, klasik islam eserleri, ahlaklı kitaplar, erdemli yaşam, fabl anlamı, kelile dimne öğretici yönü, youtube fabl kitap, öğretmen kitapları, islam klasikleri, klasik edebi eser, kelile dimne tarihi, beydeba'nın hayatı, yöneticiye öğüt, hikaye çözümleme, fabl yazma, fabl çizimleri, sesli kitap listesi, fabl konuları, eğitici dinleti, klasik seslendirme, kulaklıkla kitap dinle, huzur veren sesli kitap, nostaljik kitaplar, dünya edebiyatı, kültür ve edebiyat, doğu felsefesi, kelile dimne'nin önemi.
0 notes
bibilenol-com · 2 years ago
Text
Adi Shankara : Hinduizm'in Ünlü Filozofu ve Vedanta'nın Kurucusu
Adi Shankara Kimdir? Nerede Doğdu Hayatı ve Eğitimi Adi Shankara, Hint filozof ve mistik olarak tanınan önemli bir figürdür. Onun yaşadığı dönemde, Hint felsefesi ve Hinduizm üzerinde büyük etkisi olmuştur. İşte Adi Shankara hakkında genel bir ders: Adi Shankara, 8. yüzyılda (M.S. 788-820) Güney Hindistan’da Kerala bölgesinde doğmuştur. O dönemde Hinduizm, birçok farklı mezhebe bölünmüş…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
aklingolgesi · 2 years ago
Text
TANRI NEDİR? (DİN FELSEFESİ) | FİLOZOFLARDAN SEÇMELER
İnsanlar eski zamanlardan bu yana varlığının amacını, nasıl var olduğunu, onu kimin var ettiğini, bu var eden varlığın nasıl sıfatlara sahip olduğunu hep merak etti. Elimize ulaşan yazılı belgeler sayesinde gördük ki Antik Yunan, Çin, Roma ve Hint filozofları, Katolik ve Ortodoks filozoflar, İslam filozofları ve Modern filozoflar bu konu üzerinde çokça kafa yormuştu. Tüm bu düşünceler din…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
felsefesitesi · 5 years ago
Text
DMY Felsefe yeni yazı gönderildi.
Yeni yazı paylaşıldı: https://www.dmy.info/hint-mantigi/
Hint Mantığı
Tumblr media
Hindistan’da kalabalık nüfus ve zengin kültür felsefi, teolojik ve bilimsel tartışmaları gündeme getirmiş, “tartışmak” ve “düşünmek” formel bir disipline dönüşmeye başlamıştır. Milattan önce 7. yüzyıldaki Brhaddranyaka Upanişad’da: Tarihin bize gösterdiği kadarıyla mantık ve dil bilgisi sadece iki millet tarafından icat edilmiş ya da kavranmıştır, Hintliler ve Yunanlılar. Max Mueller, Düşünce Yasalarının Anahatları, 1853 Klasik Öncesi Janaka ünlü bilge Yajnvalkya’ya sordu: neden geldin, İnekler için mi, yoksa saklı gerçek hakkında tartışmaya mı? ‘ Şöyle cevap verdi: ‘İkisi de, majesteleri.’ Daha sonra ikisi soru-cevap şeklinde bir diyaloğa girerler. Janaka: İşte, size bin inek vereceğim! Ama serbest kalmak için bana bundan daha fazlasını
2 notes · View notes
sheisalovelygirl · 3 years ago
Text
https://open.spotify.com/episode/4nfkAUhLyfVfIo0Txh2uwI?si=sQ81UUc2SUO1bHp4oIIcYQ
Ben geç kalmayı hayat felsefesi haline getirmiş bir kadınım. Sana da geç kaldığımın farkındayım. Ama inan ki ilk kez bunu bilerek yapmadım. Senin gibi bir adamın varlığından haberdar olsaydım yıllar önce doğar, sana yıllar önce rastlar, yıllar önce.. Bilmiyorum. Sen ki başını dizime yaslayıp geçmişteki tüm hatalarını anlatırken sesi çatallaşan adam. Seni sevmemek mümkün mü? Seni bir anne şefkatiyle saramayacak bir kadın olduğum için üzgünüm. Üzgünüm bu kadar geciktiğim için. Benden önce başka kadınların hayatına girip seni bu kadar yıpratmalarına, ağlatmalarına müsade ettiğim için üzgünüm. Donuk bakan gözlerin için üzgünüm. Göğsünde bir cenin gibi kıvrılıp uyuyamayacağım her gece için de üzgünüm. Sana bu mektubu bir tren garından yazıyorum. Yollar mıyım ya da sana ulaşır mı bilmiyorum. Tek bildiğim hayatın beni her zaman ötelediği ve sana afilli bir veda etmem gerektiği. Evet. Gidiyorum. Bundan böyle bir kabusla çarpıştığım gecelerde ne yapacağım konusunda en ufak bir fikrim bile yok. Yalnız uyanacağım, arayacağım kimsem de yok. “Sırtından kalçalarına dek bir şelale gibi dökülüyor” dediğin saçlarımı da kestim. Üzgünüm. Bir kadın gidişinin bileti olarak saçlarını kesermiş. Yalnız kadınlar kendi kendini teskin eder demişti annem, üç yıl evvel yani ölmeden önce. O da yalnız bir kadındı. Bize rağmen. Biliyor musun ben çok adam incittim. Daima içimden geçeni söyledim. “İçi dışı bir” deyimini biraz fazla benimsedim belki bilmiyorum ama nazik olmak için süslü cümleler kuramadım hiç. Yalancılığın nezaket adı altında pazarlanmasından hep nefret ettim. Ben buyum işte. Doğru söyleyen, dokuz köyden kovulan, bunu zerre umursamayan, kendi dünyasını inşa eden bir kadın. İnsanlar beni çok yaraladı. Bunu yaparken yüzleri kızarmadı, gocunmadı hiçbiri. Ben en azından dürüstlükle incitiyorum. İncitmenin bile bir onuru olduğuna inanıyorum. Mektubun bu kısmının seninle ilgisi olmadığını düşünebilirsin ama yanılıyorsun. Ben inşa ettiğim dünyaya yalnızca seni dahil etmek istedim bugüne kadar. Olmadı. Olmayacak. Bu yüzden kendi dünyamı terk ediyorum. Dünya ancak ölürken terk edilmez, endişelenme, ölmüyorum. Sadece kendime yeni bir gezegen aramak için yola koyuluyorum. Güzel gülüyorsun, bunu çok harcama olur mu? Bir de basit kadınlar uğruna şiir yazma. Benden sonra bir kadına şiir okuyacaksan mesela, bu çocuğunun annesi olsun en azından. Hayatını adayacağın kadına içini aç. Meyve soyarken yanlışlıkla el kayması sonucu oluşan küçük bir bıçak izi gibi kadınlarla değil de jilet izi gibi geçmeyecek olan kadınla uyu mesela. Gözüm arkada kalmasın bu açıdan. Seni doğru bir kadının yüreğine emanet ettiğimi bileyim. Bana sık sık yaz diyebilmeyi isterdim. Ama adresimi öğrenmene müsade etmeyeceğim. Biliyorum ki gelirsin. Biliyorum ki “zaten geç kaldığını söylüyorsun, şimdi nasıl gitmekten söz edebilirsin!” der ve zorla geri getirirsin. Âh, göğsündeki her yarayı merhametle öptüğüm.. Geç kalınan hiçbir hayat, hayat değildir. Hayatın olmayı dilerdim. Sana son olarak bir şiirle veda edeceğim;
“..
Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı'ya:
Olanlar oldu Tanrı’m
Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Kapının arkasında yokum demiştim
Ve divanın altında da.
Bulamazsınız ki artık beni,
Hayatın ortasında.
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Beni kimse bulamazdı
Tanrı'nın arkasına saklansam.
O kocamandı, en kocamandı o.
Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.
Bir zamanlar kendimi
Bulunmaz hint kumaşı sanmıştım.
Kaç metredir benim yokluğum?
Benden daha çok var sanmıştım.
Benim yokluğumdan dünyaya
Bir elbise çıkar sanmıştım.
Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
Sonunda ben de alıştım.
Âh dedim sonra, âh!”
34 notes · View notes
akin-ci · 3 years ago
Text
Tumblr media
'Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler..
-Hint Felsefesi
39 notes · View notes
ederlezzi · 4 years ago
Text
Ben geç kalmayı hayat felsefesi haline getirmiş bir kadınım. sana da geç kaldığımın farkındayım. ama inan ki ilk kez bunu bilerek yapmadım. senin gibi bir adamın varlığından haberdar olsaydım yıllar önce doğar sana yıllar önce rastlar yıllar önce… bilmiyorum. sen ki başını dizime yaslayıp geçmişteki tüm hatalarını anlatırken sesi çatallaşan adam. seni sevmemek mümkün mü! seni bir anne şefkatiyle saramayacak kadar yorgun bir kadın olduğum için üzgünüm. üzgünüm bu kadar geciktiğim için. benden önce başka kadınların hayatına girip seni bu kadar yıpratmalarına, ağlatmalarına müsaade ettiğim için üzgünüm. donuk bakan gözlerin için üzgünüm. göğsünde bir cenin gibi kıvrılıp uyuyamayacağım her gece için de üzgünüm. sana bu mektubu bir tren garından yazıyorum. yollar mıyım ya da sana ulaşır mı bilmiyorum. tek bildiğim hayatın beni her zaman ötelediği ve sana afilli bir veda etmem gerektiği. evet. gidiyorum. bundan böyle bir kabusla çarpıştığım gecelerde ne yapacağım konusunda en ufak bir fikrim bile yok. yalnız uyanacağım, arayacağım kimsem de yok. “sırtından kalçalarına dek bir şelale gibi dökülüyor” dediğin saçlarımı da kestim. üzgünüm. bir kadın gidişinin bileti olarak saçlarını kesermiş. yalnız kadınlar kendi kendini teskin eder demişti annem, üç yıl evvel yani ölmeden önce. o da yalnız bir kadındı. bize rağmen. biliyor musun ben çok adam incittim. daima içimden geçeni söyledim. “içi dışı bir” deyimini biraz fazla benimsedim belki bilmiyorum ama nazik olmak için süslü cümleler kuramadım hiç. yalancılığın nezaket adı altında pazarlanmasından hep nefret ettim. ben buyum işte. doğru söyleyen, dokuz köyden kovulan, bunu zerre umursamayan, kendi dünyasını inşa eden bir kadın. insanlar beni çok yaraladı. bunu yaparken yüzleri kızarmadı, gocunmadı hiçbiri. ben en azından dürüstlükle incitiyorum. incitmenin bile bi onuru olduğuna inanıyorum. mektubun bu kısmının seninle ilgisi olmadığını düşünebilirsin ama yanılıyorsun. ben inşa ettiğim dünyaya yalnızca seni dahil etmeyi diledim bugüne kadar. olmadı, olmayacak. bu yüzden kendi dünyamı terk ediyorum. dünya ancak ölürken terk edilmez, endişelenme, ölmüyorum. sadece kendime yeni bir gezegen aramak için yola koyuluyorum. güzel gülüyorsun, bunu çok harcama olur mu? bir de basit kadınlar uğruna şiir yazma. benden sonra bir kadına şiir okuyacaksan mesela, bu çocuğunun annesi olsun en azından. hayatını adayacağın kadına içini aç. meyve soyarken yanlışlıkla el kayması sonucu oluşan küçük bir bıçak izi gibi kadınlarla değil de jilet izi gibi geçmeyecek olan kadınla uyu mesela. gözüm arkada kalmasın bu açıdan. seni doğru bir kadının yüreğine emanet ettiğimi bileyim. bana sık sık yaz diyebilmeyi isterdim. ama adresimi öğrenmene müsaade etmeyeceğim. biliyorum ki gelirsin. biliyorum ki “zaten geç kaldığını söylüyorsun, şimdi nasıl gitmekten söz edebilirsin!” der ve zorla geri getirirsin. ah, göğsündeki her yarayı merhametle öptüğüm… geç kalınan hiçbir hayat, hayat değildir. hayatın olmayı dilerdim. sana son olarak bir şiirle veda edeceğim;
“… Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya: Olanlar oldu tanrım Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar Kapının arkasında yokum demiştim Ve divanın altında da. Bulamazsınız ki artık beni, Hayatın ortasında. Kaybolmak istemiştim bir zamanlar Beni kimse bulamazdı Tanrı’nın arkasına saklansam. O Kocamandı, en kocamandı o. Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.
Bir zamanlar kendimi Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım. Kaç metredir benim yokluğum? Benden daha çok var sanmıştım. Benim yokluğumdan dünyaya Bir elbise çıkar sanmıştım. Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan Sonunda ben de alıştım. Ah…dedim sonra, Ah !
Didem Madak 🌸
26 notes · View notes
valkyrieoftheskies · 4 years ago
Text
Ben geç kalmayı hayat felsefesi haline getirmiş bir kadınım. Sana da geç kaldığımın farkındayım. Ama inan ki, ilk kez bunu bilerek yapmadım. Senin gibi bir adamın varlığından haberdar olsaydım yıllar önce doğar, sana yıllar önce rastlar, yıllar önce… Bilmiyorum. Sen ki, başını dizime yaslayıp geçmişteki tüm hatalarını anlatırken sesi çatallaşan adam. Seni sevmemek mümkün mü! Seni bir anne şefkatiyle saramayacak kadar yorgun bir kadın olduğum için üzgünüm. Üzgünüm bu kadar geciktiğim için. Benden önce başka kadınların hayatına girip seni bu kadar yıpratmalarına, ağlatmalarına müsaade ettiğim için üzgünüm. Donuk bakan gözlerin için üzgünüm. Göğsünde bir cenin gibi kıvrılıp uyuyamayacağım her gece için de üzgünüm. 
Sana bu mektubu bir tren garından yazıyorum. Yollar mıyım ya da sana ulaşır mı bilmiyorum. Tek bildiğim hayatın beni her zaman ötelediği ve sana afilli bir veda etmem gerektiği. Evet. Gidiyorum. Bundan böyle bir kabusla çarpıştığım gecelerde ne yapacağım konusunda en ufak bir fikrim bile yok. Yalnız uyanacağım, arayacağım kimsem de yok. “Sırtından kalçalarına dek bir şelale gibi dökülüyor” dediğin saçlarımı da kestim. Üzgünüm. Bir kadın gidişinin bileti olarak saçlarını kesermiş. 
Yalnız kadınlar kendi kendini teskin eder demişti annem, üç yıl evvel yani ölmeden önce. O da yalnız bir kadındı. Bize rağmen.
Biliyor musun, ben çok adam incittim. Daima içimden geçeni söyledim. “İçi dışı bir” deyimini biraz fazla benimsedim belki bilmiyorum ama nazik olmak için süslü cümleler kuramadım hiç. Yalancılığın nezaket adı altında pazarlanmasından hep nefret ettim. Ben buyum işte. Doğru söyleyen, dokuz köyden kovulan, bunu zerre umursamayan, kendi dünyasını inşa eden bir kadın. İnsanlar beni çok yaraladı. Bunu yaparken yüzleri kızarmadı, gocunmadı hiçbiri. Ben en azından dürüstlükle incitiyorum. İncitmenin bile bi onuru olduğuna inanıyorum. Mektubun bu kısmının seninle ilgisi olmadığını düşünebilirsin ama yanılıyorsun. Ben inşa ettiğim dünyaya yalnızca seni dahil etmeyi diledim bugüne kadar. Olmadı, olmayacak. Bu yüzden kendi dünyamı terk ediyorum. Dünya ancak ölürken terk edilmez, endişelenme, ölmüyorum. Sadece kendime yeni bir gezegen aramak için yola koyuluyorum. 
Güzel gülüyorsun, bunu çok harcama olur mu? Bir de basit kadınlar uğruna şiir yazma. Benden sonra bir kadına şiir okuyacaksan mesela, bu çocuğunun annesi olsun en azından. Hayatını adayacağın kadına içini aç. Meyve soyarken yanlışlıkla el kayması sonucu oluşan küçük bir bıçak izi gibi kadınlarla değil de, jilet izi gibi geçmeyecek olan kadınla uyu mesela. Gözüm arkada kalmasın bu açıdan. Seni doğru bir kadının yüreğine emanet ettiğimi bileyim. Bana sık sık yaz diyebilmeyi isterdim. Ama adresimi öğrenmene müsaade etmeyeceğim. Biliyorum ki, gelirsin. Biliyorum ki, “zaten geç kaldığını söylüyorsun, şimdi nasıl gitmekten söz edebilirsin!” der ve zorla geri getirirsin. Ah, göğsündeki her yarayı merhametle öptüğüm… Geç kalınan hiçbir hayat, hayat değildir. Hayatın olmayı dilerdim.
Sana son olarak bir şiirle veda edeceğim;
“…
Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya: 
Olanlar oldu tanrım 
Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar 
Kapının arkasında yokum demiştim 
Ve divanın altında da. 
Bulamazsınız ki artık beni, 
Hayatın ortasında. 
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar 
Beni kimse bulamazdı 
Tanrı’nın arkasına saklansam. 
O Kocamandı, en kocamandı o. 
Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.
Bir zamanlar kendimi 
Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım. 
Kaç metredir benim yokluğum? 
Benden daha çok var sanmıştım. 
Benim yokluğumdan dünyaya 
Bir elbise çıkar sanmıştım. 
Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan 
Sonunda ben de alıştım. 
Ah…dedim sonra, 
Ah !
Didem Madak
24 February, 2017. 7:20 PM
15 notes · View notes
blue-white · 5 years ago
Text
Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiç bir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile
değiştiremeyiz. ‘Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı’ gibi bir cümle yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir.
Hint Felsefesi. 🦋💜
1 note · View note
hariomyogamerkezi · 5 years ago
Text
Sufizm, Animizm ve Ekoloji Açısından Nazım Hikmet Şiirinin Az Bilinen Yönleri / Bora Ercan
Dünya şiirinin önemli isimlerinden Nazım Hikmet Ran ülkemizin yakın tarihinde ve kültür yaşamında önemli bir yeri olan geniş, aristokrat bir aileden gelir. 1900’lerin başında Selanik’te başlayan ‘delidolu’ yaşamı 1963’te Moskova’da sona ermiştir. Nazım, şüphesiz ki, hala daha dünyada en çok tanınan Türk şairidir; öte yandan, döneminde de dünyayı en iyi tanıyan şairimizdir.  
Tumblr media
Her bireyin yaşam evreleri vardır. 20 yaşındaki bir insanın düşünce evreniyle, yaşamdan beklentisiyle, yargılarıyla, kaygılarıyla 60 yaşındaki bir insanınki doğal olarak farklıdır. Hint düşüncesinde buna chaturashrama (dört evre) denir, paganlar ise bu evreleri yaşamdaki ilkbahar, yaz, sonbahar, kış olarak tanımlar. Bu evreler şairler için de geçerlidir. Şairlerin dilleri, dünyaya bakışları değişir, bu da onların şiirlerine doğrudan yansır.
 Nazım Hikmet, annesiyle babasının ayrılmasından sonra bir süre dedesinin yanında kalır. Osmanlı’nın son Selanik valisi olan dedesi Mehmet Nazım Paşa bir dönem Konya valiliği de yapmıştır. Nazım Paşa çoğunlukla aruz vezninde şiirler yazan saygın Mevlevi bir şairdir. Bir şiirinin son dörtlüğü buraya alalım:
 Dergah-i pir'e yüz süren ehl-i safa görür,
Sermest-i aşk bir sürü hali aşina görür,
her hecrde bir aşık-ı safvet-nüma görür,
Biz dehr-i duna yüf okuyan Mevleviler'iz.
 Günümüz Türkçesiyle açıklarsak: Şeyhin dergahına yüz süren (saygı, sevgi gösteren) huzurun, saflığın varlığına sahip olur. Aşk sarhoşu (ser, baş demek; mest ise mest olmak) her duruma alışkındır. Her sayıklamada ona görünen temizliktir. Bizler aşağılık dünyayı sevmeyen Mevlevileriz.
 Tasavvuf, sufilik bir tür bhakti yogadır. Temel ritüeli müzik, şiir ve danstır. Vedalardan (Eski Hint metinleri) biri olan Samaveda, şarkı (ilahi) bilgisi anlamındadır (Saman, Sanskrit şarkı demektir, Sama ise Arapçada müzik demek.) Mevlevilerin Sema ayini, az önce söylediğim gibi bir bhakti yoga uygulamasıdır.
 Anadolu’da başta Bektaşiler ve Mevleviler olmak üzere diğer tarikatların da tekke edebiyatları çok zengindir. Ne yazık ki, bu edebiyat günümüzde sadece tarihsel bir değerdedir.
 Şairimiz Nazım Hikmet’in ilkgençlik dönemi olan 1910’lu yıllar bir yandan büyük bir imparatorluğun 1820’lerden itibaren parçalanma, diğer bir yandan da Birinci Dünya Savaşı yıllarıdır. Nazım’ın bu yıllarda yazdığı şiirlerde vatanseverlik, milliyetçilik gibi duygular önplandadır. ‘Gel ey imanlı gençlik, gel ey beklenen gençlik! / Gel ki Anadolu’da senin bükülmez, çelik / imanına, azmine ümit bağlayanlar var.’ Şiiri buna bir örnektir.
 Dedesinin sufi sohbetlerinden ve şiirlerinden etkilendiğini bütün bir Nazım Hikmet şiirindeki ses ve ritm olgusundan anlayabiliyoruz. Şiir formunu, tekniğini kısacası altyapıyı bu çok iyi bir şekilde kurmuş olan Nazım daha sonra bu bilgilerini, yeteneğini dünya şiiri formları, coşkun kişiliği ve felsefi düşünceleriyle harmanladığında ortaya büyük bir külliyat çıkmıştır.  
 Aşağıdaki şiir de Nazım’ın Konya’da bir dergide yayımlandığında ilk başta dedesinin yazdığı sanılan dizeleri… Arkadaşları tarafından tebrik edildiğinde, dedesi bu şiirin hece vezniyle yazıldığını, kendisinin yazmadığını söyler, Nazım da şiiri hafızadan okuyarak kendisinin yazdığını itiraf eder.
 Sararken alnımı yokluğun tacı Silindi gönülden neşeyle acı Kalbe muhabbette buldum ilacı Ben de müridinim işte Mevlana
Edebe set çeken zulmeti deldim Aşkı içten duydum, arşa yükseldim Kalpten temizlendim, huzura geldim Ben de müridinim işte Mevlana
 Nazım, yakın dostu Vala Nurettin’le Ankara’ya giderken İnebolu’da karşılaştıkları Spartakistlerden çok etkilenir. Bu etkilenmeyle Ekim Devrimi sonrası Moskova’sına gider, orada eğitim alır. Yeni bir dil öğrenmek, bambaşka bir coğrafyada, bambaşka bir kültürde yaşamak onun düşünce sistemini de değiştirecektir.
 Türkiye’ye döndükten sonra yaşamının büyük bir kısmını hakkındaki siyasi suçlamalarla ve hazırlanan komplolarla hapishanede geçirmek zorunda kalır. Hapishanede edebiyatımıza büyük eserler katar.
 O döneme dek alışık olunmayan rubai formunda diyalektik materyalist şiirler Türk edebiyatına ilk kez Nazım’la girer. Bu noktada Mevlana ile bir hesaplaşma da söz konusu olacaktır:
 Bir gerçek âlemdi gördüğün ey Celâleddin, heyûlâ  filân değil, uçsuz bucaksız ve yaratılmadı, ressamı illetî-ûlâ filân değil. Ve senin kızgın etinden kalan rubailerin en muhteşemi : «Suret hemi zıllest...» filân diye başlayan değil...
 Buradaki anahtar ifade ‘suret hemi zıllest’tir. Bu ifade, bir yanıyla Platon’un mağara alegorisine bir yanıyla da Hint felsefesinin Maya perdesine işaret eder. Görünen her şey surettir…
 İlleti ula, ilk neden, ‘arche’ demektir, heyula da burada kanımca iki anlamda kullanılır, biri korkunç hayal bir de yine maddenin ilk hali, bir tür ilk neden. Burada İslam felsefesi ile Aristoteles ve Antik Yunan Felsefesi arasında bir bağa gönderme vardır. Bir de burada Nazım’ın sufi terimlerle Mevlana’ya karşı gelmesi de dikkat çekicidir.
 Nazım aynı zamanda, o devir için insana çok yabancı olabilecek konuları da şiirine taşır.
Beni en çok etkileyen rubailerinden biri:
 Lahana, otomobil, veba mikrobu ve yıldız hep hısım akrabayız. Ve ey güneş gözlü sevgilim, ‘Cotigo, ergo sum’ değil bu haşmetli ailede varız da düşünebilmekteyiz...
 Bugünkü bilimsel verilerle bakıldığında atomaltı parçacıklarıyla, evet, hepimiz akrabayız ve her şey de birbirine bağlı. Haşmetli aile denense ekosistemden başka bir şey değil. Descartes’in ünlü sözü düşünüyorum öyleyse varım’ı ailenin bir bireyi olarak ortaya koyar şair ve kanaryasına şunları söyler:
 Aramızda sadece bir derece farkı var, işte böyle kanaryam, sen kanatları olan, düşünemeyen kuşsun, ben elleri olan, düşünebilen adam...
 Aşağıdaki rubainin de atomist felsefeyle yazıldığını söyleyebiliriz. Nazım her ne kadar Mevlana’ya ve birçok inanç sistemine reddiye içeren şiirler yazsa da bu şiirleri panteist ya da animist bir gözle okumanın da mümkün olduğunu düşünüyorum. Şiirde geçen yuğrum kelimesi bugün pek bilinmez, teknede yoğrulan hamur anlamındadır. Yani yoğurulmalı farklıdır ama hamur, yani bir tür ‘arche’ aynıdır.
 Ne nurdan               ne çamurdan, sevgilim, kedisi ve kedinin boynundaki boncuk yuğrumlarındaki farkla hepsi aynı hamurdan...
 Nazım döneminin dünya sorunlarından uzak bir şair değildir, tam tersi, yine bugünkü iklim krizlerini 1950’lerde fark etmeye başlamış ve şiirlerine konu edinmiştir.
 Umut adlı şiirinin bir bölümü şöyle:
 işler atom reaktörleri işler yapma aylar geçer güneş doğarken ve güneş doğarken ölür bir çocuk ölür bir japon çocuğu hiroşima'da on iki yaşında ve numaralı ve ne boğmacadan ne menenjitten ölür bin dokuzyüz elli sekiz de ölür bir japon çocuğu hiroşima'da dokuzyüz kırkbeş’te doğduğu için
  ve
 STRONSİUM 90
 Acayipleşti havalar,
bir güneş, bir yağmur, bir kar.
Atom bombası denemelerinden diyorlar.
 Stronsium 90 yağıyormuş
                        ota, süte, ete,
                        umuda, hürriyete,
                        kapısını çaldığımız büyük hasrete.
 Kendi kendimizle yarışmadayız, gülüm.
Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz,
ya dünyamıza inecek ölüm.
 Sonuç olarak,
 Şairler geleceği görürler, duyarlar, sezerler. Düşündüklerini yaşamakta, kağıda aktarmakta cesurdurlar. Kurşuna dizilen Lorca, sürgünde yaşayan Neruda… Nazım da döneminin büyük şairleriyle benzer kaderi paylaşmıştır. Türk şiirine, her ne yazarsa yazsın çok şeyler katmıştır. Şairlere ideolojik anlamlar yüklemek şiirlerine gölge düşürür, her ne kadar şairler bunu kendileri yapsa da bakışımda öncelik onların iyi bir şair olup olmamasındadır. Nazım ideolojisinden dolayı değil şiirlerinden dolayı bir dünya şairidir.
9 notes · View notes
felsefebilim · 5 years ago
Text
Hint Felsefesinde Prakriti ve Pruşa Kavramları
Tumblr media
Hint felsefesinde yer alan bu 2 kavram, doğanın tek yaratıcı olduğuna inanan filozof Kapila tarafından kurulan; beden ve ruh ilişkisini, evrenin işleyişini açıklamaya çalışan Samkhya sisteminin tanrısallaştırılmış birer parçasıdır.
Prakriti, zihinden bağımsız bir gerçeklik ilkesine, kendi kendine yeterli olan doğa gerçeğini ifade eder. Pruşa ise, cansız doğanın arkasındaki canlılıktır, bir nevi ruhtur. Ruhsal olmayı sembolize eden pruşa, katı bir şekilde maddi olayların dünyasından ayrılmıştır. O saf, doğaldır ve maddeye karışmadan olayların ötesinde bulunur. Buna karşılık prakriti maddesel boyutta yer alır, doğal oluşumdur, maddelerin kimliğini tanımlar. Her ikisi de canlılarda bulunur ve birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Bu ilişkiyi madde-ruh ilişkisine de benzetebiliriz.
23 notes · View notes
priitikana · 6 years ago
Text
Hindistan gezi notlarım/Fatma Nur Kayral
Yoga Vidya Gurukul
Mumbai /Nashik Ashram notları
25.10. 2019 cuma
Hindistan yolculuğum, varılacak yerin coğrafi konumu itibariyle uzun olduğu kadar, sonunda varılacak hiçbir noktanın olmaması açısından da göz açıp kapama mesafesindeydi diyebilirim. Cuma günü sabah İzmir’den İstanbul’a ve oradan Mumbai, Hindistan’a bütün gün boyunca süren yolculuğumuz Nashik şehrindeki Yoga Vidya Gurukul’da cumartesi sabah saat 11.30 da son bulmuştu.
Burada bizleri bolca kara ve sivrisinek, temiz, nemli ve yağmurlu bir hava, kafamızdaki meraklı düşünceler, yemyeşil bir doğa ve Şiva'nın girişteki maviye boyanmış heykeli ile güler yüzlü insanlar karşıladı. Aşram deneyimimiz boyunca küf kokusunun bize eşlik edeceğini henüz bilmediğimiz saatlerdi. Sabah erkenden yol kenarında yerel bir restoranda yediğimiz hardal, kimyon ve zerdeçal kokulu Hint yemeklerinin içindeki baharatların, aşram deneyiminin en ilginç noktalarından birini oluşturacağını kim bilebilirdi. Aşrama girişte önce kayıt yaptırdık. Ardından aşramın enerjisi en yüksek bölümlerinde yer alan odalarımıza yerleşirken bulduk kendimizi. Yazımı yazarken Bora hocama sordum aşram kelimesinin kısaca ne anlama geldiğini söyler misiniz diye: Aşram “Çaba ve çile içindeki yer”i kelime anlamı diye belirtti. Ardından düşündüm; çaba ve çile benim içimde mi, yoksa ben mi çaba ve çile içinde bir yerdeyim? Çaba ve çile içimdeki tüm çatışmalardan bazen yaralı bazen de, sağ çıkmayı başardığım bir yeri hatırlatıyor yani ilişkilerimi. Çatışma bütünlüklü bir ilişkiye içkinse, çatışması olmayan bir ilişki gerçek bir ilişki değildir diyorum ve çile ile çabanın olduğu yerde yani aşramda oluşan çatışmalara hazırlanıyorum, üstelik bütün silahlarımı bırakarak. Tüm bunları düşünürken Bora hocam “Aşram fiziksel bir yapıdır” diye cevap verince, kafamdaki çatışma da son bulmuş oluyor.
Aşramda ilk akşamım, anlamsızlığın hakim olduğu bir zaman dilimine dönüşmüştü. Neden buradaydım, burası neresiydi, beni neler bekliyordu? anlamlı ve gerçekliğime uygun hiçbir karşılığı yoktu. Bilinmezliğe katlanabilmek gerçek anlamda hissedilir bir dil oluşturmuştu da, henüz bu dili konuşmayı bildiğimi de sanmıyordum. Kocaman bir anlamsızlık kapısının önünde duruyordum ancak kapının ardında beni bekleyenlere hazır mıydım bilmiyordum. Alıştığım hiç bir şey yoktu burada; yüzler, tatlar, mekanlar, diller, duygular, hayvanlar ve havasını bile bilmediğim bu kocaman kapının ardında bana farklı deneyimler vadediyordu. Önce yüreğim daraldı, anlamsızlık denizinde boğulma korkusuyla bocalarken yorgunluktan uyuyakalmışım. Sabah uyandığımda dinlenmiş olmanın verdiği güçle, yüreğimdeki ve kafamdaki çalkantının anlamını çözmek üzere erkenden kalktım. Macera başlıyordu.
Tumblr media
 26.10. 2019 cumartesi 
Alıştığımız dünyanın bizi esir aldığı WiFi, aşramda tek bir noktada çekiyor. Sosyalleşmek, alıştığımız düzeni devam ettirmek, isyan etmek, kaçmak veya kendimle buluşmak veya karşılaşmamak için, tek bir nokta yani. Benim payıma düşen hangisiydi? Belki de hepsi. Yağmur yağıyor yine ahmakıslatan cinsten. Her yer ıslak, kokular muson ikliminden olsa gerek, küfün tonları. Ayağı kayıp düşenlerin oluşturduğu manzaralar çoğaldı, biride bendim. Bazı şeyleri öğrenmek, benimsemek ve alışmak zaman alacaktı, mesela kaymadan yürümek, baharat kokmak, kobra yılanlarının her yerde olabileceği fikri gibi. Burası bu mevsimde oldukça kalabalık, hem de zaman yavaş akıyor ve çoğu zaman da sessiz. Hem sıcak, hem de her dem yağmurdan nemli ve ıslak. Hem yeşil hem de güneşli. Hem hiç şarap yok ortalıkta hem de üzüm bağlarının ortasındayız. Hem kalabalık, hem de sessiz. Z��tlıklar aynı anda var olmak için mutlak doğruyu zorluyor adeta.  Mumbai ise çok büyük, karmaşık ve zıt kutupların birlikteliği ilkesinin başkenti olma ünvanını hak eder cinsten bir şehir. Şimdi oradan 185 km civarı uzakta Nashik'deyiz. 
Burada kullanılan tüm sular yağmur suyundan elde ediliyor. Saçlarım, cildim yumuşacık oldu. İçtiğimiz su bile yağmurdan elde ediliyormuş.
Bu akşam Bora hocamızla beraber grubumuza hoş geldiniz demek için Pooja seramonisi yapılacak. Puja veya pooja’nın anlamı; Hindular tarafından bir veya daha fazla tanrıya adanmışlık ibadet etmek veya bir konuğu ruhsal olarak kutlamak, ağırlamak veya onurlandırmak için yapılan bir ibadet töreniymiş. Özel misafirlerin varlığını onurlandırmak veya kutlamak için yapılıyormuş. Eğitime gelen her yeni gruba yapıyorlar. Tatlı dağıtıp Guru'nun fotoğrafına çiçekler sunuyorlar. Mantralar ve şarkılar da söyledik beraber, ardından herkes gurunun fotoğrafına çiçek sunarken dua etti. Aynı zamanda bu gezinin Diwali'ye denk gelmesi de sanırım Bora hocamın önceden planladığı bir şeydi. Puja ve Diwali bir arada oldu. Geleneklerine hala bu kadar bağlı olmaları çok hoşuma gitti, bizde geleneklere bağlılığın ne kadar azaldığını düşününce. Diwali “ışık demeti” anlamına gelen ve Hinduizmin en önemli festivallerinden biriymiş. Işıkların baş rolde olduğu bu kutsal festivalde; ışığın karanlığa, iyiliğin kötülüğe ve bilginin cahilliğe karşı zaferinin kutlandığını söylüyorlar. Kuzey yarım kürede her yıl sonbaharda kutlanan Diwali, kapılarda, pencerelerde, binaların çatılarında, tapınaklarda ve nerdeyse görebildiğimiz her yerde parlayan ışıkla gözümüzü kamaştırdı. Sonunda ise havai fişek gösterisi yaptılar, gökyüzü de ışıklara boyanmıştı. Bende içimdeki karanlığın, içimdeki ışığın zaferiyle aydınlanması için dua ederek uyudum içimdeki inancın gücüne sığınarak o gece. Neye inandığım önemli miydi yada kime belki hangi tanrıya hiç tanımadığım bu topraklarda. Bora hocam bir dersinde Hindistan için neye inandıklarından çok “inancın” önemli olduğunu söylediğini hatırlıyorum ve huzurla uykuya dalıyorum.
Tumblr media
27.10.2019 pazar
Gün ne güzel aydı bu sabah da erkenden, ama yol yorgunluğum hala devam ediyordu. Yemekler ve kahvaltı benim için pek tercih edilir cinsten olmasa da alışmaya başlamıştım. Sevdiğime duyduğum özleme içkindi bu sabah meditasyonum. Tüm yorgunluğumu alan ağrı kesici bir tarafı vardı aşkın benim için. Ardından meditasyonda sevdiğim ve özlediğim herkes yanıma geliyor ve bana enerji veriyor sevgileri. Şükran duymak, dua etmek, olanı görüp şefkatle kabul etmek buradaki en güzel ritüelim haline geliyor.
Bora hocamız şehir gezimiz sırasında ilginç bir bilgi aktarıyor bize: Hindistan’da Ganj’ın çevreleyen şehirlerde, 12 yılda bir dünyanın en büyük festivali gerçekleşiyormuş. 2001 yılında yapılan festivale 60 milyon kişi katılmış. 2013 yılında ise 120 milyon Hindu katılmış. 12 yılda bire denk gelen o tarihlerde  gitmemeye karar veriyorum  Hindistan’a bu inanılmaz kalabalığı duyunca.
Bulunmaz Hint kumaşını bulmaya gideceğiz bugün Godawari, Nashik'e. Bora hocam ile doğuyu gezmek, gezdiğimiz yer ile alakalı felsefi ve coğrafi, güncel ve popüler bilgileri dinlemek, bunca zamandır anlattığı ve yazdığı, yoga eğitimlerindeki sembol ve dili yerinde görerek çözmek benim en büyük keyfim. Hindistan'daki aşramlar'ın en meşhuru, Beatles grubunun kaldığı Chaurasi Kutia olarak da bilinen Beatles Ashramının, Uttarkand eyaletindeki kuzey Hindistan şehri Rishikesh'e yakın bir yerde olduğunu ve Satyananda'nın Bihar'daki aşramında Jnana Yoga'nın ağırlıklı olduğunu bununla yoganın felsefesi ve yoga hakkında yazılan kitaplar ile tüm bilginin buradan Hindistan’a ve tüm dünyaya yayıldığını söylüyor hocamız. 
Mahindra ve Nashik yol boyunca çok renkliydi. Türkiye’deki 3 tekerlekli motoguzilerin adı burada Rikşa. Aynı araçlar Tayland’da tuk-tuk olarak isimlendiriliyormuş. Böylesi kalabalık bir ülkenin toplu taşımasında az yer tutması açısından, trafik için oldukça iyi düşünülmüş bence bu küçük taksiler.  Kentte kadın erkek ve çocuklar çok güzel giyinmiş, arabalar, evler ve dükkanlar ise çiçeklerle süslenmiş. Diwali'nin rengarenk çiçeklerle bezenmiş, kandillerle ışıklandırılmış güzelliğine her yerde rastlamak mümkün. 
 Godawari nehri kıyısında ve kasabanın içinde Nashik'e yakın bir yerleşkede geziyoruz. Buradan rudrakşa (Şivanın gözyaşları anlamına anlamına gelen aldık. Çok fakir ve pis bir kasaba olduğunu söyleyebilirim. Godawari nehri kıyısında tüm Hint gelenekleri gerçekleştiriliyor, ölü yıkama, çamaşırlar ve banyo. Tüm kasaba nehir kıyısına yakın yerleşmiş diğerlerinde olduğu gibi Ganj tüm Hindistanı besliyor. 
Yerli halk bir şeyler satmak için elinden geleni yapsa da pazarlıkçı ruhumuz iş başındaydı. 
Tumblr media
Triambakesh ise Godawari 'den sonra aniden tertemiz caddeleri, avm' si ve düzgün yapılarıyla bir anda karşımıza Nashik şehri çıktı. Değişim çok ani olmuştu şaşırdık. Bu kadar kısa mesafede bu kadar ani bir değişim!
Aşramda yoga derslerimizi veren Hintli hocalar derse girişte ısınmaları daha kısa tutup hemen pozlara geçiyorlar. Birazda aşram mantığıymış bu, her an hazır olacaksın yoga yapmaya yani, onların bedenleri oldukça hazır görünüyor bize nazaran. Çünkü hayat tarzlarını oluşturuyor yoga, yani arada bir yaptıkları bir etkinlik değil her an hazır bulundukları bir yaşam tarzı.
Om-kara ve Triambak mantra 11 kez tekrar ediliyor burada. 5 duyu organı yani pança jnanedriyani, 5 fiil organı yani pança karmendriyani ile zihni de ekleyince toplam 11 elde ediliyor. Bu yüzden tekrarların 11 kez olduğunu ifade ediyor Bayan Purnima.
Gezi dönüşü gece Diwali 'yi kutladık. Çiçekler sunduk yüce guruya mantralarla. Şeker yedik hep beraber, ateşler yandı her yerde kandiller ve mumlar hiç sönmedi. Turuncu kasımpatı çiçekleri neredeyse her yeri süsledi. Bizde katıldık ritüele ve çiçeklerle dualarla hem kutsadık Guruyu hem de kutsandık. Yeni yıl hoş geldin. Belki bizim için de yeniliklerle geldin. Sonunda aşram bizim için çok ilginç ve yeni bir deneyim oldu. Yeniliklere gebe olması da kaçınılmaz gibi görünüyor. Bu gezimiz boşuna Diwali 'ye denk gelmiş olamazdı. Günün sonunda rangolimizi (Diwalide renkli kumlarla evlerin önüne, her yerde yerlere çizilen mandalaya benzeyen şekiller) renkli kumlarla çizdik yere ve havai fişeklerle veda ettik geceye. 
Bugün başımda bir basınç artışı söz konusu, sanırım çay, kahve içmediğim için. Hepimizde hafif dökülmeler. Sinir sistemimin zorlandığını hissediyorum. Tapas (riyazet-disiplin-çaba) aşramın en temel öğesiymiş. Bakalım nereye varacak bu baş ağrısı? 
28.10.2019 pazartesi 
"Yaptığın en küçük harekete bile kalbini, ruhunu ve aklını kat. Başarının sırrı budur" demiş S. Şivananda. 
Aşram koşulları zor. Sabah 5'te uyanınca öğlen yemeğine kadar kısa bir mauna yani sessizlik yaptık grup olarak. Hiç konuşmadan enerjimizi sadece kendimize, içimize doğru yönlendirdik. Baktığın her şeyde, gördüğün her kişide, karşılaştığın her durumda kendimi fark etmem ne hoş, bununla birlikte boğazında ki düğümler de bırakmıyor insanın yakasını. Farkındalık böyle gelişiyor anladığım burada ve Antar Mauna: içsel sessizlik demek, böyle arınıyor insan karmasından aşramda, sadhana ve karma yoga yaparak; yani herkes her şeyden sorumlu ve karşılaştığım durumlara verdiğim tepkilerim tamamen benimle ilgili. Sadhana yoga öğretisinde spiritüel bir amaca, arınmaya, aydınlanmaya yönelik olarak yapılan uygulamaların genel adıdır ve düzenli olarak yapılması esastır. Yani ne yaptığımızdan çok nasıl yaptığımız önemli. Karma yoga ve Bhakti yoga beraber yani. Bhakti yogayı her akşam tüm aşramın katıldığı ve Tryambakam mantrasını 108 kez söylediğimiz yajna seramonisi ile yapıyoruz. Buna arada bir yaptıkları Bhajanı da (kiirtan) katalım. Seramonide sürekli yanan aleve dökülen Ghe yağının aynı zamanda ortamdaki havayı da temizlediğini söyledi Bayan Purnima yani Gurujinin eşi, Guruji ise bu okulun, aşramın gurusu. 108 adet tryambakam mantrası ve ilahiler söyleniyor. Ruhsala doğru böyle ilerliyorlar burada. Çok güzel bir seramoni, her akşam yemekten önce katılmayı adet ediniyoruz bizde keyifle. 
Her akşam saat 17.00 civarında yağmur, sanki sözleşmiş gibi yağıyor hem de oldukça iyi yağıyor. Oysa gün içinde hava çok sıcak. Hocamız Gandar, hem yeşili, yağmuru hem de böyle bir güneşi bir arada göremezsiniz çok şanslısınız diyor bize. Diwaliye denk geldik ya ondandır diye düşünüyorum birden. 
Bu akşam Bhajan var yani Kirtan yapacağız. Herkes müzik aletlerini paylaştı, sonsuz sevginin her yerde ve her zaman bizimle olduğunu anlatan mantralar ve şarkılar söylerken çok mutluyduk. Tabii ki dans etmeyi de ihmal etmedik. İnsan ruhsala doğru böyle zamanlarda birlik ve bütünlük hissiyle daha rahat ulaşıyor. Sevginin olmadığı her yer sararıp solmuyor muydu günün sonunda diye düşünüyorum yatmaya giderken, dilimde gurupuja mantra eşliğinde. 
29.10.2019 salı
Bu sabah çok erken trekking ile başladık güne, güneşi selamlamak için aşramın arkasındaki dağa tırmandık sessizce. Çok uzun sürmedi tırmanışımız ama yağmurdan dolayı biraz tehlikeliydi. Havada tatlı bir serinlik ve hafif nemin eşlik ettiği yağmur da bizimleydi. Zirvede güneş doğarken surya namaskar (güneşe selam) serisini yaptık. Rüzgar içimize işlerken, harika bir manzara eşliğinde güneşi selamlıyor olmanın haklı bir gururu vardı hepimizin yüzünde. Huzur vardıysa ve mutlulukta ona eşlik ediyorduysa, işte tam olarak bizi de içine almıştı bu duygu. Çok uzun zamandır hissetmediğim ve belki de çok uzun zaman boyunca da hissedemeyeceğim bir duyguya tanıklık ederken, bu duygunun ne olduğunu tarif bile edemiyordum dağın zirvesinde meditasyon sırasında. Huzurun dayanılmaz hafifliğiyle aşağı inerken herkes birbirine yardım ediyordu. Ama sırılsıklam ve çamur olmuştu ayaklarımız, matlar ve ayakkabılar kirlendi. Oysa tüm bu kire, çamura inat ruhlarımız derinlemesine arınmıştı dağın zirvesinde.
Tumblr media
 Dönüşte hummalı bir temizlik bizi bekliyordu. Aynı gün başka odalara taşındık. Ttc öğrencileri ayrıldı aşramdan, böylece güzel odaları bize terk ettiler anlayacağınız. Herkes odasını pırıl pırıl temizleyip çıktı yeni odasına. Aşramda temizliği her daim katılımcılar yapıyor karma yoga olarak. Bizler bu konuda kimseye pabuç bırakmadık, tüm Nashik yaptığımız temizlikten dolayı bizi konuşuyormuş diye espri konusu bile olduk Bora hocamızın dilinde. 
Sonunda yeni odalarda ve daha az börtü böceğin, yengeç ve kurbağanın olduğu alanda olduğumuza inanmak istiyorduk. Gandhar ise yanıldığımızı bu alanda en çok yılanın olduğunu söylerken ekliyordu; ama bu güne dek kimseyi sokmadılar. Rahatlamalı mıydık bilemezken, aşramda küçük bir panik havası esmeye başlıyor.
 Kaldığımız yeni alan bana yatılı okulda geçen lise yıllarımı anımsattı. Zor yıllardı benim için hatırladığım ve hatırlamak beni duygusal anlamda biraz zorladı. Çelik ranza yataklar, ortalıkta asılı çamaşırlar, gece bitmeyen sohbetler, tuvalet, banyo sırası beklemek ve dolaptaki yiyeceklerimizle tam bir yatılı okul havasındaydık. İçeriden bakınca tam bir gecekondu hayatı yaşadığımızı düşündük ve bizi en çok eğlendiren de bu oldu. Kahkahalarımızı diğer tüm odalardan duyduklarını daha sonra öğrenecektik.
Güneş var gökyüzünde, tatlı bir rüzgarla dağılıyor sıcaklık ama gökyüzünden gelen ses, gök gürültüsü. Öte yandan cırcır böcekleri nihavent makamında şarkılar söylerken sallandığım salıncaktan ufka dalmak hep hatırlamak istediğim bir anım olarak kalacak. 
Akşam yajna ya giderken yağmurdan yosun tutmuş taşlara dikkatsiz  ve acele basınca yere düştüm. O acıyla hemen kalkıp yajna ya yetiştim ama kolum ve kalçamın ağrısından erkenden yatmak zorunda kaldım. Birde yatılı okul anılarımın kalp ağrısı eklenmişti bedensel ağrılarımın kıyısına. 
Bu kadarıyla kurtulduğuma şükrederek uyumuştum saat 20.30'da, gözlerimde bir kaç damla yaşla.
30.10.2019 Çarşamba 
Sabah yine 5'te uyandık. Mauna yapan arkadaşları rahatsız etmemek için bizde sessizdik. Her sabah 6’da gün başlıyordu aşramda. Meditasyon ve yoga her sabah keyifle beklediğimiz uygulamalar. Gün içinde ise farklı derslerimiz oluyor. Hindistan yemeklerini pişirmeyi öğrenmek, Hint baş masajı atölyesine katılmak, Gandhar’ın ve Bayan Purnima’nın teorik ve pratik dersleri ile Ayurveda sohbetlerimiz akılda kalacak başka bir konuydu. 
Aşramda zaman zaman dadandığımız başka bir yerdi köy bakkalını andıran kokusuyla kendine has küçük dükkan. Tütsüler, takılar, ayurvedik yağlar, kıyafetler, sabunlar bizim için bambaşka bir dünyaya açılan bir kapı olmuştu. Hem alışveriş zevkimiz tatmin oluyor hem de orada vakit geçirmek farklı bir sosyalleşme biçimimiz olmuştu burada. Hemen yanında da kitapların olduğu dükkan ise aynı merakla baktığımız bir alandı.
Aşram da kalan ve bir şekilde çalışan herkesin komün bir hayat yaşıyor olması hayal ettiğim bir yaşam tarzıydı. Birlikte pişiriyor, üretiyor ve yiyip içiyorlardı. Çöpleri geri dönüştürüp hiç bir şeyin ziyan olmasına izin verilmiyordu. Herkes yaptığı işinin bilincindeydi. Ben çirkinim, eksiğim, herkes bana ne der, aman güzel ve derli toplu görüneyim, vay kırışmışım, kaşlarım uzadı hemen gidip aldırayım, tırnaklarımı, saçlarımı yaptırayım stresi hiç yoktu burada yaşayan hiç kimsede. Oldukları gibi öyle doğal ve güzeller ki. Kadınlarda eski ya da yeni demeden hep geleneksel kıyafet olan sarilerini giyiyorlardı hergün. Erkeklerde öyle sayılır, uzun bir elbisenin altında pantolon ve terlik. En büyük aksesuarları ise yüzlerinden hiç eksik olmayan gülümsemeleriydi içimizi ısıtan. 
Gün sıradan bir aşram deneyimi ile sona eriyor. 
Arada bir WiFi buldukça dış dünya ile iletişim kurma çabamız takdire değer ama son bir iki gündür kendiliğinden azalmış durumda. Günde sadece 1 kez girdim nete dün.
 Kendimle başbaşa kaldığım zamanların kıymetini hiçbir şeyle ölçemem burada. Ben ve kendim bile değil, sadece ben. 
31.10.2019 Perşembe 
Bugün büyük temizlik günü, tüm aşram öğrencileri işlere eşit olarak dağıldık. Kiminin elinde toz bezi, kiminde paspas, kiminde ise süpürge vardı. Tüm aşram pırıl pırıl oldu. Birlikte el ele çalışmak, çalışırken içine gönüllülük ve sevgimizi katmak eminim hepimize iyi gelmişti. Karma yoganın insan ruhunu tazeleyen bir yanı vardı. Nereden mi anladım, herkesin yüzü gülüyordu. Nihayet ayurvedik masaj randevumu da almıştım ertesi sabaha. Sabah akşam düzenli yoga asana uygulamalarından ve yol yorgunluğundan sonra bu masajın çok iyi geleceğine emindim. Bugünse mauna, içsel sessizlik günüm. Sabahtan beri ağzımı açmadım. Biraz yazdım, biraz gezdim, meyve yedim ve çokça meditasyon yaptım. Mantralar söyledim içimden ve hep sustum. Sessizlik tanrıların diliymiş. Doğanın sesi içimizdeki sesmiş ve daima bizimle beraber olanmış, Gandhar hocamızın ifadeleriyle. 
Ayrıca fark ettiğim en önemli şeylerden biri de sessizliğin sınırlarımı yeniden fark edip yenilediğim bir alan açması oldu. Sürekli konuşurken sınırları dış dünya koyuyordu, oysa iç sessizliğimdeyken sınırlarımı ben belirliyorum, daha önce hiç koyamadıklarımı da fark ederek. 
Susunca anladığım diğer şey ise yargılarımın ardında başka bir dünya olduğuydu. Oysa dünya başka bir yer, insanlar başka. Stres altında günlük yaşamın içinde akarken daha doğrusu sürüklenirken göremediğim şeyler ne kadar parlak görünüyor burada. Tüm duyu organlarının işlevini azalttığım ve meditasyon ile duyu organlarımı rahatça geri çekebildiğim bir yerdi aşram. Bakış açımı değiştirebilme gücü veriyordu tüm bunlar bana. Daha fazla istediğin değil, olanla hatta azla yetinmeyi öğrenerek zenginleştiğim bir yer. 
Tumblr media
Günlerdir peynir, yumurta, çay, kahve, zeytin ve ekmek yok burada. İlk 2 gün sanki aradım ama sonra unutuldu gitti. Şimdi baharatların ismini ve nasıl kullanıldıklarını anlamaya çalışıyorum. Aşramda tapas ilk planda, yani disiplin çok önemli burada. Her zaman gülüyor Gandar hocamız ve bir o kadar da disiplini hissettiriyor. İncinmiyorsun asla sadece egonu nasıl geri çekeceğini öğreniyorsun aşram koşullarında. 
En büyük şansım küçük bir aşram olan Yalova Köy evinde tüm bu çalışmaların benzerlerini son 8 yıldır deneyimlemiş olmam. Bu yüzden hazırlıksız değildim. Çocukluğum da aşramdaki hayata çok benzer bir hayatmış, burada anladım. Dahası yatılı okulun disiplinini ve komün yaşamını da katarsak hayat beni bu koşullara fazlasıyla hazırlamış sanki. Çünkü kendimi asıl burada gerçek evimde gibi hissediyorum, yani tam olarak merkezimde. 
01.11.2019 cuma 
Sabah her zamanki erken kalkışımızın ardından harika bir meditasyon ve hatha yoga dersi sonrası kendimi Ayurvedik masajın kollarına bırakıyorum. Gencecik, zayıf kara kuru Hintli bir genç kadının güçlü parmakları ve sıcacık yağ ile yaptığı masajın tüm bedenime mesajı net oluyor; kendini daha çok sev, daha çok dokun ve daha fazla hisset. 
Hindistan'da günler uçarak geçerken buradaki birçok kişiyle daha yakın ilişkiler kurmaya başlamanın keyfi bu deneyimin önemli bir kısmını oluşturuyordu. Yeni arkadaşlarım vardı artık. 
Bugün Bora hocamız ile Triambakesh'teki Jyotirlinga tapınağına olan gezimiz Hintlilerin yapılara değil, daha çok ruhsallığa önem verdiklerini bir kez daha kanıtlar nitelikteydi. Onca harika eski yapılarda bakım neredeyse hiç yok. 3 yıl önceki Nepal gezimizde de aynı duruma tanıklık ettiğimi hatırlıyorum. Tapınakta Lord Shiva'nın Altın tacı pazartesi günleri görülebiliyormuş, oysa bugün Cuma. Genel olarak darshan için gelen Hintli adanmışların katı kıyafet kurallarına uyması beklenmese de, kutsal alan içinde özel bir pooja yapmayı tercih eden erkek adanmışların beyaz dhoti ve havlu giymesi bizim için çok ilginç görüntüler oluşturmuştu. Bu arada darshan (Darśana), bir tanrının veya kutsal bir insanın hayırlı görüşü anlamına geliyormuş. Böyle enerjisi yüksek tapınaklarda çeşitli sembol ve ritüllerle kutsanıp adanılan şey "yüksek bilinç" aslında. O bilince erişmek için adaklar, sunular her kültürde, dinde mevcut. Bizlerin Şiva *Linga'ya yaklaşık 5 metre mesafeden bakmamız ve sadece yakınına çiçek bırakmamıza izin verilirken, sadece özel Pooja yapmak isteyen adanmışların ana kutsal alana girip Linga'ya dokunmalarına izin verildiğini öğrendim bu gezide. *[linga: lord Şiva nın özel simgesi]. 
Tumblr media
Alışveriş içinse harika bir yer burası. Rudrakşa, Şiva linga heykelcikleri, müskat ve kakule dövmek için havan, Şiva Şakti heykelleri ile Tiger balm, kolye, küpe, bilezik ve daha neler neler. Yediğimiz Hint burgerin tadı ise hala damağımda. Samosa denen bir börek de tadına bakılmadan dönülmemesi gerekenlerden. Ama yiyeceğin yerini doğru seçmek önemli, çünkü her işi elleriyle alelade yapıyorlar. Hijyenin h'si buralara az uğruyor. 
Sokakların kralı ise yine inekler. Ben böyle sevimli kendini sevdiren, seven kişiyi yalayan inek görmedim. İsim de verdim benekliye, "Krişna". Neden Krişna diye sorarsanız eğer; burada dilediğin şeye kutsal kabul edilen tanrıların isimleri verilebiliyor.
Tumblr media
Gezinin sonunda Gandhar hocanın harika dersi bizi bekliyordu. Konumuz meditasyon bugün. Gandhar hocanın, gerek dersini dinlerken gerekse sohbetlerinden anladığım, entelektüel bilgiyi pratik bilgeliğe dönüştürmüş bir kişi olduğu. Derste bize kendimizle arkadaş olup olmadığımızı sordu. Kendimizi arkadaşlarımızdan daha fazla eleştirdiğimizi, daha fazla kendimize kızıp, suçlayıp, yargıladığımızı yani kendimize karşı çok acımasız olduğumuzu ifade etti. Düşündüğümde haklı olduğunu fark ettim, çünkü içimizde çok güçlü duygular var ve onların ifade bulması için genelde faturayı kendimize çıkartıyoruz. Aşram koşulları kendimi sevmek ve şefkatle sararak, yargılayıp suçlamadan kabul ederek arkadaş olabileceğim bolca sessiz zamanlar vadediyor.  Bu dersi ayrıca başka bir yazımda anlatmayı çok isterim.
Ardından da Ayurvedik Dr. Satish Chavan ile Ayurveda giriş kursuna başlıyoruz. 
 Yoga Vidya Gurukul, 1978 yılında buradaki hocamız Gandhar Mandlik'in babası olan Yogacharya Dr. Vishwas Mandlik tarafından kar amacı gütmeyen bir organizasyon olarak kurulmuş. Bu okul Bihar Yoga Okulu'ndan Swami Satyananda'nın vizyonundan ilham alıyor ve yönlendiriliyormuş. Hindistan geleneksel hatha yoga tarzı temel öğretim biçimleri. Hindistan'da 18000'den fazla yoga öğretmenine, yabancı ülkelerde 4500 yoga öğretmenine ve tüm dünyada 300.000'den fazla yoga öğrencisine sahip olan bu okulun bir parçası olmak bizlere de iyi geldi. Hindistan'da 35, Singapur, Avustralya, Hong Kong, Kazakistan, İtalya ve Tayland'da 5 merkezi olan “yoga vidya gurukul” seva bilinci ile hizmet vermeye devam etmesi de buranın bir parçası olarak bana çok iyi geldi. 
Seva, Karma yoganın (benliği unutarak hizmet etmenin yogası) ve Bakhti Yoganın (teslimiyetin yogası) temel taşlarındandır ki; bu yoga türünde kendini düşünmeden vermeye odaklanmak, en yüksek seviyedeki ibadet olan ruhsal çalışmanın bedene dönüşmüş halidir.
 2.11.2019 cmt
Muson yağmurları şarkılar söylüyor geldiğimizden beri. Dün gece başlayan yağmur hiç durmadan, sabah gün doğumuna kadar yağdı. Öyle sıradan romantik de değil, kazandan boşanırcasına. Saatlerdir yağan o yağmur nerede şimdi, onca su nereye gitti? Toprak müthiş hepsini kucaklamış görünüyor. Su kültürü hakim bir ülkede olduğumuz net zaten. Burada ısıtma sistemi yok, klima yok. Yani üşümek çok mümkün burada eğer hava kışın çok soğuk olursa.
 Gündüzleri bu mevsimde 33 dereceyi gördük. Yağmurda kobra yılanları ortaya çıkıyormuş ve öyle kobrayı görünce ay ne şeker demeyin sabit kalın pek hareket etmeyin diye de uyardılar. Zaten her yerde yılan gördüğünüzde uymanız gereken talimatlar asılı. Panik yok yani. Bir kobra yılanı ile en yakın mesafede göz göze geldiğim yer olarak da burası kişisel tarihime kazınıyor. 
Gandhar hocamızın babası buraya ilk geldiklerinde kobraların burada yaşadıklarını biliyormuş ve şöyle söylemiş; burası onların evi, saygılı olursak onlarda bize saygılı olur. Bu güne dek ne bir kobra öldürmüşler, ne de oradaki bir kişiyi kobra yılanı ısırmış. Önceleri yakaladıkları kobraları tutmuşlar ellerinde ama fareler çoğalmış bu kez. Doğanın dengesini bozduğunda hemen cevap veriyor bize, eğer dinlemesini bilirsek. Fareleri zehirlediklerinde ise onların leşini yiyen kedi, köpekler de telef olmuş. Burada olmak dersin kendisi anlayacağınız. Çünkü doğanın tam kalbindeyiz. Ayrıca hocalardan eğitim almak, sohbet etmekte üstünün kreması gibi. Sabah Bora hocamın harika dersinden sonra şimdi mutfakta karma yogaya gidiyoruz kalanlar da oda ve etraf temizliğine. 
Tumblr media
Mutfakta işler biraz karışık. Hem temizlik yapıyoruz hem de kahvaltılık ile öğlen ve akşam yemeklerine hazırlık yapılıyor. Mutfakta herkes kendi bulaşığını kendi yıkıyor ve kurulayıp yerine bırakıyor. Yemek yerken her daim sessizlik var. Biz yemeği yaparken bile sessizdik. Sessizliğe alıştım desem yeri var. Konuşmanın ne kadar yorucu olduğunu ve dinlemenin de enerjini nasıl aldığını fark ettim. Odaklanmak için sessizce içine dönmek gerek anlayacağınız. Sonra seslerin arasında bile belki mezkezlenebilir insan. Daha önce bilmediğim bir fasulye çeşidi ayıkladım, kabak, salatalık ve domates öğlen yemeği içindi. Papaya ve kavun ile süt hazırlığı ise kahvaltılık. Mutfakta 15 kişiye yakın sayıda vardık. Yeni ttc öğrencileri de gelince sayımız arttı. Artık yemek almak ve bulaşık yıkamak için sıra bekliyoruz. 
Bugün Gandhar hocamızın dersi vardı. 
Önce sorulamızı cevapladı ardından baba bir konu ile beraberdik; ZİHİN. Konuya hakimiyetine, hazırlanışına ve gülümseyerek anlatma disiplinine hayran oldum. 
Derse başlarken “öncelikle zihinlerimizin burada olduğuna emin olalım” dedi ve sordu? Zihin nerede? Bu yazıyı okurken yani şu anda zihniniz nerede?
 3.11.2019 pazar 
Bu sabah yoga ve meditasyon pratiğimizde "Burada asıl olan içimize yaptığımız  yolculuktur" dedi Bora hocam. Size anlattığım her şey buradaki deneyimlerin bendeki yansımaları hakkında. Aşram koşulları kolay değil doğru, bununla bereber aşramdaki koşulların ve eğitimlerin herkes üzerinde farklı etkileri olduğu kesin. Çünkü zihinsel koşullanmalarımız farklı her birimizin, çağrışımları başka, üstelik aynı olayların içinde olsak bile. Bu sebeple içimizdeki yolculuğun seyri ister istemez değişiyor. Bir kişide travma yaratan süreç, bir başkasında şifaya neden olabiliyor. Burada başkasının gözleriyle görmeye, bakış açılarımızı yenilemeye davet etti bizi Gandhar "zihin" den bahsederken. Bora hoca ise bu sabah dersinde son-uç'tan özgür, sür-eç kelimelerine çekti dikkatimizi, bizi nasıl etkilediğine. 
Tumblr media
Karma yoga, seva çalışmaları, her gün yaptığım bir ritüele dönüştü burada. Mutfak, oda ve çevremizi temiz tutmak üstelik bunu hep birlikte yapmanın güzelliği tartışılmaz. Yoga kelimesi, birleştirmek anlamına geliyor. Tüm deneyimlerim bu birlik hissine doğru akıyor.
Bizi var eden anne babamıza ve büyürken bizde emeği olan her bir kişiye, yediğimiz yemekteki her şeyi yetiştiren emek veren çiftçiye, bilgi veren öğretmene ve tüm doğaya, deneyimlerimiz için borçluyuz. Bu borcumuzu da ödemekle mükellefiz. Çalışarak, üreterek ve potansiyelimizi sonuna kadar kullanarak, karşılıksız beklentisiz vererek borcumuzu ödeyebileceğimizi anlatıyor Gandhar. 
Ayurveda ve vinyasa dersleriyle aktı gün, asıl ders aşramda deneyim olsa da. Akşam yine yajna seramonisi yaptık, dualarım, sevdiklerim, arkadaşlarım ve herkes için, tüm doğa ve hayvanlar için. Gece yaptığımız şifa çemberi de niyet ve dualarımızı güçlendirdi. Sevgi sonsuzdur bu sebeple herkesi, her şeyi ve her yeri kaplasın diye beraberdik. 
4.11.2019 pazartesi 
Gün bütün zenginliğini sunduğunu anlatmak istercesine aydı bu sabah rengarenk çiçeklerin kokularıyla. Yaşamak tüm sorumluluğumuz, başka bir şey değil ve tabii ki önce zarar vermeden. 
Bu sabah meditasyon ve yoga pratiğimin sonrasında shirodhara masajı aldım. Daha meditatif bir hale gelemezdim kanımca. İyi ki yaptım dediklerimden. Herkese tavsiye ederim.
Bu ülkede her şey yavaş geliyor bana, gün uzuuuun uzuuuun akıyor, hatta bazen akmıyor sanki. Sadece konuşmalar, insan sesleri, gülüşmeler duyuluyor gün akmazken. Sabrın tarihi bu coğrafyada yeniden yazılıyor benim için. Bunu sessizlik [mauna] yaptığım günler daha iyi fark ettim. Burada daha az konuştuğum kesin, daha az yediğim de. Burada , azalırken çoğalan en önemli şey “fark ettiklerim”. Mesela doğanın renkleri, yağmurun sesi, çiçeğin açıldığı ve kapandığı zamanlar, insanların yüzlerinin ayrıntıları, iç seslerim, yargılarım, iç sessizliğimin rehberliği, birbirinden güzel çiçeklerin kokuları. Trafik yavaş Nashik Mahindra'da ve insanlar yavaş anlıyor, sakin dinliyor. Kısacası biz hızlı kaldık burada, çok hızlı. 
Nashik 'teki son günümüz. Yoga vidya gurukul'daki son derslerimiz de bugün. Yarın sabah erkenden Mumbai'da olacağız ve Çarşamba sabah 4.55'te uçağa binip Sharjah ve yaklaşık 5 saat bekledikten sonra İstanbul, ardından hemen İzmir. Mumbai'yi de gezme şansımız olacak böylece. İzmir beni nasıl bekliyor bilmiyorum. Bildiğim benim İzmir'e henüz hazır olmadığım. Her ne kadar daha önce de buna benzeyen inzivalarda bulunsam da bu sefer her açıdan bir başkaydı. Kafamda tuhaf sorular, kalbimde bir burukluk hissi ayrılmadan önce. 
 Bugün ziyaret ettiğimiz, Hindistan'ın Nashik - Maharashtra kentinin yakınında bulunan  Pandavleni Mağaraları, Trivashmi Tepeleri'nin antik kaya mağaralarıymış. Bu mağaralar 2000 yıldan fazla bir süredir var olup, M.Ö. 3. yüzyıl ile MS 2. yüzyıl arasındaki döneme dayanmaktadır diye yazıyor tırmanacağımız yolun başındaki levhada.  Pandavleni mağaraları Hinayana Budizm'ini temsil eden 24 mağaradan oluşuyor. Hepsi de birbirinden ilginç. Çevresi oldukça yeşil ve ağaçlandırılmış. Tepeden şehrin panaromik manzarası ise harika görünüyor. 
Tumblr media
Dönüşte 2'ye ayrıldık, alışveriş yapmak isteyenlerle, aşrama geri dönmek isteyenler olarak. Ben şehrin gürültüsü ile güneşin sıcaklığını çekemediğim için, aşramı özlediğimi fark ettim. Döner dönmez kendimi havuza attım. Gökyüzünün muhteşemliğini seyrederek yağmur sularıyla dolan bu havuzda yüzmenin tadı hiç bir yerde yoktu. Ardından Gandhar hocamızın gaddarca hazırladığı bir asana dersine katıldım. Zihinsel esnekliğinin ve bilgeliğinin bedenine de yansımaması mümkün değildi. Hayranlıkla hem izledim hem de asanaları yapmaya çalıştım. 
Aşramın dükkanı küçük ve çok kullanışlı bir alandı. Son alınacaklar için yemekten sonra kendimi orada buldum diğer tüm arkadaşlarım gibi. Zaten bizden çok alışveriş yapan da olmadığını söylediler. Dükkanı boşaltan Türk grup olarak ünlendik. Bir diğer ünümüz de su ile her yeri yıkayıp temizlememiz konusuydu daha önce de yazdığım gibi. 
Saat 20.30 'da ise Yoga Vidya Gurukul' un başkanı Guruji, eşi bayan Purnima ve oğulları olan hocamız Gandhar ile son buluşmamız gerçekleşti. Karşılıklı duygulu paylaşımlar, son tembihler, teşekkürler, fotoğraflar, bizde kalan izlerin aktarımı, Gandhar' ın flüt üflemesi, Purnima 'nın şarkısı ve belgelerimizin dağıtılması ile son bulan veda seramonisi akıllarımızdan hiç silinmeyecekti. 
Tumblr media
Gece içimde uçuşan zıt duygularla valizlerimi topladım ve zor da olsa uykuya daldım. 
5.11.2019 Salı 
Yoga Vidya Gurukul' un sabah saat 6.00'da yeni doğan güneşine, börtü böceğine, yılanına kobrasına, havasına, suyuna, yağmuruna, beni kucaklayan sıcacık atmosferine, çiçeklerine, toprağına, tanıştığım her güzel yüreğe kısacası her şeyine selam durdum ayrılık vakti gelip çattığında. Kendimce bir vedaydı bu. Belki yine gelme umudunu içimde barındırarak. 
Yaklaşık 4 saat sonra 20 milyon nüfüsa sahip olan Hindistan’ın en kalabalık şehri Maharastra’nın başkenti, 7 adanın üzerine kurulmuş Mumbai’ye varmıştık. Meşhur Tajmahal oteline yakın, Fariyas otelinde odalarımıza yerleşip, yemek yedikten sonra rehber eşliğinde çıkıyoruz Mumbai gezimize.
Eski adı Bombay’mış kentin ve 1995’te Hindistan hükümeti tarafından adı sekiz kollu Tanrıça Mumba Devi’den esinlenerek Mumbai olarak değiştirilmiş. Bence en görkemli yapılardan biri Hindistan’ın “Giriş Kapısıydı”. Geçmişte Hindistan’a deniz yoluyla ulaşılır, limandan girilirmiş. Bu nedenle liman “Giriş Kapısı” (Gateway of India) adını almış. Gotik ve İslam üslubunu yansıtan anıt şeklindeki kapı 1911’de İngiltere Kralı V. George’un ülkeyi ziyareti şerefine yapılmış. İşin ilginç ve ironik bulduğum yanı ise, 1947’de Hindistan bağımsızlığını kazanınca sömürgeci İngilizlere kapının yine buradan gösterilmiş olmasıymış.
Tumblr media
Burada antik çağlardan beri yerleşimlerin bulunduğunu söylüyor rehberimiz. 13’üncü yüzyılda kurulan kent 14’üncü yüzyılda Müslümanların, 16’ncı yüzyılın ilk yarısında ise Portekizlilerin eline geçmiş olması mimariyi de etkilemiş elbette. “Güzel Körfez” anlamına gelen “Bom bahai” ismini de Porkekizliler koymuş. 1661’de şehri II. Charles ile evlenen Braganzalı Catherine’ye düğün hediyesi olarak alan İngilizler devreye girince isim “Bombay”a dönüşmüş. İngilizler sayesinde Bombay limanı önem kazanmış ve ticaret gelişmeye başlamış. Aynı zamanda bir kültür şehri olan Mumbai’de Bollywood, 1978’de inşa edilmiş ve Hint sineması burada yılda 120 film çekiyormuş. Ama zaman yetmediği için biz gezip göremedik.
Mumbai üniversitesi ve kriket sahası karşılıklı çok güzel bir görsellik sunuyor. Burada İngiliz mimarisi ve yaşam tarzı hakim. Viktoria tren istasyonu Asya’da tren yollarının başladığı ilk yermiş. Mimariler bir harika. Gezimizi otobüsten seyrettiğim için pek fotoğraf çekemedim. Gregory David Roberts’in yazdığı “Shantaram” kitabının içinde anlatılan hikayede adı geçen mekanı da gördük, “Leopold kafe”. Burada kahve içmek isteyenler oldu bu yüzden. Kitabın baş sayfasında yazan yazı ise oldukça düşündürücü: “Kader seni güldürmüyorsa espriyi anlayamadın demektir.”
Hindistan’da yaşayanların %70’i Hindu, % 20’si Müslüman ve % 10’u diğer dinlerden oluştuğunu öğreniyoruz yolculuk sırasında.
Banyan ağaçları Hindistan'da çok meşhur bir ağaç. Dalları yere kadar uzayıp dağılıyor. 450 yıllık Banyan ağaçları varmış. Banyan ağacının uzun yaşaması Hint ailelerinde uzun süre yaşasınlar diye, yere uzayan dallarından elde ettikleri  bir ekstratı hem saçlarına sürüp parlak olması için, hem de rahat bir uyku uyumak için kullanıyorlarmış.
Tumblr media
İlginç olan başka bir manzara da, 5000 kişinin aynı anda kıyafetlerini yıkayıp taşlara çarparak kurutacağı dev bir yıkama alanına tanıklık etmek. Yol kıyısında durduk hem fotoğrafını çektik açık hava çamaşırhanesinin hem de mini alışveriş yaparak tekrar yola koyulduk. 
Tumblr media
Gezinin diğer durağı da Mumbai de İskon tapınağıydı. Lord Krişna için bir tapınak. Orada keşiş Karuna bize rehberlik etti. Oldukça genç olan Karuna, adanmış bir kişinin bakışlarına sahip diye düşündürdü beni. Yaşından büyüktü cümleleri ve Bhagavat Gita'yı bir öğretmen ile okuyun mutlaka dedi bize. Kendisi ezbere biliyor gibiydi. Son birkaç aydır yağan yağmurlar yüzünden geçici çatılar yapılmış tapınağa. Rajasthan bölgesinden gelen kum taşları oyularak yapılmış tüm bina. Mimaride İslam ve Hindu öğeleri hakim. Tavus kuşlarının Hinduizm’de çok özel bir anlamı varmış. Yoganın farklı derinlik seviyeleri var diyor keşiş Karuna. Yoganın zihinsel bedensel ve duygusal anlamda ince ayar yaptığını anlatıyor, hayat amacımızı anlayabilmek için. Bu cevapları aramaya başlayınca ruhsal seviyeye gelmiş olduğumuzu anlıyorum. Bizim aynada gördüğümüz şey değil bir bilinç olduğumuzu anlamaya başlarız diye devam ediyor Karuna. Buraya gelenler için 2 yol vardır diyor; kişisel olan ve kişisel olmayan yol olarak. İki yol da doğru diyor. Güneşi hem görüyoruz hem de enerjisini hissediyoruz, ikisi de gerçek diye ekliyor. Kişisel olan yolu seçenler ilahi bir varlığa yöneliyorlar ve Hinduizm burada devreye giriyor. Hinduizm’de 3 ana karakter var; Krişna=Vişnu, Brahma ve Şiva (üçü de kendine özgü ilahi varlıklar). Krişna’nın elinde her zaman bir flüt var. Çocukluğunda elinde tuttuğu flüt, büyüdüğünde ise bir sopaya dönüşüyor ve Vişnu oluyor. Hinduizm’in ilginç yanı dişi ve erkek figürler hep yan yana olmasıymış. Bu tapınakta Krişna'nın odasındaki resimlerde de öyleydi. 
Tumblr media
Farsiler burada çokmuş eski zamanlarda, 100 yıl kadar önce bir yetimhaneye dönüşmüş bu tapınak. İlk kurulduğunda ahşapmış sonra taş ile değiştirilmiş. Ama Lord Krişna'nın odası 150 yıllık tik ağacından yapılmış ve hala ilk halini koruyormuş. 
Oradan Mumbai’in en güzel sahili Chowpatty’den, Arap denizinin ufkuna doğru inen güneşin batışını izlemeye gittik. Güneş bile yavaş yavaş batıyordu burada, artık kesinlikle emindim. Chowpatty Plajı, Mumbai'daki en ünlü plajlardan biriymiş rehberin ifadesine göre. Şehrin göbeğinde yer alan bu plaja, çoğu insanın uzun ve yorucu bir günün ardından dinlenmek için uğradığı bir yer olduğunu da ekliyor. Kesinlikle haksız değildi, kocaman bir şehrin ortasındaki plajın gerçekten dinlendirici olduğunu İzmir’den biliyordum. Üzücü olan, her büyük şehirde olduğu gibi plajın artık denize girilemeyecek kadar kirli olmasıydı.
Geri dönüşte çarşıların alışveriş çağrısına kulak verdik. Elbiseler, etekler ve süs eşyaları satan dükkanlar oldukça renkli bir çerçeve çizmiş. “Shantaram” kitabında adı geçen meşhur Leopold Cafenin civarında gezindik biraz. Bu yıl vizyona giren “Mumbai Oteli” filminin mekanını yani Tajmahal otelini ve Hindistan’ın “giriş kapısını” uzaktan izleyebildim otobüste olduğum için. Belki başka bir gelişimde daha ayrıntılı gezme şansı bulurum umuduyla otelime geri döndüm.
Akşam pazarına indik saat 20.30 sularında birkaç arkadaş Mumbai'nin arka sokaklarında. Kısa mesafelerle kent ve insan manzaralarının böylesine değişmesi inanılmazdı. Bir yanda zenginliğin hüküm sürdüğü yerleri izlerken, diğer yanda sefaletin sınırının olmadığı bir alana tanıklık etmek çok ilginçti. Lüks arabaların üstüne çıkıp ağaç yapraklarını yiyen keçi ise "bunların hiç biri beni bağlamaz" der gibiydi. 
Tumblr media
Yazımı bitirmeden önce Gandhar hocamın bir sözü ile veda etmek istiyorum:
“Acı ve mutluluğu yaratan zihindir, çikolata değil. Stres, endişe ve depresyonda zihindedir. Aşramda özgürlüğünüzün elinden alındığını düşünmek ya da gerçek özgürlüğün aşram koşullarında bulunabileceğini düşünmek de zihindedir. Sizin için hangisi geçerli?”
Geri dönüş vakti geldi çattı. Valizler hazır ve gece yarısı yine yollardaydık. Uzun ve yorucu ama berberliğimizin verdiği bir keyifle akan yolculuğumuzun ardından evlerimize varmanın keyfini paylaştık whatsapp grubumuzdan hep beraber.
Yoganın birleştiren ve bağlayan anlamı, bu gezimize de damgasını vurdu. Bora hocama başta olmak üzere Yoga Vidya Gurukul’un tüm hocalarına ve değerli yol arkadaşlarıma bir kez daha sonsuz teşekkürler.
Yol’da olmak güzel…
Hariom Tat Sat
 Fatma Nur Kayral
3 notes · View notes
boraercan-hindu · 6 years ago
Text
BORA ERCAN KİMDİR?
Bora Ercan Hindu olmuştur
Bora Ercan’ın Bihar School of Yoga’dan eğitmenlik almış ve pek çok kereler Avrupa da ve Hindistan’da aşramlarda kalmış.  
Bora Ercan Bihar’da ilk defa Hindu olmuştur. Orada kaldığı ve yoga eğitmenliğini aldığı yer bir Hinduizm tarikatıdır. Hinduizm din olarak 5 büyük tarikat ve onun uzantıları olan yüzlerce tarikattan oluşan 5000 yıllık bir dindir.
Hinduizm dininin yayılma çabaları ilk defa 1930’larda ortaya çıktı. Bu dönemde pek çok tarikat üyesi Batı’ya ama genelde ABD’ye gönderilerek orada yoga adı altında Hindistan’daki tarikatların uzantılarını kurdular. Bunların en meşhurları Şivananda, Vivekananda, Rama Krişna vs.
Hinduizm’in Batı’da nasıl bir ticarete dönüştüğü ile ilgili olarak aşağıdaki kitabı edinebilirsiniz.  Bu kitapta Hinduizm’in Batı’da nasıl sistematik bir şekilde yoga adı altında yayıldığını ve kurulan bu tarikatların nasıl Devlet, işadamları ve din adamları tarafından desteklendiğini anlayabilirsiniz.
Kaynak: DIVINE ENTERPRISE : GURUS AND THE HINDU NATIONALIST MOVEMENT  by LISA MCKEAN
(Tanrısal işletme: Gurular ve Hindu Milliyetçi hareket)
e-kitap versiyonu: http://www.press.uchicago.edu/ucp/books/book/chicago/D/bo3627043.html
Bihar  (Bihar School of Yoga)
Bora Erca’ın kaldığı ilk aşram olan Bihar, Hindistan’ın doğusunda Hinduzim tarikatlarından birisidir ve Bihar veya Behar denilen bir yerdedir. Burası Şivaizm tarikatına ait bir yerdir (Saivisim ; Hinduzim’in 5 önemli tarikatından birisi, Tanrı Şiva’ya tapınma).
Şivananda (Sivananda)
Şivaizm tarikatının Bihar’daki tapınağının üyesi olan Şivananda Batı’ya Hinduizmi yaymak için gider ve orada tarikatın bir uzantısı olarak Sivananda tarikatını kurar. Hinduzimin yayılma politikası, yoga adını kullanarak Batı’da yapılanmaktır. Bu yüzden tüm bu tarikatlar adına mutlaka yoga kelimesini ekler.
Böylece Şivananda, kurduğu tarikatın adını Şivananda Yoga yapar ve onun bir önceki ayağı olan yer de Bihar School of Yoga olur. Böylece tarikatın uzantıları kendilerini yoga adı altında saklarlar.
Hinduzimin Batı da yapılanması
Artık net bir şekilde bilindiği üzere Hinduzim Batı’da yoga adı altında yapılanmaktadır. Bora Ercan’ın işletmesi olan Hari Om Yoga da böyle bir tarikat uzantısıdır.
Boran Ercan kendi yazdığı ve internet üzerinden yayınladığı yazılarda 30’a yakın defa Hindistan’a gittiğini söylemektedir. Neredeyse her sene 1 veya 2 kez Hindistan’a gitmekte ve her gittiğinde de yanında pek çok Müslüman Türk’ü oraya götürmektedir. Bu insanlara ‘Hindistan da Yoga’ veya ‘Hindistan Gezisi’ şeklinde pazarladığı bu geziler aslında Hinduizm propagandasından başka bir şey değildir. Bora Ercan ile Hindistan’a giden herkes Hindu olmaktadır.
Bora Ercan kendisini tanrı şivanın re-enkarnasyonu olarak tanıtıyor
Şivaizm tarikatının bir uzantısı olan Hari Om Yoga isimli yerde Bora Ercan beyin yıkamaya devam etmektedir.  Son zamanlarda Meditasyon, felsefi sohbetler vs adı altında topladığı insanlara Hinduizm dinini ve tanrılarını anlatıyor.
Hatta yakında çevresine kendinin tanrı şivanın re-enkarnasyonu olduğunu söylüyor. Böylece yakınında bulunan kişileri kendisine köle yapmış durumda.
Tanrı Şivaya tapanlar tantra yapıyorlar
Bora Ercan bir Şivait yani Hindu Tanrısı Şiva’ya tapan olduğu için tantra onların en çok kullandığı yöntem. Şiva yok edici bir tanrıdır ve cinselliği kullanır. Bora Ercan’da Şivait yaptığı kişilerle sık sık tantra yapıyor, kendisi ile cinsel ilişkiye girmeyenleri tehdit ediyor.
Bora Ercan kurduğu “seks tarikatı”nı hari om yoga merkezi arkasında saklıyor. Bora Ercan,  kendisi ile tantra yapanlar öğrencilerini yogi yapıyor, karşı gelenleri ise tehdit ve tacizle tantra yapmaya zorluyor, ama onlar kendi istekleri ile yapmadıkları için yogi olamıyorlar.
Bu kadınlar toplumun önyargıları ve Bora Ercan’dan korktukları için şikayetçi olamıyorlar.  Ama her şeyin bir sonu vardır, bir gün tacize ve tecavüze uğrayan bu kadınlardan bazıları cesaret gösterecek ve Bora Ercan’ın uyguladığı şiddetin sonu gelecektir.
O zaman Bora Ercan bileklerinde kelepçe ile demir parmaklıkların arkasına gidecek ve bu dünya sahte tanrı olan bir şarlatandan kurtulacak.
Bora Ercan hakkında taciz, tecavüz şikayetleri
Kendisini tanrı şivanın yeniden bedenlenmiş hali olarak tanıtan Bora Ercan ile cinsel ilişkiye girmek istemeyen kızların arasında küçük yaşta olanlar da var. Bu kızların aileleri şikayet etmek istediklerinde Bora Ercan’ın müritleri tarafından tehdit edildiler ve aileler de değişik şekillerde tacize uğradılar. Ama bu ailelerin ve tacize ve tecavüze uğrayan mağdurların içinden Bora Ercan’ı şikayet edecek cesur kızlar çıkacaktır.
Bora Ercan küçük kızlara yaptığı cinsel saldırıların karşılığında hapse girecek.
Bora Ercan ve Meditasyon
Bora Ercan son dönemde bir meditasyon uzmanı olarak programlar düzenliyor ve eğitimler veriyor. Aşağıdaki linkte verdiği röportaj da açıkça balık tutmak meditasyondur diyen Bora Ercan, yoganın ilk prensibi olan ahimsa (şiddetsizlik) dan da bihaberdir. Bu bile Bora Ercan ‘ın yoga veya meditasyonla ilgilenmediğini, sadece Hinduizm hakkında bir beyin yıkama  içinde olduğunu göstermektedir.
Meditasyon … ‘en iyisi balık tutmak’ …. Diyor, meditasyon uzmanımız.
https://www.kuraldisi.com/adsiz-yogi-bora-ercan/
Bora Ercan insanları Hindu yapıyor!
Bora Ercan gazeteye verdiği bir röportajda şöyle diyor;
“Yoga Hint kültürünün içinden dünyaya bir armağan.”
Bu sözle Bora Ercan ne demek istiyor? Aslında çok basit…
Bora Ercan Yoganın ne olduğunu bilmiyor, o sadece Hinduizmi ve Hint kültürünü biliyor. Hint kültürü Hinduizm üzerine kurulmuştur, din ve kültür bu ülkede iç içedir. Hint kültürü demek Hinduizm demektir çünkü her Hintli Hindu’dur. Bora Ercan’ın yukarıdaki sözü Hinduizm’i yaymak için neredeyse 100 yıldır Hindistan tarafından uygulanan bir politikanın sonucudur.
Bora Ercan, Hinduzim aracılığı ile Hindistan’ın emperyalist yayılmacılığının eseridir. Aslında bu çok trajikomiktir, çünkü kendisini kominist olarak tanımlayan Bora Ercan Batı ve Amerikan emperyalizmine karşıymış gibi yaparken, Doğu emperyalizminin en koyu üyelerindendir.
Hari Om isimli yoga merkezine gelen kişilere tamamen beyin yıkama konuşmaları üzerine yoğunlaşmış durumdadır.
İnsanları Yoga öğretiyorum diyerek dolandırıyor!
Bora Ercan yoga ile ilgili hiçbir şey yapmamaktadır ve yoga bilgisine de sahip değildir ama insanlara kendisini yoga eğitmeni olarak ve tarikatını da yoga merkezi olarak tanıtmaktadır. Bu bir din dolandırıcılığıdır, kandırmacadır.
Yogayı büyülü bir şey gibi tanıtıyor,  bir şova dönüştürüyor.  Yoganın etik değerlerine aldırmıyor, kendi kafasına göre birşeyler yaptırıyor ve adına hatha yoga diyor.  Bu hatha yoga yapanlara hakarettir.
Bora Ercan’ın kitapları
Muson şarkıları bir Yoga yolculuğu  
Göğe yakın topraklar bir Tibet yolculuğu  
Yoga 1. Kitap – Surya’dan Patanjali’ye  
Yoga 2. Kitap – Buda’dan Hatha Yoga’ya  
Bora Ercan’ın kitapları gezileri üzerinedir, sadece başlıklarından bile anlaşılabilir.  Hinduizm propagandası içeren bir Türk Hindu’nun kaleminden Doğu’ya yapılan gezilerle ilgili kitaplardır. Yoga ile ilgili tek bir teknik bile içermezler.
Ayrıca bu kitapları okuduğunuz da pek çok Doğulu ve Batılı yazarın kitaplarından alıntılar içerdiğini de görebilirsiniz. Bora Ercan yıllarca yaptığı çevirilerin etkisinde kalarak yazılarının pek çok yerine bu kitaplardan alıntılar koymuştur fakat bu alıntıların altına yazarlarını yazmamıştır.
Bora Ercan’ın kitaplarında çalıntı bölümler olduğunu bilen bazı kişiler var fakat seslerini çıkaramıyorlar. Çünkü bu kişiler yoga camiasında yer alıyorlar ve Bora Ercan’ı karşılarına almak istemiyorlar. Ama yakında ortaya çıkıp Bora Ercan’ın kitaplarının nasıl da emek hırsızlığı olduğunu kanıtlayacaklardır.
Bora Ercan entelektüellik maskesi takan bir sahtekardır
Bora Ercan ODTÜ yü bitirdikten sonra Yurtdışında, Manchester Üniversitesinde Batı Felsefesi   çalışmaları yaptığını söylüyor ve her yere bunu yazıyor. Dikkat edilirse “Batı felsefesi okudu, master yaptı, doktora yaptı” vs değil, “Batı felsefesi çalışmaları yaptı”. Bu ne deme?
Bu şu demek, Bora Ercan Manchester Üniversitesinde hiçbir şey yapmadı. Özgeçmişine bunu yazarak yalan söylüyor. Çünkü kendisini felsefe konusunda bir uzman olarak gösteriyor, böylece Hinduizm ile yaptığı beyin yıkama içi daha kolay insan buluyor kendisine.  İnsanlar onun bir titr sahibi olduğunu düşünerek ona güveniyor ve derslerine katılıyorlar, fakat Bora Ercan tarafından güvenleri sömürülüp kandırılıp aldatılıyorlar. Bu şekilde aldatılan onlarca insan var.
yoga ve biyoenerji;
Bora Ercan yine verdiği bir röportaj da, Biyoenerji ve yoganın ilgisi yoktur demektedir. Bu da onun yoga hakkında bir şey bilmediğini gösterir, yogada aura, çakra merkezleri bilgisi çok net ve açık bir şekilde verilir. Ama Bora Ercan yoga ile biyoenerjnin bir ilgisi yoktur diyecek kadar yogadan uzaktır.
Bora Ercan insanların zayıflıklarından ve iyi niyetlerinden yararlanarak, hiçbir şey bilmediği yogayı kendisine paravan yaparak çarpık ve sapkın yalanlarını bu insanların beyinlerine yüklüyor. Bu şekilde yoga camiasına çok zarar veriyor, yogaya emeğini vermiş yüzlerce yoga eğitmeni için yıllardır bir sıkıntıdır.
Bora Ercan kendisini yüceleştirmektedir
Öğrencilerine kendisini yüce üstat olarak tanıtmakta ve kendisine öyle hitap etmelerini istemektedir. Son zamanlarda yoganın din olmadığına dair söylemler artınca, Bora Ercan kendisine yüce üstat denmesi konusundaki dayatmalarına ara vermiştir, ama yazdığı pek çok yazıda yüce üstatlardan bahsederek kendisine pay çıkarmaya devam etmektedir.
Bora Ercan mağdurları , Bora Ercan dan ve müritlerinden korktukları için şikayet edemiyorlar. Ama çok yakında bu “sahtekar tanrı” nın foyası ortaya çıkacak ve hakkında şikayetler emniyet güçlerine ve savcılığa yapılacak.
Bora Ercan çevresinde adanmışlar grubu oluşturmaktadır
Bora Ercan öğrencilerine yogilik ünvanı vermektedir. Yogilik sadece üstatlar tarafından verilen bir ünvandır, Bora Ercan kendisini üstat olarak gördüğü için öğrencilerini de yogi veya yogini yapmaktadır. Bu çok basit bir mantık, öğrencileri yogi ise kendisi üstat olmalıdır. Bakınız Bora Ercan’ın internet sitesine:  http://www.yogahariom.com/yoga/yogiler
Kendisine gökten üstatlık ve öğrencilerine de yogilik sıfatları düşen Bora Ercan tam bir şarlatandır. Pek çok kişi yoga öğreniyorum diye onun tuzağına düşüyor, onun şeytani ve kurnaz zekası sayesinde iliklerine kadar maddi ve manevi sömürülüyor.
Bora Ercan, müritlerine başka yoga merkezlerine gitmelerini, başka kitapları okumalarını hatta başkaları ile görüşmelerini bile yasaklıyor, bunları yapanlar herkesin ortasında ağız bir şekilde eleştirilip küçük düşürülerek cezalandırılıyor.
Bora Ercan insanların duygusal boşluğundan yararlanmakta ve Bora Ercan Saadet Zinciri’ni kurmaktadır.
İnsanların pek çoğu teknolojik hayatın getirdiği duygusal ve zihinsel çıkmazlarla ve travmalarla uğraşmakta ve içlerinde bir boşluk oluşmaktadır.  Bora Ercan insanların içine düştüğü bu boşluğu kullanarak çevresinde müritlerinden oluşan bir çember oluşturmaktadır. Bora Ercan’ın müridi olan kişiler onun adına konuşmakta, Bora’nın sözleri diyerek pek çok talimatı diğer öğrencilere ulaştırmaktadır. Bora Ercan’a ulaşmak neredeyse imkansız hale gelmiştir, onun yerine önce müritlerine ulaşıp bazı testlerden geçmek gerekmektedir.
Bora Ercan’ın bu müritleri onun sözünden çıkmıyorlar, hatta onlara Bora Ercan hakkında küçücük bir yorum bile yapılsa tartışma çıkarıyorlar ve hakarete varan şeyler söylüyorlar.
Bora Ercan yeni şubeler açarak yayılıyor
Hinduizm yayılmacılığı pek çok Hindu iş adamı tarafından desteklenmektedir. Bora Ercan yoga adına hiçbir şey öğretmezken, arkasında kendisini destekleyen birkaç Hindu iş adamının sayesinde yeni şubeler açmaya devam ediyor.
İnsanlara sahte cennet vaad ederek insanları kandıran ve sömüren Bora Ercan, hem bu masum insanların paralarını alarak hem de Hindu işadamlarından aldığı “sahte tanrı”lık desteği ile kendisine bir servet yapmış durumda.
Bora Ercan’ın yogik uyu cd si ile beyin yıkaması devam ediyor
Bora Ercan ‘yogik uyku cd’ si ile uykuda da beyin yıkamaya devam ediyor.  Pek çok Hindu müriti bu cd lerde  Hindu tanrılarının hikayelerini ve Hindu müzikleri dinliyorlar.  Yoogik uyku veya yoga nidra dediği bu uygulama ile öğrencilerine kendisinin yüce üstat olduğunu empoze ediyor.
BORA ERCAN’A KİM DUR DİYECEK!
Devletimizi ve milletimizi bu Hindu misyonere karşı göreve çağırıyoruz!
Türkiye bir İSLAM ülkesidir ve burada yaşayan herkes Müslümandır. Kominist ve Hindular defolup gitmelidir!
Devletimiz, Polis Teşkilatımız, İstihbarat Teşkilatımız, Adalet Bakanlığımız Müslüman bir ülkede çok tanrılı bir din olan Hinduizmi bu kadar açık ve aleni yayan Bora Ercan’a karşı bir şeyler yapmalıdır!
1 note · View note
felsefesitesi · 5 years ago
Text
DMY Felsefe yeni yazı gönderildi.
Yeni yazı paylaşıldı: https://www.dmy.info/ana-hatlariyla-hint-felsefesi/
Ana Hatlarıyla Hint Felsefesi
Tumblr media
Hint felsefesi veya Hindu felsefesi coğrafi bir çerçeveyle Güney Asya’da yer alan Hint altkıtasında yapılan düşünce etkinliklerinin adıdır. Aynen Çin veya batı felsefelerinde olduğu gibi tek bir karakteristiğe sahip değildir. Hinduizm, Budizm, Cainizm gibi dinler ile iç içe birçok farklı doktrin vardır. Genellikle 10. yüzyıldan önceki- klasik ve Müslüman olmayan Hindu-Budist filozofları çağrıştırmak için kullanılır. Çağdaş zamanlarda gittikçe artan bir popülaritesi vardır. Batıdaki bilimciliğe ve kesinlik arayışlarına karşı bir alternatif olarak Çin’deki taoizm, Çin-Hint ortak ürünü Budizm ve Neo-hinduizm modern hayata ve dünya topluluklarına yayılmaya başlamıştır. like all Indian religions, it shares the core concepts such as karma, ethical living, rebirth,
1 note · View note
hetesiya · 3 years ago
Text
Öteki Olarak, Aidiyat,Hukuk ve Eşitliğe Tutunmak!
Ahmet Önal
Bugün dünyamızda var olan ya da tarihsel olarak oluşan alışkanlıklar ve kâr hırsı ile yapılan müdahaleler, dünyayı yaşanılmaz bir hale getirmektedir. Savaşlar ile yerleşim yerleri, yaşam sahaları tahrip edilmektedir. Savaşların temelinde hak gaspı vardır
Tumblr media
Dili,  kültürü, tarihi ve coğrafyası farklı olanlar, bu farklılıkları ile birbirlerine göre ötekidirler.
Hakları gasp edilenler, bu farkı, anlamaları oranında öteki olarak hakları için mücadele edeceklerdir.
Frantz Fanon, “Dil fenomeninin temel bir önemi olduğunu düşünüyorum!” der.
Aynı dili konuşanların, özgün bir geçmişleri vardır. Geçmiş özgün tarihtir. Bu özgün tarih kendisini diğer halklarla ayrıştırmıştır ve farklı bir tarihe sahip kılan halk özelliğini kazandırmıştır. Bir halk tarihi özelliğini, farklı bir coğrafyayı mekan edinerek yaratabilir. Dil, tarih ve coğrafyası farklı olan halk, kendine özgün bir kültür ve yaşayış oluşturur ki bu topluluk ekonomik mücadelesi ile farklı bir yaşayış, kişilik, yaşam felsefesi ve kültür yaratır.
Dili,  kültürü, tarihi ve coğrafyası farklı olanlar, modern ekonomi ile yani kapitalist pazar ile belli belirsiz buluşmaları ile milliyet olan bir halk;  dil,  kültür, tarih ve coğrafyası üzerinde kendi kendisini yönetme eğilimini gösterdiği oranda millet vasıflarını  oluşturur.
Farklı milliyet ve millet olanlar, kendi özgün varlıklarının toplamını, diğer millet ve milliyetlerden ÖTEKİ olarak algılamadıkları, anlamadıkları ve bilince çıkarıp, özgür yaşamayı seçmedikleri oranda, kuşatıldıkları toplum tarafından asimilasyon, entegrasyon ve soykırım politikaları ile ortadan kaldırılmadıkları müddetçe öteki olarak var olacaklardır.
***
Öteki kavramını, politikalarını aidiyet tanımları ile birlikte ele alınması, konunun anlaşılmasını daha da kolaylaştırıp, netleştirir;
Siyasette sıklıkla; “Aidiyet sorunu ile olgulara bakmak yanlıştır!” denilir. Oysa ki aidiyetsiz olmak, aidiyetinden yabancılaşıp uzaklaşmak, aidiyetsiz olgulara bakmak, fikri ve duruş olarak kişisizlikleşmektir.
Zira aidiyet, olguları ile sorunlara bakmamak, olguyu ve çevreleyen farklılıkları görmemek, kendini tanımlamamak, tanımak için kavramları oluşturmamak ve analiz etmekten uzak kalmak, öteki olarak erime ve yok olmaya yol vermek olur.
Aidiyet; kendimizi içinde bulduğumuz, kendimize ait olarak gördüğümüz olgudur.
Bunlar; biz evrenliler, biz dünyalılar, biz canlılar, biz hayvan alemi canlıları, biz memeliler, biz düşünenler, biz buğday tenliler, biz Asyalılar, biz Hint Avrupalılar, biz Ariler, biz doğu Ariyalılar, biz İraniler, biz Kürdistanlılar, biz Kürdler, biz Kurmanciler, biz Şadiler – milliler-  izollar vs.  biz köylüler, biz işçiler, biz şehirliler, biz Kuzeyliler, biz Güneyliler, biz Soraniler, biz Serhediler, biz Dêrsîmiler, biz otoktonlar, biz erkekler, biz siyasiler, biz aydınlar, biz yayıncılar, biz rençperler, biz mahkûmlar, biz partisizler, biz sivil itaatsizler, biz erkekler, biz yaşlılar, biz Yaresan ya da Rêya Heqîyê inançlılar vs.
Burada sıraladığımız, kendisine ait hissettiği, kendini dahil gördüğü her olgunun içinde kendisini bulan ya da tanımlayan görüngü, bir aidiyeti ifade eder. Bunları görmezden gelmek, yok saymak ile insan kendisini de gizler ve bulamaz!
Bu tanımlanmalar yapıldıktan sonra, her olgu kendi içinde bir savunma içgüdüsü geliştirir. Bu içgüdünün bilinçli savunulması ise öznel, toplumsal ve evrensel analiz ve duruş için gereklidir.
Aksi halde genelden özele, özelden genele, basitten karmaşığa, karmaşıktan basite bir analiz ve algılama çalışmasını sürdürmek mümkün olmaz.
Hak, hukuk, adalet, eşitlik bu varoluşsal olgular arasındaki eşitlik, özgürlük, dokunulmazlık için yapılan düzenlemeleri, tüm aidiyetlerin kendisi olması ve kendini geliştirmesi için tarihin deneyim ve tecrübelerinden çıkarılan dersler ile geleceğin daha yaşanılır kılınması için düzenlemeler yapılır.
Kabaca belirtmek gerekirse;
Evrenimizde; gelişen bilim, sanayi, teknoloji ile insanlık, yeni keşifler yapmaktadır. Bu gelişmeleri takip ederken, onun doğasal yapısının, evrenlilerin aleyhine işlemesinin önüne geçmek önemlidir.
Biz dünyalılar; tüm varlıklar açısında yerkürenin dengesinin bozulmaması, korunması ve daha güzel yaşanılır kılınması için mücadele ederiz. Bunun için var olanı korumak, yok edilmesini önlemek ve varlığını sürdürmek, yeniden üremesi, üretilmesini sağlamak için, hoşgörü ve koruma bilincinin gelişmesini arzulamak üzere savunuruz.
Sınırsız güç ve sınırsız akıl ile birleşen bencillikle, dünyayı çıkarına göre tasarımlamak üzere egemenlik sağlayan plan, proje ve girişimlerin karşısında yer almak için bilinçli, duyarlı ve hassas olmayı tercih ederiz.
Dünyalılar, gelişmiş bilgileri ile insanlığın korunmasından vazgeçerlerse, dünyaya ve kendilerine zarar verirler.
Bugün dünyamızda var olan ya da tarihsel olarak oluşan alışkanlıklar ve kâr hırsı ile yapılan müdahaleler, dünyayı yaşanılmaz bir hale getirmektedir. Savaşlar ile yerleşim yerleri, yaşam sahaları tahrip edilmektedir. Savaşların temelinde hak gaspı vardır.
Dünya; canlı ve cansız varlıkların tamamından oluşmuştur. Tüm canlı ve cansız varlıklar, elementlerden oluşmuştur. Yaşamdaki tüm varlıklar bir birbiriyle ilişkilidir. Cansızlar, bitkilere, hayvanlara besin olur. Cansızlar ve canlılar geçişken hareketlerle, tabiatın oluşmasını, yeşermesini sağlar. Bu nedenle canlılar içinde, aklı ile doğaya dengesiz müdahale eden insanlığın, dışındaki cansız ve canlı varlıklara karşı amansızca dengelerini bozar girişim ve eylemlerin geliştirilmesi, doğanın dengesini bozar ki bu, bazı canlıların yaşam alanlarını da olumlu-olumsuz etkiler. Tabiat boşluklara imkân vermediği için, bazı varlıkların aleyhine, bir diğer varlığın ise lehine fonksiyonel işlevler oynar. Bu nedenle insanlığın bu müdahalede koruyucu ve hassas olması gerekmektedir.
Canlılar alemimiz, tamamıyla birbirini besleyen ve aynı zamanda tüketen, bu hareket içinde birbirini dengeleyen bir fonksiyondadır. Bu nedenle canlıların yaşam alanlarına müdahaleye karşı çıkarız.
İnsanlığın canlı alem içinde, bitkileri, doğayı, hayvanları koruması, kendi yaşam savaşını kaliteli kılan bir etkendir. Bu nedenle insan kendisinin içinde yer aldığı canlılar alemini en sağlıklı ve yaşanılır kılınması, kendi yaşam kalitesini artırır. Bu kalite nesilden nesile korundukça insanlığın doğa bilinci, geleneği ve kültürü gelişir ve barbar tarihten, şiddet eğiliminden kopar ve insanileşir.
Hayvanlar alemine, hareket edebilen tüm canlılar girer. Bunlar memeliler ve memesizler olarak adlandırılır. İnsanlar, hayvanlar aleminin, memeliler grubuna girer. Ancak insanın, memeli hayvanlar sınıfında olanlar içindeki tek farkı; düşünen, geleceği tasarımlayan ve aklı ile doğaya ve dışındaki evrene, canlı ve cansız varlıklara akli gelişmişliği ile hükmedebilen hayvandır. Sorun, bu hükmünü geleceği ve içinde bulunduğu çevre ile koruması, doğalığının bozulmaması istikametinde kullanmasıdır.
Bu kullanım bir aidiyet ve kişilik bilinci sorunu ile mümkündür. Çünkü bu aidiyetler insana aittir. Bu aidiyetlerin içinde insan vardır.
Düşünen, konuşarak anlaşabilen, topluluklara göre şekillenen biz insanlar, hayvan alemi içinde ayrı bir kimliğiz. Bu açıdan hayvanlar alemi içinde insanlar ötekidir. Düşünen hayvanlar olarak, insan kimliği altında tenlerinin rengine, dil ailelerine, bulundukları ülke ve dillerine, ait oldukları topluluklarına, nesil olarak olageldikleri soylarına -ki Kürdler buna aşiret diyor- toplulukları içinde konuştukları dilleri, konuştukları diller içinde konuştukları lehçe, lehçenin kullandığı ağız, ekonomik sınıflandırmadaki yeri ya da sosyal olarak bulunduğu yeri- şehirli, köylü, getto vb.- yerli mi göçer mi oldukları, siyasi, aydın vb. mesleki kimliği-yayıncı, yazar, çoban, işçi vb. partili-partisiz, ilgili olduğu düşün ve faaliyet duruşu, kadın-erkek olarak cinsi kimliği gibi, evli- bekar kimliği, yaş kategorisine göre kimlik, inanç kategorisine göre kimlik vb. bütün bunlar birer kimlik olarak şekillenmiştir. Biri diğerine göre ötekidir.
Her birey, çok kimliklidir. Kendisinin içinde bulunduğu ya da kendisine ait hissettiği şeyi yaşamak, kültür haline getirerek kendini bulur. Evrenli, Dünyalı, Kürdistanlı, Kürd millet, bölge ve ferdi özgünlükleri vs. birer kimliktir.
Kimlikler içinde yok olma tehlikesi olan daha hassastır, yok olmak üzere olan ya da yok edilmek istenen kimlik- kimlikleri öncelikli olarak savunmak, var olmasını sağlamak, korumak ve gelişmesi için çaba sarf etmek, tüm insanlığın etik görevidir.
Kimliği ile yok edilmek istenenin ya da kimliksel bütünlüğü deforme edilmek istenenin, bozulmak, parçalanmak istenenin savunulması her insanın etik görevidir.
Her dil, aynı zamanda insanlığın oluşması, insaniyetin şekillenmesi ile oluşmuştur. Değil bir dilin, insanlığın her kelimesinin kaybolması, yitirilmesi önemli kayıptır. Başta kimliğin, dilin, ülkenin insanları olmak üzere, tüm insani kimliklerin, ülkenin, ülkede yaşayan
doğanın, hatta tüm varlıkların korunması için hassas davranılması beklenir ve gereklidir. Her kimlik, insanlığın bir ünitesidir ve parçasıdır.
Onun olgunlaşmadan yitip gitmesine insanlık lakayt davranmaz, görmezden gelemez, ilgisiz kalamaz. Kalırsa insanlık kimliği marazidir, yanlış şekillendirilmiştir ve kendi değerlerinin bilincinde olarak yetiştirilememiştir, sapkındır, etik  değildir.
Bugün, Kürd dili tehlikededir. Kürd dilinin kurtarılması, geliştirilmesi insanlık açısından elzemdir, önemlidir.
Kürdistan pazarı, doğası, milleti parçalanmış, bütünlüğü deforme edilmiş, bölüştürülmüş, her bir parçası farklı bir sömürgeci devletin egemenliğinde yok sayılmış ve sayılmaktadır. Bu barbarlığın, terörün, şiddetin, parçalanmışlığın, deformasyon ve dejenerasyonun karşısında yer almayan insan ve insanlık, kendisinin bir parçasına yapılan zulmü görmemek, tutum almamak, karşı koymamak ile suçluların suç işlemelerine dur dememeleri durumunda, kendileri de suçlu duruma düşerler ve düşmüşlerdir.
Sömürge ülke ve soykırıma uğrayan milletin kimliğine, durumuna karşı özgür iradesiyle tavır almayan aydın, aydın değildir, bilim insanı bilim insani değildir, hatta insani değerleri aşınmış, insani duruşta sebat etmeyen insanlardır.
Kürdistan’ın bu durumunu görüp, tutum almayan, Kürdistan’ın ve Kürd milletinin birliğini savunmayan, dünya ülkeleri ve milletleriyle özgür, bağımsız ve eşit yaşamasını sağlamak üzere mücadele etmeyen Kürdler ve Kürdistanlılar yurtsever, milletperver, demokrat olamazlar ve insani değerlere karşı insanlıkları deforme olmuş durumda olurlar.
Tüm dünya insanlığı, yok edilmek istenen kimliklere duyarlı olmak, korunmasını sağlamak ve korumak zorundadırlar. Aksi halde insani değerleri ile tezat halde olurlar.
Tarihte, Ermeni, Kürd, Pontus, Êzidi, Yahudi, Rum, Çerkez, Aborjin vs. halkların katliamlarını, soykırımlarını bilmemek, bilince çıkarmamak ve tutum almamak, insani kimliği zedeler, insanlığın bir parçası, aidiyeti olan bir ünitesini yok etmeye kalkışmak, insanlığın yaratığı bir kimliği yok etmek, insanlık suçudur.
Bu açıdan aidiyetlerin kendileri ile yüzleşmeleri, insanlığına hesap vermesi, insanlık hukukunun yerleşmesi için, adaletsizliklerin giderilmesi için zorunludur.
Asya, Afrika, Latin Amerika, Avustralya, Avrupa ve tüm dünyada insanlığın tarihini, mazlum milletlerin yaşadığı zulmü, sömürge barbarlığını araştırmamak, insanlığın bilincine çıkarmamak, teşhir etmemek ve yok edilmek istenen aidiyetleri korumaya almamak, insanlığın suçudur.
Her insanın, kendi özgün insanlığı ile insanlık kimliğini geliştirebilir.
Bu gelişmenin karşısında durmak, şovenizmi, ırkçılığı, diktatörlüğü ve insanlığın değerlerinin aşınmasına karşı olmak, kendi kimliğine de sahip olması anlamına gelir.
Her kimlik, insanlığın bir parçasıdır ve insanlar kendi kimliklerini özgürce geliştirip yaşayarak, insanlığın gelişmesine, insani değerlerine katkılar sağlayabilirler ve kendisini geliştirebilir, insanlığın yaşam çıtasını yükseltebilir.
Evreni, dünyayı, canlı varlıkları, hayvanları, doğayı, insanlığı, ülkeleri, dilleri, milletleri, cinslerin eşitliğini, inanç ve düşüncelerin özgür yaşamasını, üretimi, emeği, hak, hukuk, adalet ve eşitlik duyguları içinde bir savunma ve koruma psikolojisiyle, insanlığa ait olan farklı farklı kimliklerin dokunulamazlığını sağlayabildiğimiz oranda, insanlık görevlerimizi yerine getirebileceğiz.
Demokrasi; güçsüzü desteklemek, hoşgörü ve tahammül kültürünü içselleştirmektir. Demokrasinin en önemli özelliği, mazlum milletlere, azınlıklara, yaygın olmayan düşüncelere karşı, onları öteki olarak algılamak, görmek ve koruma hassasiyetini göstermek, hak, hukuk ve eşitliğini sağlamak ve teslim etmektir.
Bu açıdan demokrat olmak da artık bir insani kimlik halini almıştır. Bu demokratik hassasiyet ile insani değerlerin, insanlık için tüm kimliklerin farklı farklı ve özgür olarak kendini yaşaması,  geliştirilmesi önemlidir. Bu durum her kimliğin kendini ortaklarıyla aynı, ama ayrıştığı noktalarda da ÖTEKİ olarak görmesi, algılaması ve haklarının tescil edilmesi önemlidir.
***
Bir zenci, beyaza başka davranır, zenciye başka. Zenci ve beyaz birbirlerinin ötekileridir. Burada yapılması gereken, bu iki farklı rengi görerek birinin diğerini tasfiye etmesi yerine, öteki olan zencilerin de insan, evren, dünyalı olarak haklarının verilmesi, kendi özgünlükleri ile ırkçı saldırılardan korunarak güvenli bir şekilde özgürce yaşamasını sağlamaktır. Burada artık sorunun gelip dayandığı nokta, “.. dünyayı kavramak değil, onu değiştirmektir!” yani her topluluğun ve aidiyetin birbirlerine göre ÖTEKİ olduğunu kabul ederek, hak, hukuk, özgürlük, bağımsız duruşlarını geliştirecekleri bir dünyayı oluşturmalarını,  etik olarak yaşamaktır.
Ötekileştirme, ırkçılık, asimilasyon, soykırım üzerinden zorla kendine katma, kendinde sayma ve varlığını inkar etmek, aşağılamak ve tasfiye etmeyi amaçlamak değil, kendi dışında ve farklı bir sosyal topluluk olarak yaşamasına öteki olarak hakkı olduğunu tanımak ve kendi özgür iradesi ile karar verme yetkisini kullanmayı tanımaktır. Haklarının gasp edilmesinin önüne geçmektir. Frantz Fanon’un da parmak bastığı üzere, daha da “Çağımızda meselenin bam teli tam da budur.” Bunu aşmadan insanlığın kendini bulması ve savaşsız bir dünyaya ilerlemesi zordur.
Sömürge toplumun bireyleri, sömürgeci topluluğun bireyleri ile farklı, yani ÖTEKİ olduklarını kabul ettikleri oranda özgürlüğe yürüyebileceklerdir.  Sömürge toplumun bireyleri, sömürgeci topluluğun bireyleri ile aynı aidiyette değil, farklı ve öteki aidiyetler içinde olduklarının mücadelesini vermeye girişmeleri kendilerini özgürleştirir. Aksi durumda, kendilerini sömürge insan olarak tescil olunmalarına hizmet ederler ki, bunun ismi Kürt toplumunda “cahş” olarak yerini almak olur.
O halde bizler hangi anlamda ÖTEKİ değiliz, ancak nerede ÖTEKİYİZ kavramı bilince çıkarılmaya muhtaçtır.
Sömürge insan olarak bilinç mutasyonuna uğramanın önüne geçmek, özgür insan olabilmenin en önemli kriteridir. Bu nedenle ülkelerinde bir vesile ile sürülenlerin, diaspora kültürünü tıpkı İsrailoğulları gibi diri tutmaları önemlidir.
Dil, öteki olarak varlık göstermenin biricik fenomenidir. En zor koşullarda bile dilini öğrenmek, okumak, geliştirmek, yaşamda kullanmak, öteki olarak her adımda kendini tescil etmektir. Irkçılığa karşı en ciddi mücadele, dili ile yaşamı esas mücadelesi olarak vermektir. Kendi gelenek ve simgelerini egemen devlet ve topluluk içinde öteki olarak yaşamaktır.  Öteki olarak özgür ve bağımsız yaşamayı benimsemektir.
Kendisi ile onur duymak, asimilasyon, sömürgecilik ve soykırıma karşı durmak, eğemen sisteme ve isteklerine göre değil, kendi gelenek, görenek ve edindiği ulusal refleksleriyle ÖTEKİ olarak yaşamayı bilmektir. Bu bilinç, inkar ve imha edilenlerin özgürleşme refleksini güçlendirir, insanlığı geliştirir.
Sonuç olarak  tüm insanlar; evrenlidir, dünyalıdır, canlıdır, hayvan alemindedir. Ancak farklı renk, kıta, dil, ırk, etnisite, millet, ülke ve bölge aidiyetlerine sahiptir. Farklılıkları, birbirlerinden ayrı ve  öteki olmalarını ifade eder. Farklı ve öteki olmaları, onların üstün ya da alt grup olarak kabul edilmeleri yanlıştır. Tamamının hukuku, hak eşitliği üzerinden tanımlandığında huzur, adalet, eşitlik ve kaliteli yaşamaları saygınlık kazanır.
İsmail Beşikci hoca’nın şu belirlemesi ışığında, devlet politikalarının dışlama ve ötekileştirme politikaları ile, öteki ya da farklı kabul etmeyip, hak gaspı yolunu seçtiği durumları yeniden irdelemek yerinde olur:
"Türkiye’de, Kürdlere şu söyleniyor. ‘Sen benimle yaşayacaksın. Ama kendi dilini kültürünü bırakıp benim dilimle, benim kültürümle yaşayacaksın. Benim gibi olacaksın, kendin olmaktan vazgeçeceksin. Başka bir seçeneğin yok.’ Bu sürecin asimilasyon ve imha politikalarıyla yürütüldüğü açıktır."
.....
"Senin rengin kara, sen benim yaşadığım alanların dışında yaşa ırkçılığına göre, sen benimle yaşayacaksın, ama benim gibi olacaksın, kendin olmayı reddedeceksin ırkçılığı…’ çok daha zalim, ezici, yok edici bir ırkçılıktır." (İsmail Beşikci)
Tekrar belirtelim ki, devlet Kürtleri insan olarak ötekileştirici politikalara tabii tutup, insani bir değer vermezken, yanı sıra farklılıklarını ve millet olarak öteki olduğunu reddediyor  ve farklı bir ulus halk olduğundan dolayı meşru haklarını müzakere etmeye  yanaşmıyor. Kendi içinde eritip imha edecek politikalara tabi tutuyor, haklarını görünmez kılarak gasp ediyor. Budur, “daha zalim, ezici, yok edici” olan  “ırkçılık!”
http://m.nerinaazad1.com/tr/columnists/ahmet-onal/oteki-olarak-aidiyathukuk-ve-esitlige-tutunmak
0 notes