Şerefsizsin itrail katilsin. Kansız şerefsiz o. Çocuğunun en önünde bayrak tutanısın. Sabah namazında zor şartlar altında namaz kılan insanlara bomba atmak nedir. Nerde bu insanlık nerde #insanhakları nerde lan bu köpek peşinde koşanlar. Nerde lan bu Avrupa da Bi kadın öldürülünce ortaya çıkan kansızlar. Binlerce kadın çoluk çocuk baba abi kardeş abla anne ölüyor. Ve buna kimse ses çıkartmıyor. Hepinizin Allah bin türlü belasını versin. Yer yarılsın içine gir itrail.
Yorgunuz,
Ruhumuzla, bedenimizle.
Yorgunuz, çok yorgun...
Uzun bir maraton ne de olsa,
Maveradan dünyaya,
Ve dünyalık, dünya işleri...
En çok da insanlar yoruyor insanları,
İnsan yanımızı,
Masallarımızı.
Ölüyor masallarımız, hücrelerimiz gibi,
Ölüyor insanlık,
Ve insan yanlarımız.
En çok da insanlar yoruyor insanları,
Kelimelerle,eylemlerle,
Eylemsizliklerle,
Kelime cimrilikleriyle...
En çok da insanlar yoruyor insanları,
İnsan yanımızı.
Yorgunuz bu yüzden,
Biraz da yılgın...
En çok da insanlar yoruyor insanları,
En çok da insanlardan yorgunuz,
Belki, bu yüzden suskunluğumuz...
hayat sanki böyle olmamalıymış gibi hissettiriyor insanlar raydan çıkmış ormanlar yanıyor hayvanlar ölüyor yolda yürüyen insanlar katlediliyor heryerde savaş var insanlarda sevgi duygusunun yerini intikam vahşet alıyor bu böyle olmamalı Tanrı bizi sevgi dolu topraklarda yarattı üstüne bir de özgür irade verdi peki ne içindi insanlar en kötü sonu seçsinler diye miydi camdan baktığımda hiçbir şey göremiyorum çocuklar teknoloji bağımlısı olmuş bahçede akşam ezanına kadar oyun oynayan çocuklar yok anne beş dakika daha kalayım demek yerine anne beş dakika daha telefona bakayım diyen çocuklar var bu çocuklar daha şimdiden dış görünüşlerini takmaya başlamışlar 10 yaşındaki çocuk kilosundan dolayı doğum günü pastasını yiyemiyor yanaklarından dolayı aynaya bakamıyor bu çocuklar üstüm çamur oldu annem kızar mı acaba diye düşünmeleri gerekirken bir yetişkin gibi düşünüyorlar neden böyle olduk neden insanları üzmek bir başarıymış gibi algılanıyor karşındaki insan hassassa ve sen tek bir lafınla onu kırıp paramparça ettiysen bir ödül falan kazanmış olmuyorsun hassas bir insan zaten kırılır dünyadaki tüm hassas veya içe kapanık insanlara zorbalık yapamazsınız bunların hiçbir getirisi yok iyi bir insan olun bazılarınız şöyle diyor zamanında bana kötülük yapıldı ben de aynılarını yapacağım e aynılarını yaparsan ne farkın kalır asıl bana kötülük yapıldı ben dünyanın en iyi insanı olacağım diye düşünmelisiniz çünkü yaşadınız biliyorsunuz başkaları neden yaşasın bunları oysa insanları hayvanlardan ne ayırır biliyor musunuz aklı ama aklı olan insanlar empati bile kuramıyorsa bir hayvandan ne farkı kalır anlamıyorum hiçbir şeyi anlamıyorum insanlık kelimesi bomboş çünkü insanlık ne?? Ciddi ciddi düşünün bir insanlık ne demek olabilir hayır hiçbir anlamı yok gerçekten tek bir anlamı bile yok insanlar korkunç insanlar özgür iradeleri var diye her istediklerini yapabileceklerini zanneden empati yoksunu varlıklardır.
Bir bebek taklit ederek öğrenir. Peki taklit etmeyi nasıl öğrenir?
Dediklerine göre anne baba ellerinde olmadan çocuğu taklit ettiğinde çocuk bunu fark eder. O zamana kadar bu yeni geldiği dünyada ne yapması gerektiği konusunda hiçbir fikri yok. Yani kaybolmuş gibi, rastgele hareketler, gelip geçici yüz ifadeleri, açılıp kapanan parmaklar, şekilden şekile giren yüz ifadeleri. Ancak bunlardan birisi, herhangi birisi, meselâ çıkarılan bir "cacaca" sesi, sözgelimi annenin hoşuna gidip tekrarladığında çocuk bu iki ses arasındaki benzerliği fark ediyor. İlki rastgeleydi, ancak ikincisi değil. O zamana kadar ne yaptıysa boşluğu doldurmak için yapmıştı, hangi sesin hangi ifadenin hangi hareketin boşluğa yakışacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Ama artık var.
Bir ritim duygusu mu? Ya da ritim duygusunun kendisi de bir tutunma çabası mı? Boşluk birbiriyle tamamen alakasız bir curcunayla da doldurulabilirdi. Adımlarımızı birbirine benzer değil de saçma sapan atabilirdik. Her bir adım öncekinden farklı, öncekinden farklı bir yöne doğru yönelmiş olabilirdi. Ama öyle değil. Yinelenmenin kendisi, muntazamlığı ile bize bir anlam hissi aşılıyor. Taklidin taklit ettiği de bir taklit. Yankının orijinali de bir yankıydı. Bizler, hepimiz o ilk “Ol!” emrinin yankıları değil miyiz hem?
Peki bebek hiç taklit edilmeseydi? Ya da o ilk taklit edilmesinden sonra, bunu çok iğrenç bularak yinelenen seslerde, tavırlarda ve hareketlerde, bizim göremediğimiz bir rezalet görseydi? O bebek dilimizi hiç öğrenemezdi, biz de onu hiç anlayamazdık. Taklidin tek seçenek olması, makul ya da mantıklı olmasından ötürü olmuyor, aktarılabilir olmasından ileri geliyor.
İnsanın macerası böyle bir kaç temaya dair varyasyonlardan ibaret. Çocuk büyüyor, ergen oluyor, yine taklit edeceği birilerini arıyor. Bir ağabey, bir teyze, televizyondaki bir süper kahraman. Nasıl yaşanabilir? Sitil nedir tarz nedir? Ne giyse yakışır? Sonra… Hangi hayalleri kurmalı? Kendi kendini icad edecek değil ya, yine bir yerlerden bir şeyler bulacak. Birilerine benzeyecek, birilerine benzemekten başka bir şansı yok. Bir potpuri yapacak en iyi ihtimalle, hangi konuda kimlere benzeyeceğini seçerken bunun özgünlüğün kendisi olduğunu düşünecek ve kısmen de haklı olacak.
İnsanın bütün haklılıkları ve haksızlıkları kısmen değil midir zaten hem? Hakikate erişemez, mutlak zulme de gücü yetmez.
Hatırlanılmak da böyle bir şey. İnsanlar olarak tek tek kimleri örnek alacağımız konusunda yaşadığımız sancılar çok uzun sürüyor. Ben otuz iki yaşındayım ve hâlâ örnek alabileceğim, tavrından kendime bir şeyler devşirebileceğim insanlar gördüğümde seviniyorum. Ama bütün insanlık olarak, nereye gideceğimiz topyekûn edineceğimiz doğrultu konusunda bir fikir almak için etrafımıza baktığımızda, “medeniyet” kavramını görüyoruz. Geçmişe baktığımızda, bugüne bir şey bıraktıklarını görüyoruz ve diyoruz ki demek, bizim de hayatımız geleceğe bir şeyler bırakabilirsek anlamlı.
Göçebe kavimlerin çadırları yok oluyor, ahşap evler çürüyor, parşömenler yanıyor. Bilmemkaç bin Mısırlı doğup ölüyor, biz Piramitleri biliyoruz. Romadaki kölelerden bize bir şey kalmıyor, ama ihtişamını görüyoruz. İnsan süren şehirler yaparsa daha mı insandır oysa? Etrafına karışsa, gerek duymadığında çocuk da edinmese, çizimlerini mağara duvarlarına değil de kendi karnına yapsa… Geçmişi örnek almayan, geleceği de umursamayan bir zaman doğrusunun üzerinde değil de anda yaşayan bir insan olsa, çok sevse kendisini, başkalarını da çok sevse, ama sadece yaşayanları, sadece yaşayanlar için yaşasa, yaptığı hiçbir şey kendisinin ölümünden sonrakilere kalmasın istese… Böyle bir yaşam da anlamlı olabilir mi?
Elbette olabilir, ama biz bu anlamı yadırgarız, çünkü bize aktarılamaz. Tıpkı babasını taklit etmeyi reddeden bir bebeğin ne kadar haklı olduğunu hiçbir zaman anlayamayacağımız gibi.
İşte tam da bu yüzden geçmişe baktığımızda gördüğümüz çırpınış bizimkine benziyor.
-Anneleri hep kadınlardan seçiyorlar, ne ilginç. Size annemi hiç anlatmadım mesela. Pek konuşmazdı ama saçları ıhlamur kokardı. Pek kitap okumazdı ama harika çamaşır asardı. Annem gidince kalbime iyi bakamadım, erken kurudu Albayım. Kalbimde bir sızı, bilincimde bir çatlak, zihnimde bir uyuşma. Aşık olduğum ilk kadın coğrafya öğretmenim. Karadeniz’de dağlar denize paralel uzanıyor ama biz onunla yan yana uzanamıyoruz. Televizyon hâlâ tek kanal. Varşova Paktı, Soğuk Savaş, nükleer tehditler… İnsanlar ölüyor, ben büyüyorum. Büyüdükçe kafam da büyüyor. Ellerim büyüyor, büyüdükçe hayallerim küçülüyor. Görüyorum, İnsanlık kan kaybediyor. Ben insanlığa kan vermek istiyorum, kan gruplarımız uyumsuz çıkıyor. Yıkılıyorum. Her şey siliniyor, her şey. Tam bitti diyorum, ufuktan Ayşegül doğuyor. Ayşegül, dünyanın en güzel şiiri. Saçları, burnu, gözleri, hepsi tam kafiye. Of, keşke az sonra ölmeyecek olsaydım ya. Yalan yok, içten içe hayatım boyunca ben hep ölmeyi istedim. Bazen durur, düşünür, yaşıyor olmanın ne kadar saçma olduğunu fark ederdim. Size olmuyor mu ya? Yaşamak ağır gelmiyor mu? Hayat böyle sırtınıza bir kambur gibi binmiyor mu? Bana oluyor. Düşün ki 6 milyar insan var dünyada. Peki bana ne gerek var? Gerek yok. Bana gerek yok. Tamam o zaman, tamam. Bırakın beni öleyim. Nasıl olsa unutuluruz be. Ne mühendisler, ne doktorlar unutulmuş. Bir Ayşegül üzülür, bir de Sinan. Ama o da ertesi gün unutur. Çocuk ne de olsa. Ayşegül ağlar. Çok ağlar, sonra daha çok ağlar. Ama sonra unutur. Hepimiz unutulmak için yaratılmadık mı? Siz, siz yine de beni hemen unutmayın be. Arada bir resmime falan bakın. Söylediğim havalı sözleri bir kenara not edin. Ben unutulacak adam mıyım be!
]•[ Can ve Mal Güvenliğini Sağlayamayan Hiçbir Zihniyete Bu Ülke Teslim Edilemez
Maraş depreminde kaç insanımızı kaç dakikada kaybettik?
Ölüyü ve diriyi sömüren zihniyetlere yetki verilemez.
Ağır bedeller ödeten sonuçların hepsinin sebebi ülke ve toplumun geleceğini yanlışa teslim etmekten kaynaklanıyor.
Havalimanı, yol, köprü, beton sorun çözmez.
Deprem ile ilgili projesi olan tek bir siyasi parti yok.
Doğru talebi olan bir toplumda yok.
Çözemediğini gördüğün ve yaşadığın halde yine bundan bir anlam ve çözüm çıkartmıyorsan asıl sorun bu toplumun kendisidir.
Dünya da her gün sayısızca masum insan savaşlar, sigara zehri, trafik kazaları, terör, depremler, diğer doğal afetler, virüsler ve benzer sebeplerle ölüyor.
Hepsinin arkasında kodamanların olduğunu ve onlar adına senden yetki isteyen siyasiler olduğunu hepimiz biliyoruz.
O zaman neden bu ülkenin ve kendi geleceğini bu kötü niyetlerin eline teslim ediyorsun.
Çok partili siyaset adı ile kötü niyetler arasında çok seçenek olmasının da bir çözüm olmadığını seksen beş yılda anlamış olmamız gerekmiyor mu?
Bu utancı örtecek ne bir devlet, ne de bir zihniyet var.
İnsanlık tarihinde ölüm hiçbir zaman bu kadar arsırca kanıksanmadı.
Bir canın ölümü bile normal değilken ölüm skorları ile memnuniyet ve başarı arıyoruz. Depremde yaşamını kaybeden insan sayısını bile bilmiyoruz. Resmi sayı ne kadar doğru? Enkaz altından hala ceset çıkıyor?
Yaşatmayan hiçbir zihniyet ahlaklı değildir.
Yaşatmayan hiçbir devlet, devlet değildir.
Savaşlara, zehirli sigara üreterek zehir ticareti yapmaya, silah üretmeye, tefecilerin toplumları sömürmesine para bulmakta zorlanmayan zihniyetler yaşatmaya para bulamamaktan şikayet ediyorlar.
Ya savaşla öldürüyorlar ya da savaşmadan. Savaşlara harcayacakları paralara kıyamadıkları için çaresizliğe mahkum ederek ruhlarını öldürüyorlar insanların.
gözlerini kapattığında dünya duruyor sanıyorsun, bencilliğinden burnunun ucunu göremiyorsun. tüm insanlık uyuyor, bir senin yüreğin yanıyor. yan odada ağlamaktan nefessiz kalan bir sen varken diğer odada kahkahalar atılıyor sanıyorsun ama orda birileri ölüyor aslında. bazıları acıdan uyuyamaz, bazıları sevinçten dedin. kendini yerlere vuran sensin diye yüreğim elimde kalmadı sanıyorsun. bazıları ölür gece yarıları, bazıları yeniden doğar sabaha. mezarlıklarda çürüyenleri görmedin diye seni bu dünyada anlayacak kimse kalmadı sanıyorsun. biz hep ölenler olduk sen yaşama sevincini bağırırken. umudu cebine doldurdun diye herkes mor çiçeklerden taç taktı başına sanıyorsun ama o işler öyle yürümüyor bazen. sevinçten koşa koşa çıktığın caddede dün bir kız çocuğunun hayatı düştü yere. sanıyorsun ki tüm zorluklar yalnız sana. mühürlü gözlerini hiç açma. hayat bazen çiçek bahçesidir, yalnız sana.