sabahın beşi kadar güzel ayazın kadar da acısın. öyle bir çarpıyor ki ayazın gövdemi gömüyor savurup atıyor toprağın içine. doğduğum toprağa da gömen sensin.
5 hafta. dün akşam sonunda istifamı verebildim. şundan bir buçuk ay öncesine bakıyorum. hayat enerjim o kadar yüksekti ki bu işe başladıktan sonra yaptığım şeyler sırasıyla şöyleydi; saat beşte uyan, servise çık, eve gel, uyu, uyan, yemek ye, servise çık, eve gel, çoğu zaman o kadar yorgun oluyordum ki tekrar uyuyordum akşam saat beş altı gibi, sonra tekrar uyanıp yemek yiyip gece servise çıkıyordum eve gelip bir gibi tekrar uyuyordum. ya ben kendimi bu düzene alıştıramadım bence iyi ki de alıştırmadım kendimi kaybettim resmen. yaklaşık beş altı gündür de hastayım ee bi de üstüne onu ekle. ölüm çıkıyordu servise resmen. bugün erken uyanma derdim vs olmadığı için gece üç gibi falan yattım gözümü açtım saat sabahın beşi bünye alışmış o saatte uyanmaya tekrar yatayım falan dedim ama öyle keyiflik bir şey yapamadım. kalktım kahvaltı hazırladım uzun zamandır bu saatte genelde uyuyor oluyordum bi farklı gelmedi değil. neyse kazasız belasız Allah utandırmadan teslim ettik servisi çok şükür. en kısa zamanda beklediğim diğer işten o güzel haber gelir inşAllah. hayırlısıyla. sevgiyle 🌱
sabahın beşi, güneş doğdu doğacak. kan çanağı gözlerinle bakıyorsun etrafa, beşten sonra uyuyup göreceğin kabusları düşünüyorsun. yatmadan önce soğuk bir duşla, kurtulmak istiyorsun çürüklerinden. dinç olmak istedikçe ruhunun yere yıkılışını izliyorsun. eline bir sigara kutusu ulaşıyor, yakmaya tenezzül bile etmezken dudaklarının arasında buluyorsun. sonra dalıyorsun dün yaşanılanların yarınına ne katacağını hesaplamaya. dank ediyor bir anda, ufak bir inleme çınlıyor kulağında. yarını arzuluyorsun. dünün bugününle aynı olduğunu bildiğin halde. sonra saate bakıyorsun altı. altıdan sonra uyuyup göreceğin kabusları düşünüyorsun. yatmadan önce yatağını düzeltiyorsun. yorganın altına güçsüz bedenini seriyorsun. şifonyerde duran yarım kalmış kitap gözüne çarpıyor. uzanıp alıyorsun, kaldığın sayfa belli ama hatırlamıyorsun. düşünceye dalıyorsun, okudukça daha çok düşünmeye başlıyorsun. sonra sıkılıp tekrar aynı yerine koyuyorsun. sonra saate bakıyorsun yedi. yediden sonra uyuyamıyorsun. gözlerini acıdan ovuşturarak kalkıyorsun yataktan. dün’ü devam ettirip saat beş olana kadar kabuslarla yaşıyorsun.
Üniversiteyi Kilis'te okudum ben. 2004 yılı ikinci sınıfta iken tek başıma bir ev tutmuştum. İki katlı evin zemin katı. Üç metre duvarla çevrili sadece gökyüzünü gören bir balkonu vardı. Balkonda tuvalet, lavabo, banyo bir de su kuyusu vardı. Öğrenciye verilmiş bir ev işte, bulduğuma şükür, lüks aramıyoruz. Su kuyusunun demirden kapağı vardı, güvenliydi ama benim göl, durgun sular, bataklık, su kuyularına karşı fobi derecesinde korkularım var. Tedirgin oluyordum hep. Bazen korkumu yeneyim diye arada kapağını açar izlerdim içini. Tabi gecesinde kabuslarıma malzeme çıkardı. Her şeye rağmen evimi seviyordum. Üniversiteye ve çarşı merkezine yürüme mesafesinde. Bir gün üniversiteden yürüyerek gelmişim vakit ikindi. Yorgunluktan minderin üstünde uyuya kalmışım. Biraz uyumuşum sonra birden uyandım. İçeriye pencereden kırmızı ışık vuruyor. Balkona çıktım. Gökyüzüne baktım aman Allahım kıpkızıl gökyüzü. Daha önceden de sonradan da öyle bir kızıllığa şahit olmadım hiç. Korkarak batıya doğru yöneldi gözlerim. Dehşete kapıldım Güneş tüm kızıllığı ile batıda idi. Rivayet olunur ki kıyamet, güneşin batıdan doğmasıyla başlayacak; bir de kafirlerin üzerine kopacak. Dedim Fikret ayvayı yedin. Tövbe kapıları da kapandı. Felaketler başlayacak ve sen hem bunlara tanık olup mazur kalacaksın sonrasında da cehennemin dibini boylayacaksın. Nazarımdaki şu dehşetin büyüklüğünden ailem dahi zerrece aklıma gelmedi. Bir an dışarıya çıkayım insanlar ne yapıyorlar düşüncesi geldi aklıma. Hemen fırladım kapıya. Allah Allah karşı komşunun yaşları hayli büyük kısmetleri açılmamış kızları vardı. Kızlar, dantel örüyorlar kapıda. Birazdan kıyamet başlayacak şunlara bak tuhaf bir şekilde umursamıyorlar. Çarşıya koştum bir markete girdim. Herkes bir şey olmamış gibi alışveriş yapıyor. Acaba sabah mıdır akşam mıdır diye düşünürken duvardaki saat gözüme ilişti baktım saat beş. Sabah beşi gösteriyorsa gerçekten bittim. Düşünemiyorum da sabahın beşinde nedir bu kalabalık. Dayanamadım sordum kasiyere: " affedersiniz saat, akşam mı beş yoksa sabah mı beş? " Kasiyer tuhaf tuhaf baktı bana, "akşam beş tabiki" dedi. Sonra hatırlamaya çalıştım ki ben ikindi uyudum güneş batmaya yakın uyandım. Derin bir ohh çektim. Nasıl rahatladım bilemezsiniz. Cehennemi garantilemiş bir düşünceden kurtuluşa ermişim. O günden sonra kolay kolay akşam üzeri uyumamaya gayret ederim. Öyle planlarımız, emellerimiz var ki. Yüz yaşında ölsek dahi sığışmayacak hayalleri sığdırıyoruz dimağımıza. Ki ihtiyarlığa ulaşmadan giden nice insan var. Ölüm ötesine hazırlanmaya düşüncemizde dahi yer vermiyoruz. Kıyametten dehşet alırken ölümü uzak tahayyül ediyoruz. Kıyametin neticesinde bize ne olur? "Ölürüz. " Nasrettin Hoca misali ölmemizle zaten kıyametimiz kopmuş olacak ki. Zihnimiz işte. Uzağı yakın yakını uzak edecek manzaralar getiriyor önümüze.
Sabahın tam beşi hava kapalı hatta sisli. Her duygudan bir kaşık tatmış gibiyim. İçimde bir kor yanıyor aman aman. Onca şey yaşadım halen hayattayım. İçimde aslında bir kor yok ya, böyle bi on tane filan içten içe yanıyor. Olmadı lan yapamadım üç ay geçti yüzünü görmeyeli, sesini duymayalı. Unutmaya mı başladım yoksa? Vaz mı geçiyorum varlığından, bilmiyorum. Bir halat gibisin boynuma asılmış. Ne yaşamak istiyorum ne ölmek, ha işte o halat sensin. İnsan canını yakanı ister mi ya, istiyor işte saçma bir şekilde. Ama ne ben sana yazabilirim ne de sen bana. Giderim evinin önüne camını izlerim. Görürsem belki camda seni utanır geri dönerim. Özledim evet yapamıyoruz biliyorum, gitme. Gitme başka tenlere gel, yapamıyorsak yine beraber yapamayalım. Özledim gel. Evin hâlâ burda. 05.11
Ne kadar âcizim ben böyle. Yüzleşmekten kaçtığım acımı yorgan altında saklayamamanın verdiği acizlik. Tüm bu İyiyim her şey yolunda gibi görünmeye çalışmalarım gecenin üçü sabahın beşi farketmeksizin kendini yüzeye vurmak için canla başla mücadele ediyor gibi. Gönlümün sancısıyla uyuyamadığım her gecenin sabahında kendimi aynı acıyla ve gözlerin dolu dolu buluyorum.Bazen nasipsizlik de nasipmiş der büyüklerimiz bunca nasipsizliğim bunca yıkılışım bunca pes edişim bunca var olma isteğime rağmen bu kadar çok yok oluşum bunlara rağmen üstünü örtüyor oluşum nefesimi kesiyor. Kendimden dâhi sakındığım henüz konuşmayı ertelendiğim bu hissin fiziksel olarak kedini dışa vuruyor olması "zerre için'de zerreyim ben kendimi bilmez miyim"cümlesini yaşatıyor olması aciziyetimi arttırıyor.
Baktım gönüllere tek tek ten ten göremediğim neydide battım hep
Uydurdum bir cennet karşısına bir dağ
Bağladım kıldan ince kılıçtan keskin
Bir iple altında hep nedense bir cehennem
Buldum sanıp durdum korktum belkide
Bir çığ gibi bir dağ gibi yıkılmaktan
Öyleya korktuğun gelir hep başa
Öldüm deyip durdum öylede yaşayıp durdum
Zamanlıca bu yolda zamanla kaybettim
Başta duygular sonra sevinçler en sonda kendimi bir sigara içip yattım gecenin üç ü belki sabahın beşi rahatsız edici bir acıyla uyandım ellerim titriyor nefesim daralıyor
Hani bağırmamya ben hiç haykırıyor bağrıyor dağları yılkacakmışcasına
Meyer gömmüşüm içime benden içeride
Savaştım savaştıkça kaybettim
Derin yaralar aldım amacımı kaybettim
Bazen bir köşede bazen ise bir yamaçta
Beklerken uslu bir çocuk gibi eceli
Uzandı benden ileri bi el bana değil benden içeride bir benliğe çekti çılardı onu hayranlıkla baka kaldım kesti onu bağlayan bütün ipleri yükünden azdetti adetağ şaşkın bakışlarımı saklayamadım
Şaşkın, dokunaklı, aşıkmışcasına, yürekten
İçimdeki o kurak toprak filizledi çiçekler açtı ağdetağ kalbin odalarında uçuşan kelebekler hiisediyordum artık tenime değen rüzgarı mutluluktan koşan çocukları
Görüyordum artık saçların daki güneşe çalan renkleri anlamıştım sendin
Arayıpta bulamadığım bakıpta göremediğim bırak bırakta ruhum alevlensin ankağ gibi kuş olup uçmadan cennetinde.
sabahın beşi, güneş doğdu doğacak. kan çanağı gözlerinle bakıyorsun etrafa, beşten sonra uyuyup göreceğin kabusları düşünüyorsun. yatmadan önce soğuk bir duşla, kurtulmak istiyorsun çürüklerinden. dinç olmak istedikçe ruhunun yere yıkılışını izliyorsun. eline bir sigara kutusu ulaşıyor, yakmaya tenezzül bile etmezken dudaklarının arasında buluyorsun. sonra dalıyorsun dün yaşanılanların yarınına ne katacağını hesaplamaya. dank ediyor bir anda, ufak bir inleme çınlıyor kulağında. yarını arzuluyorsun. dünün bugününle aynı olduğunu bildiğin halde. sonra saate bakıyorsun altı. altıdan sonra uyuyup göreceğin kabusları düşünüyorsun. yatmadan önce yatağını düzeltiyorsun. yorganın altına güçsüz bedenini seriyorsun. şifonyerde duran yarım kalmış kitap gözüne çarpıyor. uzanıp alıyorsun, kaldığın sayfa belli ama hatırlamıyorsun. düşüncelere dalıyorsun, okudukça daha çok düşünmeye başlıyorsun. sonra sıkılıp tekrar aynı yerine koyuyorsun. saate bakıyorsun yedi. yediden sonra uyuyamıyorsun. gözlerini acıdan ovuşturarak kalkıyorsun yataktan. dün’ü devam ettirip saat beş olana kadar kabuslarla yaşıyorsun.