Tumgik
#iyilik tanrısı
1-ruhubozuk · 1 year
Text
çöp kutuları neden gri, hiç düşündünüz mü bayım? gri, siyah ile beyazın yasak olmasına rağmen buluştukları yer, gri onların çocukları. yasaklar birbirlerine çünkü beyaz cennet tanrısı, siyah cehennem tanrıçası. bir araya gelemez, birlikte olamazlar. eğer gelirlerse ne iyilik kalır ne kötülük. her şeyi yok ederler. gri büyüyor ve her şey yok oluyor bayım.
7 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
NAZİLER YÜZÜNDEN
Tarihçesi üst paleolitik çağa kadar uzanan, Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi'nin bayrağında kullanımı yüzünden daha sonraları Nazileri ve antisemitizmi çağrıştırması nedeniyle kötülükle ilişkilendirilen Svastika'nın tarihçesi: svastika, kancalı haç işaretine sanskritdilinde verilen isimdir. antik yunan ve bir kısım küçük asya kültürlerinde "tetraskele"(dörtlü sarmal) diye tanımlanmıştır. gamalı haç, dik açılı klasik haç sembolünün göksel düzlemde dinamik yönünü temsil eder. 
tarihçesi üst paleolitik çağa kadar uzanan işaret, nasyonal sosyalist işçi partisinin bayrağında kullanımı yüzünden daha sonraları nazileri, antisemitizmi çağrıştırması nedeniyle kötülükle ilişkilendirildi. gamalı haç, gökyüzüyle, güneşle (güneş çarkı) ve ilâhi ışıkla ilgili kadim bir semboldür. kimi tarihçilere göre, nazi ideolojisinin temeli büyük ölçüde babil, mısır, nordik vb. gibi bazı antik medeniyetlerin gizli doktrinlerinin içeriklerine dayanır. bu nedenle sağa dönük konumu okült (gizil) analizde yıkıcı niteliktedir. haçı oluşturan gama bileşenlerinin sağa yatık olması nefret ve şiddet duygularını körükleme amacına yöneliktir. svastika sembolü yalın hâliyle son derece pozitif ve yapıcı bir anlama sahiptir. kelimenin anlamı; sanskrit dilinde: "su (iyi) ve asti ( varlık/olmak)" kombinasyonundan türemiştir. iyi, sağlıklı olmak” gibi pozitif anlamlara sahiptir. svastika anlamca iki basamaklı bir semboldür ve rotasyon açısı saat yönünde veya tam tersi şekilde uyarlanabilir. bu görünümler birbirini dengeleyen zıt anlamlara da sahiptir. merkezden yükselen ışınları ifade eden çizgileri sola (saat yönünün tersine) yönlendirildiğinde, güneş merkezli yaşamsal enerjiler, iyilik ve göksel ışıkla bağdaşır, çünkü evrende tüm yıldızlar, diğer gök cisimleri ve galaksiler saat yönü tersine dönmektedirler. svastikanın saat yönünde dönüş tasviri kozmik ilkelere ve evrenin işleyişine ters düşmektedir. nazi bayrağındaki gibi saat yönünde ivmelenen ve 45 derece eğimli dizayn; şer, talihsizlik ve yıkıcı güçlerle bağlantılıdır. 
arkeolojik araştırmalarda prehistorik çağlarda da bilindiği bulunan gamalı haç motifine mezopotamya'da ilk defa 1871 yılında alman arkeolog heinrich schliemann tarafından yürütülen troya (truva) kazıları sırasında rastlanmıştır. daha sonraları yapılan kazılarda çatalhöyük, alacahöyük, likya, kilikya, aphrodisias gibi dünyaca ünlü arkeolojik alanlar dışında, pek çok anadolu uygarlığının erken neolitik çağdan geç neolitik çağa kadarki süreçte mühür ve damgalarda, küplerde, kil kaplarda, idollerde ve süs takılarında svastika motiifine yer verdiği tespit edilmiştir. bulunan kalıtlarda svastika figürünün kimi kültürlerde sağa bazılarında ise sola yatık olduğu anlaşılmıştır. svastika motifine ilişkin en eski arkeolojik bulgu, 15 bin yıl öncesine ait olduğu belirlenen mamut dişinden yapılmış bir kuş heykelinin üzerine işlenmiştir.
yeryüzünün dört bir yanında farklı kültürlerin kutsallık atfettiği ve uğur getirdiğine inandığı gamalı haç ikonuna; mezopotamya, akdeniz, asya, orta asya, uzak doğu, amerikan yerlileri, antik keltler, druidler'in yanı sıra; orta amerika'da maya uygarlığı, orta doğu'da antik persler ve kuzeyde iskandinav güneş kültlerinde de rastlanır. gamalı haçın avrupa'da dolaşıma girişinin nispeten daha geç bir devreye, muhtemelen kavimler göçü dönemine denk geldiği düşünülmektedir ve genelde bronz ve demir çağlarına tarihlendirilir. svastikanın, kuzey avrupa'ya finno-ugric kabileleri vasıtasıyla iskandinavya ve baltık coğrafyalarına sirayet ettiği sanılmaktadır. 
figür, iskandinav mitolojisinin ulu tanrısı odin'le (cermen mitosunda wotan) ilintilidir ve iskandinav mitlerinin başat tanrılarından thor'un çekicidir. 
dünyada bilinen tüm antik uygarlıklar tarafından tanınmakta ve kullanılmaktaydı. diyagram, budizmde, reenkarnasyon yerlerinin işareti olarak budhha'nın ayak izlerini sembolize eder. ayrıca amerikan yerlilerinde kum mandalalarında, halı ve süs eşyalarında da sıklıkla kullanıldığı belirlenmiştir. 
svastika, helenistik kültürde, bizans ve batı roma imparatorluğu'nda; girit ve kıbrıs'ta vazo, saksı, madeni paralar ve mücevherlerin dışında askeri kalkanlarda sıkça kullanılmıştır. eski slav kültünde muska tılsımı olarak işlevi olduğuna dair güçlü bir inanç vardır.
antik uygarlıklarda genellikle güneş ve güneş tanrı ile ilişkilendirilen şeklin galatik bir simge olduğu da düşünülür. yerel düzeyde güneşin ekseni etrafında ve sistemin dönüşünü, güneş ışınlarının tekerlek benzeri izdüşümlerini ve yuvarlanma hareketlerini; galaksi bazında ise evrende her şey gibi dönen galaksinin hareketini temsil eder.
aynı zamanda kozmolojik birliği ifade eden ve bilgisi sonraki kuşaklara aktarılan ilk grafik semboldür. bu özelliğiyle gamalı haç varlığın sembolik bir tezahürüdür. 
küresel ölçekte dört mevsimi ve dört ana yönü de temsil eder. 
hinduizm'de gamalı haç, yüksek bilinci (brahman) ve bu bilincin oluşumunu simgeleyen diyagram olarak nitelenir; merkeze bağlı dört bükülmüş eleman, hinduizmde anahtar bir kavram olan dört purushartha'yı tanımlar. bunlar:artha (refah/iktisadi değerler), dharma (nedensellik/gerçek/kozmik yasa/ahlâki değerler), kama (sevgi/zevk/seküler değerler) ve moksha (bağımsızlık/manevi değerler/yaşamın nihai ideali). bu, brahman'da (merkez nokta) sabit kalırken sürekli değişen bir dünyayı ifade eden hareketli bir nesnedir. hindu ve jain inanç sisteminde gamalı haç aynı zamanda bir takımyıldızı oluşturan gök cisimleri grubu olan yedi bilge (yedi öğretici suparshvanatha) veya saptarishi (ursa majoris/büyük ayı takımyıldızı) ile de ilişkilidir. saptarishilerin, dharma'yı kurmak gibi sabit bir amaçla sonsuzluğa doğru döndüğüne inanılır. 
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
4 notes · View notes
korelist · 9 months
Text
Tumblr media
THE BRİDE OF HABAEK // KDRAMA DİZİ YORUMU
UYARI : Yazılar genel olarak spoiler içerebilir. İçermeyedebilir.
İmdb: 6,9 Benim Puanım: 6
Drama: The Bride of Habaek (English title) / Bride of the Water God 2017 (literal title)
Hangul: 하백의 신부 2017
Director: Kim Byung-Soo
Writer: Yoon Mi-Kyung (original comic), Jung Yoon-Jung
Date: 2017
Language: Korean
Country: South Korea
Cast : Nam Joo-Hyuk, Shin Se-Kyung, Lim Ju-Hwan, Krystal, Gong Myung
Dizinin isminde doğaüstü bir varlığın gelini deyince herkesin aklına ilk gelen Goblin dizisi olmuş. Yapmayın, gelmesin öyle şeyler. Nam Joo-Hyuk dizilerinden şeytan görmüş gibi kaçmaktan vaz geçtim. Arka arkaya iki dizisini aldım izleme listeme. Bu diziyi izlemeden önce ilk yapmanız gereken beklentiyi düşürmek. Bu şekilde dizi izlenebilir oluyor.
Fantastik bir dünyamız var. Bu dünya da kral olmaya hazırlanan su tanrısı Habaek (Nam Joo-Hyuk) için bu göreve gelebilmesinin önünde son bir sınav kalmış. O da dünyaya inerek, orada istenenleri yerine getirmek. Dikkatli bakarsanız, bence bakmayın, dizinin aslında bir senaryosu yok. Hiçbir karakterin bir diğeri ile gerçek anlamda uyumu da yok. Hikayelerin hiçbiri birbirine dokunmuyor. Karakter kurgusu ve gelişimi de bu tutarsızlıktan oldukça nasibini almış görünüyor. En başta gösterilen o “Tanrılar Dünyası” oldukça ilgi çekici olmasına rağmen çok kısa sürdü. Oyuncularda oynadıkları rolü benimsememiş gibiydiler. Bir çeşit piyes gibi sahneler vardı.
Yoon So-A(Shin Se-Kyung) ise bildiğimiz insan rolündeydi. Başarısız bir psikiyatrist rolündeydi. Açıkçası o kadar amatör yapmışlardı ki doktorlara bir tık hakaret gibiydi. So-A’nın soyu tanrıların hizmetkarlığını yaptığı için o da bilmeden ya da istemeden de olsa Habaek’in dünyadaki hizmetkarıydı. Dünyaya gelen su tanrımız hanım kızımızı bir şekilde buluyor. Sonrasında olaylar ardı ardına gelişiyor. Anlatabileceğim belli bir kronoloji olmadığı için söyleyebileceklerim bu kadar.
Habaek’in dünya da yaşayan tanrı kankaları Moo Ra (Krystal) ve Bi Ryum(Gong Myung) vardı. Moo-Ra, güzelliğini kullanan Tanrıçadır. Dünyada güzelliğini kullanarak oyunculuk yapmaktadır. Habaek’e  aşk dediği hastalıklı bir takıntısı olmasına rağmen Habaek onunla ilgilenmemektedir. Bi-Ryum ise rüzgar tanrısıdır. O da Moo-Ra’ya zırıl zırıl aşıktır. O yüzden Habaek ile anlaşamaz. Bence en havalı karakter buydu ama onun üzerinde çok durmadılar. Ve son olarak olaylara bir şekilde dahil olan başrol kızımızın platoniği zengin iş adamı Hoo Ye(Lim Ju-Hwan) var. Oyuncu hep sevimsiz rollerde oynasa da benim şahsen çok itici bulmadığım biri. Bu dizide de yine karışık bir karakteri canlandırıyor. Hoo Ye, iyilik ile kötülük arasında yaftalanmış bir karakter.
Şimdi öncelikle başrol hanım kızımız bir türlü sevemediğim bana 3.sınıf kalite hissiyatı veren bir isim. Daha kötü oyunculuklar gördüm görmesine ama Shin Se-Kyung için iyi oyuncu demeye dilim varmıyor. İlk izlediğim dizisinde de fikrim bu yöndeydi, sonrakilerde de değişmedi. Oyuncuları tek tek beğenemediğim için çift olarak da haliyle hiç puan alamadılar.
Sonuç olarak, zaten çok başarılı olmayan bir diziyle ilgili spoiler verip iyice tadını kaçırmamak adına daha fazla yorum yapmayacağım. Ama sorarım size; baş role “unutulan tanrılar yok olur” diyen Moo-Ra ve Bi-Ryum uzuuuuun yıllardır dünyada yaşadıkları ve hiçbir halt yapmadıkları halde neden yok olmamışlar. İşte bu tatta bir mantıksızlık…
İzlemeyin demem ama izleyin diye de tavsiye etmem.
OST:
Savina & Drones - Glass Bridge
Raven Melus
BAŞKA NELER VAR ?
FOTOĞRAFLAR
0 notes
birininhezeyanlari · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media
2 kitap 1 dizi; övenlerinin az, gömenlerinin çok olduğu bir dizi. mekanımız new orleans. sürekli geçmiş ve günümüz arasında gel git yapan dizimiz vampirler, kurtadamlar, kurtkadınlar, cadılar... zombi ve frankenştayn dışında ne ararsanız var. büyü yapmalı, boyun kırmalı, kazık çakmalı dizide aşk var, entrika var, ihanet var... ve yine ihanet var. klaus; karizma onda, iyilik onda, kötülük onda, öfke onda, güç onda, yarı tanrı modunda olan arkadaşımız kıvanç tatlıtuğ'un çakması. elijah; asil bir vampir. iyi bir abi, iyi bir sevgili, iyi bir takım elbise ve palet gibi bir duruş. camille; ürkek ceylanım benim. iyilik, karamsarlık, saflık ve andavallıkların vucut bulmuş hali. davina; ergenlikleriyle beni kanser eden cadı. finn; tek kelime- hainsin olum! freya; cadı mısın vampir misin ne idüğün belli değil, bi' de üstüne üstlük lezbiyensin. josh; şaka gibi! elin kızıyla flört et, öpüş-koklaş sonra da sen git gey ol. püü senin sıfatına! rebekah; asaletin kadını. ailenin çilekeşi, kimseden çekmemiştir abisi klaus'tan çektiğini. marcel'le de şöyle bi' ağız tadıyla doya doya sevişemeden öldü gitti kadıncağız. marcel; vampirlerin en bahtsızı. niye ki? bi' kere safkan değil. bu şehrin (new orleans'ın) tanrısı benim diye ortalıklarda geziyor ama olamaz. çünkü ondan daha güçlü olanlar var ve tanrı olabilmek salt güç ile ilintilidir. nihayetinde tanrı'nın, %99.99'u kudretten oluşur ve geriye kalan %0.01'i ise diğer her şeyden. halley; hope'un annesi. bataklık gülü ve kurtadamların lideri kurtkadın. ayrıyetten dizinin en sevişgen kadınıdır. ;) hope; vampirden olma kurtkadından doğma ve büyük annesinden dolayı kanında bir miktar da cadılık var. yani ortaya karışık nevaledir kendileri. mikael; vampir olmuşsun ama adam olamamışsın. adam ol laaan! dizi- müzikli spoiler; 🎵🎧
kitaplara gelecek olursak 100'er sayfa dönüşümlü olarak okumayı düşünüyorum. her iki kitapta aşağı yukarı 400'er sayfa. kitapların birini öneri üzerine aldım bir diğerini de ilgimize haiz olduğu için aldım. okuduktan sonra belki bir kaç satır da onlar için karalarız. ne diyelim, hayata katkısı olsun.
1 note · View note
epiphanyartblog · 2 years
Text
"Açıkçası bütün tanrılara düşmanım ben. İyilik ettim kötülük gördüm hepsinden."
  Yunan Mitolojisine göre evren Khaos adlı ilkel tanrıdan doğmuştur. Khaos'un içinden önce Toprak Ana olarak bilinen Gaia çıktı. Gaia, her şeyi doğuran evrensel bir anadır. Tüm tanrılar, insanlar, hayvanlar ondan gelip, onun üzerinde yaşarlar. Gaia, Titanları doğurdu. Titanlardan biri olan Kronos, yerine geçerler korkusuyla kendi çocuklarını yemeye başladı. Çocuklarından Zeus Kronos'un elinden kurtulmayı başardı ve Titanların da yardımıyla onu alaşağı ederek iktidarlığı ele geçirdi. Zeus, Olimpos Tanrıları denen bir hanedanlık kurdu. Sonra Olimpos Tanrıları ile Titanlar arasında bazı savaşlar oldu. Prometheus ise Titanların çocuğuydu. Mitolojiye göre Prometheus ilk insanı, biçim verdiği çamurdan yaratmıştır. Bu çamur su ile değil göz yaşı ile oluşmuştur. Ancak insan, doğanın en güçsüzdür. Bir varlığa sığınmaya muhtaçtır. Kanatları, pençeleri, sivri dişleri yoktur. "Doğduğunda acılar, yetersizlikler ve giderilmesi gereken ihtiyaçlar yakasına yapışır." Prometheus, yarattığı bu insana acımış ve onu daha iyi yaşatabilmek, geliştirmek için; ateşi kullanmayı, toprağı kullanmayı, alet yapabilmesi için maden işlemeyi öğretmiştir... Prometheus Şeytan Tersi olarak adlandırılan ağacın bir dalını alıp,  Zeus'un ateşi sakladığı yerden bir tutam ateş çalıp insanoğluna götürmüş. İnsanlar o ateş sayesinde ısınmayı, yiyeceklerini pişirmeyi, karanlıklarını aydınlatmayı öğrenmişler. Ama bunları kendilerinin yaptığını savunup, tanrıya kafa tutmuşlar ve Zeus'a her şeyi açıklamışlar. Ateşi çalarak insanlara verdiği, onları şımarttığı ve geliştirdiği için Zeus, Prometheus'a çok kızmış. Hephaistos'tan onu Kafkas Dağlarına çıkarmasını ve onu oraya zincirlemesini istemiş. Hephaistos, zorunlu olarak Zeus'un isteğini yerine getirmiş ve Prometheus'u zincirle bağlamış, karaciğerlerini kartallara yedirmiş. Prometheus'un cezası tam bin yıl sürmüş. Bir gün yoldan geçen Zeus'un oğlu Herakles, kartalı bir okla vurur ve onu kurtarır. Oğlunun bu başarısından memnun olan Zeus, Prometheus'u sonunda affetmeye karar verir. Ateşi biz kullanmışız, tanrıya biz kafa tutmuşuz ama bedelini o ödemiş.
  Prometheus aynı zamanda bir heykeltraşmış. Bir gün atölyesinde çalışırken atölyeye şarap tanrısı Diosysus gelmiş. "Ne çok çalıştın, yorulmuş olmalısın. Gel seninle biraz gezelim." demiş ve onu gezmeye götürmüş. Biraz şarap içmişler ve Prometheus çakır keyif oluvermiş. Bu yüzden çalışırken bazı hatalar yapmış. Orantısız parçaları birleştirmiş, uyumsuz bedenler oluşturmuş. İnsanlardaki kusurlarda bu yüzdenmiş kimi efsanelere göre.
0 notes
bedawiti · 2 years
Text
DAĞLARIN UYSAL’INA
Diyarbakır'a çamur yağıyor...
Dêrsimin dağlarında menekşe açmış, duyduk!
Ters laleler ağlayacak yakın zamanda.
Hangi sümbüle değdi gözün?
Hangi koyakta yankılandı son sözün? Neydi?
Bir ah mı döküldü son dudaklarında?
Dişlerini kenetleyip son kez sordun mu Ahura Mazda'ya:
Nerede iyilik? Kötülük nereye düşer?
Mart Nisan'a bağlanırken, yağmur boşaltmış Tanrının kadehinden
ve biz böyle baharı karşılarken, yağ, daha çok yağ;
yağ ki ölülerimizin kanı toprağa karışsın demişiz.
Toprak çiçeklensin; kan kırmızı gelincikler,
papatyalar boy versin de, yapraklarını tek tek sayalım,
Tanrı bizi seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor...
Son yaprak elimizde, dudağımızdan dökülecek sözcükten korkarak,
koparmışız farkına bile varmadan: Sevmiyor!
Biz böyle ürke korka sayarken yaprakları, yağmur dinmiş,
dağların başındaki sis dağılmış da,
gökkuşağı gibi bir film şeridi belirmiş Tanrının tahtında.
O kuşağın/film şeridinin altından geçmek istemiş Halil...
Uysalca, usulca...
Toprakta gelincikler açmış kan kızıl...
Kim demiş gelincikleri görüp de ağlamak olmaz?
Biri çıkıp da söylesin bakalım, Dağ çocuklarını dağlar alır,
ağlamak olmaz diye! Yok yok, ağlanır hem de nasıl!
Tanrının kadehinden boşalan sudan daha beter ağlanır.
Dağlar dağları yiyorsa hele, bir illegal televizyonun karşısına oturup,
gerilla çayı demleyenlerin dilinden dökülen
'yan mirin yan Diyarbekire' nasıl gülümsüyorsak,
işte öyle ağlayacağız.
Ağlamak gülmenin kardeşidir derler.
Biz bu toprakların üvey evlatları, bilelim gülmek,
biraz da üveydir bize.
Bu büyük hanedan, payına ne düşüyorsa üvey evladın
ama ötelemeden, başını okşayarak güleceğiz elbet.
Bize yakışan, yapılan, acıyı üstümüzden koparıp,
kardeşlerimiz öldükçe, kahkaha atacağız!
Tanrım duy, kadehin yetmiyor kanı temizlemeye...
Sularının kapaklarını daha da aç!
Bak, kardeşlerimiz öldükçe, çıldırıyoruz,
çıldırdıkça daha çok gülüyoruz!
Duyduğun, acının sesidir! Gülüp geçme bize!
...
Bunu sorarım, Ahura bana gerçeği şöyle!
Kimin gücü taşır dünyaya ve gökyüzünü ayrı ayrı?
Kim bakar sulara ve bitkilere ayrı ayrı?
Kim önderlik eder rüzgâra, akışlarında?
Kim yağmur yüklü karanlık bulutları
Ağır ağır taşır havada?
İşte Halîl böyle sormuş Ahura Tanrıya,
gözü yollarda Çevre adlı portatifi yazarken.
İyiliğin tanrısı Ahura Mazdaya...
İnsanlar iyilik yapınca kötülüğün kaybedeceğini
öğreten büyük savaşın tanrısı Ahura,
tek başına iyiliğin kazanıp kazanamayacağını da soralım sana!
Yağmur yüklü karanlık bulutları ağır ağır taşıyorsan havada,
sendeyse bu kudret, sahte gökkuşakları çizme aynana...
Altından geçmesin kardeşlerim.
Tahtını dolduracaksan genç ruhlarla, yak gitsin!
Ateş sunalım sana;
bil ki suyun yetmiyor yerdeki ateşi söndürmeye.
Evet evet, ateş sunalım sana...
EVRİM ALATAŞ
25 notes · View notes
simurguvercinka · 3 years
Text
ATEŞİN VE GÜNEŞİN ÇOCUKLARI – 1
Ateşin ve güneşin topraklarında Adem’den önce de akardı o nehirler Adem’in arkasında yürüyen erler Bütün olanları çok sonradan gördüler Ateşin çocukları olmazdan önce Şamaş’ın çocuklarıydılar Bir alınteri pişerdi ocaklarında Bir de yüreklerinde dostluklar Gelip iki nehrin arasında durdular Her birine bir tutam saç Bir de kurban sundular Halklar denizine doğru akan Işıktan bir nehir oldular Nehirlerden biri toprağı dölleyen Diğeri dağları delip yol edendi Ve Şamaş gökyüzünde bir görkemdi İki nehrin ortak yüreğinde kutsal İki nehrin ortak dilinde erdemdi Dağ yoktu ki çıkılsın yücesine Ağaç ve yaprak dilinden Yanıtlar verilsin tanrının sesine Medya’nın ataları düşündüler Seslerini koyup rüzgarın yelesine Tüm halklara haber verdiler Şafak öncesi bir ulu törende Gönül gönüle bütünleştiler Yapma dağlar diktiler yeryüzüne Adına “zigurrat” dediler İki nehrin arasındaki tüm halklar Bir ağızdan aynı sözü söylediler Ve her törende tanrıça Ninsun’u Şamaş’a haberci gönderdiler Nerden bilsin ki Medya’nın ataları Yapma dağlar gerçek dağa benzemez Çıplak dağlarda kuşlar sevişmez Kuytularında çiçekler gülüşmez Yamaçlarında ağaçlar filizlenmez Nerden bilirlerdi ki Altı ulusun ortak tanrısı Yapma dağların sesine yanıt vermez Ziggurat dağa benzesin diye Şamaş öfkelenip ışığını kesmesin Ninsun ağlayıp üzülmesin diye Görkemli çınarlar diktiler birine En büyük olan Babil’dekine Gür çamlar Ateş renkli narlar diktiler Adem’in arkasında yürüyen erler Bütün bunları sonradan gördüler Ve yapma dağa Babil’in asma bahçesi dediler O günden sonra Medya’nın ataları Şamaş’ın sesine ses verdiler Bin kudüm Bin zil çalıp sabahlara dek Ninsun’un gözyaşını dindirdiler Ve Medya’nın en bilge megine Sözlerin en kutsalını söylettiler Ah Medya – ateşin ve güneşin sesi Altı halk nehrinin mitolojik denizi Kaç kez kuruyup yeniden çağladın Başka nehirlere karışıp kendini aradın İskit oldun Hitit oldun İşuva’da özgür gezen yılkı atlarını Savaş arabalarına ilk sen koştun Babil’in asma bahçelerini Urartu’nun dağ kalelerini kurdun Ve Asur’da başkaldırıp zulme İsyanı ateşin diliyle tarihe koydun Yüzyıllar suyundan bir damladır senin Acılar destanından bir mısradır senin Sevinçlerin-aşkların ve hüzünlerinle Ağıtların-oyunların ve türkülerinle Sen ki büyük bir halklar denizisin Dört bin yıl sonra bile Şamaş Hala yurtsuz dilinde “şem”dir senin Ah o güzellikleri yok eden dinler İnsanlığın çocukluk çağına Zulmün kılıcını sokan cinler Tanrı adına halkları kullaştıran Ve kralları tanrılaştıran kinler Yeryüzünü sınır sınır Gökyüzünü yıldız yıldız böldüler Her kralın tanrılaşma töreninde Bölük bölük insan yediler İki nehrin arasında Ay’ı karartıp güneşi söndürdüler Ve bir sabah Babil’in asma bahçesinde Tanrıça Ninsun’u karanlığa gömdüler İki nehrin arasında tüm nehirlere Ayrı ayrı bir din verdiler Ve Medya nehrine “zerdüşt” dediler Bir de “avesta” adlı tabletlerde “Gatha” denilen kurallar gönderdiler Güneş yerine ateşi gösterdiler İki nehrin arası Baştan sona bir yangındır artık Nereden bilsin ki Medya’nın ataları Ninsun fırlayıp karanlıklardan Binmiş dalgaların köpüklü başına Bir elinde gökyüzü Bir elinde deniz Çıkmış bin yıllık Yunan yolculuğuna Bin yılda nice tanrıçalar doğurmuş Gökyüzündeki yıldızlardan Asterte Denizdeki köpüklerden Afrodit olmuş Fenike’den Troya’ya tüm kıyıları Şamaş’ın sönmeyen ışığıyla yoğurmuş Bin yıl sonra eski Yunan’da Dalgalardan fırlayıp Thetis olmuş İki nehirden ve Şamaş’tan uzak Bir nice tanrıya nektar sunmuş Ve Arşipel kıyılarında yükselen Olimposlarda kavuşmuş zigurratına Yani gerçek dağların O ulaşılmaz tanrısal doruklarında İki nehrin havada birleşen sesine Yerden sesler yükseldi bir gece İyilik ve kötülük adına Tabletlerden okunan bir söylence Zerdüşt bir hürmüz rahibiydi Mazda reformcusu bilge bir kişi Ve Medya’nın en kutsal megiydi İyilikle kötülüğün sonsuz savaşında İyiliğin ateşten sihirli sesiydi Düşünce iyi düşünülsün Söz iyi söylensin İş iyi yapılsın derdi Sonra geldiği gibi bir karanlıktan Bir başka karanlığa doğru giderdi Ve her gidişinden sonra Karanlık yırtılsın diye ardından Güneşe doğru bir ateş yükselirdi
Adnan Yücel
Tumblr media
Art © Paige Bradley
7 notes · View notes
felsefebilim · 3 years
Text
Zerdüştlerin Bilge Tanrısı Ahuramazda
Tumblr media
En eski tek tanrılı din olan Pers İmparatorluğu’nun düalist dini Zerdüştçülüğün yüce, bilge tanrısının adı Ahuramazda’dır. Ahuramazda, kötülüğün temeli/tanrısı olarak bilinen Ehriman’la sürekli savaş halindedir. Zerdüştçülüğün inancına göre bu savaştan mutlak bir zaferle ayrılacak olan iyilik ve iyiliğin temsilcisi baştanrı Ahuramazda’dır.
Ahuramazda, bütün düzeni, canlıları, yeryüzünü ve iyi olan her şeyi meydana getirir; tanrısal düzenin bekçisidir. Dolayısıyla insanların davranışlarını, eylemlerindeki amacı da denetleyendir. Bedeni öldükten sonra canlılar Ahuramazda’nın karşısına çıkarak hesap verirler.
53 notes · View notes
eylemtas · 3 years
Text
İçimizde Var Olan Kötülük: Sineklerin Tanrısı
Sineklerin Tanrısı, İngiliz yazar William Golding’in ilk ve en tanınmış romanıdır. Kitap 1954 yılında yayımlanmasına rağmen hala okurların ilgisini çekmeye devam ediyor. 
Golding’in ilk romanı olduğu için yaklaşık yirmiye yakın yayınevi bu kitabı basmaya yanaşmaz. Ancak Londra’da bir yayınevi pek istekli olmasa da, yeni editörlerinden Charles Monteith’in öyküyü çok beğenmesi üzerine yayımlanmayı kabul eder. Nitekim basılır basılmaz da, Golding büyük bir üne kavuşur.
R.M Ballantyne’ın 1858’de yazdığı ünlü çocuk kitabı Mercan Adası’nın çağdaş bir uygulaması sanılan Sineklerin Tanrısı, ıssız bir adada çocukların serüvenini anlattığı için çocuk kitabı olarak düşünülür. Hatta William Golding, kendine özgü alaycı kalemiyle, Mercan Adası’ndaki çocuklardan aldığı Ralph ve Jack adlarını Sineklerin Tanrısı’ndaki iki ana karakterin ismine verir. Ancak Sineklerin Tanrısı ne Mercan Adası kitabına benzer ne de bir çocuk kitabıdır.
Karakterlerin hepsinin erkek olması birçok kişinin, özellikle kızların, dikkatini çekmiş ve ‘Neden bir grup kızı anlatmadınız, neden hepsi erkek’ şeklinde soruları yöneltmiştir. Golding ise bir konuşmasında; ‘Ben insanları, toplumu küçültmek, düşürmek istedim. Bir grup erkek de, bir grup kıza nazaran daha düşük bir toplumsal grup. Bunun nedeni ne diye sormayın. Biliyorum, eşitlikten bahseden kadınlar bana kızacak fakat ortada eşitlik denen bir şey yok, kendilerini erkeklere eşit gören kadınlar ise sadece aptallık ediyorlar. Kadınlar erkeklere göre hep daha üstündüler ve böyle olmaya devam edecekler.’ şeklinde açıklama yaparak bu soruları yanıtlamıştır.
Kitabın ana temasına değinecek olursak, birden fazla olduğunu belirtmek gerekir. Ancak en belirgin olan, vahşiliğe yönelik insan dürtüsü ile onu kontrol altında tutmak ve en aza indirmek için tasarlanmış medeniyet kuralları arasındaki çatışmadır. Jack’in uygarlığı ve vahşeti temsil eden çatışmasıyla, Ralph’in iyilik ve düzeni temsil eden çatışması dramatize edilir. Birbirinden farklı ideolojiler, her çocuğun otoriteye karşı farklı tutumlarıyla ifade edilir. Medeniyet ve vahşet arasındaki uçurum romanın başlıca sembollerinden biri olurken, Ralph ile deniz kabuğu, Jack ile de Sineklerin Tanrısı ilişkilendirilir. Adadaki demokratik düzenin güçlü bir göstergesi olan deniz kabuğu, çocukların Jack ile çatışmasından sonra önemini yitirir ne yazık ki… Adadaki efsanevi ‘canavar’ ise, Jack’in diğer çocuklar üzerindeki otoritesinin bir sembolü olarak daha fazla önem kazanır.
Bu canavara inanmayan Domuzcuk adlı çocuk, böyle hayal ürünü yaratıklardan değil, ancak insanlardan korkulması gerektiğini söyler. Nitekim Simon adlı çocuğun da, canavarın dış dünyada değil, çocukların kendi içlerinde olabileceğini anlaması gibi… Golding, kitabını bir gazeteci ile tartıştığında Simon’un ‘İsa’yı andıran bir kişiliği’ olduğunu ve sezgileriyle gerçeği görebildiğini söylemiştir. Aynı zamanda Simon yalnız gerçeği değil, geleceği de bilir. ‘Bizden başka canavar yok belki’ diyen Simon, aslında ‘insanlığın başlıca hastalığını’ dile getirmek ister. İnsanların içindeki kötülüğü simgeleyen Sineklerin Tanrısı ise, aslında üstüne sineklerin konduğu ölü bir domuz başıdır…
Her toplulukta yapılması gerekenler bu adada yapılsaydı, ada gerçekten cennet gibi bir yer olabilirdi. Ancak her bireyin toplum olarak işbirliği yapmaktansa, bireysel arzularını yerine getirmeyi tercih etmesi kuşkusuz adayı cehenneme çevirir. Ralph topluluk ilkesini sembolize ederken, Jack’in ise bireycilik ilkesini sembolize ettiği apaçık ortadadır. Çocukların ‘canavar’dan korkarken, giderek daha acımasız ve şiddet içeren davranışları da oldukça ironiktir. Yavaş yavaş masumiyetini kaybeden çocukları gördükçe, onların normal bir bireyden farksız olduğu gerçeğiyle de yüz yüze kalınır. Belirli koşullar altında yetişkinlerin böyle davranması nitekim öngörülebilir ancak 6 ile 12 yaş arasında küçük çocukların vahşileşmesi, kan dökmesi ve acımasız olması, kötülüğün insan yaratılışında doğuştan var olduğunun bir kanıtıdır. Herkes çocukların birer melek olduğu kanaatındadır ancak gerçek bir gözle baktığımızda tıpkı yetişkinler gibi onların da birer insan olduğunu biliriz.
Hepimizde hem iyi hem de kötü içgüdü vardır. Golding ise, insanların tümüyle kötü olduklarına inanmaz. İnsanların hem dış dünyada hem de iç dünyasında iyilikle kötülüğün, aydınlık güçlerle karanlık güçlerin çarpıştığına inanır. Çoğu insan ise, maske takarak içindeki kötülüğü gizlemeye çalışır ve kötülüğü karanlık ile özdeşleştirir. Sineklerin Tanrısı kitabında da olduğu gibi… Yapılan tüm kötü eylemler gece saatlerinde gerçekleşir. Adeta kötülük gizlenmeye çalışılır. Ancak unutulan bir şey vardır ki o da insanın içindeki kötülüğün saklanılamaz olduğu ve sadece karanlıkta ortaya çıkmadığıdır.
Takındığımız maskelerin altında, hepimizin sakladığı bir yüz vardır. Bazıları bu durumu kimliklerini saklayarak kötülüğe kullanırken, bazıları da Jung’un ‘Persona’ (maske) kavramı ile ilişkilendirilebilir. Jung’a göre; her insanın bir personası vardır. İnsanın sosyal ilişkilerinde, aile hayatında ya da özel ilişkilerinde farklı olarak takındığı maskedir bu. Bir adamı çalıştığı iş yerinde gözlemleyen biri, onun güler yüzlü ve samimi olduğu sonucuna varabilir. Ancak aynı adam başka bir ortamda, iş yerindekinin tam tersi bir durum takınabilir. Bu sebeple her insanın bir maskesi olduğunu söylemeli ve maskenin bir obje değil de daha derin bir anlam taşıdığını ifade etmeliyiz.
5 notes · View notes
senolyt · 4 years
Text
CAN SUYUM
 
Uyumaktan gözleri şişmiş, toprağın içinde güzel rüyalar gören bir tohumdum ben. Birden biri bana birkaç damla “can suyu” verdi. Hareketlendim, coştum, dirildim, heyecan yaptım. İçimdeki, zerrelerimdeki tüm “Hak”  bilgiyi çıkarmam ve dirilmem emredilmişti. Emir; can suyum ile birlikte gelmişti, suya yazılmıştı. Gizli olanı çıkarıp önce bir fidana, sonra da dalları ulu göğe, kökleri dipsiz yerin altına uzanan bir ağaç olabilecek miydim? Şüphem vardı, evet. Yoksa güdük bir fide, verimsiz bir ot mu olacak ve kuruyup gidecek miydim, yeni bir tohum vermemek üzere? Suya verilen emirleri doğru düzgün anlamış mıydım? O suyu kana kana içmiş miydim?
Toprakta benim dışımda her nevi tohum da vardı, biliyorum. Bazıları benim gibi (nasılsam artık), bazıları çok sert-taş gibi-aksi, bazıları GDO’lu eciş bücüş, bazıları benim aksime hareketlenmek için oldukça isteksiz. Suyun getirdiklerini her tohum ne kadar anlamıştı? Her tohuma verilen su aynı mıydı? “Yanıt bulmak için doğru soruyu sormak lazım” diyerek devam ettim seyrime.
“Su” nedir, ne işe yarar, değeri nedir?
“Allah’ın yarattıklarının başında gelir su” der, Münir Derman Hocam. Biraz kimya/fizik bilgisiyle başlayalım. “Formülü H2O dur ya da insan vücudunun şu kadarı sudur” gibi sıradan bilgileri geçtim gitti. Karbon temelli bir yaşam için, yani bu dünyadaki canlılar için su, vazgeçilmez bir madde. Hidrojen bağları nedeniyle suyun kutupsal bir özelliği var ve bu sayede sıra dışı akışkanlığa sahip. Kanımız iyi ki damarlarımızda akıyor (suyun müthiş kohezyon özelliğinden bahsetmedim bile) ve besinleri hücrelerimize taşıyor. Suyun aktif bir kimyasal madde olduğunu biliyoruz. Reaksiyonları katalize ediyor, yönlendiriyor, bozmuyor. Vücudumuzda proteinlerin sentezinde en verimli mekanizma yine su kimyası sayesinde gerçekleşiyor (Bkz. Erimiş globül teorisi).  Hücre zarlarının besin alışverişi ve suda çözünmüş besinlerin bulunması suyun kutupsal özelliği nedeniyle gerçekleşiyor. Enerji alışverişi prensipleriyle suyun geç ısınıp, geç soğuduğunu biliyoruz. Bu özelliği ile de hem vücudumuz ani ısı değişimlerinden korunuyor, hem de deniz canlıları rahatça hayatlarını sürdürüyor. 
Biz Türkler suyun bu kadar değerli olduğunu biliyor muyuz? Öncelikle aynen toprak gibi, vatandır su bizim için. Yer ve su sahipsiz bırakılmaz. Göktürk yazıtlarında; Tanrının, Türk’ün yeri ve suyu sahipsiz kalmasın diye, kağanları Türk milleti üzerine getirip koyduğu yazar. “Yukarıda Türk Tanrısı, Türk’ünün kutsal yeri ve suyu şöyle yapmış: ‘Türk Milleti yok olmasın’, diye, ‘bir millet olsun,’ diye, babam İl-Teriş Kağan’ı, annem İl-Bilge Hatun’u Tanrı tepesinden tutup yukarı götürmüş (Kültigin yazıtı, D10-11)”. “Kağanından, beylerinden, yer ve suyundan ayrılmazsan iyilik göreceksin” diye eklenir (Bilge Kağan yazıtı, K13).  Bu bir buyruktur. Yer ve suların ruhları, Türkler vatanlarında kalsınlar diye her zaman yardım etmişlerdir. Tonyukuk yazıtı 2.taş B3: “Düşman buralardan gelmiş olmaları zor dedi ve geldiğimizi farketmedi. Hiç şüphe yok ki Tanrı, Umay, kutsal yer- su onları bastı”. Hızır ile İlyas anlatıları da yer-su ikilemesinden türemiştir. Biri yerdekilere, diğeri sularda gezenlere yardım eder.
Türk kültüründe çaylar, ırmaklar, göller tıpkı insanlar gibi canlılardır ve yaşarlar. Sular; mübarek, kutsal (ıduk) diye anlatılır Göktürk yazıtlarında. “Gökten mübarek bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek daneler bitirdik. Kullara rızık olsun diye. Onunla ölü bir beldeye hayat verdik. İşte böyledir topraktan fışkırış (Kaf/9-11). Onlara saygısızlık yapanlar, kirletenler cezalandırılır.
Altay Türkleri; Büyük Gök Tanrısı Ülgen’i ve yeraltı ruhu Erlik’i çağırırken, dağ ruhları ile, yer ve su ruhlarını çağırırlardı: “Biz, sizin hepinizi, bizim 70 dağımızı, Yer ve Sularımızı, herkesin atası Bay-Ülgen’i, ayrıca Erlik’i adlayarak çağırıyoruz”.
Dede Korkut hikayelerinde; Oğuzların arı sudan abdest alıp, namaz kılıp sefere çıktığından bahsedilir. Yine Salur Kazan kaybolan ordusunun haberini sulardan sorar. Ona göre su, Hak Teala’nın yüzünü görmüştür ve bir şeyler bilmesi gerekmektedir. “Suya ecel gelmez” der Korkut Ata.
Ant, su gibi içilir. Bazı kaynaklar Ant kadehi kültürünün de buradan geldiğini yazmaktadır. Cengiz Han ve arkadaşları Balcuna ırmağından su içerek gelecek için ant içmişler ve bir imparatorluk kurmuşlardır. Cengiz Han’ın kabilesinin adı “Kılan veya Kıyan” dır. Kıyan sözü Türkçe “kayan” yani “sel” kelimesinden gelmektedir. Varın Cengiz Han’ın yaptıklarını siz düşünün.
Su nereden geldi?
Gökten, gerçekten de gökten. Yağmurdan bahsetmiyorum. Gökten indirilen su ile önce dünya, sonra biz canlandık. Onlarca ayet var Kur’an’da, saymayalım hepsini. Dünyadaki su nasıl oluştu, bununla ilgili teoriler mevcut. Onları sıralayalım: 1) Dünya ilk oluştuğunda soğuktu ve güneş sistemindeki suyu bünyesinde depoladı. Ayrıca buzlu asteroidlerin çarpması ile okyanuslar oluştu. 2)   Theia çarpışmasıyla yeni Dünya oluşurken, Theia’nın taşıdığı suyun bir kısmını aldı. 3)  Suyun kalanı ise sonradan oluştu. Yerkabuğunun derinliklerinde hidrojenle oksijenin bir kısmı su moleküllerine dönüştü. Volkanik faaliyetlerle su yüzeye çıktı. Aynı zamanda hayatın varlığı ile atmosferde oksijen arttı. Şu anda da bitkilerin ürettiği oksijen sayesinde su kütlesinin büyük kısmı kapalı bir sistem halinde korunmakta (Kıyametin kopacağını bilseniz fidan dikiniz! Görklü Muhammed) 4) Geç dönem asteroid bombardımanı ile (özellikle Kuiper kuşağındaki buzlu asteroidler) okyanusların suyunun büyük bir kısmı kazanıldı. Örneğin 2011 yılında 12 milyar ışık yılı uzaktaki bir hiperaktif bir kara deliğin çevresinde,  okyanuslardan 140 trilyon kat daha fazla su içeren dev bir bulutsu kefşedildi. Uzayın içerdiği suyu siz düşünün, hesaplayın hesaplayabilirseniz. Güneş Sistemi’nde dünyadan daha çok su içeren 8 su dünyası yer alıyor. Satürn, Jüpiter ve Neptün yörüngesindeki 7 uydu ile Plüton’un kalın buz tabakasının altında, volkanik etkinlikler sayesinde ısınan global buz altı okyanusları bulunuyor. Şimdi bunları neden söyledim? Açıklayalım hep beraber. İlk olarak suyun kaynağını öğrendik: Gökler. Bu klasik astrofizik bilgisi. Hicr/21-23 ayetler: “Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri bizim yanımızda olmasın. Ama biz onu ancak belirli bir ölçüde indiririz. Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık. Onun depolayıcıları siz değilsiniz. Her halde biz, mutlak hem bir hayat veririz hem öldürürüz, hepsine vâris de biziz.” Gökten indirilen suyun deposu nerde, sadece bulutlar mı su deposu, anahtarı kimde peki? Ama ölçülü indirildiği kesin (Müminün/18, Zuhruf/11). Yoksa gök kapıları açılır, sel olur, tufan olur. “Biz de derhal boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık (Kamer/11)”. Gök kapısı, sadece buhar damlacıkları yüklü bulutlar olmasa gerek.
Daha derinlere dalalım. Sayın Oktan Keleş, Kulbak Bilge kitabındaki Ötüken tasavuffunda şöyle yazmıştı (sayfa 359-362): “Dış gök, cevheri sudur, rengi beyaz ışıktır (nur). Uzayın da dışındadır. Dış Gök, Ruh Gök’e (Büyük Ruh) dönüşür ve Yaradan vahiy gönderir elçisine. Büyük Ruh vasıtası ile (yansıma) yalvaçın tinine, ruhuna, kalbine. Böylelikle Büyük Ruh’a rahmet kapısı açılmış, görevini yapmıştır. Mavi Gök, Kök Tengri Otağı, Arş gibi algılanmalıdır.” Yani Arş’tan su (dış gök) üzerine yansıyan emirler Yalvaça vahiy olarak iner. Yaratılış da aynı yansıma değil midir? Hud/6: “…O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır… (Hud/6)”. Ayrıca divan şiirinde Hz.Muhammed; anasır-ı erbaa unsurlarından biri olan “su” ile sembolize edilmektedir. Su, rahmettir. Hz.Muhammed alemlere rahmet olarak gönderilmiştir.
Yansıma demişken biraz fizik bilgisinden, suyun cam halinden bahsedelim. Cam maddenin bir halidir ve sıvı ile katı arasındadır. Katı gibidir, ama akar. Suyun cam hali de bu şekildedir. Bilim insanları da suyun cam halinin -53 ila -123 derece arasında görüldüğünü düşünüyorlar. Evrende uzay boşluğunda en yaygın su formu, yüksek basınç ve aşırı soğuk nedeniyle, camdır. Size bir ‘kare bulmaca’ sorusu: Sırlı cam, dört harfli: Ayna…. Hani şu yansıtan. Arş’ın sırlı bilgisini yansıtan su… Derman Hocam şöyle söyler: Arş’ın altında bizim bildiğimiz su yoktur. O başka “su”... Mekân değil orası...”
Sudan mı yaratıldın sen?
Abiyojenez teorisine göre yaşam inorganik moleküllerden türemiş! Buna benzeyen teoriler Aristotalesten beri her zaman ortaya bırakılıyor. Evrende hayatın kaçınılmaz olarak ortaya çıktığı teorisini geliştiren fizikçi Jeremy England şöyle demiş: “İşe bir öbek atomla başlıyorsunuz ve bunların üzerine yeterince bir süre ışık tuttuğunuzda bitkilere dönüşüyorlar ki bu gayet normal”. Sığ sualtı menfezlerindeki gözeneklerdeki atomlar organik molekülleri üretecek şekilde bir araya gelmiş ve düşen yıldırımlar ile organik moleküller oluşmuş. Henüz kanıtlanmış değil bu teoriler. Miller ve Urey 1960’larda gerçekleştirdikleri deneylerde kimyasal çorba adını verdikleri özel bir sıvıya elektrik vererek yaşam yaratmak istediler ve sadece aminoasitlerin temeli olan bazı basit organik bileşikleri oluşturabildiler. Tek ispat edebildikleri şey, yaşamın temeli olan organik bileşiklerin güneş radyasyonuna maruz kalan havasız ve ölümcül uzayda bile ortaya çıkabileceğini göstermek oldu. Bu kadar basit miydi ve buna göre sen önceden kimyasal bir çorba mıydın? Yeterince inandırıcı mı?
“İnsan ile Allah arasında su vardır” (Münir Derman)
Kadim metinlerde, efsanelerde ve mitolojik anlatılarda insanın yaratılmasından önce dünyada sadece suyun olduğundan bahsedilir. Mu tabletlerinde (Naakal metinleri) suya; “Hayatın Anası” denmiştir. Şöyle geçer yazıtlarda: “Yaratılışın 3.emrinde; sular yeryüzüne yerleşir ve henüz kara parçası yoktur. Yaratılış emri 5: Ve Yaratıcı dedi ki: Sularda hayat ortaya çıksın. Ve güneşin ışınları suların balçığındaki toprağın ışınlarıyla buluştu ve balçıktaki parçacıklardan kozmik yumurtalar oluştu. Bu yumurtalardan, emredildiği gibi, hayat ortaya çıktı. Su adeta ana rahmidir.
Türk kadim metinlerinde ise benzer anlatılar mevcuttur. Yine yeryüzünde ilk olarak sadece su vardır. Su, yaratılışın ana malzemelerinden biridir ve canlılığı sağlar. Altay Yaratılış Destanında şöyle geçer dünyanın yaratılışı:
Dünya bir deniz idi, ne gök vardı, ne bir yer,
Uçsuz, bucaksız, sonsuz, sular içreydi her yeri
Ülgen hep düşünmüştü, ta göklere bakarak:
Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım!
Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım!
Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayım!”
Bir Ak-Ana (Ak-Ene) var idi, yaşardı su içinde,
Ülgen’e şöyle dedi, göründü su yüzünde:
Yaratmak istiyorsan, sen de bir şeyler Ülgen,
Yaratıcı olarak, şu kutsal sözü öğren!
De ki hep, “ Yaptım oldu!” Başka bir şey söyleme !
Hele yaratır iken, “ Yaptım olmadı!” Deme!
Ak-Ana bunu dedi, sonra kayboluverdi,
Denize dalıp gitti, bilinmez noluverdi.
Ülgen’in kulağından bu buyruk hiç çıkmadı,
İnsana bu öğüdü iletmekten bıkmadı:
Dinleyin, ey insanlar! “Var’ı yok demeyiniz !
Varlığa yok deyip de, yok olup gitmeyiniz!”
Ülgen yere bakarak: “Yaratılsın yer!” demiş.
Bu istek üzerine, denizden yer türemiş.
Ülgen göğe bakarak : “Yaratılsın Gök!” demiş.
Bu buyruk üzerine, üstünü gök bezemiş!....
 
 
Başka bir Altay efsanesine göre; bir kadın, gökten düşen bir dolu tanesini yutmuş ve bundan dolayı da gebe kalmıştır. Dolu tanesinin içinde iki buğday tanesi vardır. Bunun için de bu kadından türeyen boy, kutsal bir nesil olarak kabul edilmiştir.
Hayat Suyu, bütün dünya mitolojilerinin en önemli bir motifidir. Altay ve Anadolu masalları ölüp de, hayat suyu ile yeniden dirilenlerle doludur. Yakut Türklerinin millî destanı olan Er-Sogotoh efsanesinde: İlk insan, (Er-Sogotoh, Ak-Oğlan): “Nasıl doğdum, nasıl dünyaya geldim diye, hep düşünür gezermiş. Demiş ki: Beni doğursa doğursa, Büyük Ana Kübey Hatun doğurmuş olmalıdır. Çünkü onun içinde bulunduğu ağacm göğsünden sütler akar”. Babası da Gök Ata Er-Toyon’dur. Kübey Hatun, hayat suyunun bekçisi Dişi Ata’dır (Kambaba,3.videoda bahsetmişti: https://www.onaltiyildiz.com/?artikel,666). Er-Sogotoh hayat suyunu içerek defalarca dirilir. Yakutların cennetinde, hayat ağacı ile hayat suyu, birinci derecede rol oynayan motiflerdir. Altaylıların cenneti de, Süt-Ak-Köl, yani, “ Süt gibi Ak-Göl” idi ve dünyaya yeni gelen bütün çocukların ruhları hep bu gölden gelirdi.
Sümerlerde tanrı Enki (Ea); su, zeka ve yaratmanın tanrısıdır. Nehirli Tanrı diye geçer adı, simgesi de balıktır.
Görüyoruz ki ‘yaratılış ve dirilme-canlılık’ için, su olmazsa olmaz. Şimdi bu kavramları irdeleyim beraberce. Kambaba bir ocak sohbetinde: “Yoktan var etmek, yaratmak, inşaa etmek ve dirilmek. Hepsi farklı.” demişti. “İyi düşünün, ayırt edin ve ona göre okuyun.” diye eklemişti. Okumaya başlayalım. İkra… (İlk emir)
Kur’an meallerinde “yaratmak” şeklinde çevrilen birden fazla kelime mevcut. “Yoktan var etmek (ibda)” ile başlayalım. İnsan (İsra/51, Yasin/22, Taha/72, Zuhru/27, Hud/51) ve ayrıca gök ve yer (Enam/14, Enam/79, Enam/101, Yusuf/101, İbrahim/10, Enbiya/56, Fatır/1, Zümer/46, Şura/11) yoktan var edilmiştir. Doğrusu; “var”ın ana malzemesi “yok” tur. “Göklerin ve yerin yaratıcısı O'dur; bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece 'Ol' der -ve o oluverir (Bakara/117)”. İnsanın var’ının esas fıtratı değişmez. İlk prototip insan yoktan var edilmiştir artık. “Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yoktan yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler (Rum/30)”. Bundan sonraki yaratmak eylemi sandığımız işlemler aslında; halden hale geçiş, bir şeyden başka bir şeyin ortaya çıkması anlamındaki yaratılışlardır. “Kun fe yekün” her an devam etmektedir.
 “Halk etmek” filinin geçtiği ayetler ile devam edelim. Halak; varolan bir şeyi başka bir şeye dönüştürerek yeni bir şeyi ortaya çıkartmak demektir. Adem’in çamurdan (Araf/11, İsra/61), beşerin çamurdan (Sad/71) veya çamur artı balçıktan (Hicr/28) ve sudan (Furkan/54) yaratıldığı bildirilmiştir. İlk hamurda iki malzeme vardır: Su ve Toprak. Burada önemli bir ayrıntıyı söyleyelim: İblisin secde etmeyi reddettiği (Hicr/33, Sad/76, Araf/12); beşer ve Adem’in çamurdan-balçıktan yaratılıp ve ruh üflendikten sonraki halleridir. Yani çamur ve balçığı hakir gördü, maddeye takıldı ve secde etmedi. Klasik tefsirler böyle söylemekte. İnsanın ve neslinin; yerden, topraktan, çamurdan, balçıktan, adi sudan, atık sudan, meniden, nutfeden, alakadan, etten ve kemikten yaratıldığına dair 20 kusür ayet bulunmakta. “Oysa o sizi aşama aşama yaratmıştır (Nuh/14)”. Burada dikkat etmemiz gereken nokta; insan ve neslinin yaratılışındaki sözkonusu sularda, artık adi ve atık sıfatlarının bulunması. Niye böyle, bunu ikinci bölümde açarız inşallah. Çok karıştırmadan basitçe söylersek: Yaratılış aşamalarında, su hep var. Çamur-balçık, meni, atık-adi su, nutfe, alaka nasıl olursa olsun. Su olmadan yaratılış, canlılık düşünülemez. Su sebep kılınarak; canlı olabilme, hayatta kalabilme yazılımı yüklendi insana. Acaba İblis bu yazılımı mı kıskandı? Özellikle de ilk yaratılış biçimleri olan beşer ve Adem’deki suyu. Çünkü o ateştendi. Su, onun ateşini söndürecekti hep.  Yoksa su ile başka bilgiler de mi verildi bize ve şeytan o bilgilere de sahip olmak istiyor? Aramaya başlasak iyi olacak.
“Her dabbe sudan yaratıldı (Nur/45)”. Dabbe nedir peki? Kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür (Nur/45). Sen dabbe misin? İnsan ve dabbe kesin ve net olarak ayrılmaktadır ayetler ile. Yeryüzünde yürüyen dabbeler ve iki kanadı ile uçan kuşlardan ne varsa hepsi bizim gibi ümmetlerdir (Enam/38). Yine göklerde ve yer olanlar, dabbeler ve insanlardan bir çoğu Allah’a secde etmektedir (Hac/18). Dabbeler de insanlara benzer şekilde; sağır-dilsiz (Enfal/22) ve kafir (Enfal/45) olabilirler. Allah insanları cezalandırmak isterse yeryüzünde dabbe bırakmaz (Nahl/61, Fatır/45). “İnsanlardan, dabbelerden ve davarlardan yine böyle türlü renkte olanlar var… (Fatır/28).” İnsan dışındaki canlılara dabbe diyebiliriz sanırım. Su; aynen insanların yaratılma aşamasındaki gibi dabbelerin yaratılmasında da ana malzemedir.
“Ceale” kelimesi; eskisinin yerine yenisini oluşturmak, bir şeyi uygun hale getirip uygun olmayan halini bertaraf etmek anlamına gelmektedir. Meallerde “yapmak, kılmak...” gibi anlamlarda kullanılır. Yaratmak anlamını içermez yani. Önce bir bütün vardı, sonra ayrıştırıldı ve su ile canlılar oluşturuldu, Hayy esması varlık alemine yüklendi. “O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yaptık (ceale). Yine de onlar inanmayacaklar mı? (Enbiya/30)”. Su can getirir. Açık ve net.
İnşaa etmek herhalde yarattıktan sonra daha kolay olacaktır. Yoktan var ederek ve yaratarak binanın temelleri atılmıştır artık. Sonra bina, o temel üzerine aşama aşama inşaa edilir, geliştirillir, dönüştürülür. “Şüphesiz tekrar inşaa etmek de O’na aittir (Necm/47).” Yerden tekrar tekrar insanı inşaa etmesi de (Hud/61, Necm/32) kolay olacaktır zannımca. Bu terim; Kur’an’da ceninin halden hale dönüşerek insanın haline gelmesi için de kullanılmıştır. Çamurdan yaratıldın, sonra nutfeden ve alakadan, sonra et ve kemik giydirildin en sonunda bambaşka bir yaratık olarak inşaa edildin (Müminün/14). Dikkat et de helak edilmeyesin. Çünkü senin ardından başka nesiller, kavimler, benzerlerin yeniden inşaa edilebilir (Enam/6, Enam/133, Enbiya/11, Müminün/31, Müminün/42, Kasa/45, Vakıa/61). “Akıtılan meniyi gördünüz (Vakıa/58) ve ilk inşaa edilişi bildiniz (Vakıa/62)” diye söyler bize Tanrı. Bir not ekleyelim buraya. Meni nin ne demek olduğunu biliyoruz. Meni kelimesi “temenni, kuruntu, arzu, umut” kelimeleri ile aynı kökten gelir. Burada bir soru gelmeli aklımıza: Bu inşaa süreci, bu aşamalar müdahalelere açık mı? Çünkü temeli bilmesek de sonrasını/inşaa sürecini biliyoruz. İşte şeytan ve avanesi bu aşamalarda devreye giriyor olabilir mi? Meniyi, yani insanın üreme mekanizmalarını da kullanarak; yeni inançsız nesilller yaratmak ve yerimize benzerlerimizi koymak için arzu içindeler mi? Tepegöz’ün doğumunu hatırlayalım. Çoban, kutsal Perili Pınarın yanında bir peri ile zorla birlikte olup, kutsal olanı bozar, yasak bir ilişkiye girer ve Tepegöz bu şekilde doğar. Bu; atık su, meni, adi su değil de nedir? Yaratılışa müdahale, suyu kirletmek, kutsalı bozmaktır. Şeytan; madden ve manen suyun kirletilmesini sağlayarak, Tepegözün doğması ile  kendini kopyalamıştır adeta.
Kısacası; “Allah’ın yaratmasında değişme yoktur (Rum/30)”.  Yaratılışını anla, yaratılışındaki güzelliğe sahip çık. “İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. (Tin/1-5).” İnme daha da aşağılara. Yaratılışında kullanılan su gibi unsurları; ister adi-atık su olsun, ister meni yada nutfe; kirletme, bozma, ona müdahale etme, ettirme.  “Yaratanların en güzelini bırakıp da Ba'l a mı tapıyorsunuz? (Saffat/125)”.
Elmalı Hamdi Yazır’ın sözüne kulak verelim: “Evet tabiatta evrim/tehavvül, doğal seleksiyon/ıstıfa, gelişim/tekamül yok değildir. Fakat o doğal seleksiyonu ve gelişimi yapan tabiat değil, tabiatlar üzerinde hakim olan Yaratıcıdır (Müminun/14.ayet tefsiri)”. Bu soruları siz yanıtlayın artık: Dünyanın ve insanın; su gibi hâlden hâlle giren bir dış çevre içindeyken hep sabit kalması  mümkün müdür? Değişen şartlara en güzel şekilde uyum sağlamak ve en güzel (ahsen) yaratılış değil midir peki? Peki sen durup dururken kurulu düzene neden çomak sokuyorsun?
Hadi biraz canlanalım
Su; toprağın dirilmesi ve binbir farklı meyve-sebzenin yetişmesi için de vazgeçilmez (Neml/60, Hac/63, Bakara/164, Nahl/65, Hac/5, Furkan/48, ankebut/63, Rum/24, Fussilet/33, Zuhruf/11, Kaf/9, Enam/141, Müminun/19). Ölülerin tekrar diriltilmesi de haliyle toprağın diriltilmesi gibi anlatılmıştır Kitabımızda: “…Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat biz, üzerine su indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her güzel çifti yetiştirir. Çünkü Allah, O tek gerçektir. O, ölüleri diriltir; yine O, her şeye hakkıyla kadirdir (Hac/5-6). “Senin yeryüzünü kupkuru görmen de onun âyetlerindendir. Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, harekete geçip kabarır. Onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kadirdir (Fussilet/39). “Gökten bir ölçüye göre suyu indiren O'dur. Biz onunla (kupkuru), ölü memleketi inşa ederiz. İşte siz de böylece çıkarılacaksınız. (Zuhruf/11). İşte bu şekilde kuru toprak sulanacak, ıslanacak ve yeniden, tekrar tekrar dirileceğiz.
Gökten inen suyla toprağın dirilmesi Mu ve Maya tabletlerinde “Tau” simgesi ile anlatılır. Diriliş ve tekrar doğuşun, yeniden ortaya çıkışın sembolüdür. Aslında tekrar doğan şey topraktır. Kelime anlamı "suyu getiren yıldızlar"dır. “Ta” yıldızlar ve “Ha” sudur. Tau, Güney Haçı takımyıldızıdır. Güney Haçı, Mu semalarındaki belli noktada gözüktüğü zaman yağmur mevsimi başlar ve kuru topraklar, ölü tohumlar canlanır. Ağaç ve diğer bitki örtüsü yaprak, çiçek ve meyve verirdi. Mu berekete kavuşurdu. İşte bu, hayatın dirilmesiydi.
Peki biz nasıl dirileceğiz yine yeniden. Araf/57-58’de şöyle söylenir bize: … “Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Her halde bundan ibret alırsınız. Güzel (temiz) memleketin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz.” Yani “suyla verilen emri bozarsak, içimizde güzellik yerine kötülüğü beslersek, yararsız bir bitkiden farkınız olmaz” diyor bize Rabbimiz. Neye niyetse ona kısmet artık.
Aynı su ile sulanıp farklı bitkiler, meyveler çıkması tohumun mu, toprağın mı, suyun mu marifetidir, bilgisidir peki? Sen tohumunun kodunundan, içindekinden, şah damarından yakın olandan bihabersen, gökten indirilen suyun ne faydası olur sana? Aynı toprağa aynı tohumdan 10 tane dikersin, aynı suyla sularsın, sadece birkaçı fide olur, bu hep böyledir. Gökten indirilen su ile farklı bitkiler, meyveler, sebzeler çıkar  yeryüzünde (Bakara/22, Enam/99, Araf/57, Rad/4, Nahl/10, İbrahim/32, Taha/53, Lokman/10, Fatır/27, Zümer/21, Abese/25). “…Birbirine benzeyeni var benzemeyeni var. Meyve verdiğinde ve meyveler olgunlaştığında bir bakın onun ürününe. Bu size gösterilenlerde, iman eden bir topluluk için ibretler vardır (Enam/99)”. Kısacası meyveye bakıcaz; içi kurtlu mu, mostralık olarak mı konmuş (dışı güzel, içi kofti, arkasındakileri de saklayan) ya da sulu ve lezzetli mi? Gökten indirilen su aynıdır, ama topraktan çıkanlar farklı farklıdır. Rad/4’te bu durum şöyle açıklanır: “Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır. Bunların hepsi tek bir su ile sulanır. Yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.” Suyun tadı yok, rengi yok, kokusu yok. Yani bilgi sende, bilgiyi yüzeye çıkarmanın kodu suda. Şimdi diyeceksin ki: “Ben sadece, rüzgarla ya da bir çocuğun dudaklarındaki nefesle her yere polenleri uçuşan bir karahindiba isem, ne yapabilirim ki?”  Hor görme kendini. Bir kere o can suyunu içtin sen. Sen; yüksek oranda potasyum, A ve C vitamini taşırsın. En basitinden depresyon, stres ve yorgunluğa iyi gelirsin, güçlü bir idrar söktürücüsün, müshil etkisi yaratırsın. Gördün mü sende ne cehverler saklıymış. Ama suyun emrini alman lazım: “Hayy-Canlan-Diril”. Toprak bizim diğer hammaddemiz, ama bizi diri kılan şey: Can. Suyla beraber verilen ve toprağı da canlandıran yazılım. Dirilme canlanma sırası sana gelmedi mi hâlâ?
Canlandık, ama yorulunca dinlenmeyi de biliriz. O yüzden burada keselim şimdilik ve bir  Kırgız/Kazak Baksı duası ile bitirelim yazımızı. Bizim duamız öyle meteoroloji haberlerine bakıp da yağmur duasına çıkanlar gibi olmaz. Özellikle virüslerin, aşıların, gereksiz bilgilerin kol gezdiği böyle günlerde bu dua; su gibi aksın dilimizden ve bize şifa versin:
Diri desem diri değil Korkut Ata Evliya
Su başında Süleyman, su ayağında Er-Korkut
Belaları sen korkut
Çağırdığımız zaman gel Pirim
Bunlu ile hastalığı keselim,
Şifa ver Pirim…
 
SU GİBİ AZİZ OLUN…
2 notes · View notes
Text
Tumblr media
⭐⭐⭐⭐⭐
Evet, gerçekten de bir tanrının sadık bir kulu gibi yaşıyoruz.
'Elalem ne der tanrısı'nın..!
Ve bu tanrıya öyle bir inanıyoruz ki;
Gerçek ve tek olan Rabbimize sadece başımız sıkıştığında müracat ediyoruz.
Onun haricinde ki herşeyimizi 'elalem ne der' tanrısının istek ve beklentilerine göre şekillendiriyoruz.
Giyimlerimiz elalem neder adına, evlerimiz yine öyle... Rabbim razı olup olmadığından önce elalem neder putu... ve hayatlarımıza yerleştirdiğimiz vaz gecemediklerimiz..
Hayatımızda ki bütün olumsuzlukları "Kader" deyip kendimizden sıyırıp, sanki Rabbimizin bize yüklediği mecburi durummuş gibi vede sabır adı altın da aslında nasıl bir isyana sürüklendiğimizi görmüyor fark edemiyoruz.
En kötüsü de hem kendimize hemde etrafımızdakilere en büyük kötülüğü iyilik zannederek yapıyoruz.
Çünkü bize bunu emreden 'elalem ne der' tanrısı..!
________________°🌺💞🌸°_________________
🎀
10 notes · View notes
bercury · 4 years
Text
1
Doğdu. 
Bulunduğu dünyayı ve kainatı anlamlandırma çabalamasında O'na tek gerçek olarak aşılanacak, zamanla sorgulanması rahatsızlık verecek olan.
Zorluk.
İnançlarının gerçekliğinden kuşku duymayana objektifliğin gerilemesinden bakmayı teklif etmek. Yarattığına tapan için kabullenilmesi zor cevapların muhattabı vicdan olmalı. Coğrafyası olmayan vicdan. Kendini şanslı, diğerlerini şanssız olarak nitelendirmeyen.
Big Bang! Toplu iğnenin ucu.
"İstediğine inanma özgürlüğü" İçinde özgürlük kelimesi geçen bu cümle gerçek bir özgürlük gibi hissettiriyor ilk başta. Bunun öyle olmadığını dogmalarına köle olduğunu fark ettiğinde anlıyorsun. Özgürlük kelimesi bağımlılığa dönüşüyor. Bunu sorgulama cüretinde bulunmak bile insanı irkiltir. Aniden üzerine soğuk su boşalması gibi ilk tecrübeler. 
Korku. 
Korku araç. Zincirinin en büyük halkası. Haksız bir hile. Düşünemeyen bir zihin için kolay tasarlanmış bir yöntem. Fikirleri değişebilen bir insan olmak yararlı. Eğer fikirlerini değiştirme gücüne bir tek şey sahipse: "Gerçek" Gerçeklik dışında fikirlerini değiştirebilen şeyler öznellik yanılsamasında gözlerini buğulandırır. 
İnanç tohum. 
Eken ve ekilene ihtiyacı var. Küçükken başlanır köklü ekimler. Olgunlaşmamış kişiye inanç yüklemesi yapmak zincirlemekten farksız. O zincir ki, düşünmediği taktirde kişiyle birlikte mezara girecek. İnsan, zihninin sınırlarını kavradığında kendi tercih ettiği inançta ya da inançsızlıkta yürüyebilmeli. Akıllı bir insan doğru yolu bulabilir. Eğer dinler iddia ettiklerinde samimiyse bundan korkmamalılar. Fakat dinlerin en büyük korkusudur "Düşünen insan" Bu yüzdendir ki düşünmeye başladığın ilk anlardan itibaren zerk edilmek ister. Öyle yayılır ki zihninin en derinlerine kadar, her yaptığın harekette devrede olmak ister. 
Ödül mekanizma. 
Milyonda bir şansla ortaya çıkan hayat. Ödül vaadi ikna edicidir. "Eğer daha iyi bir hayat varsa neden çileli olanı tercih edeyim ki?" diye sorar kendine köleliğe hazır zihin. Tercih şansı olmadığından habersiz. Bir sinsilik var ekende ve ekilende de. Oysa samimiyet gerçeğin karşısında değildir. Yürekten gelen bir inancı tercih ederim sinsice çıkarcı bir inanca. Karşılıklı yapılan iyilik, iyilik midir? Korkunun ve ödülün tanrısı teklif eder cennet ve cehennemi. Tanrı olmadığından. İnanılmaya ihtiyaç duyan bir tanrıya inanmak samimi olamayan bir tanrıya inanmaktan daha değersiz değil. Elektron ve protonlar oldukça siz de var olacaksınız.
İnsan özgür. 
Bir ilişki tartışılacaksa, bilinen ve bilinemeyenin arasındaki olmalı. Buradan doğmalı güneş parlak zihinlere. Yine buradan kalkmalı cennet ve cehenneme gidecek uçak. Milyonlarca kilometre uzaktan gelip bunu masaya yatıramamak olmalı senin için en büyük korku! Bunu dilemelisin tanrından eğer samimiyse ilişkiniz. Dileklerini bildiğini düşündüğün halde bile özgürlüğünü engelleyemiyor sınırsız bilgisi. Özgürlüğünden vazgeçemiyor insan. Ne olursa olsun. Bu kırmızı çizgimizdir. Ardından tanrıya sığınmak yeğdir, kısıtlanmaktansa günahların için. Riyakarlığıyla kendini aşağılayan için. Sadece köleler değil özgürlükten bahsedenler.
1 note · View note
Photo
Tumblr media
Ülgen Ülken, Ülgön, Ulgan Han Göğün 16. katında yaşar. Kayra Han’ın oğludur. Türklerin iyilik tanrısıdır. Tek Tanrı inancında Göktanrı'nın oğlu ve gökyüzünün hükümdarı olarak görülmüştür. Bai Ulgan, Ulgan gibi adlarla Sibirya kavimlerince de yaratıcı tanrı olarak anılır. Göğün 17. katında oturan Kayra Han'dan 'dönüşüm' yoluyla yaratılan göksel üç tanrı sıralamasında ilk sırada yer alan ve göğün on yedinci (veya on altıncı) katında oturduğuna inanılan, hava durumunu, verimliliği ve doğurganlığı yönettiği kabul edilen, sonraları işlevlenerek Göktanrı'nın yerini alan tanrıdır. Kayra Han’ın oğludur. Altın Dağ’da, altın kapısı olan altın bir sarayda yaşar. Altın bir taht üzerinde oturur. Kayra Han’dan sonra ikinci derecede öneme sahiptir. Gök cisimlerini yönetir. Göksel ve meteorolojik olayların ilk kaynağıdır. Biri ak, diğeri kara iki taşla gelerek (veya Korbolko Kuşu ile bu taşları göndererek) insanlara ateş yakmayı öğretmiştir. İyilik yapmayı sever. Uzun saçları vardır. Yanında büyük bir kalkanı bulunur. Elinde yıldırımlar gönderen bir yayı vardır. Yıldırımlar ve şimşekler onun silahıdır. Yıldırımla vurduğu yer kutsallık kazanır. Yedi oğlu ve yedi kızı vardır. Gökçe (mavi) renk ile simgelenir. Göğün hakimidir. Dünyayı taşımaları veya destek olmaları için üç tane balık yaratmıştır. Elindeki topuzu, yaşam ağacının köklerine benzer ve öylesine dallı budaklıdır. Biri sağında ve diğeri solunda iki ak Güneş bulunur. Bu gök nesnelerinin her biri kendisine ulaşmak isteyen şaman için bir engeldir. En güçlü şaman bile en fazla Altınkazık (Kutup) Yıldızına kadar ulaşabilir. Daha öteye gidemez. Betimlenirken ak, parlak, gürültücü (künürtçi), yakıcı (küygekçi), şimşekçi (yalgınçı) gibi sıfatlar kullanılır. Ezeli ve ebedi kabul edilir. Evrenin başlangıcında yalnızca Ülgen ve Erlik vardır. Tanrı Ülgen Erlik’den daha güçlüdür. Erlik’in yaptığı hileleri anlamakta ve onu cezalandırmaktadır. Aslında çoğu zaman bir karısından bahsedilmediği halde birkaç yerde eşinin adı “Taz Hanım” (Kel Hanım)’dır. Bindiği hayvan da Kelke adlı kel bir öküzdür. Türk Mitolojisi'ndeki karşı imgesi Yeraltı Aleminin Hükümdarı ve kötülük Tanrısı Erlik Han'dır. #türk #türkiye #türklük #türkçülük https://www.instagram.com/p/B55amKIh0hl/?igshid=1w86us09vjjmj
2 notes · View notes
olumsuzsozler · 5 years
Photo
Tumblr media
Politik bebek olarak doğar, büyümeleri zaman alır, yetişkinliğe eriştiğinde çevresine ışıltılar saçar ve zaman ilerledikçe ışıltısını yitirmeye başlar.  Bu canavarın doğumuna ilişkin bilgilere son olarak şunu ekleyeceğim: Dünyaya iğnesiz gelirse ölü doğar, iğnesini kaybettiği zaman da arılar gibi ölür.
Jonathan Swift
╚►Sözler Gif Linki:
Tumblr media
Jonathan Swift Sözleri: (1667-1745)   Gereksinim, icadın anasıdır. Jonathan Swift Tüm nehirler denize bağlanır. Jonathan Swift Kitaplar zekanın çocuklarıdır.  Jonathan Swift Tüfek bulundu, mertlik bozuldu. Jonathan Swift İnsan kendisiyle ne denli tutarsız! Jonathan Swift Gerçek, akıllı kimseleri daima etkiler.  Jonathan Swift Çok fazla alışkanlık, çok az bağımsızlıktır. Jonathan Swift Halk, bilimin uzlaşma bilmez bir düşmanıdır! Jonathan Swift Dünyayı yöneten, kalem, mürekkep ve kâğıttır. Jonathan Swift Mutlu olduğun sürece, pek çok arkadaşın olur. Jonathan Swift Kimse görmek istemeyenler kadar kör değildir. Jonathan Swift   İnsanın büyüklüğü ne kadar ehemmiyetsiz bir şey. Jonathan Swift Gençliğin mahareti keşiftir, yaşlılığınsa yargı gücü. Jonathan Swift Dünyanın en iyi doktorları: Perhiz, sükut ve neşedir. Jonathan Swift Özgür düşüncelerim nedeniyle sansüre uğrayabilirim. Jonathan Swift   Merhamet, bir hükümdarda bulunan en değerli erdemdi. Jonathan Swift Özgür bir insanı köle yapacak düşünceye hizmet edemem. Jonathan Swift Görüş farklılıkları milyonlarca insanın ölümüne neden oldu. Jonathan Swift Bu dünyada sabit kalan hiçbir şey yok, istikrarsızlıktan başka. Jonathan Swift   Herkes uzun yaşamak ister, ama hiç kimse yaşlanmak istemez.  Jonathan Swift   Aklın yüksek nitelikleri ahlak yokluğunu hiçbir zaman karşılayamaz... Jonathan Swift   Bilge bir insanın en az yalnız olduğu zaman, tek başına kaldığı zamandır... Jonathan Swift Burada, vahşi haksızlıklar karşısında benliği parça parça olan biri yatıyor...  Jonathan Swift Eleştiri, insanın önemli bir şahsiyet olması karşılığında ödediği bir bedeldir. Jonathan Swift   Hayal gücü yüksek olan insanlar sıradan insanların göremediklerini görürler.  Jonathan Swift Korkaklar için en uygun ceza ölüm cezasıdır, çünkü en çok ölümden korkarlar.  Jonathan Swift İnsanın kızması, başkalarının hatalarının intikamını kendinden alması demektir. Jonathan Swift Hiç sorgulamadığı şeylerden dolayı insanları sorgulamak faydasız bir girişimdir. Jonathan Swift Hiç bir şey beklemeyene ne mutlu! Çünkü o asla hayal kırıklığına uğramayacak. Jonathan Swift   Başıboş bir akıl yürütme, daha önceki sağlıklı akıl yürütmelerinizin ağırlığını azaltır. Jonathan Swift Şu asrı dolduran müthiş yalnızlıktan bizi birazcık olsun kurtaran kitaplar iyi ki varlar. Jonathan Swift Eylem özgürlüğü üretmediği sürece, düşünce özgürlüğünün ne gibi bir yararı olabilir. Jonathan Swift Nasıl en kötü yazarın bile okurları oluyorsa, en büyük yalanların dahi inananları vardır. Jonathan Swift İnsanları; içine fikir yürüterek girmedikleri bir durumdan, fikir yürüterek çıkaramazsınız.  Jonathan Swift   Bu dünyada değişim dışında, hiçbir sabit şey yoktur.. Değişimi duran şey cansızlaşmıştır.. Jonathan Swift Bazı insanlar bilgeliklerini saklamaya, aptallıklarını saklamaktan daha fazla özen gösterir. Jonathan Swift Bilge insan, tüm koşulları hesaba katarak bağlantılar kurmaya ve sonuçlar çıkarmaya çalışır. Jonathan Swift Yoksul uluslar, aç; zengin uluslar da gururluydu; açlık ile gurur da, hiçbir zaman bağdaşamazdı.  Jonathan Swift Doğa'nın hiçbir şeyi boş yere yapmadığının, Öklid'in kanıtları denli açık olduğunu düşünüyorum.  Jonathan Swift Özgür bir ülkede yasalar, toprak sahiplerinin çoğunluğunun kararlarında oluşur ya da oluşmalıdır. Jonathan Swift Hiçbir savaş, inanç ayrılıklarının sebep olduğu boğuşmalar kadar şiddetli, kanlı ve uzun olamazdı. Jonathan Swift Yalnızca havayla beslendiği söylenen bukalemun, tüm hayvanlar içinde en çevik dile sahip olanıdır. Jonathan Swift Öyle bir din ki: Bizi birbirimize nefret ettirriyor. Aynı zaman da bu din, bizi birbirimize sevdirmiyor da.  Jonathan Swift Çünkü bir kimse akla boyun eğmezlik edemez; meğer ki akıllı bir varlık olma iddiasından vazgeçsin. Jonathan Swift Uyarıları dinlemeye bile bu denli direnirlerken insanların önerilere kulak vermesini nasıl bekleyebiliriz? Jonathan Swift Hristiyanlık, tam bir tutarsızlık içinde olduğundan oybirliğiyle bir yana atılalı çok uzun bir zaman oluyor. Jonathan Swift Dünyaya gerçek bir dahi geldiğinde, onu şu işaretten tanıyabiliriz; bütün ahmaklar ona karşı birleşmişlerdir. Jonathan Swift   Bir kişinin bir şekilde düşünmediği bir konuda düşünme biçimine sahip olduğunu göstermeye çalışmak boşuna.  Jonathan Swift   Bilgelerin söylediği gibi, yeryüzünde idamlar bir kez başlamayagörsün, nerede son bulacağını kimsecikler bilemez. Jonathan Swift Nasıl ki üstün erdemleri olan birini hakkınca övmek zordur, üstün kötülükleri olan birini de hakkınca yermek zordur. Jonathan Swift Bizlere görmemiz için iki göz, işitmemiz için de iki kulak veren doğa, konuşmamız için sadece bir tek dil verilmiştir.  Jonathan Swift   Bir şeyi istediğimiz zaman hep onun çekici yanlarını görürüz, onu elde ettikten sonra da hep kötü yanlarını buluruz.   Jonathan Swift Bu denli az evliliğin mutlu olmasının nedeni, genç hanımların zamanlarını kafes değil de yuva yapmaya harcamasıdır. Jonathan Swift   İster bilgece, ister aptalca görünsün, bir kitabı okurken, o bana sanki yaşıyormuş ve benimle konuşuyormuş gibi gelir…  Jonathan Swift Ülkenizin halkından birçoğunun doğanın yeryüzünde yarattığı canlılar arasında, en kötü yaratıklar olduğuna inanıyorum. Jonathan Swift Yolculukta, yanımda her zaman birçok kitap bulundurduğumdan, eski ve yeni yazarların en iyilerini okumakla geçirirdim. Jonathan Swift Hırs çoğu zaman insanlara en alçak işleri yaptırır, demek ki insan bedeni yukarılara tırmanırken sürünürken girdiği biçime girer.  Jonathan Swift Kralların ellerinin en uzak noktalara dek ulaşabildiğini sıkça duymuşuzdur; keşke kulakları da o kadar uzak noktalara ulaşabilseydi. Jonathan Swift Gerçek anlamda çok az insan gerçekten bugünü yaşar, çoğunluğu bir başka zaman yaşamaya başlayabilmek adına bekler ve biriktirir. Jonathan Swift İnanç ayrılıkları milyonlarca cana mal olmuştu. Örneğin et mi ekmekti, yoksa ekmek mi etti? Bir meyvenin suyu kan mıydı, şarap mı?  Jonathan Swift Bir insan kendisiyle benim arama belli bir mesafe koyduğunda, ikimizin de birbirimize eşit uzaklıkta olduğumuz fikri beni rahatlatıyor..  Jonathan Swift Bilge bir insanın yaşamının geç dönemleri, erken dönemlerinde edindiği aptallıkları, önyargıları ve yanlış düşünceleri düzeltmekle geçer. Jonathan Swift Hükümdarlara edilen en büyük hizmetler, tutkularını karşılamakta gösterilen kusurla teraziye vurulunca, ne de çabuk değerden düşüyor. Jonathan Swift   En büyük icatlar hep cehalet dönemlerinde ortaya çıkmıştır, tıpkı pusula, barut ve matbaa gibi; ve hep en vasat ulusun eseridir: Almanların.  Jonathan Swift   Suçlular cezalandırılır, iyiler ödüllendirilir. Yakalayabildiğimiz suçluları kesinlikle cezalandırırız ama, iyilerin ödüllendirildiğini henüz hiç görmedim. Jonathan Swift Cücelerin arasında yıllarca bir dev, devlerin arasında da cüce olarak yaşayan biri, tekrar insanların içinde insan olmanın ne demek olduğunu bilir.  Jonathan Swift Pek az yalan kendisini keşfedenin imzasını taşır; gerçeğin en oynak düşmanı olarak yalan, sahibinin haberi dahi olmadan binlerce kişiye yayılabilir.  Jonathan Swift Dünya bir kez bizleri kötüye kullanmaya başlamaya görsün, sonrasında vicdan azabı ya da törenleri de azaltarak aynı muameleye devam edecektir.   Jonathan Swift Apollon, hem hekimlik tanrısı hem de insanları hastalıklarla cezalandıran tanrıydı. Kökeninde her ikisi de aynı meslekten gelir, aynı bugün de olduğu gibi. Jonathan Swift Dikkat, uyanıklık, biraz da zekâ bir adamın malını mülkünü hırsızlardan korumaya yeter; ama doğruluk, düzenbazlığa karşı kendini hiçbir zaman koruyamaz.  Jonathan Swift Şöhreti ele alalım: İnsanlar genellikle unutulmak istemez. Ayaktakımına baktığımızda bile, mezar taşlarına yazı yazdırmaya ne denli hevesli olduklarını görürüz. Jonathan Swift Hiçbir savaş, inanç ayrılıklarının, hele hiç de önemi olmayan şeyler üzerinde inanç ayrılıklarının sebep olduğu boğuşmalar kadar şiddetli, kanlı ve uzun olamazdı. Jonathan Swift Politik bir yalan bazen yerinden edilmiş bir devlet adamının kafasından doğar ve onu izleyen bir ayaktakımı güruhu da bu yalanı besleyip büyütme görevini üstlenir. Jonathan Swift Bir kimse kendine iyilik eden birisine kötülük ederse, kendisine hiç iyilik etmemiş olan insanlara kesinlikle kötülük edecektir: böyle bir adam yaşamaya layık değildir.  Jonathan Swift Ortada büyük sorunlar olmadığında küçük sorunlar da insanı huzursuz etmeye yeter. Koca bir kayaya rast gelmediğinde insan küçük bir çıkıntıda bile sendeleyecektir.  Jonathan Swift Görüş farkılılıkları milyonlarca insanın ölümüne neden oldu: Örneğin, Et mi Ekmek olsun ya da Ekmek mi Et olsun; bazı Dutsu meyvelerin suyu Kan mı olsun, Şarap mı? Jonathan Swift Bununla birlikte, şeytan tüm yalanların babası olsa da, tüm büyük kâşifler gibi, kendisinden sonra gelenlerin alana yaptıkları katkılarla şanını önemli ölçüde yitirmiş durumdadır. Jonathan Swift Bir yazarın yazdıklarını okurken fikirlerimizin örtüştüğünü görürsem, ne denli harika bir gözlem diyorum. Fikirlerimizin ters düştüğü bölümlerdeyse, onun yanıldığı konusunda hiç kuşku duymuyorum. Jonathan Swift Bir şeyi arzuladığımızda ya da onun peşinden koştuğumuzda, zihinlerimiz o şeyin yalnızca iyi yönleri ya da özellikleri üzerine odaklanır; onu elde ettiğimizdeyse yalnızca kötü yönleri ya da özelliklerine. Jonathan Swift Bilge bir adamın en az yalnız olduğu zaman, tek başına kaldığı zamandır: Ünlü matematikçi Arşimed de önüne koyduğu problemleri çözmeye o denli yoğunlaşmış ki, kendisini öldürmeye gelen askerleri duymamış bile.    Jonathan Swift Diyojen'dir ki, İskender onu görmeye gidip kendisinden isteyeceği her şeyi ona verebileceğine söz verdiğinde şöyle demiş: "Bana veremeyeceğiniz hiçbir şeyi benden almayın; tek bunu isterim; ışıkla benim aramda durup gölge etmeyin."    Jonathan Swift İnsanlar arasında devamlı bir surette alışveriş ve krediyle işlem gerekli olduğundan, sahteliğe müsaade edilir, göz yumulursa, ya da sahteliği cezalandırmak için hiçbir yasa konmazsa, namuslu tüccar büyük zararlara uğrar, sahtekâr kimseler de faydalanır.  Jonathan Swift Politik bebek olarak doğar, büyümeleri zaman alır, yetişkinliğe eriştiğinde çevresine ışıltılar saçar ve zaman ilerledikçe ışıltısını yitirmeye başlar.  Bu canavarın doğumuna ilişkin bilgilere son olarak şunu ekleyeceğim: Dünyaya iğnesiz gelirse ölü doğar, iğnesini kaybettiği zaman da arılar gibi ölür. Jonathan Swift
youtube
.............................................. ╚►Facebook: https://www.facebook.com/Pusulasoz ╚►Tumblr: http://pusulasozler.tumblr.com/ ╚►Twitter: https://twitter.com/pusula1sozler ╚►Twitter: https://twitter.com/SozlerOlumsuz ╚►Pinterest: https://tr.pinterest.com/szler/ ╚►Site arşiv: https://pusulasozler.tr.gg/ ╚► https://www.youtube.com/channel/UCAX5hFduX25sE6MAETi9raw ╚►Sözler Gif: https://i.hizliresim.com/Ba39pp.gif ..............................................
1 note · View note
conveyd · 3 years
Text
Birşeyin yok olduğunu kabul etmek bilimsel olarak ispatlanamaz iken, aynı şeyin var olduğunu kabul etmek bilimsel olarak ispatlanamasa da ihtimal olarak daha yüksek kabul edilir. O yüzden de bir çok bilim adamı Tanrı ya inansın yada inanmasın, ilk olarak teoremlerine Tanrı yi kabul ederek yola çıkar. Atheism ise, halkın bilinciyle Tanrı fikrini yok sayma olarak kabul gözukse de, temeli "Tanrı var ise de ya beceriksiz yada çok kotu" mantığıyla yola çıkmış bir akımdır. Bu noktada inanılması gereken birşey de ortadan kalkmış olur.
Gelgelelim, Dualism yada Zerdüştlük dini, iyi ve kötü tanrı, Şeytan ve Tanrı, cennet ve cehennem, bunların kökenlerinin aynı olmadigini, Şeytanın aslında bir Tanri olmadığının ispatı nedir? Sanırım bu nokta da ilk defa Tanrı inanciyla yuzlesirim ve evet iyilik ve kötülük tanrısı var ise, işte ben onun iyinin yolundayim derim. Hatta keşke öbür dünya kötülük tanrısı tarafından yonetilseydi ve bir gün kötülük tanrısı insanı en kotuyu yaratsaydi ve bir melek te iyilik yapmayı ogretseydi bu insana ve kötülük tanrısı onu gerizekalı beceriksiz ilan edip insanlığı yaratıp onu da insanları doğru yola sokan bir iblis diye yaratsaydi. Dinler çok daha inanılır olmazmiydi?
##
0 notes
authorkahramanbatuk · 4 years
Text
Şu yayına göz atın… "Türk Mitolojik Şamanizmi. Türk şamanizmi başta deist bir edayla Kayra Han, ondan sonra iyilik Tanrısı Ülgen.".
0 notes