Tumgik
#kutsal post
nevzatboyraz44 · 8 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
41 notes · View notes
leblebi-19 · 7 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Ünlü bir Türk Düşünürü ve Yazarı olan çok kıymetli Murat ASLAN demiş…!!! “Beklenen Gün Gelecekse O yolda çekilen ÇİLELER KUTSALDIR...”
15 notes · View notes
senisevdiginden · 10 months
Text
iyi gecelerrr balimmm
6 notes · View notes
5--5---5 · 2 years
Text
1.01
8 notes · View notes
olurbence · 1 year
Text
0 notes
5hayalet · 1 year
Text
1.11
1 note · View note
harepare · 7 months
Text
yarin hocalar diyecekler ki hafta boyu ne yaptin😃 ben de dicem ki ananizla hos dakikalar gecirip yakin munasebete girdim😃 saka ya of dicem ki bunlar yapabildiklerim gerisini lutfn sormain😖😖
0 notes
korayaker · 1 year
Text
Neo liberalizm ve özgürlük üzerine :
Neo liberal toplumlarda birey ititakar değil bir performans öznesine dönüşmüştür der Byung-Chul Han.  Kapitalizm sürekli yeni arzu sistemleri yaratrak postmodern bireyi devasa bir arzu sistemi içine çeker. Bireylerin ilişkisnin yerini nesnelerin ilişkisi alır baudrillard değimi ile haz bir buyurganlığa dönüşerek tüketim biricik ahlak biçimini alır. Burada birey kapitalizmin hem kutsal yüce nesnesi hemde kurbanıdır. Sınırsız özgürlük miti post seküler teolojilerin sonsuz meta ilişkisi içinde bireye sunduğu sahte bir cennet vaddidir. Bir zamanlar toplumsal bir pişişik olarak bireye hükmeden toplumsal ilişkilerin (insani)  yerini meta ilişkileri alır.  
 Post kapitalizm geleneksel yeniden üretim ilişkilerini çözerken, grup ilişkilerine dayan tüm sendikalizmi ortadan kaldırdı ve atomik bir cinsiyet kuşağı yarattı. Aşırı üretim ve onun gereksinimlerine uygun olarak radikal bireyci ve hedonist,bir sosyal insanı tipi son elli yıldır neo liberal piyasaya egemendir bu nükler aile sonrası pazar tarafından ikame edilen ve kutsanan sosyal insan tipidir. özgürlük mitinin solo yaşam ile özdeşleşmesinin nedeni budur. Evliik ve birlikte yaşam modeline dayanan  akışkan olmayan tüm sendikalizmler piyasanın mantığına aykırıdır,İleri kapitalizm geçmişte  bireye hükmeden maddi toplumsal ilişkiler aile din gelenek ahlak gibi formel yapıların yerine piyasanın gerici gereksinimlerine uydurulmuş hedonistik-tüketimci birey ikame etmiştir.
Koray Aker
2 notes · View notes
traveltourstrips · 2 months
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/balkan-ekspresi.html
Balkan Ekspresi
Tumblr media
Geçen ay, Bulgaristan Turizm Bakanlığı’nın davetiyle küçük bir grup gazeteci Sofya’ya gittik. Davetin en çekici kısmı gidiş yolculuğunun trenle yapılacak olmasıydı. Bir süredir denemeyi düşündüğüm ve merak ettiğim bir rotaydı. Cuma akşamı saat 19.30’da Halkalı Tren İstasyonu’nda buluştuk. Kalabalık değil; birkaç dakikalık bilet kontrolü sonrası kompartımanımızdayız. Tam 20.00’de kalkıyor. İstanbul sınırlarından çıkana kadar bir türlü oturamıyoruz, heyecan dorukta! Biraz yerleşiyor, biraz manzaraya dalıp çocuksu bir mutlulukla etrafa bakıyor, biraz yan kompartımanlara kulak kabartıyoruz.
Tumblr media
Bulgar sınırını geçer geçmez kar başlıyor.
Bu nostaljik seyahatin birçok eksisi de var ama yola çıktığınız anda tıkır tıkır rayların sesi, uzaklardaki kasabaların sarı ışıkları bütün o negatiflikleri alıp gidiyor. Sandviçler, kekler hazırlanmış, termoslar çay-kahveyle dolu, şişe sular çantalarımızda. Yiyip, içip etrafı seyrederken bir yorgunluk basıyor yahut trenin huzurlu mırıltıları gözkapaklarımızı ağırlaştırıyor. Fakat derinlere dalmayın, gece yarısı civarı karanlıklar bir anda aydınlanıyor, sınıra geliyoruz. Sıcacık kompartımandan çıkıp Kapıkule soğuğunu yiyince pasaport kontrol binasına koşarak atıyoruz kendimizi. Türk polisi çıkış mühürlerini vuruyor. Biraz hareket edip yine duruyoruz, bu kez Bulgar polisi tek tek kompartımanları gezip pasaportları topluyor. Gümrük memurları da derken yaklaşık 1 saatte çıkıyoruz sınırdan. Kar başlıyor lapa lapa, sarı ışıkları geride bıraka bıraka bembeyaz bir karanlığa ilerliyoruz. Trenden sabah 8.00 civarı ineceğimiz söyleniyor ama feci bir rötar oluyor ve lokomotif arızası nedeniyle biz 3-4 saat Dimitrovgrad İstasyonu’nda milim kıpırdamadan kalıyoruz. Öğleden sonra varabildiğimiz Sofya bizi öyle sıcak karşılıyor ki tüm bu yaşananları o anda unutuyoruz.
Tam bir müzeler kenti
İstasyon merkezde, otomobille otele geçerken etrafı izliyoruz. Klasik bir Avrupa başkenti Sofya ancak Rus döneminin gri blokları, bir tabloya gelişigüzel atılmış lekeler gibi…
Tumblr media
Otelimizin odaları meydana bakıyor.
Çar 2. Aleksandr’ın at üzerindeki heykelinin tam ortasında durduğu tarihi meydana bakan Sofia Intercontinental Oteli’ne çantalarımızı bırakıp koşarak çıkıyoruz. Heykeli nirengi noktası kabul edip geniş caddeleri turlayarak, tüm gün yürüyerek en önemli tarihi yapılarını görebilirsiniz. Burası bir müzeler kenti; hepsini ziyaret etmek isterseniz 3 gün kalmalısınız.
Tumblr media
Aziz Aleksandr Nevski Katedrali
Türk rehberimiz Aylin, kentin tek ibadete açık camisi Banyabaşı’na götürüyor bizi. Mimar Sinan eseri olduğu iddia ediliyor ama değilmiş. 20’den fazla cami, 13 mescit ve 10 tekkeyle Sofya’nın ‘Osmanlı görünümü’ 1878’de yönetimi geçici olarak alan Rus Prens Dondukov’u rahatsız etmiş… Belediye Başkanı Mosollov’a uygun yapılara ve minarelere bombalar yerleştirtmiş. Gök gürültülü bir gecede, bombalar patlatılıp minareler, kimi tekkeler yıkılmış ve suç yıldırımlara atılmış. Balkanlar’ın en büyük camisinin minareleri de o zaman yıkılmış; Koca Mahmud Paşa Camisi… Bugün Ulusal Arkeoloji Müzesi olarak hizmet veriyor. Banyabaşı’nın arkasındaki Tarihi Türk Hamamları da bugün Sofya Bölge Tarih Müzesi. Buz gibi havada önündeki fıskiyelerden sıcacık şifalı sular akıyor. Biraz daha yürüyüp Tsentralni Hali’ne varıyoruz. Neo-Rönesans etkili, sütunlu kemerli yapı bildiğiniz şehir hali. Halin karşısında metro inşaatıyla gün yüzüne çıkan Serdika Antik Kenti var. MÖ 7’nci yüzyılda kurulan Trak kentini MÖ 27’de işgal eden Romalılar büyütüp bir geçiş yolu haline getirmiş. Gündelik hayatın hızlıca akıp geçtiği meydanda atılan her adım arası bin yıl gibi… Metro geçidinden karşıya geçtiğimizde kutsal bilgelik anıtı Sofya Ana heykelinin dibindeyiz. Bir elinde baykuş, bir elinde defne var. Her bir köşesinde cami, kilise ve havra olan üçgene Hoşgörü Meydanı diyorlar. Bu üçgenin uzak ucunda Sofya’nın simgesi haline gelen Aziz Aleksandr Nevski Katedrali’ni geziyoruz. Geniş bir meydan ve etrafı park. “Keşke bu meydana karşı bir fincan kahve içebilsek” diye diye yürümeye devam ediyoruz. Bizim vaktimiz yoktu ama siz her meydanda, her parkta mola verin, burası aynı zamanda bir parklar kenti.
İstikametimiz bakanlıkların olduğu bölge. Tarihi binada cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar sıralı; orta bahçede Sofya’nın en eski yapısı Aziz George Kilisesi var. Bakanlık çalışanı takım elbiselilerle turistlerin aynı avluda koşuşturduğu ilginç bir yapı. Buradan çıkıp 1800’lerde yapılan bir Osmanlı konağı olan Ulusal Sanat Galerisi ve bugün merkez bankası olan Komünist Parti Binası’nı ziyaret ediyor, ardından girişini ünlü Bulgar aslanı heykellerinin süslediği Ayasofya Bazilikası’nda kısa bir mola veriyoruz. Burada bir Meçhul Asker Anıtı var ve ülkesi için kahramanlık yapan askerleri anmak üzere sönmeyen bir ateş yanıyor. Gün bitiyor, bizim yürüyüşümüz bitmiyor… Aziz Nedalya Kilisesi, Rus Kilisesi gibi tarihi yapıların yanından geçerek otelimize dönüyoruz.
Sofya kesinlikle kışın görülmesi gereken bir kent. Bulgaristan’ın kayak kasabaları ünlü ama Sofya’daki Vitosha Dağı hem tarih hem kayak sporu gezisini bir arada sunduğu için çok daha işlevsel. Kayak yapmıyoruz ama yine de Vitosha’ya çıkıyoruz çünkü UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde de olan Boyana Kilisesi’ni göreceğiz. Kilisedeki fresklerin Rönesans’a ilham verdiği düşünülüyor. Hatta duvardaki yüzünün yarısı gülen, yarısı somurtan ve gözleriyle sizi takip ettiği algısı yaratan kadın freskinin Mona Lisa’nın öncülü olduğu kabul ediliyor. Küçücük bir kilise ama çok etkileyici.
Tumblr media
Aziz Aleksandr Nevski Katedrali
Tüm bir günü geçirmek istediğim yerse buradan sonra uğradığımız son komünist başkan Todor Jivkov’un konutu oldu. Görkemli kelimesinin cılız kaldığı yapı, bugün Ulusal Tarih Müzesi ve içinde orijinal Trak hazineleri, altın takılar ve kadehler gibi etkileyici parçalarla bütün bir Bulgar tarihini görebiliyorsunuz. Son durağımız Sosyalist Sanat Müzesi’nde sadece geçici sergi alanı açıktı ama bahçesindeki -kentten kaldırılıp toplanmış- dönemin simge heykelleri; her açıdan bizi izleyen boy boy Leninler, çeşitli partizan yoldaşlar ve 1989’da Demirperde yıkılırken parti binasının tepesinden helikopterle indirilmiş ikonik kızıl yıldızla mutlaka görülmesi gereken bir yer…
Kuşetli veya yataklı kompartımanlar var, yemek vagonu yok
◊ İstanbul’da uluslararası bilet gişelerinden (Sirkeci, Halkalı, Haydarpaşa) detaylı bilgi alabileceğiniz Sofya treni için internet üzerindeki bilgilerle hareket etmeyin. Sık değişiklik oluyor. Yazın Bükreş seferleri yeniden düzenleniyormuş. ◊ İki tip kompartıman var. Kuşetlide dört, yataklıda iki yatak var. Yataklı tek kişi, tek yön 35; kuşetli 30 euro. Farkı ödeyip mutlaka kompartımanı kapatın, o dar alanda tanımadığınız kişilerle rahat edemezsiniz. ◊ Yemek vagonu yok. Hazırlıklı olun. ◊ Schengen ya da Bulgar vizesi gerekli. Bulgar vizesi Schengen’den kolay ve uygun fiyatlı. Yeşil ve gri pasaportaysa vize yok. ◊ Euro bölgesine girmediği için leva kullanılıyor. Kredi kartları sorunsuz çalışıyor. Yemek ve konaklama fiyatları uygun. ◊ Kayak için kar otelinde kalmak zorunda değilsiniz. Sofya’da şehirde kalıp pistlere çıkabilir, kayak dönüşü dağın eteklerindeki geleneksel restoranlarda yiyebilirsiniz.
0 notes
turkeytraveltours · 2 months
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/balkan-ekspresi.html
Balkan Ekspresi
Tumblr media
Geçen ay, Bulgaristan Turizm Bakanlığı’nın davetiyle küçük bir grup gazeteci Sofya’ya gittik. Davetin en çekici kısmı gidiş yolculuğunun trenle yapılacak olmasıydı. Bir süredir denemeyi düşündüğüm ve merak ettiğim bir rotaydı. Cuma akşamı saat 19.30’da Halkalı Tren İstasyonu’nda buluştuk. Kalabalık değil; birkaç dakikalık bilet kontrolü sonrası kompartımanımızdayız. Tam 20.00’de kalkıyor. İstanbul sınırlarından çıkana kadar bir türlü oturamıyoruz, heyecan dorukta! Biraz yerleşiyor, biraz manzaraya dalıp çocuksu bir mutlulukla etrafa bakıyor, biraz yan kompartımanlara kulak kabartıyoruz.
Tumblr media
Bulgar sınırını geçer geçmez kar başlıyor.
Bu nostaljik seyahatin birçok eksisi de var ama yola çıktığınız anda tıkır tıkır rayların sesi, uzaklardaki kasabaların sarı ışıkları bütün o negatiflikleri alıp gidiyor. Sandviçler, kekler hazırlanmış, termoslar çay-kahveyle dolu, şişe sular çantalarımızda. Yiyip, içip etrafı seyrederken bir yorgunluk basıyor yahut trenin huzurlu mırıltıları gözkapaklarımızı ağırlaştırıyor. Fakat derinlere dalmayın, gece yarısı civarı karanlıklar bir anda aydınlanıyor, sınıra geliyoruz. Sıcacık kompartımandan çıkıp Kapıkule soğuğunu yiyince pasaport kontrol binasına koşarak atıyoruz kendimizi. Türk polisi çıkış mühürlerini vuruyor. Biraz hareket edip yine duruyoruz, bu kez Bulgar polisi tek tek kompartımanları gezip pasaportları topluyor. Gümrük memurları da derken yaklaşık 1 saatte çıkıyoruz sınırdan. Kar başlıyor lapa lapa, sarı ışıkları geride bıraka bıraka bembeyaz bir karanlığa ilerliyoruz. Trenden sabah 8.00 civarı ineceğimiz söyleniyor ama feci bir rötar oluyor ve lokomotif arızası nedeniyle biz 3-4 saat Dimitrovgrad İstasyonu’nda milim kıpırdamadan kalıyoruz. Öğleden sonra varabildiğimiz Sofya bizi öyle sıcak karşılıyor ki tüm bu yaşananları o anda unutuyoruz.
Tam bir müzeler kenti
İstasyon merkezde, otomobille otele geçerken etrafı izliyoruz. Klasik bir Avrupa başkenti Sofya ancak Rus döneminin gri blokları, bir tabloya gelişigüzel atılmış lekeler gibi…
Tumblr media
Otelimizin odaları meydana bakıyor.
Çar 2. Aleksandr’ın at üzerindeki heykelinin tam ortasında durduğu tarihi meydana bakan Sofia Intercontinental Oteli’ne çantalarımızı bırakıp koşarak çıkıyoruz. Heykeli nirengi noktası kabul edip geniş caddeleri turlayarak, tüm gün yürüyerek en önemli tarihi yapılarını görebilirsiniz. Burası bir müzeler kenti; hepsini ziyaret etmek isterseniz 3 gün kalmalısınız.
Tumblr media
Aziz Aleksandr Nevski Katedrali
Türk rehberimiz Aylin, kentin tek ibadete açık camisi Banyabaşı’na götürüyor bizi. Mimar Sinan eseri olduğu iddia ediliyor ama değilmiş. 20’den fazla cami, 13 mescit ve 10 tekkeyle Sofya’nın ‘Osmanlı görünümü’ 1878’de yönetimi geçici olarak alan Rus Prens Dondukov’u rahatsız etmiş… Belediye Başkanı Mosollov’a uygun yapılara ve minarelere bombalar yerleştirtmiş. Gök gürültülü bir gecede, bombalar patlatılıp minareler, kimi tekkeler yıkılmış ve suç yıldırımlara atılmış. Balkanlar’ın en büyük camisinin minareleri de o zaman yıkılmış; Koca Mahmud Paşa Camisi… Bugün Ulusal Arkeoloji Müzesi olarak hizmet veriyor. Banyabaşı’nın arkasındaki Tarihi Türk Hamamları da bugün Sofya Bölge Tarih Müzesi. Buz gibi havada önündeki fıskiyelerden sıcacık şifalı sular akıyor. Biraz daha yürüyüp Tsentralni Hali’ne varıyoruz. Neo-Rönesans etkili, sütunlu kemerli yapı bildiğiniz şehir hali. Halin karşısında metro inşaatıyla gün yüzüne çıkan Serdika Antik Kenti var. MÖ 7’nci yüzyılda kurulan Trak kentini MÖ 27’de işgal eden Romalılar büyütüp bir geçiş yolu haline getirmiş. Gündelik hayatın hızlıca akıp geçtiği meydanda atılan her adım arası bin yıl gibi… Metro geçidinden karşıya geçtiğimizde kutsal bilgelik anıtı Sofya Ana heykelinin dibindeyiz. Bir elinde baykuş, bir elinde defne var. Her bir köşesinde cami, kilise ve havra olan üçgene Hoşgörü Meydanı diyorlar. Bu üçgenin uzak ucunda Sofya’nın simgesi haline gelen Aziz Aleksandr Nevski Katedrali’ni geziyoruz. Geniş bir meydan ve etrafı park. “Keşke bu meydana karşı bir fincan kahve içebilsek” diye diye yürümeye devam ediyoruz. Bizim vaktimiz yoktu ama siz her meydanda, her parkta mola verin, burası aynı zamanda bir parklar kenti.
İstikametimiz bakanlıkların olduğu bölge. Tarihi binada cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar sıralı; orta bahçede Sofya’nın en eski yapısı Aziz George Kilisesi var. Bakanlık çalışanı takım elbiselilerle turistlerin aynı avluda koşuşturduğu ilginç bir yapı. Buradan çıkıp 1800’lerde yapılan bir Osmanlı konağı olan Ulusal Sanat Galerisi ve bugün merkez bankası olan Komünist Parti Binası’nı ziyaret ediyor, ardından girişini ünlü Bulgar aslanı heykellerinin süslediği Ayasofya Bazilikası’nda kısa bir mola veriyoruz. Burada bir Meçhul Asker Anıtı var ve ülkesi için kahramanlık yapan askerleri anmak üzere sönmeyen bir ateş yanıyor. Gün bitiyor, bizim yürüyüşümüz bitmiyor… Aziz Nedalya Kilisesi, Rus Kilisesi gibi tarihi yapıların yanından geçerek otelimize dönüyoruz.
Sofya kesinlikle kışın görülmesi gereken bir kent. Bulgaristan’ın kayak kasabaları ünlü ama Sofya’daki Vitosha Dağı hem tarih hem kayak sporu gezisini bir arada sunduğu için çok daha işlevsel. Kayak yapmıyoruz ama yine de Vitosha’ya çıkıyoruz çünkü UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde de olan Boyana Kilisesi’ni göreceğiz. Kilisedeki fresklerin Rönesans’a ilham verdiği düşünülüyor. Hatta duvardaki yüzünün yarısı gülen, yarısı somurtan ve gözleriyle sizi takip ettiği algısı yaratan kadın freskinin Mona Lisa’nın öncülü olduğu kabul ediliyor. Küçücük bir kilise ama çok etkileyici.
Tumblr media
Aziz Aleksandr Nevski Katedrali
Tüm bir günü geçirmek istediğim yerse buradan sonra uğradığımız son komünist başkan Todor Jivkov’un konutu oldu. Görkemli kelimesinin cılız kaldığı yapı, bugün Ulusal Tarih Müzesi ve içinde orijinal Trak hazineleri, altın takılar ve kadehler gibi etkileyici parçalarla bütün bir Bulgar tarihini görebiliyorsunuz. Son durağımız Sosyalist Sanat Müzesi’nde sadece geçici sergi alanı açıktı ama bahçesindeki -kentten kaldırılıp toplanmış- dönemin simge heykelleri; her açıdan bizi izleyen boy boy Leninler, çeşitli partizan yoldaşlar ve 1989’da Demirperde yıkılırken parti binasının tepesinden helikopterle indirilmiş ikonik kızıl yıldızla mutlaka görülmesi gereken bir yer…
Kuşetli veya yataklı kompartımanlar var, yemek vagonu yok
◊ İstanbul’da uluslararası bilet gişelerinden (Sirkeci, Halkalı, Haydarpaşa) detaylı bilgi alabileceğiniz Sofya treni için internet üzerindeki bilgilerle hareket etmeyin. Sık değişiklik oluyor. Yazın Bükreş seferleri yeniden düzenleniyormuş. ◊ İki tip kompartıman var. Kuşetlide dört, yataklıda iki yatak var. Yataklı tek kişi, tek yön 35; kuşetli 30 euro. Farkı ödeyip mutlaka kompartımanı kapatın, o dar alanda tanımadığınız kişilerle rahat edemezsiniz. ◊ Yemek vagonu yok. Hazırlıklı olun. ◊ Schengen ya da Bulgar vizesi gerekli. Bulgar vizesi Schengen’den kolay ve uygun fiyatlı. Yeşil ve gri pasaportaysa vize yok. ◊ Euro bölgesine girmediği için leva kullanılıyor. Kredi kartları sorunsuz çalışıyor. Yemek ve konaklama fiyatları uygun. ◊ Kayak için kar otelinde kalmak zorunda değilsiniz. Sofya’da şehirde kalıp pistlere çıkabilir, kayak dönüşü dağın eteklerindeki geleneksel restoranlarda yiyebilirsiniz.
0 notes
gallipoliguide · 2 months
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/balkan-ekspresi.html
Balkan Ekspresi
Tumblr media
Geçen ay, Bulgaristan Turizm Bakanlığı’nın davetiyle küçük bir grup gazeteci Sofya’ya gittik. Davetin en çekici kısmı gidiş yolculuğunun trenle yapılacak olmasıydı. Bir süredir denemeyi düşündüğüm ve merak ettiğim bir rotaydı. Cuma akşamı saat 19.30’da Halkalı Tren İstasyonu’nda buluştuk. Kalabalık değil; birkaç dakikalık bilet kontrolü sonrası kompartımanımızdayız. Tam 20.00’de kalkıyor. İstanbul sınırlarından çıkana kadar bir türlü oturamıyoruz, heyecan dorukta! Biraz yerleşiyor, biraz manzaraya dalıp çocuksu bir mutlulukla etrafa bakıyor, biraz yan kompartımanlara kulak kabartıyoruz.
Tumblr media
Bulgar sınırını geçer geçmez kar başlıyor.
Bu nostaljik seyahatin birçok eksisi de var ama yola çıktığınız anda tıkır tıkır rayların sesi, uzaklardaki kasabaların sarı ışıkları bütün o negatiflikleri alıp gidiyor. Sandviçler, kekler hazırlanmış, termoslar çay-kahveyle dolu, şişe sular çantalarımızda. Yiyip, içip etrafı seyrederken bir yorgunluk basıyor yahut trenin huzurlu mırıltıları gözkapaklarımızı ağırlaştırıyor. Fakat derinlere dalmayın, gece yarısı civarı karanlıklar bir anda aydınlanıyor, sınıra geliyoruz. Sıcacık kompartımandan çıkıp Kapıkule soğuğunu yiyince pasaport kontrol binasına koşarak atıyoruz kendimizi. Türk polisi çıkış mühürlerini vuruyor. Biraz hareket edip yine duruyoruz, bu kez Bulgar polisi tek tek kompartımanları gezip pasaportları topluyor. Gümrük memurları da derken yaklaşık 1 saatte çıkıyoruz sınırdan. Kar başlıyor lapa lapa, sarı ışıkları geride bıraka bıraka bembeyaz bir karanlığa ilerliyoruz. Trenden sabah 8.00 civarı ineceğimiz söyleniyor ama feci bir rötar oluyor ve lokomotif arızası nedeniyle biz 3-4 saat Dimitrovgrad İstasyonu’nda milim kıpırdamadan kalıyoruz. Öğleden sonra varabildiğimiz Sofya bizi öyle sıcak karşılıyor ki tüm bu yaşananları o anda unutuyoruz.
Tam bir müzeler kenti
İstasyon merkezde, otomobille otele geçerken etrafı izliyoruz. Klasik bir Avrupa başkenti Sofya ancak Rus döneminin gri blokları, bir tabloya gelişigüzel atılmış lekeler gibi…
Tumblr media
Otelimizin odaları meydana bakıyor.
Çar 2. Aleksandr’ın at üzerindeki heykelinin tam ortasında durduğu tarihi meydana bakan Sofia Intercontinental Oteli’ne çantalarımızı bırakıp koşarak çıkıyoruz. Heykeli nirengi noktası kabul edip geniş caddeleri turlayarak, tüm gün yürüyerek en önemli tarihi yapılarını görebilirsiniz. Burası bir müzeler kenti; hepsini ziyaret etmek isterseniz 3 gün kalmalısınız.
Tumblr media
Aziz Aleksandr Nevski Katedrali
Türk rehberimiz Aylin, kentin tek ibadete açık camisi Banyabaşı’na götürüyor bizi. Mimar Sinan eseri olduğu iddia ediliyor ama değilmiş. 20’den fazla cami, 13 mescit ve 10 tekkeyle Sofya’nın ‘Osmanlı görünümü’ 1878’de yönetimi geçici olarak alan Rus Prens Dondukov’u rahatsız etmiş… Belediye Başkanı Mosollov’a uygun yapılara ve minarelere bombalar yerleştirtmiş. Gök gürültülü bir gecede, bombalar patlatılıp minareler, kimi tekkeler yıkılmış ve suç yıldırımlara atılmış. Balkanlar’ın en büyük camisinin minareleri de o zaman yıkılmış; Koca Mahmud Paşa Camisi… Bugün Ulusal Arkeoloji Müzesi olarak hizmet veriyor. Banyabaşı’nın arkasındaki Tarihi Türk Hamamları da bugün Sofya Bölge Tarih Müzesi. Buz gibi havada önündeki fıskiyelerden sıcacık şifalı sular akıyor. Biraz daha yürüyüp Tsentralni Hali’ne varıyoruz. Neo-Rönesans etkili, sütunlu kemerli yapı bildiğiniz şehir hali. Halin karşısında metro inşaatıyla gün yüzüne çıkan Serdika Antik Kenti var. MÖ 7’nci yüzyılda kurulan Trak kentini MÖ 27’de işgal eden Romalılar büyütüp bir geçiş yolu haline getirmiş. Gündelik hayatın hızlıca akıp geçtiği meydanda atılan her adım arası bin yıl gibi… Metro geçidinden karşıya geçtiğimizde kutsal bilgelik anıtı Sofya Ana heykelinin dibindeyiz. Bir elinde baykuş, bir elinde defne var. Her bir köşesinde cami, kilise ve havra olan üçgene Hoşgörü Meydanı diyorlar. Bu üçgenin uzak ucunda Sofya’nın simgesi haline gelen Aziz Aleksandr Nevski Katedrali’ni geziyoruz. Geniş bir meydan ve etrafı park. “Keşke bu meydana karşı bir fincan kahve içebilsek” diye diye yürümeye devam ediyoruz. Bizim vaktimiz yoktu ama siz her meydanda, her parkta mola verin, burası aynı zamanda bir parklar kenti.
İstikametimiz bakanlıkların olduğu bölge. Tarihi binada cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar sıralı; orta bahçede Sofya’nın en eski yapısı Aziz George Kilisesi var. Bakanlık çalışanı takım elbiselilerle turistlerin aynı avluda koşuşturduğu ilginç bir yapı. Buradan çıkıp 1800’lerde yapılan bir Osmanlı konağı olan Ulusal Sanat Galerisi ve bugün merkez bankası olan Komünist Parti Binası’nı ziyaret ediyor, ardından girişini ünlü Bulgar aslanı heykellerinin süslediği Ayasofya Bazilikası’nda kısa bir mola veriyoruz. Burada bir Meçhul Asker Anıtı var ve ülkesi için kahramanlık yapan askerleri anmak üzere sönmeyen bir ateş yanıyor. Gün bitiyor, bizim yürüyüşümüz bitmiyor… Aziz Nedalya Kilisesi, Rus Kilisesi gibi tarihi yapıların yanından geçerek otelimize dönüyoruz.
Sofya kesinlikle kışın görülmesi gereken bir kent. Bulgaristan’ın kayak kasabaları ünlü ama Sofya’daki Vitosha Dağı hem tarih hem kayak sporu gezisini bir arada sunduğu için çok daha işlevsel. Kayak yapmıyoruz ama yine de Vitosha’ya çıkıyoruz çünkü UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde de olan Boyana Kilisesi’ni göreceğiz. Kilisedeki fresklerin Rönesans’a ilham verdiği düşünülüyor. Hatta duvardaki yüzünün yarısı gülen, yarısı somurtan ve gözleriyle sizi takip ettiği algısı yaratan kadın freskinin Mona Lisa’nın öncülü olduğu kabul ediliyor. Küçücük bir kilise ama çok etkileyici.
Tumblr media
Aziz Aleksandr Nevski Katedrali
Tüm bir günü geçirmek istediğim yerse buradan sonra uğradığımız son komünist başkan Todor Jivkov’un konutu oldu. Görkemli kelimesinin cılız kaldığı yapı, bugün Ulusal Tarih Müzesi ve içinde orijinal Trak hazineleri, altın takılar ve kadehler gibi etkileyici parçalarla bütün bir Bulgar tarihini görebiliyorsunuz. Son durağımız Sosyalist Sanat Müzesi’nde sadece geçici sergi alanı açıktı ama bahçesindeki -kentten kaldırılıp toplanmış- dönemin simge heykelleri; her açıdan bizi izleyen boy boy Leninler, çeşitli partizan yoldaşlar ve 1989’da Demirperde yıkılırken parti binasının tepesinden helikopterle indirilmiş ikonik kızıl yıldızla mutlaka görülmesi gereken bir yer…
Kuşetli veya yataklı kompartımanlar var, yemek vagonu yok
◊ İstanbul’da uluslararası bilet gişelerinden (Sirkeci, Halkalı, Haydarpaşa) detaylı bilgi alabileceğiniz Sofya treni için internet üzerindeki bilgilerle hareket etmeyin. Sık değişiklik oluyor. Yazın Bükreş seferleri yeniden düzenleniyormuş. ◊ İki tip kompartıman var. Kuşetlide dört, yataklıda iki yatak var. Yataklı tek kişi, tek yön 35; kuşetli 30 euro. Farkı ödeyip mutlaka kompartımanı kapatın, o dar alanda tanımadığınız kişilerle rahat edemezsiniz. ◊ Yemek vagonu yok. Hazırlıklı olun. ◊ Schengen ya da Bulgar vizesi gerekli. Bulgar vizesi Schengen’den kolay ve uygun fiyatlı. Yeşil ve gri pasaportaysa vize yok. ◊ Euro bölgesine girmediği için leva kullanılıyor. Kredi kartları sorunsuz çalışıyor. Yemek ve konaklama fiyatları uygun. ◊ Kayak için kar otelinde kalmak zorunda değilsiniz. Sofya’da şehirde kalıp pistlere çıkabilir, kayak dönüşü dağın eteklerindeki geleneksel restoranlarda yiyebilirsiniz.
0 notes
5--5---5 · 1 year
Text
1.11
5 notes · View notes
bilaldemirkr · 3 months
Text
Witcher 3 grubundan yeni oyun! Dawnwalker
New Post has been published on https://bilaldemirkr.com.tr/witcher-3-grubundan-yeni-oyun-dawnwalker/
Witcher 3 grubundan yeni oyun! Dawnwalker
Tumblr media
CD Projekt RED’den ayrılan Witcher 3 ve Cyberpunk 2077 projesinde de yar alan değerli geliştiriciler kendi oyun stüdyosu ile karşımızda. Polonya merkezli Rebel Wolves Stüdyosu bu manada birinci oyunlarını X üzerinden duyurdu. Daha evvel Çinli NetEase Games yeni stüdyonun azınlık payların satın aldı ve firmaya kıymetli bir finansman sağladı.
Witcher 3 ve Cyberpunk 2077 geliştiricileri duyurdu: Dawnwalker oyunu geliyor
Rebel Wolves, X platformu üzerinden yaptığı paylaşımda hayli gizemli bir poster paylaştı. Daha evvel firmanın AAA ve RPG tipi karanlık fantezi bir oyun geliştirdiği ortaya çıktı. Bu manada firma bilgi vermese de Dawnwalker bu cins bir oyun olacağa benziyor.
Oyun firmasının ise paylaşımda bu söylentilere yanıt veren, paylaşım da dikkat çekti:
“Genellikle söylentiler hakkında yorum yapmayız.
Ancak dedikodulardan bir şeyler duyduğumuza göre…
Evet, Dawnwalker üzerinde çalışıyoruz!”
Usually we don't comment on rumours.
However, since we've heard something through the grapevine…
Yes, we are working on Dawnwalker! pic.twitter.com/oVshT2n0l5
— Rebel Wolves 🐺🐺🎮 (@RebelWolvesDevs) January 15, 2024
Paylaşımda yer alan elinde kılıçla kırmızı bir art planda yer alan savaşçı figürü dikkat çekiyor. Bu kırmızı art planın ise dalgalı ve daha çok bir kanı andırdığı iddialar ortasında. Tekrar savaşçı silüetinin üzerinde yer alan simgenin de bir çeşit kutsal savaşı simgelediği düşünülenler ortasında. Dawnwalker isminin da vampir mitolojisinde yarı vampir olduğunu da belirtmek gerekiyor. Özcesi karşımızda RPG cinsinde bir vampir oyunu var.
Tumblr media
Yani Dawnwalker oyununda yarı vampir ve gündüz yürüyen bir karakterin başrolde olma ihtimali yüksek. Oyunun konusu hakkında bir ipucu yer almasa da şimdi geliştirme kademesinde olduğu ortada.
Yine Witcher 3 üzere Doğu Avrupa mitolojisinin Dawnwalker oyununda faal olma ihtimali de bu manada yüksek.
Ekibin Witcher 3 geliştirici grubunun çekirdek takımı olması ve gerisinde değerli bir mali güç olması da potansiyeli artıran etkenler. Pekala sizce Dawnwalker, Witcher 3 üzere bir RPG efsanesi ile yarışabilir mi? Yorumlarınızı bekliyoruz.
0 notes
5hayalet · 1 year
Text
1.11
1 note · View note
blogbube · 3 months
Text
Mescid-i Aksa Nerede? Kutsal Topraklarda Bir Miraç Noktası
#teknoloji #bilim #technology #sience #endüstri4.0 #endüstri #türkiye #turkey #sondakika #haber #makale #blog #trend #sharepost #post #like #hot #kültür #sanat #mizah #egelence #komedi #sağlık #yazar #bloger #bilgisayar #kodlama #yapayzeka #makine #web
İslam dünyasının en kutsal mekanlarından biri olan Mescid-i Aksa, tarih boyunca pek çok inanç ve olaya ev sahipliği yapmış eşsiz bir yerdir. Kudüs’ün kalbinde yükselen bu mukaddes yapı, Müslümanlar için sadece bir ibadet mekanı değil, aynı zamanda peygamberlerin, sahabelerin ve tarihin izlerini taşıyan bir semboldür. Mescid-i Aksa, İslam’ın ilk kıblesi olarak bilinen Kabe’nin yanı sıra, Mekke ve…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
gooarch · 7 months
Text
Tasavvuf ve #YapıSöküm :
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Ian Almond bu kitapta okurlarını; Chittick'in "İbnü'l-Arabî'nin Hayal Gücü Metafiziği" adlı kaynağından faydalanarak, o kadar Neo-Platoncu retoriği kullanıp da sekülerlikte hiç ödün vermeyen düşünür Jacques Derrida'nın "Yapı-Söküm" vizyonundaki en önemli kavramı olan "DifferAncé" üzerine teoloji ve negatif teoloji bağlamında bir takım çeşitlemelere maruz bırakıyor. Apayrı çağlardaki Derridean ve Akbarian metinlerin semantik senkronizasyonu gerçekten de duyanları Orhan Pamuk'un Kara Kitap'ıyla yaptığı Derrida'nın fikrimizin hırsızlığı şakasına kanmaya itiyor. Fakat çok daha eski dönemde yaşamış olan "Sudûr" teorisinin kurucusu Helenistik düşünür Plotinus'un sonraki tüm zamanlara yansımış etkisinin bir olgusallığı olduğunu Ian hemen belirtecektir.
İbnü'l-Arabi, bazı geometrik ya da antropomorfik İslam teolojilerinin ve felsefelerinin "Hakk"ı sınırlayan imgeler inşa ettiğini savunur. Ona göre, Tanrı'nın doğasını veya "Hakkikat"i sistemli bir şekilde tanımlamaya çalışan felsefi ve teolojik çabalar, insan aklı Tanrı'nın sonsuzluğunu anlamada yetersiz kaldığı için başarısız olur. Halbuki "Hakk"ın anlamına ne olduğuna değil ancak negatif teoloji bağlamında ne olmadığına bakarak ilişiriz. Bu, Tanrı'nın radikal aşkınlığını ve içselliğini aynı anda kabul edebilme yetisiyledir. "Hakk" ve "DifferAncé", her iki düşünürün de gerçek, rasyonellik ve hermenötik doğası hakkında özdeşlik derecesindeki fikrini fakat Mistizm'de çatıştıklarını gösterir. Derrida, Heidegger'in en temel Onto-Teoloji yaklaşımını benimser ve Onto-Teolojinin mistik "Causa-Sui" ilkesini seküler "DifferAncé"a yedirir. Negatif Teoloji bu işlemi mümkün kılan bir enstrümandır fakat Derrida'ya göre aksine bir amaç falan da değildir. Burada, kutsal metin dışındakilerin de birer anlam makinesi sayılmasıyla "Okumak yazmaktır!" mottosu, yazmadaki dogmatik öznesizliğin yerini okuyan her özne ile doldurup, Sufi ve "Yapı-Söküm" hermenötiklerini birbirinden ayırır; yegane sır bir sırrın olmamasıdır ki böylece her tür meta-anlatı da devriliverir: İşte amaç işte Yapı-Söküm!
Izutsu'nun Sufi-Tao kıyasının aksine böylesine bir diyalektikle Almond, gayet Hegelian bir bütüncüllük başarmış.
Bertrand Russel'ın da belirttiği üzere Yahudiler; mimari put, plastik sanattan put ya da yaşayan put olan siyasi tekil sembollerin yerini çağlar boyunca sürse de alacak olan milliyetçilik kavramını tarihte ilk icat eden toplumdur. Bu bir metnin öznesiz bırakılarak kutsallaştırılmasıyla değişmezliğini garantiye alma illüzyonu ve çabasının olgusal sonucudur. Halbuki Post-Yapısal açıdan bakarsak; yazan asıl özne tarihte kaybolana dek ilahi olana ne kadar uzaklaştırılırsa uzaklaştırılsın, bir metin kendi kendine karışıklığa zaten asla uzaklaşılamıyan "DifferAncé" etkeni ile kapılacaktır. Derrida'nın çeviri hakkında yazdığı makalede Tevrat'ta Tekvin 11:1-9 kısım olan Babil Kulesinin yıkımı ve tek bir dünya dilinin birçok dile ayrılması incelenmektedir. Tanrı tarafından kültürlerin ve dillerin bölünmesinden çıkan karışıklık Samilerin totaliterizmini tehdit eden çeşitliliğin kasti girişini göstermektedir. Samilerin Tanrısı resmen hem kendisini hem bir kültürü Yapı-Söküm'e uğratmaktadır. Babil kulesinin tekrar inşasının Tanrı karşıtlığının aşırı fiziksel olmasından sakıncası açıkcası Samileri metafiziksel sistemler inşasına itmiştir. Hatta bu tekrar yapılaşma hem insanların hem de dil üzerinde kolonisel şiddet boyutuna varmıştır çünkü Tanrı kutsal metindeki ibareleriyle de sürekli Yapı-Söküm halindedir ve "DifferAncé" etkisiyle dağılım kendiliğinden ve soğuk bir şekilde olacakken bu metafiziksel paradoks fiziksel çabaları sürekli kızıştırmakta şiddeti çoğaltmaktadır.
İbnü'l-Arabi'ninse Nuh tufanının anlatıldığı Kuran'ın 71. ayetinin değerlendirmesi daha özgürlükçü bir sonuca götürmektedir. Ian Almond'ın 8 asır önceki bir tefsiri Yapı-Söküm sunma çabası bir apofeniden çok İslami ve Yahudi-Hristiyan teolojilerinin antinomisini vurgulamak olarak yorumlanmalı: İnanmayanların selde boğulmayı tercih etmelerinin bilgeliği Nuh'un gemisinin dar Onto-Teolojisinden kurtulup; adeta bir vecd halinde, Tanrı hayretiyle Tanrı'nın bilgisinin engin denizinde boğulmalarına imkan tanımaktadır. Buradaki teoloji diğerine göre kapsayıcıdır çünkü Sufi'nin Tanrısı hiçbir sıfatla tanımlanamadığı için farkları yok edendir. Köleliği köleden kaldıran Yapı-Söküm'cüdür.
1 note · View note