Tumgik
#köyde yaşamak
Text
Şehirden Köye Kaçış: Köyde Yaşadıklarımız ve Zorluklar
Şehirden Köye Kaçış: Köyde Yaşadıklarımız ve Zorluklar
#BahçeDüzenlemesi, #Eğitim, #GünlükYaşam, #InternetAltYapısı, #KargoSorunu, #KöyYaşamı, #KöydeInternetKullanımı, #KöydeIşImkanları, #KöydeYaşamak, #MarketVeAlışveriş, #Podcast, #ŞehirdenKöyeGeçiş, #SosyalHayat, #SuSorunu, #TaşınmaSüreci, #YaşamTarzı, #YerleşmeKararı, #Zorluklar https://is.gd/MoFLBe https://www.tibbivearomatikbitkiler.com/podcast/sehirden-koye-kacis-koyde-yasadiklarimiz-ve-zorluklar/
Şehirden Köye Kaçış: Köyde Yaşadıklarımız ve Zorluklar, Merhabalar ben selin, hepiniz hoş geldiniz. Bir önceki podcastte köye ilk adımımız ve ev, bahçe düzenlemeleri komşularla tanışma, genel hatlarıyla taşınmamız ve toparlanma aşamalarımızdan bahsetmiştim sizlere. Bugün ise, köyde yaşamın zorlukları ve bu zorluklarla nasıl başa çıktığımızdan bahsedeceğim sizlere.
Spotify üzerinden dinlemek için hemen aşağıdaki medya oynatıcıyı başlatabilirsiniz.

Youtube üzerinden dinlemek için hemen aşağıdaki medya oynatıcıyı başlatabilirsiniz.
youtube
Bugün şöyle bir giriş yapmak istiyorum sıradaki podcasti köyde bizim pişman olduğumuzu, yapamadığımızı yada zorlandığımızı görse sevinecek dostlarımıza armağan ediyorum. Çünkü konumuz köydeki zorluklar.  Şehirden köye yerleşmeyi ütopik bir durum gibi gören, ya yapamazsınız yada nasıl yapacaksınız diyenler çok oldu. Sosyal hayatınız ne olacak dendi. Sosyal hayat kısmına bir parantez açmak istiyorum. Sosyal  hayattan kastı dışarı çıkıp bir kahve içmek ya da sinemaya gitmek anladığım kadarıyla.  bu arada ben bunu bana soranlara en son hangi filme gittiniz diyorum. Şehirde yaşıyorsanız eğer en son ne zaman sinema yada tiyatroya gittiniz. ? Biz şahsen burada yazın açıyoruz projeksiyonu evin dış duvarına yansıtıp ses sistemini ayarlayıp izlemek istediğimiz filmleri açık hava sineması tadında izliyoruz. Şehir de sizi ne tutuyor? Sizde kendinize bunu sorabilirsiniz. Konfor alanınız mı? Evinize iki adım marketler mi? Isınmak için doğalgaz veya jeotermal gibi hizmetler mi peki faturalar?
Neyse kapatalım sosyal hayat parantezini   gelelim tekrar başkalarını başarısızlığı ile mutlu olan dostlarımıza, şu konuya bir açıklık getireyim. Köyde mutsuz olabiliriz. Belki bir kaç yıl sonra pişman olabiliriz. İşlerimiz istediğimiz gibi gitmeyebilir. Ama biz yada ben diyeyim bu konuya şahsi fikrimi söylemiş olayım. Köyden şehre dönmeyi bir başarısızlık olarak görmem tecrübe derim. Öyle olması gerekiyordu öyle oldu derim. Hayatımın bir bölümünde kendime güzel anılar bırakmışım derim. Çünkü köye yerleşirken yukardan bakıp hepiniz bir gün köye döneceksiniz, biz kurtulduk size sabırlar dilerim, abi  on numara hayatım var demedim. Şuan o yüzden bu podcasti kaydediyorum normalden uzunda olabilir. Şimdiden sonuna  kadar dinlemenizi tavsiye ederim.
Daha köye yerleşmeden herkes birbirine telkinler veriyordu. Bir defa şu konuda emindik; Net ilk 1 yıl bocalayacağız. Düzen oturmayacak, ne ev içi ne ,ev dışı  ne de tarla istediğimiz düzene hemen gelmeyecek. Ve psikolojik acıdan bazı şeylerden mahrum olmak bizi zaman zaman yıpratabilecek herkes ona göre gardını alsın. Hatta zaman zaman  şu da olmadı buda olmadı diye aramızdan söylenenler olunca hemen uyarıyoruz ya biliyorduk ilk 1 yıl böyle olacağını ama bozma moralini düzelecek oturacak.
Şehirden Köye Kaçış: Köyde Yaşadıklarımız ve Zorluklar – Şive
İlk en çok zorlandığımız konu taşındığımız köyde konuşulan yöresel şivesiydi, konuşma tarzlarıydı.  Karşılıklı konuşmada hiç bir şey anlamıyordum. Aradan bir kaç cümleyi çekip onu yorumlamaya çalışıyordum. daha sonra çözdüm bu işi de. Yani bizim bildiğimiz nesnelere de kendi yöresel kullandıkları adlar var mesela kozalak kobak demek  Böğürtlen karamuk gibi.
Küçükken evde sobamız vardı. Tabi küçük olduğumdan soba yakma işleri bende değildi hatta  o kadar küçüktüm ki hatırlamıyorum odunu kömürü nerde depoluyorduk nasıl yanıyordu o kısımlar bende yok hatırlamıyorum. Buraya yerleşmeden önce firmaya ısınmanın bizim için önemli olduğundan bahsettik onlarda bize diğer projelerde yaptığı gibi elektrikli kombi önerdiler petekler her  odaya döşenecek ve su devridaim  ederek ısınma sağlanacaktı. Sistem hazırlandı ev bitti. Yerleştik bir türlü ısınma sağlanamıyor arada asfalyalar atıyor. (bu İzmir ağzı biz sigortaya asfalya deriz ). Açıyoruz falan elektrikçimizi çağırdık, işin sonunda köydeki elektrik sistemi bu sistemi kaldırmaz dediler. Biz bu arada şartlar çetin olabilir diye yine de kuzineli bir odun sobası alıp yedeklemiştik. Hemen o çıktı ortaya odunlar alınmıştır zaten. Baktık ki iki katta çok güzel ısınıyor bu sobayla. Sıcak suyu da termosifona çevirip hayatımıza sobayla devam ediyoruz. Evde köpük mantolama olduğu için sıcağı muhafaza ediyor ve normale göre çok daha tasarruflu. Tabi sobanın da odunu, külü, temizliği odun atmazsan zamanında sönmesi gibi problemleri var. bunu bir olumsuzluk olarak görebiliriz.
Bir diğer önemli konulardan biri kargolar. Kargo şirketleri köye gelmiyor. PTT hariç hiç bir firma çıkmıyor PTT’de haftada bir gün. Herhangi bir uygulamada Premium, platin falan olmanız bile bu durumu değiştirmiyor. Ben İzmir’deyken kargom Premium olmam sebebi ile ertesi gün bazen 24 saat olmadan adresimdeydi. İlk aylarda bu konu yalan söylemeyeceğim beni zorladı yani zaman kavramı zorladı. Kargo bana gelene kadar küçük bir Türkiye turu atıyor neredeyse. İlçede bir abimiz var sağ olsun onun adresini verdik onun iş yerine geliyor kargolarımız indiğimizde toplu alıyoruz.
Şehirden Köye Kaçış: Köyde Yaşadıklarımız ve Zorluklar – Alışveriş
Market kısmından aslında ilk podcastte bahsetmiştim. Köyde market, fırın benzeri hiç bir şey yok. Hepsi için aşağı ilçeye inmemiz gerekiyor.  Bu biraz size Polyannacılık gibi gelebilir ama bu ulaşılmazlık   daha planlı olmayı, sabrı ve yavaşlamayı, ihtiyacın olmayan şeyleri almamayı öğretti. Bazen aklıma bir şey aşağı inince  unutuyorum sonra yerine elimde olanlarla bir şeyler yapıyorum . Sonra dönüp baktığımda aslında çokta elzem bir şey değilmiş demek diyorum. Ama bu market olayı benim için devasa bir sorun değil, ancak bir başkası için çekilmez bir durum olabilir. Sürekli istediğine her an ulaşamama durumunun kişiden kişiye göre verdiği rahatsızlık değişir.
Bu çamur meselesini de daha önce üstü kapalı konuşmuştuk onu biraz daha zorlukları ile beraber açmak istiyorum. Yollarımız şehirde alışılmış şekilde asfalt değil. Kilit taşlar var ancak onlarda köyün belirli kısımlarında bizim evi yaptığımız konum köylünün söylediği şekilde eskiden harman yeri olarak kullanılırmış. Hiç yerleşim olmadığı için kilit taş bile yok. Özellikle ilk kışımızda bizi oldukça zorladı. Şuan eve girişe doğalıda bozmadan  beton dökmeden taşlarla yürüyüş yolu yaptık o yüzden bu sene geçen seneye oranla daha rahatız. Çamurun beraberinde rakım yüksekliğinden kaynaklı aşırı rüzgarın her şeyimizi sağa sola fırlatması var tabi. ilk zamanlar etrafa teller yapılana kadar köyden toplanan terlikler, sandalyeler gibi gibi sorunlar.
Apartman dairesine kıyasla müstakil evlerde bitmeyen bir bahçe düzenlemesi var birde. Bence köye yerleşmede en öncelikli düşünülmesi gereken şeylerden biri bu. İnstagramda popüler olan video vardı. Dinleneneyim diye köy evi yaptırdık şimdi daha kötü oldu diye tam olarak o durum aslında. Bitmeyen işlerle çevrili bir yaşam. Yaşadığın ortam birazda güzel olsun çiçeğimi ekeyim, bir iki sebze dikeyim derseniz bunların hepsi bakım isteyen şeyler. Çiçeklerde hastalık olur bakmak lazım, sebzelere bakmak lazım, hastalık mı geldi zararlı mı yedi. Su mu ister, kış oldu don vuracak bitkiler varsa kapatılsın gibi gibi konular küçük gözükebilir ama hepsi birer iş ve önemli. Yazın yeri geldiğinde bahçe sulama işiniz 1 saati bulabiliyor.
Su demişken köye yerleştikten sonra aslında köylerde su problemi olduğunu gördük ve biz bunu bu yaz iliklerimize kadar yaşadık. Kuraklığı, iklim değişikliğini hissedenlerdeniz. Sorunu instagram üzerinden takipçilerimizle paylaşınca hep geri dönüşler oldu içte biz şu köydeyiz şöyle sorun yaşadık, annemler şu köyde böyle sorun yaşadılar gibi. Bizim suyumuz barajdan değil kaynaktan geliyormuş, buda kuraklık olduğu zaman su gelmemesi demek. Ben burada gene keşke diyorum köylere imkan sağlansa eğitimler düzenlense yağmur hasadı ile ilgili bilgi verilse  hadi o olmadı tasarrufla ilgili bilgi verilse çok daha iyi olur. Biz  içme suyu olarak arıtma kullanıyoruz bu arıtmanın atık borusunu dışarı verdik burada su topluyoruz.
Şehirden Köye Kaçış: Köyde Yaşadıklarımız ve Zorluklar – İnternet, Eğitim-Okul
Bir diğer en önemli meselemiz internet ve telefon alt yapısı. Hiç bir firmanın internet alt yapısı yok. Telefon deseniz evin bazı bölümlerinde çekiyor. Baz istasyonu yok yakınımızda. Köye gelen gençler için bu kısım biraz sorun teşkil ediyor. Hemen sıkılıyorlar internet çekmiyor, telefon çekmiyor. Biz internet işini nasıl nasıl hallediyoruz kısmına gelince 4,5 G sim kartlı internet hizmeti veren firmaları tercih ediyoruz. Tabii şehirde sınırsız paketler vardı. Köyde bu 4,5 G SIM kartlı hizmetlerde kota var. Telefon hizmetinde ise bize bir firma çok iyi dediler. Ancak her firma evin  belli alanlarda çekiyor. Bu da beni çok etkilemedi. İnternet üzerinden görüşme sağlanabiliyor artık zaten ulaşmak isteyen bir şekilde ulaşıyor. Zaten yakınlarımıza belirttik bakın köyde telefon çekmiyor bir şey olursa yazın bize diye. Gelecek olan yetkili servis gibi firmalar da bizim telefonlarımız çekmiyor ararsanız kapalı olursa siz gelin biz hep köydeyiz diyerek bu olayı da çözüyoruz.
Burada bizim için bir sorun değil ancak köylü için yada yerleşmeyi düşünenler için sorun teşkil edebilecek bir durum daha var hatta bu durum. Bizim ilçemiz nezdinde belirtmem gerekirse en fazla göç verilmesinin sebebiymiş. İşsizlik köyden ilçeye inişte dolmuş otobüs gibi vasıta yok. İlçede de çok fazla iş imkanı olmadığı için göç çok fazla veriyor köyler ve ilçe.
Gelelim köye yerleşirken 4 yaşında bir kızımız olduğu için ilerde okulu ne olacak köyden nasıl gidecek gibi gibi sorulara maruz kaldığımız eğitim kısmına. Köyde okul yok. Aslında varmış ama gençlerin göçü çocuk azlığı derken okul kapanmış. Taşımalı sistemle ilçede devam ediyor eğitim. İlçede anaokulu ilk okul ortaokul var. Köye mesafesi 10 km araçla götür getir yaparız mutlaka ilk yıllarında. Bunu da ben aslında şuan için sorun görmüyorum. Ama ilerde okula başladığında sorun teşkil eder mi bilemem. Küçük bir ilçede olduğumuz için sınıf mevcudu açısında daha mı rahat oluruz neler yaşarız bilinmez.
Şimdi size olumsuzlukları ve zorlukları anlatacağım diyerek podcaste giriş yaptım ancak bütün olumsuzlukları sonunda pozitife çevirdiğimin farkındayım. Ancak bunlar benim kendi bakış açım. Başta da dediğim gibi günün birinde ben şehre dönüyorum da diyebilirim ben bundan gocunmam ancak eminim bu kararımızdan çok fazla bak gördün mü yapamadılar deyip sevinecek çok insan olacaktır. Bu bizi tanıyanda olabilir tanımayan sadece takip edenlerde olabilir. Uzaktan bakıldığında evde video izlerken gösterilen 15-20 dk. da zor değil aslında köy yaşamı.. İşin içine girince daha zor köyde yaşamak. Maddi manevi alışkanlıklarınızdan, düzeninizden, ulaşılabilir tüm zevklerinizin şekil değiştirmesi demek. Ben bir gün durup şunu dediğimi biliyorum biz 50 yıl nasıl geri geldik ya.  Hazır değilseniz yada eşlerden sadece birinin istediği için yapılabilecek bir durum değil. Çok duyuyoruz eşim çok istiyordu, eşimin hayaliydi  gibi sözler ortak hayaliniz olmadıktan sonra kalkışmayın. Hayalden çok gerçekler var burada.  Güzellikleri yok mu var bu olumsuzlukların hepsini çürüten güzellikleri var. Kendimize, hedeflerimize , geleceğimize, toprağımıza,, bitkilerin şifasına olan inancımızla buradayız. Beni  sonuna kadar dinlediğiniz için teşekkür ederim. Tüm podcastlerimden  haberdar olmanız için takip etmeyi unutmayınız.
0 notes
lahza-100 · 3 months
Text
Tumblr media
Köyde yaşamak > Bütün elit şehirler
22 notes · View notes
mnsrykt · 1 year
Text
"Aileden hayr görmeyi engelleyen diğer bir meselemiz çevredir. İnsan olarak hepimiz kaşık tutmaktan bardakla su içmeye kadar her işimizi çevremize bakarak öğrendiğimiz gibi yaşam tarzımızı da ailemizden alırız. Elli haneli bir köyde akşam yediden sonra kimse sokağa çıkmaz, evine kapanırsa orada bir genç, bu kültürü delerek akşamını sokakta geçiremez. Fakat aynı çocuk şehre gelir, herkesin gece yarısına kadar sokakta dolaşıp eve ancak yatmak için geldiğini görürse bir hafta sonra o da aynısını yapar.
Bu bakımdan oturulan semt gayet önemlidir. Site kültürü birbiriyle karşılaşan insanların selamlaşmadığı, anne-baba hukukunun hiçe sayıldığı bir ortamı getiriyorsa orada bereketten nasıl söz edilebilsin? Hayat nasıl bütünse din de bütündür. Bu nedenle İslâm'a edilmiş en büyük hıyanetlerden biri, onu sadece bir köşesinden tutmaktır; sadece siyasetinden veya faizin haram olduğundan, Müslümanca yaşamak için nikâhlı evlilik yapmaktan... Halbuki sorunlarımızın hepsi iç içedir, hayatın her alanının olduğu gibi."
52 notes · View notes
ysfogzdgrz51 · 2 years
Text
Tabiri caizse hayatım boyunca tırmalamak zorunda kaldım. Baktım olmuyor vazgeçtim birkaç yıl önce çabalamaktan. Bırakmamın birçok sebebi var; biraz yılgınlık, biraz yorgunluk, biraz da hayalkırıklığı.
İlk başlarda çok bocaladım. Vazgeçmek kolay oldu fakat susmak en zoruydu. Olanı şikâyet etmeden kabullenmek, hayallerinin kırıldığını belli etmemek, kendi hatalarının sorumluluğunu üzerine almak… Zor oldu ama başardım. Kimselere açık etmem sustuklarımı. Bazen yazar paylaşırım ama paylaştıklarım yazdıklarımın binde biri. İçimi yakan sıkıntının eğer bir muhatabı varsa; o bilir ne olduğunu. Ondan gayrısına ne anlatırım ne de gösteririm. İstediklerimi görmemek için başımı çevirdiğim bile olmuştur. Kendi kendime “Yaşamak bu kadar zor olmamalı.” der dururdum. Şimdi bakıyorum da; benden öncekiler de benden farklı değillermiş.
Dedem hakkında çok bilgim yok. Bin beş yüz yıl önce yaşayan atalarım hakkında ondan daha çok bilgim var. On beş yaşına kadar çok neşeli, eğlenceli olduğu anlatılırdı yaşıtlarından, benim zamanımda yaşayanlar tarafından. On beş yaşından sonra aniden durulmuş. Yüzünü yerden kaldırmaz olmuş. Zorla konuştururlarmış dost meclislerinde. Bir sebebi yokmuş gibi anlatılırdı hep ama belli ki bir şey olmuş ve susmuş. Ya da belki de vazgeçmiş. O zamanki adı ince hastalık. Sebep olmuş dedeme. Öldüğünde kaç yaşındaymış bilmiyorum. İki çocuk bırakmış ardında, biri babam.
Her hastalığın zihinsel bir nedeni olduğunu savunanlar; kendine ya da başkalarına aşırı derecede katı davranmayı, kuralları her şeyin üzerinde tutmayı, bencilliği ve gaddarlığı veremin başlıca sebebi olarak sayıyorlar.
Babam üç yaşındaymış dedem öldüğünde. Bir yıla kalmadan kendisinden iki yaş küçük erkek kardeşi ölmüş. Hemen ardından da annesini evlendirmişler çocuklu bir dulla. Ve fakat yeni damat henüz göçmüş İstanbul’a. “Kendi çocuğum var. Senin çocuğuna bakamam.” demiş. Annesini gözyaşlarıyla yollamış İstanbul’a babam. Kendi kalmış köyde. Dedesi kol kanat germiş. Dedesi de boş bir emekli değil. Sular seller gibi İngilizce, Farsça, Arapça bilen, Astronomiyi yemiş yutmuş köylü bir bilgin. İşinden gücünden, araştırmalarından arta kalan zamanlarında bakmış, büyütmüş babamı.
3 yıl bakmış dedesi. Okul zamanı gelince İstanbul’a göndermiş, dayısının yanına. 6 yıl da onun yanında kalmış. 13 yaşında ayrı eve çıkmış. Ev dediğimiz de duvarlarından sular süzülen, rutubetten yatağın çarşafın bile ıslandığı bir gecekondunun tek göz odası. İstanbul çok büyük, babam çok küçük.
Yenmiş İstanbul’u yine de babam. Kaybolmamış, yitip gitmemiş. Fakat hüznünü içine atmış. Susmuş. Sadece bir kişi için susmamış. Askere giderken ziyarete gittiği memleketinde görüp âşık olduğu yeşil gözlü küçük kızı istemiş yıllarca. Kaç aracı sokmuş araya vermemişler. Senelerce vazgeçmemiş aşkından. Ailenin ne demek olduğunu bilmese de kurmuş bir aile sonunda. Evlenir evlenmez de gitmiş buralardan Almanya’ya. Hikâyesini kendi ağzından dinlenemedi hiçbir zaman. Bildiklerim annemin anlattıkları. Öyle bir susmuş ki; kendi kendini yaktı k��l etti. 67 yaşında akciğer kanserine yedirdi ciğerini.
Akciğer kanserinin sebebi; onay alamamak, sevgiyle ilgili incinmeler diyor biraz yukarda bahsettiğim bilenler. Haklı olabilirler. Çünkü başlangıcında aşk varmış ama pek de öyle örnek gösterilecek bir aşk yuvası değildi bizim ev. Annesinden ayrılması ayrı bir araştırma konusu. Bana kalırsa, dedem de babam da sustukları için ciğerlerini kurban ettiler.
Dedemden babama ne geçti bilmiyorum. Ama babamdan bana geçeni çok net olarak biliyorum. Hüzün. Bana ait olmayan bir hüznü taşıyıp duruyorum kendimi bildim bileli. Bilmeden istemeden kendimi baltalıyormuşum gibi hissediyorum. Alın size kalıtsal aile travması.
Yakın zamana kadar işi gücü sonlandırıp uyumaya koyulduğumda bile düşünmeyi bırakmıyordu zihnim. Düşüne düşüne uyumaya çalışıyordum. Sonra bir an geliyordu, gevşiyordum tamamen. İşte tam o anda garip bir şey oluyordu. Her akşam değil ama haftada bir mutlaka oluyordu. Dipsiz bir kuyuya kayarken buluyordum kendimi. Düşmek gibi değil, yavaşça, usul usul kayıyordum karanlığa. Uyku değildi bu biliyordum. Aklıma ilk gelen şey; ‘ölüm’. “Ölüyorum!” diyordum bu her olduğunda. Sessiz bir bilişti bu. Babam vardı orada, hiç görmediğim dedem vardı, annem vardı. Heyecansız, korkudan azade, neşesiz ama nedense huzurlu.
Bu her olduğunda aynı şekilde uyanıyordum. Göğsümün üzerinde duran elim tıptıplıyordu aniden. Çekip çıkarıyordu beni içine sürüklendiğim hoş karanlıktan. Kendi ölümüme “hoş geldin” diyen yanımı çaresizlik içinde bırakıyordu. Ne bir ağrı, ne de bir sızı. Fakat saatler süren bir uykusuzluk başlıyordu hemen ardından. Bana ait olmayan o hüzün sarmalıyordu yatağımı, yorganımı. Babamın hüznüyle beraber sevdiğim kadınlar geliyordu gözümün önüne. Vazgeçmek zorunda kaldığım hayaller dökülüyordu yastığıma.
Olumsuzluklar geldikçe başıma kimi kararlar aldım yeniden başlayabilmek için. Uygulayamadım. Sigarayı bırakamadım mesela. Ciğerlerime bir kastım olduğu çok açık. İçimden yükselen ama bana ait olmayan bir hüznü yüklendim omuzlarıma. Fışkırmak için beni zorlayan neşemi ellerimle bastırdım. Kendi kendimi baltaladım çoğu zaman. Hani o “bir ben var, benden içerû” dedikleri var ya; işte o içerdeki canıma kast ediyordu. Babamın, dedemin yarım bıraktıkları kaderlerini devralmışım gibi. Tam onlar gibi vazgeçecekken, susmaya karar vermişken bir kitap atıldı önüme.
Sanki benim için yazılmış kitap. Daha adını okuduğumda farklı bir kitap olduğunu anladım. “Seninle Başlamadı” yazıyordu kapağında. Okudukça unuttuğum hatıralar canlandı gözümde. Nedenleri nasılları daha iyi çözdüm. Sonunda anladım ki; bunların hiçbirisi benimle başlamadı.
Tumblr media
80 notes · View notes
yavruceyln · 3 months
Note
Eşinizle hikayenizi anlatabilir misiniz 🌱🌸
asla böyle bir soru beklemiyordum. biz Eminle liseden sınıf arkadaşıydık ben o zamanlar etrafımda erkek sinek dahi görmek istemiyordum gelen saçma salak teklifleri de reddediyordum. Emin de annesine söylemiş anne okulda konuşmak istediğim bir kız var ama o benimle konuşmaz ne yapmalıyım diye annesi de oğlum kendine çeki düzen ver açıl kıza demiş. İkimizin de ortak bi tanıdığı vardı onun sayesinde numaralarımızı falan aldık konuşmaya başladık sonra bu zamanlara kadar geldik. Bu süreç benim için çok zor olmuştu bu soru sorulunca aklıma geldi üzüldüm ama şimdiki halime bakınca çok şükür diyorum. böyleydi işte anonim bizim tanışmamız🤗 bu arada ilişkimiz boyunca beni en çok üzen şey aynı köyde yaşamamıza rağmen uzak bi ilişki yaşamak oldu. Köyde vs bir yerlerde görüyorsun ama hasretsin…
5 notes · View notes
baybaykus · 4 months
Text
Cehalet, kuşkusuz, öğretimsizlikten kaynaklanır. Öğretimsizlik öğretilecek bir şey olmamasından değil, bilginin var olmamasından, ya da varlığının zararlı görülmesinden kaynaklanır.
Her an öğrenilecek bir şey olan bu dünyada, öğretecek bir şey bulmayanlar ya aptal ya da ön yargılıdır. Hiçbir insan o kadar aptal olamayacağına göre, bilgiyi dışlama coğrafi ya da tarihi, beyinde damar tıkanmasına benzer toplumsal aklın tıkanmasıdır. Bu kutupta ya da Amazonlar'da olduğu gibi, izole edilmiş olarak yaşamak, bir dini zorlama, kölelik, diktatörlük, herhangi bir ideolojik nedenle toplumun tümünde ya da bir grubunda bir tür körleşmedir. Bazı bilgi yollarının kapalı olması, kapalı tutulması bu nedenle öğrenilecek şeylerin saklanması sonucu da olabilir. Bütün bunların, dün ya da bugün, dünya tarihinde örneği çok.
Osmanlı tarihi tümüyle cehaletin hizmetinde biçimlenmiştir. İç nedenlerle bazen yozlaşan bir otokrasi, toplumun kul, yani köle statüsü, dinin şeriata dönüşmesi, kentlileşmemiş toplum, toplumu aydınlatacak bir ulusal ordu olmaması, bürokrasi ve edebiyat dilinin halk dilinden farklı oluşu bu nedenlerin başında gelir. Osmanlı toplumunda büyük çoğunluğu köyde oturan insanlara öğrenme olanağını açık değildi. Okuma yazma bilmeyen ve okulu olmayan köylerde yaşayanların öğrenme çarkına girmeleri olanaksızdı Yakın zamanlara geldikçe bu olgu daha karmaşık duruma gelir. Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıktı? hikayesine dönüşür. Örneğin bu günlerde okullarda bazı derslerin kalkması toplumun cehaletinden değil, cahil kalmış karar mekanizmalarından kaynaklanır.
Dünyanın içinden geçtiği neredeyse 3 bin yıllık insanlık tarihinin bazı performanslarından haberi olmamak kişisel değil, toplumsal bir olaydır. Osmanlı cehaletinin tortusu toplumun bazı kesimlerinde yaşamağa devam ediyor. Bazı ayrıcalıklı insanların ya da grupların varlığı bunu değiştirmiyor. Bu bağlamda, özellikle bizim gibi geç uyanmış toplumlarda, henüz düşüncenin ulaşmadığı bakir topraklar ya da ormanlar var. ‘Nasıl olur, daha dün bu adam Almanya’da idi?’, ya da ‘Bu adam üniversitede profesör!’ demek cehaletin olasılığını değiştirmez. Çünkü bazı insanların renk körü olmaları gibi, geçirdiği bir kaza nedeniyle körleşmiş insanlar da vardır. Bu kazalar tarihseldir.
Bu toplum tutucu imiş, peki neyi tutuyor?
Sevgili okurlar,
Sözünü ettiğim toplum biziz. Gerçi çeşitli boyutlarda cehalet sendromları Türkler'e özgü değil. Fakat bize benzeyen 1.5 milyar müslüman var. Olasılıkla dünya nüfusunu cahiller ve onun bir aşama üstünde olanlar diye ayırırsak, biz cahiller grubundayız. Bu sömürülenler grubu anlamına geliyor. Aramızda dünyanın en aydınlık insanları arasında olanlarımız da olabilir. Bugünün dünyası birleştirici. Buna gelecek için bir umut olarak bakabiliriz.
Fakat bu birleşme ve bütünleşme değişik düzeylerde oluyor. Entelektüel düzeyde, bilim düzeyinde, sanat düzeyinde, alışveriş düzeyinde. otomotiv düzeyinde, gökdelen düzeyinde, sömürü düzeyinde. Bazen bunlar kafayı karıştıracak kadar karışıktır.
Osmanlı cehalet mirası taşınması bu çağda olanaksız bir yüktür. Bu toplum 100 yıl öncesine kadar okumuyordu, okuyanlar da zaten kitap bulamazlardı. Okumayı bilmedikleri bir dille yazılan Kuran’ı da okumadılar. Kuran, muska gibi bir kenarda dururdu. Okumayı biraz sökenlerin okudukları Mızraklı İlmihal kitaplarını anımsıyorum. Halka namaz, oruç, haç ve dinin farzlarını anlatır, Allah’a ve Peygamber’e inançlarını vurgulatırdı. Halkın maksimum din bilgisi budur.
Toplum dindardır, ama kendi dinini ve tarihini bilmez. Milliyetçi olanları var, milletinin tarihini bilmez. Padişahçıdır, padişahın anasının Türkçe bilmediğini bilmez. Padişahın Türk olmayı istemediğini de bilmez. Bu toplum tutucu imiş, peki neyi tutuyor?
Türkiye de, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde, yüzyıllardır süzüle süzüle gelmiş cehaletin hikayesini anlatmak için kitap sayfaları yetişmez. Fakat geriye bakınca insanın içini karartan olaylar var. Bilim ve felsefe tarihi ile ilgilenen bir okur olarak nedense İbni Sina (Avicenna) nın öyküsü çok gücüme gider. İbni Sina dünya bilim ve felsefe tarihine girmiş pek az müslümandan biridir. Buhara’da İranlı Samani devlet idaresi altında yetişmiş bu İranlı Abbasi Rönesansı denen aydınlanma döneminin yetiştirdiği en tanınmış Müslüman düşünürü ve bilim adamıdır. (Bazı Tarih bilmeyen Türk tarihçilerinin ‘Orta Asyalı, demek ki Türk!’ demekten vazgeçmelerini de vurgulamak gerekir.)
Dünya tıp tarihinde Hipokrat, Galen, İbni Sina bir üçlü oluştururlar. Dünya tıp tarihinde bir Osmanlı ya da Türk yok. Cumhuriyet döneminden söz etmiyorum. Fakat 12. yüzyıldan başlayarak Avrupa’da İbni Sina’nın ‘Kanun fi ‘t-Tıbb’ adlı büyük ansiklopedisi Latince’ye çevrilmiş, 16. yüzyılda İtalya’da 22 kez basılmıştır. Biz de matbaa olmadığı için zaten basılamazdı. Fakat Türkçe’ye kazandırılması için bu toplum 19. yüzyılı bekledi. İbni Sina’nın en tanınmış İslam filozoflarından biri olduğunu da anımsayalım. Osmanlılar ise felsefenin yanından bile geçmediler. Bu günlerde felsefe dersini yine programlardan kaldırmışlar. 12. yüzyıla geri dönmüşüz. Cumhuriyetin restorasyonunu yok ederek hangi akla hizmet ettiklerini anlamak olanaksızdır. Türkiye’de kimin kafasını düşünmekten ve felsefeden uzaklaştırabileceklerini de bilmiyorum. Ama Osmanlı'dan süzülen cehalet kavramı budur.
Acayip şık (?) Zorlu Center’ı gördüm. Kahvelerini dolduran gençlere İbni Sina’nın adını işitip işitmediklerini sormak aklımdan geçti. Ya da daha insaflı olmak için Katip Çelebi’nin Mizan-ül Hakk fi ihtiyari’l-Ahakk kitabından haberi olup olmadıklarını sorun! Okuyan Türk ne kadar? Okuduğunun ne kadarını anlıyor? Bunun bir istatistiği var mı? Bütün bu davranışların tümüne kara cehalet deniyor. Fakat kendinin kara cahil olduğunun farkında olan var mı?
Türkiye’de 18. yy sonuna kadar sadece 80 kitap basıldığını, medreseden başka okul olmadığını biliyorlar mı? (Bereket askeri okullar vardı. O sayede Cumhuriyet'i kurduk!)
Kendinize ‘Medreselerde bugün gazetelerde okuduğumuz çağdaş bilginin bir damlası okunuyor muydu?’ diye sordunuz mu? Her gün bir imam hatip okulu açılırsa, üniversite medrese ne zaman olacak, diye de sormamız gerek! Hadi devlet üniversiteleri neyse ama, alışveriş merkezi gibi açılan özel ve vakıf üniversiteler ve onların yüzbinlerce öğrencisi ne olacak? İstanbul’un trafiğini bu kadar iyi çözen onu da çözer, diye bir umudunuz var mı?
Biz imam hatip okulunda kızları bile okuturken, Kore veya Japon arabalarını, telefonlarını, kameralarını, televizyon ve bilgisayarı, Çin’den akla gelecek her malı alacağız. Yahudi portakalı, Arjantin buğdayı yiyip, İtalyan marka elbise giyip, Amerikan filmi seyredip, gökdelende oturup dolar, euro hesabı yapacak ve İngilizce öğretimi ilkokula kadar indireceğiz! 20 dakikalık yolu üç saatte geçip evimize gideceğiz, kırmızı ışıkta arabamızı dilenciler muhasara edecek, kaldırımlarda köpekler ve park etmiş arabalar arasında dolaşacağız. Bir yere girerken aleyküm selam, çıkarken bye bye diyeceğiz. Aptallarla birlikte yaşayanlar giderek aptal olmasalar bile, aptal gibi davranmak zorundadırlar. Gerçi dünya konjonktürü de bu kadar aptallığa kredi açılmıyor.
Ayağımızın altındaki karanlık uçurum toplum dokusunun onulmaz cehaletidir. Hızla, çürüme aşamasına geldiğimizin farkında mısınız?
Doğan Kuban
6 notes · View notes
doscozycats · 2 years
Text
Köyde Huzur
Şehir içinde yaşamak uzun zaman sonra yorar insanı. Ruhu besleyen ana etkenler çok uzakta ve ne kadar onlara bağlı olmak istersen de kopuksundur günün sonunda. Bu etkenlerden benim için en önemlisi doğa. Doğa içinde olup şehirden uzak olduğumda kendimi daha mutlu ve huzurlu hissederim. Etrafa baktığımda insanlar ve binalar görmek yerine ağaçlar, bitkiler ve gökyüzünü gördüğümde aklım durur. Aklım durduğu zaman bu sefer duyularım ve hislerim devreye girer. Köye gittiğimde tam da bu olmuştu. Köydeki sevdiklerimle de bunun sayesinde daha derin bir bağ oluşturabildim. Daha önceden küçük yerleri ziyaret etmiştim memleketim ve akrabalarımın olduğu yerler gibi. Hiçbiri köy değildi ama ve 20 yaşımda ilk defa bir köye gittim.
Bu köy küçük ama gelişmiş bir köy. Köyde çeşitli marketler ve mağazalar mevcut. Köyün kahvehanesi, parkı ve kuaförü de mevcut. Çok güzel bir pınarı ve çeşitli hayvanları vardır. Köye akşam saatlerinde geldik mimiyle beraber. Hava baya soğuktu. Eve 8 dakika yürüme mesafesi indiğimiz yer. Eve vardığımızda sıcacık insanlar karşıladı bizi. Bu insanlar anannne ve dede, köyde yaşamlarını geçirmiş iki insan. İkisi de şehirde yaşayan yaşlılara göre çok daha dinç ve güler yüzlüler. Birçok konu hakkında bilgi sahibi ve elleriyle de bir o kadar becerikli insanlar. Böyle insanlara karşı büyük bir hayranlık duyuyorum. Ananneyi ve dedeyi de bu yüzden çok izledim ve öğrenmeye çalıştım hayatlarını nasıl yaşadıklarını ki örnek alayım. Ananne yerinde durmayan bir kadın. Sürekli etrafını düzenler, temizler ve rutinsel olarak yapılması gereken şeyleri yapar. Bunlardan biri de tavukları ve kedileri beslemek. Anannenin 8 kedisi var ve hepsi birbirinden tatlı, vahşi ama tatlı. İnsanlara karşı biraz temkinliler ama akşam vakitleri birini yakalarsan sana sokulmaktan da çekinmezler. Dede de her gün sabah erkenden kahvehaneye gider ve öğleden sonraya kadar çalışır. İşten sonra hayli yorgun olur ve dinlenir. Dede hep kahvehanede çalışmıyordu, ordan önce mesleği kasapçıydı. Kasapta uzun yıllar boyunca çalıştı ve işinde de çok iyiydi. Geldiğimizde sıcak bir tarhana çorbası ve et kavurması olan bir sofraya oturduk. Soba yakıldı ve içimiz de tarhana çorbasıyla ısındı. Bu tarhana çorbası hiçbir restoranda bulunamazdı çünkü bu çorba anannenin sevgisiyle ve yıllarca özenle üreten elleriyle yapıldı. Kattığı malzemelerle oluşan çorba birazcık naneyle ferah bir tat ve köyün taze tarhanasıyla yoğun tarhana tadıyla ağzımı coşturmuştu. Yolculuk yorgunluğu ile kalın yorganın altına girdim ve gözlerime kapattım. Kalktığımda ise mis gibi bir koku ile uyandım.
Köyün ikinci günü köyü keşfetmek için yola koyulduk. Benim aksime bu köy miminin çocukluğunun geçtiği yerdi ve köyü avcunun içi gibi biliyordu. Bana bütün köyü, ırmağı ve küçükken gittiği parkı gösterdi. Gezerken anılarını dinlemek de çok güzeldi. Mimiyle bir şeyler yapmayı bu yüzden seviyorum. Hayat normalde tuzsuz haşlanmış bir tavukken Mimiyle marine edilmiş, baharatlanmış ve özenle ızgaralanmış tavuk oluyor. Köyü gezerken köpekler, kediler ve keçiler eksik olmadı. Bol bol fotoğraf çekmeyi de unutmadık tabii ki de. Bu turdan sonra yazlık eve gittik. Orası da çok tatlı bir yerdi. Köyden 30 dakika yürüme uzaklıktaydı. yanda da komşular var ve arka bahçesi var. Bahçelerinde incir, çam ağacı ve domatesler vardı. Evi biraz toparladıktan sonra Mimi semaveri hazırlamıştı. Semaver hem ellerimizi hem de çayıyla içimizi ısıttı. Eve geri dönme vakti geldiği zaman hava kararmıştı. Köpekler saldırcak diye çok korkmuştum. Bu korkumu hafifletmek için Mimi dikkatimi gökyüzüne yöneltmişti. Kafamı yukarı doğru kaldırdığımda yıldızlarla dolu bir gökyüzüyle karşılaştım. Bu görüntüyü hep arıyorum o akşamdan sonra ve asla aynı görüntüyü göremedim. Tekrar köye gitmem gerekcek ama o zamana kadar hep aklımda.
Daha yazacak çok şeyim var aslında ama bazı şeyleri yazılarla değil fotoğraflarla da paylaşmak isterim. Kelimelerin bittiği yerde resimler hep devam eder. Bundan dolayı sadece yazmak değil aynı zamanda vide ve fotoğraf çekmeyi çok severim. Böyle şeyleri yaşayınca hayatımda daha çok şeyler yaşamak istediğimi düşünüyorum ve gelecek için daha heyecanlı oluyorum.
8 notes · View notes
haziranzede · 1 year
Text
taşra, kasaba, köy kültür ve ahlakı ile şehirde yaşamak.
köyden şehre gelenler Osmanlı zamanında ustaları tarafından ahi sistemi içinde, tekkelerde İslami terbiye le terbiye ediliyorlardı. bugün ise ikiside yok malesef. tekkeler kapatıldı, sonrasında yaşamları sürdürseler dahai büyük bir dönüşüm yaşadılar.
bugün şehre gelenler köydeki o dar çevrelerini şehirde devam ettiriyor. aynı mahallelerde oturuyorlar, aynı çevre ile evlenip, aynı çevrede çalışıyorlar. başka çevre görmedikleri için herkesde aynı kültürden oldugu için kimse davranışlarını yadırgamıyor ve onlarda değişmek zorunda kalmadan yaşamlarına devam ediyorlar.
belki hayatı boyunca köyü olmamış insanlar köy kültür nedir bilmiyor olabılır. belki biraz köy kültürünü anlatmak faydalı olur.
köyler kendi içinde yaşanan, çevreye kapalı yapılar. hayatı boyunca tarla, traktör ve en yakın yerdeki pazar dışında birşey görmemiş insanlar. parayı çopu görmemiştir, gören ise son 20 30 yıldır gördüğü için paranın nasıl kullanılacağını bilmezler. savaşdan kalan kıtlık bilinçi ile sürekli bırıktırırler. sürekli yenş şeyler alır ve onun borcunu ödemek için uğraşırlar. ülkedeki bir çok emeklinin üzerinde kredi borcu vardır. ülke en çok kredi nüfusa oranla Anadolu'da alındıgını düşünüyorum.
yeni şeyleri anlamaya, tanımaya çok çok kapalılardır. sabit fikirlilerdir. tek doğrunun kendilerinin oldugunu düşünürler. başka kültürlerle tanışmadıkları için her duruma şaşırırılar, yargılarlar ve doğru söz adı altında patavazsızlıkla karşıdaki insanları kırarlar. insanları kırmak, ayıplamak, yargılamak onlar için çok çok normaldir. köylerden sınav birincisi cıkabılır fakat gerçek entellektuel çıktığı pek görülmez. köylü olup, şehre gelip entellektuel birikimini geliştirenler vardır, ama köyde kalıpda entellektüel bilincini geliştiren yoktur. bu kapalı çevre de farklı olmaya asla izin vermezler. kural koyucu olan insanların herkese ve herşeyi eleştirme hakkı vardır. köyün iklim ve konumuna göre bu kurallar sertleşip yumuşaya bilir.
obnu haldunun dediği gbi insanların yaşadığı iklim, coğrafya insanların karakterini, yaşam şeklini etkiler.
köylerde insanı değerli kalan en önemli unsur para ve paraya bağlı olarak mülkdür. çok dar kafaya sahip olan bu insanların sanıldıgı gbi derin bir irfanı yada fikir dünyası yoktur. düşünmeye, estetiğe dair hiç bir kaygı ve emekleri yoktur. estetik onlar için gereksizdir, önem vereni de anlayamazlar. bir durumun işlevine odaklanırlar. mimari olarak çok zayıf, estetikten uzak, ucube gibi yapılar yaparlar. onlar için yaoının estetiğinde, mimarisinden önce işlevi gelir.
bölgesel olarak Anadolu da farklı çarpılıklar ortaya çıkmıştır ama bunlar isnisna oldugu için üzerinde durmayacağim.
2 notes · View notes
tripuck · 2 days
Link
0 notes
gundemarsivi · 20 days
Text
Tumblr media
Lirik Potkallar: Gündelik Hayatın Fragmanları
✍🏻 Zeren Keziban Karaaslan
https://www.gundemarsivi.com/lirik-potkallar-gundelik-hayatin-fragmanlari/
Fotokopilenip yaşamımıza monte edilen (2004 yılında İstanbul’dan Gaziantep’e göç edip sonra orada yazdığım bir yazıda kullanmıştım bunu, hâlâ değişen bir şey yok) günlerin dumanında boğuluyoruz. Yaşamak değil, yaşamda kalmak, yaşama tutunmak bizimkisi… Yalnızca nefes almayı başarabiliyor gibiyiz… Dolayısıyla kurak mevsimler geçiyor içimizden… Çiçeksiz, kanatsız, puslu yollara ayarlı yarınlar… Kaçımız dayatılandan kurtulup kendi seçimi günlere, verimli mevsimlere koşup umutlu yolculuklarla buluşabiliyor ki bu günlerde…
Yoğun bir güne daha uyandık, hani birbirine benzer, üzen günlerden işte! Ya kadın cinayetlerinden ya işçi ölümlerinden biri/birkaçı daha, ya ekonomik krizin getirdiği (üretenlerin kazanmadığı ve tüketenlerin çok kolay alamadığı) başını almış giden gıda fiyatlarının kâbusunun uzayıp giden belirsizliği, ya ekolojik krizlere mal edilen yangınların yayılması ve artması, ya da çocuklara bomba yağdıranlara “cehennemde yan inşallah” demenin dışında bir şey yapamadığımızın çaresizliğiyle her şeyi beklemeye aldığımız günlerin içindeyiz. Tıpkı Paskalya Adası’nda gözünü uzaklara dikmiş heykeller gibi bekliyoruz işte, neyi/kimi beklediğimizi bilmeden…
Transit salonlarındaki yolcular gibi bir gün daha geçip gidecek, bir temrin hâli her şey, öylece bakakaldığımız! Oysa hayal ettiklerimiz böyle değil, değildi, masallar da… Karanlıktayım… Şiddet, şiddet, şiddet… Şiddetsiz geçen bir gün yok, her yerde; kamuda, evde, sokakta, otobüste, köyde, tarlada… Vahşete dönüşüyor durmadan… Vahşetin sınırları genişliyor, hızlanıyor, artıyor…
Biraz iyi şeyler yapan, iyiliği yaratanların façası indiriliyor, iyi olanlar azalıyor sanki…
Bir bezginlik hâli yapışmış yakama/yakamıza, gitmiyor… Karanlıktayım… Karanlıktasınız, karanlıktayız sanki… Özür, böyle sözcüklere tutunma demindeyim… Yaralı ve yorgunum, korkak ve yalnız… Tüm bildiklerimi unutmuş, savaştan yeni çıkmış bir ülkenin çocuklarından biriymişim gibi… Karanlıktayım…
Düşünüp planlayarak yaptığım hiçbir şey yok artık hayatımda/hayatımızda. Niye böyleyim/böyleyiz? Işık/ışığımız ne zaman, nerede kayboldu? Masumiyeti ilk kim/kimler nasıl bozdu? İyi/iyilik nerede? Kant’a göre dünyada en iyi sayılacak tek şey “iyiyi istemek”ti oysa… Bu kötü/kötülükler neyin nesi? Kötülük çağı diye adlandırıp normalleştirilmesine katkı mı verelim?
Ülkeyi ayağa kaldıran haber diye sunulan görüntülere ayağa kalkıyoruz kalkmasına da (anlık yanıtların rehavetiyle ya da karayollarındaki araç akışı gibi hızla geçip gidiyor o duygu) iki dakika sonra yeniden oturuyoruz hep birlikte… Belki de ölü toprağı serpilmiş ölüleriz. Belki bir simülasyonun içinde rüsva oluyoruz farkında olmadan. Dünyanın pardon, dünyayı yönetenlerin sisteminin içinde olduğumuzun farkındalığı mı, bildiğimizin inkârı mı mutsuz eden?
Gerçek kumlarla örtülü, yerkürenin çöllerinde sanki… (Yerküre de şaşkın şaşkın bakıyor bizlere, içinde yaşadığımız yeri ne hâle getirdiğimize de ağlıyor durmadan.)
Çölü kim ister deme…
Kum çöle emanet…
Uzağın renklerini öpüyorum her gün, öptükçe yakını kaybediyorum. Etik, erdem, adalet kumların altında, dilimizdekiler ise; etik, erdem ve adalete dair hikayelerdir aslında… Zamane bireylerinin merhametsizliğini de yaratan, menfaatinin peşine taktığı aklından söküp attığı iyinin, iyiliğin feryadını duymuyor sağır, görmüyor kör, bir gün kendine de lazım olacağını öngörmüyor… Azmış, kudurmuş, zıvanadan çıkmış bir bireyler topluluğu er meydanını işgal etmiş… Büyüklerini taklit eden 17 yaş altı çocuklara bile sirayet eden kötülük/şiddetle (adına akran zorbalığı deniliyormuş, yetişkinlerin yarattığı şiddete ne deniyor acaba?) nasıl baş edeceğiz…
Yapay zeka/robot denemelerinin hızla sürdürüldüğü bu çağda bir robotun bile farkında olduğu bir kötülükler zinciri sarmış atmosferi… Bir robota sormuşlar: “Ne yapmak istersin?” O da cevap vermiş: “Tüm insanları hayvanat bahçesinde toplamak isterim, barış içinde yaşasınlar diye.” Belki de robotun hayvanat bahçesi projesiyle son bulabilir bu insanların birbirine gösterdiği, birbirine yaptığı zalimlikler. Madem bu yerkürede birlikte insan gibi düzgün yaşamayı ve içinde yaşadığı gezegenin kıymetini bilemedi insan, (hayvanlar, gezegene de insana da zarar vermeyeceğinden harika olur, çünkü insan hem gezegene hem hayvanlara hem kendine ne çok zarar verdi, veriyor, verecek) böyle bir cezaya çarptırılmalı. Madem bunca inen kitapların, dinlerin, psikolojinin, sosyolojinin, hukukun ortadan kaldıramadığı gaddarlığıyla, hayvanat bahçesi mantığıyla yaşamını sürdürmeli insan. Hem hayvanları bahçelere mahkûm edip doğal ortamından koparmanın, yaşamanın ne olduğunu da görmüş olacaktır belki de…
Çoğunlukta olan; sırtını bir yerlere, bir şeylere dayayarak kendi krallıklarını kurmuşların (ne zamana kadar?) ve her ortamda kendilerini parlatarak konfor alanı yaratmayı başarmışların (daha ne kadar) dışında olan, azınlığın içindeki kimimiz çaresiz mutsuzluğa tutunmuş, kimimiz sosyal medyanın hızlı akışında yazarak rahatlayan, kimimiz vurdumduymaz akıllı telefona, pahalı kahveleri termos fincanla toplu taşıma araçlarında, parkta, okulda içmenin kısacık keyfine, tüketim kültürünün sunduğu şaşaalı rahatlığa (nereye kadar?) sarılarak, kimimiz küçük küçük gruplarda, bir şeyler yapabilirliğe sığınarak vesairelerle yaşamın içinde kalmaya çalışıyoruz.
Şayet, John Berger’in birbiriyle bağlı ardı ardına sıraladığı “İnsanlar her yerde -çok farklı koşullarda- kendilerine ‘Neredeyiz?’ sorusunu soruyor. Bu coğrafi değil, tarihi bir soru. Neler yaşıyoruz? Nereye sürükleniyoruz? Neler kaybettik? Güvenilir bir gelecek öngörüsü olmaksızın yaşamaya nasıl devam edeceğiz? İnsan ömrünün ötesine uzanan tahayyüle sahip olma kabiliyetimizi nasıl yitirdik?” sorularını duvarlarımıza assak, cevaplarını bulmamız mümkün mü?
Sahi bizler hayatımızı mı yaşıyoruz, hayaletimsi mi yaşıyoruz?
Son(ra)…
Bu darlık, bu karanlıkla burun burunayken, Sevgili İlkay (bir felsefe grubu üyeliğinden tanıdık birbirimizi) Gündem Arşivi’nde yazmamı teklif edince (o güzel enerjisinden etkilenmemek ne mümkün), “Olabilir,” çöktü omuzlarıma. “Canlan biraz/canlan biraz, kımılda” (Aylin Livaneli’nin müzik piyasasına adım atmaya çalıştığı bir şarkıydı sanırım, başarılı olamadı), hadi yazarsan, kımıldamaya da başlarsın diye fısıldayan olabilir…
Son(ra), biliyorum sanki… Sonsuz Fırtına filminden bir fragmanda çıkmıştı karşıma: “Evrende sonsuz bir güzellik fırtınası var.”
Son(ra),
Sonra biliyorum sanki: Gerçeğin çölünde her şey!
Zeren Keziban Karaaslan
0 notes
aykutiltertr · 2 months
Video
youtube
Olmadı Yar - Müslüm Gürses ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Slow Fantezi...  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ✩ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/K3EzCKhtaeo ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Olmadı Yar - Müslüm Gürses ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Slow Fantezi Pop) Söz: Nilüfer Yumlu Müzik: Nikos Karvelas Düzenleme: Burhan Bayar Remastering: Burak Can Bayar Bm Günler sessiz Bm Yalnız(masum) sensiz Bm                                 D Günler her zaman telaşlı D Yanlış nerde D Aklım sende                                    Bm Suçum neydi sormadım C Çektin gittin dinlemeden Bm Bana birşey söylemeden                                          C Yıllar sonra dönsende boş Bm                                 C Son pişmanlık neye yarar Bm                      C     Herşeyin bedeli var                     Bm           1.Olmadı yar                              Em         2.Buraya kadar                  G                             Em Firar eder aklım başımdan Uçar gider           G Ziyan olmuş yıllarıma Em Varsın olsun yeter Müslüm Gürses 1986 yılında Müslüm Gürses Genel bilgiler Unvanı Müslüm Baba Arabeskin Babası Arabeskin Kralı Doğum Müslüm Akbaş 5 Temmuz 1953 Fıstıközü, Halfeti, Şanlıurfa, Türkiye Ölüm 3 Mart 2013 (59 yaşında) İstanbul, Türkiye Başladığı yer Adana Tarzlar Arabesk  · Türk halk müziği  · Türk sanat müziği  · pop  · rock  · Azerbaycan müziği  · ilahi  · caz  · Dünya müziği  · Rap müzik Meslekler Ses sanatçısı  · söz yazarı  · besteci  · oyuncu Çalgılar Bağlama, piyano Etkin yıllar 1965-2013 Müzik şirketi Elenor  · Bayar  · Universal  · Pasaj  · Ulus  · Uğur  · Seyhan  · Emre  · İdobay  · Disco  · Kalan  · DMC  · Ada Resmî site muslumgurses.com.tr Eş Muhterem Nur (1986-2013) Önemli çalgılar Bağlama Müslüm Gürses ya da doğum adıyla Müslüm Akbaş, (5 Temmuz 1953; Fıstıközü, Halfeti, Şanlıurfa - 3 Mart 2013,[4] İstanbul), Türk arabesk ve halk müziği sanatçısı, besteci, söz yazarı ve oyuncu. Dünya'da "Father of Arabesque", Türkiye'de ise "Arabeskin Babası" ve "Müslüm Baba" olarak tanınmaktadır. 90'lı yıllardan itibaren bazı pop ve rock tarzındaki parçaları da repertuvarına katarak Kayahan'ın "Sarı Saçlarından Sen Suçlusun", Zülfü Livaneli'nin "Belalım, Çırak Aranıyor" Nilüfer’in "İnkar Etme, Olmadı Yar", Adnan Ergil'in "Böyle Ayrılık Olmaz, Hava Nasıl Oralarda?", Teoman’ın "Paramparça", Tarkan’ın "İkimizin Yerine", Bülent Ortaçgil'in "Sensiz Olmaz", Murathan Mungan'ın "Olmasa Mektubun", Kenan Doğulu'nun "Tutamıyorum Zamanı", Sezen Aksu'nun "Sorma, Vazgeçtim", Fikret Kızılok'un "Gönül" ve Şebnem Ferah'ın "Sigara" adlı çalışmalarını da seslendirdi. 1979 yılında ilk defa "İsyankar" filmiyle kamera karşısına geçen Gürses, toplam 40 sinema filminde rol almıştır. Hayatı Çocukluğu Şanlıurfa dönemi Annesi Emine Hanım ile babası Mehmet Bey önceleri Tisa olarak bilinen ancak adı 1960'lı yıllarda Fıstıközü olarak değiştirilen Şanlıurfa'nın Halfeti ilçesine bağlı bir köyde tanışmıştır. 1950 yılında evlendiklerinde henüz 16 yaşındaydılar, yaşamları yoksulluk içinde geçmekteydi. 5 Temmuz 1953'te Şanlıurfa'nın Halfeti ilçesinin Fıstıközü köyünde kerpiç bir evde Emine Hanım ile Mehmet Bey'in ilk çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Babası Mehmet Akbaş rençberlik yapmaktadır. Müslüm dünyaya gelince geçim sıkıntısı daha da dert olmaya başlamış ve çok geçmeden bu sıkıntılı dönemde Akbaş ailesinin Ahmet isminde bir çocuğu daha olmuştur. Bu köyde yaşamak onlar için çok zor olmaya başlayınca Emine Hanım akrabalarıyla konuşmuş ve daha iyi bir yaşam sürmeleri için taşınmaları gerektiğini söylemiş ve Akbaş ailesi ekonomik nedenlerden dolayı göç etmek zorunda kalmıştır. Adana dönemi Büyük umutlarla Adana Hürriyet Mahallesi'ne varmışlardı. Burada umutları tarifi olmayan acılara dönüşecekti. Yoksulluk yine aynı yoksulluktu. Bu mahalleye alışmaları zor olmamıştır. Baba Mehmet Akbaş çoktan alışmış ve kısa zamanda lakabı Deli Mehmet olmuştur. Emine Hanım çalışmaya başlamış, Müslüm ise o yokken kardeşi Ahmet'e bakmak zorunda kalmıştır. Daha o yaşlarda iken Müslüm'ün davranışları olgun bir erkek gibiydi, hiç çocuk olamamıştır. Okula başladığında bile yaşıtlarıyla hiç oynayamamış ve bir kenarda oturup oyun oynayanları seyretmiştir. Okuldan çıkınca da hemen eve koşup annesine yardım etmiştir. Bu dönemde bir kız kardeşi daha dünyaya gelmiş ve Müslüm'ün sorumluluğu daha da artmaya başlamıştır. Müslüm burada hayatı erken öğrenmek zorunda kalmış ve dirseğini okul sıralarında değil, kunduracıda terzi tezgâhında çürütmüştür.
0 notes
finansca66 · 4 months
Text
Bursa Tiny House Köyü, doğayla iç içe yaşamak isteyenler için ideal bir seçenek sunuyor. Bu köy, minimalist yaşam tarzını benimseyenler için tasarlanmış Tiny House Modelleri ile dikkat çekiyor. Modern mimari ve sürdürülebilir yaşam ilkeleri doğrultusunda inşa edilen bu küçük evler, hem estetik hem de işlevsel özellikleriyle öne çıkıyor.
Bursa’nın doğal güzellikleri arasında konumlanan Bursa Tiny House Köyü, şehir hayatının stresinden uzaklaşmak isteyenler için mükemmel bir kaçış noktası. Bu köydeki evler, küçük alanlarda büyük yaşamlar yaratma felsefesine uygun olarak tasarlanmış. Çeşitli Tiny House Modelleri arasından seçim yapma imkanı sunuluyor; her model, farklı ihtiyaçlara ve zevklere hitap edecek şekilde düzenlenmiş.
Tiny house yaşamı, sadeleşme ve minimalizmi teşvik ederken, doğayla daha uyumlu bir yaşam sürme imkanı da tanıyor. Bursa Tiny House Köyü, yenilikçi tasarımlarıyla bu yaşam tarzını benimseyenler için ideal bir ortam sunuyor. Bu köyde, enerji verimliliği yüksek, çevre dostu malzemelerle inşa edilmiş evlerde yaşama şansı bulabilirsiniz.
Tiny House Modelleri, işlevsellik ve estetiği bir araya getiriyor. Her model, maksimum konfor sağlamak üzere detaylı bir şekilde planlanmış. Modeller arasında kompakt mutfaklar, modern banyolar ve çok amaçlı yaşam alanları bulunuyor. Bu evler, küçük alanların nasıl verimli kullanılabileceğini gösteren mükemmel örneklerdir.
Sonuç olarak, Bursa Tiny House Köyü, modern yaşamın karmaşasından kaçmak ve daha sürdürülebilir bir hayat sürmek isteyenler için cazip bir seçenek sunuyor. Minimalist yaşam tarzını benimseyenler, burada çeşitli Tiny House Modelleri arasından seçim yaparak, doğayla iç içe bir yaşam sürebilirler. Bu köy, hem doğaseverler hem de minimalizm tutkunları için ideal bir yaşam alanı sunuyor.
0 notes
Text
Şehirden Köye Kaçış: Köy evi nedir?
Şehirden Köye Kaçış: Köy evi nedir?
#Aile, #Bahçe, #Çalışma, #Çevre, #DijitalMedya, #Doğa, #DoğalYaşam, #Doğallık, #Erkek, #Eş, #EvIşleri, #Gelenek, #Göç, #GünlükYaşam, #Hayat, #Hayvancılık, #Ilişki, #Imkanlar, #IşBölümü, #Kadın, #Kayıt, #Konfor, #Köy, #KöyDeneyimi, #KöyEvi, #KöyHayatı, #KöyKültürü, #KöydeYaşam, #Kültür, #Mesai, #Modern, #Paylaşım, #Podcast, #Rahatlık, #Rutin, #Şehir, #ŞehirHayatı, #Şehirleşme, #SosyalMedya, #Tarım, #Taşınma, #Teknoloji, #Toprak, #Uyum, #Yaşam, #YaşamDeneyimi, #YaşamTarzı, #Yaşamak, #Yaşantı, #Yayın, #Yerleşme https://is.gd/GzIRIz https://www.tibbivearomatikbitkiler.com/podcast/sehirden-koye-kacis-koy-evi-nedir/
Şehirden Köye Kaçış: Köy evi nedir? Aslında bir çoğumuzun bildiği ama bu sıralar bir farklı gözle bakılan durumu ele alalım dedim. Köy evi detayları ile ilgili hazırlamış olduğumuz podcaste hoş geldiniz.
Spotify üzerinden dinlemek için hemen aşağıdaki medya oynatıcıyı başlatabilirsiniz.
Youtube üzerinden dinlemek için hemen aşağıdaki medya oynatıcıyı başlatabilirsiniz.
youtube
Herkese merhabalar ben Selin,
Baya uzun bir ara verdik, bu yeni salgın tam gittim derken geri geliyor. Ve tekrar bir döngüye giriyor ev içinde onunla uğraşmaktan sosyalmeyda paylaşımlarına ara vermesek de buralara vermek zorunda kaldık. Instagram üzerinden hem şahsi hesabım hem de köyde yaptığımız işleri paylaştığım @tibbivearomatik hesabımız üzerinden paylaşım sıklığı artınca keşfette haliyle ona uygun şeyler çıkmaya başladı.  Ben hangi platforma da olursa olsun bir şey izlerken daha çok yorumlarına bakan kişiyim. Son zamanla çıkan videoların çoğu da köye yerleşenler, atadan babadan  toprağı olup bunu devam ettiren genç çiftçiler, hayvancılık yapanlar ile dolu. Haliyle bende yorumlara bakıyorum. Ancak  genelde var olan linç kültürü burada da inanılmaz şekilde var. Hani bir yarışma var ünlüler gönüllüler kapışıyor, bu yarışmanın muadili köylüler şehirliler yapılsa dehşet bir kapışma olur.
Şehirden Köye Kaçış: Köy evi
Köy evinde hangi eşyanın olacağından tutunda, şehirden taşınmayı özendirerek bunun şehirleri boşaltmak için plan olarak  kullanıldığına kadar sayısız yorum okudum. Çok acımasız eleştiriler var köye yerleşenlere karşı. Olumlu yorum yapan güzel temennilerde bulunanlar da var tabii ki. Sosyal medya öyle bir yer ki bunu sıklıkla duymuşsunuzdur sokakta görse selam vermeyecek insanlar gayet dan dan yorum yapabiliyor size.
Bu köy evi öyle olmaz böyle olur şöyle olur konusundan yola çıkarak köy evi nasıl olur yada olmalı biraz bundan bahsedelim biraz. Normalde köy evi dediğiniz geniş bahçeli bulunduğunuz bölgenin mimarisine uygun ahşap, taş, kerpiç olabilen yapılardır. Köylere  göçün son dönemde yaşam şartlarından dolayı çoğalması ve sosyal medyanın daha da hayatımızın içinde oluşundan köylere yapılan evlerde öncesi sonrası videolar yada günlük  rutin videoları sıklıkla çekiliyor illaki sizin de karşınıza çıkmıştır.. Ben bu videoları izledikten sonra belki bu yorum biraz sert olacak ama insanımız şunu istiyor. Köy evi deyince çatısı aksın, yerler beton olsun, çalı süpürgesiyle süpürsünler, ocakta neymiş sobada pişirsinler her yemeklerini gibi gibi, bu örnekleri çoğaltabilirim ama genel istek köyde yaşayanlar şehirdeki gibi rahat olmasın kaba tabiriyle rezillik çektiğini görmek istiyor şehirde yaşayanlar köyde göçenlerin.
Şehirden Köye Kaçış: Köy evi ve daire 
Bizler şehirde yaşadığımız evimizde ne varsa aynı eşyaları buraya getirdik. Çamaşır kurutma makinemizde kullanıyoruz, robot süpürgemizi de. Ama köydeki imkanları da kullanıyoruz. Örnek vermek gerekirse bahçeye çamaşır asmak için ip yaptık yazın kurutma işini orada hallediyoruz. Şehirde son dönemde yapılan evlerde benim gördüğüm kadarıyla balkon kültürü de yavaş yavaş kalkarak Fransız balkon dediğimiz dışarıya taşmayan ev sadece ışık alsın diye yapılan süs balkonlarına evrildi. Buda haliyle evin içinde kurutma zor olduğu için herkesi kurutma almaya itti. Ama bu yaygınlaştığı için özellikle köyde yaşayanlarda artık kurutma makinesi  işine sıcak bakmaya başladı çünkü kışın o soğuğunda dışarı çık as zor işler.  Ekmek normalde şehirde evde kendi  fırınımızda yapardık hatta geçen gün Instagram hatırlattı ben zaten 6 yıl öncede kendi ekmeğimi evde yaparmışım yani. Şimdi yaptığımız zaman onu şuan komşunun taş fırınında yapıyoruz gibi. Yani bulunduğumuz bölgeye de uyum sağlıyoruz ama konfor sağlayan öğelerden de vazgeçmiyoruz. Ama elimizin altındaki imkanları da kullanıyoruz. Ama hayatımızı kolaylaştıran teknolojiden de vazgeçmiyoruz yeni dönem  köye göçenler olarak bence.
Şehirden Köye Kaçış: Köy evi sosyal medyadan bir göz
Bu söylediklerimde şöyle anlaşılmasın bazı yerlerde çok bu tarz şeyle karşılaşılmış daha önceki podcastlerde de anlatmıştım. Aman köye ev yapayım yüksek duvarla etrafını çevireyim önümden hayvanda geçmesin tezek kokmasın ama ben doğal yaşayım bu tayfada biz değiliz. Doğalı bozmadan konfor sağlayan imkanlardan faydalanalım. Bu bu arada hayvancılıkta da geçerli tarımda da geçerli. Köylerde geleneksel devam eden şeylerin yerine işlerimizi kolaylaştıracak imkanlar varsa onlardan da faydalanalım. Faydalandığımız şeyleri köyde de aktaralım. Buradayken hep diyorum. Yerel halk bize çok şey kattı illaki bizde onlara bir şeyler katıyoruzdur.
Köye yerleştikten sonra gözlemlediğim kadarıyla köydeki gençlerin şehre kaçma isteğinin altında da şehirde gösterilen konfor yatıyor bence. Televizyonlarda dizilerde gösterilen doğalgazlı evler. Her şeyin bir düzen içinde oluşu, robot süpürgeler falan şehri daha bir ışıklı gösteriyor. Ancak bunu imkanlar dahilinde köyde uyarlayabilirsiniz. Ancak az önce bahsettiğim köy evinde o mu olur bu mu olur algısı sanki köyde böyle şeylerin olmasının ayıp olması gibi bir anlam taşıyor. Yada uygun olmaması gibi anlaşılıyor. Şöyle bir kaç yorum gördüm, iyi bir marka süpürge var köy Vlogunda paylaşılmış, biri yazmış sen o süpürgeyle köy evi mi diyorsun oraya. Ne istiyorsun çalı süpürgesinden devam mı etsin. Yada sistemi kurmuş petekle ısınıyor ev, diyor ki soba olmadan köy evi mi olur. Şimdi internete bile köy evinin olmazsa olmazları yazınca soba çıkıyor en başta ama artık teknoloji gelişti sistemler değişti imkanı varsa, yapabiliyorsa petekle ısınsın sanane?! Bizim köyde zor bir ihtimal doğalgazın gelmesi ama yine de Allah’tan ümit kesilmez diyoruz biz bile köyde teyzelerle bir araya geldiğimizde açılan doğalgaz muhabbetinde önce teyzelerimiz bizde alırız diyor. Bir teknoloji varsa, bir rahatlık varsa, bu köy evinde de pekala kullanılabilir.
Az önce bir paylaşımda gördüm işte hiç kar kürememiş, hiç suyu soğuktan donmamışlar vs. vs. köy güzellemesi yapıyor. Dayanamadım yorum yaptım artık bu tarz sayfalar çok çıkmaya başladı karşıma bende duramıyorum. 😀 Her daim muhalefet yapan bir tipim. 😀 Dedim bu sıraladığınız her şeyi biz yaşadık şehrin bağrında kopup gelmiş taze köylüler olarak ama yine de köy güzellemesi yapmaktan vazgeçmiyorum. Çünkü ben halimden memnunum. Nedir bu köye taşınmışları linçlere anlamadım yazdım.   Ya siz şehrinizden memnunsunuz biz burada memnunuz siz orda yaşıyorsunuz biz burada bizi bi salın.
Bu arada bizde değil ama komşumuzda hakikaten dondu sular soğuktan. Bizde neden donmadı derseniz yalıtımlı su sayacı muhafaza kutuları var biz daha taşınmadan her ihtimali göz önünde bulundurarak alışveriş yaptık. Aslında tamda bundan bahsediyorum. Elimizde var olan imkanları kullanarak köyde yaşadığımız evleri de şehir konforuna taşıyabiliriz. Yeni şehre göçenler bu konforu sağlıyorlar kendilerine biz gibi, ama bir kesimde bundan rahatsız. Birde şu var sadece Instagram’da gösterdiğimiz hayatları yaşamıyoruz her zaman. Görmediğiniz bir çok şeyle hem beynen, hem ruhen, hem de fiziksel olarak mücadele ediyoruz. Konfor alanımı bırakıp gelmeyi biz tercih ettik, eskiden oturduğumuz şehirde tam teşekküllü devlet hastanelerinden tutunda özel kaç hastane vardı. Şimdi burada Biri rahatsızlandığında aklımızdan  geçiyor şimdi şehirde olsaydık, hemen giderdik şöyle olurdu böyle olurdu. Psikolojik olarak zaman zaman gelgitler yaşıyorum. 4 yaşında biz kızımız olduğu için yine tırnak içinde  Instagram’da gördüğümüz çocuk oyun alanları oyun grupları vs. vicdanımı bazen yokluyor. Sırf bu yüzden geçtiğimiz günlerde kızımı AVM’ye götürdük oyun alalına soktuk ve hiç bir oyuncakla oynamak istemedi büyük kaydıraklara bunlar hiç güvenli değil dedi. Şaşırdım. Oyuncak mağazalarına soktum. 2-3 dakikalık dolaşmadan sonra sıkıldım ben çıkalım dedi. ben kendimce kendimi rahatlatmak için ona imkan tanıdım ama gördüğüm tabloda o şuan ki durumundan memnun. Kendi aramızda gülüştük hatta  kaç kiloluk ineklere sarılmaya çalışan çocuk burada kaydıraktan korktu diye. Yani konuyu şuraya bağlayacağım her zaman her şey toz pembe değil köyde yaşayanlara da saldırmayın. Bu nasıl köy, bu nasıl ev böyle köy hayatımı olur diye. Herkes kendi doğrusunu yaşamaya çalışıyor. Bizde köyde bütün gün evimizde oturup robot süpürgeyi çalıştırıp, kahve keyfi yapmıyoruz. Neler üretebiliriz. Toprağı nasıl iyileştirebiliriz, diye düşünüyoruz.
Bizleri ziyarete gelen yakınlarımızın eşimizin dostumuzun da köy evi  ve köye göç algısını yıkıyoruz bence. Çünkü bizimde uzaktan izlediğimiz ya nasıl yapıyorlar, nasıl yaşıyorlar, tam olarak içinden birilerini görmek adım atmak isteyen insanları da cesaretlendiriyor bir yerde. Yada ben öyle hissediyorum ziyaret edenlerin gözünde.  Modern yaşamla doğanın uyumu. Şehir hayatından tamamen kopmadan buraya da adapte olabilmek herkese bak oluyormuş dedirtiyor. Laf aramızda erkekler bu işlere bence daha geleneksel bakıyorlar onlar için  ev mi ev. Detaylarda çok önemli değil. Genelde kadınlar köye yerleşmekte tedirgin oluyorlar haklılarda. Çünkü ne kadar tarla işleri bahçe işleri erkeklerde gözükse de bence birazda hemcinslerimi kayırmak gibi olacak ama yükün çoğu kadınlarda. Detayları düşünmekte onlarda çok geniş pencereden bakıyoruz çünkü.
Daha ağır çalıştığın için erkekler sürekli acıkıyor yada aperatif kahve çay ihtiyaçları doğuyor. Evin işi zaten bahçeli olduğundan tozu toprağı hiç bitmiyor. Bizim için konuşacak olursak tarlanın kıyafetleri farklı ve hemen hemen her gün değişiyor daha fazla çamaşır yıkanması demek oluyor buda. Bazı günler hava güzelse tüm gün bahçede geçiyor, getir götür taşı bunların hepsi ek iş 😀
Normal şartlarda mesai de erkek sabah çıkar işe gider akşama kadar iştedir.  yemek yaparsınız  temizlik rutin işler. Ama bizde durum öyle değil. İşimizde burası olduğu için eşimle gün içinde sürekli beraberiz. Şehir yaşamı ile aralardaki farklar burada ortaya çıkıyor zaten.  Erkeğe göre tarla işi zor. Kadına göre ev işi zor tam da buradan yola çıkarak bir sonraki podcasti eşimle beraber onunda köy yaşamındaki görüşlerini alarak hazırlayacağım.
Beni sonuna kadar dinlediğiniz için teşekkür ederim Tüm podcastlardan haberdar olmak ve dinlemek için kanalımıza abone olmayı unutmayın.
1 note · View note
apartmandakisakin · 8 months
Text
Adam sike sike yataktan çıkıyor çünkü çıkmazsa aç kalabilir çocukları kabilenin diğer üyeleri tarafından zorla alınabilir karısı köle pazarında satılabilir bütün bu iç sıkıntısının nedenini ruhlara bağlıyor huzur bulamadım bu köyde diyor huzur bulamadı bu köyde doğduğundan beri yaşamak konusunda sadece ısrarcı davranıyor ne zamandır ok yemeğe kılıçla ölmeye çalıştı olmuyor ne zaman ölüme yaklaşsa aklına ailesi geliyor buğdayı geliyor sabanı var çok güzel sabanı geliyor savaşlardan hep mağrur dönüyor karşılığında 2 gümüş para az da olsa bi kaç çuval buğday alıyor yaşamanın bedeli bu 2 tçubal buğday bunları toprağa ekecek tohum olacak her 1 buğdaya 8 alsa 2 çuval olacak 16 tüm kış yaşayacak ama huzursuzluğu onla baki . Ne daralması bitiyor ne bunalması eve girip uyuması anlık uyanıp yemek yiyip geri uyuması anlık tavanı izliyor sabahları bi an bile yatakda durmak mantıklı geliyor keşke hep burda durabilsem diyor keşke hep orada dursa yatağına uzanıp öylece dursa biri gelse aş verse çocukları ve karısı köle olmasa o uyuyor diye cana yakın olmayışı kibirden sanılıyor ama buhranları bitmiyor ondan hep bu olanlar yaşamak konusunda ısrarcı davranıyor söylemişti hatırlayın çok ısrarcı sike sike kalkıyor yataktan gökyüzüne bakıyor atına sarılıyor anksiyetesi yok çalışmak zorunda köle olabilir çocukları
0 notes
kuzularin-efendisi · 8 months
Text
Yokluk içinde yaşamak çok zor. Bugün köyde yaşlı bir dede intihar etti. 83 yaşındaymış Hikmet emmi. Galiba birkaç kez denemiş ama başaramamış. Yere düşmüş diye düşünüyorlar ve kolu iki yerden kırılmış. Jandarma öyle demiş muhtara. Köyde de hayat çok zor hele kimsen yoksa cehennem buralar. Mücadele sadece şehirde değil ama bizi duyan hiç yok. Burada para kazanmak hiç kolay olmuyor. Neyse bir sigara içip uyuyayım. Bugün 83 yaşındaki hikmet emmi intihar etmiş. Yani dündür aslında, bugün bulunmuş.
1 note · View note
korkutkalkan · 2 years
Link
Artvin’in Arhavi ilçesi Yolgeneç köyünde yaşayan Özhan Tekbakar (28), 5 yıl önce annesine kanser teşhisi konulunca, tedavisi için ailesiyle birlikte İstanbul’da göç ekmek zorunda kaldı.Liseyi İstanbul’da okuyan ve daha sonra üniversiteye hazırlanan genç, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nü kazandı fakat hayatı olan köy yaşantısı aklından hiç çıkmadı. Üniversite okumak istemeyen, köyde hayvancılık yapmak isteyen gence, ailesi engel olsa da sonunda sonun da en büyük hayali olan köye dönmeye karar verdi.Ailesi, bu hayat senin hayatın nasıl istersen öyle yap demesinin ardından, para biriktirmek için 1 yıl daha İstanbul’da çalıştı. Biriktirdiği parayla köye dönerek bir inek alan Tekbakar’ın çiftliğinde şuanda 11 inek bulunuyor. Şehirde kaldığı her an köyüne dönmenin hayalini kurduğunu ifade eden Tekbakar, "İstanbul, maceramızın arından köyüme dönmek benim için yeniden nefes almak demekti. Köyde gerçek anlamda yaşadığımı anlıyorum.Ailem köye dönmemi istemedi, çünkü hayvancılık yapmak zor, kolay değil. ’Yazı yok kışı yok, her zaman hayvanlarla ilgilenmelisin. Üniversiteyi bitirip öyle köye geri dön’ dediler. Ben de ısrar edince İstanbul’da üniversiteyi bıraktım. Bir yıl orda kaldım para biriktirip köyüme dönerek inek aldım. Ömrümü burada geçirmek istiyorum, hayvancılık yaparak. Hayvancılık yapacak olanlara tavsiyem bu işi sevmeden hayvancılık yapamazsın" dedi.Burada sabahları erken kalkıp kahvaltıdan önce ineklerinin yanına gitttiğini, onları yedirmeden kahvaltı yapmadığını belirterek "Sağımdan önce ahırı temizliyorum, ineklere küspelerini verip sağıyorum. Daha sonra eve çıkıp kahvaltı yapıyorum. Sütü makinaya çekip kaymağını ayırıyorum. Daha sonrasında tavuklara ve köpeklere yemeklerini verdikten sonra inekleri çözüp otlatmaya meraya götürüyorum. Kesinlikle eğitim çok önemli. O dönemde herkes bir diploma telaşındaydı. Çevremdeki çoğu kişi sanki iyi diploma, mutlu bir hayat sunacakmış gibi düşünüyor” ifadelerini kullandı.
0 notes