Tumgik
#pullayıp
onderkaracay · 1 year
Photo
Tumblr media
🗣️ Şeytan sadece allayıp pullayıp sunar, insan olan şeytanın sunduğunu değil insana ait olanı seçer. ] Önder KARAÇAY [ #önderkaraçay #mobbingbank #görevi #ehline #vermek #yedidüvel #türkü #olmak #şeytan #allayıp #pullayıp #sunar #insan #olan #insana #ait #olanı #seçer https://www.instagram.com/p/CpCTySkg92h/?igshid=NGJjMDIxMWI=
7 notes · View notes
huzunluyol · 3 months
Text
Kimleri, allayıp pullayıp göklere çıkarmışız,
Kimleri, Allah dostu sanarak, yüceltip büyütmüşüz,
Ve başımızda, cellat olduğunu farketmemişiz.
İyi niyetimizden vurulan,
Vay bize vaylar bize.
Hüsranlar bize..h.h
17 notes · View notes
Text
youtube
Ulan hakikaten namusuzluk bu.
Yılmaz Güneyin sözlerini alayıp,pullayıp sonra kendilerime mâl etmeleri beni delirtiyor.
"Yılmaz Güneyin kitabinda söyle bir sözü vardi" demekle kimse sizi hapislere atmaz,sürgüne yollamaz.
Herkes sizin ne mal olduğunuzun farkinda bari korkaklaşmayın,köpekleşmeyin.
5 notes · View notes
aynodndr · 4 months
Text
Tumblr media
Saklı olan
Paylaşılmayan
Nihayet değerli olandır.
“Sanıyorum; hayatını saklayan güzel yaşıyordur,” diyor Kierkegaard.
Çünkü güzel olan cevherdir, saklanır.
Herkesin beğenisine sunulan hayatsa; taşı yaldıza batırıp parlatmaya benzer.
Bildiğimiz koca kaya parçalarını allayıp pullayıp sürekli bize sunan kimseler ne de çoğaldı etrafımızda.
Saklı olan, paylaşılmayan pek bir şey de kalmadı. Her şey ne çok ulu orta bu çağda.
Özel, gizli, ayıp…bunlar kaldı mı sahi, diye hayıflanıp…
Sağlıcakla kalın diyorum.🌸🌷🌸
5 notes · View notes
emrergin · 3 days
Text
dil öğrenmek ve cehaletten vakar türetmek
bazı twitter "floodlarımı" daha muntazam durması niyetiyle buradan da paylaşmak istedim.
İkinci bir dili yeterince bilmeden, Türkçeyi de bir yere kadar öğrenebilirsiniz ve üstünlükleriyle eksikliklerini kavramakta sıkıntı yaşarsınız.
Cehaletten milli/dini vakar devşirmeye çalışan şarlatanlar da ümmetin yüzde 99.9'unun Türkçe bilmediğini unutmasın.
Örnek aldığımız, kendisini, etrafını ve zamanını değiştiren insanların bir meziyeti de kendilerini mekandan önce zamanda konumlamaları, medeniyet telakkilerini belirli bir dille sınırlı tutmamalarıydı. Yüksek sesle önce anadil diyenlerin derdinin başka olduğunu düşünüyorum.
Benim derdim ise iletişimdir. Dil ve diller bunun için vardır. İçinde rahat hissettiğim için ben bu dili konuşacağım, ama bir kardeşimle istişare yapmak için onun dilini de öğreneceğim. Yahut birlikte bir dil öğreneceğiz. Bunun detayları, koordinasyonu filan konuşulabilir tabi.
Piyasada "benim beceremediğim şeyler çok zararlıdır ve malayanidir ve boştur" gibi düşünmeyi maharet sayan insanlar gün geçtikçe çoğalıyor. Cehaletin vakarı olmaz. Kendi yetenek ve tercihlerini dolaylı övmektir bu, narsisizmi şeffafça paketlemektir.
Biz birbirimize eksikliklerimizi hatırlatıp, tamamlamamız için vesileler sunacağız. Eksikleri ve acziyetleri allayıp pullayıp kimlik edinmeyeceğiz. Mesela sözelin üstünlüğünü matematik bilmeyenler konuşmayacak, siyer bilmeyen hadis gömmeyecek.
Bizim vakarımız, "nasıl olur da dünyayı değiştirmiş, yahut bizi zapturapt altına almış, yahut ümmetin çok işine yarayacak bir şeyi ben bilmem" cümlesinden yola çıkacak ve bizi azimlendirecek. "Ben bilmiyorum, kimsecikler bilmiyor, maşallah bize", diyerek ne halt edeceğiz?
… Bir sürü konuyu birbirine karıştırdım, ancak bütün bu tavrın çeşitli yansımalarına rağmen, basit bir itirafa acziyetten kaynaklandığını düşünüyorum: "evet, çok lazım, ama benim zekâm/azmim yetmiyor." Bunu söylememek için ansiklopedi yazıyor adamlar.
Her şeye gücümüz yeteceği anlamına gelmiyor bu, herkesin karakteri, yeteneği ve uzmanlığı başka başka. Herkesin mücadele ve hizmet metodu da ayrı ayrı olacak. "Öğrenmeye değer bir sürü şey var." demek "biz hepsini öğrenmeliyiz." demek değil.
Birlikte yürüyen insanlar, birbirlerine dua edecekler, birbirlerini küçümsemeden, tek yolun, sahih tek çabanın, iletişim usulünün kendilerininki olduğunu ima etmeden, akıllarından bile geçirmeden. Yoksa herkesin cehalet yarıştırdığı bir yarışın kazananı olmaz.
0 notes
ahmeetsenn · 7 days
Text
İnsanların kendi öz benliklerini gizlemek için reelde girdikleri filozofvari tutumlarına çok gülüyorum, mesela bir hadise sonrasında verdiği tepki kendi tepkisi değil toplumsal normlardan aldığı,kitaplardan okuduğu kadarıyla tepki verebiliyor.
Çok iyi tanıdığın birini baz alalım herhangi bir hadise sonrasında sana verdiği tepki kendi tepkisi üstelik ahlak kurallarına,toplumsal normlara ve hatta o okuduğu kitaplara bakmadan kendi kötü doğasının verdiği hissiyat ile kırıp döküp tepkisini gayet güzel ifade ediyor
Birde dışarıda yabancı kimselere verdiği tepkiye bakalım: Sanki bireyin içine Freud kaçmış veya akşam Kant ile sohbet etmişler gibi…
İşte bakın bu pazarlamadır bireyin kendisini olduğunun tam zıttı olarak gösterip allayıp pullayıp “iyi insan rolünde sevgiyi hak ediyor” rolünde pazarlamasıdır…
Portakalı soymadan içindekini bilemem değil mi? Yani eninde sonunda foyanız ortaya çıkacak eninde sonunda etik kavramını bilmediğiniz, ahlaktan yoksun olduğunuz, seciyenizde ciddi yokluk olduğu ve hatta bu yokluğun yoksunluğunu çektiğinizi göstereceksiniz… Süslü kelimeler şaşalı kıyafetler hayat bunlardan ibaret değil ki inanın insan özü itibari ile her koşulda veya şartta verdiği tepki kendini yansıtmalı, hayatta ki en büyük kazançta bir çizgide hayatını idame ettirmek bunu başarmaktır,çünkü bunu başarınca dünyevi başarıların hepsi gerçekten arka arkaya geliyor…
Şimdi siz bu filozofvari ayaklarınıza devam edin zira benim için bu tiyatro gösterisinden farksız ve skeçleriniz gayet başarılı. Uzun zaman olmuştu böyle başarılı tiyatro gösterisi izlemeyeli…
0 notes
kargayazar · 7 months
Text
Çıkar karşıma çömelmiş ya da cüce
Gök karardığında ardıçların
yanlarında köşe bucak
ve pelerinli hepsi
bazen kedi, bazen bir kuş yırtıcı
aynı kelamı dönüştürürler geceye
söylerler evlerime yatağımda
kork der bazısı,
sus, koş, yalvar,
çök sen de diğerleri gibi!
dizlerinin üstüne.
başın layık değil yukarılara
eğ! kapan ayaklarındaki çamura
sana gül, bal ve reçeldi oysa,
bağırırlar,
yağmur yağarken yıkanıp
ettiğin tövbeler de ne!
Bala mı yoksa çamura
götürdü korku rüzgârları
pullayıp da yerleştiğin dünyanı
çök öyleyse tövbeyle dizlerine
ayaklarına bulaşmış çamura
tövbe et.
24.11.23-21.39
0 notes
bihunimeksik · 2 years
Text
Her ne olursa olsun “ gün doğdu mu , her gün ilk gündür “ Her sabah aslında bize tertemizce verilen bir sabahtır. Onu istediğimiz şekle sokmak, istediğimiz gibi karalamak yahut onu allayıp pullayıp , geri dönüp bakıverdiğimizde pişman olmayacağımız dolu dolu bir gün geçirmek de elbet  bizim elimizdedir.
11 notes · View notes
acid-gramma · 3 years
Note
Kodumun ezik pısırık vizyonsuz yaptıkları iş aslında çok basit olan ama çapları tek ona yettiği için mecburen allayıp pullayıp büyükmüş gibi davranan d*lciler toplanmış yine. Sayısal overlordlarınıza biat edin lan ben sizin osuruktan İngilizcenizin yanında Almanca biliyorum ve üstüne mühendislik becerilerine sahibim, kafama sıkardım dilci olsam bomboş bir hayat
yuh amk geliyo dilciler kac...
siktiler seni
5 notes · View notes
onderkaracay · 3 years
Text
TÜRKİYE’NİN BAŞINDAKİ ASIRLIK BELA: BATI LİBERALİZMİ
XIX. yüzyılın ilk yılları… İngiltere’de görülmemiş bir devrim, Sanayi Devrimi bomba gibi patlıyor. Yeni bir çağ başlıyor: Emperyalizm çağı… İngiltere’ye artık yeni pazarlar, yeni kaynaklar lazım. Diğer ülkelerin kapılarını zorluyor… Hangi ülke zayıfsa, orada korumacılığı kaldırtarak, ürünlerini ve sermayesini o ülkeye boşaltıyor. Bu ülkeler, başlıca Çin, Hindistan ve Osmanlı İmparatorluğu...
● İngiltere 1820-1840 arasında pek çok ülke ile serbest ticaret anlaşması imzalar. Osmanlı Devleti ile yaptığı 1838 Ticaret Antlaşması da bunlardan biridir. Ülkeye önce Avrupa ticaret sermayesi girdi, ardından da Avrupa finans sermayesi… Antlaşma’nın başlattığı liberalizm Osmanlı ekonomisinde çok zararlı sonuçlar doğurdu: Ekonomik bağımsızlık bitti. Bağımsız dış ticaret politikası seçeneği ortadan kalktı. Sanayileşmeye geçiş engellendi. Mevcut sanayiler yok olmaya yüz tuttu. Ticaret yabancı egemenliğine geçti. Ucuz Avrupa malları; bendi yıkılmış seller gibi Osmanlı pazarlarını bastı, ülke Avrupa’nın açık pazarına dönüştü. 1838 Anlaşması ve bunu izleyen diğer anlaşmalar, dış borçlanmanın yolunu açtı. Ülkenin başına Düyun-u Umumiye belası musallat edildi. Devletin çöküşü hızlandı. Ülke sonunda Emperyalizm’in silahlı işgaline uğradı.
● Liberalizm “piyasa mekanizmasına inanan, bu nedenle devletin ekonomiye müdahalesine karşı çıkarak, en düşük düzeye indirilmesini savunan görüş”tür. İlk olarak, Sanayi Devrimi İngiliz iktisatçıları tarafından formüle edildi. Buna göre kutsal olan, yalnızca bireydir. Toplumda eşitsizlik esastır. Serbest piyasa dâima insanların lehine işler. Devlet denetimi ve kamu sektörü, bu mekanizmanın önünde bir engeldir. Devlet özelleştirme yoluyla küçültülmeli, etkisizleştirilmelidir. Oysa gerçek farklıydı: Liberalizm, bugünkü adıyla “Neoliberalizm”, tam da Batı’nın para babalarının, küresel şirketlerin dünya görüşüdür. Batı oligarşisi; kazanımlarını kaybetmemek, geleceğini güvence altına almak, daha da zenginleşmek için bu görüşü bütün dünyaya yayarak, zorla uygulatmaya çalışmaktadır. Bunda da büyük başarı sağlamıştır.
● Liberalizm XX. yüzyılın ilk yarısında gözden düştü. 1970’lerin ortalarına kadar, dışlanmış bir akım olarak kaldı. Ekonomide hâkim görüş devletçilikti. Sosyal devlet anlayışı ön plandaydı. Artık, ekonomik istikrar ve gelişmenin ancak devletin öncülüğünde sağlanacağına inanılıyordu. Derken, durum değişti: Liberalizm ve bireycilik yeniden canlandı: Amerika’da Chicago Üniversitesi’nde başlayarak, bütün ABD’yi etkisi altına aldı. Hayek ile M. Friedman gibi iktisatçılarla bunların öğrencilerinin çekirdeğini oluşturdukları küçük bir gruptan yola çıkan neoliberaller ve onları parasal olarak destekleyenler; muazzam bir “vakıflar, enstitüler, araştırma merkezleri, yayınlar, öğretim üyeleri ve yazarlar, halkla ilişkiler ağı kurarak doktrinlerini geliştirip, allayıp pullayıp dünya ülkelerine satmaya giriştiler. Milyarlarca dolar harcadılar ve sonunda hedeflerine ulaştılar: Neoliberalizm’in, insanlığın biricik doğal varoluş biçimi olarak görünmesini sağladılar. Türkiye’de üniversitelerde, iş dünyasında, medyada sürekli liberalizm borazanlığı yapanlar da bu geniş propaganda ve desteğin ürünleriydi.
● Neoliberalizm’in, dünyayı ele geçirmeye başladığı tarih Margaret Thatcher’in iktidara gelip, İngiltere’de “neoliberaldevrim”i başlattığı 1979 yılıdır. Slogan şuydu: Başka Seçenek Yok. “Toplum yoktur, yalnızca bireyler vardır”. Merkezdeki değer rekabettir; uluslar, bölgeler, işletmeler ve elbette kişiler arasındaki rekabet… “Eşitsizliklerle övünmek” gerekirdi. Thatcherizm ideolojinin tohumlarını 1980’lerde Doğu ve Orta Avrupa’ya, bu arada Türkiye’ye serpmiştir. Tohumları -General Kenan Evren’in koruması altında- Türkiye’de yeşerten, Turgut Özal ve partisi ANAP olmuştur. Turgut Özal Başkan Bush’tan, M. Thatcher’dan sürekli akıl alıyordu. Özal’ın “Ben zenginleri severim” sözünü hatırlayalım. Demek istiyordu ki, fakirlerin canı cehenneme! Dediğini de yaptı, bugün de yapılıyor.
● Neoliberalizm’in temel politikası şudur: Yüksek refah düzeyine ulaşmak isteniyorsa, bireysel girişimcilik serbest olmalıdır. Mülkiyet hakları güvence altına alınmalı, ticaret serbestleştirilmelidir. İktisadi kararların alınmasında serbest piyasa söz sahibi olmalıdır. Neoliberal iktisat politikası en kesin ifadesini “Washington Uzlaşması”nda bulmuştur. Washington Uzlaşması, üç önemli kurumun (Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, ABD Hazine Bakanlığı’nın) diğer ülkelere dayattıkları ortak iktisat politikalarını ifade eder. Neticede hemen bütün ülkeler bu “uzlaşma” etrafında uygulama birliğine zorlandı. Oysa Washington Uzlaşması’nın gerçek amacı diğer ülkelerde serpilmekte olan sanayileşme hareketlerini önlemektir. Şundan ki, gelişmekte olan ülkelerdeki sanayileşme Batılı sanayileşmiş ülkelerin, pazarlarını ve hammadde kaynaklarını kaybetmelerine yol açıyordu. Çareyi bu ülkelerin sanayileşmesini yavaşlatmakta, hatta durdurmakta gördüler. Bunun için de 10 maddelik bir program geliştirerek, adını “Washington Uzlaşması” (Washington Consensus) koydular.
Türkiye, Latin Amerika ülkeleri gibi sanayileşmeleri engellenmiş ülkeler; mali yardım için başvurdukları Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası kuruluşların zorlamasıyla, Washington Uzlaşması’nın önlemlerini “yapısal uyum programları” adı altında uygulamışlardır. “Yapısal uyum programları” demek; ekonomiyi serbest piyasaya terk etmek, küresel şirketlerin çıkarları ile uyumlu hale getirmek demektir.
Türkiye Washington Uzlaşması yoluyla Neoliberal politikaların, en katı şekliyle uygulandığı ülkelerden biri olmuştur. 2001 krizinin ardından ekonominin yönetimi IMF memuru Kemal Derviş���e bırakıldı. İstikrar Programı, Güçlü Ekonomiye Geçiş gibi yaftalar altında liberal önlemler; en katı şekilde uygulamaya konuldu, o gün bugündür de uygulanıyor.
● Peki sonuç ne oldu? İşte olanlar:
– Türkiye Batı’nın isteği doğrultusunda sanayileşmekten vazgeçti. Özelleştirme uygulamaları yoluyla kamunun elindeki tesisler özel sektöre ve yabancılara satıldı, kimileri kapatıldı.
-Gümrükler kaldırıldığı için ithalat arttı. Cari açık büyüdü. Açığın artması dış borçlanmayı getirdi
-Yatırımlar önemli ölçüde durdu. Tasarruflar düştü. İç ve dış kaynaklar inşaat ağırlıklı yatırımlara yöneltildi. Türk ekonomisi hizmet ve tüketim ağırlıklı bir ekonomi haline geldi.
Kısacası, ülke yeniden bir yarı-sömürge olma niteliklerini kazanmaya başladı.
Bugün ekonominin içinde bulunduğu krizde -Batı’nın bize 200 yıldır dayattığı- liberalizm uygulamalarının ve bunların ısrarla sürdürülmesinin birinci derecede rolü olduğu kolayca görülebilir.
Prof Dr. Cihan Dura
2 notes · View notes
Text
Tumblr media
⭐⭐⭐⭐⭐
Şu malum ‘Siz’ ve ‘Biz’ davası var ya, bir türlü bitmeyen ve bitecekmiş gibi görünmeyen.
Bir ‘Biz’ var elbet;
O’na kulluğu iradesiyle kabul edenler ve iradesiz de olsa O’na kullukta boyun eğenler, râm olanlar.
Ama bir ülkenin yurttaşları olarak ‘Biz-Siz’ ayrımı yaptığımızda, bu tasnif ile bir yere varamıyoruz.
Bir Zafer veya başarı mı var?
Bak bakalım, başarı kime ait?
‘Onlar’ dan mı, ‘biz’ den mi?
Onlardan ise, başarıyı görmezlikten gel, ‘biz’den ise, sahiplenelim hatta allayıp pullayıp süsleyelim başımıza tâç yapalım.
Sırf bu ‘öteki’leştirme huyumuz yüzünden
Ülkemiz adına kimsenin başarısı çoğunluk olarak kabul göremiyor;
takdir ve taltifte bulunacak olanlar da kendi ‘mahalle’ sinin baskısından çekiniyor.
Şu güzel ‘Vatan’ınımızın hali,
boşanan çiftlerin ortada kalan çocuklarının haline benziyor. Hani her iki taraf da çocuğun iyiliğini ister de,
biri ‘onu en iyi ben yaparım!’ der, diğeri de ‘hayır, asıl ben daha iyi yaparım!’ diyerek çocuğu çekiştirip dururlar.
İnsanlık kocaman bir orman ise
biz bir ağacız;
insanlık bir ağaç ise biz onun bir dalındayız.
O dalda bizi bir arada yaratan demek ki o dala sığışabilecekmişiz ki orada yaratmış.
İki kuşun sığdığı dala
üçüncüsü de neden sığmasın?
Vatan’ ın menfaati tek ama çok büyük bir paydamız.
Bu paydamız uğruna bir başarıya şahit olup sevindiğimizde,
mutluluktan gözlerimiz dolduğunda, orada bayrağımız dalgalanıyorsa 🇹🇷 ‘kimlerden-hangi mahalleye ait acaba?’ diye düşünmeyelim ne olur!
Daim olması ve Vatan’ ımıza hayr bereket getirmesi için sadece duâ edelim...
Sevdiklerinizle birlikte hârika sevgi dolu akşamlar diliyorum...🌺
____________°🌺💞🌸°______________
🎀
10 notes · View notes
sessizmonolog · 3 years
Text
Kalbimizde iz bırakan insanlar, durumlar, olaylar vs vs. Kalp unutmaz kırıldığı noktayı tedavi etmek zaman alır bazen, bazen de saplanıp kaldığı nıktayı çıkmaz bir hale dönüştürüp sürekli aynı şeyi yaşar durur kişi. Bu saplantılı durumun kişiye bir faydası yoktur aksine sürekli benzer olayları yaşamına sürekli davrt eden bir frekans yaymaya başlar çünkü bir yanı bu hali sevmiştir, belki ilgi , belki kendini diğerlerimden farklı gösterdiğini düşündüğü bir sanrı içinde yaşamaya başlamıştır. Yorucu olan bu hal kişiyi bir yere ulaştırmıyor yıllarca bu hali yaşayıp sınunda direnmeden teslim ılmuş bir insan olarak önümde açılan kapuları farkedemediğim zamanlara dönüp bakıyorum. Dünyanın aldatmacası, allayıp pullayıp önümüze sunduğu onlarca şey arasından sıyrılıp daha yalın bir hale geçmek mümkün ve bu hal Yaradan ile olan bağlantını çok daha güçlü kılıyor. Çok net anlaşılmaya başlıyor Hakikat ve hakikatın gerçek sahibi. Teslimiyet, Hakka sığınmak, görünmez koskocaman bir güce yaslanmak ne büyük nimet ve lutuf. Şükürler olsun.
İnci Bulut
3 notes · View notes
demircizademehmet · 4 years
Note
Küçücük çocukların beynini yıkamayı bırak artık
Neden tüm emekleriniz boşuna gidiyor ondan değil mi.
Sen ve senin zihniyetindeki insan müsveddeleri benim din kardeşimin zihnini fikrini aklını ruhunu kalbini mahvedecek ama benim dinimizin istediği şekilde yaşamasını temim etmeye çalışmam beyin yıkama olacak.
EYVALLAH.
Yazdıklarına bir görselle daha cevap vermek istiyorum.
Talebelerimden birine okuması ödev olarak verilmiş bir kitaptan alıntı yaptım.
Asıl beyin yıkamak bu bana göre. Kendi dini inancının tam zıddı bir takım şeyleri allayıp pullayıp süsleyip servis ediyorlar ve kimsenin buna sesi çıkmıyor.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
merak ediyorum Bakalım bir sonraki mesajın ne olacak.
18 notes · View notes
sybllll · 4 years
Text
VARIN GİDİN
Tumblr media
gün aydınlık 65. saat mucizesi
Elif geldi 🎈gün aydınlık
sevinç göz yaşlarına tutundu
sevinç titredi
doğanlar apartmanında iyilik doğdu
mucize yürüdü güneşe
İyi insanlar var
Ve
olacak tüm kötülere rağmen
Elif’in eliydi elimde ,
Akut tuttu ben yürüdüm güne,
güneşe, yaşama, bütün kötülere,
kötülüklere rağmen
varın tutmayın ,
varın allayıp pullayıp
mezarla…
View On WordPress
11 notes · View notes
songul-c · 4 years
Text
Sayfalar dolusu yazasım var sana sevgilim. Pullayıp, bir sabah kapına bırakılmış papatyalar gibi başucuna iliştiresim. Ama sevmek veya özlemek mektuba sığacak bir duygu değildir. Ben bir mektubun, içinde kağıtları taşıdığı gibi hasreti yüreğimde taşıyacağım. Ta ki seninle kavuşuncaya dek. Zaten benim içimde yazanlarıda bir sen bilirsin. 
Tumblr media
40 notes · View notes
burasibenimyerim · 4 years
Text
Allayıp pullayıp iki lafın arasına dola
5 notes · View notes