Tumgik
#nefret eylemi
elihandro · 2 months
Text
Hafifliyorum, hafiflemek; dünyanın en şükredilesi eylemi, ezildiğin bunca ağırlığın altında. Yıkıldığında altında kaldığım hayatımdan, taşların, hislerin altından yazıyorum, onca yankının arasından, boğuk sis bulutlarından yazıyorum. İçime çektiğim bu, hava değil, yetmez.
Yetmez. Aynaya bakarak yazıyorum. Bahar gibi olmayan bahar aylarında alnıma konan sineklerden, suratıma tel tel düşen saçlarımdan, boynumdaki susuzluk çizgilerinden, geniş alnımdan, yuvarlak çenemden, ifadesiz suratımdan nefret ediyorum, ifadesiz, ifadesizim. Sevmiyorum.
4 notes · View notes
oluncesevemezsen · 6 months
Text
İlk taşı günahsız olanınız atsın' demiş peygamberlerden İsa, kimse atamamış. Bir nebze dürüstlük varmış içlerinde demek ki o zamanlar. Şimdi olsa sen bana iftira mı atıyorsun diye onu da taşlarlardı. Genel anlamda herkes hoşgörülü, vicdanlı sevgi kelebekleridir. Ama tıpkı aynı isanın 'öldürün' de demesi gibi, çıkarlarına uymayan en ufak bir olayda kişiye karşı nefret kusarlar. İşin tuhafı, hiç çelişik gelmez bu durum kimseye. Barış için savaşır, sevgi adına öldürür, aşkı için döver söver insanlar. Fikri ayrı, zikri ayrı, eylemi ayrı, güya yaratılmış en üstün varlıklar kendilerince. Kılavuzları da karga olunca tabi burunları hiç boktan çıkamamış yüzyıllar boyunca. Ve bu yüce tür tükenmedikçe de çıkamayacak.
3 notes · View notes
seslimeram · 8 months
Text
Yalanlar Hayatı Ezip Geçerken...
Tumblr media
Bir tevatür değil, hakikat kılınmış olagelen yalanlarla birlikte hayatın biricikliği ayaklar altına alınıyor. Hepsi hepsi belirli, sınırları bariz bir ömrün var edilebildiği bir gıdım saha, yer, toprak parçasında olmakta olanın cerahati bu hayat kurgusunu tümden, aralıksız bir halde yıkımla dönüştürülmesini imliyor. Bir tevatür değil doğrudan akla / fikre / bedene yönelik politik bir cerahat istemi ve imaliyle yaşama eylemi eksik kılınıyor. Duraksamak nedir bilmeden biçimlendirilmiş olagelen hamleler bütünüyle yaraları hep yepyeni olan yaraları var ediyor. Binbir badirenin ortasında yaşama tutunmaya çalışanların gözlerinin önünde küfelere yepyeni yükler ekleniyor. Tükenmek nedir bilmeyen bir sınama halinin içinde modern zamanların, yenilikçi nam despotik devletleri hayatı hiç kılmaya ant içiyor. Her gün her anlamda bir hayat memat meseline dönüştürülüyor. Bir yazgı bariz bir karar ya da ihtimalmiş gibi bu coğrafyanın her gününde belirgin bir karanlıkla baş başa terk-i diyar ediliyor insanlık. Dünyanın gümbürtüsü içinde geçen yazımızda belirttiğimiz gibi bir karanlık tahakküm evreninde hayat o kapkara halin esiri kılınıyor. Cürümlerle birlikte, bütünleşik yönetimler sayesinde hayatın mahvı eksiksiz kılınıyor.
Bir biçimde yalanların hakikat kılınmasının yolu her gün o mahvı süreğen kılıyor. Burası gibi boyunduruk altına alınmış, her günün ama az ama çok zorluklarla / engellemeler ve bitimsiz bir çıkış / yaptırım haline rehin edildiği yerlerde olagelen tehditlerin gerçekliği, bir biçimde o mahvetme halini de sürekli günceller. İletişim işleri başkanlığı nam yapının bildirdiği / yönergeler doğrultusunda sunulagelen cerahatli akıllar / ön alma hallerinin hep kıyısında yaşamın derdest edilmesi söz konusu edilendir. Yaralayıcı, eksilen, cerahatin tam da ortasında kendi kendine terk olunan insanlık mefhumunun nasıl bilinçle / daimi bir tahakküm nesnelliği ile var edildiği artık afişe olandır. Yalanlar doğru diye bildirilirken ol yalanların hakikat kılınması çabası eksiksiz konulurken, yeniden ve yeniden türetilen kin, nefret ve ayrımcılıkla dışarıya akıl verilirken içteki yaralar çoğaltılır. Tümüyle dünyanın en doğrucu ülkesi savı var edilirken eylenen her hamle, ortaya serilen her çabala bir şekil, bir düzlemde olan bitenin mahva sevkinin de nasıl işlevselleştirildiğini göstere gelir. Hiç ama hiçbir insani mefhumun peşinden koşulmayan, her şeyin aralıksız bir girdap halinde, gümbürtü içerisinde zehir zemberek hallerle boğuntuya konulduğu bir zeminde onca nutuk, o kadar laf, bir dolu fikriyatın boşa heder edilmesi, karşılığının dipsiz bir karanlık kılınmasıdır mesele. Yeni yüzyılında bildik ezberleriyle yol arayan bir menzildeki cürüm bütünleşik hallerin yekununda çıkagelen tablodur mesele.
Sınırın dışında Ukrayna’ya doğrudan saldıran Rusya’nın var ettiği savaşın yirmici ayının geride kaldığı şu günlerde o yıkıcılık hallerine arka kapıdan el açan, bir yana gülücükleri, diğer yana bombaları, insansız hava araçlarını, istihbarat çalışmalarını var eden bir yerden ülkeden meselimiz ortaya çıkabilir. İkili oynamaların paralelinde, kentlerin talan edilmesi sınırlarının hiç edilmesi ve aralıksız zulme bir yandan var ettikleriyle arka çıkan -Türkiye- meselin özünü bildirir. Yalanın, riya ile birlikte işlevselleştirildiği, ticari anlaşmaların ardı kovalanırken, cerahatin bir biçimde yeniden biçimlendirildiği bir kırıma taraf olmasının ne kadar hazin bir sureti / eylemi var ettiği televizyonlarda arada sırada görülen kıyım hali ve bitimsiz bombardımanlardan belirgindir. Bu suçun bir başkasını, Azerbaycan sınırları içerisinde kalakalan geçersiz konulduğu zikredilen Artsakh’ın 2020 yılından bu yana süren istimlak / yok edilmesi sürecinde de görürüz. Yalanların Azerbaycan ile birlikte var edildiği, önce onlar başlattı, otuz bir yıllık intikam, rövanşımız çok ağır olacak diyerekten kurumsallaştırılan bir kin ile önce yıllar sonra bir savaş var edilir. 6000 Ermeni, 4000’in biraz daha üstünde Azeri’nin can verdiği bir kırım hali var edilirken, yerli ve milli medya insansız hava araçlarının isabetinden, baş amirin damadı olagelen bir temsili değil sahiden insanlık suçlusu bir zatın firmasının güzellemelerine yer verilir. Bunların bunca yalanların kıyısında, dokuz ayı aşkın insani ihtiyaçların yok sayılması / esirgenmesi neticesinde daha geçen ay yüz yirmi bine yakın insanın bir günde topraklarından / yurtlarından edilmesinin utancı hangi yana düşecektir ki sahiden? Riya ile yalanların birlikteliğinde cürümler ardılı sıra güncellenirken kim / neyin / ne şekilde hesabını verecektir ki sahiden?
Burnumuzun ucunda devam eden İsrail – Hamas / Filistin meselesinin var ettiği bir başka boyutunu meramımıza Evrensel Gazetesinden iliştirelim: “İsrail'de Hamas tarafından esir alınan İsraillilerin kurtarılması için Savunma Bakanlığı önünde gösteri düzenlendi.
Yediot Ahronot gazetesinin haberine göre, Tel Aviv’deki Savunma Bakanlığı önünde yaklaşık 200 İsrailli toplandı. Netanyahu hükümetini protesto eden grup, esir alınan İsraillilerin serbest bırakılmasını isteyerek ateşkes talep etti. Eylemde Netanyahu’nun istifası talebi de dile getirildi.
Hamas’ın 7 Ekim saldırısında 300’ü asker yaklaşık 1500 İsraillinin öldürüldüğü açıklanırken, Gazze’ye götürülen 200 kadar da rehine olduğu duyurulmuştu. Bunların bir kısmı askeri bir kısmı sivil rehineler.
İsrail Ordu Sözcüsü Daniel Hagari, son açıklamasında rehin alınanların sayısının 212 olduğunu bildirdi. Hamas ise dün ABD ve İsrail çifte vatandaşı olan anne-kız iki rehineyi serbest bıraktı.
Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el Kassam Tugaylarının sözcüsü Ebu Ubeyde iki rehineyi daha serbest bırakma niyetlerini arabulucu Katar’a bildirdiklerini ama İsrail’in bu kişileri almayı reddettiğini iddia etti.
Ebu Ubeyde, “Katarlı kardeşlerimize, Nourit Yitshaq ve Yokhefed Lifshitz’i de insani gerekçelerle ve karşılığında hiçbir şey beklemeksizin serbest bırakacağımızın bilgisini verdik. Fakat İsrail işgal hükümeti onları almayı reddetti” ifadelerini kullandı. İsrail ise iddiayı kabul etmiyor.”
Bir tevatür değil doğrudan yalanların hakikat kılındığı zeminde, bir tufan kopmaya, cerahat eliyle hayatlar yağmalanmaya devam olunuyor. Netanyahu’nun kumaşının, ol Hamas’ın silahlı kanadından pek de farklı olmadığının açığa düştüğü bir zeminde cürüm üstüne cürüm, ölüm üstüne ölümler var ediliyor. Sadece 22 Ekim-23 Ekim arasında bütün bir gece boyunca üç yüz kadar hedefe bombaların yağdırıldığı, dört yüze yakın insanın canının hiç edildiği bir kırım var edilir. Tek bir günde birkaç yüz insanın hayatlarının aleni bir biçimde çalınmasının dert olunmadığı bir zeminde kurulan her yalandan mülhem cümleyle bir başka cehennem imgesi yenilenir. Bir tevatür değil doğrudan akla / fikre / bedene yönelik politik bir cerahat istemi ve imaliyle yaşama eylemi eksik kılınır. Ortadoğu’nun en kestirmeden hakikatin alaşağı edildiği bir cerahat sarmalına rehin edildiği yere dönüştürülmesinin utancı aralıksız üçüncü haftasına ilerlemektedir. Böylesi bir ince hesap kitapla, Gazze’de tüm alanda sıkışa kalan insanların hayatlarının hiç, hemen burunlarının ucundaki Kfar Azza’dan, Siderot’a, Aşkelon’dan Ashdot ve Tel-Aviv’e pek çok başka yerdeki öteki sanılanların da yok addedildiği bir girdap, insan elli bir yıkım / cendere sahası var edilir iyi de hayat nerede var edilebilecektir ki!
Bianet’ten aktaralım: “İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıları bugün itibariyla 17. gününde sürerken, Batı ana akım medyasının da İsrail yanlısı yayınları devam ediyor.
İngiltere merkezli Sky News'in haber programına katılan Filistinli gazeteci ve insan hakları savunucusu Yara Eid, kanalın kullandığı manipülatif ve yanıltıcı dile tepki gösterdi.
Yara Eid 'ahlaki sorumluluğu' hatırlattı
Sunucu Gazze'deki durumu anlatırken İsrailli kayıplardan "öldürüldü" (İngilizce "killed") diye bahsederken Filistinli kayıplar için ise "öldü" ("died") kelimesini kullanınca gazeteci Eid, yorum yapmaya başlamadan önce şunları dile getirdi:
"Neler olup bittiği hakkında konuşmaya devam etmeden önce şunu söylemek istiyorum, neler olduğunu ilk anlattığınızda 'İsrail'de bin 400'den fazla kişi öldürüldü, Filistin'de ise 4 binden fazla kişi öldü' dediniz. Bence bu dili kullanmak çok önemli çünkü bir gazeteci olarak olan biteni haberleştirmek gibi ahlaki bir sorumluluğunuz var."
Filistinliler öylece ölmüyor
Sky News dışında BBC gibi Batı ana akım medyasının kullandığı manipülatif dile dikkat çeken Eid, "Filistinliler öylece ölmüyor, öldürülüyorlar. Aslında son 75 yıldır etnik temizliğe, soykırıma maruz kalıyorlar" ifadelerini kullandı.
Londra'da yaşayan Eid, sunucunun yaşananları "İsrail-Hamas savaşı" şeklinde tanımladığını ancak bunun böyle olmadığına dikkat çekerek şunları kaydetti:
"Bunu bu şekilde çerçevelemek çok yanıltıcı çünkü bu sanki iki eşit güç algısı veriyor ancak İsrail işgalci bir güç. İsrail'in aynı zamanda Gazze'de yaşayan tüm sivillerin ve çocukların canını koruma sorumluluğu var. Fakat görüyoruz ki öldürülenlerin bin 700'ü çocuk! Yani bu savaş aslında Hamas'a karşı değil" dedi.
"Olduğu gibi haberleştirin"
"Hatta İsrailli sözcülerin çoğu, bunun açıkça Gazze'deki sivillere karşı bir savaş olduğunu söyledi" diyen Eid sözlerini şöyle sürdürdü:
"Biz Hamas'sız bir dünya hayal etsek; Batı Şeria'yı düşünürsek, Filistinliler öldürülüyor, toprak hırsızlığı var, etnik temizlik var, hapsetme var. 170'i çocuk 5 bin 200'den fazla Filistinli, şu an İsrail hapishanelerinde bulunuyor. Bu sadece 7 Ekim'de olanları sulandırmak değil, bu 75 yıllık bir işgal, Filistinlilerin etnik temizliği ve soykırım. Ve bir gazeteci olarak neler olup bittiğini haberleştirmeniz ve olduğu gibi söylemeniz gerekiyor."
Manipülasyonda ısrar
Eid'in tepkisi ve konuşmasını gözardı eden sunucu manipülatif söylemine devam ederek bu kez de Eid'e "Hamas İsrail'e saldırı başlattığında bir Filistinli olarak bundan sonra ne olmasını bekliyordunuz?" diye sordu.
Sunucunun yanıltıcı dilini tekrar etmesine şaşıran Eid, sözlerini "tekrarladığı için özür" şunları söyledi: "Bu yanıltıcı çünkü 7 Ekim'deki saldırıyla ilgili olup bitenleri sulandıramazsınız. Hadi 2014 hakkında konuşalım, hadi 2021 hakkında konuşalım. Tüm saldırılar hakkında konuşalım. Gazze hakkında konuşalım."
Bir tevatür değil, hakikat kılınmış olagelen yalanlarla birlikte hayatın biricikliği ayaklar altına alınıyor. İsrail devletinin aradığı fırsatı var eden El Kassam Tugayları / Hamas vs. isimlendirmelerin ardından çıkagelen yegane şey yalanlarla birlikte bir yıkımın sahiciliği olur. Baş efendinin gün aşırı, propaganda faaliyeti olarak Hamas güzellediği bir zeminde cürmün, yıkımlara, nihai anlamda daracık bir menzilde sıkış tepiş hayata tutunan Filistin’in Müslüman, Arap, Ezidi kimliklerinden mülhem yapısının köküne kibrit suyunu dökmek için var edildiği de bir kenarda işlenmeye devam olunandır. Bir tevatür hali değil artık kesintisiz bir güç savaşları içerisinde sıradan hayatların izlerinin ezildiği, yaşamsal ol haklarının talan edildiği bir zamanı arşınlıyoruz. Dün Ukrayna, dün Tigray, dün Artsakh, dün Yemen, dün Rojava ve dün pek çok başka yerde, zeminde var edilmiş olanın her nasıl yeniden imal olunabildiğini İsrail’de, Filistin’de ve onun bir parçası Gazze Şeridi sınırlarında görüyoruz. Bildiğimiz tüm anlamlarıyla barışma mefhumuna sahip, sahi ama sahiden de sahip çıkamayacaksak birlikte, bütün o zorbaların, zorbalıklarında hiç edilmek istenen hayatlarımızla kurbanlık sıramızı bekleyeceğiz. Düşünür müydünüz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Photo Courtesy::: Amir COHEN – Reuters via The Jerusalem Post
3 notes · View notes
h4s4n4n · 2 years
Text
Özlemenin altın kuralı, ayrıldığınız andan itibaren artarak kendini göstermesidir. Yeniden görüşmek durumu varsa, güzel hissiyat ve heyecan duruma ayak uydurur. Kötü kısma geçelim. Özlemeye başlamak ve bir daha görmeyecek olmanın kesinliği durumu ikiye katlar. Ağrı kalbin üst kısmından başlar ve genişleyerek artar. "Artık o yok" gerçeği sert bir yumruk gibi karına iner. Onu hatırlatan anılar, fotoğraflar, sesler şarkılar durumu daha da zorlaştırır.Kabulleniş başlar. Bu kabullenişin güzel yanı, zirve yapan o özlemek duygusunun ibresi yavaş yavaş düşer.Daha az akla gelmeye başlar, ona özel eşyalara karşı daha vurdumduymaz olursunuz. Sizinle olmadığı her an nerede neler yapabileceği ihtimalindeki kötü her düşünce sizi ondan biraz daha uzaklaştırır. Bu periyotta içip aramak eylemi artık yapılmamaya, eski mesajlarını okumak davranışı tekrar etmemeye başlar. Bu süreç sizi güçlendirir. Güzel olan sonra gelir. Bir zamanlar hayallerinizin tek kahramanından sizi o halde ve biçimde bıraktığı için nefret eatmeye başlarsınız. Özlemek azalır, azalır, azalır..Asla unutmayacağınız tek şey sizden aldıkları olacaktır.Onları geri alamazsınız,çöpe de atamazsınız. Kalbinizdeki kesik onun size armağanıdır.Ne zaman bir şarkı çalsa kutuyu yeniden açarsınız..Sonra yavaşça,bir başkasının geride bıraktığı olmaktan çıkarsınız..
Merhaba..
24 notes · View notes
furkaneneserata · 11 months
Text
BEDENİMDEN ÇIKAN SAHİPSİZ ÇIĞLIKLAR
Hiç olmadığı kadar sessiz ızdırap dolu çığlıklar. Hiç bu kadar çaresiz görmemiştim onu. Kurduğum eziyet aletleri çalışmaya başladı. Elektriğin hızı ve azabı içine işler o makinenin. Verdiği komutların acımasızlığı aletlerimi korkutur. Bağırır çağırır ama nafile,kurtuluşu yoktur bu lanet odanın. Oda zamandan muaf, gözyaşlarım ise durmadan sel olur göz yuvalarında.
İnsanım dayanamıyor. Gücü artık yetmiyor. Sadece ağlıyor. Çin işkencesinin bir hiç olduğu bu referans karşısında titriyor. Çaresizliği benim bile içime işliyor. Artık ben bile acıyorum. Artık ben bile acıyorum.
Tutunma noktasının önemi hiç olmadığı kadar seyrek. Cam misali içinden görülen bu manzara, bedeninin içinde arsız bir palyaço gibi dans eder. Onu gülerek zehirlemeye devam eder.
Hissediyorum. Gücümü hissediyorum. Vücudumun her yerinden taşıyor. Ama bu güç, diğer tarafın güçsüzlüğü ile nötrleşir. Nötr olan bir değer artık gerekli midir?
“Yapma” der. “İstemiyorum” der. Onu dinler miyim? Ne zaman iyi bir dinleyici oldum? Şayet ki iyi bir dinleyici olmak, eylemsizliği kapsıyorsa o zaman başarabilirim. Ama başarmam sadece bozguna kapı açar.
Anıları, değerleri, mekanları, zamanları kısacası sahip olduğu bir avuç güzelliği sildim. Hatta o kadar çok ileri gittim ki, hiçbir şeyi bile elinden aldım. Elinde artık hepsi var. İstediği kadar oynasın. Zaten elindeki oyuncaktan farksız.
Bazı şeylerin gereksinimleri çok ağırdır. Bu benim elimde olan bir şey değil. Ben mi suçluyum? Yoksa bunları göze alan o mu? Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Sonu belli olmayan bu gülünç yol, bazen kibir bazen de mutluluk dolu.
Olan olmuşsa özür dilemenin ne anlamı var? Yok edilmişse bir kale, tuğlalara özür dilemek onları ne kadar teselli eder? Önemli olan teselli etmek midir? Tuğlaları alıp yeni bir kale mi inşa etmek gerekir?
Cevapların manasızlığı içime işliyor. Kelimeler beynimde dans ediyor. Ettikleri dans beni çıldırtıyor.
Acı, ey şerefsiz! Tarafsız acı! Neden beni seçtin? Sana layık mıyım? Yoksa sadece bir kuklan mıyım? Bana cevap ver! Cevabın o kadar saydam olsun ki, senden yine hiç olmadığı kadar nefret edeyim!
Ciğerlerim kırılsın. Beynim sussun. Midem kussun. Yeter ki içimden çıksın.
Seninle bir bağım yok. Sadece sana katlanabilirim. Seni sadece kullanabilirim. Kullanmamı kabul edecek kadar aşağılıksan bedenimi terket. Benimle yüzleş! Biliyorum ki seni anlayamayacağım. Aramızdaki gereklilik bağı sadece sayfalarca soru. Kafam karışıyor. Beni salak gibi hissettiriyor.
Kıvrınmam, nefes almaya çalışmam beni duygusallaştırıp dengesiz yapıyor. Kaosa olan açlığım ve deneyimsizliğim her geçen gün çatışıp yeniden dost oluyor. Atlatabilmek mümkün mü ya da gerekli mi bunu ancak o söyleyebilir. Onun cevabını bekleyeceksem bırakın da aşımı vurayım.
Hayatımı bu canbazın onune sereceksem, hilemi de büyütüp onun karşısına çıkarayım. Şiirlerim ve saçmalıklarım yanmayan sigaranın tehditine benzesin. Sadece yanıltsın ve gardını aldırsın.
Merak etme, senden kaçmıyorum. Senin gibi bir illeti bırakmak benim gibi rezil bir insanın gururuna hakaret olur. Sadece seni uyarıyorum. Çok gittin. Çok yürüdün. Dinlenip dinlenmemen gerektiğini biraz da ben düşüneyim istiyorum. Buna karar verip veremeyeceğimi öğrenmek, verecek kapasitemin olmadığını görürsem de kenara geçip kabul etmek istiyorum. Bir yandan senin kölen bir yandan da sahibin olmak istiyorum.
İnsanoğlunun istekleri bitmez. Hep daha fazlası, hep daha ahlaksızı olmak ister. Bağırışım ne kadar terbiyesizce bilmeye çalışmak artık benim etiğime uymuyor. Olmayan başlangıç ve sonun sınırlarını çizmek gereksiz birer uğraştır gözümde.
Yazdıklarım, yaşadıklarım ve düşündüklerim son derece sıradan bir başa sarmadır. Varlığımın getirisi olan amaç ve acıdan korkma eylemi, beni daha çok yavaşlatır ve açık verdirir. Görünen o ki, ben ve parçam olan çaresiz nesil, ne yazık ki bunlara esir kalacaktır. Sitemim ve ağrım yine beni manasız bir tartışmanın içine soktu. Binlerce kelime olsa da potansiyelimin sınırlayıcı evreni, benim çıkmama izin vermeyecektir. Dilerdim ki bir deli olmak. Sınırları fark etmeden şaşırtmak beni o noktalara götürsün. Beni bağışla ve acizliğime ver. Benim haykırışlarım da tarihteki türdaşlarım gibi korkma üzerinedir. Rahatlamak hakkımsa bunu sana sormak isterim.
Başından itibaren bu metin bir ceylanın aslandan kaçışı gibidir. Koşuş sırasında kendini haklı ve masum gören ceylan, yara aldığında anlar suçun onda olduğunu. Farkedilir ki, gözlemler bunu öngörebilir.
Bir kez olsun gerçeği görelim. Bir kez olsun biz üzülelim. Kıskançlığımız bir kez olsun esir almasın bizi.
Mümkün mü?
Aforizmalar/YZ
2 notes · View notes
bihunimeksik · 1 year
Note
Siz uyudunuz mu öğretmenim yoksa öğretmenim değil de başka biri miydiniz… ne diyecektim bak unuttum. Hah!! Hayatsızlar vardır değil mi klavyelerinin arkasında dünyalarını kurarlar. Oyunları vardır hatta yarı yolda bırakmaları. Yetmeyip acılar içinde ölmeni dileyenlerdendir onlar. Yalanları vardır, doğru kelimesini bile bilmediğiniz. Yaşından bile şüphe ettiğiniz. Belki 3 çocuk babası amca gibidir diye düşünüp durduğunuz. Açtım Tumblrı girdim; uzunca da bir süre girmedim. Post düştü önüme, uyuyunca geçer demişsiniz. Öğretmenim, uyuyunca geçmeyen acılar vardır; bir insanın ihaneti gibi. Uykunda bile kabus olan kahkaha sesleri vardır: söyler misin bana, neden sevmek kadar basit bir eylemi bile beceremedi onlar?
İsmimle de gelebilirim, belki bir öğretmen öğretir bana neden sevmeyi bilmediklerini, şans bu ya! Yardım da dilenmiyorum yanlış anlama. Bir erkek, bir kadına ait olmayı nasıl öğreniri merak ediyorum, bir insan neden yalanlar dünyasında savrulur, karşındakini göz göre göre yalanlarıyla öldürür soruyorum. Sabah ezanı okunuyor tam şu an. Konum vermiş gibi oldum ezan saatinden.. bu ezanlara sığınıp ölmesini dileyecek kadar nefret ettim bir adamdan, iyi sabahlar dilerim öğretmenim.
Merhaba Anonim. O saatte uyumamıştım ama sana cevap verecek gücü kendimde bulamadım.
Tabii ki uyuyunca geçmiyor acılar, ertesi gün aynı yerden, kaldığı yerden devam ediyor bazı sancılar. Ama vakit ya da zaman geçiyor bir şekilde uyuyabilenler için. İhanet konusunda yara almayan var mıdır? Bilmiyorum. İnsanız, hamız ve bir çok konuda kurbanız. En çokta güven konusunda. Güven de değil, hayal kırıklıkları. Bir insan giriyor hayatımıza, hayaller kuruyoruz, güveniyoruz. Sonra? Sonrası malum. Aslında üzüldüğümüz nokta güven kırılması ya da o insanın hayatımızdan çekip gitmesi değil de kurduğumuz hayal dünyasının yerle yeksan olması...
Bu dünyada öğrendiğim en önemli ders şu. Ne yaparsak kendimize yapıyoruz ve her şeyin fazlasının zararlı olduğu...
Beklenti içerisinde olmak, umutlanmak, umut içerisinde olmak ve olmayacak bu umuda bel bağlamak... Kendi kendini yiyip bitirmek ve kendi kendini öldürmek...
Uzun bir yazı oldu, okur musun bilmiyorum. Sadece genelleme kısmına katılmıyorum, sadece kadınlar seviyor da erkekler sevmiyormuş gibi bir izlenime kapıldım yazından. Oysa bir çok kadın içerisinde seven bir kişiyi bulamamış, bulduğunu sandığı iki kadını elleriyle toprağa gömmek zorunda kalmış biri olarak söylüyorum ihanet iki taraflı, aldatmakta, aldatılmakta. Erkeklerin de kadınların da aldatıldığı bir dünyada yaşıyoruz...
Neden yalan söyler sorusuna cevabım "Ego Tatmini" ve "seni (ya da bir başkasını) elde etme tutkusu"
Son olarak isminle gelebilirsin, istediğin gibi konuşabiliriz ya da anonim olarak içini boşaltabilirsin. Sana bırakıyorum.
5 notes · View notes
h-angst-er · 8 months
Text
8 Ekim 2022
"Bir Yaz Gecesi Rüyası..." Bu arkadaş grubuna baktığında, Mavi'nin tek düşünebildiği bu tiyatro oyunuydu. Cemre'nin veziri olduğu grupta, Hazal basit bir piyondu. Berk şahtı. Ege'yle Çağrı da kaleler idiler. Grup daha kalabalık olsaydı, fil ve at rolleri de belirlenirdi elbette... Mavi, Cemre'nin Berk'le Ali tarafından paylaşılamamasına tahammül edemiyordu. Aslında, Ali'yle Berk'in böyle bir çatışması yoktu, ama Mavi öyle yorumluyordu. Nasıl olsa, "Bir Yaz Gecesi Rüyası" gibi oyunların yorumu, kişiden kişiye göre değişmez miydi...? Asıl olan şuydu, Lysander da Demetrius da Hermia'ya âşıktılar; ama onlar, Hermia'dan vazgeçip yönlerini Helena'ya çevirmeliydiler. Demetrius'la Helena'nın geçmişteki ilişkisi de, Mavi'nin küpeyle suçlandığı zamana denk geliyordu.
O piyano saatini, Cemre'nin dolabına Mavi koymuştu, bunu, katil olduğunu bilmeden yapmıştı. O vakitler, okulun en popüler kızına savaş açan gizli bir düşmandı ama, şimdi elinde öyle bir koz vardı ki, her an kimliğini belli edebilirdi; Mavi, o saatin içindeki kayıtlara ulaşamamıştı henüz, ama bu gerçekleşmeden bile bilebilirdi, o saatin bir koz olduğunu. Cemre'nin iplerini ele geçirmeye, çok az kalmıştı. Saat işliyordu, tik, tak, tik tak... Cemre Yılmaz'ın aleyhine işliyordu zaman.
Bu hikâye, "Bir Yaz Gecesi Rüyası"na çok benziyor, Mavi'yse onlar gibi olmak istiyor. Eskisi gibi... Aslında istediği Cemre gibi olmak, ama bunu kendine itiraf edemiyor.
Atacağı en ufak bir adımın bile, Cemre'nin herhangi bir eylemi kadar ses getirip getirmeyeceğini bilmiyor, okulda. Evet, Ali'ye gerçekten âşıktı Cemre, bu yüzden Mavi de biraz hayranlık duyuyor adama, ama bu konuda harekete geçse, farzı-misal bütün okulun önünde Ali'ye ilanıaşk etse, kimse kendisinden taraf olmaz. Çünkü sevgilisi olan bir adama yürümüş olur. Mavi'ye, kendisine taraftar çekebileceği bir hedef lazımdı...
Mavi, kendi hikâyesini Cemre'ninkine benzetecekti. Bunun için çoktan harekete geçmişti bile, önce "abur-cuburları" tıkınıp, sonra kusturuyordu kendini. Aslında Mavi için Cemre'nin okuldaki diğer bir sürü kızdan -veya erkekten— daha ilginç olmasının tek bir sebebi yoktu. Mavi ona acıyacak filan değildi. Her şeyini kaybetmesi lazımdı Cemre'nin... Kardeşinden sonra babası gibi, annesini de... Bu Cemre'yi çözmekte başarılı olamıyor Mavi, çetin bir cevize benziyor Cemre Yılmaz, Mavi'nin nedenlerden biri de bu, zor bir hedef olması Cemre'nin. Lise öğrencileri ve onların klikleri, genç bir kızı kraliçe arı ilan etmeye bayılır, sonra da onun düşüşünü görmek isterler, devrik bir kraliçe... tacını düşürmüş bir ana kraliçe, sonra da yeni bir Heather çıkar ortaya, ve Heather Chandler'ın tahtını alır bu güç savaşında...
Mavi'nin hikâyesi, halen Cemre Yılmaz'ınki kadar ilginç değil. O kadar ilginçleşmesi için, gün sayıyor Mavi; o büyük yüzleşme için. Ama tabii buna daha var. Bu, planının en tehlikeli ve zahmetli kısmı olduğu için, bunu bekletecek.
Neticede Mavi bir taklitçi... o 8 Ekim günü, okula vardığında, Kenan'ın yeni icadı olan "abur-cubur" otomatlarının başında, bir bisküvi için bozuk para attı makinenin içine. Kırmızı paketindeki o bisküvi, tam aşağı düşecekken durdu, lanet olsun, arızaya bağlamıştı otomat. Mavi, öfkeyle makineye vurmaya başladı, tam da Cemre Yılmaz'ın yapacağı gibi. Fakat son zamanlarda peyda olan, kendini kusturma alışkanlığı yüzünden zayıf düşmüş, gücünü o makineye yetiştirememişti... Son çare olarak, aynı bisküvi için bir metelik daha attı. Böylelikle, arkadaki bisküvi paketi, sıkışan öndekini itecek ve, ikisi birlikte düşecektiler. Nitekim öyle oldu. Mavi'nin, tıkınacağı iki paket dolusu bisküvisi oldu. Tıkınacağı ve yine kendini kusturacağı...
Cemre'den nefret ediyordu Mavi. O kadar çok nefret ediyordu ki; kızın kaşlarına düşen kumral kâküllerden, yeşil gözlerindeki Ali'ye bakışlarından, utanmadan Berk'in ellerinden tutuşundan, sanki masum bir melekmiş gibi bazen beyaz giyinişinden... tam bir "pick me"ydi Cemre Yılmaz. "En iyi ben koşarım Ali, en iyi ben yüzerim Berk, yok efendim, annem beni sevmiyor Vefa...!" Tabii ya! Vefa yaşarken bir de o çocuğa kendini acındırıyordu. Düşmanını çok iyi tanıyordu Mavi, kardeşinden kalan o oyuncak tavşanı biliyordu, duvarına astığı Yuno Gasai posterini, telefonunun zili olan Pamela'nın o iğrenç "İstanbul" şarkısını biliyordu, her şeyi biliyordu Cemre Yılmaz'a dair ama, elinden bir şey gelmiyordu...
"Çok yakında senle hesabımızı göreceğiz Cemre..." diye kendine fısıldadı. "Hem de çok yakında..."
*****
Çağrı'nın, kliniğe yatmadan önce bir şartı vardı. Son bir güzel gün geçirmek... Ege, onu nereye getireceğini biliyordu. Çocukluklarından beri hep gittikleri lunapark, gündüz vakti nasıl görünürdü acaba... bu lunaparkı farklı bir gözle görmekten ibaret değildi durumları, Çağrı'yı da farklı bir gözle gördüğünü millete göstermek anlamına da geliyordu bu, aynı zamanda...
"Ege," dedi Çağrı, "Çok belli ediyorsun."
"Eee, n'olmuş yani?"
"Herkes benim kadar anlayışlı olmayabilir."
"Olmasınlar," dedi Ege, ve elini cebine attı. "Bu konuşur."
Ege'nin cebinden çıkan, yüz TL'lik bir banknottu. İyi güzeldi de, ya yoksul olanlar? Onlar saklanmamaktan korkmamak nasıl bir histir, neye benzer, biliyorlar mıydı acaba? Ama hayır, Çağrı bugün bunları düşünmese daha iyiydi, zaten felekten bir gün çalma fikri, kendisinden çıkmıştı...
Okulu kırdıkları o gün, hava da açıktı ve buna rağmen parlıyordu lunaparkın oyuncakları. Havaya doğru, nerede olduğu belli olmayan bir alet, baloncuk üflüyordu. "Sana dondurma ısmarlamak isterdim, ama dün çok... hastaydın."
"Evet... biliyorum."
Ege hatırlatmak istemezdi, ama yaşanan şeyleri inkâr da edemezlerdi. "Ben sadece acıktığını düşündüm..." dedi.
"Ve açlığımı bir dondurmayla geçiştiriverecektin, Ege?"
"Aç mısın ki?"
"Sanırım şeker yeter."
"Yok artık..."
"Yanlış anladın... Pamuk şeker, demek istedim."
"Ona da yok artık. Tozluyakalılar gibi ezik miyiz biz?"
"Hayır, çocukken yerdik, diye dedim..."
"Evet..." dedi Ege. "Gökkuşağı renklerine bezeli pamuk şekerleri severdin sen. En tepede mor renk şeker olacak, ortada mavi, en altta da sarı..."
"Gerçekten hatırlıyor musun? Burcundan ileri geliyor herhalde..."
"Yay'ın böyle bir özelliği olduğundan emin değilim."
"Yay için, içi dışı bir, denir."
"Pamuk şekeri hak ettin," diye gülümseyen Ege, o banknotu şekerciye verdi. Çağrı, pamuk şekerinden bir ısırık alıp, şekerciden birkaç adım uzaklaşmıştı ki, Ege'nin sözleri üzerine şeker boğazına kaçtı:
"Oğlak için, ibnelerin burcu, derler."
"Ben ibne olmadığım için sorun yok."
"Bütün ibnelere baktığında Oğlak olduğunu göreceksin: Ricky, Marilyn..."
"Hangi Ricky, hangi Marilyn?"
"Soyadlarını söylemeye cesaretim yok, duyarcı tayfayla uğraşamayacağım şimdi..."
"Uluorta ibnelikten bahsetmeye cesaretin var, ama Ricky ve Marilyn'in soyadlarını zikretmeye cesaretin yok, öyle mi?"
"İşte tam da bu yüzden... her eşcinsel, duyarcı olacak diye bir şey yok. Belki LGBT'ye eklenen her bir yeni harfin, bu 'komüniteye' zarar verdiğini düşünüyorumdur."
"Nereye gideceğiz?" diye sordu Çağrı kayıtsızca.
"Hızlı trenden başlayalım... sonuçta en adrenalinlisi o..."
"Olmaz, G kuvvetine gelemem! Yani normal zamanda olsaydı, okay ama... şu anda ben, ben değilim. Yani ben Çağrı değilim. Açıklaması zor... Çağrı... Benim adım... annem vermiş. Basit bir ad, beş harf, iki hece... Unutması çok kolay... ben... saçmalıyorum galiba. Kokainin en kötü tarafı da bu... seni bol bol konuşturuyor... bol bol saçmalatıyor..."
"Biz de konuşmakla vakit kaybetmeyelim," diyen Ege, bir adım yaklaştı. "Buraya konuşmaya mı geldik? Hızlı tren yoksa... gondola binelim."
İhtimaller zayıf, neden Ege'nin umudu yüksekti? Nasıl Çağrı'nın onu, onun Çağrı'yı gördüğü gözlerle görmesini sağlayabilirdi? Ege, istediği her kızı tavlayabilirdi, çünkü aslında bu kızların hiçbirini istemiyordu. Çağrı'ysa halen pamuk şekerini bitirmemişti. Gondola binene kadar o, kayıtsızca şekerini kemirmeye devam etti. "Sen de biraz al."
"Olmaz, onun hepsi senin için."
"Daha fazla yersem midem bulanacak."
Ege, mecburen Tozluyakalı ezikler gibi o pamuk şekerin kalanını bitirdi. Çağrı'yıysa, gondol yormuştu; ama Ege'ye çaktırmadı. Zaten Ege'nin bir sonraki sürprizi, yorgunluğunu alacaktı. Bir palyaço...
"Bu sesi siz de işitiyor musunuz?" diye sordu gençlere. Çağrı'ya tanıdık gelen bir sesti, ama çıkaramıyordu.
"Hayır?" diye cevap verdi.
"Size bu sesin nereden geldiğini söylerim..." dedi palyaço. "Karşılığında, bu balonu alacaksınız."
"Bu çok saçma," dedi flamingo şeklindeki balona bakan Çağrı. "Anlaşmalar böyle yapılmaz. Bu o kadar saçma ki, bundan daha saçma bir şey varsa, o da cesetlerle ilgili bir tekerleme söyleyen bir papağandır..."
"Çağrı..." dedi Ege. "Bugün felekten bir gün çalacaktık. Vefa, Vedat, Ali, Veli, kırk dokuz, elli... bunların hiçbiri gündemimizde olmayacaktı."
"Tamam. Ama bu çok korkunç... bu palyaçoyu kime benzettiğimi hatırladım, ve bu pembe balonu istemiyorum."
"Bu ses..." dedi palyaço. "Karınlarınızdan geliyor. Siz acıkmışsınız. Sizi güzel bir piknik yerine götüreyim ister misiniz?"
"Valla' olur," diyen Ege, palyaçonun oyununa uydu.
Çağrı'yıysa bekleyen, envaiçeşit yiyeceğin olduğu bir piknik örtüsüydü. Palyaço,
"Lütfen bu balonu kabul et," dedi Çağrı'ya. "Bu elimdeyken, konserime başlayamam..."
"Bu da çok saçma," dedi Çağrı ama, yine de balonu aldı ve palyaçoya, nihayet biraz harçlık verdi. Palyaço, gelen harçlığı beğenmiş olacaktı ki; gerçekten de nereden çıkardığı belirsiz bir "ukuleleyle", tek kişilik bir konser vermeye başladı. Söylediği şarkı, çok eski bir şeydi, belki kendi on yedi yaşlarından bile eski bir şarkı... Rafet El Roman'dan "Yalancı Şahidim"di. Çağrı, palyaçonun kim olduğunu bulmayı kafaya koymuştu ama, kendisi düşüncelere dalmışken, elinde bir dokunuş hissetti. "Çok belli ediyorsun," dedi tekrar Ege'ye. Ege, onu duymazdan gelerek,
"Biz de en kısa sürede müzik yapmaya başlamalıyız..." dedi. Çağrı da onun sözlerini tınlamadı bu kez. Başını, usulca onun omzuna koydu... Gamsız diye nam yapmış Ege'nin, hissettiği bu dokunuşla badem gözlerinden, belki uzun süre sonra ilk kez yaşlar döküldü. Bu yaşları, annesiyle babası ayrılıp gitmeye karar verdiğinde dökmüştü en son.
"Ege..." dedi Çağrı. "Palyaçonun balon ısrarını sonunda hatırladım. Sen de anımsıyor musun, buraya üç kişi gelmiştik, bir gün..."
"Evet... Berceste teyzenin ölümünden sonraydı. Berk'e de böyle bir balon satmıştı zorla, ama beyaz. Sonra Berk ne demişti, hatırlıyor musun?"
"'Allah'ım...' demişti. 'Annemi benden kopardın. Şimdi, onun yerine bana birini vermek zorundasın. Bana bir kardeş gönder, bu balondan beyaz leyleğinle... Bu dileğimi gerçekleştirmen için, sana bu beyaz balonu adadım."
"Biz Berk'in kardeşleriydik, ama bizi hiçbir zaman kardeşi olarak görmedi bence..."
"Sen de beni kardeşin olarak görmedin."
"Ama benim durumum farklı. Ben seni seviyorum."
Ege'nin o kelimeleri kullanarak, aşkını itirafı üzerine, palyaço konseri bitirdi. Onun için, konser verdiği çift bir kız ve bir erkek, veya iki kız, ya da iki erkek... fark etmezdi. O, mangırlara bakardı. Bir yüklü bahşiş de, Ege'den aldıktan sonra, konser yerini terk etti. Çağrı,
"Ben de bu balonu adayacağım..." dedi. "Ben seni sevmiyorum ama, bir gün sevmek istiyorum."
Çağrı ondan sonra, flamingodan balonu bıraktı özgürlüğe kavuşsun.
1 note · View note
cahiliyedoktoru · 2 years
Text
FARABİ’NİN DUASI 
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlıyorum! 
Ey Zorunlu Varlık! 
Ey sebeplerin sebebi, ezelî ve ebedî olan Allah’ım! 
Beni yanılgılardan korumanı, bana senin hoşnut olacağın eylemi emel yapmanı istiyorum! 
Ey bütün Alemlerin Rabbi olan Allah’ım! 
Bana bütün iyi hasletleri bahşet, işlerime güzel neticeler ver, gayelerimde ve isteklerimde beni başarılı kıl!
Evrende nehirlerin coşkun aktığı gibi akan yedi yıldızın sahibi, aydınlatıcısı Rab! 
O yıldızlar, O’nun iyilikleriyle, bütün cevheri kuşatan iradesiyle işlerini yaparlar. Zuhal, Utarit ve Müşteri gibi yıldızların bizzat kendilerinden bir şey beklemem, ben hayrı, her şeyi senden beklerim! 
Allah’ım! Bana güzellik elbiseleri giydir, iyilik ve güzellikler ver. Peygamberlerin kerametlerini ve zenginlerin saadetini, bilgelerin ilimlerini, muttakilerin mutlulukların ver! 
Allah’ım! Beni mutsuzluk ve yokluk âleminden kurtar! Beni kötülüğe bulaşmamışlardan, sevgiyle bağlı olanlardan, dosdoğru kişiler ve şehitlerle birlikte gökte yaşayanlardan eyle! 
Sen öyle yüce bir varlıksın ki, senden başka ilah yoktur! Varlıkların yegâne sebebi, yerin ve göğün nuru Sensin. Allah’ım! Bana Fa’al Akıldan bir feyiz bahşet! 
Ey ululuk ve iyilik sahibi Allah’ım! 
Ruhumu hikmet nuruyla süsle! Bağış olarak benim için taktir ettiğin nimeti (şükrünü) bana ilham et! 
Bana hakkı hak olarak göster ve ona uymanın yolunu ilham et! 
Bana batılı batıl olarak göster, beni batıla inanmaktan ve onu dinlemekten koru! 
Nefsimi ilk maddenin yapısından temizle! 
Şüphesiz ki sen, ilk nedensin! 
Ey bütün varlıkların sebebi olan Hak, bütün varlıkların feyzinden fışkırdığı kaynak. Kat kat göklerin Rabbi, onların ortasına kara ve denizleri yerleştiren Rab!
Sana sığınarak, bir günahkâr olarak, sana yalvarıyorum! 
Bu günahkâr ve ihmalkârın suçunu bağışla! 
Ey evrenin Rabbi! Yüce katından bir feyiz ile, 
Nefsimi, maddî ve manevî kirlerden temizle! 
Ey yüce kişilerin, yıldızlar âleminin gökyüzündeki ruhların sahibi Allah’ım! 
Kuluna, şehevî şeylerin, aşağılık dünyanın sevgisi baskın geldi. Sen himayeni, beni hatalara düşmekten koruyucu kıl!
Benim için takvanı, her türlü aşırılığa karşı kalkan yap! Muhakkak sen her şeyin kuşatıcısısın. 
Ey Allah’ım! Beni dört unsurun esaretinden kurtar ve beni geniş katına ve yüce huzuruna al! 
Allah’ım! Bana vereceğin yeterliliği, gücü, topraksı cisimler ve varlıkla ilgili olan düşünceler arasındaki yerilmiş ilişkilerimi kesmem bir sebep kıl; hikmeti ve ruhumu ilâhi alemler ve yüce ruhlarla birlikte olmaya vesile kıl. 
Allah’ım! Benim ruhumu Cebrail vasıtasıyla aydınlat! Aklıma ve duyguma olgun hikmetle etki et! Fizik âleminin yerine, melekleri bana yoldaş eyle!
Allah’ım! Bana doğruyu ilham et! İmanımı takva ile pekiştir! Nefsimde dünya sevgisine karşı nefret uyandır! 
Allah’ım! Benliğimi, geçici şehvetleri yıkmaya karşı güçlü kıl! Ruhumu kalıcı ruhlar yurduna ulaştır ve onu yüce cennetlerdeki değerli, şerefli varlıklar topluluğundan eyle! 
Ey, hal ve söz diliyle konuşan varlıkların önünde olan Allah’ım seni tenzih ederim, şüphesiz ki Sen, o varlıklardan her birine hikmetinle lâyık olduğu şeyi verensin, o varlıklara, yokluğa nispetle varlığı bir nimet ve rahmet kılansın. Öz olsun, ilinti olsun tüm varlıklar senin nimetlerine müstahaktırlar ve nimetlerinin güzelliklerine şükrediyorlar. (Nitekim Sen;) “O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız” (buyurmaktasın). 
Allah’ım seni tenzih ederim, sen yücesin, tek olan Allah’sın, yegânesin, Sen “Birsin, teksin, doğurmayan, doğurulmayan ve kendine hiçbir şey denk olmayan eşsiz ve ihtiyaçsız Allah’sın! 
Allah’ım kuşkusuz ki Sen, benim ruhumu dört unsurdan meydana gelen bir zindana hapsettin ve ruhumu parçalama işini, şehvetlerden oluşan birtakım yırtıcı hayvanlara havale ettin.
Allah’ım! Nefsimi (beni) ismetle yücelt! Sana yaraşan biçimde ona şefkat et! Senden gelen ve sana lâyık olan bir asaletle onu esirge! Gökteki yerine ulaştıracak bir tövbeyi ona lütfet! Kutsal makamına geri dönüşünü (ulaşmasını) çabuklaştır! Nefsimin karanlıkları üzerine Fa’al Akıl güneşini doğdur! Cehalet ve 
sapkınlıkların karanlıklarını ondan uzaklaştır. Ruhumda bilkuvve bulunanı güzellikleri aktif hale getir. Ruhumu bilgisizliğin karanlıklarından çıkarıp, hikmetin aydınlığına ve 
aklın ışığına ilet. (Nitekim sen;) “Allah inananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır” (diye buyurmaktasın). 
Ey Allah’ım! Bilinmeyenlerin gerçek suretlerini ruhuma rüyada göster! Ruhumu karmakarışık kabuslardan, rüyalarında iyilikleri ve doğru müjdeyi görmeye dönüştür! Ruhumu etkileyen duyuların ve kuruntuların kirlerinden temizle! 
Ruhumdan fizikî âlemin bulanıklığını uzaklaştır. Ruhumu, ruhlar âlemindeki yüce makama konuk et! Nitekim Sen! Bana hidayeti nasip eden, bana her şeyde yeterli olan ve beni himaye eden en yüce varlıksın! Hamd yalnızca Allah’a mahsustur. Allah’ın rahmeti ve selamı sonsuza dek kendisinden sonra hiçbir peygamber gelmeyecek olana (Hz. Peygamber’e) olsun. SAV.
(Amin).
6 notes · View notes
sinyallervesistemler · 4 months
Text
bir şeyi yapmaktan kendimi alamıyorsam ve bunun yanlış olduğunu düşünüyorsam soğuyup nefret edene kadar o şeyi yapmaya devam ediyorum. bu farkındalık oluştuktan sonra çok da uzun sürmüyor gerçi eylemi devam ettirmek.
0 notes
morkedisblog · 5 months
Text
Odatv✔instagram team sakın paylaşımı nefret söylemi fetret eylemi deyip kaldırmayın ben de sakatım bir gözüm az görür bir kulağım az duyar bir bacak ve kolum diğerinden hafifçe kısadır kardeşim evlerden ırak tam sakattı Annemin kaza sonucu bir gözü görme yetisini kaybetmiş pıhtılaşma sonucu felç olmuştu yani bu aşağılama değil bu sübyancıların hiçbiri beni şaşırtmadı Clinton-Trump(Don abim)-Bill Gates vs hacı suratları yok michael jackson zaten ifşa oldu İngiliz prensi o ailede Williamdan sonra tek yüzü düzgün kişi oydu neydi ismi Albert-Edward?Beni şaşırtan Hawking oldu hali içler acısı bizim mahallede yaşasaydı yemin ediyorum en başta hamdiye abla her Cuma akşamı iyilik için tencere tencere evine yemek götürürlerdi kız anam kurbanınız olayım nasıl kimi taciz etmiş😨😲Tövbeler olsun yürüyen de debelenen de benden başka herkes bu andirin peşinde (Erzurumlu ninemin deyimi)ne oldu battı mı iyi kaldırın paylaşımı haa Mark biraz salakça ama Adam az değil bakalım onun altından ne b...k çıkacak😈Ooooohhhh şimdi rahatladım bir oyun havası ekleyeyim komşumuzun salak oğlu beytullahın deyimiyle"paramız mülkümüz yok oynayalım çoşalım dünyanın anasını ....."bir zamanlar tvde star yarışması vardı bu deli elemeye gitmiş jüriden bir kişi"sen gine maatbâcılığa devam et senden şarkıcı olmaz"demişti de annesi de"kendini rezil edip herkesi kendine güldürdün"deyip ağlamıştı yok bee sesi felaketti ben bile bu yaşta ondan iyi söylerim😉Herkes beni manyak sanıyor😠
instagram
0 notes
salyangozyazar · 7 months
Text
Bazı şeylere sonradan sahip olabilirim. Bunun için çabalıyorum. Ama öyle şeyler var ki ne yaparsam yapayım benim olması imkansız. İşte keşke dediğim ne varsa sende vardı. Sahip olmak istediğim tüm o özellikler. Belki de senin bir saniyeliğine içgüdüsel olarak yaptığın bir eylemi, çekinmeden yapabilmek için ne kadar çaba vermişimdir. Sahip olduğun özgüvenin yüzde birine erişebilmek için içimde ne savaşlar vermişimdir. Bugün biraz daha kıskandım seni. içimde açtığın, belki senin de ara ara aklına gelen bu yara hiç kapanmıyor. Senden öğreneceklerim vardı, ama hayat öyle bir noktaya getirdi ki sana saygı duymaktan, imrenmekten vazgeçemiyorum. En çok sana sinirlenmek istiyorum. Beni anlamadığın için. Belki de beni istemediğin için. Fakat her ne olursa olsun senden nefret edemiyorum. Sana dair içimdeki sıcaklığı atamıyorum. Bazen bir bakışta, bazen buz gibi geçen bir kaç sözcükte hissedebiliyorum senin de benden nefret etmediğini. Ama böyle olması gerekiyordu işte. Dost olamadık. Düşman da olamıyoruz. Ben sana imrenerek bakarken, sen benim istediğim şeyleri yaşarken bazı şeylere hiçbir zaman sahip olamayacağımı biliyorum. Bu konuda ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Sana öfke duymamalıyım fakat seni sevmek de istemiyorum. Aramızdaki olaylar yaşandığında arkamdan vurulmuş gibi hissetmiştim. Yalnız. Dışlanmış. Ama seni ilk gördüğümde içim ısınmıştı sana, bana karşı anaçtın. Ablam gibiydin. Bu yüzden ne olursa olsun senden soğuyamadım ben. Aynı ortamlara girmekten kaçınamıyorum. Çünkü sen benim olmak istediğim yerdesin. Ben kabuğumu kırmaya çalışırken sen çoktan oradasın. Dilerim bir gün ben de uzaktan baktığım o rahatlığa erişebilirim.
0 notes
akilfikirgezegeni · 8 months
Text
Bir şekilde "Nefret Etmek" eylemiyle barışmak zorundayız. "Nefret" aynı zamanda öteki olan bizdekini görmezden gelmek anlamana da gelir. İçimizde yaşayan ve tıpkı Viktor Frankestein'ın yarattıp sonrada görmeyi reddettiği hilkât garibesine benzer... Vaktiyle en sevilecek olma uğruna yapılan sonrada yine aynı sebeplerle reddedilen, onaylanmayan, öteki olması için zorlanan bu çağ dışı vaka, içinde büyüttüğü Nefret tohumlarını da toprağa yani benliğine dikmeye başlar. Bu tohum zamanla ruhunun derinliklerine kök salmaya başladığında ise artık çift kutuplu bir dünyanın arasında yaşamaya mahkum olur. Nefret eder! Daha çok nefret eder! Çok daha fazla nefret etmeye devam eder! Gerçi bunu ilk yaratılışındaki nihayi amaç için yapar ama bir türlü kendine itiraf edemez.
Peki nedir bu ilk amaç: "Sevilmek"... Sevmek bu amaçların ikinci kısmını oluşturur yani önce nasıl sevileceğini bilmesini öğrenmesi gerekir. Eğer sevilme eylemi doğru anlaşılamamışsa sevmekte o kadar zor öğrenilir. Hatta çoğu zaman o sevgi dilini nefret diline, o sevgi benini nefret benliğine dönüştürür. Nefret, özünde sevilmek isteğiyle başlar. Uygun olan şeklini bulamadığı süre ne kadar uzun olursa sevgi dili de o kadar nefret diline dönüşür.
İşte yine geldik Farkında bir hayatı yaşamanın önemine... Bu içsel savaşı dışarıya taşırmadan sonlandırmak bunu yaparken de farkındalığımızı artırmak oldukça önemli bir husustur. Gerçek barış ve iç huzur, bu içsel savaşın sona erdiği noktada başlar. Biz insanlar kendi içimizde yarattığımız nefret tohumlarını tanıyıp, onları sevgiye dönüştürmek için çabalamalıyız, bu dönüşümü de önce kendimizi sonrada yarattığımız ötekileri farkederek oluşturabiliriz. Daha anlayışlı ve sevgi dolu bir dünya yaratmak mümkün! İnanın... Sağlıcakla kalın/ içaforiz
0 notes
yenikibris · 10 months
Text
Pile gerginliğinin çözümü iki dudak arasında - Hasan Kahvecioglu
Ercan’ın kaymağını yiyen, TC’li müteahhidin dozeri, BM aracını ite kaka sürükleyip götürürken, bazılarımızın ar damarları çatladı… Malazgirt ovasında kılıç salladığını sanan, nefret ve düşmanlıkla kırıp dökmeye meyilli, dünyaya meydan okuyan, şiddet krizi nöbeti geçiren, ne kadar hastalıklı kendini bilmez varmış… Yahu; bu bir saldırı… Bu bir şiddet eylemi… Bundan “haz” duymak, kendinden geçmek,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
psydelisy · 11 months
Text
Bir kişi kendine zarar verdiğinde, bedenine fiziksel olarak bilinçli şekilde bir tür zarar vermiş olur.
Kendine zarar verme davranışı, genellikle insanlar ezici veya üzücü duygular gibi şeylerle karşılaştığında ortaya çıkar. Kendine zarar vermek aynı zamanda bir isyan eylemi ve/veya ebeveynlerin değerlerinin reddi ve kendini kişiselleştirmenin bir yolu da olabilir. Bu bireyler kendilerine zarar vermeyi; yoğun duyguları, baskıyı veya endişeyi geçici olarak gidermek için, ağrıyı kontrol etmek ve yönetmek için bir araç olarak (fiziksel veya cinsel istismar veya travma yoluyla yaşanan acının aksine), duygusal uyuşukluktan ve boşluk hissinden kurtulmak için, dolaylı yoldan yardım istemek veya yardım ihtiyacına dikkat çekmek için veya başkalarını manipüle ederek, umursamalarını sağlayarak, kendilerini suçlu hissettirmeye çalışarak veya onları uzaklaştırmaya çalışarak onları etkilemeye çalışmak için kullanabilmektedirler. Kendine zarar verme, bir kişinin kendinden nefret etmesinin bir yansıması da olabilir.
Kendine zarar veren bazı bireyler, genellikle çocukken ifade etmelerine izin verilmeyen güçlü duygulara sahip oldukları için kendilerini cezalandırırlar. Ayrıca, bir şekilde kendilerini kötü bildikleri ve sahip olduklarını hak etmediklerini düşündükleri için kendilerini cezalandırıyor olabilirler. Bu duygular, istismarın bir sonucu ve de istismarın hak edildiğine dair bir inançtır.
Kaynak: evimdekipsikolog.com/blog/sinirlenince-kendine-zarar-vermek/
1 note · View note
piyasahaberleri · 1 year
Link
Dışişleri Bakanlığı'nın genel görünümünden tarihsiz bir görüntü. — AFPPakistan Perşembe günü, Kurban Bayramı münasebetiyle İsveç'te Kur'an-ı Kerim'in bir nüshasının açıkca yakılması şeklindeki "aşağılık eylemi" şiddetle kınadı. Çarşamba günü Stokholm'deki ana caminin önünde mukaddes kitabın sayfalarını ateşe veren bir adam, Pakistan ve öteki Müslüman ülkelerden hızla kınandı. Dışişleri Bakanlığı tarafınca meydana getirilen açıklamada, "Ayrımcılık, nefret ve şiddete yönelik bu tür kasıtlı tahrik, ifade ve protesto özgürlüğü bahanesiyle haklı gösterilemez." Internasyonal hukukun, sertliği kışkırtmaya neden olan her türlü "dini nefret" savunulmasını önlemek ve yasaklamak için tüm devletleri bağladığını belirtti."Batı'da son birkaç aydır bu tür İslamofobik olayların tekrarı, bu tür nefret temelli eylemlere müsaade eden yasal çerçeveyi ciddi şekilde sorguluyor."Pakistan adına FO, ifade ve düşünce özgürlüğü hakkının nefreti körükleme ve inançlar arası uyumu sabote etme yetkisi vermediğini yineledi.Mevzuyla ilgili endişelerin İsveç hükümeti ile dile getirildiğini söylemiş oldu.Ek olarak, internasyonal toplumu ve ulusal hükümetleri artan yabancı düşmanlığı, İslamofobi ve Müslüman karşıtı nefret vakalarını önlemek için inandırıcı ve somut önlemler almaya çağırdı.Reuters'in bildirdiğine gore, polis sonrasında bu iğrenç eyleme karışan kişiyi etnik yada ulusal bir gruba karşı ajitasyon yapmakla suçladı. İsveç'te İslam'a karşı bir takım gosteri, dışişleri bakanının ifade özgürlüğü adına İslam karşıtı protestolara izin vermenin kabul edilemez bulunduğunu söylediği Türkiye de dahil olmak suretiyle Müslüman dünyasını rahatsız etti.Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Twitter hesabından yapmış olduğu paylaşımda, "Kutsal Kurban Bayramı'nın ilk gününde İsveç'te mukaddes kitabımız aleyhine düzenlenen alçakça protestoyu kınıyorum."Ayrıca Morroco, İsveç büyükelçisini müddetsiz olarak geri çağırdı ve krallığın "bu saldırıyı şiddetle kınadığını ve bu kabul edilemez eylemi reddettiğini" beyan etti.Benzeri vakalar geçtiğimiz günlerde Hollanda'da da yaşanmış ve İslam dünyası tarafınca şiddetle kınanmıştı.
0 notes
drakifakca · 1 year
Text
Tumblr media
Mübarek Kurban Bayramının ilk gününde İsveç vatandaşı Irak asıllı Salwan Momika isimli bir kişi tarafından, İsveç'in başkenti Stockholm'de Stockholm Camii önünde polis koruması eşliğinde kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'e yönelik yapılan aşağılık eylemi lanetliyorum.
İsveç Yüksek Mahkemesi’nin nefret suçlarını himaye eden tutumunu şiddetle kınıyorum. Bu nefret suçu eyleme yetkililer tarafından göz yumulması, İsveç makamlarının din ve vicdan özgürlüğü gibi temel insan haklarından yana değil de İslam karşıtlığından yana tavır aldığının kabul edilemez bir göstergesidir.
Hem Batı hem de ne yazık ki inancımıza, kutsallarımıza karşı yapılan bu densizlikler karşısında bir türlü aksiyon alamayan İslam dünyası, bir kez daha sınıfta kalmıştır.
Bu nefret suçuna sessiz kalanlar, en az failler kadar suçlu ve bu saldırgan tutumun ortağıdır.
Olayların faillerine yönelik somut yaptırımların hayata geçirilmesini bekliyorum.
0 notes