Tumgik
#sır arkadaşı
gurbets-world · 6 months
Text
Dostluğu çok güzel özetlemiş!
Dost dediğin, sırdaşın olmalı.
Dost dediğin, yoldaşın olmalı.
Dost dediğin, candaşın olmalı..
53 notes · View notes
tipitip213 · 1 month
Text
Striptiz
Kocamla boşanalı 6 yıl oldu. 17 yaşındaki oğlumla beraber yaşıyorum. Küçük yaşta evlendirilmiş amca çocuklarıydık kocamla… Ben daha kadınlığın, evliliğin ne olduğunu anlayamadan başka bir kadına kapılıp gitti. Bir daha da yüzünü görmedik, sadece bize bir arkadaşı ile kimseye muhtaç olmayacağımız bir para yollar..
Oğlumla çok iyi anlaşırız. Birbirimizin arkadaşı, desteği, can yoldaşı olduk. Aynı şeylerden hoşlanır, her şeyi birlikte yapar, her yere birlikte gideriz. Aramızda sır, kaç göç yoktur. Her şeyi sakınmadan, çekinmeden konuşuruz. Ergenlik dönemini atlatabilmesi için, yanlış şeylere kapılmaması için cinsel eğitimini de ben verdim, merak ettiği her şeyi anlattım, her sorduğuna açıklıkla cevap verdim.
Birbirimizin yanında çekinmeden soyunur, giyinir, evin içinde hele sıcak havalarda iç çamaşırlarımızla dolaşırız. Küçüklüğünden beri canı sıkıldığında korktuğunda gelir benim yanımda yatar, uyur. Yani birbirimizden hiç çekinmeyiz.
O yaz hava çok sıcaktı. Sık sık duşa girip çıkıyorduk, üstümüzdeki fazlalıkları atmış, öyle dolanıyorduk evin içinde… Televizyonda yeni vizyona giren bir filme dalmıştık Film bitti, ben kalkıp mutfaktan buzdolabından dondurma almaya gittim. Bu sırada seksi bir film başlamış, nefis bir kadın striptiz yapıyordu ben içeriye girdiğimde…
Tolga öylesine dalmıştı ki kadına, ağzı açık, içine düşecek kadar ilgiyle, eli apış arasında izliyordu filmi… Salonun girişinde şaşkınlıkla onu izledim ben de… Oğlumu o ana kadar hiç böyle istekli, kadınlara ilgi duyan bir erkek olarak görmemiştim. Ben de oğlumu ağzım açık seyrediyordum. Beni fark ettiğinde çok utandı, hemen kanalı değiştirmeye çalıştı. Onun bu suçüstü yakalanmış, utangaç tavırları hoşuma gitmişti. Gülerek,
“Oğlum neden değiştirdin? Beğendiysen seyredebilirsin. Artık yetişkin bir erkeksin sen…” dedim ve elinden kumandayı alıp tekrar eski kanala döndüm.
Şimdi kadın erotik danslar yaparak soyunuyordu. Tolga yan yatmış, uzandığı yerde benim getirdiğim dondurmayı kaşıklarken, bir yandan da benimle beraber filmi izlemeye devam ediyordu. Öyle etkilenmişti ki önündeki kabarıklık bir anda büyüdü gözlerimin önünde. Altında slip külot vardı, taş gibi olan erkekliğinin başı bir anda küloduna sığmadı, dışarı çıkıverdi. Öyle utandı ki, benim daha fazla görmemem için hemen sıçrayarak yüz üstü yere uzandı.
Tolga’nın bu beklenmedik hareketi öylesine sevimli ve komikti ki kendimi tutamadım, gülmeye başladım. Tolga ise mosmor oldu, ne yapacağını bilemeden utançla ekrana bakıyordu. Ben de daha fazla utanmaması için kendimi zorlayarak gülmeme engel olmaya çalıştım. Filmi izlemeye devam ettik. Ekrandaki kadın bacağını havaya bir kaldırdı, amı olduğu gibi göründü. Çok, aşırı kıllı bir kadınlığı vardı kadının… Dayanamadım,
“Iyy… İğrenç” dedim. Gözünü kadının kıllı organından ayırmadan,
“Neden anne?” dedi
Bakımlı bir kadında bu kadar uzun kıllar olmaz” dedim. “Hem vücudu da çok orantısız. Üstelik iyi dans da edemiyor..” Benim bu ifade şeklim de onun çok hoşuna gitmişti herhalde…
“Sanki sen daha iyisini yaparsın da…” dedi gülerek.
Bak sen şu yaramaza… Canım oğlum beni sünepe bir ev kadını olarak görüyordu. Bir kadının çıplak dansını ilgiyle izleyen oğluma baktım, bir de filmdeki kadının dans diye yaptığı saçma hareketlere…
Dayanamadım, balkon tarafındaki kalın perdeleri de kapadım, yatak odasına gittim.. Üzerimdeki etek bluzu, çamaşırlarımı çıkardım. Çekmeceden beyaz dantel G-string külot sütyen takımı giydim.Yatağımın baş ucunda süs olarak duvarda duran uzun beyaz tülü tüm vücuduma sardım. Salona gittiğimde Tolga hala bıraktığım yerde filmi izliyordu. Televizyonun önüne geçip kapattım. Gözlerini hayretle açmış, bana bakıyordu.
“Bak bakalım beyefendi, dans nasıl olurmuş seyret te gör…” dedim gülerek… “Ama aramızda bir sır olacak kabul mu?” diye de sordum.
“Tamam annem” dedi. Ben salondan dışarıya çıktım, kendimi göstermeden Tolga’ya seslendim,
“Şu slow dans müzik cd sini tak ve sesi biraz aç…”
Dediklerimi yaptı. Nefis bir slow müzik yayıldı odaya.. Tüllere sarılmış, dans ederek girdim içeriye… Kıvrılarak, bükülerek, tüm seksiliğimi kullanarak bildiğim figürleri sergilemeye başladım. Dönerken girişteki duvarda boy aynasında kendimi görebiliyordum. Emindim ki, az önce striptiz dansı yapan kadından daha iyi dans ediyordum ve şeffaf tüllerin içerisinde ondan daha seksiydim.
Gözüm Tolga’ya ilişti. Önündeki kalınlık daha da artmıştı. Zaptetmekte zorlanıyordu çocukcağız… Dudakları yarı aralık, nefes almadan, gözünü kırpmadan beni izliyordu. Gülümsedim, dans etmeyi kesmeden seslendim,
“Tolga, külodunu çıkar, yoksa seninki kırılacak” dedim.
Beni ikiletmeden hemen dediğimi yaptı. Yaşına göre çok çok büyük olan ve şimdi benim erotik dansımın etkisiyle iyice sertleşmiş, kazık gibi olmuş siki yayından boşalmış ok gibi fırladı. Öyle şahane bir görüntüsü vardı ki… Dayanamadım, dans etmeyi bırakıp bir an uzandığı yerde antik çağ heykeli gibi görünen yakışıklı oğluma baktım,
“Yarabbim bu ne güzel bir erkeklik..” diyebildim. ”Nefis.. Boyu harika, ama biraz fazla kalın..” dedim ve gülmeye, kendimi toplamaya çalıştım.
Sonra şaşkın şaşkın ona bakarak dans etmeye devam ettim. Şimdiye kadar iç çamaşırlarıyla çok görmüştüm onu… Birkaç yıl öncesine kadar çıplak banyo yaptırıyordum, ergenlik döneminden bu yana kendisi yıkanıyordu. Ama banyoda sırtını çok keselemiştim. Sporla uğraştığından atletik, kaslı, erkeksi vücudunu çok iyi biliyordum, en ince detayına kadar… Ama hiç böyle kobra gibi bir erkeklik organı bacaklarının arasında havaya dikilmiş, bana şaşkın ve istekle bakarken görmemiştim. Ne zaman böyle koca yaraklı bir erkek olmuştu benim minik oğlum?
İçim bir hoş olmuştu. Kendimi zorlayarak dans etmeye devam ettim yavaş yavaş… Şimdi hareketlerim daha da erotikleşmişti. Tolga da bir acaip görünüyordu. O da benden etkilenmiş gibiydi. Sanırım dayanamıyordu, erkekliğinin damarlarını görebiliyordum. Elini erkekliğine götürdü, sıvazladı… Kısık bir sesle bana seslendi
“Anne… Dans etmesen de bana o kadın gibi striptiz yapsan…” Şaşırdım bu isteğine,
“Neden Tolga?”
“Şey…” Eliyle kazık kesilmiş penisini işaret etti, “Kazık gibi sertleşti anne… Çok acımaya başladı… Lütfen… Sana bakarak rahatlamak, mastürbasyon yapmak istiyorum…”
“Aaa… Olur mu hiç öyle şey Tolga? Annene bakıp mastürbasyon mu yapacaksın? ”
“Ne olur sanki… Hadi kırma beni… Lütfen… Sanki seni hiç çıplak görmedim şimdiye kadar… Değişen bir şey yok ki… Tek yapman gereken üstündekileri dans ederken çıkarıvermek…”
Gözlerine baktım. O çocuksu bakışları yoktu şu anda, bir erkeğin beni arzulayan, isteyen, sikici bakış ifadesi gelip yerleşmişti. Tüylerim ürperdi. İçimdeki kadın kıpırdandı. Zaten erkekliğinin nasıl kalktığını gördüğüm andan beri ayaktaydı arzularım… Yapmamalıydım ama nasıl olduğunu anlayamadan bir anda ağzımdan
“Tamam, peki canım…” sözü çıktı. Sanki konuşan onun 17 yıllık annesi değil, bir kadındı, bir başkasıydı… “Ama ben sadece soyunucam. Sen de sadece beni izleyeceksin. Oturduğun yerde kendine ne yaparsan yap… Sonra da bugünü, bu dansı, olanları unutacağız, tamam mı?” dedim. Sevinçle, gözleri parlayarak,
“Okey annecim…” dedi, altına büyük minderi alarak yere oturdu.
Dansa devam ederek tam önüne geldim. Üzerimdeki çıplaklığımı örten şeffaf tülü yavaş hareketlerle, müziğin ritmine uyarak bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla aşağıya indirmeye başladım. Eli sertleşmiş sikini sıvazlayarak, gözünü kırpmadan izliyordu beni…
İstek dolu gözlerinin önünde yavaş yavaş çıplak bedenim meydana çıktı. Sonunda uzun tül ayaklarımın dibine yığılıp kaldı, ben de hareket etmeyi keserek gözlerine baktım. Ayak tırnaklarımdan tepeme saçlarıma kadar tüm vücudumu şöyle bir dolaştıktan sonra kesik bir sesle,
“Anne sen harikasın, tarif edemem…” dedi “Sana şimdiye kadar hiç bu gözle bakmamıştım. Öyle güzelsin ki… Anlatamam…”
“Sen de her kadının aklını başından alacak kadar yakışıklı ve etkileyicisin.. Hele erkekliğin beni çok etkiledi…” diye yanıtladım.
Yerde, minderin üstünde oturan çırılçıplak oğlumun önünde, üzerimde sadece kırmızı renkte G-String şeklinde incecik bir külot, ve onun takımı askısız bir sütyenle yarı çıplak ayakta duruyordum. Külodun ip şeklindeki ağı, am dudaklarımın arasına girmiş, klitorisime sürtüyor, havayı bozmamak için tutup düzeltmekten çekiniyordum. 1.75 olan boyum dans için giydiğim ayaklarımdaki yüksek topuklu ayakkabılarla daha da uzamış görünüyordu.
“Gerçekten, dediğin gibi filmdeki kadına taş çıkartırsın annecim… Kızıl saçlı, muhteşem bir afet duruyor karşımda…” dedi neden sonra… Durdu, çekinerek, “Anne nolur, çıkarsana üstündekileri…” diye yalvardı bana… Erkekliğinin damarları mor mor görünüyordu, başı da mosmor kesilmişti.
“Ne o? Dayanamadın mı bakiim?” diye şakaya vurmaya çalışarak sordum. “Hani sadece dans edecektim? Şimdiyse soyunmamı istiyorsun, yaramaz şey…”
”Lütfen, kırma beni… Bu kadar yaptın, sonuna getir bari…”
Yerde, minderin üzerinde oturuyordu, sırtını koltuğa dayamıştı. Bacaklarının arasındaki penis mızrak gibi havaya dikilmiş, şahane görünüyordu. Bir anda kararımı verip yanına diz çöktüm ben de… Soyunmaktan fazlasını yapacaktım.
Tolga’nın güzel sikini elime aldım, okşadım. Ateş gibi yanıyordu. Tolga sadece soyunmamı beklerken, benim birden bire çöküp kendini ellemem karşısında aptallaşıp kalmıştı. Sikini kavrayan ellerimin sıcaklığını, zevk verici temasını hissedince kıvrandı,
“Ohhh… Annecim… Ne yapıyorsun?”
“Sus canım… Kendini bana bırak…”
Dilimi çıkarıp avucumu yaladım, tükürükleyip ıslattım, kayganlaşan avucumun içinde sikini sıvazlamaya başladım. Tolga dudaklarını ısırarak bir inilti kopardı. Elini uzatıp kalçalarımı okşamaya başladı ama izin vermedim. Kalçamdaki elini çekip kenara bıraktım.
Kalktım, içeri gidip krem alıp geldim. Ellerimi güzelce kremleyip sikini sıvazlamaya başladım. Gözleri sikini okşayan ellerimde, yarı çıplak vücudumda dolaşıp duruyordu. Canım oğluma kendi ellerimle mastürbasyon yaptırıyordum. Fazla dayanamadı, bir anda kasılan sikinden fışkırmaya başlayan spermleri bir anda suratıma, dudaklarıma yağmaya başladı.
“Ahhh… Çok güzel… Harikasın annem… Ohhhh…” diye inliyordu. Ara vermeden okşamaya devam ettim. Son salvolar boynuma, göğüslerime geldi. Öyle çok boşaldı ki, şaşırmış vaziyette çıplak tenimdeki döl damlalarına bakıp kalmıştım. Ellerime bulaşan oğlumun menilerini ağzıma götürüp yaladım, temizledim. Güzel siki boşalmasına rağmen dimdik duruyordu yine… Ayağa kalktım,
“Kalk ve beni soy…” dedim.
Bu lafımı duyunca şok geçirmiş gibi yüzüme baktı. O an karşısındaki annesi değildi sanki karısı ya da çok arzuladığı bir kadındı.. Kalktı, arkama geçti, saçlarımı kaldırıp sütyenimin kancasını açtı, serbest kalan memelerim yay gibi fırladı. Sonra beni döndürüp kocaman biçimli fındık gibi başları ve dimdik memelerime hayran hayran baktı, ellerini uzatıp memelerime dokundu. Arzuyla dikleşen memelerimi titreyen parmaklarıyla okşadı. Hayran hayran bakıyordu onlara… Sonra eğilip memelerimi diliyle yalamaya, ağzına alıp emmeye başladı. Acemi oğlan ara sıra uçlarını dişliyor, ben de acıyla sıçrıyordum.
Dakikalarca memelerimi, göbeğime kadar olan bölgeyi öptü, emdi… Göğüslerim emilmekten kıpkırmızı olmuştu.. Aşağıya indi, öpe öpe küloduma kadar indi. Uzun süre memelerimin yalanıp öpülmesiyle kadınlığım içimden çağlayan zevk suları içinde kalmıştı. Islak amımın dudakları arasına sıkışan külodumun ağ kısmını dişleriyle ısırarak amımın dudaklarından kurtardı. Külodun bel kısmından tutarak yavaşça aşağı indirdi. Sanki erotik bir rüyayı yaşıyor gibiydim. Üstümde sadece topuklu ayakkabılar kalmıştı. Çırılçıplaktım karşısında…
“Yere uzan” dedim. Uzandı. Başını bacaklarımın arasına alarak diz çöktüm,
“Bana amımı anlatsana bir erkek olarak…” dedim. “Nasıl görünüyor? Güzel mi?” Biraz alçaldığımda burnu değiyordu kabarmış am dudaklarıma…
“Küçük iki pembe gül dudaklı, yapma bebek gibi pürüzsüz ve yumuşak.. Dudakların arasındaki bu sert şey ne anne?” dedi merakla…
“İşte meşhur klitoris o.. Kadının dayanamadığı tek nokta…” dedim.
Daha fazla dayanamadı, dudaklarını yapıştırdı o merak ettiği sert noktama, klitorisime… Çılgınca emmeye, diliyle yalamaya başladı.. Yıllardır bir erkek eli, gözü değmemişti vücuduma… Ve bugün amım yalanıyordu kıyasıya… Müthiş bir zevk başımı döndürüyordu. Dizlerim titriyordu. Kısık bir sesle acemi erkeğimi yönlendiriyordum.
İkimiz de dayanamadık. Az önce getirdiğim kremle sikini güzelce yağladım. Yattığı yerde havaya dikilmiş güzel sikin üstüne ata biner gibi oturmaya başladım. Sikinin kocaman başı benim o pembe dudakların arasına girdi yavaş yavaş… Yıllardır seks yapmadığım için amım çok dardı. Krem sayesinde zorla giriyordu… Dudaklarını ısıra ısıra, zevk sularından sikimin ıslanıp kayganlaşmasını bekleye bekleye, santim santim aşağı yukarı yaparak, derken dibine kadar sokup oturdum.
Bacaklarımın arası tamamen dolmuştu. Tolga ellerini uzatıp memelerimi mıncıklıyordu. Ben de onun kaslı erkek vücudunu okşuyordum sürekli… Kabaran klitorisim oğlumun kasıklarında eziliyor, memelerim mıncıklanıyordu.
İçimden zevk sularının boşaldığını hissettim. Bir iki aşağı yukarı yapınca içimin kayganlaştığını, duvarlarım zorlansa da biraz daha rahat hareket edebildiğimi gördüm. Sonra da oturup kalkmaya başladım. Tempolu bir şekilde yavaş yavaş çöküp doğruluyor, dibime kadar girmesini sağlıyor, sonra yukarıya başı dışarıya çıkana kadar yükseliyordum. Bir an siki kapıma dayanmış duruyor, sonra bir anda dibime kadar gömüyordum içime…
Artık dayanacak halimiz kalmamıştı ikimizin de… Benim minik oğlum sikici bir erkek olmuştu. Kazık gibi sikiyle içimi tamamen doldurmuş, ben üstünde hareket ettikçe o da kalçalarını indirip kaldırarak bana eşlik ediyordu. İkimiz de kasılmaya, çığlıklar atmaya başladık.
Duramıyorduk artık… Dünya yıkılsa ikimizin de duracak hali kalmamıştı. Ben nefes nefese kalıp Tolga’nın üstüne yığıldığımda o hala koca sikini alttan pompalayıp duruyor, taşaklarındaki son menileri de içime akıtıyordu. Sonunda sakinleştik, birbirimize sarılıp o vaziyette kaldık.
Kendimize geldiğimizde oğlumun kazık gibi siki hala benim daracık amcığımın içinde duruyordu. Yılların verdiği açlık yüzünden daha doymamıştım. Yana yuvarlanıp Tolga’yı üstüme çektim. Bacaklarımı aralayıp erkeğimi zevk odama davet ettim. O da beni kırmadı. İki kez boşalmasına rağmen taş gibi duran erkekliğini, döllerinden kayganlaşmış amıma daldırdı. Gidip gelmeye, pompalamaya başladı.
Bu defa uzun sürdü boşalmamız… Sona yaklaştığında öyle çılgınca bir zevk duyuyordum ki, kendimi kaybedip gözümden sakındığım oğlumun sırtına tırnaklarımı geçiriverdim. O da sırtındaki tırnaklarımın acısıyla, amımdan aldığı zevkle acı acı inleyerek orgazm olmaya başladı. Bir kez daha kendimizden geçtik.
O akşam yatakta beraber, birbirimize sarılarak, çırılçıplak vaziyette uyuduk. Oğluma verdiğim sadece bir gecelik fantezi sözünü unutmuştum bile… Ertesi gün uyandığımızda bizi yepyeni bir yaşam bekliyordu. Oğluma seks konusunda öğreteceğim çok şey vardı. O evlenene kadar onu tam bir erkek yapacaktım. Oğlunu hayata hazırlamaya çalışan yalnız bir anne olarak bu benim görevimdi.
122 notes · View notes
vishnyasoju · 8 months
Note
1. fazla kıskanç olması 2. gaslighting ya da love bombing yapması 3. aşırı telefon kullanımı/sosyal medya bağımlılığı 4. sosyal medyada thirst trap paylaşımlar yapması 5. kendine ait boş zamanı/hobisi olmaması 6. sizin boş zamanınıza/hobinize saygı duymaması 7. sürekli sözünüzü kesmesi, fikirlerinize yeterince değer vermemesi 8. ailesine veya çevresindekilere kolayca yalan söylemesi 9. ailesine ve çevresindekilere kötü/kaba davranması 10. alkolik ya da madde bağımlısı olması 11. kontrolcü bir yapısı olması (obsesif) 12. travmatik geçmişi olması (intihar teşebbüsü, istismar gibi) 13. hayatta bir gayesi olmaması 14. ilişkileri arasında az zaman olması 15. kısa süreli çok fazla ilişki yaşamış olması 16. son ilişkisinin üzerinden pek vakit geçmiş olmaması (aka needy) 17. geçmiş ilişkilerinde aldatan taraf olması 18. hiç ya da aşırı çok arkadaşı olması 19. özsaygısı olmaması 20. sizi değiştirmeye çalışması 21. size yeterince destek olmaması 22. kişisel bakıma dikkat etmemesi 23. kendine zarar vermeye meyilli olması 24. sizin için değerli kişileri önemsememesi 25. sürekli memnuniyetsiz olması (aka downer) 26. sığ, yüzeysel ve indirgemeci olması 27. hayvan sevmemesi 28. size yönelik kötü sözler sarf etmesi, hakaret etmesi 29. kültürel uyumsuzluklar 30. sır tutamıyor olması 31. her konuda ailesine ya da arkadaşlarına danışıyor olması (aka ana kuzusu) 32. eski ilişkilerini sürekli gündeme getirmesi 33. her şeyi biliyor oluşu (aka herbokolog) 34. sabit fikirli, bağnaz, tutucu biri olması 35. uzmanlık gerektiren bir mesleğe sahip olmaması 36. empati yoksunu olması 37. ego trap 38. ilişki içinde strateji yapması 39. sizinle ya da ailenizle rekabet etmesi 40. drama queen olması
bunu ekşiden kopyala yapıştır yaptım ve tüm maddelerin red flag olduğunu canı gönülden onaylıyorum
Ne cok red flag sigdirmissin icine
13 notes · View notes
sillagen · 10 months
Text
8 notes · View notes
ilmiyyat1453 · 1 year
Text
KUR'ÂN-I KERÎM TALEBELERİ
Padişahın gözüne günlerdir uyku girmiyor. Zihnindeki soru beynini kemiriyor, bir türlü uyuyamıyordu. Kafasında dönüp duran soru şu: Ehli cennet kimdir, ben ehli cennet miyim?
Cevapta bulamaz sorusuna.. Bir gece yarısı yine uykusuz odasında.. Aklına veziri gelir. Vezir, çocukluk arkadaşı ve sır ortağıdır. Ona derdimi açayım bir cevap verir belki der, gece yarısı veziri çağırtır. Vezirler azl edileceği zaman gece çağrılırdı. Padişahtan haber gece yarısı gelince, vezir "Eyvah bir hata yaptım azl edileceğim" düşüncesiyle hazırlanır huzura gelir.
Fakat vezir gelinceye kadar padişah derdini anlatmaktan vazgeçer. Bu düşünceyi kalbime koyan Rabbim verecek cevabı der. Vezir gelir. Padişah; 'biraz sıkıntılıym sarayın dışına çıkıp dolaşalım' deyince vezir rahatlar.
Dolaşırken mezarlıktan semaya uzunan bir nûr sütunu görürler. Ne oluyor diye merakla giderler ki, 3 tane talebe oturmuş ders çalışıyor. Padişah 'siz ne yapıyorsunuz burada?' deyince, talebeler 'biz şu dergahın talebeleriyiz. Medresede kandillere koyduğumuz yağımız bitti. Bizimde ders çalışıp sabaha hocamıza dersimizi vermemiz lazım. Kandil yanmadığı için karanlıktayız, ay ışığında ders çalısalım diye buraya geldik' derler.
Padişah talebeleri alıp saraya getirir, kendi gelirinden dergaha aylarca yetecek zeytin yağı tenekeleri ile talebelere erzak koyar ve veziriyle talebeleri dergaha gönderir.
Arkalarından gözden kayboluncaya kadar bakar odasının penceresinden. Onlar gider, günlerdir kapanmayan göz kapakları gönlünün huzur bulmasıyla kendiliğinden kapanır, uykuya dalar.
O anda Efendimiz (aleyhisselâtu vesselâm) rüyasında teşrif eder ve şöyle buyurur: "Ey zamanın padişahı! Ehli cennet, o yardım ettiğin talebedir. O talebeler ki, halka dini anlatır. Haramı helali anlatır. Müslümanları günahlardan sakındırır. Onlar sayesinde din güçlenir. Namaz, doğru öğrenilip kılınır. Oruç doğru tutulur. Zekat bilinir ve doğru verilir. O talebeler ile baç öğrenilir. Gönüller ve cemiyyet huzur bulur. Onlara yaptığın yardım sebebiyle sende ehli cennetsin."
16 notes · View notes
querenciahy · 11 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Gelmiyor, orada durup gözlerimin içine bakıyor yine de cesaret edemiyor ben onların tarafındayken yanıma gelmeye. Düşman olamazdım ona, diğerleriyle de arkadaş olamıyordum. Burası bir yatılı okul gibiydi fakat yanımdakiler bana hiç sınıf arkadaşı gibi bakmıyorlardı. Sıkılıyordum ve tek eğlencem onunla oynamaktı. Elinden tutacak onun savaş gemilerini yürütmesine destek olacaktım fakat o savaş bana karşı açılan bir savaş olacak.
"Yine bir gün yalnız kalacaksın Minay," derken sesindeki anlayışı beni şaşırtmıştı. Başımı kaldırıp sakin gözlerle beni izleyen Güven'e baktım. Bu dört katlı yabancı olduğum binada bana arkadaş olan biri varsa oda Güven olurdu.
"Korktuğumu sakın düşünme! Sadece hiç birinizin beni kabul etmemesi beni yoruyor."
"Bak sana bir sır vereyim. Biz her ne kadar birbirimize bağlı görünsek de aslında birerr düşmanız kendimize."
3 notes · View notes
se-a-ser · 1 year
Text
yanlışlıkla aldığım Amazon Prime'da iyi filmler varsa seyredip bitireyim (aylar oldu) diyerek yüksek bir beklenti olmadan izledim. müstehcen bir giriş yapsa da film bir noktadan sonra mükemmel bir hal alıyor.
Ramazan günü böyle bir paylaşım yapma sebebim ise filmin sorguladığı din algısından ziyade ekşisözlükteki şu efsane yorum oldu
************************
daha ilk sahnesinde bu çocuğa kızar mısın, yoksa onu sever misin diye adamı ikileme sokan film hemen ardından siyah üstüne koyu kırmızı harfleri bembeyaz diye çakıyor jeneriğe. ikilem mi, bemmibeyaz, koyu kırmızı ha ne falan derken henüz bilmiyorsunuz, çift yarık deneyini, cebriyeyi ve dahi allahın iradesini.
çift yarık deneyinin ne olduğunu ve filmde nasıl kullanıldığını anlamak filmin alt metinleri için hayati önem taşıyor. çok karışık sonuçları var bu deneyin ve hala gizemini de korumakta ama kabaca foton biz onu özellikle gözlemlemeye çalışmazsak dalga, gözlemlemeye kalktığımızda ise parçacık gibi davranıyor. dahası, ertelenmiş seçim deneyi ile biz sonradan gözlemlesek bile foton parçacık gibi davranıyor. yani henüz gözlemlenmeden gözleneceğini biliyormuş gibi davranıyor. tek yarıkla aynı deney yapıldığında ise herşey normal. işler çift yarıkta tuhaflaşıyor. iki kişinin bildiği sır değildir. :)
yani süperpozisyon denen bir olasılıklar denizi var ve bir şekilde varlığımızla, ya da gözlemimizle, ya da farkındalığımızla o olasılık denizini tek bir damlaya dönüştürüyoruz. superpozisyonu külli iradenin (allahın iradesi) bir fonksiyonu, gözlemimizi de cüzi iradenin (kulun iradesi) bir fonksiyonu gibi değerlendirirsek, islamiyetteki kader inancı için çok iyi bir açıklamamız oluyor.
dediğim gibi çok karmaşık ve gizemli ama filmden gidersek, mesela hoca önde oturan ali ile arkasında oturan halil'in kağıtlarının aynı olduğunu farkediyor. fotonları gönderdik çift yarığa, ışık dalga fonksiyonunda. bir kopya vakası var. hoca kopya çekenin arkada oturduğu için halil olduğuna kanaat getirdiğinde, dalga fonksiyonu çöküyor. hocanın cüzi iradesi devreye girdi, tüm diğer olasılıklar elimine oldu. hoca kağıtların aynı olduğunu farketmeyebilir, farketse bile görmezden gelebilir, ya da kopya çekenin halil olduğuna kanaat getirmeyebilirdi.
halil kopya çekti diye hoca vural'ı okula çağırdı. vural, halil'in kopya çektiğine inandı ve paaaaaat! tokadı patlattı halil'e. ışığın dalga fonksiyonu çöktü, vural'ın cüzi iradesi devreye girdi, diğer tüm olasılıklar elimine oldu. vural inanmayabilir, inansa bile önemsemeyebilir, hiç ilgilenmeyebilir, ya da halil'e inanabilirdi.
halil yemin ederim diye başlayarak kopya çekenin arkadaşı ali olduğunu anlattı. ışığın dalga fonksiyonu çöktü, halil'in cüzi iradesi devreye girdi, diğer tüm olasılıklar elimine oldu. halil babası tokat atmadan önce kopya çekenin kendisi olmadığını söyleyebilir, tokadı yedikten sonra kopya çekenin ali olduğunu söylemeyebilir, odadan kaçabilir, ya da yemin etmeyebilirdi. yemin ettikten sonra yalan söylemediğine filmin ilerleyen sahnelerinin birinde bir kez daha tanık olacağız.
üç farklı gözlem, üçü aynı kaynaktan çıkan fotonlar, aynı çift yarık düzeneğinden geçerek, arkadaki perdenin apayrı yerlerine düşüyorlar. filmde superpozisyondaki dalga fonksiyonu bir karakterin cüzi iradesiyle çöktüğünde genellikle sert bir ses çıkıyor. tokat sesi, camın kırılması, zilin sesi, silah sesi, odun kırma sesi. burada izleyiciye haber veriliyor, bak dikkat et cüzi irade devreye giriyor, dalga fonksiyonu çökecek diye.
sonay amerika'ya vize için başvururken, kartal gezenoğlu'nun elektrik süpürgesinin sesi bastırır konsolosluk memurunun sesini. kartal süpürgeyi kapattığında, memurun sesi gürültüden arınır, anlaşılır hale gelir. bu sefer dalga fonksiyonuna ışık değil ses dalgalarıyla gönderme yapılmıştır.
vural beyaz ile babası dükkanda. foton color. :) ibrahim baba, sonradan alkollü araç kullanırken ölümüne sebebiyet verdiğini öğrendiğimiz vural'ın annesinin fotoğrafının olduğu çerçevenin tozunu alırken ne soğuktur yahu der kendi kendine muhtemelen karısının mezarını kastediyordur. daha sonra her birinin metafor olduğunu anlayacağımız böcek, soğuk ve kardan bahsederler. böcek dışarısı soğuk olduğu için dükkana girmiş ve vural onu dışarı atmıştır, o nedenle kapı açılınca dükkan soğumuştur, kar da bir yağsa soğuk kesilecektir. vural babasına sigara konusunda yalan söylemiş ve böcekten bahsetmiştir. ileride de nerede böcek görsek vural'ın inandırıcılığının sarsıldığı bir durum söz konusu olacak. soğuk, ölümdür, suçtur, pişmanlıktır, cebriyedir ve sürekli olarak çok soğuktur mahalle. kar ise bir yağsa, soğuk kesilecektir ama yağmamış gitmiştir. birden duvardaki çift yarığı görür vural, kamera döner yarığa bakan vural ile babası, tıpkı çift yarık gibi görünmektediler. biri biraz daha uzun biri biraz daha kısa. soğuktan olmamıştır o yarıklar ve bir usta gelip tamir etmelidir. vural dünyanın masrafı çıkar ben yaparım der, babası ısrar eder "böyle dükkan olmaz ya" :) bu çift yarık deneyindeki acayiplikler ortaya ilk çıktığında da pek çok bilim adamı böyle fizik olmaz ya demiştir eminim. en azından benezr bir acayipliğe einstein'ın "mesafeler arası korkunç olay" dediğini biliyoruz.
babasıyla vural arasındaki ilişki önemli. ibrahim, vural için tipik bir rol model, baba figürü. otorite, itaat, dürüstlük, din, tevazu, hakkaniyet, vatan, millet, sakarya hepsi var. üstelik vural annesiz büyümüş, yani baba etkisi daha da genişlemiş. vural'ın babası alkollü araç kullanırken trafik kazasında annesinin ölümüne sebebiyet vermiş üstelik. yani vural bilinç düzeyinde babasını affetmiş ve otoritesine itaat etmiş.
sonay foton color'a girer ve vize için çektirdiği vesikalıkta kulakların tam gözükmediğini söylediklerini söyler, vural ile bakarlar, vural gözüküyor der, sona gözükmüyor dediler der, vural ama gözüküyor der, sonay gözükmüyor dediler der. ama dalgaaaa, parçacık dedileeer. :) allah allah niye böyle yapıyorlar acaba ya :) bir daha çekelim o zaman sorun yok. allah allah niye böyle yapıyor acaba ya bu fotonlar :) bir daha deneyelim o zaman sorun yok :) kulaklar gözüksün diye sonay'ın saçlarını arkaya atarken de statik elektrik çarpmasın mı bunları :) necip çağhan özdemir alt metinde çok eğleniyor. vesikalık fotoğrafı da vize başvurusu sırasında görmüştük, yani kulak görünüyor da dersin, görünmüyor da dersin öyle bir fotoğraf :) daha sonra bilgisayarda sonay'ın bir vesikalık fotoğrafına daha bakıyor vural ama bence bu iki fotoğraf aynı değil. bilgisayarda biraz daha gülümsüyor sonay. ah foton color ah :)
cuma namazından çıkışta, vural sonay'ın evine gidiyor, karısını aldatırken şahitlik etmesin diye boynundaki muskayı çıkarıyor. sevişmelerinden sonra öğreniyoruz ki, bu illk sevişmeleri değil. sonay'ın da annesi yakın zamanda ölmüş, o da kimsesiz kalmış kartal gibi. kimsesizler, edilgen temizlik işçileri oluyor galiba hep ibrahim baba'nın diyarında. yalnızlığını bastırdığı iki sevgilisi var sonay'ın. biri vukuatlı tabancaların, kanlı muştaların adamı bir var bir yok :) bekir uğur, diğeri bizim alnı secdeye değmiş iyi aile babası vural. dalgaaaaa, yok yok parçacık. :) ah foton color ah.
sonay ibrahim baba diyarından müşteki, sam amca'nın diyarına gitmeye çalışıyor. çünkü bekar bir hamile ve bekar hamilelere iyi davranmıyorlar ibrahim babagil. burada temizlikçilik yapacağıma orada temizlikçilik yaparım diyor. vural soruyor sonay'a sen niye amerika'ya gitmek istiyorsun, benden mi kaçıyorsun, bekir uğur'dan mı diye, sonay ibrahim baba diyarından diyemediğinden lafı değiştiriyor. vize çıkarsa hamile olduğunu filan vural'ın bilmesi gerekmeyecek.
vural, karısı, oğlu ve babası ile yemek sofrasında mutlu. tam bir numunelik makbul aile sofrası. tam baba figürünün istediği gibi. ekmek kırıntılarını topluyor vural, masada kırıntı kalmasın çok günah, doymamış, daha istiyor. gusül abdestini aldıktan sonra yatakta karısı halil'e bir kardeş daha yapalım filan derken vural'ı kaçırıyor bir kez daha günaha. vural dişimi fırçalayacağım diyip kartal gezenoğlu'nun yanına meyhaneye gidiyor. yolda sigara içiyor. :)
meyhanede öğreniyoruz ki, kartal ile vural çocukluk arkadaşı, ailecek görüşüyorlar, hatta kartal kimsesiz, vural'ın babası babalık yapmış. kartal'gilin çocuğu olmuyor. kader kısmet işte. kartal geceleri eve çoğunlukla gitmiyor, kartal'ın karısı şikayetçi. vural da yakışıyor mu oğlum sana diye fırça atıp, eve götürmeye gelmiş meyhaneye, rakı içmiyor. ibrahim baba, kartal içki içip namaz kılmadığı için çok beğenmiyor ama o da alkollü araç kullanırken hanımının ölümüne sebebiyet vermiş, altı ay hapis yatmış ve tövbekar olmuş.
meyhane çıkışı filmin en incelikli sahnelerinden birini izliyoruz. kartal'ın yakın çevresi her şeyini herkes biliyor ya kartal'ın içi dışına çıkyor. kartal bir evin duvarına kusarken, vural da işemeye kalkıyor. vural'ın cümlesi süper: "lan oğlum öyle bakınca yapamıyorum, önüne baksana yaa." cevap, ondan da süper: "benim adım kartal oğlum, ben her şeyi görürüm." geldik mi yine çifte yarık deneyine. :) necip çağhan özdemir alt metinde eğlenmeye devam ederken, kartal'ın çocuksu karakterine tezat vural'ın sinsi karakterini bir çırpıda kolayca, hem de sarhoş kartal'a çocuk gibisin lan vural dedirterek anlatıveriyor. kimse görmüyorsa, vural sigara içebiliyor, sokağa işeyebiliyor ve yalan söyleyebiliyor ama bir gözlemci varsa hemen dalga dönüşüyor parçacığa. kimsesiz kartal'a da ibrahim babalık yapmış ama aynı baba figürü, kartal'ı samimi, çocuksu, günahlarını açıktan açığa yaşayan biri yaparken, vural'ı sinsi, yalancı, bencil biri yapmış. dalgaaaa, yok yok parçacık. :) ah foton color ah. :)
vural ile halil sigara almak için bakkala giriyorlar. halil bakkalın para üstünü çalınca, kimse görmese allah görür oğlum diyor vural ama tavla oynadığını, sigara içtğini babası görmesin istiyor, hatta sonay'la seviştiğini muska görmesin istiyor, o derece. halil'in de yemin ettikten sonra doğruyu söylediğini bir kez daha görüyoruz.
vural, foton color'da bir müşterinin vesikalık fotoğrafını çekerken sonay cepten arıyor. vural meşgule veriyor, bu sefer dükkanın sabit telefonundan arıyor. babası telefona bakmasın diye vural bakıyor ve arayan esnaf arkadaşı mahmut'muş gibi davranıyor.
vural sinirleniyor sonay'a, sonay'ın evine gidiyor. kızıyor babamın yanında niye beni arıyorsun. sonay ağlıyor, vize başvurusu reddedilmiş. artık hamile olduğunu söyleyip vural'a iyice yamanması lazım ama vural babasının yanında telefon açtı diye bile sinirleniyor hala. üstelik sonay'ın derdini bile dinlemeden babam dükkanda yalnız gitmem lazım diyince sonay'da şalterler atıyor. ibrahim baba diyarından kaçamıyor, vural'a yamanamıyor, bekir uğur zaten umutsuz vaka, çocuğu aldırmak da yasak, üstelik çocuğu doğurmak istiyor zaten. sonsuz olasılık barındıran superpozisyondan sonay'a bir pozisyon çıkmıyor, sonay'ın cüzi iradesi devreye giremiyor. vural'ı evden kovuyor ve intihara kalkışıyor. cüzi iradesini tam bu şekilde devreye sokacekken, vural mani oluyor. sonra vural'la aralarında hülasa şöyle bir diyalog geçiyor.
- bu hayatta düzeltilemeyecek, çözülemeyecek hiçbir iş yoktur - ben hamileyim, - benden mi? - senden. - yemin et. - yemin ederim. - ahh canım benim, canını sıktığın şeye bak, aldırırız. - aldramayız, 11 haftalık, yasak. - ya ben hallederim. - olmaz, doğuracağım çocuğu. sen de babana, karına gerçekleri anlatacaksın. - anlatırım, kader buymuş. dıkşııııııııııııın
duydunuz silahın sesini, yine girdi devreye cüzi irade, çöktü gene dalga fonksiyonu. kader bu değilmiş, allah'ın zoruyla kaderi yaşamaya razı olmak yerine cebriye'yi öldürebiliyormuşuz.alın yazısına cebriye'nin kanı sıçrayabiliyor, alın yazısını örtebiliyormuş.
vural, bir yandan inanç krizi yaşayıp, bir yandan da katil olmanın şokunu yaşarken, bu hayatta düzeltilemeyecek, çözülemeyecek hiçbir iş yoktur, intihar süsü verir kurtulurum diye düşünüp, bunu uygularken, seyirci olarak ben de aha öldürdü kızı, şimdi ne olacak, bıraksaydın zaten intihar edecekti, şimdi intihar süsü vermeye kalksan, elin de eldivenli parmak izin yok, ama kurşunun girişinden falan anlaşılır gene adli tıpta ama dur bakalım nasıl ilerleyecek falan diyorken, duyduk zilin sesini. ding dong. sonay'ın komşusu cüzi iradesini devreye soktu, silah sesini duyup, sonay'a bakmaya geldi. bakmasana oğlum kapının dürbününe içeride biri olduğunu anlayacak, iyi iyi anlamadı, dönüp gidiyor, yine çıktı kara böcek, vural inandıramayacak komşuyu, gördün mü gitmedi döndü geri, bir daha çalıyor zili, bu defa daha şiddetli çalıyor, aha kapıya da vurmaya başladı, yandın oğlum vural derken, pes etti komşu. tam rahatlarken, komşu bizim kartal'ın masaja gittiği ceylan çıkmasın mı? sonay öldürülürken kartal da üst kattaymış ya. sesin silah sesi olduğuna inanmadı herşeyi gören kartal'ım, bir şey düşmüştür filan diyor. evinin penceresineden gördü ama komşu vural'ı apartmanın sokağındaki şüpheli halini. olsun bilmiyor ki, vural'ın kartal'ın arkadaşı olduğunu.
necip çağhan özdemir neredeyse sıfır diyalogla, ağır ağır ilerleyen sahneleriyle beni vural'ın gerilimine ortak etmeyi başardı. yanında inanç krizi ve adam öldürmenin şoku da bonus. şimdi bu sahneler uzun mu kısa mı, yavaş mı hızlı mı? emin misiniz?
eve döndü vural, abdestini aldı, günahını temizledi, allaha sığınıp namazını kıldı, yattı, hasta uyuyor taklidi yapıyor. babasıyla iletişim kurmaya hazır değil daha. abdest, namaz yetmedi tabii, içi içini yiyor, kabuslar içinde fırlıyor yataktan. güneş doğmuş, kartal sahilde balıktadır şimdi. onun yanına gideyim.
yine çok soğuk hava. kalın giymek gerek, kar yağacak diye her yerde bas bas bağırmalarına rağmen, kar bir türlü yağmamış. bu soğuk içinden geçer adamın, zatürre eder. vural'ın üzerinde yine açık kahve paltosu var. babasının bilmesini istemediği tüm eylemlerinde vural açık kahve paltosunu giyer. sonay'ın evine o paltoyla gider, meyhaneye o paltoyla girer, sigara almak için markete o paltoyla girer,. vural da zaten zatürre olmamak için kalın giyinmiş. ibrahim baba soğuğundan korunmak için kartal'dan babasına yalan söylemesini istemek için gelmiş balığa, kartal'ın yanına: cinayet saatinde vural, kartal ile birliktedir. ibrahim baba bu, sorar durur susmaz, vural da kartal'laydım demiştir.
kartal mahalledeki bir intihar olayını anlatmaya başlar vural'a. onun bir tanıdık vardır o apartmanda oturan. bir ses duyup aşağı inmiş, kapıyı çalmış açan olmamıştır. iki saat sonra bir daha aşağı inip, kapıyıı çalmış, yine açan olmayınca polise haber vermiş. polisler gelip kapı açılınca, kızın intihar ettiği anlaşılmış, kafasına sıkmış kız, beyni filan hep akmış gitmiş. mahallede hemen dedikodu başlamış, kız orospuymuş, dostuymuş falan ama meğer milletin evine temizliğe gidiyormuş. vural kedi olalı bir fare değilse de, balığı tutmuştur. intihar diyorlar işte!
babasıyla yine dükkanda boş boş oturup yüzüğüyle oynarken, bilgisayardan sonay'ın vesikalık fotoğrafına bakıyor vural. yüzük masada ilerliyor, tam masadan düşecekken vural tutuyor. yüzük bir güzergahta yine yalpalaya yalpalaya ilerliyor, tam masadan düşecekken vural tutuyor, bu defa yüzüğü masanın dışına doğru itiyor ve yüzük yere düşüyor. ibrahim baba ters ters bakarken, içeri iki kişi giriyor. ibrahim baba buyrun derken, vural da bilgisayardan sonay'ın fotoğrafını kapatıyor: "cinayet bürodan geliyoruz, bir iki soru soracağız." hayırdır inşallah :) ben dedim ama intihar olmadığı adli tıpta anlaşılır.
çaylar eşliğinde hoşbeşten sonra ki, o hoşbeş de hiç ummazsın çaya attığın şeker yüzünden şişkonun teki olursun, her şüpheyi kovalamak cinayet büro polisinin görevi, işte o kadar şeker attığının farkındasındır da farkında olmamayı seçmişsindir filan gibi göndermelerle dolu bir hoşbeş, konuya girer ekrem komiser: "iki sokak arkada genç bir kadın öldürülmüş."
adli tıbba kalmadan anlamışlar, alnına sıçrayan cebriye kanını lavaboda temizlerken orada kan izleri bırakmış vural beyaz. ibrahim baba'nın aklına hırsızlıktan sonra fuhuş geliyor, yalnız bir kadın diyince. boşa demiyorum, mahalle, ibrahim baba diyarı. yine çok eğleniyor necip çağhan özdemir alt metinde: "cebriye ne yaa, cevriye'dir o." sadece eğlenmiyor tabii, meraklısına ipucu bırakıyor bir yandan. sonay vize için başvuru fotoğrafını foton color'da çektirmiş de, fotoğraf çektirmek için dükkana geldiğinde yalnız mıymış, açık kahverengi paltolu birisi de var mıymış yanında?
vural beyaz, bir an önce kurtulmak için, ıssız bir köprü altına gidip açık kahverengi paltosunu yakıyor ve üşüyerek eve dönüyor. filmi ilk seyrederken aaa gerizekalı yanına başka palto götürmemiş mi üşüye üşüye eve gidiyor dedim ama sonra o üşüye üşüye gittiği sahnenin de özellikle konduğuna kanaat getirdim. vural beyaz, artık korunaksız, her tür darbeye açık, rüzgara karşı ve yokuş aşağı yürüyordu üşüyerek. superman gayrikabilirücu bir biçimde clark kent'e dönüşüyordu adeta, görünmezlik pelerinine veda ediyordu vural. :)
bu sırada kartal masajda, keyfi yerinde, şehvet dolu planlarını hayata geçirmenin peşindeyken, hala alt kattaki cinayetin şokunu atlatamamış ceylan'ın şehvete değil, yalnız kadınların öldürüldüğü apartmanda yalnız olmamaya ihtiyacı var. kartal ile ceylan'ın aşkı tamamına ermiştir. vural ise cebriye'yi öldürdüğü için evde mukadder'e kalmıştır. :) 31 çekeceğine mukadder'e sırnaşır. mukadder uyuyor numarası yapar, hiç yüz vermez. cebriye'den mukadder'e, vallahi eğleniyor necip çağhan özdemir.
sabah vural işe giderken, vizesi reddedilen bir kadın telefonla konuşuyor, ki içi para dolu çantasını unutmuş foton color'da. seyhan nurgül. hava yine çok soğuk ve kar hala yağmamış. eve odun alınması lazım, duvardaki çift yarığın kapatılması lazım. para yok. vural da işleri aksatıyor, ibrahim baba'nın gördükçe canı sıkılıyor, az daha alacak eline malayı kendisi girişecek. çantayı farkediyor vural, unutmuş kadın. iki kış geçirtir o çantadaki para vural'gile. lakin haramdan allaha sığınır vuralgil, kimse görmese allah görür. çift yarık da duvarda aslında ama :) tam da o sırada iki polis gelir vural beyaz'ı komiser ekrem'e götürmeye.
komiser, vural'a zarf üstüne zarf atar, imalar, kinayeler, tuzak sorular... çoğundan kurtulur, iyi idare eder vural ama komiserin "babanla konuştuk, sen o gün yokmuşsun dükkanda" yalanını yer ve babası için ayarladığı yalanı, polise söylemek zorunda kalır: "kartal gezenoğlu ile beraberdim." üstüne bir de ne konuştunuz kardeşim cep telefonuyla, onbeş kez vesikalıkta çıkmayan kulak mı konuştunuz diyince, vural'ın hikaye derinleşmeye başlar. işte sadece fotonla değil, elektronlarla da çift yarık deneyi tuhaf sonuçlar veriyor, valla dalga mı parçacık mı anlaşılmıyor komiserim :)
defalarca aramışmış da, arama demiş gene aramışmış da, kafayı buna takmışmış da, intihar ederim demişmiş de, bu da kendi canına kıymak yazıktır, günahtır anlatmışmış da, babasının yanında çekinmişmiş de, tanımıyorum demişmiş de, babası, mukadder, mahalle filan laf bir çıktı mı önü alınamazmış da, ondan ilk başta yalan söylemişmiş de, ilk sekiz ay önce anasıyla çerçeve almaya gelmişlermiş de dükkana, anası da ölmüş bu arada allah rahmet eylesinmiş de, o vesileyle tanışmışlarmış da, ben evliyim arama demişmiş de, hiç yüz vermemiş de, hiçbirşey yaşamamışlarmış da, kız peşini bırakmamışmış. :) peki vural :) biz bi gidelim bakalım kartal'a, dönene kadar sen de burada manavgat mandalinası ye. :)
kartal, vural'ı doğrular, balistik raporundan, silahın daha önce bekir uğur'un karıştığı bir vukuatta kullanılan silah olduğu ortaya çıkar. komiser ekrem hiç inanmasa da vural beyaz'ı serbest bırakmak zorunda kalır. dur bakalım otopsi sonuçları ne diyecek? :)
ibrahim baba ile vural beyaz, camide namazdan çıkmış, bir yokuşu tırmanıyorlar. önce kelime vardı gibi bir sahne. :) konuşmayı duyuyor ama kimseyi görmüyor insan. :) tırmandıkça yavaş yavaş giriyor vural ile babası kadraja, dünyanın yuvarlaklığını ispat edercesine. :) çok soğuk yine ellerini ovuşturup duruyor vural, hala yağmamış kar. merak etmiş ibrahim baba, polis niye tutmuş vural'ı bu kadar. tutma filan yok, muhabbete çağırmış, kendi işini vural'a yaptırıyormuş ama konuşmadığı halde babanla konuşmuş gibi de davranmış komiser muhabbette :) işinde, gücünde, namuslu kadını öldürenin allah belasını versin, amin.
akşam kartal vural'ı meyhaneye çağırır. kartal beyazı özlemiştir, kar bir türlü yağmamıştır, bir yağsa acaba günahları da örtecek midir? vural açık kahve paltosundan olmuş, kartal'la meyhanede oturmak gibi, babasının bilmesini istemediği şeyleri, artık başka bir paltoyla yapmaktadır. herşeyi gören sarhoş kartal, bunu da görüyor. :) balık tutarlarken vural'ın babasına söylemesi için uydurduğu yalanı kartal polise söylemiş.
sahne, kartal ile vural'ın birbirlerinin ağzından laf alma yarışına dönüşmüştür. kartal ile vural, o gün beraber değillerdir ve polise beraberiz demişlerdir de, nerededirler. ikisi de birbirlerine yalan söylerler. kartal çocukça "evdeydim oğlum, bayağı evdeydim, nerede olacağım lan" derken, vural sinsice aşağı mahalleden bir kadın hikayesi uydurur. ikisi de o saatte altlı üstlü aynı apartmandadırlar, birbirlerinden haberleri yoktur, polise yalan söylediklerini zannederlerken, bir bakıma da söylememişlerdir. bir dalganın tepe noktası ile diğer dalganın dip noktası üst üste binerlerse, her iki dalga da sönümlenir. :) çift yarık deneyindeki karanlık şeritler, işte bu sönümlenme etkisinden kaynaklanır.
öte yandan, kartal, sonay'ın öldürüldüğü günün, polisin dükkana geldiği günden önce olduğunu; yani balık tutarlarken babasına yalan söylemesi için bahsettiği günün, polisin dükkana geldiği gün olamayacağını farkedip, vural'ın çelişkili ifadelerinin üstüne gidecektir ki, vural lafı ağzına tııkar. çelişkisini, dolayısıyla köşeye sıkışmak üzere olduğunu anlamış olacak ki, lafı değiştirmek için vural beyaz da tıpkı sonay cebriye gibi ibrahim baba diyarından, sam amca diyarına gitmenin yolunu sorar, amerikan konsolosluğunda temizlik işçisi olan kartal gezenoğlu'na. sonuç, kartal'dan borç istemeye kadar gelecektir. :)
kartal'ı bile ikna edemeyen vural beyaz, foton color'da kendi vesikalık fotoğrafını çekerken, oturduğu kırmızı tabure ona da sonay'ı hatırlatmış mıdır bilemeyiz ama bana anımsattığı doğrudur. sizce de, kıpkırmızı ruj sürülmüş kadın ağzına benzemiyor mu? :) peki televizyonda babasının gitmek için çabaladığı amerika'nın suriye'yi işgal haberini hemen zaplayıp, çifte yarık deneyini anlatan belgeseli izlemeye başlayan halil'e bakan ibrahim baba'nın aklına evden çıkıp gideceği dükkandaki hala kapatılmamış çift yarık gelmiş ve canı yine sıkılmamış mıdır? gizemli dalga parçacık ikileminin sırlarını ortaya koyan meşhur çift yarık deneyiymiş bir de iyi mi, foton color'da da flaşlar patlar durur çift yarığın ardında.
bu kadar anonstan sonra, senaryodaki alt metnin düğümünün çözüldüğü sahnelere geldik. önce ibrahim baba ile vural beyaz'ın foton color'daki allahın takdiri sahnesi, ardından camide tövbe kapısı sahnesi ve sahilde vural'ın su dalgalarının girişim yapmasını izlediği sahne. senaryonun katmanlarını sonuna kadar açan sahneler bunlar.
önce ibrahim baba dükkana gelir ve tam tahmin edeceğimiz gibi, duvardaki çift yarığı görür. vural evden erken çıkınca, gelip duvardaki yarıkları tamir etmiştir diye düşündüğünden hayal kırıklığına uğrar, ama bunu yutar bir şey söylemez. oysa vural, vize başvurusu için çektiği selfie vesikalık fotoğraflarının kenarlarını kesmektedir. baba, oğul, biri dükkanı doğru düzün muahafaza etmenin, diğeri ise amerika'ya gidip bir daha da dönmemenin peşindedir. bu gündem farkı sahne boyunca "gizemli dalga parçacık ikilemi" gibi sürüp gidecektir. vural işlediği cinayet üzerinden kendi günahını aklamaya çabalarken, babası da hanımının fotoğrafının tozunu alarak oğlu tarafından suçlandığını düşünecektir. bana göre vural'ın hiç öyle bir niyeti yoktur, kendi derdiyle fazlasıyla meşguldür. verdiği örnekle gerçekten de birini kastetmemektedir. ibrahim baba ise nettir: "bu konuyu kapat ve bir daha açma." bu sahnede çekilen bir plan ise çifte yarığı ve dalga parçacık ikiliğini görsel olarak da ifade etmiştir. babası ile vural aslında böyle otururken, bir plan böyle çekilmiştir.
bunun üzerine vural camiye gider. cami hocası babasının da hanımı öldüğünde gelip tıpkı vural gibi tövbe kapısı açık mıdır diye sorduğunu anlatır. evet tövbe kapısı hep açıktır. "allah herşeyi görür, her yaptığımızı gözler, günahların cezasını verir, ama tövbe kapısını kapatmaz." vural camiden çıkar sahile iner ve düşünceli bir şekilde su dalgalarının girişim yapmasını izler. bu plan ortadaki sütün ile çift yarık deneyi düzeneğini de anımsatır. üstelik, bu haliyle bir önceki plana benzer.
vural, vize başvurusundayken, para dolu çantayı unutan seyhan nurgül gelir yanında bir herifle. meğer vize başvurusu için bankada teminat paraya ihtiyacı olan vural almış çantayı eve götürmüş, çalınmasın diye. :) dükkanda bulamayınca kendilerine iki kış geçirtecek parayı ibrahim baba, acaba oğlan aldı mı diye şüphe içinde durumu idare etmeye çalışıyor ama, seyhan nurgül de, yanında gelen herif de çok edepsiz. kavga çıkıyor, komşu esnafla dükkandan kovuyorlar ama hıncını alamayan edepsiz herif cama taş atıyor. duydunuz camın kırılma sesini, girdi gene devreye cüzi irade. ibrahim baba kalp krizinde.
vural çıkıyor, konsolosluktan düşünceli, teminatsız vermeyecekler vizeyi belli. geliyor foton color'a camlar inmiş aşağı, kaldırmışlar babasını yoğun bakıma.
oradan çıkmış geliyor iki polisle komiser ekrem, diyorlar ki vural, bizimle adli tıbba gelmen lazım. yok diyor vural, babamın yanına gitmem lazım.
manalı manalı bakışıp duruyorlar karşılıklı, tamam diyor vural sonunda, komiser ısrarlı. beraber gidelim hemen şimdi hastaneye, sonra oradan da gideriz istediğiniz yere.
oğuz atay'dır pirimiz, taklitler yaşatır aslını, biraz da böyle yazıp, tadında bıraktık inşallah şarkıyı.
hastanede ben burada tek başıma napacağım diyen mukadder'i bir daha hiç gelemeyebileceğini bilerek avutup, vedalaşırcasına oğluna emanet ettikten sonra polislerle adli tıbba gitmek üzere hastaneden çıkarken, kartal da ceylan ile geçmiş olsuna hastaneye gelmiştir. niye ceylan ile gelmiştir? buna senaryo içerisinde kalarak verilebilecek tek cevap, kartal'ın vural'dan şüphelenmesi olabilir. çünkü ceylan'ın içeri girmesini istememiştir. dükkana gitmişler, mahmut hastanede olduklarını söyleyince hastaneye gelmişlerdir. kartal içeri girecek, vural'ı dışarı çıkartacak, böylece ceylan vural'ı görecek ve kahverengi paltolu sdamın vural olup olmadığını teşhis edecektir. fakat polisler vural'ı zaten adli tıbba götürmek üzere dışarı çıkarmışlardır ve ceylan vural'ı teşhis edebilecek kadar görmüştür.
sonay'ın otopsi raporu çıkmış, sonay'ın hamile olduğunu komiser öğrenmiştir. çocuk vural'dan mı öğrenmek için onu adli tıbba getirir. vural korku içindedir, çünkü sonay ölmeden bir iki dakika önce bebeğin kendisinden olduğunu söylemiş, üstelik buna yemin etmiştir. :) test sonuçlanana kadar vural'ı arşiv kılıklı bir odada yine türk usulü gayriresmi gözaltında tutmuştur komiser ekrem. bu sefer iş daha ciddidir, manavgat mandalinası da vermez.
beklerken namaz kılmak ister vural beyaz ve komiser ekrem de izin verir. abdest almak için girdiği tuvaletin penceresine umutsuzca bakan vural'ın oradan kaçabileceğine aklı kesmemiştir. göründüğü kadarıyla, abdest almaz, namaz da kılmaz. allah'tan ümidi kesmiştir herhalde. :) bir süre sonra kapı açılır, komiser ekrem görünür kapıda ve çocuk senden değil, gidebilirsin der. bir mükemmel ikilem hali daha, vural allak bullak olur. sevinemez, rahatlayamaz, kafası da iyice karışır. hiçbir şey demeden, komiserin içinden geçercesine çıkar kapıdan.
dışarıda hava hala çok soğuktur ve kar hala yağmamıştır. akşam olmuş, rüzgarın sesi köpek havlamalarına karışmış sokağın yumuşakça döndüğü bir yerde binanın duvarına yaslanarak çöker. dalgayı dalga yapan özelliklerden bir tanesi köşeleri yumuşakça dönebilmesidir. eğer dönemeseydi, açık kapının dışındaki biri konuşmamızdan yayılan ses dalgalarını duyamazdı. :) üst kattaki komşu da alt kattaki silah sesini duyamazdı. :)
orada, o soğukta uzunca bir süre oturdu vural beyaz, sigara içti. sonay'ı düşündü, karnındaki bebeği düşündü, bebeğin babasını düşündü, kendi babasını düşündü, babasına kalp krizi geçirten edepsiz heriften şikayetçi olmayı düşündü, vize başvurusunu düşündü, allahtan da tam umudu kesmiştim dedi, onu düşündü. kalktı camiye gitti, namaz kıldı. dükkana gitti yerlerdeki cam kırıklarını ayağıyla bir köşeye iterken, o kara böceği gördü, hınçla üzerine bastı böceğin, sertçe vurdu ayağını yere defalarca. danimarka krallığında kokuşmuş bir şeyler vardı. :)
babası hala yoğun bakımdayken, karakolda polisle dükkanın camını indiren edepsiz herif hakkında konuşuyordu. vural parayı vermiş, herif de dükkana verdiği zararın masrafını karşılamıştı. vural'a göre olur muydu, babasının canına kastedilmişti, yaşlı adamı dövmeye kalkmıştı. polise göre ortada darp yok, itişmişler, burada hiçbir şey çıkmaz, ama diyorsan ki ben şikayetçiyim, buyur devam et. dükkana attıkları taş, camı kırmış, oradan da duvara gitmiş, duvarda çift yarık açmış, onu da ödesin. :) necip çağhan özdemir vallahi çok eğleniyor.
parayı alıp evde koyduğu dolaba bakıyor vural, babası yoğun bakımdan çıkmış yatıyor. söyleseydim aldım eve getirdim parayı diye belki de hiç kalp krizi geçirmeyecekti babam diye içinden geçiriyor. ezan okunuyor, vural babasının elini tutuyor.
sonra bahçeye gidiyor odun kırıyor vural, babasının iki isteğini de yerine getirmiş, başından geçenlerin hikmetinden de sual edemiyor artık, allaha sığınmış. kartal bahçe duvarından atlayıp, ellerini ovuşturarak vural'ın yanına geliyor, geçmiş olsun demeye. hava hala çok soğuk ve kar hala yağmamış. ibrahim baba da iyileşmeye başlamış, maşallahı varmış. o öldürülen kadının belalısı mı, dostu mu ne varmış, onu almışlar, katil oymuş. zaten komiser ekrem de gelmiş, vural'a anlatmış. :) yani sonay cebriye'yi öldüren bekir uğur'muş :) cebriye'yi uğur öldürmüş he mi? heee :)
ama kartal'ın vural'a söylemesi gereken başka şeyler de varmış hayatında bir kadın varmış, ceylan, ama söylemesi gereken konu bu da değilmiş. ceylan bu öldürülen kadınla aynı binada oturuyormuş, silah sesini duyduğu gün kartal da oradaymış, inanmamış, silah sesi değildir demiş, meğer hakikaten silah sesiymiş. aşağı inmiş ceylan, kapıyı çalmış, açan olmamış, sonra yukarı çıkmış, pencereden bakmış, binadan çıkarken birini görmüş. açık kahve paltosu varmış ya vural'ın, kartal, bir süredir görmüyormuş üstünde, ona ne olmuşmuş?
vural hastaneden polis arabasına binip bir yere götürülürken, kartal ile ceylan da hastaneye geliyormuş, görmüş, tanımış vural'ı ceylan, gördüğüm adam buydu demiş. bu kadar eveleyip geveledikten sonra kartal ki, malum herşeyi görür, doğrudan soruyor nihayet: "kadını sen mi öldürdün lan?" hayır diyor vural, elinde balta sinirli sinirli odunları kırıyor. "kardeş, benim yüzüme bak, vural!" vural odun kesmeyi bırakıyor, elinde baltayla, kartal'ın yüzüne bakıyor. "kuran üstüne yemin et yapmadığına." vural baltayı çekiyor yukarı, sapının ortasından tutmaya başlıyor. kartal'ı mı yaracak şimdi de baltayla diye düşündürterek yaklaşıyor kartal'a. başrol baltadır o an, kadrajda yalnız o vardır. hikmetinden sual de edemiyordum, yırttım diye de seviniyordum, acaba bu kartal mı yakalatacak beni diye düşünerek bakıyor kartal'ın yüzüne dik dik ve yemin ederim diyor. "eyvallah" diyor kartal dönüyor gidiyor, konu da kapanıyor. allah hep vural'ın yanındadır. baltayı bırakıyor elinden vural, üstünde odun kırdığı kütüğe çöküp ağlıyor. halil yukarıdan gözlüyor ağladığını, vural'ın haberi yok. kimbilir, belki de halil gözlediği için çöküp ağlıyor babası.
herşey kadının öldürülmesinden önceki gibi oluyor nihayet. yine akşam yemeği sofrası, ibrahim baba da iyileşmiş, oturuyor masada. yine tam bir numunelik makbul aile sofrası. tam baba figürünün istediği gibi. ekmek kırıntılarını topluyor yine vural, masada kalırsa çok günah olur. ve vural yine doymamış, azıcık daha istiyor.
vural beyaz, uyanıp yatağından kalkıyor. sabah olmuş ve nihayet kar yağıyor, her yer bembeyaz. gökten kar değil, sanki foton yağıyor bembeyaz. ve balta, tek tek, foton foton gömülüyor karlara.
bitti film, ben de islami kader inancı ve çift yarık deneyinin sonuçları ilişkisine biraz daha değinerek senaryoyu toparlayayım. aslında işin dini tarafı da, fizik tarafı da beni çok aşıyor ama nobel ödüllü fizikçi richard feynman'dan cesaret alayım: "rahatlıkla söyleyebilirim ki, hiç kimse kuantum mekaniğini anlamamaktadır. yok yani kimseden farkım. :)
kimse görmezse allah görür, ya da allah herşeyi görür filmde bir kaç defa vurgulanıyor. gözlemci etkisine göre ise, aya bakmazsam, ay orada değil. einstein'ı gıcık ettikleri kadar var. yani allahın gördüğünü mü yapıyorum, yoksa allah yaptığımı mı görüyor? işte bu muğlaklık için islamın bir çözümü var: külli irade-cüzi irade. külli irade superpozisyon, cüzi irade dalga fonksiyonunun çökmesi, cebriye ise newton fiziği :) cebr zaten zorla demektir (evet cebren ve hile ile), başka türlü olamadığı için böyle oldu der.
vural'ın örneğinden gidelim. "mesela şimdi böyle yolda yürüyorsun ya, bir araba geldi sana çarptı. eceli getiren şöför müdür, yoksa allah mıdır? yani o şöför, sadece allah'ın şöförü müdür?" cebriye'ye göre eceli getiren allah'tır, şöför de sadece allah'ın şöförüdür. çünkü allah'ın takdiridir. ibrahim baba cebriyeye inanır. dükkandaki çift yarıktan çok rahatsızdır, ama vural göstermemiş olsa, haberi bile olmayacaktır. çift yarık cebriyeye inancını sarsmaktadır. oysa, çift yarık deneyine göre külli iradenin ürettiği süperpozisyon, dalga dalga ilerlerken; kul cüzi iradesini devreye sokarak dalga fonksiyonunu çökertip, parçacığı ölçebilir. işte filmin cümlesi budur. yukarıda uzun uzun bahsettiğim tüm bu ikilikler, ikilemler, atışmalar, sorgular, metaforlar hep bu alt metin için kurgulanmıştır. tüm film, 14 şubatta bulsun diye sakladığınız tektaşı sevgilinizin arayışı gibidir. necip çağhan özdemir bir yandan özene bezene saklarken, bir yandan da bulmanız için duacıdır.
2 notes · View notes
yasinnbb · 2 years
Text
Sınırlarını zorlamalı ve her fırsatta çok daha fazla çalışmalısın…
İnsan hayatta ne istediğini bilerek yaşamalı… Yaşam mücadelesinde kendisine yardımcı olacak bir hayat arkadaşı bulmalı… Birlikte, kendilerini daha az yalnız hissedebileceği yerler keşfedebilmeliler… Kendilerini rahat ve huzurlu hissedebilecekleri bir yer, üzgün ve dayanılmaz acılarla karşı karşıya geldiklerine kaçıp saklanabilecekleri bir yer, zihinlerine ve bedenlerine iyi bakabilecekleri ve sığınacakları bir yer… O yer o kadar güzel ve mucizevî bir yer olmalı ki, orada hayatlarına yeni bir şeyler katabilmeliler. Orada olmayı gerçekten sevmeliler…
Günlerim zor geçtiğinde öyle bir yerler hayal eder dururum. Öyle bir yerin olduğunu varsaymak bence mümkün. Asıl mümkün olmayan şey, hiç tereddüt etmeden orada birlikte garipleşebileceğin, beklenmedik bir şekilde sevinç kırıntıları hissedebileceğin, sana güvenen, seninle olmaktan korkmayan ve seninle birlikte savaşabilecek güçlü bir hayat arkadaşı bulmak… Matematikçi değilim ama hayatta bazı olasılıklar vardır. Sürekli ilerleyen ve değişkenlerin sayısının arttığı bir hayatta böylesine bir arkadaş bulma olasılığı yüzde kaçtır? Ben bunun sorunun cevabını bilmiyorum…
Sana bildiğim bir sır vereceğim: Hayatını sakın böyle birini bulmak için harcama. Hiçbir koşulda pes etmemen gerektiği bilmen bence yeterli… Tüm amacın hayatta karşına çıkan engelleri aşmak olsun. Tüm gücünü ve çabanı bu uğurda harcamalısın. Sende kalan kırıntılar da olsa, bu hayatta yaşamak istediklerini yaşamaya çalışmalısın… Belki çok zaman sonra başarır, belki de hiç başaramazsın ama yine de her şeye rağmen inandığın yolda yürümen doğru bir davranıştır. Asıl kazanılmış olan da budur. Listende yer alan her şeyi yapamasan da olur…
Eğer olur da dediğim gibi bir yer bulursan, yalnız olsan bile o yerde, dünyanın geri kalanından bağlantını asla koparma. Senin keşfedebildiğin o dünyayı, günü gelince başka insanların da keşfedebileceğini biliyorum. Zamanı geldiğinde o yeri keşfedebilen diğer insanlarla sonsuz olanaklara sahip olabilirsin. Yapabildiklerinden gurur duymalı ve sahip olduğun her şey için şükür etmelisin. Yapamadıkların için ise sınırlarını zorlamalı ve her fırsatta çok daha fazla çalışmalısın…
2 notes · View notes
epifizz · 2 years
Note
Merhabalar :) öncelikle vaktinizi alacağım ve biraz uzun olacağı için şimdiden çok özür dilerim.Cevabını bilemediğim ve bir türlü bulamadığım bir konu hakkında fikrinize çok ihtiyacım var.Bir insanla anlaşabilmek onu sevebilmek için en önce yıldızların mı uyuşması gerekir? Yıldız uyuşması (enerjilerin tutması) gibi bir şey gerçekten var mı? Veya çok güzel/yakışıklı mı olmak gerekir? Olabildiğince kısa bir örnek vermek istiyorum.Ortaokuldayken aynı sınıftan bir kız arkadaşım vardı arkadaşım diyorum ama bir yandan değil gibiydik de.Mesela bir gün facebookta resmen benim karakterimde benim gibi bir arkadaşı olmasını çok istediğini,öyle bir arkadaşı olursa her şeyi onunla yapacağını en iyi dostunun o olacağı onu her şeyden çok seveceğini falan yazmıştı.(eğlenceli,sır tutan,sevgi dolu,çılgın vs) Ee kendime bakıyorum anlattığı kişi resmen benim? Ama arkadaşlık ilişkimize bakıyorum çok saçma.Durduk yere benimle iletişimini kestiği oluyor kavga ediyor bi barışıyor bi küsüyor falan.Kilolu ve güzel bir kız olmadığım için pek arkadaşım da yoktu doğrusu dalga geçiyorlardı genelde.O yüzden onu kaybetmek de istemiyordum ama arkadaşlığımız koptu sonra.Yine buna benzer bir kız arkadaşım daha olmuştu onunla da görüşmüyoruz artık.Dolmuşta otobüste birinin çantasını açık görsem uyarıyorum ne bileyim bazen birilerine saçınız ne güzel kombininiz çok hoş diyip gülümsüyorum ayıp olmasın diye cevap veriyorlar gibi ya da bön bön bakıp teşekkür bile etmedikleri oluyor.Başka insanların arkadaşlıklarına bakıyorum birbirlerine çok bağlılar,ufak detaylara önem veriyorlar,doğum günleri ne güzel geçiyor kendime bakıyorum doğum günüm olduğunu gördüğü halde kutlamayan (aralarında kendilerine zamanında birçok kez hediye verdiğim çok kişi vardı),çiçeklere aşık olduğumu sağır sultan bilmesine rağmen sen seversin diye bir dal çiçek bile vermeyen arkadaşlarım var.Arkadaş olmayı çok istediğim takipleştiğimiz biri vardı ona mesaj atmıştım çok sevindi tabi ki görüşürüz falan dedi sonra mesajlaşmadık bile. Lütfen yanlış anlaşılmasın kimse beni sevmek zorunda değil,birileri beni sevsin bütün ilgi bende olsun gibi bir isteğim yok yanlış anlaşılmak istemem sadece asla anlam veremiyorum bu duruma.Enayi derecesinde iyi miyim uyanık ve sinsi mi olmak gerekiyor insanların benimle enerjisi mi tutmuyor yoksa her şey sosyal medyada göz boyamak için mi kimse kimseyi pek umursamıyor mu 22 yaşındayım bunu halen çözemedim.Durum biraz böyle olunca iyice içime kapanıyorum haliyle.Tekrardan vaktinizi aldığım için kusura bakmayın lütfen.Umarım yorumunuz aydınlatıcı olur şimdiden teşekkür ederim. :)
Yıldızlara ya da enerjilere inanmıyorum, insanların öncelikle baktığı şeyler de değişebilir kimisi için ortak ilgi alanları ön plandayken kimisi için ilgisini çeken fenotipler birincil bir seçilime tabi olabilir. Herkes için nihai bir insan seçme biçimi olduğunu sanmıyorum, varsa da bunun mentoru ben olamam kanımca.
2 notes · View notes
voiceofetwahl · 2 years
Text
Sona'nın geçmişine dair hatırladığı ilk şey, Ionia'nın Galrin vilayetinde bulunan ve çocukluğunu geçirdiği manastır. Buradaki rahipler ve bölgedeki köylerde yaşayan iyi kalpli gönüllüler, yapının ön kapısına bırakılan öksüzlere ve sokak çocuklarına bakıp onların tüm ihtiyaçlarını karşılardı.
Sona küçük bir kızken utangaç ve sessiz biri olarak görülürdü, ta ki dilsiz olduğu anlaşılana dek. Fakat sıra dışı bir şekilde düşünceli ve ilgiliydi. Diğer çocuklar ne zaman üzgün olsa ona giderdi ve miniklerin yüzleri hemencecik gülmeye başlardı.
Ayrıca Sona kendisini ifade etmenin farklı yollarını bulmuştu.
Oyun arkadaşlarının aksine, ilk bulunduğu zaman sahip olduğu bir şey vardı: sade bir ahşap kutunun içine yerleştirilmiş, tuhaf bir telli enstrüman. Manastırı ziyaret eden müzisyenler de öğretmenler de bunun ne olduğunu bilmiyordu. Tabii bu, onların bir kısmını bir şekilde enstrümanı ele geçirmeye çalışmaktan alıkoymadı. Öğretmen bulamayan Sona bu enstrümanı çalmayı kendi öğrendi. Basit, güzel melodileri en şüpheci dinleyicileri bile duygulandırarak onların mutluluk gözyaşları dökmesine neden oluyordu.
Ancak karanlık zamanlar yaklaşıyordu. Yabancı Noxus İmparatorluğu, kuzeydeki vilayetlere asker göndermeye başlamıştı bile ve rahipler, istila Galrin'e ulaşmadan önce çocukları güvenli bir yere götürmeye karar verdi. Bakıcıları Demacia'lı bir tüccarla anlaşma yaptıktan sonra Sona ve birkaç arkadaşı kendilerini Noxus, Ionia'nın batı sahilini ablukaya almadan önce ülkeden ayrılan son gemilerden birinde buldu. Buraya bir daha ancak yıllar sonra dönebileceğini, belki de hiçbir zaman dönemeyeceğini bilen Sona acı içinde vatanına son bir kez baktı.
Çocuklar aylarca süren deniz yolculuğundan sonra Demacia'ya ulaştı. Burası sihre güvenmeyen, tuhaf ve haşin bir ülkeydi. Rahiplerine “Işık Getiren” deniyordu ve bu kişiler her ne kadar ilahlara veya ruhlara hizmet etmese de yabancılara ve ihtiyacı olanlara iyilik göstermeye önem veriyordu.
Sona bir süre sonra Buvelle ailesinin himayesine alındı. Lord Barett ve eşi Lestara, Işık Getiren tarikatının ve Büyük Şehir'in sanat etkinliklerinin seçkin destekçilerindendi. Sona, kızları Kahina'yla kardeş gibi oldu. Özellikle de Lestara, ona karşı büyük bir sevgi besliyordu. Demacia'lıların dilini öğrenmek zordu; fakat Buvelle'ler, Sona'nın yeni ailesiyle ve arkadaşlarıyla kolayca iletişim kurabilmesini sağlayan özel bir işaret dili geliştirdi.
Ancak bu dil Sona'nın ifade etmek istediği şeyler için yeterli değildi. Onu evlat edinen aileye minnettarlığını göstermek için gücünü kullanarak onları neşelendirmeye ve rahatlatmaya karar verdi. Böylece yeni bir tutkuyla müzik yapmaya geri döndü.
Çok geçmeden virtüözün şöhreti yayılmaya başladı. Performansları büyülenmiş dinleyicilerin hüzünlerini ortadan kaldırıp neşelenmelerine, hakkaniyetli savaş gururlarını bir kenara bırakıp muhteşem bir huzura ulaşmalarına sebep oluyordu. Tüm bunları mümkün kılan gizemli enstrüman, Lestara'nın ilgisini çekti.
Işık Getirenler'in kütüphanelerini didik didik etti ve araştırmaları sonucu Sona'nın çalgısının etwahl adlı efsanevi enstrümanlardan biri olduğuna kanaat getirdi. Bu mucizevi eserler, Demacia'nın kuruluşundan binlerce yıl önceye dayanıyordu ve günümüzde nadiren görülüyordu. Eğer bu doğruysa enstrüman sihirli bir nesneydi ve Sona'nın onunla olağandışı bağlantısı, gerçekten de tehlikeli bir yetenekti. Lestara, Demacia'lı sihir avcılarının dikkatini çekmek istemediği için Sona'yı bunu bir sır olarak saklamaya teşvik etti.
Sona, üvey annesinin dediğini yaptı ama insanları huzura kavuşturan bir şeyin nasıl bir tehdit olarak görülebileceğini anlayamıyordu.
Birkaç yıl sonra Barrett Buvelle, Matem Kapıları'nda Noxus'a karşı savaşırken hayatını kaybetti. Kahina babasının görevini üstlenip askeri kurula girdiğinde kalbi paramparça olan Lestara, Sona'nın Ionia'ya dönme vaktinin geldiğine karar verdi. Yolculuğa birlikte çıkmak için ikisi de tüm saray vazifelerinden çekildi.
Savaş sonrası İlk Diyar'a büyük bir “yenilenme” çabası hâkimdi; fakat halk yıkıcı olaylardan sonra değişmişti ve Sona çok geçmeden artık buraya ait olmadığının farkına vardı. Ionia'ya bir kez daha veda eden Sona, Lestara'yla birlikte Demacia'ya geri döndü.
Yine de kendi seçtiği anavatanında da hayat tozpembe değil. Kral Jarvan III'ün suikastından hemen sonra sihir avcıları önemli ölçüde güçlendi ve pek çok masum vatandaş sihirle sözde bağlantıları yüzünden yargılanıyor.
Birbirinden epey farklı iki kültürde yetişmiş olan Sona, gün geçtikçe kendisini ailesinin siyasi bağlılıklarıyla çelişirken buluyor. Elindeki etwahl'ıyla çaldığı melodilerin amacı artık yalnızca insanlara huzur getirmek değil, aynı zamanda doğru ve haklı bulduğu şeyleri savunmak.
1 note · View note
chuvamorte · 4 months
Text
Kötü İnsan ! #35
Tumblr media
Ömrümün en zor dönemlerini yaşıyordum. Bir yandan aniden işsiz kalmam, bir yandan yaşadığım ruhsal sorunlar, sorunlu bir ev hayatı, sorunlu aile hayatı, git gide kopan arkadaşlıklar, sağlık sorunları...
Bu zor süreçlerin aslında temelinde onun bana yaptıkları olsa da ilacım yine oydu.
Ondan vazgeçmeyi asla düşünmedim. Bir an olsun aklıma getiremedim. Onun benden vazgeçeceğinden adım kadar emindim ama bu kadar büyük bir kötülük ile olacağını bilemezdim.
Evet... Kötülük...
Aklınıza gelebilecek tüm hakaret cümleleri sizin öfkenizin dile yansımasıdır, ama kötü diyebilmek, kırgınlığın son noktasıdır.
Bu tatil onun, içimde onca şeye rağmen bir türlü kendimi ikna edemediğim o kötülüğünü ortaya çıkardığı bir tatil oldu.
Kardeşi ile gitmişti. 3 gün sonra kardeşi işten dolayı döndü. Ben günlerce onun telefonunu bekledim. Tatilden döndüm. Aklımdan bir an çıkmadı. Geldiğimde, neden beni arayacağım deyip te aramadığını sordum.
Bana hakaret etti..
Gitmeden bir gün önce, sensiz o günleri geçiremem, telefonunu mutlaka aç diyen kadın, bana hakaretler ediyor, 'Kafa dinlemeye geldim' diyordu.
Tek istediğim onun sesini duymaktı.
Bu bizim yıllardır yaptığımız bir şeydi. Hiç bir kavga bizi birbirimizden 3 günden fazla ayrı tutamadı.
Günlerdir yüzünü görmemiştim... Bir anda tüm tavrı değişti... Bir arkadaşı ile gitmişti. Neler olduğunu çok iyi biliyordum. Aslında onu adım adım takip ediyordum. O tatile neler olduğunu öğrendiğimde ise artık onun kötü ve narsist olduğunu anlamıştım.
Günlerce acı çektim... Kardeşi benim burada sırdaşım oldu. Onu her akşam alıyor, saatlerce konuşuyor ama o sırrımızı asla söylemiyordum. Çok uzun süre hayatımda ilk defa ağlamıştım. Haykıra haykıra ağladım... Telefonu açması için yalvardım... Sadece sesini duymak ve özlemimi gidermek için... İnat etmişti... Çünkü kötüydü...
Ve o olanlar artık ondan merhamet dilenmeye başladığım ve narsist bir kadının ağına düştüğüm ilk anlardı.
Bundan önce yaptığı onlarca yalan ve alçaklık, bu yaptıklarının yanında hiç bir şeydi...
En kötüsü de ona olan zaafımı bildiği halde, beni onsuzlukla, aklımda kırk soruyla bırakmıştı...
Kafayı yiyordum... Elimden bir şey gelmiyordu... Onu kaybetmek istemiyordum... Ondan önce ki ihanetlerini görememiştim...
Artık gözlerim yavaş yavaş açılmaya başlamıştı...
O tatil, onun karakterini ortaya çıkarmıştı...
Artık, karşısında çaresizce çırpınan bir alçaktan başka bir şey değildim...
O tatil, benim karakterimi de ortaya çıkarmıştı...
Ona olan zaafım artık bir sır değildi...
Merhamet dilendim günlerce, o keyfini bozmadı...
Kötülük ve menfaat onun ruhunu sarmıştı...
Tüm bu yaşananlar, akıl sağlığımı iyice bozmuş ve yavaş yavaş delirmeye başlamıştım...
Her şey istediği gibiydi...
O, artık kötüydü...
0 notes
operasyon · 6 months
Text
Mustafa Kemal'i savaş sever biridir diye düşünüyordum. Hiç öyle değil.
Daha henüz çok küçük rütbelerdeyken bile balkan savaşlarının sonunu görmüş ve elinden geldiğince karşı çıkmış. Birinci dünya savaşına girilmesine kesinlikle karşı çıkmış. Savaşa girildikten sonra da Arap coğrafyalarında savaşılmasına kesinlikle karşı çıkmış. Hiçbir savaşı engelleyemediği gibi nerdeyse canından olacakmış.
Enver çok tehlikeli bir adam ve nerdeyse öğrencilik günlerinden beri Mustafa Kemal'le düşünceleri uyuşmuyor. Birbirlerinden hiç hoşlanmadıkları bir sır değil.
Bu dönemdekine benzer bir komplo yada gerçek... çok da önemli değil. Bu günkü istihabarat teşkilatının da temeli olan istihbaratın başında yakup cemil adında biri var. Enver paşanın da arkadaşı normalde. Zaten güvenilmez bir adamı o makama koyarlar mı.. ama her ne oluyorsa bu adam yarattığı dehşetle enveri talatı filanı falanı da korkuya düşürüyor ki, bir darbeye karıştığı, bu darbeyle savunma bakanı olarak mustafa kemali düşündüğü şüphesiyle tutuklanıyor.
İstihabaratın başkanı, onca güçlü bir adam bunu önce şaka gibi bir şey sayıyor. Arkadaşları olan enverlere güveniyor ama bilemiyor ki karar zaten onlardan çıkıyor. Olayın ciddiyetini anladığında artık çok geç. Talatın emriyle kurşuna diziyorlar.
İşte bu olayda adı olaya karışanlardan biri de Mustafa Kemal. Belki bir kaç savunan olmasa onuda tutup kurşuna dizebilirler. Sonuç.ta Enver'in keyfine kalmış bir olay. Zaten hoşlanmadığı bir adam. Mustafa Kemalin savaş karşıtı durumu ve sonra bu komploya dair alıntılar:
----
dünya savaşına giriş :
Tumblr media
-----------
Savaş karşıtı eleştirlerine yanıt:
Tumblr media
Sarıkamış Harekatı:
Tumblr media
Cemal Paşa:
Tumblr media
Bu da Enverle Mustafa Kemal arasında fıkra gibi bir alay:
Tumblr media
0 notes
korelist · 7 months
Text
Tumblr media
WHERE STAR LAND // KDRAMA DİZİ YORUMU
UYARI : Yazılar genel olarak spoiler içerebilir. İçermeyedebilir.
İmdb: 7,1 Benim puanım: 7
Drama: Where Stars Land (English title) / Fox Bride Star (literal title)
Hangul: 여우각시별
Director: Shin Woo-Cheol
Writer: Kang Eun-Kyung
Date: 2018
Language: Korean
Country: South Korea
Cast: Lee Je-Hoon, Chae Soo-Bin, Lee Dong-Gun, Kim Ji-Soo, Kim Kyung-Nam, Ro Woon, Lee Soo-Kyung
2018 SBS Drama Awards - December 31, 2018
Best Drama Award
Best Actor (Monday-Tuesday drama) (Lee Je-Hoon)
Excellent Actress (Monday-Tuesday drama) (Chae Soo-Bin)
İş ortamı konulu bir diziyle karşı karşıyayız. Zorluklarını ve kolaylıklarını karakterlerin hayatları ile birleştirip önümüze koyuyor. Bana ilk başlarda” Forecasting love & weather “havası vermiş olsa da çok geçmeden benzemediğini anladım. Dizinin yazarı Dr. Romantic dizisinden aşina olduğum bir isimken, yönetmeni ise Secret Garden dizisinden biliyoruz. Bu seferki iş ortamımız; havaalanı. Han Yeo-Reum (Chae Soo-Bin), havaalanında istediği departmanda çalışmak için uzun süredir çabalamaktadır. Sonunda istediği departmanda işe girer. Sakarlığı ve başına açtığı işiler nedeniyle sürekli dikkatleri üzerine toplayan bir kadındır. Tek amacı başarılarıyla dikkat çekmektir. İş arkadaşı Lee Soo-Yeon (Lee Je-Hoon) ise az konuşan, dikkat çekmeden yaşamaya çalışan sırlarla dolu bir adamdır. Sırrını yalnızca müdürü bilmektedir, böyle de kalması için dikkat çekmeden normal bir hayat yaşamalıdır. Yeo-Reum bir yıl önce başına gelen bir kazada onu kurtaran kişinin Soo-Yeon olduğunu fark edince genç adamın hayatı da istediği normallikten uzaklaşmaya başlar.
Soo-Yeon alışık olduğumuz yakışıklı Kore aktörlerinden değil. Oyuncuyu ilk kez izliyorum, kendince bir cazibesi var ama orta segment bir karakter olmuş. Buna rağmen oyunculuk olarak üst seviyelerde olduğunu düşünüyorum. Hikayeye dönecek olursak, Soo-Yeon 12 yıl önce geçirdiği bir trafik kazası sonucu bir bacağı ve bir kolu sakat kalmış, 1.derece engelli olarak görünmektedir. Ancak kullandığı onaylanmamış protezler ile dışarda bu engelleri belli olmamaktadır. Onaylanmamış bu cihazın limitlerini kendisi de bilmediğinden, sıradan bir insan gibi yaşamaya çalışsa da ne yazık ki sıradan olmaktan çok uzaklaşıyor. Sağ kolu ve bacağında his olmamasının yanı sıra protez takılı olduğunda normal bir insandan kat be kat daha güçlü olmaktadır.
Zaten işin bu tarafına girildiği zaman dizi bir tık fantastik bir hal alıyor. Uzunca bir süre seyirci içinde gizemini koruyor. Ne olmuş, nasıl olmuş, cihaz neymiş, neden takmış şeklinde. Bu soru yağmurunun ve gizemi bir yana koyarsanız, asıl rahatsız edici olan ise, güvenlik şefi ve yönetim şefinin cihazın varlığından haberdar olup bunu takıntı haline getirmeleri. Uzunca bir süre sürekli “o cihazı görelim. O cihaz ne? Tehlikelisin git buradan. 1.derece engelli nasıl böyle yürür.” Gibi cümleler kurup sorular sordular. Bütün bu kısmı, NE OLMUŞ PROTEZİ VARSA!!! Diye isyan ederek izledim. O kadar anlamsız geldi ki, anlatamam.
Dizide birçok klişeyi de yapmayı unutmamışlar. Eskiden tanışmışlık, tesadüf diye bir şey yok karşılaşmalar, birbirinden yanlış anlamasın diye sır saklayıp yanlış anlaşılmalar. Ailevi bağlantılarda var tabi. Diğer yandan oyuncular oldukça doyurucuydu. Chae Soo-Bin’i daha önce “I'm not a robot” dizisinde izlemiş, beğenmiştim. Daha sonra Love in the Moonlight dizisinde yan karakterlerden biri olarak gözüme çarptı. Angel’s Last Mission: Love dizisinin kara meleği Lee Dong-Gun, Hwarang dizisinin bencil kraliçesi Kim Ji-Soo, Tomorrow dizisinin asi genci Ro Woon, Strong girl Do Bong Soon dizisinde iki farklı rolde izlediğim ve daha sonrasında birçok dizide de karşılaşıp beğendiğim Kim Won-Hae, Vincenzo’nun dansları ile öne çıkan kötü kadını Kim Yeo-Jin, Mystic Pop-up Bar dizisinin gizli jönü Choi Won-Young.  Ve sayamadığım birçok başarılı oyuncu diziden gelmiş geçmiş. Bu açıdan çok keyif aldım diyebilirim.
İkinci erkek, ikinci kadın gibi tat kaçıran konuları çok uzatmadılar. İkinci erkek aynı zamanda kızımızın en yakın arkadaşıydı, öyle kalmaya devam etti. Üzmediler, üzülmedik. Beni rahatsız eden, kadın-erkek ilişkilerinden çok abi-kardeş ilişkisiydi. Lee Soo-Yeon (Lee Je-Hoon) ve Seo In-Woo (Lee Dong-Gun) üvey kardeşlermiş. Ne hikmetse, kaza sonrası kanlı bıçaklı düşman olmuşlar. Onların arasındaki bu husumet o kadar büyütüldü ki sonunda bağladıkları noktada hiç tatmin edici değildi. Gereğinden fazla yükseldiler. İkinci çift ise güvenlik ekibindeydi. Birbirlerini süzmenin bir tık ötesine gidemediler. Yine de ikilinin ayrı bir dizisi olsa izlenebilirdi.
Ve sonuç olarak, final… Galiba sonunda bir sorun yaşanmış. Dizi 24 bölüm olarak tasarlanıp, 16 bölümde bitmeye zorlanmış gibiydi. Fiziksel ve ruhsal engeller üzerine izleyiciyi düşündürmeyi başarıyor. Kore dizilerinin en büyük klasiği olan dizi sonu zaman atlaması tabi ki burada da karşımıza çıkıyor. Ancak buradaki sıkıntı dizinin bitmeden bitmiş olması. Her şey havadayken bir anda 1 yıl geçti. Ne oldu da geçti, nasıl geçti bilinmiyor. Neden araya öyle bir ayrılık girildi o da bilinmiyor. En komiği ise son sahnede başrol erkeğin suratını gizleme çabasıydı. 1 yıl sonra dönüp gelen adamın ense tıraşını izledik. Kime neye tepki olarak çekildi anlam veremedim.
Ayrıca, dizinin genelinde birçok şey cevapsız ve havada kaldı. Üvey abinin babası ile olan mevzu neydi, neden izledik. Kocası tarafından aldatılan çalışanın hikayesi ne oldu. Güvenlik şefi ve bizim ekibin yöneticisi kadın nasıl bir ilişki içerisindeydiler, üvey abi bu ilişkinin neresindeydi. Bu üçlü arasındaki ilişki neydi? Üvey abinin babasına ne oldu, neden görüşmüyorlardı? Takım şefi ile sakat çocuk nasıl tanıştı, neden kardeşi yerine koydu. Güvenlik görevlilerinin arası ne oldu, neden anlatılmadı. Gibi gibi gibi… Tavsiye eder miyim, ederim. Her şeye rağmen güzel diziydi.
OST:
Chung Ha - It's you
Raven Melus
BAŞKA NELER VAR ?
FOTOĞRAFLAR
0 notes
kadinrehberim · 11 months
Text
Sır cinayetin perde arkası aralandı! Maktulun eşi inkar etti ama arkadaşı her şeyi anlattı
http://dlvr.it/Sqj5nH
0 notes
personelsagliknet · 1 year
Link
Aksaray'da Genç Hemşirenin Sır Gibi Ölümü https://personelsaglik.net.tr/aksarayda-genc-hemsirenin-sir-gibi-olumu/?feed_id=2919&_unique_id=646f8bcd6b207
0 notes
saglikagi · 1 year
Text
Genç Hemşirenin Sır Ölümü https://saglikagi.com/genc-hemsirenin-sir-olumu/?feed_id=75197
0 notes