Tumgik
#tarih isyan
denizeyuruyen · 11 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
🎬 Bulut Atlası (2012)
"Bulut Atlası, David Mitchell’in aynı adlı romanından uyarlanmış bir bilimkurgu filmi."
"Güçlülerin zayıfları ezdiği, zenginin yoksulu, efendinin köleyi, ayrıcalıklının sıradanı çiğnediği bir düzen tarihin her aşamasında sürmektedir."
"Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, insanoğlu ne kadar ilerlerse ilerlesin (...) zayıflar güçlülere yem olmaktadır."
"Tarih, bitmek bilmez bir efendi-köle diyalektiğini sergiler, fazlası değil."
"Öte yandan, “okyanus ufacık su damlalarından meydana gelir” sözünde, mevcut düzene karşı başkaldırının anlamlı olabileceği, küçük balıkların birleştikleri takdirde büyük balığa karşı durabilecekleri iması da bulunur."
"Bu yüzden köle ayaklanır, klon kendi hayatını kontrol etmek ister, yetenekli besteci, eserine el koymak niyetinde olan yeteneksiz aristokratı öldürür, ilkeli gazeteci öldürülme riskine rağmen gerçeğin peşinden gider (...) çünkü özgür irade diye bir şey vardır. İnsanoğlunun içinde hırs ve nefret kadar sevgi ve dayanışma duyguları da yer alır.
"Zayıf olanın ezilmesinden ötürü insanın içini kemiren bir adaletsizlik duygusu... Bir şeyler yapmak gerekir ki bu şey başkaldırıdan başkası değildir."
Alıntı Kaynağı: https://www.bilimkurgukulubu.com/sinema/cok-katmanli-bir-film-bulut-atlasi/
5 notes · View notes
delitay · 1 year
Text
Tumblr media
Hz Eyüp’ün Sabrı
Hz. Eyüp’ün tıkır tıkır giden işleri ilk kez hayvanlarının peş peşe hastalanmaya başlamasıyla bozuldu. Kısa süre içinde koca sürüden bir tek sıska inek, bir tek kara keçi kalmadı; hepsi telef oldu.
İnsanlar Eyüp’ün bu duruma ne diyeceğini merak ediyor; ağzını yoklayarak:
"–Nedir bu başına gelenler” diyor ah vah ediyorlardı.
Eyüp peygamber yüksek ahlakından ödün vermeksizin:
"-Allah verdi; Allah aldı; her şey O’nun değil mi” diyordu.
Eyüp Peygamber hayvanlarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.
Belalar geldiğinde aile ve akrabalarıyla gelirmiş… Eyüp Peygamber bir gün dışarıda işleriyle meşgul iken acı bir haber aldı. Ani bir sarsıntıyla evleri yıkılmış, tüm çocukları göçük altında kalmıştı. Yıkıntıdan sağ kurtulan yalnızca karısıydı.
Hz. Eyüp’ün gözleri evlat acısından kanlı yaşlarla doldu; ama ‘sabır’ dedi.
Eyüp Peygamber çocuklarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.
Belalar henüz bitmemişti. Hz. Eyüp’ün vücudunda yaralar çıkmaya başladı. Küçük küçük çıbanlar, gün geçtikçe büyüdü; bütün vücuduna yayıldı. Eyüp Peygamber hekimlere gitti, ilaçlar kullandı ama nafile… Yaralar iyileşeceğine azıyordu. Eyüp Peygamber’in hastalığı arttı. Artık çalışamadığı için elde avuçta ne varsa hepsini tüketti. Karısı ona bakıyor, evi geçindirmeye çalışıyordu.
Eyüp Peygamber’in yaraları çok fenalaştı. Hastalığının bulaşıcı olması ihtimaline karşı kimse onun yanına yaklaşmak istemiyordu. Eyüp Peygamber yapayalnız kalmıştı. Acı ve ıstıraplar içindeydi… Allah’a dua etmeye ve O’ndan sabır istemeye devam etti. Ama artık bırakın vücudunu hareket ettirmeyi, dudaklarını kıpırdatacak takati kalmamıştı.
Bir insanın başına gelebilecek her türlü felaket ve müsibet, onun başına gelmişti ve o, tıpkı sağlıklı ve varlıklı günlerinde olduğu gibi Allah’tan uzaklaşmamış, O’na olan bağlılığını ve güvenini kaybetmemişti. Hz. Eyüp imtihanını başarıyla geçmiş ve insanlara örnek bir kul olmuştu.
Eyüp Peygamber sağlığını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.
Hastalığının şiddetlendiği bir anda:
"Ey Rabbim!” diye dua etti. Halim sana malumdur. Adını anamayacak kadar hastayım! Ey Şifa Veren! Şifana muhtacım…”
Yüce Allah, kulundan hoşnuttu. Eyüp Peygamberin makamını, katında daha da yüceltti. Ona:
"–Ayağını yere vur” diye vahyetti. Eyüp Peygamber güçlükle ayağını kaldırıp indirdi. Ayağını indirdiği yerden berrak bir su kaynamaya başladı. Eyüp Peygamber o suyla yaralarını temizledi. Yaraları kısa sürede kuruyup kayboldu; sudan doyasıya içti, içindeki dertler şifa buldu. Eyüp aleyhisselam, hastalanmadan önceki sağlığına tez zamanda kavuştu. Sağlığını kazanan Hz. Eyüp, servetini de yeniden kazandı. Böylece o, refah ve sağlık içindeyken Allah’ı unutmadığı gibi, yoksul ve hastalıktayken de O’na küsmedi, isyan etmedi. Böylece Eyüp aleyhisselam, Allah’ın sadık ve sabırlı bir kulu olarak tarihe geçti.
Rabbim;
dertlerle, sıkıntılarla, hastalıklarla mücadele eden herkesi Eyüp aleyhisselamın imanı, sabrı ve metanetiyle donat.🤲
24 notes · View notes
ahmetcumhur-blog · 5 days
Text
Tumblr media
Nisa Leyla /
Akmaya Akmaya
kaybolmuşluğumu aramaya gideceğim
bir gün, savrulmuşluğumu tanımlamaya.
aĞaçla ağaç, böcekle böcek
iki a arasında mahkum Ğ yim
bir isyan!: acılı gökyüzüm ! ağrılı yeryüzüm!
le hiçliğimi büyütmeye büyütmeye
sokak çocuklarıyla kağıtevler yapmaya
açlık… açlığa…afrika’yı dünya’dan kurtarıp
kalemimi söz’den arındırmaya.
unutup öldüğümü soykırımlarda
vurulmaya
unutup gözlerinin kederini, deniz dalgalı
kumun sırtına binmiş
deniz kederi gözlerini alıp tozlaşmaya
(ilktir aşk’ın vücuduyla değil
hüznüyle gerçeğe başımı vuruşum…)
çıkıp gideceğim bir gün. tanrıların senaryosu
bir eksik oynayacak. ağlarken yeşile yaprak,
solarken güze bahar hıışşşt deyip
susturacağım ağzını dünyanın
barışın işaret parmağıyla.
taşla taş tarihle tarih. ışığa anne
kaşığa özne, tabağa nesne olmaya.
çıkıp gideceğim kendimden
yokluklara ; var olmaya var olmaya
dikeceğim kendimi bozkırın ortasına
3 notes · View notes
wrxnsu · 1 month
Text
“Sen adam olmayacaksın,” dedi albay. “Ben de bilge’ye her zaman bu sözünüzü tekrar ediyorum albayım, fazla ümide kapılmasın diye. Gönlünün rüzgârına kapılıp gitmesini istemiyorum. Artık bizim gibi emeklilere yakışmaz albayım böyle şeyler. Aslında bu yaştan sonra insan, bizim gibi, dünya ile ilişiğini kesip kendini tarih ve tiyatroya vermeli. İhtiyar damarlarımdaki yorgun kan, bu aşka isyan ediyor albayım; her an nefes nefese yaşamaya bünyem dayanmıyor.”
2 notes · View notes
doriangray1789 · 11 months
Text
Bilmeyeni kandırmak, sorgulamayanı inandırmak, araştırmayanı sürüye dahil etmek, okumayanın diline nüfus etmek kolaydır. Yaşadığımız pek çok olumsuz durumun asıl sebebi bu tip kişisel aksaklıklardır. Üç paylaşımdan biri halifelik ve hilafet. Hadi gelin biraz konuşalım.
Ülkemizde bazı toplulukların kesin bir inancı var.O inanç şu;''İslam'ın başı halifelik makamıdır. Bu makamın tekrar tesis edilmesi, İslam birliğini sağlar. Müslüman devletler, halifenin çağrısıyla yeni bir nizam için harekete geçerler. İsrail böyle başıboşluk yapamaz vs.
Önce şunu söylemekte fayda var; Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim'in son Abbasi halifesinden halifeliğin hak ve yetkilerini devraldığı bilgisi, oldukça sorunlu ve tartışmalı bir bilgidir! Fakat bu oldubittiye getirilen bilgi üzerinden gelişen bir inanç var.
İnsanlar halifelik makamını, sihirli değnek gibi görme eğilimi gösteriyorlar. Fakat tarih, bize bu makamın çağrıları karşısında, politik anlaşma ve tezviratların çok daha başarılı sonuçlar gösterdiğiyle ilgili net sonuçlar sunmaktadır. Ve ayrıca şunu bilmek gerek;
Halifelik tek başına ve hiçbir ayrışmaya uğramamış bir makam değildir! Emevi dönemi halifeleri ayrı, Abbasi dönemi halifeleri ayrı. Kahire'de Fâtımi halifeleri vardır. Bu halifeler Şii oldukları için Sünniler tarafından kabul edilmezler!
Memlük dönemi halifeleri kimlerdir? Abbasilerin Mısırdaki Memlük sultanlığı himayesine girdikleri dönemki halifeler! Sandığınız gibi sihirli değnek olsaydı bu makam, Abbasiler Memlüklere esir düşmezdi! Osmanlı dönemi kısaca nasıl başlıyor?(Resmi tarihte!)
Osmanlı devleti Ridaniye savaşında Memlük devletine son veriyor ve makamı üstleniyor. Kendi içinde ne anlayış, ne yönetim, ne devlet olarak birlik inşa edememiş bir makamın, şimdi Orta Doğu'ya yeni bir nizam vereceğine inanmak gerçekten hiç komik değil.
Meseleyi tarihsel bağlamlarından kopartarak, adeta Viking efsanesi okuyormuş gibi algılamanın kimseye bir faydası olmadı. Olmaz da! Gelgelelim tarihi bir husustan örnek verelim.
1. Dünya savaşında padişah 5. Mehmet Reşat 114. İslam halifesiydi! 23 Kasım 1914’te Cihad-ı Mukaddes çağrısında bulundu. Buna karşılık ne oldu? Araplar ayaklandı ve isyan başlattı. Bu noktada işte Araplar bize ihanet etti etmedi meselesi başlıyor!
Bu konuya sonra gireriz ama sonuçta Araplar isyan ettiler. Bazı tarih yazımlarında şu tip bir yaklaşım var; ''Arapların bu ayaklanması, milliyetçi ve laik bir saik üzerinden okunmalıdır.'' Yani biz Müslümanız ve halifelik makamı bizde. Bizim çağrımıza isyan ederek karşılık veren unsurlar, laik ve milliyetçi unsurlardır. Ah bu laikler yok mu? Peki isyanın lideri konumunda bulunan Şerif Hüseyin, hareketlerinin sebebi ile ilgili ne gerekçe sunmuştur?
''Osmanlı Hükümeti'nin Müslümanlığın kutsal değerlerini çiğnediği ve Arapların haklarının çiğnendiği" gerekçesini. Müslümanlığın ve Arapların değerlerini çiğneyen de onlara göre Osmanlı'nın padişahı olan halifeydi! Kudüs osmanlının elinden çıkıp İngilizlere geçerken sevinenler de günümüzdeki Arap oligarşisinden başkası değildi Anlatabildim mi?
mevzu derindir okumlarımızı tarihin içinden yapmak gerekir günümüzün yorumu da o zamanlardan bakiyedir
örnek-Yavuz un halifeliğinin araplar tarafından kabul edilmesi için eşarilerin Anadoluya getirilmesi payitahtta unvan ve yetki verilmesi Anadolu aleviliği ve yörük kültürünün üzerine gidilmesi sonra celali isyanları vs vs
9 notes · View notes
kbra-09 · 3 months
Text
Tumblr media
1984 “George Orwell”
📌''Bilinçlenene kadar asla başkaldırmayacaklar,başkaldırmadıkça asla bilinçlenemeyeceklerdi.''
📌"Her şey sisin içinde kaybolmuştu. Geçmiş silinmiş, silinen unutulmuş ve yalan hakikatin yerini almıştı."
📌Sözcükleri yok ediyoruz; her gün onlarcasını, yüzlercesini ortadan kaldırıyoruz.
❗️Düşünün. Çünkü henüz yasaklanmadı.
‼️1984 yılında Okyanusya adlı hayali bir ülkede geçer.Bu ülke, totaliter bir rejim tarafından yönetilmektedir ve liderleri Büyük Birader (Big Brother) olarak adlandırılmaktadır.Romanın ana karakteri Winston Smith,Düşünce Polisi tarafından sürekli izlenen ve Parti'nin ideolojisine uyum sağlamaya zorlanan bir vatandaştır. Winston,Parti'nin propagandası ve tarih manipülasyonu karşısında giderek daha fazla şüphe duymaya başlar ve içsel bir isyan geliştirir.Winston'un isyanı,Julia adlı bir kadınla olan yasak aşkı ile somutlaşır.Birlikte Parti'nin baskısından kaçmayı ve özgürlüklerini geri kazanmayı hayal ederler.Ancak Düşünce Polisi tarafından yakalanırlar ve sonunda Winston, yoğun bir işkence ve beyin yıkama sürecinden geçer.Kitap,Winston'ın tamamen Parti'ye boyun e��mesi ve Büyük Birader'e duyduğu zorunlu sevgi ile sona erer.
6 notes · View notes
alperanayurduart · 6 months
Text
Tumblr media
Onlar, Osmanlının keskin kılıcı, savaş makineleri olarak adlandırıldılar. Osmanlının yaya yürüyen neferleri, piyade birliklerinin ilk örneğiydiler. Düşmanın üzerine yürüyüşe geçtiklerinde çıkardıkları zelzele yüreklere korku salardı. Belgrad'a, Viyana'ya, Bağdat'a, Tebriz'e, Karabağ'a, Polonya ovalarına, Sina çöllerine, Rusya bozkırlarına, Halep'e, Kahire'ye yürüdüler. Osmanlı ordusunda azınlık olmalarına rağmen devleti büyük zaferlere taşıdılar. Taki ocak disiplini bozulana kadar.
Doğru bir şekilde kontrol edildiklerinde, devletini zaferden zafere götüren, kahraman, yenilmez bir ordu; azdığında ise kendi devletine, milletine, düşmandan bile daha çok zarar verebilen, zalim, hain bir başıbozuk sürüsü haline geldiler. Güçlü, zeki ve baskın olan padişahların elinde çok iyi idare edilirken; istikrarsız, pasif ve başarısız padişahlar geldiğinde devleti yıkıma sürüklemişlerdir.
Ocak, arada isyan edip tekrar kontrol altına alınsa da imparatorluğun ilerleyen dönemlerinde iyice zıvanadan çıkmıştı. Cesur ve kahraman savaşçıların yerini, savaştan kaçan, rüşvetçi, zorba, halkın malına, canına, hatta namusuna bile kast eden çeteler almıştı. Kendileri fayda sağlamak yerine zarar verdikleri gibi, devletin ilerlemesine ve yeni ordu kurmasına da engel olmuşlardır. Hatta daha ileri gidip padişah katletmişlikleri bile vardır. Sultan Genç Osman faciasından sonra yeniçeriler iyice yüz bulmuş, çıkarlarına ters düşen devlet adamlarını ve sultanları yine bertaraf edip katletmişlerdir. Bir çok devlet adamı ve padişah bu ocağı kapatmak istese de başarılı olamamış ve canlarından olmuşlardır. Ta ki Sultan 2.Mahmud'a kadar. Yenilikçi bir padişah olan 2.Mahmudun, devletin diğer askeri birimlerini ve halkı arkasına alıp yürüttüğü bu topyekün kanlı harekatta yeniçeriler, karakollarına kadar sürülmüş, ardından ocağın tüm karakolları topa tutulmuş, içerideki tüm yeniçeriler canlı canlı kızartılmış , kıtır kıtır doğranmıştır. Halk bu zorba paralı askerlerden o kadar bıkmıştı ki bu kanlı vahşet gecesini vaka-i hayriye (hayırlı olay) olarak adlandırmışlardır. .Nihayetinde, Osmanlı İmparatorluğu'nu hem zaferden zafere taşıyan hem de yoldan çıkarak, zirveye taşıdıkları devletlerini çöküşe sürükleyen paralı asker ordusu yeniçeriler tarih oldu.
© Alper Anayurdu
deviantart.com/alperanayurdu
instagram.com/alperanayurdu.art
behance.net/alperanayurdu
artstation.com/alper_anayurdu
3 notes · View notes
onderkaracay · 1 year
Text
Tumblr media
🗣️ Türk Ulusu Kuvayı Milliye Cephesinde Direnişe Geçmelidir
Özelleştirmeler, Türkiye Cumhuriyeti devletini ve Türk ulusunun varlığını sermaye çetelerine satmak demektir.*
Babalar gibi satarız dedikleri gün gösterdiğim tepkinin ilk cümlesi buydu.
Özelleştirmeler; vatana, ulusa ve devlete en büyük ihanettir.
Bu bir sermaye çetesinin operasyonudur.
Düşmana ülkeyi işgal ettirmenin örtülü ve ahlaksız formülüdür.
Nitekim tarih beni haksız çıkartmadı.
O gün bana sen ülkenin gelişmesini istemiyorsun diyerek bu zalimlige hizmet edenlerin hepsini bugün tarih hain olarak ilan etti.
Çünkü o işbirlikçi sermaye özelleştirmeler sonrası artık devlet yok şirketler var diyerek bizi tehdit etmeye başladı.
Bu bir milli güvenlik sorunudur ve bu tehdidin kamulaştırma yapılarak ortadan kaldırılması gerektiğini Mobbing Bank 2015 yılından bu yana yazmaktadır.
12 Eylül 1980 sonrası ülkemizin başına bela edilen kanlı terör örgütü ile çalıştığım bankanın söylemleri arasında hiçbir fark yoktu. Terör örgütü TC askeri ve devleti diyordu bu bankanın genel müdür yardımcıları ise banka adına TC riski diyorlardı. Hatta bankalarının riskinin devletin riskinden daha düşük bir risk taşıdığını ülke puanı üzerinde bir puana sahip banka olduklarını iddia ediyorlardı. Bugün bu bankanın sahipleri Malta vatandaşı olmak zorunda kaldılar.
Bizi kendilerinin bir askeri olarak görüyorlardı. Oysa karanlık sicillerini tutuyordum. Suratlarını mos mor edeceğim güne hazırlık olarak. Yaşam bir sır ile bu fırsatı verdi.
Mobbing Bank en tepeden birini mahser tufanında yere serdi. Diğerlerine yaşattıkları zulmü yaşamaları için uzatmaları oynama cezası verdi.
Bugün yabancılara ucuza yurttaşlık, toprak, mülk ve maden ruhsatlarını satan bir ülke haline gelmiş isek sebebi ve nihayi hedefi devleti parçalamak yok etmek isteyen bu arsız niyettir.
Yeni anayasa yapma niyeti Türkiye Cumhuriyeti devletini yok etmenin yasal kılıfıdır. Sermaye çetesi daha önce de Tesev adı altında böyle bir girişimde bulundu. Bunu herkes biliyor.
Bilderberg çetesinin ülkemiz ayağını yönetenler bu işin arkasında ki niyettir. Amerikan ve İngiliz derin devlet yapısı bunları kullanmaktadır.
Cemaat ve tarikat adı altında terör faaliyetleri yürütenlerden daha tehlikeli bir tehdittir.
Cebimizi soyarak bize karşı tehditlerini sürdürmektedirler. İktidar ve muhalefeti parti başkanları düzeyinde ele geçirmek yoluyla ve bilderberg'in adamlarını her partiye, medyaya yerleştirerek sonuç almaktalar.
Mobbing Bank oyunu deşifre etmiştir.
Ergenekon ve balyoz kumpaslarının yaşandığı yıllar da bankada bunun mücadelesini tek başına veriyordum. Benden kurtulmanın yolunu 12 Eylül 2012 tarihini seçtiler. Ayaklarına kurşun sıktıkları gün o gündü.
Meclis iktidar ve muhalefet ile birlikte bu amaca yönelik son seçim ile dizayn edildi.
Anayasa yapmaya kalkmaları isyan sebebidir.
Anayasalar kurucu meclisler tarafından yapılır.
Hukuksuz seçilmiş bir yönetimin Anayasa yapma hakkı yoktur. Mevcut Anayasa'nın 101. maddesine göre şu an Cumhurbaşkanı seçilmiş olan hukuksuz seçilmiştir. Bu suçtur. Bu suça alet olan hukukçu iktidar muhalefet medya herhes yargılanacaktır.
Çünkü ölümcül darbeyi ancak bu kadar suç işlemiş birine yaptırabilirlerdi. Bu sebeple muhalefeti dizayn ederek seçilmesini sağladılar.
İktidar ve muhalefet medyasının mamasını sermaye çetesi ödüyordu. İstediğini de parayla aldı.
Özelleştirmeler, sürdürülebilir sömürge düzenini devam ettirmek adına dayatılan yaşam pahalılığının, neyimiz var neyiniz yok hepsinin haraç mezat satışının, anayasa yapma amacının hepsi bu hedefe yönelik bir çabadır.
Sermaye çıkarına suç işleyen iktidar ve muhalefet anayasa yaparak bu suçlardan kurtulmanın çaresi peşindeler.
Buna asla izin vermemek gerekir.
Medya da bunun çözümü yoktur.
Çözüm, halkı kuvayı milliye güçleri olarak birleştirmektir.
] Önder KARAÇAY [
* 2002 sonrası özel bir bankada çalıştığım zaman söylediğim itirazın ifadesi aynen böyleydi. Çünkü iktidara sanki çalıştığım banka gelmiş gibi neler olacağını onlar bize anlatıyordu, hepsine karşı çıkıyordum. Bunun yazılı belgesi var elimde. Medya da zerre kadar ahlak var ise bu belgeyi benden isteyip neden yayınlamıyorlar. Çünkü bu medya sermaye çetesinin medyasıdır.
6 notes · View notes
yurekbali · 2 years
Text
Tumblr media
edip: dip’te bir nüans / küçük İskender Paylaşılsın, paylaşılmasın / yaşansın, yaşanmasın herkesin Edip Cansever’le bir anısı mutlaka vardır. Mutlaka olmalıdır, olacaktır! Çünkü herkes, Edip kadar hayatın içinden hayata dair belgeler toplamak için dalmışsa eğer anlam’a, bu belgelerden bir dosya oluşturacak ve bu dosyasıyla kendini yeryüzüne kanıtlayacaksa, elimizin altında böylesi bir şairin olması daima faydalıdır. Hem okur adına, hem siyasi kimlik adına! Benim Edip Cansever’le örtüşmem çok geç oldu; yirmili yaşların, dönemin şaşaasıyla çatışması ve şiire devrimin haklı yuva kuruşu, aldığım sosyalist eğitim çerçevesinde benim gibi yeni yetme bir şair adayını çok farklı kulvarlardaki bir dize yapılanmasına ve imge kurgusuna sürüklemişti. Bu noktada Edip Cansever, fazlasıyla burjuva kokuyordu benim için; çünkü yazdıklarından hiçbir şey anlamıyordum! Kitaplarını duvarlara fırlattığımı ve şiiri savunma yolunda isyan ettiğimi hatırlıyorum. Ama Edip Abi, o kadar güçlü bir şairdi ki benim gibi at gözlüğünü politik kimlik sayan birini bile içten içe şiire, hayata çekebiliyor, bir yerlerimizden bize, bize has dokuya nüfuz edebiliyordu. Bu noktalardan biri ‘kim bakar uzaklara köpekleri saymasak’ çevresindeki garip, imgesel kaosu ruhumuza sokuşturan o büyük büyüydü. Güneye yolculuklarımdan birinde tren yolu üzerinde sabaha karşı gördüğüm, dağlara bakışlarını dikmiş bir köpekle karşılaşmam Edip’i yeniden okumaya itti beni. Kimdi bu adam?! Ömrün hücrelerini döküyordu sanki. Bilip bilmeden bıçak sallayacağına, tüm dokuyu öğrenerek cerrah olmuştu işte! Onunla tanışmak, onunla atışmak, bir şeyler öğrenip bir şeylerin ukalalığını yapmak tek hedefimdi âdeta. O adam, benim yazmak istediğimi yazıyor, o adam benim söylemek istediğimi söylüyor ve bunu ustalıkla yediriyordu şiirlerine. Bir dostum, doğum günümde bir kadeh rakı ısmarlamak için beni çektiği salaş meyhanede bu yeni saplantımı duyunca, ‘Saçmalama; önümüzdeki hafta, götürürüm seni Edip Abi’nin içtiği yere. Tanışırsınız!’ dedi. Coşkuyla döndüm evime. Coşkum çalan telefona dek sürdü. Arayan kişi, baş sağlığı diliyor ve Edip’in gittiğini bildiriyordu. Bu, en büyük cezaydı bana / en büyük işaret! Doğum günümde sevdiğim şairi tanışmadan, tanışmak üzereyken kaybediyordum. O yüzden her 28 Mayıs, biraz doğduğum, biraz öldüğüm bir tarih! Demin andığım Nahit Hanım’ın cümbüşlü evinde tesadüfen Edip’in iskemlesine oturmam ve Nahit Hanım’ın ‘Aynı Edip’e benziyorsun; sinirli, hırçın ve kendinden eminsin,’ deyişi de hatırımda! Ne diyelim, belki o, Edip, Türk Sanat Müziği’nin derinliklerinden gelen bir caz ezgisi gibi, beni de delirtti. Beni de ahengin ortasında kopan bir tel gibi yalnız bıraktı. Her şair, bir büyü yaratır. Her şair, yarattığı büyüden kendi de etkilenir ve o büyüyü reddetmeye çabalar. Edip Abi, yarattığı büyüyle şiirin bildik akışının büyüsünü bozdu. Büyünün bir metafizik uzantısı değil, bir aşk biçimi olduğunu belgeledi. Galiba, bu belgeydi hayattan ilk önce sökülmesi ve yaramaz insanların omuzlarına apolet niyetine dikilmesi gereken. Biz gerekeni yaptık sanıyorum. En azından seksenli yılların dize dizicileri / dize düzücüleri! İçimizdeki huzur, dışımıza kar yağdırdı! Meymenetsizliğimiz, metanetimizi arttırdı! Her şeyden ders aldık, hiç ders vermeye kalkışmadık! İşte size bizim neslin ifşası! - küçük İskender, edip: dip’te bir nüans (Eflatun Sufleler) - Görsel: Cemal Süreya’nın çizimiyle Edip Cansever * * * Ben orda, akşamına orospular dadanan Camlarında pis sinekler gezinen, ben orda Eskimiş bir tutuşla şarabını içiyor Kadınlarda oluyor kadınsız bakışlarla Başıyla öne düşmüş yüreğiyle beraber Ya Tanrı’ya inanır ya da isyana. Kimseye vermiyor ki acılardan atarsa Kuytular çıkarıyor sevişmeler onlardan Bu nasıl bir bakış ki dünyaya intiharla Ya da hep kar yağıyor da düşünmesi siyahtan Öyle ya kim sevişirdi acıları olmasa Kim bakardı uzağa köpekleri saymazsam. Orası bir ölümdür şarabımı doyuran Ölünen yüzler gibi bir bütündür adamlar Vaftizi gün ışığında bir garip protestan Tanrısıyla sevişir; herkes bilir sevişmeyi o kadar Kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum Yeniden doğmak için çıkardığım yangından. - Edip Cansever, Phoenix (Sonrası Kalır / Bütün Şiirleri, 1 / Petrol)
18 notes · View notes
nefretim-kazand · 1 year
Text
Bu Topraklar Çok Hain Gördü Ama Bilinmeli ki; Türk Milleti Hepsini de Tarihe Gömdü!
𐰉𐰆:𐱃𐰆𐰯𐰺𐰴𐰞𐰺:𐰲𐰆𐰴:𐰴𐰀𐰃𐰤:𐰏𐰇𐰼𐰓𐰇:𐰀𐰢𐰀:𐰋𐰃𐰠𐰃𐰤𐰢𐰠𐰃:𐰚𐰃:𐱅𐰇𐰼𐰰:𐰢𐰃𐰠𐰠𐱅𐰃:𐰚'𐰯𐰾𐰃𐰤𐰃:𐰓𐰅:𐱃𐰼𐰃𐰚'𐰀:𐰏𐰇𐰢𐰓𐰇
Şeyh Said Temizliğinin 98'inci Yıl Dönümünde: Başta: Kolordu Komutanı Tümg. Mürsel BAKÜ Paşa Hazretleri ve İstiklâl Mahkemesi Reisi Lütfi Müfit ÖZDEŞ Beyler Olmak Üzere, 3'üncü Ordu Komutanı Tümg. Kâzım İNANÇ Paşa, V. Ordu Komutanı Tümg. Abdüllâtif Naci ELDENİZ Paşa, Ve Dahi: Kahraman Türk Askerini, Bir Defa Daha Saygı, Sevgi ve Şükranla Anıyorum.
Bulunduğu Her Yerde, Her Defasında Alenen: ''Bir Türk Öldürmek Yetmiş Gâvur Kesmekten Daha Efdaldir.'' Demekten İmtina Etmeyen, Çapulcu Kürt Terörist Şeyh Said ve Yanındaki Diğer Çapulcuların Yüzüne İlk Ve Dahi Son Defa:
İstiklâl Mahkemesi Reisi Lütfi Müfit ÖZDEŞ Bey: Bağımsız k*rd****n Amacına Yürüdünüz. Cumhuriyet Ordusu Bunu Mahv ve Perişan Etti. Herkes Bilmedilir ki Genç Cumhuriyet Fesat ve İrticaya İzin Vermeyecektir. İşte Cumhuriyet'in Kahhar Fakat Adil Kanunlarının Hükmü Budur!
Demiştir.
''Mahkûmları Götürünüz.''
15.04.1925 Tarihinde, 𐰃𐰾𐱅𐰃𐰚𐰠𐰞:𐰢𐰀𐰴𐰚𐰢𐰀𐰾𐰃 (İstiklâl Mahkemesi) Tarafından Haklarında İdam Kararı Verilen: Çapulcu Kürt Terörist Şeyh Said ve Yanındaki Diğer Çapulcular Jandarma Tarafından Yakalanmıştır.
Şeyh Said İsyanı: Hilafet Yanlısı Zaza ve Kürt Aşiretlerinin Şeyh Said Önderliğinde Cumhuriyet Ve Dahi İnkılaplarına Karşı Şubat 1925 ve Nisan 1925 Tarihleri Arası Gerçekleştirmeye Çalıştıkları İsyan Girişimidir.
29.06.1925 Tarihinde, Çapulcu Kürt Terörist Şeyh Said ve Yanındaki Diğer Çapulcular, Diyarbakır İlimiz Dağ Kapı Mevkiinde Asılmak Suretiyle: İtlaf Edilmiştir.
İstiklâl Mahkemesi
𐰃𐰾𐱅𐰃𐰚𐰠𐰞:𐰢𐰀𐰴𐰚𐰢𐰀𐰾𐰃
Tümg. Mürsel BAKÜ Paşa Hazretleri
İstiklâl Mahkemesi Reisi Lütfi Müfit ÖZDEŞ
Tümg. Kâzım İNANÇ Paşa
Tümg. Abdüllâtif Naci ELDENİZ Paşa
Vatan Size Minnettar
𐰉'𐱃𐰣:𐰾𐰃𐰕𐰀:𐰢𐰃𐰤𐰤𐱅𐱃𐰺
Saygı, Sevgi ve Şükranla Anıyorum.
𐰽𐰖𐰍𐰃:𐰾𐰋𐰏𐰃:𐰋𐰀:𐱁𐰜𐰺𐰣𐰞𐰀:𐰣𐰃𐰖𐰆𐰺𐰢
Kutlu Tinleri Şad Olsun!
𐰴𐰆𐱃𐰞𐰆:𐱅𐰃𐰤𐰠𐰼𐰃:𐱁𐰑:𐰆𐰞𐰽𐰆𐰣
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN!
𐱃𐰣𐰺𐰃∶𐱅𐰇𐰼𐰚'𐰇∶𐰸𐰆𐰺𐰆𐰽𐰣
Tumblr media
6 notes · View notes
zeynepbal · 2 years
Text
Ben Jnep
Ne zaman baslayacaklar bakalım diye, onların soteye yattigi gibi ben de cayimi almış elimde yudumlayarak bekliyordum aylardır. En net bir seylerin patlak vereceğine de aralık ayında Turkiyeye gittiğimde inanmaya başladım. Seneler sonra Japonyadan kalkip Ağustos ayinda Turkiyeye gittiğimde kendimi huzurla kitaplara verebilmiştim acikcasi ama biraz heyecan vardi. Topladım onlarca kitap dondum Turkiyeden. O 3 ayda topladiklarimi bitirdim, aralıkta gittiğimde yenileri ile değiştirip bir kismini yine deli gibi okuyup bırakıp dondum japonyadan. 
Bu bir gercek. Japonyada elime ne geçerse okumaya calisirken, kurumaya yüz tutmuş bir bitkiye dönmüşüm. Bunu fark ettim öncelikle, sonrasında ise okudukça insanligin damarlarımda daha hızlı aktigini fark ettim. Gözümün önündeki perde ufak ufak yine aralanmaya başladı. Tullerin arasından “ya siyah ya da beyaz olmak zorunda degilsin. Yollar istediğin yere cikmiyorsa birini secmek geri donmek ya da oldugun yerde durmak zorunda degilsin. Kendi yolunu kendin belirle. Sen ac kapalı yollari madem” diyerek bana el uzatan çocukluğumla ve ilk gençliğimle karsilasmak harikaydı. Sonra kafamın içerisinde defalarca ettigim isyan yankılandı perdeleri simsiki kapalı ic dünyamda : “yol yok ki. bu yollar benim yollarım degil. Yol yok ki. Hangisinden gitmeliyim gitmek istemiyorum dönmek de istemiyorum” diye isyan edip en sonunda “ben sizden degilim. ayni yolda yürüdüğümuz icin beni sizden saniyorsunuz, ama sizden degilim” diyerek defalarca ettigim isyan. 
Evet, kimseyi kandırmadım. Her zaman da belirttim. Sagdan gelene de su konuda haklisin ama bu yanlış dedim, soldan gelene de bu konuda haklisin ama su yanlış dedim. Beni sarip sarmalamaya calisan beni icine almaya kalkan herkese de hep “yok sizden degilim” dedim. Olsun, biz senden razıyız dediler. Degilsiniz dedim ve gülümsedim bıyık altından. Adim gibi biliyordum olmadiklarini, olmayacaklarını ve hatta olamayacaklarını. Çünkü hepsini tek tek izliyordum. Bugun kendileri ile ayni sesi bagirdigi icin tepelerine cikardiklari insanlari, yarin sesi biraz cılız cikti ya da çatlak cikti diye degil omuzlarından köprülerden yere firlattiklarina şahit oldum defalarca. 
Elestirdikleri faşistlerden farklı degillerdi. Ben de mi dönüşüyordum? Yoksa ben de mi Saramagonun kitabındaki karakterlerden birine dönüşüyordum? hastanede kisilip kalmış gördüğünü zanneden ama asla gözleri gercekleri secemeyenlerden mi olacaktım. Hapis hayati mi yaşayacaktım mutlu mesut? Bilmem. Hala da bilemem bunun cevabini ama hayatta korktuğum seylerin en basında kendine kör olmak geliyor sanirim.
Sonra iste ailemin ve arkadaslarimin “sen turkiyeye bizi görmeye degil kitap okumaya gelmişsin” demesine aldırmadan ilk gençliğimi yasadigim odamda susuz kalmış ac kalmış bir mahkum gibi kitaplara sarıldım. Cikamadim. Sabah 4 te kalkıp masamın basına geçip başlıyordum okumaya ta ki gece saat 12 ye 1 e kadar.. uyuyakalıp sabah yine başlıyordum okumaya. Sanki bu yaşımdaki ben olarak degil de, eski ben olarak okumak istercesine kesintisiz nefes almadan yemenden icmeden, bazen annemin babamin cemaline tercih edercesine çeviriyordum sayfaları. Okudukça hatırlıyordum. Bazen bir sayfadaki bir kelimeden eski okuduklarım zihnimde yankılanıyordu; bazen de gecmiste var olup tarih sahnesine acıyla cenazesi gomulmus baska bir gercek karakterin isminden teker teker tum bildiklerim yerine geliyordu. 
Ickiliymisim de ya da ilacliymisim da ufak ufak ayiliyormusum gibiydi. Garip bir sarhosluk icine düşmüştüm simsiyah cehalet sarhoşluğumdan çıkarken. 
Ve elbette sonunda gözlerimi sayfalardan kaldırıp gökyüzüne baktigimda kendimi o sayfalara hapsetmeden önceki benden daha iyi tanımlayabilir hale geldim. Ve diyorum ki “hiç sizden olmadım, hiçbirinizden olmayı da secmedim. Ama çok isterdim gozlerinizdeki o matlik azıcık parlayabilsin de digerlerinin de oldugunu, hayattaki tum senaryoları sizlerin yazmadigini, bambaşka hayatların olabileceğini görebilin”. 
Bir sure ugrastim, teker teker yılmadan. Bazilarinizla konusabildim de. Hatta bana gelip “mat bakiyorsun” diyenler oldu benim tabirimle. Dedim “olabilir”. Hatta nasıl bakmam gerektiğini anlamak icin “neden” diye de sordum, çünkü neydi sizi bu düşünceye iten anlamam lazımdı. Her seyden once kor olup olmadigimi anlayabilmem icin bu sorunun cevabini almam lazımdı. Çünkü belki bana mat gelen de, benim oldugunu bilmediğim baska senaryolardi. Ama sonunda anladım ve ne yazık ki genel olarak anlatabileceğim kisiler sizler degilsiniz. Ve ben sizlere sürekli ayni seyleri bire bir açıklamaktan çok yoruldum. Ithamlarinizdan hakaretlerinizden terbiyesizliklerinizden çok yoruldum. Sizden olmadigini düşündüklerinizi itelemelerinizden ben utanır oldum.  Biriktiriyorum artık, buradan yazacağım. 
Ama aklınızda olsun. Ben inanmadigim hiçbir şey icin bağırmam. Ben onun bunun lafıyla gazıyla bir seylerin parçası olmak icin uğraşmam. Görülmek icin populist söylemlerde bulunmam. Bana gore neyse odur. Ben yanlış yaptıysam kendime de “yanlış yaptın” der, sonuc yanlışa giderse özür de dilerim. Hata yapınca kendimi affedebilmek gibi bir özelligim de ne yazık ki yok. Deccali affederim de yaptıgım hatayı affedememem. Huy. 
Başkası yanlış yaptiginda da bunu söylemekten asla çekinmem. Tasvip etmedigim biri doğrulari söylüyorsa destek veririm, yanlısı söyleyen babam olsa “yanlissin” diye bağırmaktan çekinmem. Bir cogunuza garip gelen duruslar bunlar tabi ki. Ama benim tabiatım bu. 
Hiçbir zaman icin bir grubun parçası olmak derdinde olmadım. Ben gerektiğinde açık gördüğünde sessiz sedasız gidip o acigi kapatan dis kapinin dis mandali olmakla mutlu olan insanlardanim. Ya da o kadar çok anlasilmadim ki uzun seneler boyunca, artık bununla mutlu olduğuma inanmaya başladım kim bilir. 
Gerci Yalnizligimi sevdiğim sürülerden uzak durduğum halde, garip bir suru de oluştu cevremde hep hayatim boyunca ve  o noktada da bunalıp ben kayboldum hep. Çünkü ben “sürü” istemiyorum cevremde. Ben cevremde mümkünse uzaktan, düştüğümü düşebileceğimi gördüğünde bana el uzatacak insanlar istiyorum. Haksizliga ugradigimda gerekirse sesini benim yerime yükseltecek, ve ben birilerine haksizlik yaptigimda da karşıma geçip bana dişlerini gösterecek insanlar istiyorum. 
Aptal insanla bile isim olabilir benim. Aptal cahil birakildigi icin aptalsa kendini geliştirmek icin her zaman bir şansı olur ama egoistlerle tek bir selamım ve kelamım olmasın insallah, Rabdan tek dileğim bu... Beni boyle insanlardan uzak eylesin ve mümkünse beni mütevazi egosunda kendini kaybetmemiş insanlarla muhatap etsin. 
Pek inanmam ben ama icine üflenen nefes Rabbin bir parçası olan ve ayni nefesi taş��yan insanların “ol” dendiği halde “olamamisligi” gibi gelir bana ego hep. 
Neyse ozu kacirdim yine... 
Velhasıl kelam, ben bundan sonra ya buradayım. Ya da iste 1 ay sonra falan Marthi ile YouTube ya da Twitchde sohbet muhabbet ediyor olacağız. Tek tek cevap vermeye gucum yok sizlere artık. Twdan uzak kaldigim 2-3 haftadaki  kafamın rahatligi, Twitter'a geri döndüğümde gördüklerim karisinda 24 saat içerisinde kendisini sinirsel urtikere cevirdi bile. 
O kadar çok anlamsız yorum haksizlik terbiyesizlik on yargı goruyorum ki ben insanların olmaması gereken aptalligi karsisinda büyük bir hayal kirikligi yaşıyorum çünkü. 
Not. Aslında yazıya 
“Ne zaman baslayacaklar bakalım diye, onların soteye yattigi gibi ben de cayimi almış elimde yudumlayarak bekliyordum aylardır. En net bir seylerin patlak vereceğine de aralık ayında Turkiyeye gittiğimde inanmaya başladım.” 
diyerek girdim fakat yazarken seyri değişti diyeceklerimin. Bu burada dursun, bunun ne oldugunu elbetteki yazacağım ama once bi neler oldugunu bilin bu süreç içerisinde istedim. Ben aslen kimim nasıl düşünüyorum falan. Hani utanmadan bana PKKli diyecek kadar ileri gittiniz ya hayasızca... Son bir kez “bi anlatmaya calisayim” istedim girizgah olarak. 
2 notes · View notes
meriheyolculuk · 2 years
Text
8.3.23
Canım Antakya, şehir olmaktan ötesi kocaman güzel yürek Antakya. İnsanların bir olduğu, din, dil, ırk ayrımının olmadığı, beni hep çağıran, gitmelere, görmelere, yaşamalara doyamadığım güzel insanlar diyarı Antakya. 6 Şubat milat oldu, yüreklerden yerine konamayacak kocaman bir parça koptu. Senin talih, refah, kaderini belirleyen şans tanrıçan Thyke seni koruyamadı.
Kıyamet günü böyle olsa gerek, binlerce insan öldü, binlerce yuva yok oldu, bir kültür, bir tarih bitti. Biz yaşıyoruz ama yaşadığımızdan utanır haldeyiz. Benim can dostlarım var orada, şifa dağıtmaya çalıştığım onlarca, yüzlerce yürek var orada. İçim yanıyor, isyan ediyorum, kadere değil, yaşanan coğrafyanın kötü talihine, kötü yönetimlere yanıyorum. Önlenebilir binlerce ölümün çaresizliği ile yanıyor içim. Sevdiklerinin cesetlerini buldukları için teselli olan güzel insanlara yanıyorum. Ama biliyorum ki aramızda iyilik kol geziyor, yurdum insanı yönetenlere inat yüzyılların Anadolu toprağından fışkıran iyi insan olma ilkesini yaşıyor, yaşatıyor. Canım vatanım diyorum, canım toprağım diyorum, kayıplarımızı örten canım toprağım. Seni sevmeye, atalarımızın yaptığı gibi bir karışını bile kaybetmemek için savaşmaya devam. Yanlış anlaşılmasın bu savaş öyle silahla topla tüfekle değil, akılla, bilimle, iyi insan olmakla kazanılacak. Belki bu milat, yeni başlangıçlara sebep olacak, kocaman güzel yürekli insanların toprağı ve kültürü yeniden doğacak, bereketi devam edecek, tıpkı küllerinden doğan Zümrüd-ü Anka gibi yeniden, daha güçlenerek doğacak.
İçim yangın yeri gibi ama inanıyorum, ve bunun için elimden geleni yapmaya hazırım…
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
3 notes · View notes
delitay · 2 years
Text
SİZE ÖLMEYİ EMREDİYORUM!
"Milattan önce 3200 yıllarında Çin'de yaşanmış bir savaştan kısa bir diyalog:
- Askerler! Size saldırıyı değil, ölmeyi emrediyorum.
- ???! Niye ki? Aslanlar gibi savaşsak daha iyi değil mi?!
- Komutanın emri sorgulanmaz. Ölün diyorsam ölün işte!
- Komutanım, peki siz?!
- Arkadaşlar, kusura bakmayın ama benim yaşamam gerekiyor, çok büyük hayallerim ve planlarım var. İlerde bu ülkeyi ele geçirip kafama göre bir cumhuriyet kuracağım. Önce Hân'ımız Vah Lee'nin gözüne gireceğim, sonra onun emriyle orduların başına geçip bir kurtuluş savaşı başlatacağım. Hân'ımıza ve kutsal kitabımıza bağlılığımı ifade edeceğim. İlk meclisi dindar insanlardan kurup ikinci de onların ayaklarını kaydıracağım. Sonra gücü ele geçirip devletin başına geçince Çin saltanatını kaldırıp Hân'ı sürgüne göndereceğim. 'Batılı ülkeleri ben kovdum' deyip havasını atacağım ama arkasından Batı'nın bütün kanunlarını, kültürlerini, kıyafetlerini ülkeye hâkim kılacağım ve bunun adına da milliyetçilik deyip dalgamı geçeceğim. Harf devrimi yapacağım; Çin alfabesini kaldırıp Batılıların Latin alfabesini alacağım, Kutsal kitapları ve Çin alfabesine göre yazılmış tüm eserleri toplatacağım, bir milleti bir gecede, geçmişini ve medeniyetini okuyamaz hâle getireceğim. Her tarafa heykellerimi yaptıracağım. Yaptıklarıma itiraz ve isyan edeni sallandıracağım. 'Hân'ın tek adamlığına karşıydık' deyip sonradan ülkenin 'Tek Adam'ı ben olacağım.
- Komutanım, öyle bir şeye teşebbüs ederseniz sizi yaşatmayız. Biz burda dinimiz, vatanımız ve bağımsızlığımız için savaşıyoruz, bunlar gittikten sonra ne anlamı var savaşmanın?! Bu söyledikleriniz şaka mı, yoksa ciddi mi?!
- Şaka tabiki ya.. Siz şimdi boşverin bunları, hadi hemen taarruz edin ve topluca ölün! (Mırıldanarak) Zira siz varken ben bütün bunları yapamam.
- Komutanım, tamam biz vatan için seve seve ölürüz de siz nereye gidiyorsunuz böyle geri geri?!
- Ben şu karşıki tepeden sizin nasıl yiğitçe savaşıp öldüğünüzü izleyeceğim asker. (Yine mırıldanarak) Sonra da bunu tarih kitaplarına kendi kahramanlığım olarak yazdıracağım..
Ve o yiğitler düşmanla göğüs göğüse savaşıp birer birer toprağa düştüler. Sonrasında o komutan 'kahraman' ve 'Ataçin' diye anıldı gerçekten.. Çünkü daha sonraları tarihi, komutanın yalakaları yazmıştı o ülkede yeni alfabeyle.."
Çang Çing Çong - Çin Savaşları kitabı s.666
//Erol Çam
18 notes · View notes
etaali · 2 years
Text
Tumblr media
.
Yalnızdı.
Kalabalıklar içinde, çok sevilirken bile yalnızdı.
Bugün de anısının bir yanı hâlâ yalnız…
Çağlar boyu adının anılıyor olması bu yalnızlığı dindiremiyor…
Ta o günden bugüne bir “bölüğün” sadece onun yolundan gittiğini söylemekte ısrarlı oluşu, zamanında “Andolsun ki, sözünüze inanmadan sabahladım; yardımınızı ummadım, düşmanı sizinle korkutmadım” diye haykırışını unutturamıyor…
Hayır, hayır… Bazen aynı şeye inanmak, aynı yola baş koymak insanları birbirine gerçekten “yakın” kılmaya yetmiyor.
O öyle bir biçimde inanmıştı ki, yapayalnızdı…
“Azim ve irade sahibi kırk kişi bulsaydım hakkımı dilerdim” demişti.
Bulamamıştı.
Kırk kişi…
Binlerce seveni vardı, binlerce sayanı vardı; yüz süreni, omuz vereni vardı. Ama yanında onun gibi saf tutacak kırk kişi bulamamıştı, öyle yalnızdı.
Elbette yalnızlığı, hayatın önüne getirip koyduğu sorumluluklar karşısında sızlanan, mızmızlanan bir yalnızlık değildi.
Onunki dünyaya efendi olmanın getirdiği “kopuş"tu…
Hani Nietzsche diyor ya, "En ıssız çölde, ruh biçim değiştirir, aslan olur.”
O da bir bakıma hem içindeki çölden, hem de kalabalıkların çölünden geçmiş, aslan olmuştu…
Evine biat etmek, ona bağlılıklarını sunmak için insanlar hücum ettiğinde küçük çocuklarının ezilmekten zor kurtulduğu o hengâmeyi şöyle anlatmıştı bir keresinde: “Halkın etrafıma, sırtlanın boynundaki kıllar gibi üşüşmesi kadar beni ezen bir şey olmadı şu hayatımda…”
En kutlu kişi dünyadan ayrıldığında öteki güçlüler iktidar kavgası yaparken o, sevdiğinin naaşını yıkadı. O sırada “Başkasından ayrılsak teselli bulurduk, senden ayrılışa teselli yok” diye gözyaşı dökerken aslında kendi yalnızlığının örgüsünü örüyordu yavaş yavaş…
O sırada dışardaki kızışan iktidar kavgasına dönüp bakmış ve hüzne kapılmıştı: “Bir sudur ki kokmuş; bir lokmadır ki yiyenin boğazında kalmış, kursağına oturmuş… Bir şey söylesem derler ki baş olmaya hırsı var, sussam derler ki ölümden korkar.”
Gözleri sadece bakmazdı onun, görürdü. Kalbi çarpmazdı sadece, hissederdi.
Bu yüzden insanın çağlar aşırı gerçeğini kavramakta hiç güçlük çekmemişti: “Siz Allah'ın ahitlerinin bozulduğunu görüyorsunuz da kızmıyorsunuz; fakat babalarınızın ahitlerinin bozulmasından öfkeleniyorsunuz…”
İşte bu yüzden hâlâ anısı da yalnız…
Çünkü hâlâ yeryüzü aynı bağların kölesi olanlarca kana boğuluyor. Hâlâ babalar ne derse öyle oluyor…
Kırgındı…
Ama hiç gücenmemişti.
Hınç hiç yanına yaklaşmamıştı.
Kırılan hayallerinden düşmanlarına değil, hep kendine pay çıkardı.
“Semerin sırtına, yuların boynuna ey dünya; senin tırnaklarından kurtuldum, yollarından çekildim ben” demekten çekinmemişti.
Peki, hiç mi isyan etmemişti?
Galiba bir gün…
“Bir dağ bile beni sevse musibete uğrar” dediği gün…
Savaşçıydı.
Kılıcıyla tanınırdı.
Ama bütün yiğitler gibi yalnız savaşçıydı.
Savaşta şöyle dua edilmesini isterdi: “Allah'ım, onların da canlarını koru, bizim de. Aramızı uzlaştır.”
Sevilmekten başı dönmeyecek kadar yüce ve bilge olmak zordur, çok zordur.
Ama o böyleydi ve o yüzden sevilmeye karşı bile uyanık olmaya çağırmıştı insanları: ���Yakındır, benim yüzümden iki bölük helak olur gider:
Bir bölüğü beni fazlasıyla sevendir, sevgi gerçek olmayan inanca yürütür onu; öbürü bana buğuz edendir, gerçek olmayan yola salar onu.”
İnsan bir yerden başlayıp onu anlatmaya girişince yine onun tarafından durduruluyor. Çünkü demiş ki bir gün kendisini övene: “Ben dediğinden aşağıyım, gönlünde gizlediğinden yukarıdayım.”
O yüzden burada duruyorum.
Zaten tarih de susuyor.
Adının sık anılıp sık çağırılması, sadeliğinden uzak biçimde çileci gösteriler yapılması onun anısının bütün sıcaklığıyla katılmasına yetmiyor…
O unutmayın ki… Bir yanlışla galip gelmektense, doğrulara sırtını vererek uzun bir mağlubiyetin kapısını açmaktan çekinmemiş, bu uğurda şehit olmuştu.
O, Hz. Ali…
Ali Bin Ebu Talip… Büyük yalnız…
6 notes · View notes
uzunburakefendi · 2 years
Photo
Tumblr media
. "Başkaldıran insan, adaletsiz otorite veya durumlara "hayır" diyerek sınır çizen, bir sınır çizgisi çeken kişidir; Camus'nün belirttiği gibi, her isyan bir adalet anlayışı/hissi gerektirir: Daha ileri gitmeye hakkın yok. İsyan bu bakımdan var olan değerlerin değerini sorgulayarak başlar." syf.39 . "Eşitsizlik daima var olduğuna göre, her zaman bir isyan sebebi de vardır. O halde eşitlik siyasetin nihayetinde ulaşmak istediği bir amaçtan ziyade "bir çıkış noktası, her koşulda bulunulabilecek bir varsayımdır. Öyleyse Spartaküs eşit olmak için değil, zaten eşit olduğu için isyan etmiştir. Okuma yazma bilmemesi bu açıdan ayrıca anlamlıdır; eşitlikçi düstur düz anlamıyla ele alınmalıdır: Başkalarının yaptıklarını, anladıklarını her insan anlayabilir ve öğrenebilir; bunu ona öğretmesi için bir hocaya / efendiye ihtiyacı yoktur. Dışlananları isyana iten şey, ne onları ezen sosyo-ekonomik mekanizmaları bilmeleri, ne de dışlandıklarının bilincine varmalarıdır. "Erişimlerinin yasaklandığı daha iyi bir dünya", yani hâkim sınıfların dünyası ile "günbegün karşılaşmalaradır." syf.85 . "Devrim ile ateş arasında ilginç bir mecazi ilişki vardır. Örneğin Fransız Devrimi, "püsküren yanardağ gibi bir şey" olarak nitelendirilmiştir. Buna karşılık devrim korkusu da ateşe başvurarak ifade edilir. Mesela Dostoyevski’nin Ecinniler'inin sonuna doğru, Bakunin’in anarşist arkadaşı Neçayev üzerine bina edilen terörist/şeytan karakter Verhovenski "toplumu ve toplumun temelindeki tüm ilkeleri sistematik biçimde imha etmek" amacıyla bütün kasabayı ateşe verir. Modem tarih boyunca, bu ateş korkusunun yanı sıra bir korku daha vardır hep: kalabalık korkusu. Canetti'ye göre "kitlenin nasıl da... yangın niteliğine büründüğünü görmek ilginçtir". Fransız Devrimi'ne yönelik ilk tepkilerden biri, Edmund Burke'ün "domuz gibi yığınlardan" korktuğunu dillendirmesidir. Yangın gibi kalabalık da etkileyici bir imha aracıdır; yayılıp büyür, düşman bellediği her şeyi yok eder, "geri dönüş yoktur" - kalabalıklardan sonra hiçbir şey eskisi gibi değildir." syf.99 #bülentdiken #isyandevrimeleştiri #toplumparadoksu #metiskitap #kitap #neokuyorum #okumakiptiladır #okumahalleri #isyan #devrim #eleşti #toplum https://www.instagram.com/p/CmKTBzHtZJI/?igshid=NGJjMDIxMWI=
2 notes · View notes
doriangray1789 · 11 months
Text
HANGİ FİLİSTİN?
"Saygıdeğer Lord Rothschild, Majestelerinin Hükümeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudi Siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım. Majestelerinin Hükümeti, Filistin'de Yahudiler için bir milli yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Filistin'deki mevcut Yahudi olmayan toplumların sivil ve dini haklarına ve başka ülkelerde yaşayan Yahudilerin sahip oldukları haklara ve siyasi statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır. Bu deklarasyonu, Siyonist Federasyonu'nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım." İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour’un, Siyonist lider Rothschild’e yazdığı bu mektup, tarihe Balfour Deklarasyonu olarak geçti. Bu mektup, İngiliz hükümeti tarafından Yahudilere vaat edilmiş Ulusal yurdun tarihi bir ispatı niteliğindedir. Balfour Deklarasyonu esasında dünyanın farklı yerlerine dağılmış Yahudi nüfusunu Filistin topraklarına organize etme girişimidir. Bu noktada bir meseleyi özellikle vurgulamam gerekiyor. Dönemin Osmanlı politikaları, iltica meselesine çok katı bakan politikalar değildir. Osmanlı’nın kabusu ulusçuluktur. Yani iltica meselesinin, ulusçu bir harekete dönme potansiyeli Osmanlı’nın uykularını kaçıran hususun ta kendisidir! Bu sebeple iltica eden nüfusu farklı bölgelere dağıtma politikası sıklıkla uygulanan bir politikadır. İltica edenlerin tek noktada toplanması, topluluktan doğacak olan cemiyetleşme ve milliyetçilik Osmanlının ürktüğü sonuçlardır. Örnekse Kafkasya’dan gelen Çerkez göçlerinde, aynı hususlar üzerinde endişe duyulmuş ve aynı dağıtma politikası uygulanmıştır. ABD’de Yahudi diasporasının güçlü olduğuna yönelik inanç, Balfour Deklarasyonu ile onu etkilemeyi amaçladı. Aynı deklarasyona Osmanlı devletinin imzaladığı Sevr Antlaşmasında da yer verildi. 1922’de Milletler Cemiyeti’nde kabul edilen Filistin topraklarındaki İngiliz manda yönetiminin temeli, bu deklarasyondur. İngiliz mandası altındaki Filistin’e Yahudi göçünün hızlanması 1920-1940 tarihleri arasındandır. Şimdi meselesinin bam teline geldik! Dikkat buyurun lütfen. 1930 senesinde Eğitim Müdürlüğü tarafından ele alınan raporda, bir ibare çok dikkat çekici. O ibare şudur; “İşgalin başından bu yana yönetim, ülkede tek bir okul açmak için bile hiçbir mali kaynak sağlamamıştır” Bugün ki Filistin’in, hemen her anlamda bulunduğu durumun tohumudur bu ibare. Filistinli Arapların, okul için yer tesis edilmesine yönelik çabalarının %41’i reddedildi. Kırsal bölgelerdeki eğitim, neredeyse durdurulma safhasına kadara getirilmişti. 800 köyde kızlar için 15 okul bulunuyordu! Raporu uzun uzun okudum. Çok acı sonuçlar çıkardım. Bir memleketin eğitim damarlarının nasıl kesildiğini, teferruatıyla okudum. Fakat bu rapor ve rakamlar, kırsal bölge için doğru sonuçlar veriyor. Bu kısmı önemli. Halbuki 1904-1922 yılları arasında 50 tane Arap gazetesi yayımlanmaya başlanmış. Çünkü İngiliz işgali öncesi çok sayıda matbaa kurulmuş. 1936 büyük isyanı sırasında da tirajları yüksek 10 gazete daha kurulmuştu. Bu bilgiler arasında bir tezat var değil mi? Yani özellikle kırsalda eğitime vurulmuş darbeye rağmen, gazete okuma oranları yüksek. Satışları da yüksek ve isyan sırasında bile gazeteler çıkmaya devam ediyor.
== DEVAM EDECEK ==
8 notes · View notes