Tumgik
#roman sayfaları
sihirlisuperisi · 9 months
Text
"Yıllar boyunca kablosu çekilmiş,ölü bir radyo gibi yaşamıştım.Hayatın diğer alanları gibi kadınlarda ilgilendirmiyordu beni.Ölü bir radyo havada ki frekansları algılayabilir mi hiç?"
Hayata küsmek bu kadar kolay mı?
2 notes · View notes
Yakın zamana kadar yaklaşık üç ay boyunca hiç kitap okumadım. Okumak istemedim. Çok normal gibi görünen bu durum benim için çok tuhaftı. Elbette daha önce de okumak istemediğim zamanlar olmuştu ama sonrasında ille de elime bir kitap alacağımı bilirdim. Oysa artık kitaplığımın olduğu odaya gidip sadece kitaplara baktığım zaman bile çok aptalca geliyordu onları okumuş olmak. Hiç okumamış, okumayı anlamsız, gereksiz, zaman kaybı bulan kim varsa onları anlıyordum; hatta artık ben de onlardan biriydim. Defalarca elime farklı türlerde kitaplar alıp okumaya çalıştım, her cümle yük gibiydi ve hiçbirinin ilk sayfasını bitiremedim. Nasıl desem, o an o cümleleri okumak dünyanın en gereksiz şeyiydi, emindim bundan. Hatta abartmıyorum, hepsini elden çıkarmayı bile düşündüm.
Sonra bu duruma bir başlangıç zamanı aradım. Ve kolayca buldum da. Geçirdiğimiz o büyük depremlerden sonra olmuştu bu. Nedenini bulmak bir şey değiştirmedi ve ben de çok umursamadım açıkçası.
Deprem sonrası ilk seansımda “Deprem çoğu insanda farklı duygular ortaya çıkardı, bazıları travmalarını hatırladı, bazılarında depremle hiç alakası olmayan anılar gün yüzüne çıktı. Siz nasıl ifade edersiniz içinizdekini?” diye sordu terapistim. “Yaşamak istiyorum” dedim hiç düşünmeden. Yaşamak istiyorum. Ama buradaki yaşamaktan kastım ölme’nin tersi olan yaşamak değil. “Diri” olmak değil. Yaşamı doldurmak istiyorum, önce sığmak, sonra zorlamak, ardından taşmak. Kızımın büyüdüğünü görerek, sadece gelip geçerek değil, fark ederek, yürümenin, bazen koşmanın, yetişememenin, düşmenin ve kalkmanın keyfine vararak… Tüm coşkusuyla ve ıstırabıyla kucaklayarak yaşamak istiyorum hayatı.
Anladım ki tüm bu düşünceler kitapları, kelimeleri, sayfaları çok manasız kılmıştı gözümde. Çünkü dışarıda akan bir hayat vardı ve ben oturup üzerinde gözlerimin gezindiği kağıt parçaları yüzünden onu kaçıramazdım. Çünkü elimden ne zaman alınacağı belli değildi, ona yetişmeliydim.
Şu an bu metni yazarken yanı başımda bir roman ve bir şiir kitabı var. İkisini de okuyorum. :) Ne zaman ki bildiğim şeyleri sese döktüm, kardeşimle konuştum, şu sebeplerden dolayı şöyle bir şey yaşıyorum dedim (ve o da benzer şeyler yaşadığını anlattı), ardından düğüm kendiliğinden çözüldü. Ve yeniden okuma isteği hissettim.
Sonra okudukça, gözlerim, zihnim, kalbim yeniden edebiyatın büyüsünü hissedince, Allahım, ne özlemişim bunun duygusunu dedim.
Hatta itiraf edeyim, yeniden buraya böyle uzun bir metin yazdıysam, bu da okumanın beraberinde getirdiği yazma ihtiyacındadır.
17 notes · View notes
nevzatboyraz44 · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Why Did the City of Pompeii Perish?
Pompeii is an ancient city located in the Campania region of Italy, near the city of Naples. Like Sodom and Gomorrah, Pompeii is one of the cities punished by God.
Pompeii is in Italy, a symbol of the degeneration of the Roman Empire. The city of Pompeii, like the people of Lot, was also bankrupt due to sexual perversion.
THE DESTRUCTION OF THE PEOPLE OF POMPEI
Historical records report the state of the city before its destruction as a complete perversion, rudeness, and immorality that has come to the end. Seventy years after Jesus -aleyhisselam-, with a sudden eruption of Mount Vesuvius, lava wiped the city off the map, and no one could escape from divine torment. The foolish wretched ones are petrified while in a state of overt perversion.
This incident happened in an instant. All immoral people were caught in this divine torment at once. Its ruins have come to the present day without any deterioration and show a great lesson.
In the Qur'an, similar events of sudden extinction are mentioned as follows:
“(Them) only one cry (it was enough); they went out instantly.” (Yasin, 29)
The people of Pompeii were instantly destroyed in this way. The ugly sights of those petrified miserable people, dating back nearly nineteen hundred years, are one of the exemplary paintings of history.
Allah Almighty says:
“We destroyed many human generations before them. Do you see any of them or hear any of their faint voices?” (Mary, 98)
The exemplary pages of history are almost like a graveyard of nations. Unbelief, immorality and cruelty are the main causes of destruction and extinction of nations. What a magnificent manifestation of divine vengeance is the "sekerat-i mawt" of unbelieving and cruel tribes. Despite the long centuries that have passed, today Pompeii displays the petrified warning signs of immoral people. It's like human silhouettes that become spiritually animalistic!..
These exemplary manifestations also consist of simple sculptures for the unconscious minds who cannot see their truth and watch the events with a soulful sense.
Today, only owls are cheering up Sodom-Gomorrah, the place of ruthless, lewd and immoral wretches, and the magnificent stone-carved mansions of Ad and Thamud, who idolize their souls and think that the world is a throne that always grants them happiness!
Source: Osman Nuri Topbaş, Series of Prophets 1, Erkam Publications....... Pompeii Şehri Neden Yok Oldu?
Pompeii, İtalya'nın Campania bölgesinde, Napoli şehri yakınlarında bulunan antik bir şehirdir. Sodom ve Gomorra gibi Pompei de Tanrı tarafından cezalandırılan şehirlerden biridir.
Pompeii, Roma İmparatorluğu'nun yozlaşmasının bir simgesi olan İtalya'dadır. Lut halkı gibi Pompei şehri de cinsel sapıklık nedeniyle iflas etmişti.
POMPEİ HALKININ YIKILMASI
Tarihi kayıtlar şehrin yıkılmadan önceki durumunu tam bir sapıklık, terbiyesizlik ve sonuna gelmiş ahlaksızlık olarak bildirmektedir. İsa aleyhisselam'dan yetmiş yıl sonra, Vezüv Yanardağı'nın aniden patlamasıyla lavlar şehri haritadan sildi ve kimse ilahi azaptan kurtulamadı. Aptal zavallılar, aleni bir sapıklık halindeyken taşlaşırlar.
Bu olay bir anda oldu. Bütün ahlaksızlar bir anda bu ilahi azaba kapıldılar. Kalıntıları herhangi bir bozulma olmadan günümüze kadar gelebilmiş ve büyük bir ders vermektedir.
Kuran'da benzer ani yok oluş olayları şöyle anlatılır:
“(Onlar) sadece bir çığlık (yeterdi); anında dışarı çıktılar.” (Yasin, 29)
Pompeii halkı bu şekilde anında yok edildi. Yaklaşık bin dokuz yüz yıl öncesine dayanan bu taşlaşmış sefil insanların çirkin manzaraları, tarihin örnek tablolarından biridir.
Yüce Allah diyor ki:
“Onlardan önce birçok insan neslini yok ettik. Onlardan herhangi birini görüyor musun ya da zayıf seslerini duyuyor musun?” (Meryem, 98)
Tarihin örnek sayfaları adeta bir milletler mezarlığı gibidir. Küfür, ahlâksızlık ve zulüm, milletlerin yok olmasının ve yok olmasının başlıca sebepleridir. Kafir ve zalim kavimlerin "şekerat-i mevt"leri, ilahi intikamın ne kadar muhteşem bir tecellisidir. Aradan geçen uzun yüzyıllara rağmen, bugün Pompeii ahlaksız insanların taşlaşmış uyarı işaretlerini sergiliyor. Ruhsal olarak hayvanileşen insan silüetleri gibi!..
Bu ibretlik tezahürler, kendi hakikatini göremeyen ve olayları duygulu bir duyguyla izleyemeyen bilinçsiz zihinler için de basit heykellerden oluşmaktadır.
Acımasız, ahlaksız ve ahlaksız zavallıların yurdu Sodom-Gomorra'yı, Ad ve Semud'un nefis taştan köşklerini, ruhlarını putlaştıran, dünyayı kendilerine hep mutluluk veren bir taht zanneden bugün sadece baykuşlar neşelendiriyor. !
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Peygamberler Dizisi 1, Erkam Yayınları. بومبي هي مدينة قديمة تقع في منطقة كامبانيا بإيطاليا بالقرب من مدينة نابولي. مثل سدوم وعمورة ، بومبي هي إحدى المدن التي عاقبها الله.
تقع مدينة بومبي في إيطاليا ، وهي رمز لانحطاط الإمبراطورية الرومانية. مدينة بومبي ، مثل شعب لوط ، أفلست أيضًا بسبب الانحراف الجنسي.
تدمير شعب بومبي
تشير السجلات التاريخية إلى حالة المدينة قبل تدميرها على أنها انحراف كامل ووقاحة وفجور وصل إلى النهاية. بعد مرور سبعين عامًا على يسوع -عليهيسيلام- ، مع ثوران مفاجئ لجبل فيزوف ، قضت الحمم البركانية على المدينة من الخريطة ، ولم يتمكن أحد من الهروب من العذاب الإلهي. البؤساء الحمقى مرعوبون وهم في حالة من الشذوذ العلني.
حدث هذا الحادث في لحظة. تم القبض على جميع الفاسقين في هذا العذاب الإلهي دفعة واحدة. لقد وصلت أنقاضها إلى يومنا هذا دون أي تدهور وتظهر درسًا كبيرًا.
ورد في القرآن أحداث مشابهة للانقراض المفاجئ على النحو التالي:
"(لهم) صرخة واحدة فقط (كانت كافية) ؛ خرجوا على الفور ". (ياسين ، 29)
تم تدمير شعب بومبي على الفور بهذه الطريقة. المشاهد القبيحة لهؤلاء الناس البائسين المتحجرين ، التي يعود تاريخها إلى ما يقرب من ألف وتسعمائة عام ، هي واحدة من اللوحات النموذجية للتاريخ.
يقول الله تعالى:
لقد دمرنا العديد من الأجيال البشرية التي سبقتهم. هل ترى أيًا منهم أو تسمع أيًا من أصواتهم الخافتة؟ " (ماري ، 98)
تكاد صفحات التاريخ النموذجية تشبه مقبرة الأمم. الكفر والفسق والقسوة هي الأسباب الرئيسية لتدمير وانقراض الأمم. يا له من مظهر رائع من مظاهر الانتقام الإلهي هو "السكيرات" للقبائل غير المؤمنة والقاسية. على الرغم من القرون الطويلة التي مرت ، تظهر بومبي اليوم علامات التحذير المتحجرة للأشخاص اللاأخلاقيين. إنها مثل الصور الظلية البشرية التي تصبح حيوانية روحيا! ..
تتكون هذه المظاهر النموذجية أيضًا من منحوتات بسيطة للعقول اللاواعية التي لا تستطيع رؤية حقيقتها ومشاهدة الأحداث بإحساس روحي.
اليوم ، البوم فقط هم الذين يفرحون لسدوم-عمورة ، مكان البؤساء القساة ، البذيئين والفاسقين ، والقصور الرائعة المنحوتة بالحجارة في عد وثمود ، الذين يعبدون أرواحهم ويعتقدون أن العالم هو العرش الذي يمنحهم دائمًا السعادة. !
المصدر: عثمان نوري طوبس ، سلسلة الأنبياء 1 ، منشورات إركام
39 notes · View notes
veinoflove1 · 1 year
Text
Bazense... Yarım kalmış, son sayfaları yakılmış, dünya üzerinde tek kalmış bir roman gibisin. Benim okuyacak gücüm olsa bile, senin sayfaların yok."
8 notes · View notes
uzunburakefendi · 1 year
Text
.
"Kafam bozuk, keyfim yok dedim kendi kendime... Bari bir gemi resmi yapayım dedim. Belki iyi gelir. Gemi resmi yapmak niye beni mutlu ediyor. Çocukluğuna döndüğün için, dedi Aslı.
Ama çocukluğa dönmek değil aklımdaki. Uzağa gitmek istiyorum. UZAK BİR YER. Neresi o aklındaki uzak yer? Orası işte, bu resimdeki yer işte. Ama orası neresi? Kafam bozulunca hayal ettiğim bir yer."
syf.34
(paylaşımdaki 2. görsel)
.
"Bu kitabın kalbinde bu defterlere yazıp çizmeye başlamadan önce gördüğüm bir rüya var. Rüyanın bazı parçalarını anladım, bazı yerleri hiç anlayamadım. Rüyayı penceremden gördüğüm bu manzarayı seyreder gibi seyrediyordum ki... korkuyla uyandım. Bu kitaptaki resimli sayfaları o rüya manzarayı anlamak için ZAMAN'a göre değil, DUYGU'ya göre sıraladım."
syf.38
(paylaşımdaki 3. görsel)
.
"Her günün bir anlamı olmasını istemek de bir hata... Anları yaşıyoruz, zaman geçiyor ve hayatımız dediğimiz hayal yavaş yavaş tükeniyor. Bir gemi gidiyor. Gemiye bak ve her şeye yeniden başlamak için hayal kurun. Bir dalga olsam. Evet"
syf.73
(paylaşımdaki 4. görsel)
.
"Aslı uyurken bir fotoğrafımı çekmiş. İşte böyle uyuyakalıyorum Cihangir'de pek çok gece saat 11-12 arası. Bütün gün roman yazdıktan sonra, akşam yemeğinden sonra bazan -çoğu zaman- oturma odasındaki divanın üzerinde uyuyakalıyorum.
Aslı'nın seyrettiği televizyonun gürültüsü rüyalarımdaki uzak dağların, adaların, uçurumların, manzaraların ve bütün gün boyunca kelimelerle anlatmaya çalıştığım kahramanların, yerlerin ve eşyaların arasından da işitiliyor."
syf.380
(paylaşımdaki 5. görsel)
Orhan Pamuk'un 2009-2022 arasında çizdiği resimli bir hatıra defteri. Bazen Ka, bazen Mevlüt, bazen Kırmızı Saçlı Kadın ve diğer karakterler aralarında dolaşıyor bu hatıraların. Roman yazma sürecinde bir insan olarak yazarın hallerini de gösteriyor. Keyifli ve güzel.
#orhanpamuk #uzakdağlarvehatıralar #yapıkrediyayınları #kitap #neokuyorum #okumakiptiladır #okumahalleri
instagram
2 notes · View notes
Text
"Seninle Aşkımız
🫶 Eski Roman
Sayfaları sadece
Hatıra da kalan..."
7 notes · View notes
vaveylnil · 2 years
Text
Benden geriye sayfaları lekelenmiş ama kelimleri hiç anlam bulamamış bir roman kalacak. Bir kapaktan ve büyüdüğüm gün iliklerime kazınana kadar, sayfanın köşesini sarı güneşlerle donatarak başladığım resimlerden ibaret bir roman.
Tumblr media
5 notes · View notes
bookwormtheory · 2 years
Text
Sana dokundum, sana sarıldım. Seninle yürüdüğüm yollar oldu. Senin var olduğun tüm o zaman dilimi şimdi yalnızca benim uydurduğum, yalnızca adını unuttuğum bir roman gibi zihnimde dönüp dolaşıyor. Ne zaman önünden geçsem kütüphanenin, hatırla; yangın merdiveninde içtiğim sigaraların tümünü sana yaktım… Yanımda yürümüş onlarca insandan birini, belki de bir kez dahi yüzüme bakmayacak birini, sana yemin ediyorum ki bir kitap karakterini bile sevebilirdim ve daha gerçek olurdu. Yazılan tüm ayrılık şarkılarını bizim için dinledim bugün, hepsi anlamsızdı ama çalıp durdular. “Bir insan bir insanı ne kadar sevebilir?” oturup tüm gün bunu düşündüm ve yine dağıldım senin ismini oluşturan harflerin arasında. - Sen artık yoksun ve bunun mesafelerle ilgisi var. Bunun sana dokunamamakla ilgisi var, bunun senden nefret etmekle; bunun kokunu unutmaktan korkmakla ilgisi var. Sen artık yoksun ve benim varlığımla ilgili şüphelerim var. - Bir insan dünyaya yalnızca başka bir insanı sevmek için gelebilir miydi? Replikleri bitmiş bir oyuncunun senaryonun sayfalarını gözünün ucundaki yaşla karıştırması gibi bocalıyorum. Seninle tek bir sahne daha oynamak için sahip olduğum her şeyi sana yemin ediyorum en başında kendimi feda ederdim. Boş bir tiyatro sahnesinin ortasındayım, yaşadığım onca anın tümünden daha aydınlık bir ışık üzerime yansıyor, herkes gösteriyi sahnelememi bekliyor ve ben bomboş sayfaları karıştırıp onlara ne söylemem gerektiğini bilmiyorum. - Perde kapanıyor. Hiç başlamamış gibi, hiç varolmamışsın değil; sen gittikten sonra ben hiç var olmamışım gibi. Bu bir oyun değil. Oyun değil, canım o kadar yanıyor ki biliyorum. Bu bir rüya değil hayır, hayır, hayır… Bir kâbus değil. Orada vardın, orada vardım, isimlerimiz yazıyordu ve oynamaya devam ediyorduk. Karşımda duruyordun, yemin ederim aklımı kaçırmadım. Sen oradaydın ve birisi beyaz kağıtlardan ismi sildi. Yalan söylemiyorum, oradaydın. Sana dokundum ve kokunu hayal edebilecek kadar iyi değilim. Bir kez bak, yalvarırım. Baktığında göreceksin, isminin silindiğini ama hiçbir şeyin değişmediğini göreceksin. - Elimdeki beyaz sayfaları günlerce okudum, sen oradaydın ama adını sildiler. Sen öldün ve şimdi adının yazdığı yerlerde görmezden gelemeyeceğim kadar çok boşluk var. Sen gittin ve ben her cümlesi yarım kalmış bir roman gibi, asla tamamlanmamış bir şiirin son kıtası gibi kaldım. Dağıldım.
1 note · View note
gundemarsivi · 4 months
Text
Tumblr media
21. Yüzyıl Binbir Gece Masalı
✍🏻 M Osman Akbaşak
https://www.gundemarsivi.com/21-yuzyil-binbir-gece-masali/?amp=1
Yazar Sergun Ağar’la KIBATEK (Kıbrıs, Irak, Balkanlar, Avrasya Türk Edebiyatları Kurumu) etkinliği nedeniyle gittiğimiz Şirince’de tanıştık. Önceden haberli gittiğim için ben birkaç kitabımı götürmüştüm, o da nezaket gösterip bana üç romanı ve Şirince üzerine bir araştırma, tanıtım kitabını armağan etmişti. Birkaç gece önce uykum kaçınca elim kendiliğinden bu romanlardan birine gitti. Adı hoşuma giden “Zamanı Olmayan Yolculuk”u okumaya başladım.
Romanda hiç isim yok, bütün kahramanlar yaptıkları spor alanlarıyla, köylüler görünüşleri, bilinişleri, huylarıyla adlandırılmış. Çok da yakışmış hiç yadırganmadan okunuyor. Özellikle her bölgenin mitolojik söylenceleri, bölgeye isim veren sıcacık öyküleriyle rengârenk bir roman…
Ana konu olimpiyatların başlaması için gerekli olan meşaleyi Pentatloncu Kadınatlet, Maratoncu, Kızyürüyüşçü ve Krosçu’nun koşarak, yüzerek, Karaburun yarımadasında, Urla, Seferihisar köylerinden geçip Alaçatı’da son olarak Yunan sörfçüye teslim etmesine değin yaşananlar. Bu arada romanın adı olan “Zamanı Olmayan Yolculuk” tam anlamıyla anlam kazanıyor. Gerçek yaşamla, tarihsel öyküler, masallar, efsaneler, yerel öyküler iç içe geçiveriyor. Hem de öyle geçiyor ki ne zaman gerçek yaşamı okuyorsunuz ne zaman masala, efsaneye geçildiğini anlamıyorsunuz ve hiç yadırgamıyorsunuz.
Örneğin Kadınatlet eşkıyalarla karşılaştığında bir anda Börklüce okurun karşısına çıkıyor, nerdeyse kanlı canlı. Sanki aradan altı yüz yıl geçmemiş gibi. Yeniden bir bilinç aşılarcasına… Bir Keçiçobanı ile karşılaşıyor, keçi peyniri, dağ soğanı, yufkanın tadına varıyor, yoluna yoldaş oluyor. Bu arada Narkisos ve Echo söylencesi, gelinkayası öyküsü onlara arkadaşlık ediyor. Hikayetoplayıcısı yoluna çıkıyor, köylerin hikâyeleri, efsaneler baş döndüresi güzellikle okura eşlik ediyor. Gün geliyor yol Nasihat Dede’nin yanına düşüyor. Adı boşuna mı “Nasihat Dede” olmuş, yer gösteriyor, yol gösteriyor, hedefine ulaşmasını sağlıyor.
Ardından Maratoncu alıyor bayrağı, yani meşaleyi düşüyor yollara. Onun da yolu bir ara Kadınşair’le kesişiyor, yedi cengâver şairle derin muhabbete dalıyor, Huysuzihtiyar’dan masal mı tarih mi bilinmez öyküler dinliyor ama biliyor, anlıyor ki hepsinde çoğunluk gerçeklerdir. Onlardan ayrılıp Sazak köyüne varınca Keşkekçikadın’la tanışıyor. Yıkıntıların içinde kara bir kazanda keşkek karıştıran kadından Sazan köyünün tarihini dinliyor, elbette masalsı bir dille. Küçükbahçe’den geçip Ildırı’ya varmak üzereyken bu kez yoluna Mavisaçlıkız çıkıyor ama ne çıkış… Maratoncunun dünyası şaşıyor, şaşıyor da gerisi gelir mi bilinmez. Germiyan Yalısı ilk büyük aşkı için bir sınav mı olacak acaba?
Ildırı’da meşale Yürüyüşçükız’a devredilirken yeni yollar, yeni öyküler, yeni efsaneler de okurla birlikte yola çıkıyor. Yunus mu olmak istersiniz, Zümrüdüanka kuşu mu? Nereden çıktı demeyin, hep bir yerlerden bir şeyler çıkıyor sayfaları çevirdikçe. Eğlenhoca, İnecik, Kösedere köyleri her biri kendi öyküleriyle sanki canlıymışçasına romana renk katmaya devam ediyorlar. Hele Ambarseki’de bir Gani Aga anıları var ki, hani şu, Nazım Hikmet’in Bursa’da cezaevinde olduğu dönemde aynı yerde jandarma olarak vatani görevini yapan ve ünlü şairi eşi Piraye ile buluşturan Gani Kalaycı… Ya karısı Saliye’nin anlattıkları… Neresi roman, neresi öykü, neresi masal ayırt edene aşk olsun.
Eh, artık son kahramanımız Krosçu meşaleyi alınca yeniden yollara düşüyoruz birlikte. Barbaros köyüne girmeden önce inceden bir çevre koruma dersi ama hiç zorlamadan, yakışığıyla… İlk krosçu kaza geçirince ikinci krosçu ile kaldığı yerden devam ediyoruz. Barbaros’ta “Çatkapı evi”ne bayılmamak olası mı? Ya “Kısır düğünü?” Haydi biraz da Urla’ya Klazomenai’ye düşürelim yolu. Belki şarap tanrısı Dionysos’la karşılaşırız derken, elbette yanı başımızda… Şarap içerken Shakespeare soneleri eşlik etse nasıl olur?
Yol Bademler’e düşünce tiyatrodan söz etmemek olur mu? Bir de değerli ağabey ve dost Hidayet Sayın karşıma çıkıverince değmeyin keyfime… Teos’ta bin yaşından fazla olan Umay Nine zeytin ağacının yanında bir Yaşlıkadın’ın söyledikleri ne denli değerli; “Onlar yaşlandıkça daha kıymetleniyor. Ama biz öyle mi? İhtiyarladıkça kıymetimiz bilinmez oluyor. Hele geriye bırakacak bir şeyiniz yoksa…”
Ve, Alaçatı… Yunan sörfçü meşaleyi aldıktan sonra yelkenini açıp Atina’ya doğru yola çıkınca okur için de romana daha doğrusu, öykülere, söylencelere, masallara veda zamanı… Aslında daha romandan verilecek o denli çok güzellik var ki biraz daha yazmaya kalksam belki de okumanın tadı azalacak. Sonuç olarak bütün bu anlatım, öyküler, efsaneler, hepsi dünya edebiyatının en değerli örneklerinden bir olan “Binbir Gece Masalları” tadında.
Sağ olasın Sergun Ağar, çok keyifli, doyumsuz bir okuma için. Başka bir binbir gece masalında karşılaşmak üzere diyerek…
M Osman Akbaşak
0 notes
mevsimsizler · 2 years
Text
Retro Hayaller
Tumblr media
Bak bir orada yanıldık işte, güvenmeyecektik. Ama ne yaptık, akıllandık mı? Yoo... Sadece uzaklaştık, kaçabildiğimiz kadar uzağa kaçtık bu kuru kalabalığın içinde. Belki onların hayatının tam merkezindeyiz yada elinin altında hazır kıta bekliyoruz onlara göre ama benliğimiz, avuçlarının içinde sımsıkı kavradığı ruhumuzu çıkarıp içimizden uzaklara çok uzaklara götürdü çoktan. Aslında buralar gerçekten keyifliymiş. Uzaktan bakınca yıkık harabe bir evi andırsa da içi bir dünya, sizden uzakta olsun. Çokça eskiye götürüyor insanı. Kitapların sayfaları arasında kurulmuş kulübe de diyebilirsiniz buna. Önce tozlu rafları kurcalarsın bir müddet, sonra var gücünle toparlarsın ortalığı. Burası artık senin, senin mekanın. Bir gramofon ilişir gözüne pencereyle duvarın köşesi arasında. Altında içi eski 45'liklerle dolu hazine sandığı, hepsi de aklının bir köşesinde unutmadığın şarkılar. Her dokunduğunun bir anısı canlanır gözünün önünde. Daha gramofona koymadan başlarsın ıslıkla melodisine ve o hafif cızırtılı müzik başlar, Boş ver Arkadaş... Bil bakalım karşı köşede ne var? Elbette kenarlarından sarkan püskülleri eskimiş, vernikleri yer yer dökülmüş sofa. Senin dünyan burası, ne bekliyorsun ki? Elini attığın ilk kitabı alıp sofaya yöneliyorsun pofuduk terliklerle. Düşün! Ne eksik? Elbette buram buram kokusuyla kahve tatbikîde. Nasıl içtiğin sana kalmış ama kulağına fısıldıyor bu garip oda. Sade, sade, sade... Göz ucuyla kitaba bakıyorsun elinde kahvenle, o da ne! Halid Ziya Uşaklıgil, hem de Aşk-ı Memnu. Yüzünde bir tebessüm, gözünün önüne gelen lise yılları Yeşilçam film şeridi eşliğinde. Doksanların yılbaşı çekilişinde hediye edilen roman değil mi o? Ta kendisi. Koca bir zaman makinesiymiş aslında benliğinin seni o kalabalığın içinden çekip çıkardığı yer. Birileri yalnızlık desin, birileri bilmem ne.
Hani insanların bir retro merakı vardır ya, eski radyolar, eski kitaplar, takılar, aynalar, cansız ne varsa eskimiş eşyaları alıp bir köşeye tıkıştırma derdindeler. Siz deyin merak ben diyeyim günümüz sosyalojisinin dayattığı özenti, ne derseniz işte. İşte bizim içinde bulunduğumuz o sizin basit anlamda dediğiniz "yalnızlık", bizim için tüm sahteliklerden uzak bir diyar.
Retro Hayaller Kumpanyası bu Dünya. Maskeli yüzlerin olmadığı, sahte gülüşlerin yankılanmadığı ama en içten tebessümlerin ışıttığı bir dünya. Nereden çıktı bu dünya demeyin boşuna, bu bir dem...
1 note · View note
huseyinerol3453 · 2 years
Photo
Tumblr media
AŞKIMIZ BİR ROMAN Kalbimde arama eski yerini, Sen gözümden akan sele karıştın. İstesem de artık sevemem seni, Hasret rüzgarına yele karıştın. Seninle aşkımız eski bir roman, Yandı sayfaları külüdür kalan, Sevgilim herşeyim sendin bir zaman, Ne yazık sonunda ele karıştın Kırılan kalbim var dinmez bir kini, Ömrümce sürecek aşka yemini, Kavuşmak imkansız artık sevgilim, Dönüşü olmayan yola karıştın. Ahmet Selçuk İlkan. Değerli dostlar, Sevgi de, Nefret te bize bağlı. Kısaca ne ekersek onu biçeceğiz. Dilerim, her şey gönlümüzce, Hakça, sevgi ve huzur dolu olsun. Amin inşaAllah. En içten dileklerimle selam, sevgi, saygı ve dua ile. https://www.instagram.com/p/CfdL3y1jGk_/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
sihirlisuperisi · 9 months
Text
"Günün birinde ya çıldıracağız,ya dünyaya hâkim olacağız."
1 note · View note
yemisenlioglu · 2 years
Text
Tumblr media
☀️🇹🇷___cCc T. C. cCc___
⏩ Hayata her zaman gülümseyin. Hiçbir sorun gözyaşı ve gerilimle çözülmez, ancak yüzünüzde bir gülümseme ve tutumunuzdaki pozitiflikle birçok zorluğun üstesinden gelebilirsiniz….
⏩ Hayat, şüpheyle dolu bir roman gibidir, ne olacağına dair hiçbir fikrimiz yok.
Sayfaları çevirmeye devam edin
ve hayatın tadını çıkarın….
(alıntıdır)
Ümit Ederim ki İyi Bir pazar Günü Geçirmişsinizdir…
🇹🇷Laik CUMHURİYET Fazilettir….
🇹🇷Ne Mutlu TÜRKÜM Diyene….
☣️☀️🇹🇷cCc @yemisenlioglu cCc
0 notes
hayaletsayfalar · 4 years
Text
"Zamanı unutuyor insanoğlu
Dünya dediğimiz ne kadar küçük"
Tumblr media
28 notes · View notes
uzunburakefendi · 1 year
Text
.
"beni büyüleyen dalgaların senfonisidir.
Değişik tonlarda da olsa dertleşmeye, günah çıkarmaya ve hayal kurmaya müzikal bir davettir. Ama ben seni kişisel sorunlarım ve eleştirilerimle meşgul edemezdim Deniz Kenarı.
Dünyanın yüzde yetmişi, insan vücudunun yüzde altmışı sudur. Su dört buçuk milyar yıllık ömrüyle gezegenin hâkimi ve yaşama nedenidir. İmparator Selçuk Han'ın gerçek adı Salcuk imiş; küçük su demektir. Bir ara kız veya oğlan da olsa ilk çocuğumun adını Deniz koymayı düşünmüş, haddini bilmezlik olur diye vazgeçmiştim. Yazar Thomas Mann, "Deniz aşkı, ölüm aşkından başka bir şey değildir" demiş.
Denizi çalıştım; neden köpürür, neden buharlaşmaz, neden tuzludur bilirim. Kasırga üretse de onun günahı değildir, şifa dağıtması bir yüceliktir. Mitolojide "Okeanos" nehir tanrısıyken, neden en büyük deniz parçalarına okyanus denmiştir, hâlâ merak ederim. Beni denizlere atlaslar yönlendirdi, kaderimin fal sayfaları oldular. Yılmadım dalga müziğinin makamlarını da deşifre etmeye uğraştım."
syf.35
Selçuk Altun'un yeni varsıl, bibliyofil, genç karakteri bu sefer kendisini yıllar sonra döndüğü İstanbul'da, Salacak kıyılarında denizle dertleşirken bulur. Daha iyi romanlarını okumuştum, ama Altun'un alıştığımız malumatfuruş, ukala, bol alıntılı anlatımını sevenlere tavsiye ederim.
#selçukaltun #iştegeldimdenizkenarı #işbankasıkültüryayınları #kitap #neokuyorum #okumakiptiladır #okumahalleri #roman
instagram
3 notes · View notes
kitapmagarasi · 5 years
Text
“Tanrım, burası aşık insanlarla dolu. Tahammül edilemez bir şey,” diye mırıldandı Prens alaycı bir şekilde ama gözlerine özlemli bir ifade gelmişti.
-Gaelen Foley
1 note · View note