Tumgik
#köyde yaşam maliyetleri
Text
<b>Şehirden Köye Kaçış:</b> Tanışma, Karar Verme ve Başlangıç
Şehirden Köye Kaçış: Tanışma, Karar Verme ve Başlangıç
#AromatikBitkiler, #Avantajlar, #BelediyeRuhsatı, #Dezavantajlar, #Doğa, #EkonomikŞartlar, #EvdeÇalışma, #Gençlik, #InşaatIşleri, #Kırsal, #KöyYaşamı, #KöydeYaşamMaliyetleri, #Pandemi, #Podcast, #Sağlık, #ŞehirdeYaşamMaliyetleri, #ŞehirdenKöyeGöç, #Tarım, #TıbbiBitkiler, #Ziraat https://is.gd/VeRkpI https://www.tibbivearomatikbitkiler.com/podcast/sehirden-koye-kacis-tanisma-karar-verme-ve-baslangic/
Şehirden Köye Kaçış: Tanışma, Karar Verme ve Başlangıç başlıklı ilk podcastimizin metiniyle beraber de sizlere sunmak istedik, kimisi dinlemeyi kimizi izlemeyi kimisi de okumayı tercih ediyor. Biz sizlere ulaşmak için her türlü kolaylığı sağlamaya çalışacağız.
Herkese merhabalar, ben Selin. İlk podcastime hoş geldiniz. Keyifli dinlemeler dilerim, umarım beğenirsiniz.
İlk podcastimde ufak da olsa bir tanışma olsun. Konuya ilgisi olanlar, anlatacağım konuları ve bilgileri şimdiye kadar genellikle YouTube üzerinden izlemiş olabilirler, ben de sizler gibi evde izleyip yapabilir miyiz acaba, ya da insanlar neler yapmış helal olsun nidalarıyla izlerdim. Konumuz doğaya göç veya klasik herkesin dilinde olan şekilde şehirden köye kaçış. Bu kaçış kimileri için emin değilse yağmurdan kaçarken doluya tutulmakta olabilir.
Spotify’da dinle: Şehirden Köye Kaçış: Tanışma, Karar Verme ve Başlangıç

Köyde yaşamanın avantajları ve dezavantajları gibi konularda yer alacak. Ayrıca, ziraat teknikeri olarak, tıbbi ve aromatik bitkiler hakkında bilgiler, bitkilerin bakımı gibi konuları içeren podcast’ler hazırlamayı düşünüyorum. Bazen mitolojik, bazen kadim bilgiler. İleride belki yeni konularda ekleriz, sizin tavsiyelerinizle, ne dersiniz?
Neden YouTube değil de podcast dediğinizi duyar gibiyim. Günlük vloglar şeklinde yönettiğim Instagram hesaplarım zaten mevcut. Açıklamaya bırakırım hesap isimlerini. Podcast çekmemdeki amaç, ekran başına bağımlı kalmadan evde iş yaparken, yolda yürürken, uykuya dalmadan, çocuğunuzu uyutmaya çalışırken, kısacası rahatlıkla dinleyeceğiniz zamanlarınıza sesimle ve anlatacağım konularla eşlik edebilmek.
Yapabilir miyim, nasıl olur derken eşimin hazırlıkları yapıp beni çağırmasıyla birden deneme kaydına oturdum. Dinleye dinleye, biraz da bana bu özgüveni kendimde bulmamı sağlayan Merve’ye de selam söylemiş olayım; hepimiz onu Ortamlarda Satılacak Bilgi olarak biliyoruz.
Youtube’da dinle: Şehirden Köye Kaçış: Tanışma, Karar Verme ve Başlangıç
youtube
Normalde sıkı bir podcast dinleyicisiyim. Dikkatimi bir yere vermem gerektiğinde izlemek yerine dinlemek bana daha çok keyif veriyor. Mesela kahvaltı hazırlarken dinlemek büyük zevklerim arasında. Hatta ses bombamı bağlayarak tüm ev ahalisine dinlettiğimde oluyor. Ses gittiğinde de ‘Sese ne oldu ya?’ diye serzenişler alıyorum. Aileye de biraz bulaştırdım sanırım 🙂
Şehirden köye göç, son birkaç yıldır ekonomik şartlardan dolayı olsa gerek daha da popüler hale gelen bir durum. Özellikle pandemiden sonra insanlar yaşamın, yaşamanın değerini anladı. Herkese bir aydınlanma geldi. Herkesin eve kapanması, kendi başına kalması, evden çalışmak zorunda olanlar. Kimine göre bu durumun daha güzel olması veya tümden bu durumları kafaya takıp şehirden kaçmak istenmesi mi desek?
Şehir yaşamının gürültüsü, kalabalığı ve stresi, çalıştığın işin, iş yerinin yani genel olarak yaşam stresi 🙂 Bazı insanları sessizliğe ve dinginliğin kaynağı olan doğaya daha yakın bir yaşam arayışına itiyor. Haliyle, her gün sabah gün aymadan işe gidip gün battıktan sonra eve dönen çalışanlar bana hak verecektir.
Köylerde daha sakin, huzurlu insanlardan uzak, kendine ayırdığın kaliteli vaktin olduğu, ekip biçebildiğin bir yaşam mümkün. Ama kolay değil! Yine de bunu başka bir podcaste ayıralım. Kısa da olsa yılımızı daha tamamlamamış olmamıza rağmen tecrübelerime dayanarak ilerleyen bölümlerde köy yaşamının dezavantajları ile ilgili bol bol konuşacağız gibi geliyor.
Köye göç etmeden önce, şehirde yaşamanın bir de ekonomik kısmı var. Şehirde yaşamının maliyetleri, son yıllarda giderek arttı. Barınma, gıda, sağlık gibi konular insanları zorlamaya başladı. Küçük bir ilçede devlet hastanesinde çok kısa sürelerde işinizi halledebiliyorken büyük şehirlerde randevu bulmanız bile düşük bir ihtimal. Ben kızımı şehirdeyken hep özel hastaneye götürüyordum ve ödenen sağlık ücretleri hiç de azımsanacak tutarlarda değildi, ki bu bahsettiğimiz sene 2021-2022. Köye yerleştikten sonra devlet hastanesine istediğim her an randevu bulabiliyorum ve çok da ilgili bir çocuk doktorumuz var.
Büyükşehirde yaşamanın karşılığı sağlanması gereken harcama durumu özellikle genç ve orta yaşlı kişileri daha düşük maliyetli bir yaşam arayışına yöneltiyor. Köye yerleşen biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki köylerde yaşam maliyetleri, şehirlere göre daha düşük. Tüketici olarak gıda üzerinden ufak bir örnek vereyim; hafta sonu olmuş akşam yemeği yemişsiniz ama saat ilerlemiş bir şeyler mi atıştırsak? En kolay ne yapılır, ya da yapmayıp hemen bir uygulamadan sipariş versek. Bunları yaşıyorsunuz, değil mi 🙂
Gece canınız çiğ köfte istedi diyelim, biz bunu şehirde gece 1 de bile basitçe tek tuşla sipariş veriyorduk. Hatta haritadan kurye nerede şimdi acaba diye bakıyorduk. Şimdi düşünüyorum da tam bir kontrol çılgınlığı gibi geliyor. Köyde gece çiğ köfte yemek istiyorsan, ya kalkıp kendin yapman gerekiyor ya da en yakın çiğ köfteciye gidip alman gerekiyor ki o da eğer ilçede açıksa 🙂 Köyde böyle bir imkan yok 🙂 O yüzden canının istediği her şey her an olmuyor ve harcama yapacağın tutar cebinde kalıyor.
Birçok şeyi bu şekilde biz kendimiz yapıyoruz aslında. İlk zamanlar sabah erkenden kalkıp simit falan yaptığımı biliyorum. Kimine göre de bu durum eziyet gibi duruyor ancak bu benim için bir negatif bir durum değil. Kısacası, şehirde zamanı satın alıyoruz. Köyde ise zamanın var, biraz malzeme biraz da emek şart. Emek olmadan ekmek olmuyor 🙂 Bu durum tam olarak konfor alanının dışına çıkmak. Bence tam olarak da bu :)) Konfor alanından çıkınca neler yapabiliyorsun. Şimdi kişisel gelişim uzmanları gibi de konuşmak istemem, potansiyelini keşfet falan ama köye yerleşmek tam olarak potansiyelini keşfetmek. Veyahut mevcut potansiyelini, arttırmak yada kendini geliştirmek tam tanımı bu olabilir.
Bizim hikayemize gelecek olursak, her şey tam olarak 2018 yılında Datça tatilimizde başladı. Tatil dönüşünden sonra yatırım yapabileceğimiz bir toprak arayışındaydık. Ancak şu anki gibi tamamen kırsalda yaşama hayalimiz açıkçası yoktu. Biraz da çekiniyorduk sanırım. Kurulu düzenimizi bozmayalım diye, adım adım ilerleme düşüncesindeydik. Herkes gibi Ege’nin bir sahil kasabasına yerleşmeyi düşünen romantiklerdendik.
Bu süre zarfında kızımız doğduğunda düşünceler askıya alındı. Ta ki 2022 yılında arkadaşlarımızın önerisiyle şuan ki bulunduğumuz bölgeden ailemizle birlikte arsa alana kadar. Düşünmeden hareket edince bazen kendini farklı yerlerde buluyor insan. Arsayı bile görmeden satın aldık. Yine arkadaşlarımızın anlaştığı çelik konstrüksiyon şirketi ile anlaşarak bir anda kendimizi tamamen şehir değiştirir bir pozisyonda bulduk. Babamın bile doğup büyüdüğü şehir olan İzmir’den Balıkesir kırsalına taşınma hikayemiz böyle başladı.
2022 Mart ayında başlayan serüvende proje, belediye ruhsat işlemleri ve tüm prosedür başlamış oldu. Mimar ile beraber hem taleplerimiz hem de mimarımızın fikirleri doğrultusunda, arsa ile alakalı metre karelerden dolayı iki katlı bir proje çizildi. Detay merak edenler için tüm bu ev sürecini ayrı bir podcastte anlatmak lazım; onun da iyi-kötü anıları var. Netice de Aralık ayında inşaat işlerinin hepsi bitti, yeni yıla 4 gün kala taşındık ve artık şehirli değil, resmi olarak Dağ köylüsü olduk.
Bulunduğumuz bölge ilçe merkezine 10 km, il merkezine ise 45 km uzaklıkta. Köyde yaklaşık 15-20 hane bulunuyor. Ne kötüdür ki köyde genç kimse kalmamış. Son gençliğimizi biz taşındıktan sonra evlendirerek şehre uğurladık. “Peki, ihtiyaçlarınızı nasıl karşılıyorsunuz?” dediğinizi duyar gibiyim. Tüm ihtiyaçlarımız için ilçe merkezine gidiyoruz. Market alışverişi ve ilaç-sağlık durumları için 10 km çok sürmüyor, İzmir’e kıyasla daha rahat bir sürüş keyfi trafiksiz, bol ağaçlı köy yollarından ilçeye inerek işlerimizi hallediyoruz.
Tarım yapmak için de 4 dönüme yakın tarla aldık. Biraz da şans diyelim, yürüme mesafesi olarak 350 metre; evin kapısından görebileceğimiz mesafeden hem hayvanlarımızı hem de toprakla haşır neşir olabileceğimiz bir alana sahip olduk. Ben tamamen şehirde büyümüş bir insan olarak ilkokul günlerimde arkadaşlarımın yaz tatilinde köye gitmelerine hayıflandığımı hala hatırlarım. Hiç bu köye gittik sohbetlerine dahil olamamanın verdiği bir durum biraz da sanırım. Babama, anneme sorardım, “Bizim neden köyümüz yok?” diye.:))
Köye taşınma kararını alma durumu ile ilgili bir şey daha eklemeden geçemeyeceğim. Her şeyin bu kadar hızlı olmasının sebepleri ise, hemen yan komşularımızın bizim gibi genç olması, sosyallik açısından, kafa dengi birileri olması, fikir birliği ve ortak noktaların fazla oluşu etken oldu. Belki ilerleyen bölümlerde onları da konuk alarak genç bir gözden onların kentten köye göç hikayesini de dinleriz. Bir diğer ve bence en önemli sebep de kızımın daha doğal bir ortamda hayvanları görerek ve severek, bir ekran aracılığıyla değil de kendi gözleri ile görüp dokunarak tanışması, toprağa basması, dokunması, öğrenmesi, en önemlisi de temiz havada büyümesini istememizdi.
Hemen ilk podcastten sizi çok sıkmak istemiyorum açıkçası, biraz da siz dinleyicilerimin yönlendirmeleri ile köy hakkında merak ettiklerinizle podcastlere devam etmeyi düşünüyorum. Tabii ki bu durum diğer konularımın dışında 🙂 Bir sonraki podcastte ise, köyde neler yaptık, neler yapacağız gibi bir başlık düşünüyorum. Umarım siz de bana sorularınızla destek olursunuz ve güzel konulara değiniriz. Beni sonuna kadar sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim. Kanalımı takip ederek her podcastimden haberdar olmanız beni çok mutlu eder.
1 note · View note
keremulusoy · 7 years
Text
“İnsan toprağın sahibiyse, toprak da o insanın sahibidir. Ben bu toprağın insanıyım ama sahibi değilim. Bu toprağın evladı olarak sadece ona sahip çıkmakla mükellefim, çünkü toprağa merhamet hayır demektir, lütfetsen gül verir, zulmetsen diken…”
Hasat zamanı ziyaret ettiğimiz, toprağa zulmetmeyip, lütfederek sahip çıkan Meriç Belediye Başkanı Nihat Yörük’ün ağzından dökülüyor bu sözler. Pirincin ve çeltiğin diyarı Meriç’i Marmara Life okuyucularına anlatmak için sıvıyor kolları…
Meriç Nehri.
Eski Edeköy
Aliş’in yerinde balık yemelisiniz.
Edeköy’ün mirasçıları…
Meriç Belediye Başkanı köy kahvesinde..
Köyün yaşlıları köy kahvesinde..
Meriç için hasat zamanı…
1. Balkan Savaşı zamanlarına ait bir fotoğraf.
Organik bağınız nereye ait? 1954 yılında Meriç’te doğdum ama atalarım Edeköy’den geliyor. Edeköy, bir zamanlar Ergene Nehri’nin Meriç nehrine karıştığı bölgede, Meriç nehrinin tam kıyısında, Doğu Trakya tarafında yer alan bir köydü. Tahminen Ede- köy’ün nüfusu 1800 kişiydi, askerde olan 100 kadar genç erkek ve kurtulmayı başaran bir kaç kişi dışında köydeki herkes öldürülmüş ancak kayda geçmeyen başka kurbanların da olduğu düşünülüyor. 1. Dünya savaşından sonra köyü Yunanlı komitecilerle, Bulgar komiteciler katledince kurtulanlar çevre civarlara yerleşiyor, dedem de katliam sırasında nehre düşerek kurtuluyor ve kaçarak buraya geliyor. Kaçanların kimisi Umurca’ya, Nasuhbey’e kimisi Küçükaltıağaç, Büyükaltıağaç ya da Adasarhanlı’ya kaçıyor. Köy dağılınca Edeköy halkı, 2 kilometre doğudaki Kadıköy’e taşınıyor. Dedem o zamanlar 16 yaşındaymış, buraya geldikten sonra Balkan Savaşı, Kurtuluş Savaşı, Çanakkale Savaşı ve Sakarya Savaşı’na katılmış. Daha sonra buraya yerleşiptarım ve hayvancılıkla uğraşmış. Hiç unutmuyorum, dedemi bir gün leğende yıkanırken gördüm. Sırtında kurşun, şarapnel izi olmayan yer yoktu. Vücudu harita gibiydi. Biz böyle bir dedenin torunuyuz. Ben de tüm bu yaşananların unutulmaması adına bugünlerde bu olayları hem sözlü tarih, hem de yazılı kaynaklarla destekleyerek tarihe not etmek için elimden geleni yapmayı planlıyorum.
Peki, siz çocukken Meriç nasıldı?
Ben 1963 yılında köyden Meriç’e geldim. İlkokul 3. sınıfa başladım, ortaokulu burada okudum. Eskiden 6-7 bin nüfusu vardı Meriç’in, sokakları, binaları alt yapısı birçok şeyi değişti zaman içerisinde. Eski yapılara sahipti, ana caddesi yoktu, içme suyu yoktu, elektrik santralini belediye çalıştırırdı, bir tane okul vardı. Bizim okul yıllarındaki Meriç’le şimdiki arasında dağlar kadar fark var. O zaman öküz arabaları gezerdi, şimdi tırlar geziyor. Yağ fabrikasının yanında bir saha vardı orada top koşturur, çelik çomak oynardık. Eskiden bisiklet çok yoktu tabi. Bir tane bisiklet vardı, o da bizde. Bütün köyün gençleri bekler sırayla binerdi. Babam ağabeyime almıştı, köyde oturuyorduk o zaman. Sonrasında zaten liseyi okumak için İstanbul’a gittim.
Lise yıllarınız nasıl geçti?
Kabataş Erkek Lisesi 6 Edebiyat mezunlarındanım ben, yatılı okudum. Cana yakın ve hatırlanası dostlar edindim. Hala da arayıp, hal hatır sorarız. Liseden sonra ise Edirne Eğitim Enstitüsü’nü bitirdim. Aslında liseden sonra idealim ziraat fakültesini bitirip ziraatçı olmaktı babam çok istemişti ama nasipte öğretmenlik varmış. Tam 32 yıl matematik öğretmenliği yaptım. Bir dönem de Bulgaristan’da esnaflık ile uğraştım. Öğretmenlik; “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” yetiştirmenize vesile olmuştur… Evet, bizler öğreterek üzerimize düşen görevi yaptık. Öğretmen dediğiniz halka koşan, halk ile beraber olan ve öğretmenin çocuğa yalnız alfabe okutur bir varlıktan ibaret olmayacağını bilendir. Ve ben şimdilerde o yetiştirdiğim çocukların elimi öpmeye gelip, “Ben avukat oldum, doktor oldum” dediklerini duyduğumda, ne kadar doğru bir iş yaptığımı bir kez daha anlıyorum.
Siyaset hayatınız nasıl başladı? Siyasi hayatıma 1979 yılında SODEP ile başladım. 1980, 1983 ve 1987 yıllarında belediye başkan adayı oldum. 1990- 1994 yılları arasında Belediye Başkanlığı yaptım. Yeniden başladığım bu görevi hakkaniyetle yapmaya çalışıyorum.
İnsana atadan sadece mal mülk miras kalmaz derler. Atalarınız size neleri miras bıraktı?
Paylaşmayı ve Edeköy’ün hatıralarını… Dedemin en büyük lafı; “hırsız olmayacaksın, doğru, dürüst olacaksın, kimsenin hakkına tecavüz etmeyeceksin” di. Babam da öyle yetiştirdi bizi. “Paylaşmayı seveceksiniz, paylaşımcı olacaksınız eğer öyle olmazsanız bu hayat zehir olur size” derdi. Türk milletinin geçmişte yaşadığı katliamlar kimsenin hatırında değil. Ben bana miras kalan bu acı ama bilinmesi gereken Edeköy katliamını paylaşmak ve hatırlatmakta kararlıyım. O nedenle bir anıt yaptırmayı düşünüyorum ve tarihçilerimizin de desteğini alarak bu olayı kayıtlara geçirmeye çalışacağım.
Anlattıklarınıza bakılırsa Meriç’in bilmediğimiz çok hikâyesi ve güzelliği var. Peki, biz Meriç’i ne kadar tanıyoruz?
Evet, bu topraklar çok bereketli. Taşı, toprağı ve insanı ile değerine değer katıyor. Geçmişte yaşadıkları acılara göğüs gerip, yokluktan varlığı doğurmuşlar ve yeniden ayağa kalkmayı başarmışlar. Yağmurda çamurda hasadını yapıp, hayvanını güderek yaşamlarını sürdürmüşler. Çoluk çocuklarını okutup adam etmek için, vatana millete kazandırabilmek için emek sarf etmişler. O çocuklar okudu, adam oldu ama maalesef Meriç bu yüzden göç vermeye başladı. Pirinci ile çeltiği ile nam salan bu güzel toprakları işleyecek, ülke ekonomisine ve tarımına katkı sağlayacak birilerine ihtiyaç var. Şu an pirinç, çeltik, yer fıstığı gibi ürünleri eken son üç beş kişi kaldı. Çocuklarımızı okuttuk, anne babalarının hal hatırlarını soruyorlar ama doğup büyüdükleri bu toprakların da hatırı var. Sormalı ve sorunları ile ilgilenmeleri lazım. Bizden sonra burası onlara emanet; umarım bu verimli toprakları işler ve Meriç’in değerlerini yaşatmaya devam ederler.
Gençler şehre göç ediyor, toprak sahipsiz kalıyor dediniz. Peki, göçün sebepleri neler?
Eğitim, sağlık, güvenlik, daha konforlu bir hayat insanları şehir hayatına sürüklüyor. Okumak istiyorlar, haklılar ama sonrasında şehir yaşantısı cazip geliyor sanırım. Çünkü evlenmek istediklerinde, çocuklarını okula göndermek istediklerinde daha kolay bir yaşam tercih ediyorlar. Ben göreve geldiğim yıl buranın nüfusu 4.900’dü şimdi 2.900, bu azalma 3 yılda oldu. Eskiden bu bölgede kuru fasulye üretilirdi şimdi hiç ekilmiyor. Nedeni de şu; çalışacak insan yok. Fasulyenin elle toplanması lazım ama insanlar makineleşmeye alıştığı için kalpazanlaşmaya başladı, bu da işi yapan kişinin azalması ve o işin artık yapılmaması demek. Bu topraklarda pirincin yanı sıra kavun, karpuz, arpa, yulaf yetişiyor; bunun dışında hayvancılık yapılıyor. Ama bizden sonra bunları kim devir alacak ve devam ettirecek orası meçhul.
Göçün azami sınıra indirgenmesi ya da nüfusun artması için neler yapılabilir?
Göç veren alanlara; eğitim, kültür ve sağlık alanında yatırımlara devam edilmeli ve bir yandan köy tipi sanayi geliştirilmeli. El emeğinin değerlendirilmesi yoluna gidilmeli. Bunun için tüm fırsatlar değerlendirilmeli. Mesela Meriç’in sınırında olmak bizim için bir avantaj. Bölgemiz sulak bir alan ve biz de tarım yaptığımız için bu çok önemli. Bu bölgede bir laf vardır. İnsan eksen iskân olur diye. Hakikaten topraklarımız çok verimli ama bu toprakların tarımsal girdilerin artması, makineleşmenin az olması burada maliyetleri artırıyor. Ayrıca ilçenin kalkınması için sadece Yunanistan’a bir kapı olması gerekiyor. Sosyal alanların çoğalması da modern hayatın gerekliliklerinden. Bana kalırsa, bu da önemli ihtiyaçlar listesine adını yazdırdı…
Sosyal faaliyetler ihtiyaç dedik, sizin spor, sinema vb. ile aranız nasıl?
Eskiden bizim burada bir yağ fabrikası vardı, hemen yanındaki sahada top oynardık. 24-25 yaşına kadar futbol oynadım ama o kadar meraklı değildim. Kardeşlerim bu konuda benden daha iyiydi. Ben okul yıllarımda daha çok güreş yaptım.
NOTLAR
EMEKLERİMİZ ERİMESİN! Meriç Belediye Başkanı Nihat Yörük: “Trakya Kalkınma Ajansı’na sunduğumuz yıllardır atıl vaziyette duran soğuk hava deposu tanzimi ve işletmeye açılması “Emeklerimiz Erimesin” projemiz kapsamında desteklendi ve açılıyor. Meriç için aklımda olan birçok projeyi yavaş yavaş hayata geçirmeye başladık. Bunlardan biri de AB’nin, aday veya potansiyel aday ülkelere verimli kaynak aktarımını sağlamak üzere 2007 yılında yeni bir mali yardım sistemi oluşturduğu İPA (Instrument for Preaccession Assistance/Katılım Öncesi Yardım Aracı).”
KUYUNUN HAFIZASI Sofulu Müfrezesi Kumandanı Binbaşı Mehmet Rüştü hazırladığı raporda, çetecilerin öldürüleceklerini, tecavüz edecekleri kişileri, katliamdan kurtulmayı başaran halkın tabiri ile ağıldan koyun seçer gibi seçtiğini yazmıştır. Köydeki 143 kuyunun ceset kalıntıları ile dolu olduğunu ifade eder.
YIKIK MİNARE Edeköy katliamı sırasında olaylara tanık olan camii, sel suları ve zamanın getirdiği tahribata dayanamayarak yıkılır. Geriye sadece yıkık bir minare kalır. İlerleyen zamanalarda nehrin yatak değiştirmesi ve suların gazabına uğrayan minare de unutulmuşluktan nasibini alır. Köy kahvesine oturup soluklanmak istediğimizde ise köyün yaşlıları, minarenin sel sularına kurban gitmeden önce taşınması gerektiğini dile getiriyor.
MERİÇ’TE NE YENİR? Yolunuz Meriç’e düşerse, bölgenin sevilen mekanlarından Aliş’in yerine mutlaka uğrayın ve pişirdiği bu eşsiz balığın tadına bakın.
*1912 Edeköy Katliamı, Birinci Balkan Savaşı’nda yaşanan en büyük katliamlardan biridir. Katliam, savaşın ilk günlerinde, 13-20 Kasım tarihleri arasında yaşanmıştır. Bir hafta süren olaylar sırasında binlerce kişi öldürülmüştür. Katliamı yapanlar, Edeköy yakınlarındaki Sofulu kasabası ve çevresindeki köylerin Rum çeteleridir. Katliamın sorumlusu Rumların bir çoğu, işkencelerle öldürdükleri Edeköylüleri yakından tanıyan, yıllarca Edeköy Müslümanları ile birlikte yaşamış, çalışmış kişilerdir. Katliam sırasında bölgede hakim olan Bulgar askerinin de olaylarda sorumluluğu bulunmaktadır.
*Marmara Life ekibi olarak Başkan Nihat Yörük ile Meriç’i karış karış gezip, hasat yaptıktan sonra bir köy kahvesinde soluklanıyoruz. Köy halkının gösterdiği misafirperverlik bir yana anlattıkları da bir o kadar can alıcı. Edeköy katliamını atalarından dinleyerek hafızalarında tutan köy halkı, o döneme ait bütün acıları tüm dünyaya duyurmak konusunda ısrarcı. Köy meydanında abide yapılması konusunda hem fikirler ve tarihçilerin bu olayı daha detaylı bir şekilde araştırıp duyurmasını temenni ediyorlar.
*Birinci Balkan Savaşı başladığında Edeköy, Meriç Nehri’nin hemen doğu yakasında kurulu bir nahiyeydi. 200’den fazla haneye, verimli topraklara sahip bu yerleşimin nüfusu tamamen Türk’tü. Edeköy’ün eski yerleşimi 1940 yılında Meriç Nehri’nin taşması ile tamamen yok oldu. Edeköy halkı, 2 kilometre doğudaki Kadık��y’e taşındı. Bugün bu köyün adı Kadıdondurma’dır.
Yazı: Dilara Gülşah Azaplar/Fotoğraf: Hasan Dede
Bu yazı Marmara Life 2017/Kasım-Aralık sayısında yayımlanmıştır.
“İnsan Eksen İskân Olur” “İnsan toprağın sahibiyse, toprak da o insanın sahibidir. Ben bu toprağın insanıyım ama sahibi değilim. Bu toprağın evladı olarak sadece ona sahip çıkmakla mükellefim, çünkü toprağa merhamet hayır demektir, lütfetsen gül verir, zulmetsen diken...”
0 notes